KASAS SÛRESİ - 17. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
إِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسَى فَبَغَى عَلَيْهِمْ وَآتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَا إِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُوءُ بِالْعُصْبَةِ أُولِي الْقُوَّةِ إِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِحِينَ (76) وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِنْ كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ (77) قَالَ إِنَّمَا أُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ عِنْدِي اللَّهُ أَوَلَمْ يَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ قَدْ أَهْلَكَ مِنْ قَبْلِهِ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَأَكْثَرُ جَمْعًا وَلَا يُسْأَلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ (78)
***
إِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسَى فَبَغَى عَلَيْهِمْ وَآتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَا إِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُوءُ بِالْعُصْبَةِ أُولِي الْقُوَّةِ إِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِحِينَ (76)
EinNa QAvRUNa KAvNa MiNQaVMı MUvSAv Fa BaĞAv GaLaYHiM Va EAvTaYNAvHuv MiN eLKuNUvZi MAv EinNa MaFAvTlXaHUv La TaNUvEu BiLGuÖBati EuLiy eLQuvVati EiÜ QAvLa La HUv QaVNuHUV LAvTaFRaX EinNa elLAHa LAv YuXıbBu eLMuFSiDIyBa
“Karun Musa’nın kavmindendi. Onların üzerine bağy etmişti. Kuvvetli u’sbenin miftahlarını nev ettiği künüzden ona ita etmiştik. Hani kavmi ona ‘Ferahlanma, Allah ferahlananlara muhabbet etmez’ diye kavl demişti.”
إِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسَى فَبَغَى عَلَيْهِمْ وَآتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَا إِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُوءُ بِالْعُصْبَةِ أُولِي الْقُوَّةِ إِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِحِينَ |
قَالَ كَانَ بَغَى آتَيْنَاهُ | تَنُوءُ تَفْرَحْ يُحِبُّ | قَوْمُهُ مَفَاتِحَهُ أُولِي قَوْمِ | الْعُصْبَةِ الْقُوَّةِ الْفَرحِينَ الْكُنُوزِ | قَارُونَ مُوسَى اللَّهَ | لَهُ عَلَيْهِمْ مَا إِذْ | إِنَّ إِنَّ إِنَّ لَ لَا لَا فَ وَ مِنْ مِنَ بِ |
(2+2)+(2+1)+(2+2)+(2+2)+(3+1)+(2+2)+(3+2+2+1+1+1)= 33=32+1=3*11 |
قَالَ- كَانَ بَغَى- آتَيْنَاهُ تَنُوءُ- تَفْرَحْ يُحِبُّ – اللَّهَ الْعُصْبَةِ- الْقُوَّةِ الْفَرحِينَ- الْكُنُوزِ قَارُون –مُوسَى لَهُ- عَلَيْهِمْ مَا-إِذْ إِنَّ- لَ فَ- وَ مِنَ- بِ |
QVL-KVN BĞY-ETY NVE-FRX XBB-elLAH GÖB-QVY FRX-KNZ QRN-ESV LaHUv-GaLaYHiM MAv-ÜAv La-EinNa Fa-Va MiN-Bi |
- Ayet atıf harfi getirilmeden başlamıştır, neden?
Surede Musa’nın kıssası anlatılmış, Firavunla olan olaylar zikredilmiştir. Bu 3 sure 20. yüzyılda işçilikten ortaklığa geçişin nasıl olacağını anlatır. Mısır’da Firavun var, Haman var, cunud var, bir de Karun vardır.
Bugünkü dünyamızda da imparatorluklar var, diktatörler var, ayrıca başbakanlar var, hükümet var. Bunun yanında Sermaye var, ordular var. Mısır’da bir de sahirler var. Bugün de üniversiteler var. Bu beşli grup aynen o zamanki dönemi ve bugünü temsil eder.
Bu surede buraya kadar Sermaye’den bahsetmez. Şimdi ise Sermaye’den bahseder. Sermaye’nin o gün de bugün de farklı durumu vardır. Diğer güçler (kuvvetler, örgütler) makroda halkı yönetmekteyken, Sermaye halkla doğrudan ilişki kurar. Onların ürünlerini alır ve onlara bu ürünleri satar. Halkla doğrudan ilişkileri vardır. Dolayısıyla görünürde Sermaye iktidarda olmazsa da aslında iktidarda olan Sermaye’dir. İşte, görünürde kemali infisal vardır. Gerçekte ise kemali ittisal vardır. Ondan dolayı atıf harfi getirilmez.
- إِنَّ ile başlamıştır, neden?
Görünürde Sermaye sıradan bir teşkilat olup diğer etkin kuruluşların altındadır ama gerçekte etkin kuruluşların üstündedir ve halka en çok etki eden kuruluştur. Marks da sosyal kurumları tasnif ederken üst kuruluşlar ve alt kuruluşlar diye ikiye ayırmış, ekonomiyi en üste koymuştur. Kur’an’da da şeriat ekonomideki denge üzerine dayanır. Bütün müesseseler arz ve talep kanunlarının çalışmasını sağlamaya göre düzenlenir. إِنَّ buna vurgu yapar.
- قَارُون kelimesini inceleyiniz.
قَرْن boynuz demektir. Boynuzun üzerinde hayvanın yaşını gösteren halkalar vardır. Bu halkalar ile onun yaşı bilinir. Ağacı kestiğiniz zaman da ağacın gövdesinde halkalar vardır, o da yaşını bildirir. İnsanlarda da böyle karnlar vardır. Her asır bir karn olarak görünebilir.
Bir insanın nominal ömrü 100 yıldır, üç dönemi vardır. Gelişme dönemi 33, olgunluk dönemi 33, yaşlılık dönemi de 33 yıl sürer.
Her asrın 3'te 1'ini bir nesil yönetir.
Gece gündüz olduğu gibi uygarlıklarda da böyle dönemler ve gelişmeler vardır.
قَارُون özel isimdir. Bununla beraber “karar” kelimesine akrabadır. “Ekonomi” demek arz-talep kanunları demektir. “Karun” demek arz ve talep kanunlarını dengede tutan tüccar demektir. “Kureyş” de tüccar anlamındadır. Türkçedeki “kuruş” kelimesi bunlarla akrabadır.
- Neden Musa’nın kavminden olduğuna vurgu yapar?
Bu sureler bize 20. yüzyılda insanlığın işçilikten ortaklığa geçişini anlatır. Firavunun dönemi de sünnet yönetiminden kitap yönetimine geçişini anlatır. Bugünkü olayların örnekleri Musa döneminde yaşanır. Kur’an buna göre size Firavunla Musa’ya gönderdiğimiz gibi bir resul gönderdik demektedir. Bu sureler onu açıklar. Buna vurgu yapmak için Musa’nın kavminden olduğuna vurgu yapar. Yani düzenin bir parçasıdır.
- Musa’nın çağdaşı olması şart mıdır?
Musa’nın çağdaşı olması şart olmamakla beraber Karun’un geçtiği ayetlerde Ankebut suresinde Âd ve Semud’dan bahsettikten sonra Karun, Firavun ve Haman’dan bu sıra ile وَ harfleriyle atfederek zikredilir, Musa’nın bunlara beyyinatla ciet ettiği beyan edilir. Bu ifade ile Musa’nın çağdaşı olduğu anlaşılır. Mümin Suresi’nde 23-24. ayetlerde “Musa’yı ayetler ve açık bir sultanla Firavun’a, Haman’a ve Karun’a irsal ettik.” demektedir. Bu ifade ile Karun’un Firavun ve Haman’a çağdaş olduğu anlaşılır.
- Bugün Musa’nın kavmi kimlerdir?
Bugün Musa’nın kavmi Yahudilerdir. Yahudilerin büyük kısmı İsrail oğullarından oluşur. Bununla beraber İsrail oğlu olmayan Museviler de mevcuttur. Hazar Devleti kendisini Hıristiyan ve Müslümanlardan bağımsız hale getirebilmek için din olarak Museviliği seçmiş, dolayısıyla Hazar Denizi’nin çevresinde yaşayan halkların bir kısmı Musevi dinine geçmiştir. Bunlardan bugün Türk ırkından olup Museviliği kabul eden kimseler vardır ve etkindirler. Lenin aslında bunlardandır. Ayrıca benim bildiğim Gürcü Musevileri de vardır. Bunların hepsi bugün Musa’nın kavminden sayılır.
- Bugünkü Sermaye ile Karun’u karşılaştırınız.
İsrail oğulları, Yahudiler çoban bir millet olarak oluşmuşlardı. Filistin’de yerleşip devlet kurdukları zaman toprakları yoktu. Çölden de çekilmiş olduklarından hayvancılık da yapamıyorlardı. Geçimlerini ticaretle sağlamaya başladılar. Hıristiyanlığın hâkim olduğu dönemlerde Yahudiler çoğalıp dünyaya yayılmışlar ancak toprakları olmadığı için ziraat yapamamışlar, beceriksiz oldukları için de sanayide (el sanayiinde) de varlıklarını gösterememişlerdir. Avrupa’da ticaret gelişmiş olmadığından ticaretle geçinen Yahudiler en yoksul durumda idiler. Gerek dinleri gerekse varlıkları sebebiyle Avrupa’nın en aşağı sınıfını oluşturuyorlardı. Haçlı Seferleri’nin başlaması ile Avrupa’da ticaret gelişti, dolayısıyla Yahudiler ticareti iyi bildikleri için Avrupa’ya onlar hâkim oldular. Kilise ve siyaset anlaşarak Yahudilere karşı cephe aldı ve belki bin yıllık mücadele sonunda Sermaye kiliseyi de siyaseti de emrine aldı. Avrupa’ya ilmi zaten Yahudiler götürmüştü.
İşte, bugün Karun’u temsil eden Musa’nın kavmi olan bu Sermaye sahipleridir.
Kendi aralarında çatışma vardır. İsrail’deki gerçek Yahudiler etkisiz haldedirler. Rusya’daki Yahudiler sosyalizmin, Batıdaki Yahudiler kapitalizmin temsilcisidirler. İsrail’deki Yahudilerin dünyaya hükmetmemeleri için bir taraftan onlara silah ve dolar verirken, diğer taraftan da Filistin’deki Arapları onlara karşı örgütlemektedir. Onları birbirleriyle savaştırarak kendi sömürülerine devam etmektedirler.
- وَبَغَى demiyor da فَبَغَى diyor, neden?
Sermaye mevcut olan iktidar içinde onların kavminden olması nedeniyle zengin olurlar. Çünkü iktidarlar siyasi yolla yaptıkları fetihlere uygarlık götüremezler, bilgileri yoktur. Refah götüremezler, sermayeleri yoktur ama Yahudilerin hem parası hem de bilgileri vardır. Dolayısıyla pazarları genişler, bu sayede daha çok zengin olurlar. Zengin olunca da bulundukları topluluğu daha çok sömürmeye başlarlar.
Karun’da böyle yapmıştır.
Buradaki فَ harfi bu sosyal olayı izah eder. Yazdıklarımı okuduğunuz zaman duyup geçmeyiniz, üzerinde düşününüz ve söylediklerimi yaşamakta olduğunuz hayatta da görünüz.
- بَغَى kelimesini inceleyiniz.
“Buğa” boğa demektir. İneklerin erkeğidir. Azmak, saldırmak anlamlarına gelir
“Boğa” damızlık öküz demektir.
Boğanın inek üzerindeki saldırısı ineğe zarar vermek için değildir. Tam tersine onu hamile bırakıp yavrusuna kavuşturmak içindir. İneğin de boğa kovalarken kaçması ondan kurtulmak için değildir. Kendisini kovalayanlardan en güçlüsüne teslim olmak için koşar. Böylece Darwin’in seleksiyon kanunu gereği bu saldırılar yapılır.
Kur’an’da geçen بغي kökünü böyle yorumlamak gerekir.
Sermaye halkı sömürmektedir ancak onları kötü duruma düşürmek için, helak etmek için sömürmemektedir. Aksine onların yaşamalarını ve çalışmalarını sağlamak için sömürmektedir. Kapitalistlerin felsefesi budur.
Kur’an’da da بغي kökü عَلَى ile kullanıldığı zaman bu sömürünün dengeyi bozması şeklindedir. Yani tüccar müşterileri düşünmez de sadece kendi kazancını düşünürse o zaman müşteriler aleyhine bağy etmiş olur. Çıkar paralelliği içinde hem müşterinin hem kendisinin çıkarını düşünürse bu da ibtiğa olur. İbtiğa memurun bihtir. Aleyha bağy nehiy edilmiştir.
- عَلَيْهِمْ‘deki zamir kimlere gidiyor?
Musa’nın kavmine gidiyor. Musa’nın kavmi deyince sadece İsrail oğulları anlaşılmaz, onun yaşadığı toplumu ifade eder. Yani Mısırlıları da bağy etmişti.
- Günümüzün Karun’u kimlere zulmediyor?
Günümüzün Karun’u Müslümanlara zulmediyor, Hıristiyanlara, Hindulara, Budistlere zulmediyor, Yahudilere de zulmediyor. Ele geçirdiği karşılıksız ama sonsuz güce sahip dolar ile bütün insanlığı kendi emrine yani Sermaye hanedanlarının emrine almak istiyor. Bundan dolayıdır ki Prof. Erbakan “Biz İsrail’deki Yahudilerin de Sermaye’nin zulmünden kurtulmaları için çaba gösteriyoruz” demişti.
