NEML SÛRESİ - 8. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنْظُرْ أَتَهْتَدِي أَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذِينَ لَا يَهْتَدُونَ (41) فَلَمَّا جَاءَتْ قِيلَ أَهَكَذَا عَرْشُكِ قَالَتْ كَأَنَّهُ هُوَ وَأُوتِينَا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِمِينَ (42) وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللَّهِ إِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِرِينَ (43) قِيلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَ فَلَمَّا رَأَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَا قَالَ إِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَارِيرَ قَالَتْ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي وَأَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمَانَ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (44)
***
قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنْظُرْ أَتَهْتَدِي أَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذِينَ لَا يَهْتَدُونَ (41)
“‘Ona arşını tenkir edin, nazar edelim ihtida mı edecek yoksa ihtida etmeyenlerden mi olacak?’ diye kavl etti.”
- Burada kavl eden kimdir? Kime kavl ediyor?
Kavl eden Süleyman’dır. Meleine kavl etmektedir. Arşa gelmiş ve görüşmeler sonucunda melikenin Süleyman’ın yanına gelmesi kararlaştırılmıştır.
Kur’an’da bu kararlaştırma anlatılmamaktadır. Bu husus Süleyman’ın meleine söylediği ifade ile anlaşılmaktadır. Arşın melikenin arşı olduğu söylenmeyecek. Aslında arş melikenin arşı değildir. Eğer melikenin arşı olsaydı melike kendi arşının yok olduğunu görecekti. Yola çıkmış, gelmek üzere iken arş yok olmuş olabilir ya da beşinci boyuttan arş getirilmiş olabilir. Buna Allah’ın kudreti yeterlidir ve bugünkü fizik ilmimizle de bunun mümkün olduğunu biliyoruz. Ancak biz bunu bu yönüyle değil de şöyle açıklıyoruz: Süleyman aynısını kendi üretim yerlerinde üretmiştir. Yani teknoloji bakımından Sebelilerin seviyesine ulaşılmıştır.
Bugün de bizim bu seviyeye ulaşmamız gerekmektedir.
Biz Kur’an’ı bu yönden ele alıyoruz. Eğer biz de herkesin yorumladığı gibi yorumlarsak ayet bugün bize örnek olmaz. Kelam bakımından gerçek manası ile yorumlayacağız, bunun müteşabih olduğunu kabul edeceğiz ve ona göre iman edeceğiz ama ondan yaralanabilmemiz içinde fıkıh yönünü ele almamız gerekir. O zaman arşın kendisi değil arşın benzerini, mislini ele alacağız.
Bugünkü ekonomide standart mallar sıradan malların yanında yer almakta, gün geçtikçe sıradan mallar azalmakta, belirlenmiş mallar piyasada yerini almaktadır. Küçük ve orta girişimciler standart malları üretemediklerinden piyasadan çekilmektedirler.
Akevler’in yaptığı çalışma kooperatifleşmek suretiyle küçük ve orta işletmelerin de standart malları üretebilmelerini sağlayacaktır. Süleyman Peygamber aslında bunu başarmıştır. Halk işletmeleri içinde küçük işletmelerde arşı yani koltuğu üretmiştir. Bizim Yalova’da yaptığımız da işte budur. Küçük işler yapıyoruz ama yaptığımız her işi ortaklık sistemi içinde yapmaya çalışıyoruz.
- لَهَا‘daki zamir nereye gidiyor?
Melikeye gidiyor. Melikeye arşın onun projesi olduğu söylenmeyecek, “Ayrı bir proje mi değil mi?” diye sorulacak.
Bir malı çok iyi bir şekilde üretmek kolaydır. Bir usta çok güzel koltuk yapabilir. Bu koltuk diğerlerinden daha güzel ve daha kullanışlı olabilir. Müslümanların tarih boyunca yaptıkları bu idi. Buna ‘usta sanayii’ diyoruz ama bir koltuğun tıpatıp benzerini bir usta yapamaz. Bunun için önce projesinin yapılması gerekir. Sonra elle değil de makine ile üretilmesi gerekir. Buna ‘ileri sanayi, gelişmiş sanayi, projeli sanayi, ilmi sanayi’ diyoruz.
İşte, Süleyman Peygamber bunu başarmıştır. Melikenin arşı benzeri olan koltuğu imal ettirmiştir. Süper güç olmadan yarış ile, teknoloji ile yapılacaktır. Melikenin teknolojisi Süleyman’ın teknolojisinden daha ileri ise Süleyman ona tabi olmalı; Süleyman ileri ise Melike ona tabi olmalı. Oysa Süleyman eşitlik istemektedir. İttifakta tabilik yok, beraberlik var. Onun için Süleyman tıpatıp Melikenin koltuğunu yaptırmaktadır. Bunun iki manası var. Bir taraftan bu, standart üretme tekniğinde Süleyman’ın Melikeden daha ileri olduğunun kanıtı olmakta, diğer taraftan bu ileriliğin üstünlük anlamında olmadığı ifade edilmektedir.
- Arş Melikeye nasıl tenkir edilecek?
Nasıl tenkir edileceği anlatılmamaktadır. Ona sorulacak, “Bu senin arşın mı yoksa arşının benzeri mi?” denecek. O da kendi arşını hatırlayacak, bununla karşılaştıracak ve aynısı olup olmadığına karar verecek. Kendi ustaları aynı iki koltuk yapamadıklarına göre bunun benzeri koltuk olması düşünülemez. Bu suretle Süleyman kendi teknolojisinin daha ileri bir teknoloji olduğunu göstermiş olacaktır.
Bugün bizim Avrupalılara göstereceğimiz şey onlardan daha ileri teknolojide bir ürünü üretebileceğimiz değil, onların ürettiklerinin ortaklık sisteminde de üretilebileceğini göstermemizdir. Yani küçük ve orta işletmelerin de tekel işletmeler seviyesinde üretim yapabildiklerini anlatmak, sömürmeden ve krizler olmadan da ekonomik düzenin oluşabileceğini göstermektir.
- نكرkökünü inceleyiniz.
نَكِرَةçıbandan akan pis kokulu yığındır. İstenmeyen nefret edilen şey anlamında mana kazanmıştır. Sonra bilinmeyen, tanınmayan anlamına gelmiştir. Kim veya ne olduğu saklanıyorsa, söylenmiyorsa o da tenkir olur. Burada koltuğun tıpatıp aynısının imal edildiği söylenmeyecek, öyle olup olmadığı sorulacaktır.
Kur’an’da نكر37, نكل5 defa geçer. Toplam 42 (2*3*7) eder.
نharfi kelimenin sonunda tenvin olarak gelir, kelimenin bittiğini ifade eder. لharfi ise kelimenin başına gelip kelimenin başladığını ifade eder, belirlilik manasını taşır. Her iki harfte de sınırlama vardır. Burada نbelirsizliği ifade etmektedir. Bununla beraber belirsiz varlık vardır. كharfi كَانَ’den bildiğimiz gibi oluşu ifade eder. رise tekrarı ifade eder. نَكِيرbirbirine benzer varlıkların ortak adıdır. ‘Ona tenkir edin’ ifadesi ‘Koltukların birbirinin eşi olup olmadığını sorun’ manasındadır.
- İhtida/اِهْتِدَاءkelimesini irdeleyeniz.
‘Hidayet’ yol gösterme veya yola götürme anlamındadır. Birisi size yol sorar da siz “Böyle gideceksiniz” diye gösterirseniz o hidayettir. Önüne düşer varacağı yere götürürseniz o da hidayettir. Burada “Bilecek midir veya tanıyacak mıdır?” denmesi gerekirken; bulabilecek midir, menziline ulaşabilecek midir manasındadır. İfti’al babı kullanılmıştır. Yani ‘Kendi kendine bilebilecek midir?’ anlamında kullanılmıştır. ‘Arşı tanıyacak mı diye’ değil de ‘Benzerinin yapılıp yapılmadığını bilecek midir?’ anlamındadır. Yani işçilik sistemi ile ortaklık sistemi arasındaki farkı bilebilecek midir? Bugün işçilik ile ortaklık arasındaki farkı Akevler kendi kendisine bile anlatamamıştır.
- أَتَعْرِفُ denmesi gerekirken neden أَتَهْتَدِيdenmiştir?
