KASAS SÛRESİ - 16. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ جَعَلَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ النَّهَارَ سَرْمَدًا إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُمْ بِلَيْلٍ تَسْكُنُونَ فِيهِ أَفَلَا تُبْصِرُونَ (72) وَمِنْ رَحْمَتِهِ جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا فِيهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (73) وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ (74) وَنَزَعْنَا مِنْ كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا فَقُلْنَا هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ فَعَلِمُوا أَنَّ الْحَقَّ لِلَّهِ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ (75)
***
قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ جَعَلَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ النَّهَارَ سَرْمَدًا إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُمْ بِلَيْلٍ تَسْكُنُونَ فِيهِ أَفَلَا تُبْصِرُونَ (72)
QUv Ea RaEaYTuM EiN CAGALa elLAHu GaLaYKuMu elNaHARa SaRMADan EiLAy YaVMIı eLQıYAvMati MaN ELAvHun ĞaYRu elLAHi YaETIyKuM BiLaYLın TaSKUvNUv FIyHıy EaFaLAv TuBÖıRUvNa
“Kavil et: Rey ettiniz mi, Allah neharı üzerinize kıyamet yevmine dek sermed olarak ca’l etse içinde sükûnet bulacağınız leyli Allah’tan gayrı hangi ilah ityan edecektir? İbsar etmeyecek misiniz?”
قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ جَعَلَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ اللَّيْلَ سَرْمَدًا إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُمْ بِضِيَاءٍ أَفَلَا تَسْمَعُونَ (71) |
قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ جَعَلَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ النَّهَارَ سَرْمَدًا إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُمْ بِلَيْلٍ تَسْكُنُونَ فِيهِ أَفَلَا تُبْصِرُونَ (72) |
قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ جَعَلَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ اللَّيْلَ سَرْمَدًا إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُمْ | بِضِيَاءٍ | | أَفَلَا تَسْمَعُونَ |
قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ جَعَلَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ النَّهَارَ سَرْمَدًا إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُمْ | بِلَيْلٍ | تَسْكُنُونَ فِيهِ | أَفَلَا تُبْصِرُونَ |
اللَّيْلَ-النَّهَارَ بِلَيْلٍ-بِضِيَاءٍ أَفَلَا تَسْمَعُونَ-أَفَلَا تُبْصِرُونَ |
قُلْ-إِنْ رَأَيْتُمْ-جَعَلَ يَأْتِيكُمْ-تَسْمَعُونَ سَرْمَدًا-إِلَهٌ الْقِيَامَةِ-اللَّيْلَ يَوْمِ-غَيْرُ اللَّهِ- ضِيَاءٍ مَنْ- عَلَيْكُمُ لَا-إِلَى بِ-فَ أَ-أَ قُلْ–تَسْكُنُونَ رَأَيْتُمْ-جَعَلَ يَأْتِيكُمْ-تُبْصِرُونَ سَرْمَدًا-إِلَهٌ الْقِيَامَةِ-النَّهَارَ يَوْمِ-غَيْرُ اللَّهِ-ليْلَ مَنْ-عَلَيْكُمُ لَا-إِلَى بِ-فَ أَ -أَ إِنْ - فِيهِ |
(1+2+2+2+2+2+2+2)+(2+2+2+1)=15+7=22=2*11 (2+2+2+2+2+2+2+2)+(2+2+2+2)=16+8=24=16+8 |
QVL-EiN REY-CGL ETY-SMG SRND-ELH QVM-LYL YVM-ĞYR, elLAH-WYE MaN GaLaYKuM LAv-EiLAv Bi-Tıy |
قُلْ – تَسْكُنُونَ رَأَيْتُمْ- جَعَلَ يَأْتِيكُمْ- تُبْصِرُونَ سَرْمَدًا- إِلَهٌ الْقِيَامَةِ- النَّهَارَ يَوْمِ- غَيْرُ للَّهِ- ليْلَ مَنْ – عَلَيْكُمُ لَا- إِلَى إِنْ - فِيهِ |
QVL-SKN REY-CGL ETY-BÖR SRMD-ELH QVM-NHR YVM-ĞYR elLAH-LYL MaN-GaLaYKuM LAv-EiLAv EiN-FIyHiy |
- Burada bundan önce geçen ayetin benzeri ayet tekrar edilir, sadece birkaç kelime değiştirilir. Karşılaştırılanlar nelerdir?
Bu iki ayette gece ile gündüz karşılaştırılır. İki ayette geçen ortak bir kelime vardır, o daسَرْمَدًا ‘dir. سَرْمَدًا Kur’an’da iki defa yalnız bu ayetlerde geçer. O halde bu iki ayette karşılaştırılan gece ile gündüzün سَرْمَدًا olmasıdır. سَرْمَدًا kelimesini daha önce incelemiştik.
Bugünkü fizikte enerji kuantumu dediğimiz varlığın adı سَرْمَدًا‘dir. Güneş’te hidrojen içinde depolanmış bulunan سَرْمَد dengeli bir şekilde yola çıkar, tüm kâinatı dolaşır, sonra tekrar Güneş’e dönmüş olur. Ne var ki bu arada kâinat genişler, dolayısıyla bir daha geri dönmesi mümkün değildir. Einstein der ki “Sonsuzu görseydim ensemi görürdüm”. Söylediği doğrudur. Ancak kâinat ışık hızıyla genişlediğinden ışık için yol, hızının iki katı mislinde büyür. Dolayısıyla enseyi görmek mümkün olmaz.
سَرْمَد bu özelliğinin yanında hidrojenden ayrılıp yola çıktığı zaman maddelere rastlar. Onlar tarafından kimyasal enerji olarak depolanır. Güneş’teki depolanmanın aksine daha ağır elementler tarafından depolanır. Böylece enerji kullanılır hale gelir. Fizikçiler buna ‘entropinin büyümesi’ derler, biz de ‘faydalı enerjinin kullanılması’ deriz. Bu sayede yeryüzünde denizler buhar olup bulut olur, bulutlar yağmur olur, canlılar bunları kullanarak yaşarlar. İşte Kur’an bu ayetlerde varlığın temeli olan bu sermedi açıklar. Her şey sermedin değişik şekilde oluşmasından ibarettir.
- Her iki ayet قُلْ ile başlar, aralarında atıf harfi yoktur, nasıl yorumlarsınız?
Bu sure 20. yüzyıldaki büyük inkılabın, işçilikten ortaklığa geçme inkılabının anlatıldığı üç sureden biridir. Son suredir. 20. yüzyılın bir özelliği vardır: İnsanlar her şeyi bilmezlerse de neyi bilmediklerini bilirler. 4 ve 5 boyutlu uzaylar, enerjinin ve maddenin sayısal yapıları bilinir. İnsanlar Güneş enerjisini kullanarak bir canlının bedenini oluşturamazlar, basit bir şekli bile imal edemezler ama bitkilerin şekeri nasıl imal ettiklerini bilirler. Bu bakımdan insanların bilimdeki yükselişi zirveye ulaşır. Bundan sonra da bilecekler, bundan sonra da yararlanacaklar ama bilmenin en büyük hız kazandığı dönem 20. yüzyıldır. 20. yüzyıl ilimlerini bilenler Kur’an’ı ve kâinat yapısını tam kavrayabilirler.
Bu surede bu iki ayetle kâinat yapısının temeli olan kanunlara işaret edilir.
Enerji sakımı, maddenin sakımı kanunları, entropinin büyümesi ve kâinatın cüzün la yetecezza’lardan yani kuantumlardan yani sayılardan ibaret olduğu kanunları bu ayetlerde anlatılır.
- Buradaki قُلْ emirleri kime verilir?
قُلْ kelimesi Kur’an’ı tebellüğ edip tebliğ etmekle görevli olan herkese emir olarak söylenir. Ne var ki 20. yüzyıla kadar insanlığın ulaştığı ilmi seviyede bunları söylemenin fazla etkisi yoktur. 20. yüzyılın ilimleri bütün bu doğa kanunlarını ortaya koyar. Bunu ortaya koyanlar da şeriat ehli değil şeriata karşı çıkanlardır.
Bugün şeriatı kabul edenlere, içtihat ve icmalarıyla şeriatı kavramış olanlara Allah o “Münkirlere de ki” der; sizin bulduğunuz doğa kanunları ne diyor? Kâinat böyle yaratılmasıydı bu düzen olur muydu? Bugün bu doğa kanunları değişse bunu düzeltebilecek biri var mı? Yeniden var etmek şöyle dursun, herhangi bir doğa kanununu değiştirme gücü olan biri var mı? Dolar bunları yapabiliyor mu? Çoğunluk oyu bunu sağlayabiliyor mu? “Sorun” diyor.
Demek ki bu قُلْ emri ile bugün Kur’an seminerlerini takip eden sizlere emredilir. Kur’an’ı müspet ilimlerle açıklama görevine talip olanlara söyler.
Bu sözleri hamaset olarak söylemiyorum. Müspet ilmin verileri içinde söylüyorum. Bu ayetleri ona göre yorumluyorum. Siz de ona göre anlıyorsunuz.
- Kime söylenir?
20. yüzyılın başlarında Sermaye ile siyaset işbirliği içinde el ele vermiş, biri silahıyla diğeri parasıyla şeriata cephe almışlardı. Küfürde her iki taraf yarış içindeydi. Biri aç ve yoksul bırakarak Tanrı’ya inanmanın manasızlığına zorluyordu. Diğeri ise silahla insanları Tanrı’ya inanmaktan caydırmaya çalışıyordu. Aradan yüzyıl geçti. Sovyetler resmen yıkılmış, Kapitalizm de gücünü kaybetmiştir. 21. yüzyılda yani üçüncü binyılda insanlık yeniden şeriat anlayışına doğru yönelmiştir. 20. yüzyılın son yarısı şeriatın yeryüzüne hâkim olması çabalarında başarıya ulaşmaya başlamıştır. Böylece Kur’an’ın dedikleri olmaktadır.
- Her ikisi de أَرَأَيْتُمْ ile başlar, fiili mazi getirilir, nasıl görürler?
Bundan bin sene evvel hatta 200 sene evvel daha da ileri giderek diyebiliriz ki, 1960’tan evvel insanlar bu gerçekleri bilmiyorlardı. İnsanlar ancak 20. yüzyılın son yarısında bu bilgilere sahip olmuşlardır. Bilgisayarları keşfetmişlerdir. Bir başka deyişle 20. yüzyıldan sonra bunları görmüşlerdir. Onun için أَرَأَيْتُمْ der. “Gördünüz ya” der. “Daha neyi inkâr edersiniz” der. Yani burada fiilin mazi olması bu hitabın 21. yüzyıl insanına olduğuna işarettir.
- Soru hemzesiyle söylenir, ne kastedilir?
Onlar bu gerçekleri bizden önce kendileri bulmuşlardır. Allah öyle ayarlamış. İtiraz etmelerine imkân kalmaması için ilmin son meyvelerini onlara nasip etmiştir.
Aslında ilim Mezopotamya’da başlar, özellikle kıyas delilini insanlığa öğreten 1. Kur’an uygarlığı sayesinde bugün varılan müspet ilme ulaşılır. 1. Kur’an uygarlığını oluşturanlar tohumları toprağa atarlar, bakarlar, büyütürler, tam meyve vereceği dönemlerde İslam âlemi çalışmayı bırakıverir, Batı dünyası bunlara sahip çıkar. Bu da takdiri ilahidir. Onlara meyveyi toplama fırsatını vererek onlar için ve insanlık için Kur’an’ın ilahi bir kitap olduğunu gösterir.
Bütün bunlar Kur’an mucizesinin ortaya çıkması için Allah’ın takdiridir.
- “Allah ca’l etseydi” demez de “Sizin üzerinize ca’l etseydi” denir; buradaki “sizin üzerinize” ile neyi ifade eder?
Kâinat insanlar için var edilmiştir. Yeryüzü insanlar için kılındığı gibi canlıların görevi de insana hizmettir. Doğa kanunları öyle ayarlanmıştır ki yeryüzü canlıların yaşayacağı biçimde var edilmiştir. Canlılar da o şekilde var edilmişlerdir ki irade sahibi olanlar isterlerse barışı isterlerse savaşı seçebilen kimseler olsunlar. Her şey insanların yaşaması için düzenlenmiştir.
Bu düzenin bozulması insanlığın ve insanların aleyhinde olacağı için عَلَيْكُمُ kelimesi getirilir. İnsanlar isyan edince eğer Allah sabırlı olmasaydı Ğafur ve Rahim olmasaydı gece ile gündüzden birini سَرْمَد kılardı. O zaman insanlığı kim savunacaktı?
- Daha önceki ayette “leyl”den, şimdi “nehar”dan bahseder; leyl ile neharı karşılaştırınız.
Leyl/لَيْل kelimesinin etimolojisi şöyledir: Suların taşıdığı madde zerreler denize yaklaştıkları zaman durgunlaşan su ihtiva ettiği madde parçacıklarından bir kısmını yatağında çökertir. Buna لَيْل denir. Bir kısmı ise suda erimiş olarak denize kadar gider. Buna da نَهَار denir. Bu suyun adı نَهَر olur. Bu oluşa benzetilerek gecenin adı لَيْل, gündüzün adı نَهَار olur. Nehir ve neharın aynı kökten gelmiş olması bu açıklamaları teyit eder.
Kur’an’da da لَيْل ve نَهَار kelimeleri gece ve gündüz anlamında kullanıldığı gibi madde ve enerji kavramlarının karşılaştırılmasında da zikredilir.
Kur’an Arapçası Kur’an’ın söylenebilmesi için Allah tarafından geliştirilmiş bir Arapçadır. Yani Kur’an Arapçaya göre yazılmamış, Arapça Kur’an’ın yazılabilmesi için gerekli dil olarak oluşturulmuştur. Bu bir varsayımdır. Bu varsayımı kabul etmediğiniz takdirde Kur’an’ın ayetlerini günümüz sorunlarını çözecek şekilde açıklayamazsınız.