- وَآتَيْنَاهُ‘daki وَ harfi nereye atfediyor?
كَانَ’ye atfediyor.
“Karun Musa’nın kavmindendi ve biz ona vermiştik.” diyor. Buradan anlaşılıyor ki Sermaye’nin zenginliği de takdiri ilahidir. Bugünkü sayılı ailelere ve derin güce verilmiş olan sermaye ve dolar gücü Allah’ın takdiri ile Allah tarafından verilmiştir.
Bu sebeple biz diyoruz ki, Sermaye’nin faizi meşru hale getirip gelir vergisi uygulayarak şimdiye kadar yaptığı çalışmalar yararlı olmuştur. Böylece insanlık tarım döneminden sanayi dönemine geçmiştir, yararlı olmuştur. Bugün ise tam istihdam sağlandığından Sermaye ömrünü tamamlamış ve faizli işçilik sistemi gelir vergisi sistemi sona ermiştir.
آتَيْنَاهُ‘daki نَا zamiri bunları anlatır.
- الْكُنُوزِ marifedir, مِنْ ile teb’iz edilmiştir, neyi ifade ediyor?
الْكُنُوزِ marife getirilmiştir. İnsanlığın kaderidir. Çalıştıklarını biriktirir, depolar ve gelecek neslin onu kullanmasına bırakır. Kendisi ise atalarının üretip biriktirdiği ve onlara bıraktığı ürünlerle yaşar. Dolayısıyla her topluluğun bir stoku vardır. O stoka ilave yapılır ve stoktan çekilerek yaşanır. Bu stoka “sermaye” diyoruz. Sermaye olarak önce üreticilerde depolanmış olan mallar girmiş olur. Satılmak üzere ambara konan her mal sermayedir. Sonra tüccarlar o malları alırlar, onları stoklarlar, sonra ileride kullanacaklara aktarırlar. Bunun yanında kamu da ortak ambarlar veya yapılar oluşmasında etkili olur, onlar da bu depolamaya katılırlar.
Tüccarlar arasında rekabet vardır, bir tüccar değil de birçok tüccar hareket halindedir. Karun işte bu tüccarlardan biridir. Onun için buradaki مِنْ harfi gelmiştir. Yani milli stoktan bir kısmını ona vermiştik, hepsini değil.
- الْكُنُوزِ kelimesinin bugünkü manası nedir?
Bugünkü manası milli stoktur, beşerî stoktur. Bu sene hiç çalışmasak da elimizde mevcut olan imkânlarla eğer uygun bölüşme yaparsak yaşamaya devam ederiz. Bugünkü كَنْز/ كُنُوزِişte budur.
- الْكُنُوزِ den sonra gelen مَا ne Ma’sıdır?
Bundan sonra gelen مَا üzerinde yorumcular çok tartışmışlardır. İsterseniz Alusi’de bunları okuyabilirsiniz. Bana göre مَا ismi mevsuldür. آتَيْنَاهُ’daki هُ zamirini tarif eder. Marife olduğu halde الَّذِي getirilmeyip مَا getirmiş olmasının sebebi الْكُنُوز kelimesinin marife olmasıdır. Milli serveti ifade eder.
Karun’a o milli servetten bir cüz verildiği için marife üzerine مِنْ gelmiştir. Eğer nekre olsaydı kenzlerden biri verilmiş olurdu. Marife olduğu için kenzlerden bir parça verilmiştir. Bu parçanın marife olması gerekmez. Marife olanın bir parçası olması yeterlidir. Dolayısıyla Karun’a verilen maruf değil münkerdir. Dolayısıyla مَا ile tavsif edilmiştir.
Musa’ya verilen kenz her zaman o seviyede değildir. O seviyeye geldiği zamanı ifade etmesi için ismi mevsul kullanılmıştır. مَا ile ifade edilen cümle mübtedadır. Haberi ise إِذْ ile ifade edilen cümledir. Bu seviyeye serveti ulaşınca halka söyleyeceğini söylemiştir.
Günümüze gelince; şimdiye kadar Sermaye büyüme çabasındaydı. En yüksek seviyeye 20. yüzyılda ulaşmıştır. Bizim de onlara söyleyeceğimiz gün bugündür.
- مَا dan sonra gelen إِنَّ neyi ifade ediyor?
Anahtarların kuvvetli bir grup tarafından taşınmasını bugün biraz zor anlamaktayız.
İşte bu zor anlayışımıza cevap olmak üzere إِنَّ kelimesi getirilmiştir.
- مَفَاتِحَهُ deki zamir nereye gidiyor?
مَفَاتِحَهُ’deki zamir الْكُنُوزِ’e gitmez, çünkü müzekkerdir. كُنُوزِ çoğuldur. O halde مَا’ya gider. الْكُنُوزِ’den Karun’a verilenenlere gider.
- تَنُوءُ kelimesini inceleyiniz.
نَوْء sabah ve akşam yıldızlarının adıdır. Aynı yıldızlar sabahları veya akşamları görünür, ayrı iki yıldız sanılır. Oysa dönüşü Güneş’in dönüşünden farklı olduğu için bazen akşam görünür bazen sabah görünür. Bunu Araplar keşfetmişlerdir. Kur’an’da bu yıldıza işaret edilir.
Hazinelerin anahtarlarını evlerine götürmüyorlardı, hazinenin bulunduğu bir kasada saklıydı. Birilerinin gelip o anahtarları alarak hazinede olanları çıkarmaması için o anahtarların konduğu yeri güçlü nöbetçiler nöbetleşe devralır ve devrederlerdi. Taşıyan değil nöbetleşen manasında kullanılmıştır.
- الْعُصْبَةِ kelimesini inceleyiniz.
عُصْبَة güçlü gruptur, birbirine bağlanan yakın topluluktur, koruma ekibidir. عَصَب sinirdir. Halata da عَصَبdenir.
İnsan düşüncelerinin farklılığı sinir sisteminin farklılığından ileri gelir. Kiminin hafızası kuvvetli, kiminin muhakemesi kuvvetli, kiminin de diğer melekeleri farklıdır. O farklılığa işaret ederek ruhsal ve sosyal farklılığın sinirden gelmiş olmasından dolayı عَصَبَة soy anlamına gelmiştir. Türkçede de ‘damarı bozuk’ tabiri vardır.
عُصْبَة sorumluluğu ortak olarak yüklenmiş bir grup anlamındadır. Nöbeti birbirine devrederken birbirine karşı sorumludurlar. Devralan sağlam alır ve sağlam devreder.
- تَنُوءُ fiilinin faili kimdir?
الْعُصْبَة‘dir. Onun için ة harfi ile gelmiştir. يَنُوءُ değil تَنُوءُ olmuştur.
- بِالْعُصْبَةِ deki بِ ne Ba’sıdır?
Araç Ba’sıdır, sebep Ba’sıdır. Yani onlar birbirlerine devrediyorlardı.
- الْعُصْبَةِ marifedir, kimler kastedilir?
Bunları korumakla görevli olan takımlar kastedilir. Nöbetleşenlerin iki olması gerekmeyebilir. İki takım yerine üç takım, dört takım oluşturulur, bu takımlar bir grup oluştururlar, aralarında sırayla nöbet tutarlar.
- أُولِي الْقُوَّةِ deki kuvvet marifedir, ne kastediliyor?
Bir kimseye bir görev verdiğimiz zaman o görevi yapabilmesi için ona gerekli imkânlar sağlanmalıdır. Burada bahsedilen kuvvet kişinin herhangi bir kuvveti değildir, onu korumak için gerekli olan kuvvettir. Silah ve orada durma haberleşme araçlarıdır.
Biz çocukken oynarken evlerimizin arasına ipler gerer, ipe bağlı olan kibrit kutusu gibi titreşen mikrofonlara konuşur ve uzaktan görünmeden sesleri ulaştırırdık.
O zaman da merkezde nöbetçilerin bu şekilde haberleşme araçları olmalıdır.
- Harfi atıf getirilmeden إِذْ قَالَ denir, buradaki إِذْ neyin zarfıdır?
إِذَا geleceğin zarfıdır, إِذْ geçmişteki olayın zarfıdır. İsmi mevsul nasıl sılayı içeriyorsa إِذْ zarfı da mazrufu içerir. Dolayısıyla bunların ikisi isim haline gelen bir cümledir. Biri mübtedadır, diğeri haberdir.
- Kavmi ona kavl ediyor, bugünkü Karun’a da kavl eden kavim var mı?
Bugün de Batı’da bütün bu kötülükler işlenirken aynı zamanda iki takım olurlar, sosyalistler kapitalistleri, kapitalistler sosyalistleri uyarırlar ve yanlış yaptıklarını söylerler. Söyledikleri doğrudur ama karşı tarafı doğru yola çağırırlarken kendi kötülüklerini görmezler. Kendilerine “Sizde de kötülükler var” dendiği zaman “Evet” diyorlar, sosyalizmde olduğu gibi kapitalizmde de veya kapitalizmde olduğu gibi sosyalizmde de kötülükler vardır, zulüm vardır ama biz daha az kötüyüz, onlar daha çok kötüdür ama “Daha iyisi yok” diyorlar. Şeriata sıra gelince “O masaldır” deyip onu tartışmıyorlar, onu halka duyurmuyorlar. Halk ise kendi imkânlarıyla şeriata sahip çıkıyor.
- تَفْرَحْkelimesini inceleyin.
فَلَاح çatlak toprak demektir, sonra toprağı ziraata hazır hale getirmek anlamı kazanmıştır. Ziraat yapmak demektir. Hasat zamanı geldiğinde çiftçinin duyduğu sevince فَرَاح denmiştir. Sanattaki güzelliğe de ferah denir. Felah maddi refahtır. Ferah da manevi refahtır.
İnsanlar ilk yaratılış tarihinden itibaren dayanışma içindedirler. Bir kimse sıkıntıya girince onun sıkıntısını gidermek için aralarında yardımlaşma amacıyla bir birikim yaparlar ve bu insan sıkıntıdan kurtulmuş olur. İşte bu kurtulma hali ferah halidir. Bu toplanan miktar da ferah aracıdır. Burada gerekli yardımı yapanlar ne kadar övgüye layık iseler o kadar da ferahlanan kimse sorumludur. Yardım aldığı için sevinmelidir ama çevresini sıkıntıya soktuğu içinde üzülmelidir. O halde dayanışma ortaklığı ile oluşan diyet yardımlaşması yardımlaşanlar tarafından yapılması istenen bir şey ama bu duruma düşme ise istenmeyen bir şeydir. Aslında ayet bunu ifade eder.
Sermaye’nin kenz yapmadan sermayesini değerlendirmesi hem kendisinin hem başkasının yararına iş yapması bu ferahlatıcı bir sebeptir ama bunu kenz eder sonra da infak etmezse yani kullanmazsa, hareket ettirmezse, o zaman da hem kendisine hem de başkasına üzüntü kaynağı olur. Ferahın bu iki manası vardır, rahatlamak ve yük olmak.
- Bu bir nehiy sığasıdır. Kavmi Karun’a emir mi verir?
Kavmi ona bunu yapma deyince kavmi ona emredecek durumda değildir. Çünkü o zengindir, o hâkimdir. Kavmi ona emir değil de temennilerini bildirir. Onun servetinde gözü yoktur, sadece onun servetinden hem kendisinin hem de çevrenin yararlanmasını istemektedirler.
- Ne sıfatla bu sözü söylemektedir?
İnsanların birbirlerine söz söyleme hak ve görevleri vardır. Kişi “Ben seni muhatap almıyorum.” diyemez; görüşür ve şeriat kuralları içinde kendi görüşlerini de anlatır. Herkes kendi görüşüne göre hareket eder.
Karun’un kavmi de bu beşeri hakkı kullanmaktadır.
Biz de bugün bu hakkımızdan başka bir şeyi kimseden istemiyoruz.
- Bugünkü Karunlara ne söylememiz gerekmektedir?
Musa’nın kavmi Karun’a ne söylemişse biz de onu söylüyoruz. “Siz elinizdeki zenginlikleri bırakınız, onu kullanmayınız, iş yapmayınız, siz de bizim gibi fakir olunuz.” demiyoruz. Zenginliğinizi şeriat içinde kullanın, bir tarafın zararını diğer tarafın yararı olarak kullanmayın. Çıkar paralelliği içinde size de diğer insanlara da insanlığa da yarayacak şekilde değerlendirin diyoruz.
- Harfi atıf getirilmeden “Allah ferihleri hubbetmez” diyor, neden?
Harfi atıf kemali ittisal veya kemali infisal yoksa kullanılır. Burada kemali ittisal vardır, ondan dolayı وَ harfi gelmemiştir.
- Allah’ın hubbu nasıl olur?
Muhabbet etmek demek, karşı tarafla ondan bir şey beklemeden bir karşılığa dayanmayan ruhsal bir ilişki içine girme demektir. İyilik etmek istersiniz. Bir anne çocuğunu sever hem de canından çok sever ama ondan bir şey beklemez.
İşte muhabbet budur.
Allah insanları yaratmış, onlara irade vermiş, onlar da kendi rızalarıyla Allah’a yönelmişler, Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razı; Allah onlarla muhabbet etmiş oluyor.