Getirilen, Melikenin arşı değildir. Üretilen, Melike arşının benzeridir. İşçilik sistemi ile değil ortaklık sistemi ile üretilmiştir. İşçilik sisteminde yalnız ustalar üretim yapabilmektedir. Halk onun ilahi güçle üretildiğine inanmaktadır. Oysa ortaklık sisteminde herkes projeye göre iş yapar, usta değil herkes çalışır ve standart ürün meydana gelir. Böylece ustaların dolayısıyla ustalara emredenlerin ilahlık vasfı ortadan kalkar.
Batılılar bugün de tanrılık iddiasındalar. Eski tanrılar güneşin oğlu olduklarını iddia ediyorlardı, bunlar ise “Tanrı yoktur. Bizim Dolarımız var, teknolojimiz var, Tanrı biziz.” diyorlar.
Biz de diyoruz ki: Sizin teknolojiniz kadar bizim de teknolojimiz var. Siz sadece tekellere ürettirebiliyorsunuz. Biz ise ortaklık içinde halk olarak üretiyoruz.
İşte, bunu anlatmak için أَتَعْرِفُ demiyor da أَتَهْتَدِي diyor.
- هديile عرفköklerini inceleyiniz.
هدي bilinmeyen bir yere araştırma yaparak varabilmektir. İçtihat ile varılır.
عرف ise zaten tanıdığı ve bildiği bir şeyin olup olmadığını bilmektir.
Melike kendi arşının olup olmadığını bilmeyecek, yeni yapılan arşın kendi arşına benzeyip benzemediğini bilecektir. Arşın getirilip getirilmediğini değil, benzerinin üretilip üretilmediğini bilecektir. Böylece varsayımımızı bu kelime de tasdik etmektedir.
- أَمْ لَا يَهْتَدُونَdenmesi gerekirken neden تَكُونُile geldi?
يَهْتَدُونَkelimesinin mecazi olarak يَعْرِفُونَ manasını taşımadığını ifade etmek için benzer kalıbı kullanmadı, genelleştirerek “İhtida edemeyen kimselerden mi olacaksın?” denmiştir. Bu benzerliği kavramak ve bunun bir başarı olduğunu bilmek sıradan insanlar için kolay değildir. Kitle inkılaplara ve yeniliklere karşı direnir. Alıştığı ve bildiği şeyleri bırakmak istemez. Tutucular örgüt oluştururlar. Buna işaret etmek için الَّذِينَ لَا يَهْتَدُونَdiyor.
Bugün ortaklık sistemini insanlara anlatamıyoruz. Sosyalistler, kapitalistler, karmacılar ortaklık sistemini anlamak istemiyorlar. Müslümanlar ve Hıristiyanlar ortaklık sistemini kabul eder görünüyor ama uygulamada bir türlü eski sistemi bırakamıyorlar.
İşte, buradaki الَّذِينَ لَا يَهْتَدُونَ bunları ifade ediyor. اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَayetindeki اِهْدِنَا‘yı kabul etmeyenler ikinci grubu oluşturuyorlar.
- Neden مِنَ الْمُهْتَدِينَdenmedi?
الْمُهْتَدِينَ‘deki الْ, mühtedilerin istiğrakı için gelmiş olabilirdi. Yani değişik ihtida eden topluluklar vardır, onlardan herhangi biri olmalı manasındadır. İsmi faille kısmen nekredir. الَّذِينَ ise ahd için olup bir tek topluluğu ifade etmektedir. Yani nasıl müstakim sıratta olanlar yeryüzünde tek topluluk iseler, müstakim sıratta olmayanlar da tek topluluktur, onlar da ihtida etmeyen kimselerdir.
- Buradaki الَّذِينَ kimleri anlatıyor?
Buradaki الَّذِينَ insanlık içinde oluşan müstakim sıratta olmayan kimseleri anlatıyor. İnsanlık tarih boyunca iki hizbin çatışması ile varlığını sürdürmektedir. Nasıl canlılarda vücut hücreleri ve o hücrelerle boğuşan mikroplar ve virüsler varsa, bunun gibi insanlık içinde de iki çeşit topluluk vardır. Biri yapıcılar, diğeri yıkıcılardır. Yapıcılar müstakim sırat üzerindedirler. Yıkıcılar ise müstakim sırat üzerinde yürümeyenlerdir. Yani buradaki الَّذِينَ Süleyman zamanındaki ihtida etmeyenleri içerdiği gibi bugünün ortaklık sistemini kabul etmeyen ve işçilik sisteminde direnenleri içermektedir.
- Bugün الَّذِينَ لَا يَهْتَدُونَolanlar kimlerdir?
Kesin olarak diyebiliriz ki ortaklık sistemini benimseyenler hidayete eren kimselerdir. Bir yönüyle bütün insanlar demokrasiyi aradıklarına göre herkes hidayettedir. Başka bir bakıma göre Akevler dahi ortaklık sistemini uygulayamadığına göre bütün insanlar الَّذِينَ لَا يَهْتَدُونَiçindedirler. Teoride herkes mühtedi, amelde ise hiç kimse mühtedi değil. Çağımızın özelliği budur. Peygamberler sistemi içinde olmanın sonucudur bu. Er veya geç tüm insanlığın teoride kabul ettiği demokrasiye yani ortaklık sistemine geçilecektir.
- Biz arşımızı nasıl bilinir hale getireceğiz?
Ortaklık sisteminin üzerinden çalışmalar üç asırdır devam etmektedir. Son olarak Risale-i Nurlarla dünya peygamberler sistemini duymuş oldu, kelamda inkılap yapılabildi. İlimdeki çalışmalar Akevler’de 50 senedir yapılmaktadır. Büyük hamle yapılmıştır. Ancak henüz örnek bir ortaklık işletmesi gösterilmemiştir. Bugün Yalova’daki faaliyetler bunu göstermek içindir. Tüm insanlık bu faaliyetleri desteklemelidir ama asıl görev Akevler’deki Adil Düzen çalışanlarına yani sizlere aittir. Allah sizlere bu imkânları verdiğine göre sizi görevli kılmıştır. Görevi yerine getirirseniz en yüksek seviyeye ulaşacaksınız, getirmezseniz esfelessafilin/أَسْفَلَ سَافِلِينَolacaksınız. Biz yaşlı olanlar bu şansa sahip değiliz.
- İktidarımızı Batılıların iktidarına nasıl benzeteceğiz?
Bu soruyu sorarken arşı ‘iktidar’ olarak kabul etmiştik. Açıklamalarımızda ise arş ‘iktidar’ değil ‘ortaklık düzeni’dir. İktidar ortaklık düzenine sonradan oturacaktır.
Peygamber dönemlerinde uygarlıklarda olan neydi?
-Önce ahlakta inkılap yapılırdı: Mekke dönemi böyle idi.
-Sonra siyasette inkılap olurdu: Medine dönemi böyle olmuştur.
-Sonra ilimde inkılap olurdu: Nitekim müçtehitler dönemi böyle olmuştur.
-En son ekonomide inkılap olur: 1000 yıllarında bu inkılap gerçekleşmeye başlamıştır.
İnsanlık 1000 yıl içinde bugünkü başarıya ulaşmıştır. Bugün ise ekonomiden işe başlanacaktır. Semt kooperatifleri kurulacak, 100 lojmanlı işyeri apartmanları yapılacak, 100 villalı dinlenme evleri kurulacak, ondan sonra Bin Dil Üniversitesi açılacak. Ondan sonra hakemler sistemine dayanan yerinden yönetimli siyasi örgütlenmeler gerçekleşecektir. Erbakan ve Gülen’in yaptıkları hata, birinin siyaseti diğerinin bürokrasiyi başa almalarıdır.
Öz Türkçe ile:
“‘Koltuğunu ona belirtmeyin. Bakalım bulabilecek mi yoksa bulamayanlardan mı olacak?’ dedi.”
Kur’an Kelimeleri ile:
“‘Ona arşını tenkir edin, nazar edelim ihtida mı edecek yoksa ihtida etmeyenlerden mi olacak?’ diye kavl etti.”
قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنْظُرْ أَتَهْتَدِي أَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذِينَ لَا يَهْتَدُونَ (41)
***
فَلَمَّا جَاءَتْ قِيلَ أَهَكَذَا عَرْشُكِ قَالَتْ كَأَنَّهُ هُوَ وَأُوتِينَا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِمِينَ (42)
“Ciet ettiğinde ‘Arşın bunun gibi miydi?’ diye kavl edildi. O da ‘Sanki o, odur. Bundan önce bize ilm ita edilmişti ve biz müslim olmuştuk’ diye kavl etti.”
- فَلَمَّا‘daki فَ ne “Fa”sıdır?