Şimdi biz bu varsayımları kabul ederek açıklamalar yapıyoruz ve Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası’nı ortaya koyuyoruz. Eğer varsayımımız doğruysa anayasamız da doğrudur ve uygulayanlar zafere ulaşacaklardır. Yok, varsayımımız yanlışsa, diğer fani görüşler gibi Adil Düzen de bir masal olarak unutulup gidecektir.
Demek ki bu seminerler aynı zamanda Kur’an’ın ilahi söz olup olmadığını kanıtlayacaktır. Akevler seminerleri başarısızlığa uğrayabilir ama mutlaka bir yerde yapılan Kur’an seminerleri başarıya ulaşacaktır.
- Neden leyli nehara takdim eder?
Leylin olmaması halinde hayat kısmen de olsa devam edebilir, gerekli tedbirler alırsınız, kendiniz leyl saatlerini oluşturabilirsiniz. Ama nehar olmadığı zaman hayatı sürdürmeniz mümkün değildir yahut daha zordur. Bugün için mümkün değildir ama ileride hidrojen enerjisinden yararlanabildiğimiz zaman belki de hayat mümkün olacaktır.
Usulde bir kaide vardır, karşılaştırmalarda basit olanlar önce, şiddetli olanlar sonra zikredilir, böylece gelişme ve değişme kötüden, bozuktan iyiye doğru gider.
Burada da bu kurala uyulmuştur.
- سَرْمَد ne demektir?
سَرْمَد kelimesinin iki manası vardır.
Birincisi; simit üzerinde dolaşan bir karınca yolu hiçbir zaman bitiremez, yolun sonu gelmez. Aynı zamanda bu yolun eski yolun aynısı olması da gerekmez. Matematikte ispatlanmıştır ki daima mevcut sayılardan farklı sayı bulunabilir. Sonsuz sayı olduğu gibi sonsuz sayı çeşidi de vardır. Periyodiktir ama sonu yoktur. سَرْمَد kelimesinin bir manası budur.
İkinci manası ise, سمد‘den değil de سرد’den gelmiş olmasıdır. Birbirinin peşinde ama birbirinin aynı olmayan diziyi ifade eder. Ahiret kavramını da böyle anlamalıyız. Cennette periyod olma durumu vardır. Bir dönem başlayıp biter, sonra ikinci dönem başlar ama dönemler bitmez.
- Leyl ve nehar nasıl سَرْمَد olabilir?
Leyl ve neharın سَرْمَد olması kıyamete kadar ya hep gündüz yahut hep gece olması demektir. Gece ile gündüzün art arda gelmesi hayat için şarttır. Canlılardaki biyolojik yapı ancak gece ile gündüzün var olması ile mümkün olur.
Güneş’te hayat olduğunu bir makalemde anlatmıştım. Orada gece ile gündüz nasıl olur? Bu hususta bir araştırma yapmadım ve bilgi sahibi değilim. Araştırma size düşüyor. Neden gece ile gündüze ihtiyaç olduğu da araştırılacak konulardan biridir. Biyolojide böyle olduğu bilinir ama nedeni bilinmez.
- Burada marife gelen kıyamet/ الْقِيَامَةِne kıyametidir?
Kâinat bir ceviz büyüklüğünde iken patlar, ışık hızıyla büyür. Yıldızlarda depolanan hidrojen enerjisi tükenir. Ayrıca yıldızlar kendi galaksilerinde, merkezlerinde bulunan karadeliklere dökülür. Bütün bunlar bu dünya hayatının sonu olduğunu gösterir. İlahi kitaplar hep bu sondan bahsettiler. Filozoflar bunu inkâr ederler ama 20. yüzyılın ilimleri bunları onaylar. Kur’an buna saat/سَعَة der.
سَعَة yerin başka bir yere çevrildiği, göklerin de yeniden düzenlendiği bir gündür. Yeni düzenlemeden sonra insanlar bulundukları yerlerde yeniden canlanacaklar. Nerede ölmüşlerse orada canlanacaklar. Dört boyutlu uzayda yaşamaya başlayacaklar.
İşte buna “kıyamet yevmi” denir. Marifeli olarak gelince hep o kıyamet günü ifade edilmiş olur. Kıyamet gününde insanlar hesaba çekilir, kimi cennete kimi cehenneme gider. Ona da “ahiret yevmi” denir.
- Neden “kıyamete dek” kaydını koyar?
Her iki ayette “kıyamete dek” kelimeleri ifade edilir. Dünyanın kendi ekseninde dönmesinin durduğunu varsayın, o zaman Yeryüzü bir yönünü hep Güneş’e çevirir, yarısında gündüz, yarısında gece olur. Bir meteorun Ay’a çarptığını ve Ay’ın parçalandığını düşünürsek Yer kendi ekseninde dönmez hale gelir. Güneş’e yakın olan iki gezegen vardır, bunların uyduları olmadığı için kendi eksenlerinde ancak kendi yıllarının içinde bir defa dönerler. Buradan şu ifade edilmiş olur ki kıyamet olmadan da gece ve gündüz uzayıp gider. Bunun için “kıyamete dek” kaydını koyar. Yani bu kıyametten önce de olabilir.
- Burada geçen مَنْ ne anlamdadır?
Buradaki مَنْ soru kelimesidir. Kim anlamındadır. مَنْ kelimesine ismi mevsul olarak mana verilebildiği gibi مَا ile beraber kim ve ne anlamda da kullanılır. Akıllı ise مَنْ akıllı değilse مَا kullanılır.
- İlah/ إِلَهٌ nekredir, غَيْرُ اللَّهِ ise marifedir, غَيْرُ اللَّهِ ifadesinin cümledeki yeri nedir?
غَيْر kelimesinin bir özelliği vardır, marifeye muzaf olduğu halde kendisi marife olmaz. Allah’ın gayrı tek değildir, çoktur. Hepsini içermesi gerekmez. Dolayısıyla ilahın sıfatı olabilir.
- Allah/اللَّهِ kelimesini neden tekrar eder?
Ca’l eden Allah ile leyli getirecek olan Allah’ın gayrı olan ilah aynı ilah değildir. Onların tasavvur ettiği ilah, onların tasavvur ettiği Allah’ın gayrısıdır. Onlar Allah’ı çoğalabilen bir varlık olarak düşünürler. İlahı da O Allah’ın gayrısı olarak kavrarlar. Hâlbuki Allah’ın gayrısının olması mümkün değildir. Allah’ın benzeri yoktur. Dolayısıyla Allah birdir ama sayılabilir bir değildir. Ebu Hanife öyle tarif eder. İşte burada Allah’ın sayılamayan biri olduğuna işaret etmek için اللَّه kelimesi tekrar edilir.
- “Size getirecek” der, gece ve gündüz bizim midir ki bize getirir?
Allah geceyi ve gündüzü canlılar için var etmiştir. Canlıları da bizim için var etmiştir. Dolayısıyla eğer gece gündüz gelir veya giderse bizim için gelmiş ve gitmiş olur.
- Bundan önceki ayette geceyi aydınlatan ziya getirilir, ziyanın yerine burada leyl kullanılır, neden?
Ziya/ضِيَاء kelimesi nurdan farklıdır. İnsan gözü ziyayı alıp onu göremez. Hatta mumu yaktığımız zaman biz mumun yandığı yeri değil onun çevresindeki havanın içinde oluşan nuru yani yansımalarını görürüz. Güneş’in de kendisini değil atmosferini görmekteyiz.
Ziya aydınlanma aracıdır. Işığın üretilmesidir. Leyl ziya ile nur olur. Nehar olmaz. Nehar ziyanın sonucu olarak ortada oluşan nurdur. Leylin içinde nur vardır. Onun için بِنُورٍ demez de بِلَيْلٍ der.
- Bundan önceki ayette ziya tavsif edilmezse de burada “içinde sükûn bulacağınız” ifadesiyle tavsif edilir, neden?
Biz ziyadan iki şekilde yararlanırız. Birincisi, ziya nur olur, ortalığı aydınlatır ve bizim çevremizi görmemizi sağlar. Hatta Güneş’ten çıkan ziya Ay’da nura dönüşür ve biz bu sayede Ay’ı gördüğümüz gibi Ay’ın ışığında yeryüzünü de görmekteyiz.
Ziyanın bize sağladığı ikinci fayda ise bitkilerin yapraklarında kimyasal enerjiye dönüşmesidir. Denizlerde buharlaştırdığı sularda hidrolik enerjiye dönüşür. Dolayısıyla ziyanın karşılığı leyl değildir. Leyl neharın karşıtıdır. Canlılar gündüzleri kimyasal enerjiye çevirir. Onu harcamaya vakitleri yoktur. Geceleyin ise kimyasal enerjiyi harcayarak gereklerini karşılarlar. Gündüzde de gecede de hem üretim hem tüketim vardır ama biri diğerine hâkimdir. Bunun sağlanması için gece ve gündüz hayatına ihtiyaç vardır. Canlıların gerek üretimi gerekse tüketimi yapabilmeleri için periyodik vakitlere ihtiyaçları vardır. Üretme ayrıdır tüketme ayrıdır. Periyodik olmak zorundadır. Bu periyodiğin vakitlerini tayin etmek için zamanı ölçülendiren bir birimin olması gerekir. Bu da gece ile gündüzdür. Değişik saatleri vardır. Canlılar o saatler içinde onları yaparlar. Gerçi biz şimdi saat yapıyoruz. Artık saatle vakitlerimizi tayin edebiliyoruz ama bu saatleri hücrelerimiz ayrı ayrı okuyamaz. Oysa gece ile gündüz saatlerini her hücre ve her canlı kendi DNA’ları içinde okur. Canlıların üretim ve tüketimleri dengeli şekilde yapabilmesi için gece ile gündüze ihtiyaç vardır. Ay’daki hayatın bir zorluğu da buradan gelir.
- “Sükûn” (تَسْكُنُونَ) kelimesini değerlendiriniz.
“Sükûn” sakin olmak demek, yerleşmek demektir.
سِكِّين bıçak demektir. سَاكِن kesilen hayvanın hareketsiz kalması demektir. مِسْكِين bu anlamda yoksul demektir.
İnsan gündüzleri dışarıya etki eder ve dışarıdan etkilenir. Çevresiyle meşguldür. Kendi içindeki işlerle uğraşacak durumu yoktur. Hâlbuki gece olunca dışarı ile olan ilişkiyi sürdüremez hale gelir, artık insan ve bütün canlılar kendi bedenlerine dönerler ve iç işleriyle meşgul olurlar, iç düzenlemelerini yaparlar. Yani gece ile gündüzün yaratılması gibi canlıların bedenleri de bu gece ile gündüze uyarlanacak şekilde yaratılmıştır.
“Sükûn” kelimesi dinlenme manasındadır. Makinalarda bile sürekli çalışma mümkün değildir. Isınır, soğumasını beklemeniz gerekir. Aşınır, tamirini ve bakımını yapmanız gerekir. Tamir ve bakım esnasında makine çalışmaz. Canlı da kendi içişlerini düzenlerken dışarıya karşı iş yapamaz. İşte bu iç düzenlemeye sükûn kelimesi kullanılır. Ayetler insanı merkez alan ayetler olduğu için ziyada içten bahsetmez. Leylde sükûndan bahseder.
- Bundan önceki ayette أَفَلَا تَسْمَعُونَ denmiş, burada ise أَفَلَا تُبْصِرُونَ diyor; uygun olanı orada “basar” burada “sem’” olmalı ama aksi yapılmış, neden?
Ziyadan bahsedince “Siz bu ziyadan yararlanmaz mısınız” demesi gerekirken, “İşitmez misiniz?” der. Çünkü görmek ziya ile olmaz. Görmek nur ile olur. Buna işaret etmek için orada أَفَلَا تَسْمَعُونَ der, burada aynı zamanda gündüz iş zamanıdır gece ise sohbet zamanıdır, manası çıkar. Müzzemmil Suresi’nde “Gece kalk, Kur’an’ı tilavet et, gündüzün işlerin var” demek suretiyle orada bu açıkça ifade edilir. Burada da تَسْمَعُونَ kelimesiyle gece sohbet yapılacağı, gündüz ise çevre görünerek iş yapılacağını ifade etmek için تُبْصِرُونَ kelimesi zikredilir.
- Kur’an’da bunun gibi benzer başka ayetler var mıdır?
Kur’an’da kardeşlerin mirası anlatılırken çocukların mirasına benzetilir ve bu şekilde iki ayetle beyan edilir. Ancak orada kıyası öğretmek için surenin sonunda zikredilir. Başka bir yerde temizlik ayeti olarak zikredilen “ğasl” ile ilgili iki ayet vardır, tamamen tekrar eder. Sadece birinde مِنْهُ kelimesi ziyade kılınarak taşıdıkları farklı manaya işaret edilir.
- Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
- QVL-SKN / سكن-قول
“Kavil etmek” hareket etmeyip sadece cümleleri söylemektir.
“Sükûn” ise hareket etmeyip dinlenmektir.
Gündüzleri iş yapmadan önce yatsı namazında insanlar bir araya gelir, kavil edeceklerini kavil ederler, sükûnet içinde kavil ederler, sonra ertesi gün o kavillere uygun olarak hareket ederler. Buna işaret eder.
- REY-CGL /جعل-رءي
“Rey etmek” demek düşünmek ve karar vermek demektir. İçtihat yapmakta mevcut olan imkânları ona göre yönlendirmek demektir. Biz halk etmiyoruz. Biz ca’l ediyoruz. İçtihadımızla aldığımız kararı organlarımıza emrediyor, organlarımız da çevreyi yönlendiriyor. Kendisi bir şey icat etmiyor. Bu surede bahsedilen madde ve enerjiyi ca’l etme gücü insana verilir. Halikı ise Allah’tır.
- ETY-BÖR /بصر-ءتي
إِتْيَان gelmek demektir veya varmak, بَصَر görmek demektir.
Rey ile basar arasında şu fark vardır: Reyde insan kendisinin ne yapacağını tespit eder, plan ve proje yapar. Sonra o plan ve projeye göre davranışlarda bulunur. Sonra da basar ile sonuçlara bakar. Eğer rey ederken beklediği sonuçlar elde edilmişse reyde isabet etmiş olur. Yok, eğer sonuçlar reyde beklenilene uygun değilse, ona göre reyini yani içtihatlarını değiştirir. Böylece insan devamlı olarak daha iyiye ve daha doğruya doğru yol alır.