- الْفَرِحِينَ kurallı çoğuldur, kimler kastedilir?
Dayanışma ortaklıkları birer ferihîn ortaklığıdır. Sıkıntıya düştükleri zaman düşmeyenler düşenlerin yardımına koşarlar, onların sıkıntılarını giderir kendileri sıkıntıya girerler. Allah sıkıntıyı giderenleri sever ama sıkıntıya girenleri sevmez. Sevmez demek cezalandırır demek değildir, o fiilleri yapmalarını istemez demektir. Dayanışma ortaklığı içinde yardım alanların o duruma düşmelerine kendileri sebebiyet vermişlerse ondan hoşlanmaz demektir. Böylece dayanışmanın istismarı önlenmiş oluyor.
- Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
- QVL-KVN/كون-قول
كَوْن kainattaki oluştur,قَوْل ise kâinattaki oluşla bizim beynimizdeki oluşlar arasında kurulan köprüdür. Bu sayede beynimizdeki düşünceler topluluğun düşünceleri haline gelir ve bu sayede topluluk kâinata etki eder, onunla yararlanır.
- BĞY-ETY/ءتي-بغي
Bağy etmek demek işe koşmak, İşin zorluklarını yenmek demektir. Bağyin gayesi varmaktır, kavuşmaktır. Karşı tarafı yok etmek değildir. Onun için ءتي kökü karşılaştırılmıştır.
- NVE-FRX/فرح-نوء
نوء‘de nöbet tutma var ama emanet edilen anahtarlara dokunma yok. Genel hizmetlerden biri de beklemedir. İşyeri kapandığı zaman çevresine nöbetçi koyarlar ama nöbetçilerin içeriye girme yetkileri yoktur. Görevlidirler ama yetkileri de sınırlıdır. “Ferah” kelimesinde de aynı ikili durum vardır. Yardım yapılır ama o yardım karşılığı bir şey istenmez. Yardım edenler alacaklı olmaz. Bundan dolayı karşılaştırılmıştır.
- XBB-elLAH/ اَللَّه-حبب
Allah hiçbir şeyi bir şey karşılığı yapmaz. Onun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Allah’ın bütün işleri muhabbete dayanmaktadır. Allah’ın insanlardan istediği O’nun tanınmasıdır. Tanrılığının fiiliyata dönüşmesidir. Tanrı’dır, her şeye kadirdir ama bir şey yapmazsa bu kudretini göstermemiş olur. Bunun için kâinatı ve insanı var etmiştir.
- GÖB-QVY /قوي-عصب
عَصَب sinir, قُوَّة ise kuvvet demektir. Kuvvet kaslarda hâsıl olur. Bu kaslardaki kuvvetin oluşabilmesi için sinir sistemine ihtiyaç vardır. Sinir sistemiyle yönlendirilirse kuvvet bir iş yapar. Bunun için karşılaştırılmıştır.
- FRX-KNZ/كنز-فرح
Paranın 4 fonksiyonu vardır.
Birincisi ölçülendirmedir. Eşyanın değerini para ile ölçeriz.
İkincisi değiştirmedir. Parayı veririz malı alırız.
Üçüncüsü borç vermedir.
Dördüncüsü ise biriktirmedir. Artırdıklarınızı paraya çevirir, yastık altına (bankaya) koyar, sıkıntıya girdiğiniz zaman ondan yararlanır, ferahlarsınız. İşte paranın bu dördüncü özelliğine burada işaret edilir.
- QRN-ESV/ءسو-قرن
Usve olmak örnek olmak demektir. قرن ise tüccarı ifade eder.
Topluluk içerisinde halk tüccarlarla karşılaşır. İlim, din ve siyasetin halkın sıradan işleri ile ilgili konularda ilgileri olmaz. Ancak usve dediğimiz örnek din adamları insanları da halkı da doğrudan etkilerler. Kur’an’da geçen müellefei kulub usve müessesesidir. Tüccarlar maddi olarak müellefe iseler de mana olarak halk içindedirler.
- LaHUv- GaLaYHiM/لَهُ- عَلَيْهِمْ
Birisinin çıkarına olan diğerlerinin aleyhinedir. Yani bir insanın kendisine bir yarar sağlayabilmesi için diğerlerinden bir şeylerin eksilmesi gerekir. Topluluk böylece oluşur. Topluluğun ferdi olmak demek diğerlerinin yükünü kişilerin yüklenmesi demektir. Yük bölüşülür. Böylece sigortaya alınır. Dayanışma ortaklığı böyle tarif edilir.
- MAv-EiÜ / مَا- إِذْ
مَا ismi mevsuldür, إِذْ da ismi zarftır. Yani her ikisi de sıfat oldukları gibi mübteda ve haber de olabilirler. Bu ortak özelliklerinden dolayı burada karşılaştırılırlar.
- La-EinNa/ إِنَّ -لَ
لَ te’kit, إِنَّ ise tahkik harfidir. İkisi de kendisinden sonra gelen cümleyi veya kelimeyi pekiştirirler. Beraber de ayrı ayrı da kullanılabilirler.
- Fa-Va/وَ-فَ
İkisi de harfi atıftır. فَ harfinde tertip ve takip vardır.
- MiN-Bi/بِ-مِنْ
İkisi de ibtida-i gaye içindir. مِنْ sebepsiz başlamadır yani etkileşme yoktur, بِ‘de ise sebep vardır.
Öz Türkçe ile:
“Karun Musa’nın ulusundandı. Onlara kötü davranıyordu. Biz ona açkıçlarını güçlü bir takımın koruduğu gömülerden vermiştik. Ulusu ona ‘Böbürlenme, Allah böbürlenenleri sevmez.’ demişti.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Karun Musa’nın kavmindendi. Onların üzerine bağy etmişti. Kuvvetli u’sbenin miftahlarını nev ettiği künüzden ona ita etmiştik. Hani kavmi ona ‘Ferahlanma, Allah ferahlananlara muhabbet etmez’ diye kavl demişti.”
إِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسَى فَبَغَى عَلَيْهِمْ وَآتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَا إِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُوءُ بِالْعُصْبَةِ أُولِي الْقُوَّةِ إِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِحِينَ (76)
***
وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِنْ كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ (77)
(77) Va İNTaĞIy FIyMAv EAvTAvKa elLAHu elDARa eLEAVPiRat Va LAv TaNSa NaÖIyBaKa MiNa elDuNYAv Va EaXSiN KaMAv EaXSaNa elLLAHu EiLa YKa Va LAv TaBĞi eLFaSAVDa FIy eLEaRWı inNa elLLAHa LAv YuXıbBu elMuFSiDIyNa
“Ve Allah’ın sana ita ettiğinde ahiret darını ibtiğa et. Dünyadan nasibini nisyan etme. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi ihsan et. Arzda fesadı bağy etme. Allah müfsitleri hubbetmez.”
وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِنْ كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ |
آتَاكَ أَحْسَنَ | يُحِبُّ تَنْسَ تَبْغِ ابْتَغِ | أَحْسِنْ | اللَّهُ اللَّهَ اللَّهُ نَصِيبَكَ | الدَّارَ الْأَرْضِ الْآخِرَةَ الدُّنْيَا الْفَسَادَ الْمُفْسِدِينَ | فِيمَا كَمَا إِلَيْكَ | وَ وَ وَ وَ لَا لَا لَا إنَّ مِنَ فِي |
(1+1)+(2+2+1)+(3+1)+(2+2+2)+(2+1)+4+(3+1)+2= 17+3+10=30=16+8+4+2 =5*6 |
آتَاكَ- إِلَيْكَ يُحِبُّ- تَنْسَ اللَّهُ- نَصِيبَكَ الدَّارَ- الْأَرْضِ الْآخِرَةَ- الدُّنْيَا فِيمَا –كَمَا لَا- إنَّ مِنَ- فِي |
ETY-EiLaYKa XBB-NSY elLAH-NÖB DVR-ERW EPR-DNV FIyMAv-KaMAv LAv-EinNA MiN-FIy |
- وَابْتَغِ‘deki وَ nereye atfeder?
تَفْرَحْ لَا‘ya atfeder. Karun’un kavmi ikinci ayetle söyleyeceklerini söylemeye devam eder.
- Bu ayetteki sözleri kim söylüyor?
Karun’un kavmi söylüyor. Ayrı ayette zikredilmesinin sebebi birinci ayetteki söylenenlerin tek başına hükümleri vardır. Burada söylenenlerle de beraber hükmü vardır.
- “İbtiğa” kelimesini inceleyiniz.
بَغْي kelimesi yarış içinde ortak çıkar aramaktır. Koşuda yarışanların her biri belli mesafeyi en kısa zamanda alanlardır. Kim en çok koşarsa bayrağı o kapar.
Topluluk kendi arasında yarış yaparak ortak yarışa kimin katılacağını belirler. Kim en kısa zamanda yarışı bitirmişse büyük yarışa o katılır. Böylece en çok yarışan yalnız kendisi için değil topluluğu için de yarışmış olur, kendisini geçenleri de sevindirir.
O halde “ibtiğa” kelimesinin manası yarışma içinde ve herkes için faydalı işleri yapmadır.
- فِيمَا‘daki مَا neyi ifade ediyor?
مَا ismi mevsuldür, Karun’a verilenleri ifade ediyor.
- Cümlede ona dönen zamir hangisidir?
آتَاكَ‘deki mahzuf olan هُ zamiridir.
- آتَاكَ‘nin mefulü مَا mıdır?
Buradaki فِيمَا “ibtiğa”nın zarfıdır. “Allah’ın sana ibtiğa ettiklerinde ahiret olan darı ibtiğa et” denmektedir. Ahiret olan darı ibtiğanın mefulüdür.
- الدَّارَ niye mensubdur?
İbtiğanın mefulü olduğu için mensubdur.
- الدَّارَ marifedir, ne kastediliyor?
دَار kelimesi “devir” kelimesinden oluşmuştur. Belde ve karye gibi topluluğun malik olduğu yeri gösterir. Bu yerlerin iki kısmı vardır. Biri çalışma alanlarıdır, çevredir. Diğeri ise yaşama alanlarıdır. Çevresine duvarlar örülür ve oranın güvenliği özellikle sağlanır. Ona dâr/ دَار denir. “Ahirette belde var mı, karye var mı, medine var mı, mısr var mı?” sorusu sorulursa; burada geçen الدَّارَ kelimesinden anlıyoruz ki orada da böyle topluluğun yaşadığı özel alanlar mevcuttur.
- الْآخِرَةَ mensuptur, neyin mefulüdür?
الْآخِرَةَ kelimesi الدَّارَ kelimesinin sıfatıdır. Ahiret tek başına meful değildir, الدَّارَ‘nin sıfatıdır, “Son dâr” demektir. Son olmasının sebebi yıkılmasının söz konusu olmamasından dolayıdır. Nasıl insanlar ölmeyecekse, oranın kentleri de yıkılmayacaktır.
Bu dünyadaki uygarlaşma kentleri geliştirmekle olmaktadır.
Ahiretteki uygarlaşma nasıl olacaktır?
Kentleşme yoluyla olmayacaktır demektir. Nasıl insanlarda bugün genetik evrim yoksa, ahirette de imarda evrim olmayacaktır. Onun yerine insanların çalışıp gelişmeleri için alanları olacaktır. Bugün onu düşünemiyoruz. Ancak dünyadaki imkânların ahiret için olması gerektiğini bu ayet ifade etmektedir. Bu imkânları kendimizi eğitmemiz için kullanacağız.
- Allah’ın verdikleriyle ahireti nasıl ibtiğa edeceğiz?
Allah’ın verdiklerini O’nun emrettiği şekilde şeriata uygun olarak harcarsak Allah bunun karşılığını ahirette bize verecektir. Allah’ın bize emrettiği işler ise insanlığa hizmettir, onların çoğalmasını sağlamaktır, onların uzun ömürlü olmasını sağlamaktır. Yani Allah bize verdiği imkânları yine bizim için değerlendirmemizi istiyor.
- Ahiretten kasıt öldükten sonra mı yoksa bu dünyadan sonrası mı?
Ahiret kelimesi öldükten sonraki ahireti ifade etmiş olabilir ama eğer bu dünyadaki ahireti düşünecek olursak, biz çalışacağız, üreteceğiz ve ürünlerle yaşayacağız. Bu dünya hayatıdır. Ayrıca biriktireceğiz, yeryüzünü imar edeceğiz, çocuklarımızın yaşamaları ve çoğalmaları için hazır bulunduracağız.
Bu ayet bizim bu görevimizi anlatmakta, ekonominin temel varsayımını ifade etmektedir.
Musa’nın kavmi Karun’a bunları söylerken insanlığa da söylemiş oluyorlar.
- وَلَا تَنْسَ‘deki وَ nereye atfediyor?
وَابْتَغِ‘deki ibtiğanın atfedildiği yere atfediyor.
- Buradaki nisyandan kasıt nedir?
Buradaki nisyandan kasıt unutmadan çok ihmal etme demektir. Yani günlük ihtiyaçlarını normal olarak karşılayacaksın. İşlerini bozmayacağın gibi sağlığını da koruyacaksın. Ondan sonra asıl görevin olan yeryüzünü imar etmek ve insanların çoğalmasını sağlamak için çaba göstereceksin. Asıl gayen o çaba olmalı ama o gayeye ulaşabilmen için de gününü unutmamalısın.