‘Tenkir ediniz’ cümlesiyle Melikenin gelmekte olduğunu anlıyoruz. Gerek komşulukta gerekse uluslararası ilişkilerde görüşme kuralları vardır. Bunlara bugün protokol deniyor. İlk görüşme kuralı iki insanın karşılaştıkları zaman hangisinin önce selam vereceğidir. Küçük mü büyüğe büyük mü küçüğe selam verecektir? Bir meclise oturulduğu zaman kim önce ‘Merhaba’ diyecek. Görüşme talebinde bulunulduğu zaman karşı taraf davet mi edilir yoksa ziyaret mi edilir? Buradan anlıyoruz ki görüşmeye davet şeklinde başlanır. Süleyman Sebe’ye gitmiyor, Melike Kudüs’e geliyor. Buradaki فَharfi beklenmekte olan gelişin bittiğini yani ‘gelince’ anlamı çıktığını, aynı zamanda gelmenin daha önce kararlaştırıldığını belirtir.
- Neden إِذَاgelmemiş de لَمَّاgelmiştir?
إِذَا‘da zaman belli değildir. Zaman şarttır. Ne zaman gelirse o zaman demektir. لَمَّا‘da ise zamanı bilinmektedir. لَمَّاzaman zarfı olunca artık şart manası yoktur. Demek ki Melikenin gelme zamanı kararlaştırılmıştır ve o zaman gelmektedir.
Bugünkü uygulamalarda da birbirimizle gerçekleştireceğimiz görüşmelerde de gün ve saat belirli olmalıdır. Saatinde vaat edilen yerde bulunma ve karşılanma Akevler’de henüz öğrenilmiş değildir. Bu لَمَّا bize bunu hatırlatmaktadır.
- Ciet eden kimdir? Tek başına mı gelmiştir?
Gelen Sebe melikesidir. Elbette tek başına gelmemiştir. Önemli olan onun gelmesidir. Yanındakilerin gelmesi onun gelmesi içindir. Bundan dolayı “O gelince” denmiştir.
- “Kavletmek” neden meçhul (قِيلَ) sığası ile gelmiştir?
Protokol icabı karşılamalar nasıl yapılır?
Bugün davet edilen konuk onun seviyesindeki birisi tarafından karşılanır. Burada Süleyman’dan önce görevliler onu karşılamışlardır. Süleyman doğrudan doğruya karşılamamıştır. Henüz Süleyman onu kendi seviyesinde kabul etmemektedir çünkü henüz teslim olmamıştır. Süleyman’la görüştürülmeden evvel ona arş gösterilmiş ve sorulmuştur. Melike kendisini Süleyman’dan daha üstün saymaktadır. Süleyman da bu üstünlüğü kabul etmediği için kendisini üstün saymaktadır. Aynı dereceye sahip olduklarını göstermek için önce arş gösteriliyor ve ona sorular sorularak Süleyman ile görüşürken hazırlıklı olması sağlanıyor.
Kimin söylediği önemli olmadığı için قِيلَdeniliyor.
- أَهَكَذَا‘daki هَاne amaçla gelmiştir?
Tenbih Ha’sıdır. Muhatabı tayin eder. Ondan sonra gelen kelime marife ise hitabı
tahsis eder.
Kelimenin aslı كَهَذَاşeklindedir. كَharfi cerdir ‘gibi’ manasındadır,هَا tenbih edatıdır yakınlığı göstermek için gelir,ذَا ise asıl işaret ismidir, sonuna eklenen harflere göre yakınlık-uzaklık manaları kazanır. (Tayibet Erzen)
- كَ (أَهَكَذَا) ne anlamdadır?
Buradaki كَharfi cerdir.
- Gösterilen koltuk mu yoksa iktidar mı? Aynı olan ne?
Gösterilen koltuktur ama koltuğun temsil ettiği ise iktidar değil de teknolojidir, sanayidir. Benzer koltuğu ürettiği için standart mal üretebilmektedir.
Standart malın ilk tarifini peygamber yapmıştır. “Mislen bimislin/مِثْلًابِمِثْلٍ” demiştir yani benzeyen demektir. Miktar olarak eşit olacak, vasıf olarak benzer olacak. Bakara’da Tedayün ayetindeki “Az olsun, çok olsun yazın.” (Bakara 2/282) emri “Standart mal üretin.” demektir. Ancak böyle mallar görmeden satılabilir. Alıcı böyle malları alabilir. Diğer mallara Bey’ malları diyoruz. Bey’ mallarında alıcının “hıyarı rü’yet” hakları vardır.
- وَأُوتِينَا‘daki وَ nereye atfediyor?
كَأَنَّهُ هُوَcümlesine atfediyor. “Bu o arştır ama bize bunun bilgisi verildi” demiş oluyor. Söyleyen Melikedir. Yani Süleyman’ın arşı imal ettiği haberi Melikeye ulaşmıştır. Gelen elçiler topladıkları bilgileri ona götürmüşlerdir. نَكِّرُوا‘daki emir ‘İmalatı Melike duymasın’ anlamında olabilir. “Şimdilik bunu kapalı yapın” demiş olur.
Ar-Ge çalışması yapılırken Ar-Ge çalışmaları kapalı yapılır, bitip kabul olduktan sonra projesi ve kullanma talimatı herkese duyurulur. Ar-Ge çalışmalarını herkes yapar ve ilan edildiği zaman artık o onun Ar-Ge’si olur. Başka bir tescile gerek yoktur. İlandan sonra herkes onu kullanır, üretici Ar-Ge payını kullanıcıdan değil ortak bütçeden alır.
Melikenin adamları bilgi edinmişlerdir ki “Bizim bundan bilgimiz var.” diyor.
- İta edilen kimlerdir?
İta edilenler Sebe halkıdır. Onun için أُوتِيتُdenmiyor da أُوتِينَاdeniyor. Süleyman’ın Melikenin arşı gibi bir arşı yaptırdığını daha önce öğrendiğini söylüyor.
- İlim (الْعِلْمَ) marifedir, kastedilen ilim nedir?
Süleyman’ın kendi arşına benzer arşı yaptırdığına dair aslında gizli olan bilgidir.
Ar-Ge çalışmaları kapalıdır. Herkes kendisi çalışır ve ilan eder. Bundan sonra artık açıktır. Hem okumada hem de uygulamada Ar-Ge yapanın elinde kayıt belgesi vardır. Dayanışma ortaklığına müracaat ederek kendisine pay verilmesini ister. Dayanışma sorumlularına patent hakkı verme kapasitesi tanınmıştır. Kendisine başvuranlara bunları bölüştürür. Hangisi daha çok pay verirse buluşunu ona tescil ettirir.
Böylece arz talep kanunları burada da çalışmış olur.
- مِنْ قَبْلِهَا‘daki هَاneye işaret ediyor. Neden مِنْ قَبْلُ denmemiş?
Buradaki هَا zamirinin olaylara işaret ettiği, Süleyman’ın arşı yaptırması ve götürmesi kastedildiği açık ise de neden هُ değil de هَا gelmiştir?
Bu husus bu anda çözülemiyor. Olaylar هَا zamirinin gittiği başka yerde bulunmalı ve hangi olayların هَا zamirleri ile işaret edildiği tespit edilmelidir.
“Tilke min Enbai”de (تِلْكَ مِنْ أَنْبَاءِ Hud 11/49) olduğu gibi Süleyman’ın yaptığı işlerden biri değil birkaçı kastedilmiş olabilir yani neml olayından ve tayr olayından da haberi vardır demektir.
- وَكُنَّا‘daki وَ nereye atfediyor?
وَأُوتِينَاya atfediliyor. Yani Melike ve çevredekiler bu mucizeleri duyunca onun doğru söylediğine karar vermişler ve birlikte Süleyman’ın davetini kabul etmeye karar vermişlerdir. Bunu Süleyman’a anlatmaktadır.
- “Müslimlerden olduk” demiyor” “Müslim olduk” diyor. Kimleri kastediyor?
Melike Süleyman’a “Size katıldık” demiyor, “Biz bağımsız olarak Müslim olduk” diyor yani müstemleke olmayı değil müttefik olmayı kabul ettiğini bildiriyor.
Bu durumda bizim önce Avrupa Birliği devletlerinden her birine değil de onların başını çeken devletle ittifak etmemiz gerekir. Bugün bu devlet fiilen Almanya’dır. Ancak Almanya bu gücünü Fransa’dan almaktadır. Türkiye ile İran’ın arası açılmadığı müddetçe Müslümanları bölemezler. Fransa ile Almanya’nın da arası açılmadığı müddetçe Avrupa Birliği dağılmaz. Biz birisini seçmeliyiz, Fransa veya Almanya’yı müttefikimiz yapmalıyız. Bu onu güçlü kılar ve aynı zamanda Avrupa Birliği’ni de güçlenmiş yapar.