- SRMD-ELH / سرمد- ءله
Müspet ilimler neler olduğunu tespit eder, nasıl olduğunu ortaya koyar. Müspet ilmin sınırları buraya kadar varır. Nasıllardan sonra insanlar nedenleri de öğrenmek isterler. Neden gözümüzün üstünde kaşımız var, bunu da mikroda belirleyebiliyoruz. Ama makroya gittiğimiz zaman neden insan var, neden insan yaşamak istiyor? Bunları açıklamamız mümkün değildir. Biz ancak makroda ne olduğunu tespit edebiliriz, neden olduğunu tespit edemeyiz. Bunun dışında yapılanlar belli ama yapan kim? Yapanlar tek midir çok mudur? Bunun tek olduğunu da yapılanlar arasındaki birlik ve uyumla tespit edebiliriz. Yapanın varlığını da tespit ederiz. Çünkü bu işler birisi yapmadan kendiliğinden olmaz ama onun kendisini tespit edip anlamamız mümkün olmaz. Zaten birçok şeyi biz etkisiyle biliriz. Mıknatısı demiri çektiği için biliriz, yoksa kendisini görmemiz mümkün değildir.
İşte, biz kâinatın var edicisine “Allah” diyoruz. Münkirler “tabiat” diyor. Adı değişiyor. Yoksa onların kastettiği tabiat da Allah’tır.
Bütün bunlarda سَرْمَد kelimesiyle اللَّه kelimesi karşılaştırılmaktadır. Allah’ın özelliği başlangıcı ve sonu olmaması yani mutlak sermed olmasıdır.
- QVM-NHR / قوم- نهر
قِيَامkelimesi başkasının işlerini yapmak anlamındadır. نَهَار ise gündüz demektir. Hangi işlerde kıyam geçerlidir? Yani vekâleten hangi işler yapılabilir?
Gündüzleri dışarıda yapılabilen işler için kayyum tayin etmek caizdir ama geceleyin beyt içinde, aile arasında mevcut olan ilişkilerde kayyumluk yoktur. İnsan kardeş olmayanı kardeş yapamaz, baba olmayanı baba yapamaz.
Burada nehar ile kıyam bunun için karşılaştırılır.
- YVM-ĞYR / يوم- غير
يَوْم gece gündüzün veya zaman içinde bir dönemin adıdır, غَيْر ise değişmedir. Yevmde periyodik tağayyür vardır. Her dönem ayrı bir safhayı ifade eder. Yevmler arası evrim vardır. Yevm içindeyse tağayyür vardır. Hep benzer şekiller peş peşe gelir. Oluşmaz veya oluşur sonra çökmeye gider. Uygarlaşmada ise sürekli olarak gelişme vardır.
- elLAH-LYL / ءله- ليل
“Allah” kâinatı var edicinin özel ismidir, O var etmiştir. Varlığı bilinir ama kendisi görünmez. O’nu gösterecek bir ışık yoktur, O’nu görecek göz yoktur.
Allah’ın bu görünmezliği leyl ile ifade edilir.
- MaN –GaLaYKuM / مَنْ - عَلَيْكُمُ
Soru edatı olarak مَنْ belirsizliği ifade eder. Eğer bir toplulukta kimin ne yapacağı bilinmiyorsa o toplulukta düzen olmaz. Her şeyin ne yapacağı tam olarak biliniyorsa o zaman da irade olmaz. İnsan özgür olmaz. İnsan karar alırken özgürdür, istediği kararı alır. İstediği kararı da almaz ama karar alıp beyan ettikten sonra ona uymak zorunluluğu vardır. Kararı değiştirebilir ama değiştirmeden evvel geçen zamanlar içinde olanlardan dolayı karar alan mesuldür. Karar almadan hareket eden de mesuldür. Herkes kendi kararına göre hareket etmelidir. Bu karşılaştırma buna işaret eder.
- LAv-EiLAv / لَا- إِلَى
لَاnefy edatıdır, إِلَى ise son sınırı gösteren harfi cerdir. Sınırdan sonrası hükmün dışındadır. Herkesin arazisi sınırlara kadar varır. Sınırların ötesi boş olsa bile o araziye dâhil değildir. Sınırın kendisi de arazinin dışındadır. Sınır öyle bir çizgidir ki ikisi de o sınıra sahip değillerdir. İkisi de işgal ile yararlanır ama mülkiyet ile tasarruf edemez.
Demek ki bu kelimelerle sınır hukukunu belirlemiş olur.
- EiN-FIyHiy / إِنْ- فِيهِ
إِنْ şart edatıdır, فِيهِ ise bilinen bir şeyin içidir.
Eğer bir şey belirlenmişse o şeyin içinde olmayla o şeyin dışında olma arasında bir ayırım var demektir. Nasıl her hücrenin çeperi varsa, varlıkların da böyle sınırları vardır. O sınırın içi ile dışı farklıdır. Konuşurken insanlar bu sınırı çizemezler, bilemezler ama ihtilaf edildiği zaman bu sınıra göre karar verilir.
Bu sınırı belirleyecek kurum da hakemlerden oluşan yargıdır.
Öz Türkçe ile:
“Söyle: Gördünüz mü, Allah gündüzü kalkış gününe dek sürekli yapsa içinde dinlendiğiniz geceyi Allah’tan başka hangi tanrı getirecektir? Görmeyecek misiniz”
Kur’an kelimeleri ile:
“Kavil et: Rey ettiniz mi, Allah neharı üzerinize kıyamet yevmine dek sermed olarak ca’l etse içinde sükûnet bulacağınız leyli Allah’tan gayrı hangi ilah ityan edecektir? İbsar etmeyecek misiniz?”
قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ جَعَلَ اللَّهُ عَلَيْكُمُ النَّهَارَ سَرْمَدًا إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَنْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُمْ بِلَيْلٍ تَسْكُنُونَ فِيهِ أَفَلَا تُبْصِرُونَ (72)
***
وَمِنْ رَحْمَتِهِ جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا فِيهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (73)
(73)Va MiN RaXMatiHIy CaGaLa LaKuMu elLaYLa vA elNaHAvRa LiTaSKuNUv FIyHIy Va LiTaBTaĞUv MiN FaWLiHiM Va LaGalLaKuM TaŞKuRUvNa
“Ve rahmetinden sizin için leyl ile neharı içinde sükûnet edesiniz O’nun fadlinden ibtiğa edesiniz diye ca’l etmiştir. Belki şükredersiniz.”
وَمِنْ رَحْمَتِهِ جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا فِيهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ |
جَعَلَ | تَشْكُرُونَ تَسْكُنُوا تَبْتَغُوا | رَحْمَتِهِ فَضْلِهِ | اللَّيْلَ النَّهَارَ | لَكُمُ لَعَلَّكُمْ فِيهِ | وَ وَ وَ وَ مِنْ مِنْ لِ لِ |
1+3+2+2+2+1+2+2+2+2=19=16+2+1 |
جَعَلَ- تَشْكُرُونَ تَسْكُنُوا- تَبْتَغُوا رَحْمَتِهِ- فَضْلِهِ اللَّيْلَ- النَّهَارَ |
CGL-ŞKR SKN-BĞY RXM-FWL LYL-NHR |
- Buradaki وَ harfi nereye atfeder?
Leyl ile neharı قُلْ emriyle karşılaştırdıktan sonra وَ harfi getirilerek لَهُ الْحَمْدُ cümlesine atfeder. Hamd O’na aittir. Rahmetinden dolayı leyli de neharı da ca’l eder. “Hamd, ahiret ve ulada Allah’a ait olduğu gibi rahmetinden dolayı da neharı ve leyli sizin için ca’l eder.” der. O halde قُلْ kelimeleriyle zikredilen ayetler bir ara açıklama teşkil eder. Bu da Kur’an’ın üsluplarından birisidir. Bir konuyu anlatmaya başladıktan sonra arada ilgili başka konuyu anlatır. Sonra eskiye döner. Roman veya senaryolarda bu sanata sıkça başvurulur. Kâinat bir bütündür, olaylar bir bütündür. Düzlem içinde değil uzay içinde geçer. Dil ise tek boyutludur. Çok boyutlu bir uzayı tek boyutlu dille ifade etmek için bu tür ifade araçları kullanılır.
- بِرَحْمَتِهِ demez de مِنْ رَحْمَتِهِ der, neden?
مِنْ kelimesi marife üzerine gelince onun bir cüzünü ifade eder. Rahmet leyl ve neharın ca’line hikmet olur. بِ harfini kullansa rahmet alet olur. Rahmeti aracılığıyla değil rahmetinden dolayı ca’l ettiği için مِنْ getirilir.
- رَحْمَتِهِ‘deki هُ zamiri nereye gider?
لَهُ الْحَمْدُ‘daki هُ zamirinin gittiği Allah’a gider.
- Bundan önceki ayetlerde gece ile gündüz karşılaştırılır. وَ harfiyle atıf yapmak suretiyle karşılaştırmaya devam eder. Bundan önce anlatılan leyl ve nehar ile burada anlatılan leyl ile nehar arasında ne fark vardır?
جَعَلَهُمَا demez de leyl ve neharı tekrar eder. Bunun sebebi muhatabın değişmesidir, hatibin değişmesidir. Yukarıdaki leyl ile nehar, Kur’an seminerlerini izleyenlerin, Kur’an seminerlerini izlemeyenlere söylediği cümlelerdir. Oysa burada Allah bize söyler. Cümlenin kailleri ve me’kulun lehler değiştiği için leyl ve nehar tekrar edilir. Aynı leyl ve nehardır.
- Orada عَلَيْكُمُ burada لَكُمُ gelir, karşılaştırınız.
Orada sermed yapılmasından bahsedilir. Yani insanlar için kötü olan durumlardan bahsedilir. Onun için عَلَيْكُمُ olur. Burada ise leyl ve neharın yararlarından bahsedilir, onun için لَكُمُ gelir.
- Leyl ve nehar tekrar edilir, zamir gönderilmez, neden?
Kail ve mekulun leh değiştiği için zamir gönderilmez.
- Leyl ve nehar önce zikredilir, onların özelliklerini ve ne için olduklarını ifade eden kelimeler sıraları korunarak zikredilir, neden?
“Leyl”den sonra لِتَسْكُنُوا فِيهِ ve “nehar”dan sonraلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهِ şeklinde ifade edilmez. Çünkü tek başına leylde sükûn olamaz, neharda da ibtiğa olamaz. Leyl ve nehar çifti sükûn ve ibtiğa için vardır. Sükûn ibtiğayı tamamlar. Sükûn olmazsa ibtiğa olmaz. İbtiğa olmazsa sükûn olmaz. Çalışmazsak yaşayamayız, yaşayamazsak çalışamayız.
İnsanlar çalışmak için mi varlar yoksa yaşamak için mi çalışırlar?
Topluluk insanlara iş verirken çalışmaları için iş verir, çalışabilmeleri için yaşamalarını ister. Kişiler ise yaşamak için çalışırlar. Çıkar paralelliği vardır.
İşte, şeriat düzeni bu çıkar paralelliğine dayanır. Kişiler aleyhinde bir yük yüklenmez, onlara kamunun aleyhine de bir iş yapmalarına izin verilmez.
- Leyl ile kendi hali neharda da kendi hali beraber zikredilebilirdi, ayrılmanın sebebi nedir?
Sükûn ile ibtiğanın birbirlerine dayandığı ve ancak çıkar paralelliği içinde hayatın mümkün olduğunu ifade etmek için zikredilir. Önce leyl sonra nehar zikredilir. Leyl yaşamayı, nehar çalışmayı ifade eder. İnsanlara önce yaşama sağlanır, sonra onlardan çalışma istenir. Yaşamaları için de atalarının ürettiğini tüketmeleri gerekir. Bundan dolayıdır ki insanlar bir tek anne babadan çoğalarak bugünkü duruma gelmişlerdir. Her nesil üretimi biraz daha arttırmıştır. O sayede nüfus artabilmiştir. Nüfus artınca üretim artmış, üretimdeki fazlalık artmıştır. Böylece eklene eklene bugün 10 milyar nüfusa yaklaşılmıştır. Atalarımızın arttırdıklarıyla bugün yaşayabiliyoruz. Sonra bizim çalışmalarımızdan da biz değil çocuklarımız yararlanacaktır. Bunun için “leyl” kelimesi takdim edilir.
- “Leyli, içinde sükûn etmeniz için ca’l etti” der, bundan önceki ayette de buna işaret edilir, burada tekrar eder, neden?
Bundan önceki ayetlerde anlatılanlar bizim bugünkü insanlara söyleyeceklerimizdir. Orada ibtiğa kelimesinden bahsedilmez. Burada ise Allah bize genel olarak söyler ve ibtiğa kelimesini sükûn kelimesiyle karşılaştırarak anlatır. Oradaki gaye insanları düşündürmek iken burada insanlığın temel yaşama kuralı söylenmiş olur. İnsanlar geçmişte yapılanları tüketerek yaşarlar ama çalışma durumunda olanlar önce üretim yaparak çocuklara bırakırlar sonra kendileri atalarının bıraktıklarını tüketirler. Yani yaşayanlar için önce yaşama sonra çalışma, çalışanlar içinse önce çalışma sonra yaşama ilkesi getirilmiş olur.
- Orada sıfat olarak gelir, burada ise zarfı müstekar olur, ne farkı vardır?
Orada sükûn leylin sıfatı olarak zikredilir. Yani leyle o özelliği verenden bahsedilir. İnsanlar onun üzerinde düşündürülür. Burada ise leyl ve neharın niçin yaratıldığından bahsedilir. Kâinatın genel oluşma şekli izah edilir. Burada akıllı insana hitap edilirken orada küfürde direnen insana hitap edilir. Orada sadece kişilerin çıkarı esas alınırken, burada genel denge düzenlenmiş olur.
- İbtiğa ile sükûnet birbirine atfedilir, aralarında ne gibi ilişkiler vardır?