- Senin nasibin diyor, ne demek?
Nasip demek pay demektir. Biz çalışıp da topluluğa ürünlerimizi verdikçe topluluktaki bütün mallar içinde bizim payımız doğar. Ben bir proje yapıp Akevler’e verdiğim zaman Akevler’de bir payım artar. Akevler de o projeyi uygulayıp üretim yaparak dünya piyasalarına verdikçe onun payı artar. Böylece ortaklık sisteminin parası bu mallardaki pay belgesidir. O halde “Topluluk için çalış ama payını da almayıp kendi ihtiyaçlarını gidermeme durumunda olma” diyor.
- Nasip, pay olduğuna göre ortaklık sistemini değerlendiriniz.
Demek ki para yalnız insanlıkta mevcut olan mallardaki payımızı gösterir. Karşılığı olmayan bir belgenin sahtekârlık olacağını herkes bilir. O halde bugün dünya devletleri karşılıksız para kullandıkları için hepsi sahtekârdır.
İşte, bizim onlara devamlı tavsiyemiz bu sahtekârlıktan kurtulmalarıdır. Sahtekârdırlar diye onların düşmanı değiliz. Onları seviyoruz ve bundan vazgeçmelerini istiyoruz.
- الدُّنْيَا marife gelmiş, kastedilen nedir?
Bugün harcadıklarımız bizim ürünümüz olmasa da mevcutlar içinde payımız vardır. Bugün kullanabileceğimiz bütün değerler dünya değerleridir ve bizim orada payımız vardır. Eğer bu stoklarda bir eksilme olursa bizim payımızdan eksilme olmuş olur. Ben kaybetmiş olurum. Artma olursa da benim payım da artmış olur. İşte o pay marife dünya/ الدُّنْيَاile ifade edilmiş olur.
- Marife olan الدُّنْيَا kelimesinin başına مِنْ gelmiş, nasıl tecezzi edecek?
Benim nasibim dünyadaki bugün kullanılabilen stoklardan bir cüz olacaktır ama hangi cüz? Benim seçeceğim cüz. Yani o cüz marife değildir, ben seçtiğimde marife haline gelir. Arz ve talep kanunları işte benim bu payımı tespit eder. Verdiklerimde ne kadar payım olduğunu, aldıklarımda ise ne kadar payımın eksildiğini gösterir. Bu da benim rızama bağlıdır ama muhatabımın da rızasına bağlıdır. Serbest piyasa demek bu demektir.
- وَأَحْسِنْ‘deki وَ nereye atfediyor?
وَابْتَغِ‘ye atfeder. İbtiğanın ihsanla olması gerektiğini emreder.
- “İhsan” ne demektir?
“İhsan” iyilik demektir, karşılıksız payı aktarmadır. Yani sana gelen paydan bir kısmını başkasına aktarıyorsun. Zekât bir ihsandır. Farz olan zekât gibi nafile olan sadakalar da vardır.
- كَمَا kelimesindeki كَ neyi ifade ediyor?
كَ gibi anlamındadır. “Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sen de ihsan et” diyor.
Aslında burada Tefa’ul babındaki yardımlaşmayı teşri eder. Ben çocukken topluluk bana ihsan etti ve bugün büyüdüm, şimdi çalışıyorum. Yeryüzü stokları içinde payım artıyor. Şimdi borcumu ödeyeceğim ama borç, miktarla tespit edilmiş borç değildir. İhsan borcudur. Ben ihtiyaçlarımı giderdim, ihtiyacım ne kadarsa o kadarını aldım. Şimdi de imkânlarım nispetinde karşılığını veriyorum. Kendi ihtiyacımı gideriyorum, artanı veriyorum. Ondan dolayı ihsandır. İmkânım olmazsa ben borçlu olmam.
- “Allah’ın sana ihsan ettiği gibi” diyor; لَكَ demiyor da إِلَيْكَ diyor, neden?
لَكَ dense temlik etmiş olur. O zaman belli bir pay almış olursun. إِلَيْكَ dediği zaman ise ihtiyaç kadar istihkak edersin. Sana ihtiyacın kadar verildi, sen de şimdi imkânın kadar ver.
İşte, إِلَيْكَ‘nin manası ihtiyaç kadar harcamaktır.
Buna kıyas ederek imkânımız nispetinde ihsan ederiz. Bu sebepledir ki nisap vardır. Nisabın altındaki gelirlerin zekâtı yoktur, çünkü verecek olan kişi kendisi ihtiyaç içindedir.
- Bu beyanda ekonomide, çocukların borçlanmaları ve sonra ödemeleri kuralını açıklayınız.
Görülüyor ki biz Adil Düzen’e göre İnsanlık Anayasası’nı ortaya koyarken, Adil Düzen ilkelerini tespit ederken, kendi kafamızdan atarak yazmadık. 1400 sene içinde 4 çift delile dayanarak oluşmuş fıkıhtan yararlandık, bugün ulaşılan müspet ilmin verilerini kullanarak sözle ifade ettik. Uygulayabildiğimiz kadar da uyguladık.
Şimdi Kur’an’ı sizinle birlikte yorumluyoruz. Aklınız ermediği zaman muhalefet ediyorsunuz ama muvafakat ettiğiniz kısım %90’ın üstündedir. Demek ki biz fıkhı doğru anlamışız. Demek ki fıkıhçılar da Kur’an’ı ve sünneti doğru anlamış, demek ki Peygamber de Kur’an’ı doğru anlamıştır. Böylece İslam şeriatının hak olduğu 1400 senelik belgelerle sabit olmaktadır.
- Herkes başkasına kendisine yapılmasını kabul ettiği fiilleri yapabilir kuralı kıyas yoluyla buradan istidlal edilebilir mi?
Bu kural adalet kuralıdır. Herkese hak ettiği kadar hakkının verilmesi gerekir. Hak da tarafların uzlaşmasıyla sabit olur. Uzlaşamadıkları hususlarda hakemlere giderler.
Bu durum ceza hukukunda da böyledir, cezanın temel kuralı kısastır. Kısas demek sana yapılana karşı senin de karşı tarafa benzerini yapma hakkındır. Adalet tanımlanmıştır.
Kısası kabul etmeyen Batı uygarlığı söylesin bakayım onlara göre adalet nedir?
Söyleyemezler. Söylüyorlar! “Biz böyle istiyoruz, adalet budur.” diyorlar. Buna da “pozitif hukuk” diyorlar, pozitif kelimesinde bile sahtekârlık yapıyorlar.
- وَلَا تَبْغِ ‘deki وَ harfi nereye atfediyor?
Buradaki وَ, أَحْسِنْ fiiline atfediyor. “İhsan et, fesat çıkarmayı deneme” denmektedir.
- “İbtiğa” ile “bağy” kavramlarını karşılaştırın.
Burada “ibtiğa et” demiyor “bağy etme” diyor. Yani ‘Çıkar paralelliği içinde değil yalnız çıkar içinde hareket etmek’ demektir. Evlenmek ibtiğadır. Zina ise bağydir. Evlenme, ortak çocuk yetiştirme anlaşmasıdır. Zina ise nefisleri tatmindir. Karşı tarafı ve doğacak çocukları düşünmemedir.
- الْفَسَادَ kelimesi marifedir, ne kastedilir?
الْإِحْسَان kelimesi nasıl başkalarının yararını da düşünerek imkân nispetinde harcamak ve ihtiyaç nispetinde tüketmekse الْفَسَاد da ihtiyaç olmayan harcamaları yapmak, imkân olanları da kullanmamak demektir. İbtiğaya karşı bağy etmektir.
- Neden فِي الْأَرْضِ kelimesiyle takyid etmiştir?
Yeryüzü tüm insanlar için var edilmiştir, insanlar da yeryüzünde ihtiyaçlarını giderirler ve imkânlarıyla orasını imar ederler. Bu kurala uymayıp insanların yararıyla yeryüzünün imarını düşünmeyen ve yeryüzünden payını alan fesat etmiş olur. Fesat böylece tarif edilmiş olur.
Arz ve talep kanunlarını bozan davranışlar birer fesattır.
Yeryüzünün dengesi arz ve talep kanunlarıyla sabit olur.
- إِنَّ اللَّهَ atıfsız gelmiştir, neden?
“Fesadı bağy etme” dedikten sonra fesadın ve hükmünün ne olduğunu açıklar. Kemali ittisal vardır.
- إِنَّ neden gelmiştir?
Bugün arz ve talep kanunlarına müdahale ederek bozanlar veya arz ve talep kanunlarının işlemez hale gelmesi için etki edenler bunun yeryüzünü ifsat edeceğini zannetmiyorlar. Oysa bugünkü bütün fesat savaş, terör, uyuşturucu, krizler hep bu arz-talep kanunlarının bozulmasından ileri gelir.
- Bu ayette Allah/اللَّه kelimesi 3 defa tekrar edilir, neden?
İnsanlar olayların tek Tanrı tarafından yapıldığına bir türlü kani olmazlar, olayları başka güçlere atfederler. Kavmi Karun’a diyor ki; bu serveti sana ita eden kimse Allah’tır, bunu sana ahiret darını ibtiğa etmen için vermiştir, bu ibtiğada senin yaşaman için de sana ihsanlarda bulunmuştur. İta eden Allah ihsanda bulunmuştur. Sen de sana ihsan ettiği gibi Allah’a ihsan edeceksin. Kelimenin tekrarıyla tahsis ifade eder. “Bunu Ahmet yaptı, Ahmet yaptı” dersen “Ahmet’ten başkası yapmadı” anlamı çıkar. İkinci Allah’ın tekrarı ihsan edenin Allah olduğuna ve O’na ihsanda bulunulması gerektiğine işarettir. Üçüncü defa Allah’ın tekrarı ise cümlenin genelliğini ifade etmek içindir. Yani bu cümle yukarıdaki cümleler söylenmeden de söylenirse doğru olur. Allah yalnız yukarıdaki müfsitleri değil tüm müfsit olan grubu sevmediğini ifade etmiş olur.
- 76. ayette “Allah ferihleri sevmez” denmişti, burada ise “müfsitleri sevmez” deniyor; “müfsit” ile “ferih”i karşılaştırınız.
Müfsit/ مُفْسِدdüzeni bozandır.
Öyle iş yaparlar ki onun sonucunda örnek olarak üretim durur.
Koronavirüs yeryüzünü ifsat etmiştir. Ekonomide üretim durmuştur. Adil bölüşüm sisteminde bozulma devam etmiştir. Oysa فَرِح‘de Sermaye üretim düzenini devam ettirir. Ekonomik çark dengededir. Kriz yoktur. Sadece bölüşümde zulüm vardır. Kimisi sefahatte kimisi sefalettedir. İşte bu iki kelime ile bu iki durumu karşılaştırır.
Bugün bir taraftan ferah vardır, diğer taraftan da fesat vardır.
Ferah ve fesadı iyi kavrayıp onlara karşı alacağımız tedbirleri ona göre düzenlemeliyiz.
- Müfsitler/الْمُفْسِدِينَ kurallı erkek çoğul gelir, kimler kastedilir?
Burada gelişigüzel müfsitlerden değil bugünkü müfsitlerden bahseder. Bu müfsitler olarak arz ve talep kanunlarını bozan Sermaye ve iktidarlardır. İş birliği yaparlar. Sermaye tekeliyle arz ve talep kanunlarını çalışmaz hale getirir. İktidar da bunu müdahalelerle çalışır halde tutar. Saf kapitalizm ile saf sosyalizm çalışmadığı için karması oluşturulur.
Demek ki bugünkü müfsitler Sermaye ve iktidar ortaklığıdır.
Onların oluşturduğu tekel ve onların koyduğu fiyat ve ücretler ifsattır.
- Asrımızın ferihleri kimlerdir, müfsitleri kimlerdir?
Asrımızın ferihleri Sermaye’dir, müfsitleri ise iktidarlardır. Kapitalistler ferihtirler, sosyalistler müfsittirler. Karma ekonomi ile bu işleri sürdürenler de hem müfsit hem ferihtirler.
- 76. ayette “ferihleri sevmez” ile buradaki “müfsitleri sevmez”i aynı kimseler mi söylüyor?
Evet, bu cümleleri aynı kimseler söylüyor. Bununla beraber ayeti tek başına okuyarak وَبْتَغِ deki وَ harfini قُلْ emrine atfedebilir ve bu ayet Allah tarafından bize söylenmiş olabilir. O şekilde de ayeti manalandırabiliriz. İşte, ayrı ayette bunların anlatılmasının hikmeti budur. Kavmi Karun’a bunları söylediği gibi bunları Allah da bize söylemiş olur.
- Çağımızın ifsadı ile ferahını karşılaştırınız.
Sermaye terör olaylarıyla yeryüzünü ifsat etmektedir. Terör olaylarına karşı provokatif hareketleri yapan istihbarat örgütlerini de resmen teşkilatlandırmıştır. Şimdiye kadar bunları Sermaye finanse etmektedir. Teröre karşı istihbarat yapacak ve önleyecek diye kendisi terör olaylarına karışmaktadır. Böylece müfsitlerle ferihler uzlaşmış olarak birlikte fesada devam etmektedirler. Son yarım asırda istihbarat örgütleri yer altında anlaşarak iktidar ve Sermaye tekeline karşı gerçekten terörist olarak bağımsız hareket etmeye başlamışlardır.