- Bunun bugünkü uygulamada yeri nedir?
Bugün de uluslararası ittifaklar yapılmakta, bir devlet diğer devletle ittifak yapmaktadır. Bütün güç Amerika’da olduğu halde uluslararası grubun oluşmasında diğer devletler ortak edilmiştir. Bunlar arasında suni olarak şiddetli çatışma oluşturulmuş, diğer devletler güya kendilerini korumak için bu devletlerden birinin müttefiki olmuşlardır. Bir nevi bunların müstemlekeleri olmuşlardır. Bu devletler hükümranlıklarını tam olarak sürdürmek için dini, mülkiyeti, aileyi hedef almışlar ve çökertmeye çalışmışlardır. Rusya alenen ve silah zoruyla, Amerika ise ekonomi ve basın yoluyla bir asır kadar insanlığı meşgul etmişlerdir. Bugün mağlup olmuş durumdadırlar. Artık sözde müttefik değil gerçek müttefik aramaktadırlar. Gerçek müttefik olarak karşılarına sadece İslam ülkeleri çıkmaktadır. Dolayısıyla herkes İslam devletlerini kendi tarafına çekmek istemektedir. Böylece İslam yeniden yeşermektedir.
Öz Türkçe ile:
“Geldiğinde ‘Bu senin koltuğunun benzeri mi?’ dendi. ‘Sanki odur. Daha önce bunun üzerinize bize bilgi verildi. Biz barışçı olduk.’ dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ciet ettiğinde ‘Arşın bunun gibi miydi?’ diye kavl edildi. O da ‘Sanki o, odur. Bundan önce bize ilm ita edilmişti ve biz Müslim olmuştuk’ diye kavl etti.”
فَلَمَّا جَاءَتْ قِيلَ أَهَكَذَا عَرْشُكِ قَالَتْ كَأَنَّهُ هُوَ وَأُوتِينَا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِمِينَ (42)
***
وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللَّهِ إِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِرِينَ (43)
“Ve Allah’ın dununda ibadet ettikleri onu sedd etti. O, kafir kavimden oldu.”
- وَصَدَّهَا‘daki هَا zamiri nereye gidiyor?
Buradaki هَا zamiri Belkıs’a gidiyor. Bu cümleleri Allah bugün bize söylemektedir. Melikenin Süleyman’la beraber olduktan sonra Müslüman olmuş olduğunu ama Müslüman olmadan evvel kâfir kavimden olduğunu söylemektedir.
- صَدَّ fiilinin faili kimdir?
مَا كَانَتْdeki مَا’ya dönen aid zamiridir. İbadet eden kimseler onu saptırmışlardır.
- كَانَتْ fiilinin faili kimdir? تَعْبُدُ fiilinin mef’ûlü nedir?
كَانَتْ fiilinin faili Melikedir. Melike Allah’tan başkasına ibadet ediyordu. مَنْ كَانَتْ تَعْبُدُdemiyor da مَا كَانَتْ تَعْبُدُ diyor. Güneşe taptığı için مَا diyor.
Biz diyoruz ki, suçlu insan değil, kişi değil düzendir. Düzen rüşvet vermeye mecbur ettiği için rüşvet veriyor. Düzen rüşvet almaya mecbur ettiği için rüşvet alıyor.
Düzen مَنْ değildir ki; düzen مَا’dır.
Düzenin iki temsilcisi vardır, biri şeytan diğeri ise Allah’tır. Düzendekiler düzenin sahibi değil hizbidirler. Asıl işleri yapan Allah’ın halifesi olan iyi insanlardır. Şeytan ise kötülük içinde Allah’a halife olmaktadır. Buradaki صَدَّ‘nin faili şeytanın temsil ettiği kötü düzendir.
- تَعْبُدُ‘daki تَ ne Te’sidir?
İbadet eden Melike, bir hanım olduğu için يَ(يَعْبُدُ) yerine تَ gelmiştir.
- صدد ile عبد köklerini karşılaştırınız.
İbadet etme onun işini yapma ve karşılığını ondan alma demektir. Düzen onu saptırmıştır. Yani kendisi çalıştırılmış sonu ise gelmemiştir. Buradan anlaşılan Melikenin daha önce küfür içinde olmadığı sonradan onlara tapmaya başladığı şeklindedir. Bunun iki manası vardır. İnsan doğduğu zaman sapkınlık içinde değildir. Topluluk onu saptırır. Dolayısıyla Melike sapkın olarak doğmamıştır, sonradan sapkınlık içinde olmuştur. Böyle olunca onun durumu da baliğ olmadan ölen çocukların cehennemde olmayacakları şeklindedir.
Ailelerin cennette birlikte oldukları zikredilmiştir. Çocukların atalarına ilhak edilecekleri bildirilmiştir ama çocukların cehennemde oldukları, ailece cehenneme konulacakları zikredilmemiştir.
Peki, Müslüman olmayanların çocukları ne olacak?
Araf denilen yer bunu ifade etmektedir. Dünyadaki imtihanı orada verecekler ve ondan sonra cennete gidecekler. Sonuç olarak çocuklar cehenneme gitmezler diyoruz.
Ben bunu yeni söyledim, siz de yeni duydunuz; ne dersiniz?
- اِتَّخَذَile عَبَدَfiillerini karşılaştırınız.
أَخْذavuçlamak demektir. Tanrısını kendisi yaratıyor ve sonra ona ibadet ediyor. Bu ittihazdır. İbadet ise tanrısını kendisi yaratsın, yaratmasın insanın o tanrının emrine girmesidir. Topluluklar baştan tanrılarını kendileri yaratırlar ve sonra da çocuklarına onu, topluluğun baskısıyla kabul ettirirler.
Mustafa Kemal İstiklal Savaşı’nı kazanan başkomutandır. Sonra da bu devletin kurucusudur. Bu özelliği ile kendisi her türlü saygıya layıktır. Sonra ise insanlar Mustafa Kemal’e tanrı üstü vasıflar vererek onu tanrı ittihaz etmişlerdir. Sonra gelenler olarak yani şimdikiler ittihaz edilen, kendisi ile alakası olmayan ama onun soyadını taşıyan bir düzenin uygulayıcısı olarak devam ediyoruz. Sermaye’nin ‘böl ve yönet’ düsturu içinde Mustafa Kemal’i tanrı veya deccal kabul ediyorlar. Biz 50 senedir diyoruz ki Mustafa Kemal ne tanrıdır ne deccaldır. Mustafa Kemal İstiklal Savaşı’nı kazanan ve bu devleti kuran kişidir.
AK Parti bu ilkeyi benimseyip hareket edeceğine başkanlık sistemini getirerek kendisi onun yerine oturmak istiyor. Bizim karşı olduğumuz budur.
- Burada neden تَعْبُدُgelmiştir?
Melike kendisi bu tanrıları ittihaz etmemiştir, topluluk ona onları tanrı göstermiştir. İbadet etmiştir ama ittihaz etmemiştir. Onun için تَعْبُدُgelmiştir.
- دُونِ اللَّهِile غَيْرَ اللَّهِifadelerini karşılaştırınız.
دُونِ اللَّهِAllah’la beraber olan ama Allah’tan ayrı olan, Allah’ın eşi ve yardımcısı kabul edilen kimsedir, şerikidir. غَيْرَ اللَّهِ ise Allah’ı da tanrı kabul etmeyerek tamamen başka bir ilaha tapmadır. Tarih boyunca Allah’ın gayri bir ilah çok az kabul edilmiştir. Hatta bugünkü Sermaye’ye özeldir. Şirk ise şeytanla başlamış ve aynı şiddetle günümüzde de devam etmektedir.
- Burada neden دُونِ اللَّهِ gelmiştir?
Süleyman zamanında ve günümüzde şirk vardır ama Tanrı her zaman var sayılmış ve onun üstünlüğü her zaman kabul edilmiştir. Bugün artık Tanrı yoktur diyen insanlar yok gibidir. Fikren Tanrı’nın tek olduğunu da herkes kabul ediyor. Ama yaşarken tek Tanrı’ya tapacaklarına adı sanı unutulan, geçmişin uydurma tanrılarına tapmaktadırlar. Birçok batıl inanışlar hala Kur’an’ın koyduğu kurallardan daha kıymetlidirler. Partiler Kur’an’a aykırı işleri kolayca yapabiliyorlar ama Anıtkabir’e gidip saygı duruşu yapmamayı beceremiyorlar. Mustafa Kemal tanrı ise her yerde tanrıdır, değilse oraya gitmenin manası nedir?