İbtiğa eşyayı insana yarayışlı hale getirmedir. Yani emek harcanır ve eşya üretilmiş olur. Sükûnda ise elde edilenler harcanır ve insan üretilir. İkisi birbirinin doğurganıdır. Sükûn ve ibtiğa periyodik olarak peş peşe devam eder ve bu sayede hayat mümkün olur, evrim ve uygarlık mümkün olur.
- Lam harfi tekrar edilir, bu neyi ifade eder?
İkisinin gayesi farklıdır. Sükûn edenlerin gayesi insanlığın yaşamasıdır. İbtiğa edenlerin gayesi ise topluluğun yaşamasıdır, insanlığın yaşamasıdır. Her birinin gayesi ayrı ayrı olduğu için lam harfi tekrar edilir. Birbirine muhtaç olduklarından dolayı da وَ harfiyle atfedilir.
- فِيهِ ile مِنْ فَضْلِهِ karşılaştırılır, فَضْل nedir?
فَضْل kelimesi Türkçede kullanılan “fazla” kelimesidir. Bir insan çalışır ve kazanır. Kazandıklarını yer ve yaşar. Eğer insan diğer hayvanlarda olduğu gibi çalıştığını arttırmazsa çoğalma olmaz. Yani 10 milyon insan varsa 10 milyon olarak kalır. Oysa insan ve diğer canlılar yaşamaları için gerekli olandan daha fazlasını üretirler. O fazlasıyla da çoğalırlar. İşte bu arttırılan kısma فَضْل denir. Bu fadl sayesinde canlılar çoğalırlar, her tarafı doldururlar.
- Allah fadlı kendisine izafe eder, neye işaret yapmış olur?
فَضْل kelimesi emeğinden fazla üretilen miktardır. Bu topluca üretmenin ve topluca tüketmenin sonucudur. Bir lambadan bir kişi yararlanır. Diğer kişilerin yararlanması bir fadldır. Allah bunu kendisinin emek karşılığı olmayan rahmeti olarak beyan eder ve bu fazlalığa kendisinin ihtiyacı olmadığı için o fadlını insanlığa ve topluluğa verir.
İşte, Batılılarla Şeriatçıların temel anlayış farklılığı burada başlar. Batıda sosyalistler “Bu, emeğin hakkıdır.”; kapitalistler “Bu, sermayenin hakkıdır” derler, Şeriatçılar ise “Bu, topluluğun hakkıdır.” demiş olurlar. Beraber oldukları için elde edildiğinden meydana gelen fazlalık o topluluğu oluşturan fertlere aittir. O topluluğun ortak giderlerine aittir.
- وَلَعَلَّكُمْ‘deki وَ nereye atfeder?
جَعَلَ لَكُمْ‘deki لَكُمْ‘e atfedilmez. وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ der, “Sizin için kıldı” ve “Şükür edersiniz diye kıldı” der. Birincisinde bize sormadan, bizim oyumuzu almadan var ettiklerini anlatır. İkincisinde ise “Eğer isterseniz yararlanırsınız isterseniz yaparsınız, biz imkân sağladık ama yapıp yapmamayı size bıraktık, isterseniz Allah’ın verdiği fadlı O’nun istediği şekilde kullanırsınız, böylece dünya ve ahiretiniz mamur olur. İsterseniz şükretmez küfredersiniz, dünya ve ahirette hüsrana uğrarsınız.” der.
- وَلَعَلَّكُمْ‘deki وَ hal Vav’ı olabilir mi?
Hal Vav’ı olması için isim cümlesinin olması gerekir. لَعَلَّكُمْ‘ü isim cümlesi sayabiliriz. أَنْتُمْ kelimesi hazf olmuş olur. Yani biz bütün bunları sizin şükretmeniz için yaptık, küfredenleri de şükredenleri onlardan ayırmak için var ettik. Kâfirler olacak ki şakirlik seçime bağlı olsun. Kâfirlik olmadan şakirlik izah edilemez. Küfreden olmadıkça da kâfirlik olmaz. İşte, kâfirlerin yaratılmış olmasının hikmeti budur. Yalnız Allah insanları kâfir olarak yaratmaz, kendileri sonra kâfir olurlar, kendi iradeleriyle kâfir olurlar.
Ya kimse kâfir olmazsa diyebilirsiniz. O zaman Allah başkasını yaratır. Kâfir olan çıkıncaya kadar devam eder. Çıkmazsa bile küfür müessesesi varlığını sürdürmüş olur.
- لَعَلَّ‘nin لِ’den farkı nedir?
لِ emri ifade eder. İnsanın yapması için gerekenleri içerir. لَعَلَّ ise emirden çok imkândır. Yapabilme gücüdür. Yapıp yapmama ise لَعَلَّ‘den sonra gelen zamire veya kişilere aittir. İcbar yok. Tahyir olabilir yani emredilenlerde de lealle vardır.
- Şükretmek ne demektir?
“Şükretmek” demek aldıklarını değerlendirmek demektir. Bir kimseye faizsiz kredi verdiniz. Onu aldı, işletti ve kazandığının zekâtını verdi; şükretmiş olur. Aldı, işletme yerine evine lüks eşyalar aldı, israf yaptı; o zaman da küfretmiş olur. Eğer Allah’ın nimetlerini yerinde kullanırsanız şükretmiş olursunuz. Kötülüklerde kullanırsanız küfretmiş olursunuz. Şeriata uymak ve şeriatın kuralları içerisinde kazanmak hem kendinin payını almak hem de başkalarının payını vermek, şükretmektir. Şeriatın içinde kullanmayıp kendine veya başkasına zarar vermek küfürdür, nankörlüktür.
- Neden şükretmeyi لِ ile getirmez de لَعَلَّ ile getirir?
Çünkü şükretmeyi bize bırakır. İstersek şükrederiz, istersek küfrederiz, sonuçlarına da katlanırız. Bu da şeriatın önemli kurallarından birisidir. Kimsenin kötülük yapmasına mani olmayız, silah kullanmayı yasaklamayız, isteyen istediğini öldürebilir ama öldüreni de öldürürüz. Şeriat budur. Batılılar buna “hukuk düzeni” diyorlar. Eğer insanların suç işlemesini önleyen bir düzen varsa ona da “polis düzeni” diyorlar. Şeriat barışta hukuk düzenidir, savaşta polis düzenidir. Trafikte de polis düzeni vardır.
- Bu ayet daha önce geçen قُلْ kelimesinin mekûlü içinde midir?
Hayır, bu ayet قُلْ kelimesi içinde değildir. قُلْ kelimesi içinde olanları biz insanlara söyleriz. Bu ayette ise Allah bize söyler.
- Değilse neden وَ ile atfeder?
Kavillerden sonra وَile atfederek atfettiği yere götürür ve bu yolla kavil kelimesinin içinde olmadığını ifade eder.
- Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
- CGL-ŞKR (جعل-شكر)
“Ca’l etmek” proje yapmak demek, kimin nerede ne yaptığını göstermek demektir.
Batıda kapitalistlerde hiç proje yok, sosyalistlerde de zorunlu proje var. Herkes projeye uymak zorundadır. Hâlbuki şeriatta proje var, isteyenler uyar ve projede vaat edilen mükâfatları alır ama insanlar özgürdür. İsterlerse uymazlar. Uyup uymamakta serbesttirler. Sonuçlarına katlanmak şartıyla projesiz de iş yapabilirler. Diyelim ki birisi 100 lojmanlı işyeri apartmanı yaptı. Kimseden izin ve ruhsat almadı, sorumlu mimar sorumlu mühendis yok. O cezalanmaz. Binası da yıkılmaz. Başkalarına verdiği zarar varsa onu tazmin eder. Bir kaza olur da zarar gören olursa onu da tazmin eder ama ruhsatlı iş yaparsa ruhsat verenler tazmin eder.
- SKN-BĞY (سكن-بغي)
“Sükûn etme” kendi içine kapanıp kendi işlerini yapmaktır. “Beğy” ise başkalarının işini yapmaktır, başkalarının yaptıklarından yararlanmaktır.
İnsan topluluk içinde özgür olarak yaşayacak şekilde yaratıldığı için sükûn ve ibtiğa insanın ayrılmaz vasfıdır. Günün yarısını sükûnet içinde diğer yarısını ibtiğa içinde geçirir.
Gece daha çok sükûnetin, gündüz ise daha çok ibtiğanın zarfıdır.
- RXM-FWL (رحم-فضل)
“Rahm etmek” karşılıksız bir şey vermek demektir. “Fadl” ise emek verilmeden elde edilenlerdir. Bu ya doğanın imkanlarıdır ya da insanlığın beraber olma sonucu doğan fadldır. Bunun her ikisi de topluluğa aittir. Topluluk emek dışı katkıları insanlığa ve topluluğa paylaştırır. Buna doğanın kira payı diyoruz, zekât budur. Bundan dolayıdır ki insanların emekleriyle kazandıklarından vergi (zekât) alınmaz.
- LYL-NHR (ليل-نهر)
Leyl ve nehar madde ve enerjidir, gece ve gündüzdür. Kâinattaki bütün olaylar madde ve enerjinin birbirine dönüşmesi ve bunun zaman içinde olması şeklindedir. Leyl ve nehar kelimeleri hem oluşları hem de değişimleri ifade eder. Varlık felsefesinin temeli budur.
Öz Türkçe ile:
“Ve yaşatmasından geceyi ve gündüzü içinde dinlenesiniz diye, artıklarından kazanasınız diye yapmıştır. Belki karşılık verirsiniz.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve rahmetinden sizin için leyl ile neharı içinde sükûnet edesiniz O’nun fadlinden ibtiğa edesiniz diye ca’l etmiştir. Belki şükredersiniz.”
وَمِنْ رَحْمَتِهِ جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا فِيهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (73)
***
وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ (74)
YaVMa YUNAvDOyHıM FaYaQUvLu EaYNa ŞuRaLAEiYaelLaÜIuNa KuNTUM TaZGaMUuN
“Ve o yevm onlara nida edip ‘Zu’metmiş olduğunuz kimseler olan şeriklerim nerededir?’ diye kavil eder.”
وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ |
كُنْتُمْ | تَزْعُمُونَ يُنَادِيهِمْ يَقُولُ | شُرَكَائِيَ يَوْمَ | أَيْنَ الَّذِينَ | وَ فَ |
1+3+2+2+2=6+4=10=8+2 |
كُنْتُمْ- يَقُولُ تَزْعُمُونَ- يُنَادِيهِمْ شُرَكَائِيَ- يَوْمَ أَيْنَ- الَّذِينَ وَ- فَ |
KVN-QVL ZGM-NDV YVM-ŞRK EaYNa-EalLaÜIyNa Va-Fa |
- وَيَوْمَ‘deki وَ nereye atfeder?
Ayet 62. ayette aynen geçer. Bu dünyadaki gaye ahirettir. Bu dünya geçicidir. İnsanlar gelip giderler. İnsanlık burada eğitim görür, ahirette yaşar seviyeye ulaşınca oraya gider.
Burada ayet وَ harfiyle tekrar edilir. Demek ki bundan önceki ayetle bu ayet aynı ayet değildir, aynı anlamda değildir. Kelimeler aynıdır ama manaların farklı olması lazım. İki bakımdan farklı olabilir. Birincisi, ahiretteki durumlarından dolayı farklı olabilir; bir de bu dünyada zulmettiklerinden farklı olabilir. Şürekâ farklı olduğu için farklı olabilir.
Siz bugünkü hayatı bu iki ayete göre ayrı ayrı anlatmalısınız.
Örneğin doların şerikliği ile ekseriyetin şerikliği sorumluluk bakımından aynıdır ama yapı bakımından farklıdır. Birinde ekonomik şartlar ile dolar tanrılaştırılır, diğerinde sosyal şartlar ile ekseriyet tanrılaştırılır.
Bu iki ayeti farklı şekilde yorumlayacağız.
Kapitalistlere de bu ayetle cevap verebiliriz, aynı şekilde sosyalistlere de bu ayetle cevap verebilirsek de yorumları farklı olur. Onlar riba da bey’ gibidir derler ama farklı sonuçlara varırlar. Birileri ‘madem bey’ helaldir riba da helaldir’ sonucuna varır. Diğerleri de aynı gerekçeyle tam zıddına varırlar, “Mademki riba haramdır bey’ de haramdır.” derler. Ayette olduğu gibi burada da dolar abitleri ile ekseriyet abitleri arasında hüküm içinde fark yoktur ama yapıları farklıdır.
Kur’an’ın ayetlerini ve özellikle tekrarlarını böyle yorumlayabilirsiniz. O zaman Kur’an’da görünürde tekrar edilen kelimeler manalarıyla tekerrür etmiş olmaz. Yeni usul kuralı koymuş oluyoruz. Kur’an’da hiçbir kelimeye hiçbir ayete aynı mana verilmez, mutlaka her birinin farklı anlamı vardır.
- يَوْم kelimesi neden tekrar edilir?
Soruşturma günleri yani kıyamet günleri farklıdır. Kıyamet günlerinden ahiret günlerine geçerken 4 boyutlu uzayda muhakeme olunur. 4 boyutlu uzayın yevmleri/günleri farklıdır. Kimi birkaç saniyede muhakeme edilir, cennete veya cehenneme gider, kiminin soruşturması yıllar sürebilir. Bu zaman herkes için farklıdır ama cennette veya cehennemde bekleme yoktur. Farklı zamanlar tek zaman olmuştur. İşte bunu tam olarak kavrayabilmek için matematikle ispatlanan ve fizikle sağlanan izafilik nazariyesini kavramış olmak gerekir. Bunun için يَوْم kelimesi tekrar eder.
- Burada kastedilen يَوْم ne yevmidir?
Burada kastedilen يَوْم ahiretteki herkes için ayrı olan kıyamet yevmidir.
- يُنَادِيهِمْ‘deki هُمْ zamiri kimlere racidir?
Bu dünyadaki değişik tarihlerde ve değişik yerlerde değişik grupların her birine ayrı ayrı racidir. Çünkü hepsine ayrı ayrı hitap edilir. Her topluluk ayrı hesaba çekilir. Ayetin tekrarı bunu ifade etmek içindir.
- Bu ayetin kaili kimdir?