A. Öcalan MİT tarafından görevlendirilmiş biriydi. Sermaye ile iş birliği yapmakla görevlendirilmişti. Güçlendi ve öyle bir güç haline geldi ki artık ne Sermaye’yi ne iktidarı dinler oldu. Bunun üzerine Türkiye’ye teslim ettiler ve şimdi hapistir.
Onu öldürmüyorlar çünkü onu öldürseler ondan sonra onun gibilerini bulamazlar.
- Aşağıdaki kavramları inceleyiniz
- ETY-EiLaYKa/إِلَيْكَ-ءتي
إِتْيَان gelmek veya vermek manalarını taşır. إِلَيْكَ ise sana doğru yönelmektir.
Kişi tüm çevrede olan değerlerden yararlanır; mallardan, yapılardan, emekten ve hizmetten. Böylece çalışıp yaşar. Elde ettiği ürünü de tüm dünya ile paylaşır.
Bu mekanizmanın çalışması için para dediğimiz, insanların icat ettiği araç vardır.
Sağlıklı düzen sağlam paralar ile hastalıklı düzen ise sakat paralarla oluşur.
- XBB-NSY/نسي-حبب
حبب sevmek, beynini daima onunla meşgul etmek demektir. نسي ise unutmaktır.
İlişkiler devam ettikçe sevgi de devam eder. Uzun zaman sonra eğer ilişki olmazsa sevgi de ortadan kalkar. Benim lisede, üniversitede iş hayatımda çok yakın arkadaşlarım vardı. Onlar beni severdi, ben de onları severdim ama şimdi birbirimizi unuttuk. Bunların birkaçının ismini saymak isterim. Kazım Bilge, Şükrü Tüzün, Mustafa Özder. Zannediyorum ki hayattalar ve biz birbirimizi kardeşlerimizden de çok severdik. Şimdi ise birbirimizi unuttuk. 5 vakit namaz, Cuma namazları, cenaze namazları, bayramlar, hac bu sevginin insanlar arasında devam etmesi ve unutulmaması için emredilmişlerdir.
- elLAH- NÖB /نصب-اَللَّه
نَصِيب pay, اَللَّه ise topluluk demektir.
İnsanlar topluluktan dünyaya geldikleri andan itibaren alacaklı olurlar, olgunluk çağına gelince bu aldıklarının karşılığı olarak onlar topluluğa verirler. İnsan insana borçlu olmaz, insandan alacaklı olmaz. Herkes ihtiyaçlarını gidermek için topluluktan borç alır, yaşar, çalışır, üretir, üründen topluluğa pay verir. Mübadelede miktarlar arasında değer eşitliği vardır. Hâlbuki toplulukta borç ve alacaklar imkân ve ihtiyaçlara göredir.
Paylaşım bugünkü sorunların başında gelir, Allah bize bu ayette bunu hatırlatır.
- DVR-ERW/ءرض-دور
Arz/أَرْض yeryüzü demektir, toprak demektir.
Dar/دَار ise o toprağın içerisinde seçilmiş ve sınırları belirlenmiş yaşama yeridir.
İnsanlar arzda çalışırlar, dârda yaşarlar. 20. yüzyıla kadar dârda yaşayanlarla arzda çalışanlar ayrı ayrı insanlardı. Belediye ve köyler bu ayrılığa dayanarak oluşmuştu. Bugün hala bu ayrılık devam eder. Bugünkü teknoloji artık köy ve kent ayırımını sona erdirmiştir. Köylerde de 100 lojmanlı apartmanlar yapılır, orada da dâr ve arz ayrımı olur, kentlerde de 100 lojmanlı apartmanlar yapılır, köylerle kentler arasındaki çalışma ve yaşama farkları ortadan kalkar. Köyde oturanlar araçlarla ilçeleri içindeki herhangi işyerlerine gidip gelebilirler.
- EPR-DNV/دنو-ءخر
آخِر sonra, دُنْيَا ise yakın demektir.
Hayatımızı günlük ihtiyaçlarımızı gidererek sürdürüyoruz. İnsanlar da diğer canlılardan farklı olarak günlük ihtiyaçlarını gidermekle kalmayıp gelecekteki ihtiyaçlarının da hazırlığını yaparlar. Bizden sonra geleceklerin çalışıp yaşamaları için gerekli yapıları oluştururuz. Öldükten sonra bizim görevlerimizi bizden sonra gelenler yüklenmiş olurlar. Dolayısıyla bütün insanlar çalışıp biriktirmek isterler ve vârislerine bırakmak emelleridir. Dünya ile ahiret kelimelerinin başka bir manası ise öldükten sonraki hayata “ahiret”, ölmeden önceki hayata ise “dünya” denmesidir.
- FIyMAv-KaMa / كَمَا-فِيمَا
فِيمَا cüzleri gösterir. Yunanistan’dan beri bilinen tümdengelim ve tümevarım mantığının içeriğini gösterir. Cüz ve kül, cins ve nev’ kavramlarıyla düşünce oluşturulur.
كَمَا ise benzerliği ifade eder. Kül ile cüz değil de yan ilişkiler üzerinde durur. Kur’an’dan önce bu mantık yoktu. Kur’an’la كَمَا mantığı kuruldu, kıyas ilmi doğdu. Batı kıyas ilmini tekniğe uyguladı. Bugünkü büyük sanayi hamlesi Kur’an’ın bu öğretilerine dayanır. Burada bunların eşleştirilmesiyle iki mantığın da var olduğu ve hak olduğu ifade edilir.
- LAv–EinNA/إِنَّا-لَا
لَا nefy edatıdır, إِنَّا ise bizi ifade eder. Kur’an’da Allah karşılığı beyan edilir. Allah kendisine “Biz” der. Bir şeyin negatifi de varlıktır. Dolayısıyla onunda yaratıcısı Allah’tır. Bu, matematikte çok kolay kavranan bir mefhumdur.
Bir raf düşünün, rafın her birine diyelim ki bir bilgisayar konuyor. 100 bilgisayarlık raf varsa 100 bilgisayardan fazlası konamaz ama her zaman raflar dolu olmaz. İşte, dolu olanlar ل harfiyle gösterirsek, boş olanları da لَا harfiyle gösteririz. Dolu olsun boş olsun raflar vardır, o rafların halikı ve Rabbi Allah’tır. Buna burada işaret ediliyor.
- MiN-FIy/فِي-مِنْ
فِي zarftır, مِنْ de onun içinde olan bir bölümü göstermek için kullanılır.
O halde مِنْ فِي‘nin içinde فِي‘dir. فِي‘nin gösterdiği marife olduğu gibi مِنْ‘in gösterdiği nekre olabilir. بِ için ise marifelik asıldır.
Öz Türkçe ile:
“Ve yurtta Allah’ın sana verdiklerinde öteyi ara. Yakınlardan da payını unutma. Allah’ın sana iyilik etmesi gibi sen de iyilik et. Yerde bozgunculuğu isteme. Allah bozguncuları sevmez.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve Allah’ın sana ita ettiğinde ahiret darını ibtiğa et. Dünyadan nasibini nisyan etme. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi ihsan et. Arzda fesadı bağy etme. Allah müfsitleri hubbetmez.”
وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِنْ كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ (77)
***
قَالَ إِنَّمَا أُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ عِنْدِي أَوَلَمْ يَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ قَدْ أَهْلَكَ مِنْ قَبْلِهِ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَأَكْثَرُ جَمْعًا وَلَا يُسْأَلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ (78)
QAvLa EinNAMAv EUvTIyTu HUv GaLAy GiLMin GıNDIy EaVaLaM YaGLaMu EanNa elLAHa QAD EaHLaKa MiN QaBLiHIy MiNa eLQRUvNı MaN HuVa EaŞadDu MiNHuM QuvVatan Va EaKÇaRu CaMGan VaLAv YUSEaLU GAN ÜuNUvBiHiMu eLMuCRiMUvNa
“‘İndimdeki bir ilim üzerine ona ita edildim’ diye kavl etti. Allah’ın kendisinin kablinden kuvvetçe ondan eşed, cem’an da ekser olan kurundan olanlarından helak etmiş olduğunu ilmetmedi mi? Onların zenblerinden mücrimler sual olunmayacaklar.”
قَالَ إِنَّمَا أُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ عِنْدِي أَوَلَمْ يَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ قَدْ أَهْلَكَ مِنْ قَبْلِهِ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَأَكْثَرُ جَمْعًا وَلَا يُسْأَلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ |
أَهْلَكَ قَالَ أُوتِيتُهُ | يَعْلَمْ يُسْأَلُ | قُوَّةً أَكْثَرُ جَمْعًا عِلْمٍ | عِنْدِي قَبْلِهِ أَشَدُّ ذُنُوبِهِمُ | الْقُرُونِ الْمُجْرِمُونَ اللَّهَ | هُوَ مِنْهُ إِنَّمَا مَنْ أَ | لَمْ لَا قَدْ َ أَنَّ عَلَىَ عَنْ مِنَ وَ وَ وَ |
1+2+2+2+2+2+2+1+2+1+2+2+1+ (3+3+2+2) +1= 16+4 +12+1=32+1=33=3*11 |
أَهْلَكَ- قَالَ أُوتِيتُهُ- اللَّهَ يَعْلَمْ- يُسْأَلُ قُوَّةً- أَكْثَرُ جَمْعًا- عِلْمٍ عِنْدِي- قَبْلِهِ أَشَدُّ- ذُنُوبِهِمُ الْقُرُونِ- الْمُجْرِمُونَ هُوَ- مِنْهُ إِنَّمَا- مَنْ لَمْ- لَا قَدْ- أَنَّ عَلَى- عَنْ مِنَ- وَ |
HLK-QVL ETY- elLAvH GLM-SEL QVY-KÇR CMG-GLM GND-QBL ŞDD-ÜNB QRN-CRM HuVa-MiNHu MaN-EinNaMAv LaM-LAv QaD-EanNa GLAy-GaN MiN-Va |
- قَالَatıf harfsiz gelir, kim kime söyler?
Karun kavmiyle konuşur. Bundan evvelki قَالَ‘yi kavmi söyler. Şimdi de o onlara cevap verir. Karşılıklı konuşmalar قَالَ ile ifade edilir ve arada atıf harfi konmaz.
- Buradaki إِنَّمَا‘yı anlatınız.
إِنَّمَا sadece demektir, yalnız demektir.
Karun kendisinin bu serveti bilgisi sayesinde edindiğini, dolayısıyla onu başka birisinin vermediğini iddia eder.
Bugünkü tekel düzende devlet ve sermaye tekeli aynı görüştedirler. Elde ettikleri imkânların kendi bilgileri sayesinde olduğunu iddia ediyorlar. O kadar ki, Amerika’yı biz keşfettik, Amerika bizimdir diyorlar. Keşfetmekle yaratmayı aynı kabul ediyorlar. Hâlbuki bilmek yaratılanı bilmektir. Bilmek yaratma değildir.
Evet, burada insanların nasıl gerçekleri kapatmaya çalıştıkları ve kâfir oldukları anlatılır.
- أُوتِيتُهُ‘daki zamir nereye gidiyor, müfrettir ona göre değerlendiriniz.
هُ zamirinin الْكُنُوزِ‘e gitmesi gerekir. Çünkü kıssaya başlarken biz ona hazineler verdik denmişti. هُ değil de هَا olması gerekir. Burada ise هُ gelmiştir. O halde bu zamir الْكُنُوزِ‘e gitmez veya الْكُنُوزِ çoğul değildir.
كَنْز gömü demektir, depo demektir. ك oluşu, ن genelliği, ز zamanda titreşimi ifade eder. Buradaki هُ zamiri إِنَّمَا daki مَا ya gider. ‘Bana ne verilmişse’ anlamındadır. Sadece مَا değil diğer şeyler de dâhildir.
- Buradaki عَلَى ne anlamdadır?
عَلَى harfi isti’la yani üzerine oturma demektir. Ona dayanma anlamındadır. “Arşı suyun üzerindeydi/ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاءِ” derken arş yapısının hidrojen atomlarından oluşmuş olduğunu ifade eder. Hidrojen atomu aynı zamanda zaman ve mekânın da yapısını gösterir. Buradaki “ilim/عِلْمٍ” kelimesi oradaki (Hud 11/7) “arş/عَرْشُ” kelimesi gibidir.
- İlim/عِلْمٍ kelimesi nekredir, ne demek ister?
Kendisinden başkasına da ilim verilmiştir, bundan dolayı nekre olabilir veya bilinenler çoktur, onun bildiği o çok ilimlerden bir bölümdür.
- عِنْدِي kelimesini buna göre açıklayın.
عِنْدِي kelimesi ile “Bende” diyor yani “Beynimde” diyor. لَدَا kelimesi ‘yanında’, عِنْدَ kelimesi ise içinde anlamındadır. “Bendeki bir ilim” diyerek kendisinde başka ilimler de olduğunu beyan etmiş olur.
- Karun bununla ne demek istiyor?