- Günümüzde nasıl ibadet edilmektedir?
Günümüzde geçmiş putların elçileri vardır. Önce onları tanrı olarak ittihaz ediyorlar, sonra da istediklerini onlara söyletiyorlar. Oysa kendileri istemişlerdir. Bu putlar içinde Peygamberler de var. “İsa böyle dedi”, “Muhammed böyle dedi” diyorlar! Oysa diyen kendileri, halka İsa söyledi diye onun adına söylemediklerini yapmaktadır. Marks için de durum budur.
- إِنَّهَا‘daki هَاzamiri nereye gidiyor?
Melikeye gidiyor. “Saptırdılar” diyor. فَكَانَتْ diyeceğine إِنَّهَا diyor. Yani topluluk onu zorlamadı, kendisi gönül rızası ile uydu.
Bugün ortaklık sistemi yasak değildir. Hatta devletlerce sözle de olsa teşvik edilmektedir. Kendileri isteyerek bunu kabul etmektedirler. Bundan sorumludurlar.
Düzen bozuk olduğu için Kur’an’ın normal düzen için koyduğu hükümlere uymak zorunda değiliz ama bozuk düzeni değiştirmekle mükellefiz. Değiştirme farzı kifayedir. Birileri değiştiriyorsa biz onlara uyarız ve destekleriz. Değiştirmeye çalışmadığımız için sorumlu olmayız ama kimse değiştirmekle uğraşmıyorsa o zaman düzen değil biz suçlu oluruz.
Bu hususu Adil Düzen çalışanlarının iyi anlamaları, böylece görevlerinin ne kadar büyük olduğunu idrak etmeleri gerekmektedir.
- Buradaki كَانَتْne anlamdadır? Daha önce kâfir değil miydi?
كَانَتْ-dır manasındadır. Melike kâfirdir manası çıkar. Sonradan değil hep kâfir olur manası veya oldu manası çıkar. Yani ‘kâfir değildir, sonradan kâfir oldu’ olarak anlayabiliriz. Bize göre kâfir değildi.
- Buradaki kâfir kavim kimlerdir?
Buradaki kâfir kavim nekre gelmiştir. Orada kâfir kavimlerden biri kastedilmektedir. Mensup olduğu kavmin kâfir olduğu değil, kâfir kavimlerden biri kastediliyor, yalnız Sebelileri kastetmiyor, herhangi bir kâfir kavmi kastediyor. Yani Sebeliler de sonradan kâfir oldular.
Bu ayetle Sebeliler hakkında bize yeterli bilgi vermektedir.
Hüseyin Kayahan’ın “Onlar Mısırlılardır” demesi bu ayete uymuyor. Daha önce Müslim olan kavimdendir, o da Şuayb’ın kavmindendir.
- Günümüzün kâfir kavmi kimlerdir? Bunlar sonradan mı kâfir oldular?
Kur’an’dan sonra Müslümanlar ve Hıristiyanlar tüm dünyayı fethettiler. Kilisenin veya caminin olmadığı bir ülke yoktur. Bugün artık herkes sonradan kâfir olmuş durumdadır. Dolayısıyla bugünkü كَانَتْfiili fiil-i nakıs değildir.
- Marks’ın dinsizliği nereden kaynaklanıyor?
Marks tam kâfirdir. Çünkü Marks Marksizm’i koyarken bilmediği için değil çıkarı için olmayan şeyleri koyar. “Aile yoktur” diyordu, “Mülkiyet yoktur” diyordu; “Allah yoktur hatta devlet de yoktur” diyordu. “Bunlar insanları sömürmek için sonradan icat edilen şeylerdir.” diyordu.
Bunların yanlış olduğunu o da çok iyi biliyordu. Ancak o Yahudilerin hatta Rothschildler’in görevlisi idi. Önce bu kurumları yok edecekti. Hayali bir isim olarak icat edilen Tanrı bu işleri yapacaktı. Sonra da işçiler iktidar olup onlar yönetecekti.
İşçiler nasıl iktidar olacaktı?
İktidar demek çalıştıran demektir. Halk iktidarı önce kimi çalıştıracaktı? Bunu bilmeyecek kadar akılsız değildi. Buraya kadar getirecek, sonra da Sermaye tüm işçilerin patronu olacak, böylece dünya tek olarak Sermaye Devleti haline gelecekti.
Allah ona izin verdi. Söylediklerinin hemen hemen tamamı gerçekleşti. Sonuçta ise Yahudi Sermayesi devleti değil, Kur’an’ın ortaklık düzeni hâkim olacaktır.
Allah’ın istemediği hiçbir şey olmaz ve O’nun istediğini kimse durduramaz.
Öz Türkçe ile:
“Ve daha önce Allah’ın yanında kulluk ettiği nesneler onu sapıttı da kapatan ulustan oldu.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve Allah’ın dununda ibadet ettikleri onu sedd etti. O, kafir kavimden oldu.”
وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللَّهِ إِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِرِينَ (43)
***
قِيلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَ فَلَمَّا رَأَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَا قَالَ إِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَارِيرَ قَالَتْ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي وَأَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمَانَ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ(44)
“Ona ‘Sarha duhul et’ diye kavl edildi. Onu rey edince, onu lücce hesap etti ve iki sakını keşf etti. (Süleyman) ‘O, kavarirden olan mümerred bir sarhtır’ diye kavl etti. (Melike) ‘Rabbim, ben nefsime zulmettim ve Süleyman ile beraber alemlerin Rabbi Allah’a islam oldum.’ diye kavl etti.”
- Buradaki قِيلَ‘nin zikredilmeyen failleri ile daha önceki قِيلَ‘nin zikredilmeyen failleri aynı mıdır?
Aynı kimseler olsa idi ya قِيلَhiç gelmezdi veya وَقِيلَdenirdi.
O halde arşı gösteren görevliler ile “İçeriye gir” diyenler başka kimselerdir.
Arşı gösterenler arşı üretenlerdir, “Giriniz” diyenler ise asıl protokolde görevli olanlardır.
Bunun için قِيلَkelimesini وَ harfi olmadan tekrar etti.
- لَهَا‘yı neden zikretti?
Bundan önceki ayette “Bu senin arşın mı?/أَهَكَذَا عَرْشُكِ” sorusunu sorduğu için kime sorulduğu bellidir. Onun için uzatmamak amacı ile لَهَاkelimesini قِيلَ‘den sonra getirmedi. Oysa burada kime söylendiği belli değildir. Onun için burada لَهَا kelimesi tekrar edilmiştir.
Kur’an’ın ne kadar delil olduğunu bu inceliklerle öğreniriz. Aklınıza gelen her şeyi Kur’an’a soracaksınız ve o da sizin gibi insan olarak cevap verecektir. Onun için Kur’an yeryüzünde canlı olan tek kitaptır. Tevrat da Tanrı’nın eseridir ama canlı değildir, sorduğunuz suale cevap vermez. Onun için diyoruz ki Kur’an şimdi bize de nazil olmuştur.
- أَتَىile دَخَلَfiillerini karşılaştırınız.
أَتَى fiili içeride olan birisinin yanına gelmesini bildirir.
دَخَلَ ise dışarda olanın içeri girmesini bildirir.
Demek ki buyur ederken önce davet edilen girer, arkasından davet edenler girerler. Yürürken başkan en önde gider. Savaşırken ise başkan en arkada kalır.
Burada yürüyüş vardır, başkan öndedir, o girer, yolda da kimin başkan olduğu bilinsin diye önde o olur. Namazda imam önde durur. Başkan emretmez yapar, ona tabi olanlar da ona uyarlar. Savaşta ise tersine başkan en yakındakilere emreder, onlar onların altlarındakilere emreder, böylelikle ikili olarak en alttaki erlere ulaşır.
أَتَى fiili gelip etkileşmeyi bildirir. جَاءfiili ise yalnızca gelmeyi bildirir. (Lütfi Hocaoğlu)
- Duhul et/ادْخُلِي deniyor. Diyenler içerde midirler, dışarıda mıdırlar?
“Duhul” kelimesini dışardakilerin söylemesi gerektiği için dışarıdadırlar diyoruz.