“Kim nida eder?” şeklinde anlayacağımız bu ifadede kıyamet gününde Allah her topluluk için ayrı mahkeme kurar ve her mahkemenin mübaşiri başkası olursa da hepsi Allah adına muhakeme eder. Dolayısıyla burada يُنَادِيهِمْ‘in faili âlemlerin Rabbi olan Allah’tır ama kendisi doğrudan hitap etmemiş olabilir.
- Kime kavil edilir?
Muhakeme edilenlerden şirk edenlere söylenir.
Şirk o kadar kötü hastalıktır ki kendimizi ondan zor kurtarırız. Hepimiz doların peşinde koşarız. Hepimiz çevrenin etkisindeyiz. Dolayısıyla her birimize bu nida yapılmış olabilir. İyilikler kötülükleri siler. Biz ancak “مَنْ جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ أَمْثَالِهَا وَمَنْ جَاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى إِلَّا مِثْلَهَا وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ” ayetine göre “bir iyiliğe karşılık on iyilik verecektir” demektir ve biz bu ayetle cennete gidebiliriz.
- يُنَادِي kelimesi hangi baptandır?
Müfa’ale babındandır. نَدَا sülasidir. يُنَادِي mufaale babındandır. Karşılıklı nida anlamındadır. Çünkü nidada karşı tarafın duyması ve cevap vermesi gerekir. O halde televizyon ve radyo yayınları nidadan değildir ama telefon görüşmeleri nidadandır.
- Neden Müfa’ale babı ile zikredilir?
Çünkü ahirette herkes muhatap alınır ve herkes yüz yüze yargılanır.
- فَيَقُولُ‘daki kail kimdir?
Nida edendir, Allah’tır veya Allah adına görevli olanlardır.
- Kavil edilenler kimlerdir?
Nida edilenlere kavil edilir.
- أَيْنَ kelimesini açıklayınız.
Hale ayın veya güneşin etrafında oluşan halkadır. حَوْل çevre demektir. Mekânla zaman arasındaki alakadan dolayı zamandaki döngüyü ifade eden حِين kelimesi vakit anlamında kullanılır. Sonra ح harfi ء harfine dönüşür, an/آن (kısa zaman) olur. أَيْنَ nerede anlamında soru edatıdır. أَيَّانَ ise ne zaman anlamındadır.
Ne zaman manasına مَتَى kelimesi kullanılır. حَيْثُ kelimesi mekân zarfı olarak kullanılır. آن kelimesi zaman için kullanılır. أَيْنَ mekân sorusu için kullanılır. Arapçada zaman zarfı ile mekân zarfı arasında iç içe geçme vardır. أَيْنَ kelimesi mekân zarfı için soru edatı olarak geçer.
- Yukarıda مَنْ kelimesi geçer, burada أَيْنَ kelimesi geçer; karşılaştırınız.
Orada kim manasında مَنْ geçer. Burada nerede manasındaki أَيْنَ geçer. “Hangi ilah” derken مَنْ geçer, “Şeriklerim nerede?” derken أَيْنَ kelimesi geçer. Şeriklerim ortada yok demektir. Onların yerini sormaz, niye burada değiller diye sorar. Çünkü o varlıklar ya yoktur ya da bunların şirkleriyle ilgileri yoktur.
- Şeriklerden kasıt nedir?
Şeriklerden kasıt, şeriata müdahale hakkını kendilerine tanıyan, ilahi kitapların öğrettikleri dışında, müspet ilmin ortaya koyduğu varlıklar dışında hayali olarak icat edilen varlıklardır. Bazen hayali olarak icat edilen varlık gerçekte mevcut olur ama o, o vasıfları taşımaz. O da hayalidir. Bir şey ne ise onu öyle kabul ettiğiniz zaman o gerçek varlıktır ama onu olduğundan farklı tanımlayıp öyle bir varlığı ortaya koymak ise şirktir.
- “Şerikler” marife midir, kimler kastedilir?
Şerikler hariçte marife değildir. Öyle şerikler yoktur ama zihnen marifedir.
Onlar öyle varlıklar tasavvur ederler ve onun adına insanlara zulmederler ki kendi var ettikleri putları kendilerinin zulmüne alet etmiş olurlar.
Batı inkârcıları Allah’ı da gerçekte olmayan, insanların zulmetmek için yarattıkları bir put kabul ederler. Böylece batıl dinlere saldırırken hak dini de onların içine koyarlar. Onların günahları batıl ile hakkı ayırmamalarıdır. Batıl dinlere saldırıda ne kadar haklı iseler, hak dinlere saldırmakta da o kadar yanlıştadırlar. Hakka batılı karıştırırlar.
- الَّذِينَ ile tavsif ederler, buna göre şeriklerin özelliklerini açıklayınız.
Herkes bir put kabul eder. Putun bir kısmı insan şeklinde düşünülür. Bir kısmı ise eşya olarak alınırsa da o da insan gibi şuurlu varlık olarak kabul edilir. Böylece artık onlar birer şuurlu varlık kabul edilirler.
Burada الَّذِينَ ile işaret edilmesi tarihi bir gelişmeyi ifade eder.
İnsanlar tek Tanrı’ya taparken tanrılarının bir adı vardır. Dilleri aynı olduğu için tanrıları da tektir. Sonra ayrılmışlardır, ayrı ayrı dillerde konuşmaya başlamışlardır. Herkes tanrısına ayrı ad vermiştir. Kavimler arasındaki savaş tanrılar arasındaki savaşa dönüşmüştür. Her kabile kendi tanrısının tek hak tanrı olduğuna inanır, başka kabilelerin taptıkları tanrıyı reddetmişlerdir. Sonra bir araya gelince kavga başlamıştır. En sonunda uyuşmuşlardır. Herkesin tanrısını ayrı ayrı kelimelerle, ayrı ayrı putlarla, ayrı ayrı resimlerle kabul etmişlerdir ve tanrılar içinde bir ortaklık kurmuşlardır. Sonunda büyük Tanrı’yı da kabul etmişlerse de her kabile kendi tanrısına ibadet etmiştir. İşte bundan dolayı artık tek tanrı yerine tanrılar topluluğu olmuştur. Çünkü tanrıların da bir tanrısı vardır ve onlar da bir ümmet olmuşlardır.
- Bugün bunlar kimlerdir?
Bugün her devlet kendi çıkarlarını savunur, gerektiği zaman savaşır ama bir de BM vardır, o da adeta tanrıların tanrısı gibidir.
Kıyamet yevminde şeriata karşı kanunlar çıkarıp halkına zulmeden devlet muhakemede görülmez. Hiç kimse “Başkanım emretti onun için yaptım.” diyemez. Çünkü insanlar şeriata uymak zorundadırlar ama kişilere tapmak zorunda değillerdir. Bunlarla mücadele etmeleri gerekir. Müslimler bunlardan sorulmazlar. Yani halk ahirette şirkten dolayı sorulmazsa da Sermaye ile iktidar ise zulüm yaptıklarından dolayı sorulurlar.
- Zulmetmek ne demektir?
“Şeriat” insanların birlikte yaşamaları için gerekli kurallardır. Bu kuralları her topluluk kendisi tespit eder. Tespit ettikten sonra da ona uyar.
“Zulüm demek” öncelikle bu kurallara uymamaktır.
Kendi tespit ettikleri şir’a kurallarına uymayanlar zalimdir. Merkezin dayattığı kurallar da zulümdür. İnsanların hicret etmelerini engellemek de zulümdür.
- الَّذِينَ‘deki ait zamiri kimlere gider?
تَزْعُمُونَ fiilinin mefulüne gider. “Onlara zulmettiğiniz kimseler” demektir.
- Neden كُنْتُمْ kelimesi kullanılır?
O gün zulmetmeyip dünyada zulmetmişlerdir. Onun için كُنْتُمْ kelimesi kullanılır. Eğer nida bu dünyada olsa كُنْتُمْ kelimesi kullanılmaz.
- Olan olur başka bir dünyaya gidilir, Allah neden onlara sorar?
Allah insanları muhatap alır. Muhatap almak demek karşı tarafı kendi seviyende görmek demektir. Buna bugünkü konuşmalarda tanıma ismi verilir. Bir devlet diğer devleti tanırsa onunla direk görüşür. Tanımazsa muhatap almaz ve resmi görüşme yapmaz.
İnsan böylece çok büyür, Tanrı’nın muhatabı olmuş olur. Ahirette de insanı muhatap alır ve onunla muhakeme olur. Onlara savunma hakkını verir. Bu sayede orada da insanları eğitir. Cennet olsun cehennem olsun her biri insanlar için bir eğitim yeridir. Her gün oralarda yeni şeyler öğrenirler ve kendi faziletleri artmış olur.
- Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
- KVN-QVL (كون-قول)
كَوْنdışarıda olanları, رَأْي ise beyinde olanları ifade eder. Herkesin ayrı ayrı beyninde رَأْي olur ama قَوْل haline dönüştüğü zaman reyler birleşir ve ilim olur. قَوْل kâinatı anlamanın ve insanlar tarafından anlaşılmasının bir aracıdır.
- ZGM-NDV (زعم-ندو)
“Za’m demek” kanaatinde olmak, onu benimsemek demektir. “Nida etmek” de kendi zu’munu karşı tarafa duyurmak demektir. Yani karşı tarafı yalnız bilgilendirme değil aynı zamanda onunla iş birliğine girişmeyi istemek demektir. Şeriatta zorlama yoktur ama zorlamadan karşı tarafın katılmasını talep etmek vardır. Bu talep nida ile olur.
- YVM-ŞRK (يوم-شرك)
يَوْم dönem demektir, شِرْك ise putperestliktir.
Şeriatçıların Tanrısı hep aynı kimsedir. Görevliler değişebilir, iktidarlar değişebilir ama Tanrı değişmez.
Şirkte ise tam tersidir. Her dönemin kendi Tanrısı vardır. Hiçbir dönemin Tanrısı diğer dönemlere Tanrı olmaz. Onların butlanı her zaman sabit olduğu için yeni uydurma Tanrıyı bulurlar. Çağımızın Tanrısı karşılıksız dolar ile ekseriyet sistemidir. Bu putlardan sonra hangi putları bulacaklarını bilemiyoruz.
- EaYNa-EalLaÜIyNa (أَيْنَ - الَّذِينَ)
Birisi topluluğu birisi de topluluğun yerini ifade etmektedir. Biz devleti tarif ederken, ‘edindiği yurt üzerinde hâkimiyetini kuran topluluktur’ diyoruz.
- Va-Fa (وَ-فَ)
وَ ile فَ arasındaki bağlantı herkes tarafından bilinir. Birisinde sadece tertip varken diğerinde hem tertip hem de takip vardır.
Öz Türkçe ile:
“Ve o gün onlara seslenerek ‘Savunduğunuz kimseler olan ortaklarım nerede?’ der.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve o yevm onlara nida edip ‘Zu’metmiş olduğunuz kimseler olan şeriklerim nerededir?’ diye kavl eder.”
وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ (74)
***
وَنَزَعْنَا مِنْ كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا فَقُلْنَا هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ فَعَلِمُوا أَنَّ الْحَقَّ لِلَّهِ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ (75)
Va NAzGNAv MiN KülLi EumMatin ŞaHIyDan FaQuLNAv HAvTUv BuRHANaKuM FaGaLiMUv EAnNa eLXaqQa LilLAvHi Va WAlLa GaNHuM MAv KANUv YaFTaRUvNa (75)
“Ve ümmetin küllünden bir şehit nez’ edip ‘Burhanınızı heyt edin.’ diye kavl ederiz. Hakkın Allah için olduğunu ilm ederler. İftira etmiş oldukları onlardan dalalet etmiştir.”
وَنَزَعْنَا مِنْ كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا فَقُلْنَا هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ فَعَلِمُوا أَنَّ الْحَقَّ لِلَّهِ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ |
قُلْنَا نَزَعْنَا عَلِمُوا ضَلَّ هَاتُوا كَانُوا | يَفْتَرُونَ | أُمَّةٍ شَهِيدًا كُلِّ | بُرْهَانَكُمْ الْحَقَّ لِلَّهِ | عَنْهُمْ مَا | وَ وَ فَ فَ مِنْ لِ أَنَّ |
2+2+2+1+3+3+2+2+2+2+1=6+4+5+7=22=16+4+2 |
قُلْنَا- نَزَعْنَا عَلِمُوا- ضَلَّ هَاتُوا- كَانُوا يَفْتَرُونَ- كُلِّ أُمَّةٍ- شَهِيدًا بُرْهَانَكُمْ- الْحَقَّ لِلَّهِ-أَنَّ عَنْهُمْ-مَا مِنْ لِ |
QVL-NZG GLM-WLL HYT-KVN FRY-KLL EMM-ŞHD BRH-XQQ elLAH-EanNa MAv-GaNHuM MİN-Li |
- وَنَزَعْنَا‘daki وَ harfi nereye atfeder?
وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ‘deki يَوْمَ‘nin atfedildiği yere atfeder. Önce onlara nida eder, onlardan gelen cevaplara göre onlar içinden birini seçer ve onu muhatap alır.
“Onlara şeriklerim nedir diye sorulduğu gibi onlardan birini seçer onu muhatap alırız.” der. Burada çok önemli bir siyaset ortaya çıkar. İsyan eden bir kitle varsa, karşı çıkan bir örgüt mevcutsa, o örgütün elebaşlarını yakalayıp hapishaneye atmakla sorun çözülmüş olmaz. Onları kendi hallerine bırakırsınız, onları istismar eden elebaşlarıyla da uğraşmaya gerek olmaz, onlarla savaşa girmeden önce onlardan birini, onların hukukunu koruyan aklı başındaki birini muhatap alırsınız. Siz onunla görüşürsünüz. Onu siz seçersiniz ama o sizin ajanınız olmamalı, yani sizin çıkarınızı değil kendi topluluğunun çıkarını düşünmelidir.
Bunu Sermaye hep yapar, Millî Görüş içinde bu şekilde çalışan kimselerle irtibat kurar. Oğuzhan Asiltürk ve Recai Kutan bunlardandır. Bu sayede Millî Görüş onlarla barışçı görüşmeler yapmış olur. Biz de böyle yapmalıyız. Onların samimiyetine inandıkları kimselerden birini muhatap almalıyız ve sorunları çıkar paralelliği içinde çözmeliyiz.