Karun bununla bunun bir başkası tarafından değil kendisinin kendisinde olanla oluştuğunu söylüyor, kimsenin orada payı olmadığını ifade ediyor. Eğer kâinat kendi kendine olmuşsa, bu da kendi kendine olan ilimle bundan pay almışsa, o zaman başkasının onda payı olmaz ama kâinatı birisi yaratmışsa, Karun’un ilmini de ona başkası vermişse, o verenin o kazandıklarında payı olması gerekir. Hiçbir akıl kâinatın kendi kendine var olduğunu kabul edemez ve hiçbir akıl Karun’daki bilginin kendi kendisine var olduğunu söyleyemez.
İşte, bugünkü iktidar ve Sermaye’nin söyledikleri bu kadar saçma, akıl dışı ve küfürdür.
- أَوَلَمْ‘den sonra gelen ifadeler kimindir, kime söylenir?
Allah bunu bize söyler. “O bana ilmimden verildi” demesini Allah bize yorumlar. Karun böyle söyledi. Şimdiki Karunlar da böyle söylüyor. “Bilmedi mi?” diyor. Yani Karun ve bugünkü tekel Sermaye bu kadar basit şeyi bilmiyor mu?
- يَعْلَمْ‘deki ait zamiri olan هُ zamiri nereye gidiyor?
Karun’a ve bugünkü tekel Sermaye’ye gidiyor.
- Bugüne gelindiğinde bilenler kimlerdir?
Bugünkü Sermaye, iktidar ve karmacılar, üniversiteler bilirler. Allah bunu beyan eder.
- Neden müfret gelir?
Bugünkü tekelin derin güç dediğimiz tek merkez olduğuna işaret eder. Bütün fesadın merkezi tekeldir. Görünürdeki tekeller onun tarafından oluşturulmuştur. Bunu bize anlatmak için يَعْلَمُوا demiyor da يَعْلَمْ diyor.
- Allah’tan sonra gelen قَدْ kelimesi neyi ifade eder? Neden zikredilir?
قَدْ kelimesi kullanılmadan da söylenebilirdi ama araya قَدْ kelimesini getirdi. Böylece helak olayının eskiden gerçekleştiği halde bugün de devam etmekte olduğunu ifade eder.
- “İhlak etmek” ne demektir?
“İhlak etmek” demek devre dışı bırakmak demektir.
Topluluk dağılmakta ama kişilerin hepsi ölmemektedir. Kişi servetini kaybetmekte, iflas etmekte ama kendisi ölmemektedir. Bu da helaktir.
هَلَاك, ot bitmeyen tuzlu çorak yerdir. Helak olmak, kaybolmak, yok olmak ve ölmek anlamlarına gelir.
- قَبْلِهِ kelimesinden sonra neden مِنْ gelmiştir. قَبْلِهِ deki هُ zamiri nereye racidir?
هُ zamiri Karun’a gider. قَبْلَهُ denseydi geçmiş zamanın hepsinde anlamı çıkardı. Ondan evvel bazı zamanlarda anlamı çıkar.
Bugünkü tekel Sermaye’nin de bunu görmesi ve bilmesi gerekir. Asıl bunu bilecek olan bugünkü tekel Sermaye’dir. Tarihte bunun gibi tekeller hep gelmiş ama sonra helak olmuşlardır. Bu tekelin de helak olacağını bilmektedirler.
Alexy Karel “Medeniyetimizin tek farkı helak olacağımızı bilmemizdir.” diyor.
- الْقُرُونِ kelimesi marife gelir, kurallı çoğuldur, kimler kastedilir?
Tarihin belirlediği uygarlıklar vardır. Her uygarlığın nominal ömrü 1000 senedir. Mezopotamya-Mısır, İbrani-Grek, Hıristiyanlık-Roma, İslamiyet ve bugünkü Avrupa bu uygarlıkların her biridir.
قَرْن kelimesi dönemi ifade ediyor. Bunlar da uygarlıkların dönemleridir. Her uygarlık yaklaşık 1000 yıl ömre sahiptir. Her bin yılın on tane yüz yılı vardır. Her yüz yılın da bir karnı vardır. Bu karnların sayısı bin yılda 30 tanedir. Beş bin yıl geçtiğine göre karnların sayısı 150 kadardır. Marife olarak gelmiş olması bunun tarihte bilinmesinden dolayıdır. Bu karnların bazıları helak şeklinde son bulmuştur. Bazıları da tabii ölümle son bulmuştur. Onun için مِنْ harfi ceri getirilmiştir.
- Neden مِنْ ile tebiz edilmiştir?
Çünkü bütün karnlar helak olmamakta, bazı karnlar helakla son bulmaktadır.
Bugün helakin en büyüğü ile karşı karşıyayız. Birinci büyük helak Nuh Peygamber zamanında olmuştur. Yazının bulunmasıyla ortaya çıkan yeni uygarlığa uymayan insanlık helak edilmiştir. Bugün de bilgisayar tekniği gelmiştir. Buna uyum sağlayamayan insanlar, Nuh Tufan’ından daha büyük ve daha korkunç bir suni tufanla yani insanların kendi elleriyle oluşturacakları helakle benzer akıbete uğrama durumundadırlar.
- مِنْ harfi atıfsız başlamıştır, الَّذِي değil de مَنْ olarak gelmiştir, neden?
Burada daha önce helak edilenlerden bahsedilir. Marifeden مِنْ ile teb’iz edilir. Karnlar marifedir ama teb’iz edilen مَنْ’ler nekredir. Bilinen kimseler değil de değişik kimseler, değişik sebeplerden dolayı ve değişik biçimlerde helak olmuşlardır. الْقُرُونِ kelimesinin marife olması teb’iz edilenlerin marife olmasını gerektirmez.
- Buradaki هُوَ kime işaret ediyor?
هُوَ fasl zamiridir. Mübteda ile haberi birbirinden ayırır. Yine mübtedaya işaret eder.
- مِنْهُ‘daki zamir nereye gider?
Karun’a gider. Bugünkü tekel Sermaye’ye gider. Bugünkü tekel Sermaye’den daha eşed olanlar teknoloji bakımından eşed değildirler ama hükümdarlık bakımından daha sağlam olmuşlardır. Osmanlılar 600 sene saltanat sürdürmüşler, sosyalistlerin saltanatı 70 seneden biraz fazla olmuştur. Bugünkü iktidarlar eski iktidarlar kadar sağlam yerde oturmuyorlar. Bugünkü zenginlerin servetleri de eski zenginlerin servetleri kadar sağlam değildir.
- Kuvvet/ قُوَّةًnedir?
قُوَّةً burada nekre gelir. Güç demektir. Her dönemin veya topluluğun kuvveti farklıdır. Silah bir kuvvet olduğu gibi ilim de bir kuvvettir. İnsanların inançları da bir kuvvettir.
- أَقْوَى ile أَشَدُّ قُوَّةً ifadelerini karşılaştırınız.
أَقْوَى daha kuvvetli demektir. Bir topluluk içinde en kuvvetli veya daha kuvvetli anlamına gelir. أَشَدُّ demek kendisinin farklı durumunu gösterir. 30 yaşındaki bir insan 15 yaşındaki insandan kuvvetçe daha eşeddir ama aynı insandır. Burada da karnlardan bahsedilir ve karnın kendisinden sonra gelen karna göre daha kuvvetli olup olmaması söz konusudur. Kuruluş zamanlarında sonrakiler eşeddir, çökme zamanlarında ise öncekiler eşeddir.
- أَشَدُّ karşılığı أَكْثَرُ kelimesini kullanır. Fizikte veya toplulukta قَوِيّ ile كَثِير olmayı karşılaştırınız.
Topluluğun büyüklüğü nüfusun çokluğu ile belirtilir. Bir de topluluğun gücü vardır. Bu güç sayıyla ilgiliyse de orantılı değildir. Bazen onda biri bile kendisinden 10 kat daha çok nüfusa sahip olandan eşeddir.
İnsanların bedeni güçleri vardır. İşte burada eşedlik söz konusudur. Sayı bir şeyi ifade etmez. İki tümen belli bir alanda birbirleriyle karşılaşır. Bu alanın çok büyük olması işe yaramaz. Çok küçük olması da işe yaramaz. Dolayısıyla orduların karşılaşabilecekleri bir cephe uzunluğu vardır. Devletlerin nüfusları ne olursa olsun, askerleri ne kadar çok olursa olsun, bir alanda birer tümen birbirleriyle karşılaşır. Kuvvetli olan tümen zayıf olanı yener. Böylece iki devletten birinin çok olması fazla bir şey ifade etmez.
Ancak ikmal böyle değildir. Savaşa giren iki ordunun hangisi daha çok cephaneye ve ikmale sahipse sonunda o galip gelir. İşte burada bu iki durum karşılaştırılır.
- جَمْعًا kelimesi haldir, neyin hali veya sıfatıdır?
جَمْعًا kelimesi isim yerine geçmiş bir haldir. أَمْوَالٌ (mallar) kelimesinin sıfatıdır. أَمْوَالٌ kelimesi kalkmış onun yerine جَمْعًا kelimesi gelmiştir. Dilde bu çok kullanılır. “Alim geldi” deriz. Aslında âlim sıfattır. Ama isim yerine geçmiştir.
- Neden hazf edilmiştir?
İcaz sebebiyle yani gereksiz kelime kullanmamak için hazf edilmiş olabileceği gibi; hazf edilen belirsizse, değişik şeylerse, o özelliği taşıyan şeylerin ortak ismi yoksa, o zaman onların taşıdığı ortak özelliklerini ifade eden bir kelime kullanılır. O kelime aynı zamanda onların ortak ismi olur.
- وَلَا‘daki وَ nereye atfetmektedir?
“Helak etti” kelimesine atfetmektedir. “Helak etti ve sorulmaz.” diyor.
- Sual eden kimdir, sual edilen kimlerdir?
لَا يُسْأَلُ demek sorulmaz demektir, sorumlu değildir demektir. Burada helakten önce işlenmiş suçlarla helakten sonra bu suçları işleyenlerin sorgulanması söz konusudur. Genel bir kural ortaya koyar. Düzenin bozuk olduğu zamanlarda işlenmiş olan suçlar düzenin bozuk olmasından dolayıdır. Kişiler isteyerek mi suçları işlerler yoksa suçu işlemek zorunda mı kalırlar. Bunu bizim bilmemiz mümkün değildir. Onun içindir ki helakten sonra oluşan hukuk düzeni helakten önceki olayları yargılamaz. Genel af ilan edilerek yeni düzende suç işlememeleri istenir. Buradaki bu son cümle bunu çok açık bir şekilde ifade eder. 15 Temmuz’dan sonraki yargılamada gözetilmeyen husus budur. 15 Temmuz’a fiilen katılanlar ve cinayetleri işleyenler eylemlerinin karşılığını görürler. Ama 15 Temmuz öncesi hiçbir olaya karışmayıp 15 Temmuz’a da dahil olmamışlarsa durum tamamen farklı seyreder, seyretmesi gerekir.
- Sual hangi manadadır?
سَأَلَ عَنْهُ demek soruşturma anlamındadır. Yani bir şey isteme değil, bir şeyi sorma demektir. Karşı tarafı suçlama demektir. Bugünkü soruşturma karşılığıdır.
- ذُنُوبِهِمُ‘deki هُمْ zamiri nereye gider?
Toplulukları helak olup kendileri hayatta olanlara sorulmadığı gibi toplulukların helaki esasında kendileri de helak olmuş olan kimselere gider. Yani helakten önce olan halen yaşayan veya yaşamayan kimselerin suçlarından o suçları işleyenler sorgulanmaz.
- الْمُجْرِمُونَ kurallı erkek çoğuldur, kimlerdir bunlar?
İşte, helakten evvel bozuk düzenin içinde rol almış olan kimselerdir. Bunlar bu düzende suç işlemişlerdir, hatta örgüt halinde suç işlemişlerdir.
Demokrat Parti iktidar olunca ‘devri sabık yaratmayacağız’ demişti. Yani eski devri soruşturmayacağız demişti.
الْمُجْرِمُونَ örgütlü suç işleyen kimselerdir. Zulüm düzeninde bunlara karşı zulümle dengelenme istenir ama helakten sonra kurulacak Adil Düzen’de artık kolektif suç yoktur, cezanın şahsiliği ilkesi uygulanır.
- Cezada şahsilik vardır, birisinin suçu başkasına çektirilmez. Topluca işlenen suçlarda durum nedir?
Topluca işlenen suçlarda “Kasame sistemi” uygulanır. Suçu işleyenler bulunur. Mübaşirler varken müsebbiplere ceza verilmez. Mübaşirler çoksa suç müştereken işlenmiş olur, öldürdükleri kişi sayısında mağdurun istediği kimseler öldürülerek kısas yapılır. Diğer ortak suça iştirak edenler ise diyet öderler. Herkes ayrı ayrı tam diyet ödeyebilir.
- Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
- HLK-QVL/قول-هلك
Helakten sonra hayatta kalanlar, savaşı kazananlar yeni düzenin anayasasını yaparlar. Böylece helak barışla bitmiş olur yani savaş sona erer. Savaşa girme ve savaştan çıkma da şeriat hükümleri içerisinde cereyan eder. Biz şeriatın koyduğu kurallara göre cephemizi kurarız ve karşı taraftakilerle şeriat kuralları içerisinde savaşırız. Onlar bize saldırmadıkça biz onlara saldırmayız. Onlar sözlerinde durmasalar bile biz durmaya çalışırız. Biz kendi işlerimizi düzeltiriz. Onların işlerini düzeltmede onlara yardımcı oluruz ama onların işlerine karışmayız ve bozmayız. Karşımızdaki cephe hak cephe ise hakemler yoluna başvurur sorunlarımızı hakemlerle çözeriz. Karşı taraf hakemliği kabul etmiyorsa biz kendimiz oranın halkını suçlamadan, onlara cephe almadan onların bize olan zararını en iyi şekilde defetmeye çalışırız. İçtihatlarımızı kavillerle ifade ederiz ve kendi kendimize verdiğimiz sözlerde dururuz.