- صَرْحnedir?
صَرْحKur’an’da 4 yerde geçer; ikisi burada ikisi ise Firavun için geçer. Burada marife, firavunda ise nekredir. Burada köşk veya saray anlamındadır. Orada ise kule anlamındadır.
Başkanların evleri halkın evlerinden daha yüksek olur, halk başkanın evini bilir, yabancılar da bilir ve kolayca bulurlar. İlk dönemlerde başkanların konağı ile mabetler aynı yerde olurdu. Hatta Peygamber de kendi odalarını Medine mescidinin çevresinde yapmıştı.
Süleyman’ın mabedi de yüksekte idi. Yalnız olay neml vadisinde geçmektedir. Yaptığı mabet neml vadisinde midir yoksa Kudüs’te midir? Buradan anlaşılıyor ki Süleyman köşkünü neml vadisinde yaptırmıştır. Neml vadisindeki köşke girmesini istemiştir.
Karıncaların yuvası ile köşkün yapısında benzerlik olmalıdır. Melikenin köşkünü yapabilmek için karıncaların yuvasını incelemiş olabilirler. Böylece Melikenin teknolojisini yakalamış olabilirler. Bugün de canlıların teknolojisinden Batılılar yararlanmaktadır. Bizim de o teknolojiyi kullanmamız gerekir. Bitkiler seleksiyon yoluyla kendilerini geliştirmektedirler, aşı yoluyla kendilerine korumaktadırlar. Maske kullanan ne bir bitki vardır ne de bir hayvan vardır.
- الصَّرْحَneden marifedir?
Firavun anlatılırken (Kasas ve Mümin Surelerinde) صَرْحًاnekre olduğu halde burada marifedir. Buradaki sarh görünen sarhdir. Bir de standart sarh yani koltuk, proje ile oluşturulmuşsa saray da projeye dayanılarak oluşturulmuşsa marife bir sarh geliyor.
- رَأَتْهُ‘daki هُ zamiri nereye gidiyor?
Sarha (الصَّرْحَ) gitmektedir. Sarh dışardan görünen bir şeyse rey neyi ifade eder? Yani içine girdikten sonra görmektedir. Hâlbuki “Sarha gir” denmişti. Gireceği yeri daha önce görmemiş miydi? Buradan anlaşılan, sarh yapı değil döşemedir. Yani döşenmiş odadır. Anadolu’da hemen hemen bütün evlerde misafir odaları vardır. Misafir odaları en lüks odadır ve en temiz şekilde kullanılır. Misafir odası ev sahiplerinin sosyal durumlarını ifade eder. Sarh ise hükümdarın sadece koltuğunu değil odasını da gösterir, oradaki döşenme şeklini gösterir. Bu sarh Melikeye ithaf edilmemiştir. Çünkü onun sarhından farklıdır. “Sarha gir” dendiği zaman “Sarayın içine gir” denmiş olur, sarayı daha önceden görmüş olur ama mefruşatını görmemiş olur. Bu şekilde düşündüğümüzde arş koltuk değil saray olmuş olur. Sarayı dışarıdan görmüş, bir de “İçeri gir” diyorlar. Böylece arşın saray mı koltuk mu olduğunu daha anlamış değiliz. Arşın içine giriyor ve arşın içindeki sarhı görüyor.
- فَ harfi (فَلَمَّا) neyi ifade ediyor? Sarh dışarıdan görülüyor mu?
Sarh saray değil de sarayın içindeki döşenmiş alanlar olduğu için dışarıdan görülmüyor, girince görüyor. فَ harfi görme ile döşemeyi birbirine bağlıyor.
- حسبkökünü irdeleyiniz.
حِسْبَةokun atıldığı yayın bulunduğu silahın adıdır. Bugünkü mavzerin karşıtıdır. Onun üzerinde nişan alma yeri vardır. Bu nişan alma çıkıntısına حِسْبَة denmektedir. Mesafeye göre hısbe kaldırılır veya indirilir. Uzak mesafede aşağı indirilir namlu yukarı kalkar, yakın mesafede yukarıya kaldırılır. Taş atarken de kolumuz hesap yapar ona göre yukarıya doğru atar. İşte bundan dolayıdır ki matematiğe hesap denmektedir. Hesap aynı zamanda tahmindir.
- حَسِبَ ile ظَنَّfiillerini karşılaştırınız.
İkisi de aynı manaları taşır. ظَنِينderin kuyudaki sudur. Yukarıdan baktığınız zaman var olup olmadığını görürsünüz ancak her zaman göründüğü halde su çıkmayabilir. Zanda, olup olmama ihtimali vardır; hesapta ise sapma ihtimali vardır.
- Neden ظَنَّتْهُdenmiyor da حَسِبَتْهُdeniyor.
Döşemeyi gördüğü için olup olmadığında değil ne olduğunda tereddüt vardır. Dolayısıyla حَسِبَتْ kullanılmıştır.
- لُجَّةًkelimesini irdeleyiniz.
لُجَّةbataklık demektir. İnsan için “Suya daldı” deriz, eşya için “Battı” deriz. “Batırdı” demeyiz de “Daldırdı” deriz. Gemi için ise “Batırdı” deriz. Bataklık batırmaktan gelir. لَجَّ kelimesi de batma anlamına geldiği gibi derin anlamına da gelir. ل belirliliği, ج ise çekiciliği ifade eder. Batma aşağıya doğru çekilme anlamındadır.
- لُجَّةً neden nekre gelmiştir?
Belli bir su birikintisi sanmıştır. Melikenin bunun, su olmadığını bilmeyecek kadar zayıf görüşlü olduğu söylenemez. Bugün dağlarda yapılan evlerin içine böcekler girmesin diye kapının eşiğine oluk konur içine zehir konur, böcekler içeri giremez. Yahut dışardaki çamurlu ayakları yıkamak için girişte ayakları yıkama olukları konur. Ayakkabısız girildiğinde içinden geçilir ve ayaklar yıkanmış olur. Melike holde gördüğü şeyin böyle bir su olduğunu sanmış ve eteklerini çekmiştir.
- كشفkökünü inceleyiniz.
كَشَف Türkçede kâkül dediğimiz saç örgüsüdür. Alın üzerine düşülmesin diye yukarıya bağlamak, alnı açığa çıkarmak ‘keşfetmek’ demektir. Sonra elbiseyi açma anlamında كَشْف kelimesi kullanılmıştır. Örtüyü kaldırma anlamındadır. Bilinmeyenleri bilinir hale getirmek de keşiftir. ك oluşu, ش titreşimli sıçramayı, ف ise ayrılmayı ifade eder.
- كشف köküne eş kök bulunuz.
Kur’an’da geçen kelimeler çifttir. Kavram bakımından ya eşleri vardır yahut karşıtları vardır. Misal olarak “salat” ile “zekât” birbirinin eş kelimeleridir.
Acaba “keşif” kelimesinin eşi veya karşıtı nedir?
Bunu bulmak için 20 defa geçen كشفkökünü Kur’an’da incelememiz gerekir. كشف kökü مسكile geçmektedir. Mesk edilen kötülük keşf olarak giderilmektedir.
- سَاق(سَاقَيْهَا) kelimesini irdeleyiniz.
İnsanın ayaklarına رِجْل denmektedir. Kalçaya kadar olan kısmını içerir. سَاق ise dize kadar olan kısmını içerir. “Eteklerini çekti” demiyor da “Bacağını açtı” diyor. Çünkü gaye eteklerin ıslanmaması değil ayakların yıkanmasıdır. Çamurlu ayaklarla köşke girilmemektedir. “Ayaklarını aç” demiyor, demek ki çıplak ayaklı imiş. Sıcak memleketlerde ayaklar giyinerek değil giyinmeden yaşanır. Bunlarda da durum böyleymiş.
- صَرْحٌkelimesi neden nekre gelmiştir?
Sarh kelimesi döşeme veya mobilya kelimeleri ile ifade ettiğimiz yerleşme düzenini gösterir. Bugün üniversitelerde bunun mimarisi okutulmaktadır. Binaların yapısı gelecekte hep aynı olacaktır. 100 lojmanlı işyeri apartmanları aynı betonarme karkası içerecek. İç bölmeler ve iç bölmelerdeki düzenlemeleri, dolapları, koltukları, masaları zevkine göre herkes ayrı ayrı düzenleyecektir. İnsanlar arasındaki yarış bu düzenleme içinde olacaktır.