- Önceki ayette nida eden Allah ise şimdi gaipten mütekellime geçilir, neden?
Kur’an’ın usulüdür. Kur’an’ın Allah sözü olduğunu beyan etmek için “biz” diye veya “ben” diye hitap eder. Eğer hep böyle olsaydı o zaman o “ben” veya “biz” Muhammed olabilirdi, çünkü o bize getiriyor. Olmadığını göstermek için de bazen “o” der. Kur’an baştan sonuna kadar bu usulü uygulayarak Kur’an’ın Allah sözü olduğunu devamlı olarak hatırlatır. “O nida eden biziz.” der, “Âlemlerin Rabbi olan biziz” der.
- نَزَعْنَا kelimesi kullanılır, başka ayetlerde اصْطَفَيْنَا kullanılır; اصْطِفَاء ile نَزْع kavramlarını karşılaştırınız.
“İstifa”da kişinin çevresinde bulunan ve onu kötü yollara götüren kimseleri uzaklaştırıp topluluğun başına seçilen kimseyi getirme vardır.
Peygamberler topluluğu bırakmazlar, topluluk içinden iyi olanları birleştirip yeni topluluk kurarlar. Önce hicret ederler, sonra da hicret ettikleri yerleri fethederek tüm topluluk içinde yenilik yaparlar. Burada ise kişi topluluktan koparılır. Onların içinde kalarak ikiyüzlülük yapmaz. Onları düşünerek, onları koruyarak sizin yanınızda yer alır. Böylece o topluluğun tövbe ederek size katılma şansını oluşturur.
- Bu نَزَعْنَا kelimesiyle “kasame”deki itham edilenleri karşılaştırınız.
“Kaseme”de mağdur olanlara kim yapmış olur diye sorulur. İtham ettikleri kimseler sorguya çekilir. Eğer suçlu bulunmazsa itham edilenlerin akileleri diyetlerini öderler. Böylece faili meçhul cinayetlerdeki mağdurların mağduriyeti giderilmiş olur. Topluluk diyeti ödediği için cinayetlere izin vermez, topluluktaki mağduriyeti de gidermiş olur. Burada da karşı tarafın haklarını savunan kişiyi iktidar seçer ama o seçilen kimse onların gerçek hukukunu korur. Onlar da iktidar olanı muhatap almaz. İktidarda olmayan birini görevlendirir. Kasamede de vârislerden biri değil vâris olmayan yakınına seçme yetkisi verilir.
- Bu ayet kimlere hitap eder?
Bu ayet insanlığa, yani hepimize hitap eder. Kendisinin ahirette ne yaptığını anlatarak hem bize ahireti tanıtır hem de bizim dünyada iktidarda iken nasıl davranacağımızı öğretir.
- Nekre (كُلِّ أُمَّةٍ) üzerine مِنْ gelir, nasıl mana verebiliriz?
Her ümmetten birini nez’ ederiz. Bu da bize şunu gösterir, karşıdaki asiler bize isyan etmekte beraberler ama kendi aralarında gruplar vardır. Bizi bertaraf ettikten sonra kendi aralarında kavgalar başlar. İşte, bizim bunlardan yararlanmamız gerekir. Eğer biz onların yöneticilerini tutup hapsedersek veya öldürürsek onları birbirine daha çok yanaştırmış ve bize karşı kenetlemiş oluruz. Onun için iktidarlara dokunulmamalıdır. Bu anlatılanlar çerçevesinde A. Öcalan serbest olabilir, Selahattin Demirtaş serbest kalabilir. Biz Kürt kabilelerden her birinden birer tane aklı başında, onların saygı duyduğu ama onların başında olmayan kimseleri seçebiliriz, onlarla diyalog kurabiliriz. Bu kişiler iktidara talip olmadıkları için oranın yöneticilerinin de sevdiği kimselerdir. Samimi olduklarından dolayı da halkın sevdiği kimselerdir. İyi insanlar oldukları için de bizim muhatap aldığımız kimselerdir. Böylece onların arasını da anlaştırarak barış içinde ama ayrı ayrı olarak yaşayacak şekilde varlıklarını sürdürmeyi sağlamamız lazımdır.
Ayet bunu öğretir.
- كُلِّ kelimesi neyi ifade eder? Nekre üzerine gelen مِنْ ile marife üzerine gelen مِنْ‘i karşılaştırınız.
مِنْ nekre üzerine gelirse türden birisini, herhangi birisini kastederken, marife üzerine gelirse maruf olanın parçalarını kastetmiş olur. Burada ümmetin üzerine gelmiş, başkanları olan her topluluk kastedilmiş olur.
İslam yönetiminin şekli federe yönetimdir. Birlik var ama her biri bağımsızdır. Kendi içimizde böyle organizasyonu esas aldığımız gibi karşımızdaki muhataplarımızı da bu şekilde değerlendirmeliyiz.
ABD’nin her eyaletiyle ayrı ayrı ilişkiler kurmalıyız. Resmi yönetimleriyle değil, orada tanınmış ilim adamlarından, sanatçılardan veya iş adamlarından birisiyle irtibat kurmalıyız. Bu gerek o federe devleti gerekse federe devletin çıkarlarını düşünen birileri olmalıdır ve bir tane olmalıdır. Aramızda çıkar paralelliği içinde çözüm yolları aranmalıdır.
Baştaki كُلِّ kelimesi istiğrak içindir. Biz, bizim dışımızdaki bütün imamlı topluluklara bu şekilde davranırız. Onların da bizim ülkemizde benzer şekilde davranmalarına imkân veririz.
- شَهِيدًا kelimesini inceleyiniz.
شَهِيد, شَاهِد kelimesinin sıfatı müşebbehesidir. شَاهِد bir defa bulunan, gören demektir. شَهِيد ise soruşturmacı anlamındadır.
Bugünkü polis ve savcılık birer şehittir. Şehitlik genel hizmetlerden biridir. Her toplulukta o topluluğun tarafsızlığını kabul ettiği kimselerden birisi seçilir demektir.
Nekre gelir çünkü onlardan herhangi birisini biz görevlendirmiş oluruz.
- “Her ümmetten bir şehit” denir, bu şehit neyi temsil eder?
Bu şehit bizim oradaki fahri elçimizdir. Onlardandır ama biz seçeriz. Biz onu muhatap alırız, bizi orada o temsil eder.
- Şehitleri atamak taraflara mı aittir yoksa kamuya, hakemlere veya dayanışma sorumlularına mı aittir; buradaki ifadeyle bu soruyu cevaplandırınız.
“Biz nez’ ederiz” diyor. Bir kurum nez’ edecek demektir. “Sen nez’ et” demiyor, “Ben nez’ ederim” demiyor, “Biz nez’ ederiz” diyor. O halde bunları her toplulukta bulup seçecek bir kurumun olması gerekir. Bu da bugünkü dışişleri bakanlığıdır. Dışişlerinde son söz orduya ait olduğu için Milli Savunma Bakanlığı’nın başkanlık yaptığı grup içinde yer alır.
- فَقُلْنَا‘daki فَ harfi ne Fa’sıdır?
İşte bu atanmış olan ama onlardan olan şehitler aracılığıyla o topluluklara hitap edilir. Ahirette de her topluluk ile soruşturma ilişkisi böyle kurulur.
- قُلْنَا‘daki نَا kime işaret eder?
نَزَعْنَا‘daki نَا‘ya işaret eder.
- آتُوا demez de هَاتُوا der; neden?
هَيْأَة hazırlamaktır. هَيْتَ kelimesi ‘Haydi gel’ manasına geldiği gibi آتَى anlamında ‘ver’ manası çıkar.
Burada getirilecek burhan kavli burhandır. Gerçek bir varlığın getirilmesi değildir. Onun için آتُوا kelimesi kullanılmaz. Burhan ‘Burada savunmanızı yapın’ demektir. Bugünkü anayasalarda yer alan savunma hakkını ifade eder. Kişinin savunması ayrı, topluluğun savunması ayrı bir şeydir. Topluluğun savunma hakkı onu temsil eden iktidarlara değil halkı temsil eden kişilere verilir.
Kürtlerin hakkını ne dağdaki çete başları ne de HDP benzeri partileri yöneten yöneticiler temsil etmelidir. Onlarla anlaşma hiçbir şey ifade etmez. Kürt halkı muhatap alınmalıdır. Her kabilenin içinden bir temsilci seçilmeli, o temsilci onların hukukunu samimiyetle savunmalıdır. Türklerle beraber kendi özgürlükleri içinde yaşamalarına tek taraflı olarak biz imkân vermeliyiz. Dağdaki eşkıyaların zarar vermemesi için iç güvenlik kuralları uygulanmalıdır. Partilerine de şeriatın sağladığı haklar tanınmalıdır.
Yöneticilerin alacağı kararlarla muhaliflerin iktidarları yola getirilemez. Herkes şeriata uymak zorundadır. Şeriatın sınırlarını çizmek de hakemlerden oluşmuş tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın mahkemelerle mümkündür.
- بُرْهَانَكُمْ harfi cersiz gelir, هَاتُوا kelimesi müteaddi midir?
أَتَى kelimesi lazımdır, هَاتَ kelimesi ise müteaddidir. Onun için أَتَى‘da بِ harfi gelir, هَاتَ‘de gelmez.
- فَعَلِمُوا‘daki فَ ne Fa’sıdır?
Seçilen şehit kendi halkına, ‘Hakkın sınırlarını belirlemek Allah’a aittir, şeriata aittir.’ hükmünü öğretir. Yani Kürtlerle Türkler arasında çıkacak nizaları tarafların seçtiği birer hakemle onların seçtiği başhakem belirler ve hakemlerin verdiği karara Kürtler de Türkler de Kürt yöneticileri de Türk yöneticileri de uyar. Dolayısıyla savaşa ve eşkıyalığa da gerek kalmaz. Bunu anlatmak işte o şehitlerin görevidir. Eğer bunu anlatabilir, buna kendileri inanırlarsa o zaman onun şehitliği devam eder. Yoksa başka birini bulmamız gerekir.
- Nasıl bilirler?
Şehitlerin önce kendilerinin inanması, sonra da onlara anlatmasıyla bilirler. Halk bilir. Bizim için yöneticiler veya iş adamları değil, doları olanlar değil, halk önemlidir. Amerikalılar önemlidir, Suriyeliler önemlidir, İsrail oğulları önemlidir. İsrail oğullarının zenginleri ve yöneticileri bizi ilgilendirmez. Onlar İsrail oğullarının problemidir.
- Onları temsil etmeyen kendi aralarından birisinin şehadetiyle onlar nasıl bilgi sahibi olurlar?
Bu temsil edilen kimseler o topluluk içerisinde yönetici olmayan ama saygın olan kimselerdir. Her toplulukta böyle kimseler vardır. Onlar zengin değillerdir; iktidarda bir görevleri olmazsa da bilgileri, becerileri, iyiliği sevmeleri, topluluk içerisinde kendiliğinden oluşan bir yerleri vardır. İşte o güçleriyle onlara gerçekleri anlatırlar.
- Kur’an’ın başka bir yerinde Allah’ın hak olduğunu zikrettiği halde burada hakkın Allah’a ait olduğunu söyler; karşılaştırınız, ne demektir?
Allah haktır. Yani gerçek varlık O’dur. Diğer varlıkların hepsi O’nun varlığının görüntüsüdür. Orada kullanılan “hak” kelimesiyle burada kullanılan “hak” kelimesi farklıdır. Burada dünyadaki hakların sınırlarını belirleme yetkisi açıklanır. Bu da hakemlerin vereceği karara bağlıdır. Kur’an hakemlerin kararlarını, yargı kararlarını “Allah ve resulü” kelimesiyle ifade eder. Burada hakemlik müessesesine işaret ettiği için “Allah” kelimesi لِ harfiyle getirilir.
- وَضَلَّ‘deki وَ harfi nereye atfeder?
Bu açıklamaların sonunda iftira edilen varlıklar veya kimseler ortadan kalkar. O halde ضَلَّ kelimesi عَلِمُوا‘ye atfeder. Böylece bilirler ve iftira ettiği kimseler ortalıkta görülmezler.
Ahirette artık şeytan ve şeytanın iğvasıyla oluşmuş putperestlik yok olur. Orada cehennemdekiler de dâhil herkes şeriata göre hareket eder. Orada ne dolar ne de ekseriyet kararları olur.
Bu dünyaya gelince, yukarıda anlattığımız temsilciler sayesinde insanlar gerçekleri öğrenirler ve karşılıksız dolarları ve ekseriyet kararlarını terk ederler. Böylece Adil Düzen’e geçilmiş olur.
- عَنْهُمْ‘deki هُمْ zamiri kimlere gider?
O gün yargılanan kimselere gider. Artık yargılanan kimseler ile şeytanın ve onun hizbinin bir ilişkisi kalmaz. ضَلَّ kelimesi عَنْ ile kullanılırsa onlardan uzaklaşmayı, onlar içinde yok olmayı ifade eder.
- “Dalalet” ile عَنْ kelimesinin ortak anlamı nedir?
“Dalalet etmek” şaşırmak demektir. Yolu bulamamak demektir ama عَنْ ile gelirse ortadan kaybolma anlamına gelir. Örneğin Mücahit Bozbey bizden dalalet etmiştir denilirse mana daha iyi anlaşılır. Bekliyoruz gelsin diye.
- Bundan önce şeriklerden bahsederken الَّذِينَ kullanılırken, şimdi ise مَا kelimesini kullanır, “şerikler” şuurlu varlıklar mıdır yoksa şuursuz varlıklar mıdır?
Ayette böyle ince farklar yapılır. İnsanlar dolara değil de doları ortaya süren Sermaye sahiplerine, ekseriyet oyuna değil de ekseriyet oyuyla iktidar olanlara ibadet ederler. Tanrı’ya gerçekten işrak ettikleri kimseler onlardır ama şimdi o insanlar dalalet etmeyecek yani onların iktidarlarında onların zenginliklerinde bir değişiklik olmayacak. Doların kendisi, ekseriyet kararlarının kendileri yok olacaklar. Artık putlara tapılmayacak, o gün putlara taptıranlar şimdi hakkı öğrenmiş ve hakem kararlarına uymaya başlamışlardır.