- ETY- elLAH/ اَللَّه-ءتي
إِتْيَان gelmek demektir. “Allah” ise topluluk anlamındadır. Bütün hayatımız boyunca topluluk içinde doğarız, topluluktan aldıklarımızla yaşarız, topluluktan aldıklarımızla iş yaparız, onlarla yaşlanır ve ölürüz. Tüm hayatımız Allah’a ve O’nun halifesi olan topluluğa borçlu olarak geçer. Yaptıklarımızla da mümkün olduğu kadar borçlarımızı ödemeye çalışırız.
- GLM-SEL/سءل-علم
“İlim” bilmek demektir. Ancak bilim kendi müşahedelerimizden ibaret değildir. Müşahede ettiklerimiz gördüklerimizdir. Biz ancak dille ifade edebildiğimiz şeyleri bilebiliriz. Dil de diğerleriyle müşterektir. Sorup öğrenmekle mükellefiz, söylemekle değil.
Ayrıca ilimde iki metot vardır.
Öğrenci pasiftir, öğretmen aktiftir. Öğretmen öğrenciye öğretir.
İkincisi ise öğrenci aktiftir, öğretmen pasiftir. Öğretmen öğretmekle değil, öğrenci öğrenmekle meşguldür. Öğrenci sorarsa öğretmen cevap verir.
İşte, Kur’an’ın benimsediği öğretim metodu budur. Herkes kendisinden daha çok bileni bulacak ve soracak, ondan öğrendiklerine göre amel edecektir. Sorulan, öğretmen durumundadır. O da her sorana ve her sorulana cevap vermek zorundadır. İşte, bu ayet bize diyor ki, öğretmen öğretmekle değil, öğrenci öğrenmekle yükümlüdür. Öğretmen, sorulursa cevap verir.
- QVY- KÇR/كثر-قوي
Kuvvetli olmak demek güçlü olmak demektir. Büyük olmak demek çok olmak demektir. Topluluk sayılarını çoğaltmaya ama aynı zamanda güçlü olmaya çalışır. Kâinatta bir kural vardır. Eğer iki şey birbirleriyle beraber etkileşerek oluşuyorsa onların belli oranları vardır, o orandan önce birinin artması diğerinin artmasına sebep olur. O orandan sonra birinin artması diğerinin azalmasına sebep olur. İşte denge bu yerde oluşur. Topluluklar bu denge üzerine oluşur. Aşiretin nüfusu 30 ile 100 arasındadır. Bu oranın dışında olanlar normal aşiret değildir. Semtler ise 300 ile bin arasında nüfusa sahiptirler. Bucaklar 3 binle 10 bin arasında olurlar. Bu oranlarda oldukları zaman ancak var sayılırlar. Daha az olduklarında yeter nüfusları olmadığı için topluluk olmazlar, bundan fazla nüfusa sahip olanlar da yeter kuvvete sahip olmayacakları için topluluk dengesiz olur.
- CMG-GLM/علم-جمع
“Cem’ etmek” demek biriktirmek, toplamak demektir. Bir insanda oluşan ilim kendisinden önce bilenlerin bilgilerini toplamakla elde edilir. İnsan kendi kendine bir şey bilemez. Ancak çevredeki insanlardan aldığı bilgilerle kendisi bilir hale gelir. Yazı ve bilgisayarlar artık hayatta olmayanların da bilgilerine ulaşma imkânını sağlar ve ilim artık insanlığın ortak malı olur.
- GND-QBL/قبل-عند
عَانِد inatkar demektir. İddia ettikleri yanlış da olsa bir defa savunmaya başlayınca ondan vazgeçmez ve yanlış olanları savunmaya devam eder.
قَبُول ise kabul anlamında olup gerçeği gördüğü zaman o gerçeği kabul etmekle kalmaz o gerçeği savunmaya başlar. Tüm tartışma inat ve kabule dayanır.
Müminler kabul etmek için tartışırlar.
Kâfirler kendi görüşlerini karşı tarafa kabul ettirmek için tartışırlar.
Bu kelimeler aynı zamanda sağlıklı müzakereyi de anlatır.
- ŞDD-ÜNB /ذنب-شدد
ذَنْب günah demektir, “şiddet” ise günahın yaptığı kötülüklerin artmasıdır.
Bir kimse bir yalanı birisine söylese, bu yalan yeminle teyit edilmişse, kişi de bu yalandan dolayı zulme uğramışsa, yalan söyleyen tazmin etmek durumundadır. O halde yeminli yalan sorumluluğu içerir. Bunu birisine söylemekle, bir gazetede yayınlamak veya bir televizyonda duyurmak etkisi bakımından büyük olduğu için cezaları da büyük olacaktır. Suç olmayan bir fiili kim işlerse işlesin suç olmaz. Suç olan da suçluktan çıkmaz. Ancak suçu işleyenin cezası kastı ve etkisi nispetinde artar veya eksilir. Yani ذُنُوب kelimesinde şiddet söz konusudur.
- QRN-CRM/جرم-قرن
قَرْن bir dönemdir, جُرْم ise suçtur.
İki türlü cürüm vardır. Biri her yerde ve her zaman suç olan cürümlerdir. Diğeri ise toplulukların kendi kendilerine yasakladıkları şeylerdir. Değiştirebilirler de.
Bunların arasındaki fark, cürümde topluluğu terk eden kimse sorumluluktan kurtulamaz. Hâlbuki fıkıhçılar ta’zir diyorlar. Ta’zir suçlarında kişi topluluğu, topluluğun bulunduğu yeri terk etmekle o fiilden dolayı bir daha cezalandırılmaz. Cürümde cezalandırılır.
- HuVa- MiNHu/ هُوَ- مِنْهُ
هُوَ o demektir, مِنْهُ ise ondan gelen her şey demektir. Biz kimsenin kendisine karışamayız. Herkes özgürdür. Kendi kendine istediğini yapar. Yaptığı bize etki ediyorsa, zarar veriyorsa, o zaman bizim onun işine karışma hakkımız doğar. Bu, kişinin içtihadından sorumlu olması ilkesine dayandığı gibi bucakların, illerin ve ülkelerin icmaları da böyledir. Bir il kararı başka bir ile zarar veriyorsa o ilin komşu ili dava etmesi yerindedir. Bu devlet için de böyledir. Bir il meclisinin aldığı karar Türkiye devletini rahatsız ediyorsa devletin yargıya gidip hakkını alması yasaldır ama bir ilin aldığı bir karar devleti rahatsız etmiyorsa merkezin buna karışma hakkı yoktur.
- MaN -EinNaMAv / إِنَّمَا- مَنْ
مَنْ sorumlu varlığı, insanı ifade eder. إِنَّمَا‘daki مَا ise sorumlu olan insanın hakkı olanları ifade eder. Onun hakkı yoktur. Bir kimse çevreye müdahale ettiği zaman başkalarının oradaki hakkına müdahale ediliyorsa başkaları bu müdahaleye mani olma haklarına sahiptir ama kimseye zarar vermiyorsa kişi çevresinden sınırsız olarak yararlanma hakkına sahiptir. Esas olan kurallar içinde kalmak şartıyla herkes kimseden izin almadan her şeyden yararlanma hakkına sahiptir.
- LaM-LAv /لاَ- لَـمْ
Her ikisi de fiili muzarinin başına gelirlerse menfiyi ifade ederler.
لَـمْ hali içine alan mazide menfiliği gösterir.
لَا ise gelecekte olanlar için menfilik gösterir. Bu, haber veya nehiy olabilir.
- QaD- EanNa /أَنَّ-قَدْ
أَنَّ‘den kasıt kâinatın Rabbi olan Allah’tır. قَدْ ise şimdi olanlardır. İnsanlar Allah’a inanırlar ancak O Allah eskiden var olan Allah’tır, şimdi karışmıyordur. Hâlbuki Allah her zaman her yerde hazır ve nazırdır, Hayy ve Kayyum’dur. Çağımız insanı Allah’ı kabul eder ama O’nun Hayy ve Kayyum olduğunu bir türlü kabullenemez.
- GLAy –GaN /عَنْ-عَلَى
ع etkiyi, ن geçmişi, ل geleceği ifade eder. Eğer başlangıçtan öncekilere sonra gelenler etki ediyorsa عَنْ harf-i ceri, buna karşılık daha sonra gelenler önceki kelimelere etki ediyorsa o zaman عَلَى kullanılır.
- MiN-Va /وَ-مِنْ
مِنْ başlangıcı ifade eder. Karşılıklı etkileşme yoktur.
وَ beraberliği ifade eder. Aralarında etkileşme yoktur.
Öz Türkçe ile:
“‘Bendeki bir ilimden o bana verilmiştir.’ dedi. Allah’ın kendisinden önce ondan daha güçlü, yığdıkları da daha çok olan topluluklardan yok ettiklerini bilmedi mi? Onların kötülüklerinden bugünkü suçlular sorulmayacaklar.”
Kur’an kelimeleri ile:
“‘İndimdeki bir ilim üzerine ona ita edildim’ diye kavl etti. Allah’ın kendisinin kablinden kuvvetçe ondan eşed, cem’an da ekser olan kurundan olanlarından helak etmiş olduğunu ilmetmedi mi? Onların zenblerinden mücrimler sual olunmayacaklar.”
قَالَ إِنَّمَا أُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ عِنْدِي أَوَلَمْ يَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ قَدْ أَهْلَكَ مِنْ قَبْلِهِ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَأَكْثَرُ جَمْعًا وَلَا يُسْأَلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ (78)
***
GENEL YORUM
Bu surede yalnız Musa Peygamber’den bahseder, neden?
Kur’an gelmeden önceki peygamberlerin iki görevi vardır.
Biri kendi topluluklarını şeriat içinde yaşatmadır. Bunların sayısı pek çoktur.
Gelen peygamberlerin ikinci görevi ise tüm insanlığa örnek toplulukları oluşturmaktır. Kur’an’da bunların adları sayılmıştır, 25 kadardır. Yani insanlık anayasasındaki 25 genel hizmete sayı olarak tekabül etmektedir.
Belki de bu peygamberlerden her birine bu genel hizmetlerden birisi verilmiştir. Şimdilik bunları tespit etmiş değiliz. Bu örnek peygamberler birkaç kişidir; bunlar Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed peygamberlerdir. Şeriatı tesis etme bakımından örnek olan iki peygamber vardır, biri Musa diğeri Muhammed’dir. Muhammed Peygamber şeriatın peygamberi olduğu gibi tarikatın da peygamberidir, hem İsa’yı hem Musa’yı temsil etmektedir.
Şeriatta Musa, tarikatta ise İsa Muhammed’den daha ilerdedirler ama bunların ikisinin vasıflarını da kendisinde topladığı için Muhammed Peygamber onlardan daha ileridedir. Birinci binyıldan ikinci binyıla geçerken İsa’dan çok Musa’nın görevinde geçişler olacaktır. Onun için bu surede yalnız Musa Peygamber’den bahsedilir.
Karun’dan Kur’an’da nerelerde bahsedilir?
Esas olarak Karun’un kıssası burada geçer. Çünkü bugünkü Sermaye’nin etkisi en büyük seviyededir. Tarihte bir daha bu kadar şedit bir Karun gelmeyecektir, demektir. Bunun dışındaki iki surede daha Karun’dan söz edilir, ancak oralarda sadece kıssası anlatılmaz. Kıssa bitmemiştir, devam edecektir.
