Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021
2154 Okunma, 0 Yorum

KASAS SÛRESİ - 14. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

أَفَمَنْ وَعَدْنَاهُ وَعْدًا حَسَنًا فَهُوَ لَاقِيهِ كَمَنْ مَتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ هُوَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنَ الْمُحْضَرِينَ (61) وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ (62) قَالَ الَّذِينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ رَبَّنَا هَؤُلَاءِ الَّذِينَ أَغْوَيْنَا أَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَا تَبَرَّأْنَا إِلَيْكَ مَا كَانُوا إِيَّانَا يَعْبُدُونَ (63) وَقِيلَ ادْعُوا شُرَكَاءَكُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَجِيبُوا لَهُمْ وَرَأَوُا الْعَذَابَ لَوْ أَنَّهُمْ كَانُوا يَهْتَدُونَ (64) وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ مَاذَا أَجَبْتُمُ الْمُرْسَلِينَ (65) فَعَمِيَتْ عَلَيْهِمُ الْأَنْبَاءُ يَوْمَئِذٍ فَهُمْ لَا يَتَسَاءَلُونَ (66) فَأَمَّا مَنْ تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَعَسَى أَنْ يَكُونَ مِنَ الْمُفْلِحِينَ (67)

 

***

 

أَفَمَنْ وَعَدْنَاهُ وَعْدًا حَسَنًا فَهُوَ لَاقِيهِ كَمَنْ مَتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ هُوَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنَ الْمُحْضَرِينَ (61)

(61) EaFa NaN VaGaDNAvHuv VaGDan XaSaNan FaHuVa LAvQIyHiy KaMan MattAGNAvHuv MaTaVGa eLXaYAvti elDuNYAy ÇümMa HuVa YaVMa eLQiYAMati MiNa eLMuXWaRIyNa

“Kendisine hasen vaat vaat ettiğimiz ona mülaki olan kimse onu dünya hayatının metaı ile temti ettiğimiz sonra da o kıyamet yevminde muhzerinlerden olacak kimse gibi midir?”

 

أَفَمَنْ وَعَدْنَاهُ وَعْدًا حَسَنًا فَهُوَ لَاقِيهِ كَمَنْ مَتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ هُوَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنَ الْمُحْضَرِينَ

وَعَدْنَاهُ مَتَّعْنَاهُ لَاقِيهِ

وَعْدًا حَسَنًا

مَتَاعَ يَوْمَ

الدُّنْيَا الْمُحْضَرِينَ الْحَيَاةِ الْقِيَامَةِ

هُوَ هُوَ َمَنْ مَنْ

ف فَ ثُمَّ كَ مِنَ أَ

1+2+2+2+2+2+2+2+2+1+2+1= 1+10+10 =11+10 =21=3*7 =16+4+1

أَ-مِنَ     ك -ثُمَّ  الْحَيَاة- الْقِيَامَةِ  الْمُحْضَرِينَ-لدُّنْيَا  يَوْمَ -مَتَاعَ    حَسَنًا-وَعْدًا   مَتَّعْنَاهُ -وَعَدْنَاهُ

VGD-MTG VGD-XSN MTG-YVM  DNV-XWR QVM-XYY ÇümMa-Ka MiN-Ea

 

  1. Buradaki فَ ne Fa’sıdır ve nereye atfeder?

الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ ayetine (52. ayet) atfedilmiş olabilir. Orada Kur’an’a da iman ettikleri bildirilir. Buradaki فَ harfiyle onlara Allah’ın haseni vaat ettiğini zımnen söyler ve onların durumunu anlatır. Beyan Fa’sıdır.

  1. Neden أَ‘den sonra gelir?

هَلْ soru edatı فَ‘den sonra gelir. Mesela فَهَلْ أَنْتُمْ denir. Ama أَ, فَ ve وَ‘den önce gelir. أَ inkâr sorusu harfidir. Soruyu bundan sonra gelen bütün cümlelere teşmil eder. Duha Suresi’nde اَلَمْ يَجِدْ ile sorulan vecdetme değil, cümlenin tamamı yetim olarak vecdetme ve iva etmenin tamamen soru içinde olduğunu belirtir. هَلْ ile gelseydi yalnız vecdetme sorulmuş olurdu.