Süleyman Peygamber’in mobilyası Melikenin mobilyasından farklıdır. Onun için buradaki sarh kelimesi nekre olarak geçmiştir. Daha önce marife olarak geçen kelime burada nekre olarak geçmiştir. Kural olarak bu sarh farklı olmalıdır. Ancak söyleyen başkası olduğu için burada ona göre nekredir. İlk söyleyenlere göre de marifedir.
الصرح ı açıklamak için sıfatı ile beraber gelmiştir ve İnnenin haberi olduğu için nekre gelmiştir. Buradaki nekre Sarh ilk sarhın özelliğini göstermektedir. Onun için nekredir. (Lütfi Hocaoğlu)
- مرد kökünü irdeleyiniz.
مَرَد üstünde ot bulunmayan çıplak topraktır. Sakalsız kimsedir.
Kur’an’da مرد 5, مرر 35 defa geçer. Toplam 40 (23*5) eder. مsuyu, enginliği, ر tekrarı, دise duvarı, çevreyi ifade eder. مُمَرَّد cilalanmış parlatılmış demektir. Döşemenin ayna gibi parlatılmış olduğunu ifade ediyor.
- قَوَارِيرَkelimesini irdeleyiniz.
قَارُورَةbuz demektir. Türkçede “kar” olarak geçmektedir. Sıvı hal’de hareketli iken donarak hareketsiz hale gelme durumudur, katılaşmadır. Sonraları bir merkez etrafında titreşerek hareket etmeye “karar” denmiştir. Belli bir çevre içinde hareket etmekte ama merkezden kopmamaktadır. قَوَارِيرَ‘donmuş’ demektir. Kristal anlamındadır. Maddeler gaz veya sıvı halinde bulunurlar, bir de katılaşırlar. Katılaşma düzgün şekilde olmuşsa buna ‘kristal’ denir. Düzgün şekilde olmamışsa ‘katı’ denir.
- قَوَارِيرَçoğuldur, ne anlama gelir?
مِنْرَجُلٍderseniz, erkeklerden birini kastetmiş olursunuz. مِنْرِجَالٍ derseniz, erkeklerden oluşmuş belirsiz erkek topluluklarından biri anlamında olur. قَرّkelimesi su molekülünü ifade eder. قَوَارِيرَ ise moleküllerin özel bir şekilde dizilişini gösterir. Kristalleşen yapı ayna gibi yansıtıcı değildir. Cilalanırsa, zımparalanırsa kristaller aynı düzleme getirilince ayna gibi yansıtıcı hale gelirler.
Burada Süleyman özel bir teknolojiyi anlatmaktadır. Böylece onların teknolojisinin de üstüne çıktığını ifade etmektedir. Süleyman Melikeye “Teknoloji üstünlüğünüzden dolayı bize tahakküm etmeniz yanlıştır. İşte biz bazı konularda sizi geçmiş bulunuyoruz.” demiş oluyor.
- قَوَارِيرَneden gayrı munsariftir?
قَوَارِيرَ çoğulun çoğuludur. يolmadan قَوَارِرَşeklinde olunca da çoğuldur. Bir illet iki illet haline geçmiştir. Müntehü’l cüm’u sıygalarında ikinci illet olmadan gayrı munsarif olur.
- قَوَارِيرَ neden çoğuldur?
Kar/ قَرّ kelimesi kar parçacığını ifade eder. Çok özel bir şekli vardır. “Buz” ise bunların özel bir şekilde birleşerek katılaşması anlamındadır. Buz karın çoğulu olarak ifade edilmiştir. Bundan dolayı قَوَارِيرَ çoğul olmuştur. Bu yalnız su için geçerli değildir, herhangi düzgün katılaşmış bir cisim için de geçerlidir.
- Döşeme cam olabilir mi?
Cam kendisi şeffaf olduğu için yüzeyi, ışıkları yansıtmaz. Dolayısıyla cam olamaz.
- Ayna olabilir mi?
Ayna cilalanmadan yapıldığı için ayna da olamaz. مُمَرَّدdeğil.
- Mermer olabilir mi?
Mermer olabilir. Ancak bütün yüzeyi kaplayan bir mermer bulmak zor olduğu için mermer de olamaz.
- Neden قَالَتْ‘den önce وَ yoktur?
Karşılıklı konuşma olduğu için arada وَ harfi gelmemiştir. Aslında Melike Süleyman’a diyor ki: Tamam ben senin ittifak teklifini kabul ettim ve artık ben senin müttefikinim. Artık sana cevap vermiyorum. Rabbime teslim oluyorum. Seninle beraber eşitlik içinde cümlemi ifade ediyorum.
Süleyman يَأْتُونِي مُسْلِمِينَdemişti. “Müslim olarak gelirler” demişti, “Müslim olurlar” dememişti. Yani “Bana teslim olarak değil, Allah’a teslim olarak bana gelin.” demişti.
İlk okuduğumuz zaman kurallara göre yorumlamazsak ifade sanki “Bana teslim olun” demiş gibi olur. Ama buradan açıkça anladığımıza bakarak, gerisin geriye gider tekrar olarak okursak, يَكُونُوا مُسْلِمِينَ dememiş يَأْتُونِي مُسْلِمِينَ demiş, böylece ittifak ile istimlak arasındaki farkı açıklamış olmaktadır.
- Kime söylüyor?
Süleyman’a duyuruyor ama Allah’a söylüyor. Süleyman’ın şehadetinde Rabbe söz veriyor.
- “Rabbim” diyor, “Rabbimiz” demiyor; neden?
Herkes kendisinden sorumludur. Kendisi Rabbe teslim olmaktadır. Süleyman da Rabbe teslim olmaktadır. İmam olarak bu teslimiyeti birlikte yapmaktadırlar. Kimlerin onların arkasında oldukları onları ilgilendirmez, onun için “Ben” diyor.
Eğer iki topluluk bir araya gelip beraberce namaz kılacaklarsa topluluklar karışmazlar. Birinci olanın cemaati solda, ikinci olanın cemaati sağda durur. İmamın arkasında ikinci imam durur, böylece beraber namazlarını kılarlar. Kıyas ikinci imamın sağında durmasıdır. Birer adım ilerde dururlar, aynı hizada saf yapılır. Peygamber ile Ebu Bekir birlikte namazı böyle kıldılar.
- إِنِّيkelimesi ne mana taşır?
إِنِّيde إِنَّ‘den sonra ‘ben’ manasında يharfi gelir. Fethadan sonra ي olduğu için de araya birleştirici نharfi (vikaye nunu)gelir. ضَرَبَنِي‘de olduğu gibi söylenir. إِنَّنِيolarak da söylenir. Bunda 3 tane ن yan yana geldiği için 1 tanesi düşer. Kur’an’da her iki söyleniş de vardır. إِنِّي sürati ifade eder yani üçüncü harfi söylemeye vaktim yok demektir. Acilen Rabbe teslim oluyorum manasındadır.
- كُنْتُ ظَالِمًا demiyor, neden?
“Ben nefsime zulmettim” diyor, “Zalim oldum” demiyor. Çünkü sadece Süleyman’ın barış davetine icabet etmemesi hususunda zulmetmiştir. Yoksa başka bir zulüm yapmış bir kimse değildir. İttifaklara katılmamak hükümdarlar için kendilerine zulümdür.
Kuzey Amerika, Güney Amerika, Afrika, Avrupa, Çin, Hint, Avustralya ve Adalar ittifaklar içinde olmalıdır. Orta Doğu ayrı ittifak olabilir veya Avrupa ittifakında yer alabilir.
Devletler ittifaklar içinde olmalı, insanlık da ittifakın ittifakı içinde olmalıdır. İttifaklara katılmayan devletlere karşı ittifak olmalıdır. Bu ittifakları devlet başkanları yaparlar, halk eğer ittifaka katılmıyorsa başkan başkanlığı bırakır.
- Nefse zulüm nedir?
İçki içmek nefse zulümdür. Sözde durmamak nefse zulümdür. Hakem kararlarına uymamak nefse zulümdür. Hakem kararlarına uymayanlara karşı devlet güçlerinin hatta herkesin silah kullanma hakkı vardır. Hakem kararlarına uymuyor demek hakemliği kabul etmiyor demektir. Hakemler de onları korumaz. Dolayısıyla onun güvenliği kaybolur. İdamına karar verilen kimse hakem kararlarına uyar, teslim olursa asılır ama bütün hakları korunur, İslam mezarlığında gömülür, cenazesi kılınır, mirası taksim edilir, nüfus kayıtlarından adı silinmez. Ama teslim olmazsa silahla öldürülür, namazı kılınmaz, İslam mezarlığında gömülmez, malları miras değil ganimet olur ve nüfus kayıtlarından silinir. Yine kendisine zulmetmiş olur.