- İftira etmek ne demektir?
“İftira etmek” olmayan bir şeyi zihinde oluşturmak demektir.
فري kökü فرر köküne akrabadır. “Firar etmek” topluluktan ayrılmak, “ferye etmek” ise gerçekten ayrılmak demektir. Olmayan bir şeyi olmuş göstererek çevreyi kandırmaktır.
İftira etmek olmayan bir şeyi zihinde oluşturmak demektir.
Doların karşılığı yoktur ama insanlık o bir gerçekmiş gibi peşinden koşar. Ekseriyet kararlarında topluluğun gerçek kararı yansımaz ama gerçekmiş gibi herkes onun peşinden koşar ve elde etmeye çalışır.
İşte bunları kabul etmek iftira etmektir. Olmayan şeyleri olmuş saymaktır. Şeriat düzeni geldiği zaman bütün bunlar yok olup gider. Ahirette de bu uydurma varlıklar yok olur. Bu kelime Kur’an’da 60 defa geçer.
- İftira ettikleri şeyler bugün nelerdir?
Bugünkü Türkiye muhasebesini göz önüne getiriniz. Gerçek alınanlar var, gerçek satılanlar var. Gerçekten ödenen paralar var, gerçekten tahsil edilen paralar var. Her iki tarafın muhasebe defterlerinde bunların yazılması gerekirken, düzenin bozuk olmasından dolayı bunlar yazılmıyor/yazılamıyor. Hayali miktarlar ve hayali değerler yazılır. Kayıt dışılık bu şekliye bir iftiradır.
Hayat başka, yazılanlar başka!
Bunun gibi siz proje yaparsınız o projeye göre inşaat yapılması gerekirken projeniz uygulanamadığından dolayı uygulayan ustalar kendi kafalarındaki projeleri yaparlar. Sizin projeniz muhafaza edilir ama dışarıyla bir ilgisi olmaz. Yazılan başka, yapılan başkadır!
İşte bu iftiradır.
Evet, bugünkü hayat iftiralara dayanır.
Ahirette böyle sahtekârlık olmaz, olmayacaktır.
“Adil Düzen” geldiği zaman da böyle sahtekârlıklar ortadan kalkmış olur, yapılan projeler uygulanır, uygulananlar yazılır.
- Bugünün şerikleri eşya mıdır insan mıdır?
Bundan önce anlatmıştık. Görünürde eşya olup مَا ile ifade edilir. Gerçekte ise insandır, sömürücülerdir, الَّذِينَ ile ifade edilir.
- Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
- QVL-NZG (قول-نزع)
Başka gruplardan birisini nez’ ederken tek taraflı dayatma ile nez’ edilmez. O toplulukla ilgisi olan bizim topluluk içindeki bir kimseyi görevlendiririz. Bu oraya gitmeyecek, Türkiye’de kalacak. Resmi görevi de olmayabilir.
Diyelim ki Türkmenistan’dan gelmiş birisi Türk vatandaşı olmuş. Bunun kendi anavatanı ile irtibatı vardır. Bunlardan birisini görevlendiriyoruz, Türkmenistan’daki bir kentin içinden bir şehit seçmesini istiyoruz. O da gidiyor ve tanıdıklarla görüşüyor, konuşuyor, anlaşıyor. Böylece bu seçim olacaktır.
Ayette bundan dolayı نَزْع kelimesi ile قَوْل kelimesini eşleştirir.
- GLM-WLL (علم-ضلل)
Kur’an gelmeden önce insanlık henüz rüşt yaşına ulaşmadıkları için ilmin yanında vahiy gelmiştir. Bu vahiy insanlara hidayet yolunu göstermiştir. Vahye uymayanlar dalalette olmuşlardır. Kur’an’dan sonra artık yeni kitap gelmeyecektir. Vahiy alan bir peygamber de görevlendirilmeyecektir. Vahyin yerini ilim almıştır. İlme tabi olmayanlar dalalettedirler. İlmin dışında bugün bize hidayeti gösterecek başka bir araç yoktur. Artık şeriat düzeni yalnız içtihada ve icmaya yani ilme dayanır. Bu ifade edilir.
- HYT-KVN (هيت-كون)
كَوْن oluşmayı ifade eder. İnsanlar bu oluşmadan yararlanarak onun içinde varlıklarını sürdürürler. Getirme anlamında olan هَاتُوا tabiattan çevreden yararlanma demektir. Kurallar içinde ondan yararlanarak yaşamamızı sürdürürüz. O kurallar da şeriattır. Birilerinin dayattığı kanunlar değil, kâinatı var edenin koyduğu sosyal kanunlardır ve o sosyal kanunlara inanmış kimselerin meşru istekleridir. Bundan dolayıdır ki şeriat seçilmiş olan kimselerin yani halkı temsil eden kimselerin görüşleri olup doğrudan halkın ayrı ayrı istekleri değildir. İsteklerin toplamı değil sentezidir.
- FRY-KLL (فري-كلل)
فَرْي iftira etmek, كُلّ de bütününü içine almak demektir.
Düzen öyledir ki eğer faizle bir işe başlarsanız başarıya ulaşmanız için sonuna kadar her şeyi faize göre ayarlamanız gerekir. Kredileşmeyi benimserseniz artık faizle bir iş yapamazsınız. Kâinat mantık üzerinde yaratılmıştır. Her şey matematikledir. Fransa’dan bir madde, İngiltere’den bir kurum, Almanya’dan bir makine alarak bir uygarlık oluşturamazsınız. Her şeyi siz kendiniz kendi düzeniniz içerisinde planlayacaksınız.
Batı’nın hukuktaki başarısızlığı bundan dolayıdır. Roma’dan aldıklarıyla İslam’dan aldıklarını bir torbaya koyarak hukuku oluşturduklarını düşünmüşlerdir. Osmanlılar da Batı’daki karma hukuku Türkiye’ye getirerek ileri gideceklerini sanmışlardır. Mustafa Kemal ise Batı’nın karmasını netleştirip İslamiyet’i devre dışı bırakmıştır. Hiç birisi başarılı olamamıştır.
- EMM-ŞHD (ءمم-شهد)
İmamla şehid farklı kimselerdir. İmamlar yönetirler, kararlar alırlar ve uygularlar. Halk imamların kararlarına itaat eder. Ancak halk kendi isteklerini imamlardan öğrenmek istemez. İktidardan neyi isteyeceğini, kimleri iktidar edeceğini iktidarda olmayan ve iktidara talip olmayan saygın kişilerden öğrenmeye çalışır. Şehit bunlardır. İmamlarla şehitler dayanışma içinde olurlar ama imamlar şehitlerden, şehitler imamlardan farklıdırlar.
- BRH-XQQ (بره-حقق)
“Hakikat” zihnimizde tasavvur etmiş olduğumuz varlıklar ve olaylardır. Onların dışarıda karşılığı varsa hakikattir. Doların karşılığı altın olarak piyasada varsa dolar hakikattir, karşılığı yoksa dolar batıldır.
“Burhan” beyinde düşünülen şeylerin dışarıda karşılığı olduğunu kanıtlayan bir araçtır. Topluluk için burhanla sabit olan hakikatler hakikattir. Hakikat olduğu ispatlanmayan hakikatleri biz ne reddederiz ne de kabul ederiz.
- elLLAH-EanNa (اللَّه-أَنَّ)
Enne te’kîdli mastar harfidir ve mastarlar sonsuzluğu gösterir, “Allah” kelimesi ile bu nedenle birlikte zikredilir.
- MAv -GaNHuM (مَا-عَنْهُمْ)
Ne manasında olan مَا belirsizliği ifade eder. Belirsizliğin ortadan kaldırılması gerekir. Bunun için şeriat vardır. Kurallar konarak sonunda belirsizlik ortadan kalkmış olur. Görevler bölüşülerek belirsizlik ortadan kalkar.
- MİN-Li (مِنْ-لِ)
مِنْ nevide teb’iz için gelir veya nekrede ta’mim için gelir.
Bu neden yapılır?
Belli bir gayeye ulaşmak, belli bir hedefe varmak için yapılır.
مِنْ harfi ceri لِ‘nin aracıdır. مِنْ illeti, لِ hikmeti gösterir.
Öz Türkçe ile:
“Ve her topluluktan bir tanık çıkarıp ‘Kanıtlarınızı getirin.’ deriz. Hakkın Allah için olduğunu bilirler. Uydurdukları nesneler onlardan yitmişlerdir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve ümmetin küllünden bir şehit nez’ edip ‘Burhanınızı heyt edin.’ diye kavl ederiz. Hakkın Allah için olduğunu ilm ederler. İftira etmiş oldukları onlardan dalalet etmiştir.”
وَنَزَعْنَا مِنْ كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا فَقُلْنَا هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ فَعَلِمُوا أَنَّ الْحَقَّ لِلَّهِ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ (75)
***
GENEL YORUM
Bu surede yalnız Musa Peygamber anlatılır. Bunun sebebi nedir?
Bu sure 21. yüzyılın içinde gerçekleşecek olan ikinci Kur’an uygarlığının gelmesini anlatan surelerdendir. 21. yüzyılın Firavunu da Peygamber Musa’nın oluşturduğu İsrail yönetiminin çocuklarıdır. Yusuf Peygamber İsrail oğullarını kavim haline getirmiş yani kavim seviyesine ulaşmalarını sağlamıştır. Musa Peygamber ise bu kavmin nasıl yönetileceğini öğretmiştir. Bugüne kadar İsrail oğulları peygamberli medeniyetleri getirmiştir. Hatta Muhammed Peygamber bile İsrail oğullarının kuzenidir.
Bundan sonra artık insanlığı bir kavim yönetmeyecek. Tüm insanlar kendi kendilerini yönetecekler, bağımsız olacaklar, özgür olacaklar.
Yani insanlık olarak biz uygarlığı İsrail oğullarından devralıyoruz. Bundan dolayı onları iyi bilmemiz ve iyi tanımamız gerekir. Onun için bundan önceki iki surede değişik peygamberlerden bahsetmiştir. Bu surede ise yalnız Musa Peygamber’den bahsetmiştir.