1111. SEMİNER LÜGATI |
NO | Kelime | Kök | Açıklama |
-
| آتَيْنَا آتَا أُوتِيتُ | ءتي | أَتِيّ çardağa doğru suyu getiren kanaldır. Tek yönden gelmeyi ifade eder. أَتِيّ Su kanalı demektir. Suyun akıp gelmesi manasında أَتَى ‘ya mastar olmuştur. Bir yönden gelişi ifade eder. جَاء ise yönsüz gelişi ifade eder. Kur’an’da ءتي 549, ءزف 3 defa geçer ve 552 (23*3*23) eder. ء gücü, ت oluşu, ي ise kolaylığı ifade eder. |
-
| الْآخِرَةَ | ءخر | أُخُر ense demektir. أُخْرَى diğer demektir. آخَر de diğeri demektir. آخِر son, آخِرَة sonraki hayat demektir. Arka, oradan da son anlamında ahir kelimesi türemiştir. ء gücü, خ çökmeyi, ر kolaylığı ifade eder. |
-
| الْأَرْضِ | ءرض | سَمَاء hayvanın sırtı, أَرْض da hayvanın karnıdır. Sırtın üst kısmına سَمَاء, alt tarafına da أَرْض denir. أَرْض toprak parçası ve yer küre, سَمَاء da gök küre demektir. Her tabakanın üst üste olmasından dolayı her birinin adı da semadır. سِيمَى çehre demektir. سَمَاء hayvan sırtı demektir. Görünen taraf demektir. وَسْم hayvanın sırtına vurulan damga demektir. س mekânda dizi yani sıralamayı, م enginliği, و beraberliği ifade eder. ءرض Kur’an’da 461, جلس Kur’an’da 1 defa geçmektedir. Toplam 462 (2*3*7*11) eder. ء gücü, ر tekrarı, ض katlamayı ifade eder. |
-
| مُوسَى | ءسو | أُسَاوَة yaralılara sürülen merhemdir. Tedavi etme anlamını kazanır. Sonraları örnek alınacak insanlara أُسْوَة denir. Kur’an’da ءسف 5, ءسو 3 defa geçer. Toplam 8 (23) eder. ء gücü, س mekânda diziyi, ف kopmadan ayrılmayı, و bağlantıyı ifade eder. مُوسَى kelimesi أُسْوَة’den türetilmiş bir kelimedir. مُوسَى kelime olarak أُسْوَة (örnek) kılınan manasındadır yani örnek olarak yetiştirilmiştir. |
-
| بَغَى ابْتَغِ تَبْغِ | بغي | “Boğa” inekleri hamile yapan öküzdür. Büyük iştahla bir işe sarılmak veya saldırmak “beğy etmek”tir. Kazanmak için çalışmak “ibtiğa”dır. Yani kendi kendine saldırmak anlamındadır. “Bağu” ise başkasını soymak için saldırmaktır. ب geçişi, غ değişmeyi, ي kolaylığı ifade eder. |
-
| الْمُجْرِمُونَ | جرم | جُرَامَة hurma döküntüsü demektir. Hurma toplarken yaramayan hurma döküntüsüdür. Buğdaydan veya hurmadan kopup dökülen döküntü veya ağaç kesildikten ve dalları koparıldıktan sonra kalan kütük veya insanın bedeni demektir. ضَرْب insanın bedeninde iz bırakmayan ama eziyet veren etkidir. جُرْم ise insanı parçalayan veya öldüren müessir fiildir. ج topluluğu, ر tekrarı, م enginliği ifade eder. |
-
| جَمْعًا | جمع | جُمْعَة yumruk demektir. Sonraları toplama ve birleştirme anlamlarında kullanılmıştır. İnsanların ve develerin toplanmaları bu kelime ile ifade edildiği gibi mal stoku da bu kelime ile ifade edilmiştir. Mal ve para bir işte kullanıldığı zaman değerlidir. Onları hapsedip stoklamak kişiye bir fayda vermediği gibi topluluğun haklarını da gasp sayılır. Böylece bu sure bundan sonraki surelerin ortaya koyduğu ekonomik kuralların temelini atmış olmaktadır. Çalışıp kazanmak ve onu harcamak ne kadar ibadet ise stok yapıp elde tutmak da o kadar günahtır. جمع Kur’an’da 129, جمح 1 defa geçmektedir. Toplam 130 (2*5*13) eder. ج topluluğu, م enginliği, ع etkiyi ifade eder. |
-
| يُحِبُّ | حبب | حَبَّة tahıl tanesi demektir. Habbe fiil olarak buğdayın başak bağlaması; insanın içinde de başka şeye veya kimseye neşeli meylin doğmasına muhabbet denir. Kur’an’da حبب 95, حفي 3 defa geçer. Toplam 98 (2*72) eder. ح hareketi, ب geçişi ifade eder. |
-
| الدُّنْيَا | دنو | دَنَى kelimesi ecveften nakısa dönüşmüştür, “yakın” anlamına gelir. Mekânda ve zamanda kullanılmaktadır. Uzayda birbirinden uzaklaşan yıldız yığınları var. Bu yedinci semadır. Bunun karşısında yıldızlar ve diğer maddeler birbirini çektikleri ve etkiledikleri için “yakınlığı olan sema” anlamında Kur’an’da geçmektedir. Kur’an’da دنو 133, دلو 5 defa geçer. Toplam 138 (2*3*23) eder. د çeperi, çevreyi, sınırlamayı, ن belirsizliği, و beraberliği ifade eder. |
-
| الدَّارَ | دور | دَار etrafı çevrili yer demektir. Devr etmek mastar olarak devretmek şeklinde kullanılmıştır. Türkçedeki duvar kelimesi de buradan gelmiştir. Çevre daire demektir. Kur’an’daدور 5, طور 22 defa geçer. Toplam 66 (2*3*11) eder. دçeperi, çevreyi, و beraberliği, ر tekrarı anlamındadır. |
-
| ذُنُوبِ | ذنب | ذَنْب kuyruk demektir. İşlenmiş bir suçu gizlemek anlamında günah demektir. Kur’an’da ذنب 39, ذرو 3 defa geçer. Toplam 42 (2*3*7) eder. ذ işareti, ن belirsizliği, ب geçidi ifade eder. |
-
| يُسْأَلُ | سءل | سَحْل ova demektir. Kolayca yürünmesine benzetilerek kolaylık anlamında kullanılmıştır. سءل, ح‘nin hemzeye dönüşmesi ile oluşmuştur. Kolay kazandı yani topladı, dilendi veya kolay öğrendi anlamlarına gelmektedir. Kuran’da سءل 129, سحل 1 defa geçmektedir. Toplam 130 (2*5*13) eder. س mekânda diziyi, ء gücü, ل belirliliği ifade eder. |
-
| أَشَدُّ | شدد | شَدّ sicim bağıdır. شَدِيد bağlı demektir. Kur’an’da شدد102 defa geçmektedir. ش ani sıçramayı, د çeperi, çevreyi sınırlamayı ifade eder. |
-
| الْعُصْبَةِ | عصب | عُصْبَة güçlü gruptur, birbirine bağlanan yakın topluluktur, koruma ekibidir. عَصَب sinirdir. Halata da عَصَبdenmektedir. Yakın akrabalara, hassaten erkek akrabalar topluluğuna fıkıhta عَصَبَة denmektedir. عَاصِب kelimesi dayanışma zamanıdır, bir olma zamanıdır. Kabile topluluklarında kabile içi düşmanlıkları olur. Kur’an’da عصب 5, عصف 7 defa geçer. Toplam 12 (22*3) eder. ع etkiyi, ص dayanıklılığı ırsiyeti, ب sınırlı olmasını ifade eder. |
-
| يَعْلَمْ | علم | عَلَم dağın sivri noktası demektir. İnsanlar o tepeye bakarak bulundukları yerleri belirlerler. Sonraları yeryüzü beyler arasında bölüşülünce, her bey hâkim olduğu çevrenin tepesine o çevrenin kendisine ait olduğunu belirleyen işaret koymuştur. Buna “alem” denir. Bugünkü bayrak o dönemin geleneği olarak devam eder. عَرَفَة üstü düzlük dağ veya yayla demektir. İnsanlar ilk zamanlarda burada yıllık veya daha kısa zamana ait toplantılar yaparlardı ve birbirleri ile tanışırlardı. عَرَفَة (Arafat) kelimesi buradan gelir. Hala orada toplanılır. عِلْم varlıkları sınırlamak suretiyle tanımlamak ve aralarındaki ilişkileri riyazi bir şekilde belirlemektir. مَعْرِفَة ise varlıkları diğerlerinden ayıracak özellikleri ile belirlemektir. عetkiyi, ل belirliliği, م enginliği ifade eder. |
-
| عِنْدَ | عند | عَانِد yulara gelmeyen devedir. Fikirlere karşı yanlış üzerine direnen kişiye عَنُود denir. Bile bile aksini iddia eden kimse demektir. كَاجِر daha çok fikirde direnen, عِنَاد ise daha çok fiilde direnen kişidir. Bu anlamdan عِنْدَ insanın iç düşünce yapısı anlamına gelir. Kur’an’da عند 201, حرض 3 defa geçer. Toplam 204 (22*3*17) eder. ع üstünlüğü, etkiyi, ن belirsizliği, د çeperi ifade eder. |
-
| تَفْرَحْ الْفَرِحِينَ | فرح | فَلَاح çatlak toprak demektir, sonra toprağı ziraata hazır hale getirmek anlamı kazanmıştır. Ziraat yapmak demektir. Hasat zamanı geldiğinde çiftçinin duyduğu sevince فَرَاح denmiştir. Sanattaki güzelliğe de ferah denir. Felah maddi refahtır. Ferah da manevi refahtır. Kur’an’da 22 defa geçer. |
-
| قَبْلِ | قبل | قَبْل önce demektir. ق kuvveti, ب geçidi, ل belirlemeyi, sınırlamayı ifade eder. |
-
| قَارُونَ | قرن | قُرُونNesillerdir. قَرْن boynuz demektir. Boynuzdaki halkalar hayvanın yaşını gösterir. İnsanların nesillerine bir karn denir. قَوَارِير kristaller, قَارُونَ mücevherci demektir. قرن Kur’an’da 36 defa geçer. ق kuvveti, ر tekrarı, ن belirsizliği ifade eder. |
-
| قَالَ | قول | قَوْل Birlikte bir iş yapan kimselere, belli bir sesle kumanda eden kimsenin adından gelişmiş bir kelimedir. Bu sesten kinaye olunur. Kelamdan farkı bağlayıcı olmasıdır. Türkçedeki “söz” kelimesi de böyledir. O halde burada “söyledi” olarak tercüme edilir. ق dayanma kuvvetini, و beraberliği, ل belirliliği ifade eder. |
-
| الْقُوَّةِ قُوَّةً | قوي | قَائِمَة Hayvanların ön ayaklarına denir. قَوْم ise ağacın gövdesi demektir. Kıyam etmek (قِيَام), kalkmak veya ayakta durmak anlamındadır. قَائِم ayakta durandır. Mecazi olarak sağlam, bozulmamış veya bozulamaz anlamındadır. ق dayanıklılık manasında güçlü olmayı, و beraberliği, م ise hava, su, atmosfer gibi enginliği ifade eder. |
-
| أَكْثَرُ | كثر | كَسِير kırık demektir, كَثِير çok demektir. Tefau’l babı çok kimselerin birbirleriyle yarışmalarında kullanılır. Türkçedeki “-leşme” karşılığıdır. Ancak Türkçe’ de iki karşılaşma ile çoklu karşılaşma aynı kiple ifade edilir. Oysa Arapçada iki için mufaale babı, çok kimse için tefau’l babı getirilir. İnsanlar devamlı olarak birbirlerine karşı çok olma, serveti çok olma, bilgisi çok olma, taraftarı çok olma gibi çokluklar peşine koşmaktadırlar. كثر Kur’an’da 167 كدر ise 1 defa geçer. Toplam 168 (23*3*7) eder. ك oluşu, ث dağılmayı, ر tekrarı ifade eder. |
-
| الْكُنُوزِ | كنز | كَنْز sandığa konulan artık maldır. Yani mal birikimidir, bir nevi zenginliktir. “Kenz” var, “hazine” var. “Kenz” altın ve gümüşün depolandığı kasadır, bankadır. “Hazine” ise malın depolandığı ambardır, ülkedir. Kur’an’da كنز 9, كنس ise 1 defa geçer. Toplam 10 (2*5) eder. ك oluşumu, ن belirsizliği, ز zamanda sıralamayı ifade eder. |
-
| كَانَ | كون | كَوْن tepe demektir. بَيْن’in karşılığıdır. Bunlara mukabil düz olan yere ise هَوْن denir. كَانَ tepe manasından yararlanılarak “olmak” fiilini oluşturur. هَوْن yokluğu bildirir, uzaktaki veya görünmeyen anlamındadır. بَيْن insanın kendisini bildirir. كَوْن de ortada olan, görünen anlamındadır. Oluşu ifade eder. لَمْ يَكُنْ “olmadı” veya “yok” anlamınadır. كَانَ ise “oldu” veya “-dır” anlamına gelir. ك oluşu, و beraberliği, ن belirsizliği ifade eder. |
-
| تَنْسَ | نسي | سَنَى Çadırın kurulduğu yer demektir. Kur’an’da نسي 45, نسو 59 defa geçer. Toplam 104 (23*13) eder. ن belirsizliği, س mekanda diziyi, ي kolaylığı ifade eder. |
-
| نَصِيبَ | نصب | نُصُب Dikili taş demektir. Arazileri bölüşürken sınırlarda taş koyarlar, böylece herkesin nasibi bilinmiş olur. Daha çok iyi paylar için kullanılır. Çardak devri toplulukları toplantı yerlerine taş dikerler ve bu taşa da nasb derlerdi. Kur’an’da 32 defa geçer. |
-
| تَنُوءُ | نوء | نَوْء sabah ve akşam yıldızlarının adıdır. Aynı yıldızlar sabahları veya akşamları görünür. Kur’an’da نوء 1, نويde 1 defa geçer. Toplam 2 eder. ن genelliği, و beraberliği, ء gücü ifade eder. |
-
| أَهْلَكَ | هلك | هَلَاك, ot bitmeyen tuzlu çorak yerdir. Helak olmak, kaybolmak, yok olmak ve ölmek anlamlarına gelir. ه boşluğu, ل belirliliği, ك oluşu ifade eder. |
İstanbul, Yenibosna; 10 NİSAN 2021
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan Adil Düzen Çalışanları:
AYŞE AYDIN
Yazar REŞAT NURİ EROL
Ecz. TAYİBET ERZEN
Doç. Dr. SÜLEYMAN AKDEMİR
***