- وَأَسْلَمْتُnereye atfetmektedir?
Nefsime zulmettim/ظَلَمْتُ نَفْسِيatfedilmektedir. Fiil cümlesi fiil cümlesine atfedilmektedir.
- Neden وَإِنِّي demedi?
Hemen teslim olmayı ifade etmek için.
- مَعَ سُلَيْمَانَneyi ifade ediyor?
مَعَberaber demektir. Aynı zamanda eşitlik demektir. “Ona hükmederek değil, ona teslim olarak değil, onunla beraber eşitlik içinde sana İslam olduk.” demiş oluyor. Böylece ta baştan beri açıkladığımız istimlak ile ittifak arasındaki fark açıkça burada teyit ediliyor.
Süleyman ile Belkıs arasındaki kıssa bize bu farkı anlatmak için dile getiriliyor.
Bugün istimlak yoluyla birlikler sağlanıyor. Ortaklık düzeninde ise ittifak yoluyla birlik sağlanacak. Ekonomide de bugün işçilik sistemi yoluyla birlik sağlanıyor, gelecekte ortaklık sistemi yoluyla sağlanacak.
- لِلَّهِ ‘daki لِnedir?
Buradaki اللَّهِkelimesi âlemlerin Rabbi olan Allah’ı değil de O’nun yeryüzündeki halifesi olan insanlığı ifade etmektedir.
Süleyman ve Belkıs insanlıkla barışmaktadırlar. Savaşla değil, barış içinde hakemler yoluyla sorunlarını çözeceklerini ifade etmektedirler.
O halde devletler ittifaklar kuracaklar ancak bu ittifaklar insanlık içinde ittifakların müttefiki olarak ittifaklarını sürdürecekler.
- رَبِّyi neden tekrar ediyor?
“Rab” terbiye eden demektir. İnsan bebek olarak doğar, ölünceye kadar eğitim içinde olur ve Allah insanı bu şekilde yaşatır. Bunun yanında topluluklar oluşur ve topluluklar da bir bebek gibi doğarlar, gelişirler, yaşlanırlar ve ölürler. Toplulukların Rabbi kendisine insanlığı halife yapmış ve onların terbiyesini ise dayanışma ortaklıklarına vermiştir. Yani Allah kendisi Rab olarak insanları fert olarak yetiştirmekte bir de toplulukları kendi iradeleri içinde oluşturmaktadır. Farklı Rab olarak tezahür ettiği için رَبِّtekrar edilmiştir. Birincisi alemlerin Rabbidir, ikicisi ise insanlık içindeki teşkilattır.
- Kendisinin Rabbi ile alemlerin Rabbi farklı mıdır?
Rab bir tanedir ama ikisinin ayrı ayrı Rabbidir. Farklı şekilde terbiye etmektedir. Birisinde hem marangoz hem duvarcı olabilir, birisinde marangoz olarak iş yapar, diğerinde duvarcı olarak iş yapar. Allah’ın Rab olarak tezahürü de böyledir.
- İçtihat ve icmayı, yerinden yönetim ile merkezi yönetimleri karşılaştırınız.
Bir kabın içine su koyarsanız üzerine de çay koyarsanız çayın molekülleri bütün bardağı kaplar ama bardağın dışına çıkamaz. Çay molekülleri bardak içinde serbesttirler ama bardağın dışına çıkamazlar. Bardak topluluktur. Nasıl her çay içenin ayrı bardağı varsa her topluluğun da ayrı şeriatı vardır. Şeriat içtihat ve icmalardan oluşur. İcma demek herkesin kabul ettiği ortak kurallar demektir. Kimse bu kuralların dışına çıkamaz. İçtihat ise herkesin kendisi için kabul ettiği kurallardır. İcmanın içinde kalmak şartıyla herkes kendi içtihadına göre istediğini yapabilir. Buradaki iki Rab içtihat ve icmada ayrılıyor.
GENEL YORUM
- يَاأَيُّهَا الْمَلَأُifadesi Kur’an’da kaç defa geçer?
Mısır’ın Meliki meleine diyor.
Firavun meleine diyor.
Sebe’nin melikesi meleine iki defa diyor.
Süleyman yanındakilere bir defa diyor.
Tamamı 5 yerde geçmektedir.
- Bugüne gelirsek, günümüzde Belkıs ve meleini kimler temsil eder?
“Arş” kelimesini tahlil ederken iki mana vermiştik. Biri koltuk veya saray; her ikisi de iktidarı göstermektedir. Aynı zamanda teknolojiyi göstermektedir. Bugünkü uygarlığın hâkimi Silah (devlet) ile Sermaye’dir. Gerçekte her ikisi aynı ellerdedir. Sermaye ve Sermaye’nin dayandığı Masonlar Belkıs’ı temsil ederler.
- Bugün Süleyman ve meleini kimler temsil eder?
Sermaye ve Silah şimdiye kadar dine karşı cephe almış ve Allah’tan başka putlara ibadet etmeyi yaygınlaştırmaya çalışmışlardır. 20. yüzyıl bununla geçmiştir. Buna karşı Allah’a inanmış olan 4 büyük din mensupları direnmişler, mağlubiyet içinde direnmişlerdir. 21. yüzyılın başında direnecek güce ulaşmışlardır ve şimdi onun çatışması yapılmaktadır. Biraz sonra Belkıs gibi bunlar da teslim olacaklardır.
- Ortaklık uygarlığı nasıl gelecek?
Semt kooperatifleri kurulacak. Bunlar ortaklık Ar-Ge merkezini kuracaklar. Bu kooperatiflerde üçüncü binyıl uygarlığı için Ar-Ge çalışmaları yapılacaktır. Semt kooperatifleri bu Ar-Ge merkezlerinin oluşturduğu ilmi, ahlaki, mesleki ve siyasi kuruluşları örnek olarak semt kooperatiflerine sunacaklar. Semt kooperatifleri bunları uygulayarak önce halk üçüncü binyıl uygarlığına, ortaklık uygarlığına geçecek, sonra makroda Sermaye ve iktidarlar bu uygarlıklara göre değişecektir. Kendisi halka uyacaktır. Yani üçüncü binyıl uygarlığını iktidarlar değil, halklar kuracak. Halk iktidara değil, iktidar halka uyarak uygarlaşma sağlanacaktır.
- Bugünkü صَرْح, مُمَرَّدve قَوَارِيرnedir?
صَرْح, مُمَرَّدve قَوَارِيرfiziki birer kavram olarak ortaya çıkmaktalar. Ancak topluluğun yapısı içinde صَرْحvardır, مُمَرَّدvardır, قَوَارِيرda vardır.
صَرْح, düzenleme demektir, planlama yapıp ona göre imar etme demektir.
مُمَرَّد, yontulmuş kısıtlanmış anlamında olup projede verilen değerlere göre yeryüzünü imar etmek demektir.
قَوَارِيرise kurallara göre yani şeriata göre bu plan ve projenin uygulanması demektir.
Kelimelere uygulama yapıldığı alanda uygun manalar verilir.
Kur’an kelimeleri matematik formülleri gibidir, aynı kurallar değişik yerlerde değişik alanlara uygulanır.
Öz Türkçe ile:
“Ona ‘köşke gir.’ dendi. Onu görünce onu göl sandı, baldırlarını açtı. (Süleyman) ‘Öztaştan parlatılmış köşktür.’ dedi. O (Melike) da ‘Ben kendimi ezen biri oldum. Süleyman ile beraber herkesin yetiştiricisi Allah ile barıştım.’ dedi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ona ‘Sarha duhul et’ diye kavl edildi. Onu rey edince, onu lücce hesap etti ve iki sakını keşf etti. (Süleyman) ‘O, kavarirden olan mümerred bir sarhtır’ diye kavl etti. (Melike) ‘Rabbim, ben nefsime zulmettim ve Süleyman ile beraber alemlerin Rabbi Allah’a islam oldum.’ diye kavl etti.”
قِيلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَ فَلَمَّا رَأَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَا قَالَ إِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَارِيرَ قَالَتْ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي وَأَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمَانَ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ(44)
İstanbul, Yenibosna; 17 EKİM 2020
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan Adil Düzen Çalışanları:
Yazar REŞAT NURİ EROL
AYŞE AYDIN
Ecz. TAYİBET ERZEN
Doç. Dr. SÜLEYMAN AKDEMİR