1110. SEMİNER LÜGATI |
NO | Kelime | Vezin | Kök | Açıklama |
-
| يَأْتِي | يَفْعِلُ | ءتي | أَتِيّ çardağa doğru suyu getiren kanaldır. Tek yönden gelmeyi ifade eder. أَتِيّ Su kanalı demektir. Suyun akıp gelmesi manasında أَتَى ‘ya mastar olmuştur. Bir yönden gelişi ifade eder. جَاء ise yönsüz gelişi ifade eder. Kur’an’da ءتي 549, ءزف 3 defa geçer ve 552 (23*3*23) eder. ء gücü, ت oluşu, ي ise kolaylığı ifade eder. |
-
| إِلَهٌ | فِعَلٌ | ءله | لَاه bir şeyi kapatmak için üstüne örtülen örtü demektir. İlah örtülmüş, görünmez anlamında olup Tanrı demektir. İlah kelimesi Tanrı anlamına gelir. İnsanlar, “var edici”yi her zaman bilmişlerdir. Onu en kıymetli veya güçlü gördükleri bir varlık ile ifade etmeye çalışmışlardır. Bu sebepledir ki, birçok dinlerde Tanrı güneş kelimesi ile ifade edilmiştir. Türkçedeki Tanrı da ışık kelimesinden gelir. Kur’an’da da “Allah göklerin ve yerin nurudur” denir. Bu kelimenin çıkışı “aydınlık” anlamına gelen bir sözden gelir. Türkçeye Tanrı diye tercüme edilir. Kur’an’daءله 2851, ءلي 289 defa geçer. Toplam 3140 (22*5*157) eder. ء gücü, ل belirlemeyi, ه görünmezliği ifade eder. |
-
| أُمَّةٍ | فُعْلَةٍ | ءمم | أَمَام ön, imam önden giden kimse, yani önder demektir. Ümmet de imamı olan topluluk demektir. أُمّ Anne demektir. أُمَّهات insanlar için anneler demektir. أُمَّات ise insan dışı varlıklar için anneler demektir. Bu kök ‘peşinden koşmak’ anlamındadır. Annenin çocuğunun peşinden koşması anlamına geldiği için anne kelimesi buradan gelir. Kur’an’da ءمم 119, ءيم 1 defa geçmektedir. Toplam 120 (23*3*5) eder. ء gücü, م enginliği ifade eder. |
-
| أَيْنَ | فَعْلَ | ءين | Hale ayın veya güneşin etrafında oluşan halkadır. حَوْل çevre demektir. Mekânla zaman arasındaki alakadan dolayı zamandaki döngüyü ifade eden حِين kelimesi vakit anlamında kullanılır. Sonra ح harfi ء harfine dönüşmüş, an/آن (kısa zaman) olmuştur. أَيْنَ nerede anlamında soru edatıdır. أَيَّانَ ise ne zaman anlamındadır. Kur’an’da 27 defa geçer. ء gücü, ي kolaylığı, ن belirsizliği ifade eder. |
-
| بُرْهَانَ | فُعْلَانَ | بره | بَرْق şimşek demektir. Karanlıkta çaktığı zaman ortalığı birden aydınlatır ve nerede olduğunu çevrenin neleri içerdiğini görürsün. بره kökü برق kökünden dönüşmüş olup insanın birden aklına gelmesi, çözüm bulmasıdır. Akla gelmeden önce bilinmeyen ama akla gelince de kesin bilgi halinde olan şeye ‘burhan’ denir. Kur’an’da بره 77, برء 31, defa geçer. Toplam 108 (22*33) eder. ب geçidi, ر tekrarı, ه görünmezliği ifade eder. |
-
| تُبْصِرُونَ | تُفْعِلُونَ | بصر | بَصَر çevresiyle birlikte göz, عَيْن ise gözbebeği civarındaki göz demektir. Göz demektir. Uzağı görmek anlamına gelir. Kur’an’da 148 defa geçer. ب geçişi, ص dayanıklılığı, ر tekrarı ifade eder. |
-
| لِتَبْتَغُوا | لِتَفْتَعِلُوا | بغي | “Boğa” inekleri hamile yapan öküzdür. Büyük iştahla bir işe sarılmak veya saldırmak “beğy etmek”tir. Kazanmak için çalışmak “ibtiğa”dır. Yani kendi kendine saldırmak anlamındadır. “Bağu” ise başkasını soymak için saldırmaktır. ب geçişi, غ değişmeyi, ي kolaylığı ifade eder. |
-
| جَعَلَ | فَعَلَ | جعل | جِعَال ele pisliğin veya sıcaklığın bulaşmaması için tutulan deri veya bez parçası demektir. Sonraları kılmak anlamında kullanılır. Kılma ile yapma arasındaki fark, yapmada yeniden var etme, ca’lde ise var olan bir varlığı yeni bir işe koymak anlamı taşır. ج toplanmayı, ع etkiyi, ل belirliliği ifade eder. |
-
| الْحَقَّ | الْفَعْلَ | حقق | حُقَّة develere yemin dağıtıldığı kaptır. Bir devenin istihkakına hak denir. Hak, sonraları gerçek anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Hak kelimesi mutlak söylendiği zaman lehe hak demektir. عَلَى kelimesi ile kullanıldığı zaman borç demektir. دَيْن kelimesi mutlak kullanıldığı zaman borç demektir. لِ harfi ile kullanıldığı zaman hak demektir. Hak borçla beraber doğar. Topluluk düzenine hukuk düzeni diyoruz. Yani herkes borçlu ve alacaklı hale gelerek topluluk oluşur. Fizik kimyada da elektron alışverişi ile bağlanmalar olur ve bütün fiziki maddi varlıklar böyle meydana gelir. ح hareketi, ق kuvveti ifade eder. |
-
| رَأَيْتُمْ | فَعَلْتُمْ | رءي | رَايَة bir yere konmuş, oranın özelliğini gösteren işaret demektir. Uzaktan görülebilen işarettir. رَأْي ise görmek anlamındadır. رَأْي derin olarak görmek, نَظَر genişlemesine görmek, بَصَر uzağı görmek, شُهُود ise içinde bulunmak, her yönüyle görmek demektir. رَايَة uzaktan görülebilen işaret demektir. بَصَر göz demektir. “Nazar” korkuluk demektir. ر tekrarı, ء gücü, ي kolaylığı ifade eder. |
-
| رَحْمَةِ | فَعْلَةِ | رحم | رَحِيم Rahim, bebeğin doğana kadar geliştiği yerdir. Kur’an’da رحم 339; 1, لحي defa geçer. Toplam 340 (22*5*17) eder. ر tekrarı, ح hareketi, م enginliği ifade eder. |
-
| تَزْعُمُونَ | تَفْعُلُونَ | زعم | زَعِيمٌ ganimetten ve kolektif olarak elde edilen maldan yöneticilere ayrılan paydır. Sonra kefil anlamı kazanmıştır. Bir şeyi ısrarla iddia etmek anlamında da kullanılır. Kur’an’da زعم 17, زجو 3 defa geçer. Toplam 20 (22*5) eder. ز zamanda diziyi, ع üstünlüğü, etkiyi م enginliği ifade eder. |
-
| سَرْمَدًا | فَعْلَلًا | سرمد | سَمَد simit, çeperi yuvarlak olan halkadır. سَرْمَد sonu gelmeyen dolanmadır. Türkçedeki simit kelimesi de Batıya bundan geçmiş olabilir. Kur’an’da sert kelimesi de geçer. Zırhın dokuları arasındaki mesafenin takdir edilmesi Davut Peygamber’e emredilir. Bir gecenin uzaması şeklinde olabilir ya da gecelerin bitişmesi şeklinde olur. Geceler ayrı ayrı vardır ama birbirine bitişik olduğu için aralarında gündüz yoktur. Eğer سَرْمَد kelimesi sert kelimesinden türemişse bu anlamı çıkarabiliriz. Arapçadaki kelimeler 3 harflidir. Bazı kelimelere ek harfler eklenerek 4’lü yapılır. Bu ek harfler içinde ر da vardır, م de vardır. Yani سَرْمَد ‘sert’ kelimesinden üretilmiş olabilir, ‘semt’ kelimesinden de üretilmiş olabilir. Bu takdirde سَمَد/simit üzerinde hareket ederseniz sonuca varamazsınız, hep devamlı gece olur. Yani hangi şekilde düşünürseniz düşünün insan hayatı gece ile gündüzün dengeli bir şekilde varlığına bağlıdır. Hayat öyle mümkün olur. Kur’an’da 2 defa geçer. |
-
| تَسْكُنُونَ لِتَسْكُنُوا | تَفْعُلُونَ لِتَفْعُلُوا | سكن | سِكِّين bıçak demektir. سَاكِن kesilen hayvanın hareketsiz kalması demektir. مِسْكِين bu anlamda yoksul demektir. Kur’an’da سكن 69, سكر 7 defa geçer. Toplam 76 (22*19) eder. س mekanda diziyi, ك oluşmayı, ن belirsizliği ifade eder. |
-
| شُرَكَاءُ | فُعَلَاءُ | شرك | شَرِيك Tasma kayış demektir. Ortak olmak birbirine bağlanmak manası taşıdığı için ortaklığa şirk denir. İşrak ise birini başka birine ortak saymak demektir. Kur’an’da 168 defa geçer. ش ani sıçramayı, ر tekrarı, ك oluşmayı ifade eder. |
-
| تَشْكُرُونَ | تَفْعُلُونَ | شكر | شَكَر sütle dolu memedir. Kur’an’da شكر 75, سكر 7 defa geçer. Toplam 82 (2*41) eder. |
-
| شَهِيدًا | فَعِيلًا | شهد | شُهُود petekteki baldır. Bir şey karışmamış ve saf olmasından dolayı kesin bilgilere شُهُودdenir. Bu nedenle şehadet için görme şartı yoktur. Belgeler yeterlidir. Kur’an’da 160 defa geçer. ش ani sıçramayı, ه görünmeyen değeri, د çeperi çevreyi ifade eder. |
-
| ضَلَّ | فَعَلَ | ضلل | ضَلَال kaybolan deve demektir. Şaşırmak anlamına gelir. Yoldan şaşırmak ve kaybolmak demektir. Böylece her taraftan çevrilmiş bir çember içinde şaşkına dönmüşlerdir. Tarihte birçok savaş arkadan çevirerek çember içine alarak kazanılmıştır. Düşmanı başka tarafta gözetleyenler beklenmedik yerden saldırıya uğradıklarında şaşırırlar. ض katlamayı, ل belirliliği ifade eder. |
-
| عَلِمُوا | فَعِلُوا | علم | عَلَم dağın sivri noktası demektir. İnsanlar o tepeye bakarak bulundukları yerleri belirlerler. Sonraları yeryüzü beyler arasında bölüşülünce, her bey hâkim olduğu çevrenin tepesine o çevrenin kendisine ait olduğunu belirleyen işaret koymuştur. Buna “alem” denir. Bugünkü bayrak o dönemin geleneği olarak devam eder. عَرَفَة üstü düzlük dağ veya yayla demektir. İnsanlar ilk zamanlarda burada yıllık veya daha kısa zamana ait toplantılar yaparlardı ve birbirleri ile tanışırlardı. عَرَفَة (Arafat) kelimesi buradan gelir. Hala orada toplanılır. عِلْم varlıkları sınırlamak suretiyle tanımlamak ve aralarındaki ilişkileri riyazi bir şekilde belirlemektir. مَعْرِفَة ise varlıkları diğerlerinden ayıracak özellikleri ile belirlemektir. عetkiyi, ل belirliliği, م enginliği ifade eder. |
-
| غَيْرُ | فَعْلُ | غير | غَبَرَة toz demektir. غ değişmeyi, ب geçidi, ر tekrarı ifade eder. |
-
| يَفْتَرُونَ | يَفْتَعِلُونَ | فري | “Ferre” “Ferv” ölü hayvanın derisi; soluk renk demektir. “Firar etmek” korkup kaçmak anlamına gelmektedir. “İftira etmek” rengini değiştirme anlamında bir kimsenin yapmadığını yapmış göstermektir. “Ferrar” cıva demektir. İftira etmek olmayan bir şeyi zihinde oluşturmak demektir. Kur’an’da 60 defa geçer. ف kopmadan ayrılmayı, ر tekrarı, ي kolaylığı ifade eder. |
-
| فَضْلِ | فَعْلِ | فضل | فَضْل emeksiz elde edilen şey demektir. ف kopmadan ayrılmayı, ض katlanmayı, ل belirlemeyi ifade eder. |
-
| يَقُولُ قُلْنَا | يَفْعُلُ فَعَلْنَا | قول | قَوْل Birlikte bir iş yapan kimselere, belli bir sesle kumanda eden kimsenin adından gelişmiş bir kelimedir. Bu sesten kinaye olunur. Kelamdan farkı bağlayıcı olmasıdır. Türkçedeki “söz” kelimesi de böyledir. O halde burada “söyledi” olarak tercüme edilir. ق dayanma kuvvetini, و beraberliği, ل belirliliği ifade eder. |
-
| الْقِيَامَةِ | الْفِعَالَةِ | قوم | قَائِمَة Hayvanların ön ayaklarına denir. قَوْم ise ağacın gövdesi demektir. Kıyam etmek (قِيَام), kalkmak veya ayakta durmak anlamındadır. قَائِم ayakta durandır. Mecazi olarak sağlam, bozulmamış veya bozulamayacak anlamındadır. ق dayanıklılık manasında güçlü olmayı, و beraberliği, م ise hava, su, atmosfer gibi enginliği ifade eder. |
-
| كُلِّ | فُعْلِ | كلل | Kele etrafı çevrilmiş çayırlık demektir. Etrafının çevrilmiş olmasından dolayı bütün anlamında kullanılır. Marifenin üzerine gelirse birinin bütün cüzleri anlamına gelir. Nekre üzerine gelirse türün bütün fertlerini kapsar. Kur’an’da كلل 379, كلء 1 defa geçer. Toplam 380 (22*5*19) eder. ك oluşmayı ل belirlemeyi ifade eder. |
-
| كُنْتُمْ كَانُوا | فَعَلْتُمْ فَعَلُوا | كون | كَوْنtepe demektir. بَيْن’in karşılığıdır. Bunlara mukabil düz olan yere ise هَوْن denir. كَانَ tepe manasından yararlanılarak “olmak” fiilini oluşturur. هَوْن yokluğu bildirir, uzaktaki veya görünmeyen anlamındadır. بَيْن insanın kendisini bildirir. كَوْن de ortada olan, görünen anlamındadır. Oluşu ifade eder. لَمْ يَكُنْ “olmadı” veya “yok” anlamınadır. كَانَ ise “oldu” veya “-dır” anlamına gelir. ك oluşu, و beraberliği, ن belirsizliği ifade eder. |
-
| لَيْلٍ اللَّيْلَ | فَعْلٍ الْفَعْلَ | ليل | Durgun suda dibe çöken mile لَيْل, akıp denize giden parçacıklara da نَهِر denir. Kuşların çamurda avlananlarına لَيْل, suda avlanana da نَهَار denir. “Nehir“ “ırmak“, نَهَار da “gündüz“ demektir. لَيْل gece anlamında, نَهَار ile birlikte kullanılmasına rağmen “leyle“ ile نَهَار birlikte kullanılmamıştır. لَيْل cins isim ise ة tefrit için kullanılmıştır. Bir gece kastedilmiş olur. لَيْل müfret için ise o zaman ة çoğul için kullanılır ve buradaki anlamı kadir geceleri olur. O zaman bir gece değil birçok geceleri içerir. İnzalin manası da lafzi inzal yerine, mana inzaline dönüşür. Kur’an’da 92 defa geçer. ل belirlemeyi, ي kolaylığı ifade eder. |
-
| يُنَادِي | يُفَاعِلُ | ندو | نَدْوَة halkın toplandığı yerdir. Toplanmadan önce toplantıya yüksek sesle çağırmaya نِدَاء denir. Daha sonra çağırma fiilinin mastarı olur. Kuranda ندو53, ندم 7 defa geçer. Toplam 60 (22*3*5) eder. ن belirsizliği, د çevreyi, و birliği ifade eder. |
-
| نَزَعْنَا | فَعَلْنَا | نزع | نَزْع gerilmiş yay demektir. Sonradan çekme, müfâele babından da çekişme anlamı kazanmıştır. Kur’an’da 20 defa geçer. ن belirsizliği, ز titreşimi, ع etkiyi ifade eder. |
-
| النَّهَارَ | الْفَعَالِ | نهر | نَهَار gündüz demektir. Akan suya نَهِر denir. Maddeye لَيْل, enerjiye نَهَار denir. ن belirsizliği, ه boşluğu, ر tekrarı ifade eder. |
-
| هَاتُوا | فَعَلُوا | هيت | هَيْأَة hazırlamaktır. هَيْتَ kelimesi ‘Haydi gel’ manasına geldiği gibi آتَى anlamında ‘ver’ manası çıkar. Kur’an’da هيت 5, هيل 1 defa geçer. Toplam 6 (2*3) eder. ه görünmezliği ي kolaylığı, ت varlığı, muhatabı ifade eder. |
-
| يَوْمَ يَوْمِ | فَعْلَ فَعْلِ | يوم | يوم durgun akan su demektir. Kabarıp inmesi sebebi ile periyodik çağların adı, sonra bir gün ve geceye isim olur. Kur’an’da أَيَّامًا مَعْدُودَةً ta olduğu gibi 24 saat için veya تِلْكَ الْأَيَّامُ نُدَاوِلُهَا daki gibi çağlar için kullanılır. يوم Kur’an’da 475, يمم 11 defa geçer. Toplam 486 (2*35) eder. ي kolaylığı, و beraberliği, م enginliği ifade eder. |
İstanbul, Yenibosna; 03 NİSAN 2021
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan Adil Düzen Çalışanları:
AYŞE AYDIN
Yazar REŞAT NURİ EROL
Ecz. TAYİBET ERZEN
Doç. Dr. SÜLEYMAN AKDEMİR
***