  1. مَنْ‘in irabtaki yeri nedir?

أَفَ‘yi kaldırırsanız مَنْ ismi mevsuldür, mübteda olur. Şart olarak geldiği için haberi فَهُوَ‘deki فَ ile getirir. Yani “Biz kime haseni vaat ettik o da ona kavuştu. Böyle olan kimse diğeri gibi midir?” demiş olur.

  1. وَعَدْنَاهُ‘daki zamir nereye gider?

مَنْ‘e gider. Vaat edilen kimseyi gösterir. İsmi mevsuller fail veya meful olabilirler. Yani وَعَدْنَا’nın faili de mefulü de olabilir. Burada نَا fail olduğuna göre, هُ zamiri mefuldür.

  1. Vaat eden kimdir?

Vaat eden âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Topluluğun kuralları içinde belli kimselere de hasen vaat olunur. Kim onu yaparsa haseni mükafat olarak alması vaat olunur, yaptığı takdirde de onu almış olur. Yani farz değildir ama yaparsa ecri vardır. Sünnet, nafile, nedb kelimeleri bunu ifade eder.

  1. Neden نَا ile gelir?

Allah vaadini sünnetullah dışında değil sünnetullah içinde vaat eder.

“Böyle yaparsanız, Kur’an seminerlerini okur, ona göre Yalova Ar-Ge merkezine taşınırsanız, 100 lojmanlı işyeri semt apartmanını yapmış olur ve orada yerleşirsiniz.” diyor. Yani sebep ve sonuç ilişkileri içinde vaat ediyor.

  1. Hasen vaat nedir?

Hasen vaat (وَعْدًا حَسَنًا) burada nekre gelir. İnsanlar kendi içtihatlarıyla tespit ettikleri işleri yaparlar ve kendi tespitleriyle bekledikleri hasene ulaşırlar. Eğer içtihatlarında isabet etmişlerse bu dünyada başarılı ve bu dünyada hasene mülaki olurlar. Eğer içtihatlarında hata yapmışlarsa bu dünyada başarısız olurlar. Ancak bu yaptıklarında deneme yapmış olurlar ve ikinci denemeyi hatasız yapmaya çalışarak yaparlar. Bu dünyada başarıya ulaşamamışlarsa kendi hataları sebebiyle ulaşamamışlardır ama gayret ettiklerinden dolayı Allah ahirette onlara onun mükâfatını verir. Allah kimsenin amelini zayi etmez.

  1. Neden nekre olarak gelirler?

Herkesin içtihadı farklıdır, konular farklıdır, elde edecekleri hasene farklıdır. Dolayısıyla hem vaid hem vaat edilen çeşitli olduğu için nekredir.

  1. فَهُوَ‘deki فَ ne Fa’sıdır ve nereye atfeder?

مَنْ şartı içeren ismi mevsuldür. فَ harfi onun cevabıdır. O halde cevap Fa’sıdır. Vaadi genişletir. Kim olursa olsun aynı sonuca varılır demektir.

  1. Buradaki هُوَ nereye işaret eder?

مَنْ‘e işaret eder. Yani vaat edilen kimse demektir.

  1. لَاقِيهِ‘deki لَاقِي‘nin kalıbı nedir?

فَاعِلُهُ فَهُوَ anlamındadır yani onun failidir. O vaade ulaşacaktır. Sonu ي ile bittiği için ötre düşmüştür.

  1. لَاقِيهِ‘deki هُ zamiri nereye racidir?

Vaade racidir. Yani kendisine vaat edilene kavuşur.

  1. كَمَنْ‘deki كَ neleri karşılaştırır?

كَ benzetme harfidir, ‘gibi’ demektir. İki şeyi birbirleriyle karşılaştırır. Burada iki kimseyi, yani kendisine hasene vaat olunan kimseyle kendisine hasene olmayan zenginlik veya iktidar verilen kimseyi karşılaştırır. Bugünkü sermaye sahipleriyle bugünkü iktidarları karşılaştırır.

  1. مَتَّعْنَاهُ‘daki هُ zamiri nereye racidir?

كَمَنْ‘deki مَنْ‘e racidir. Yani bugünün iktidar sahipleriyle bugünün sermaye sahipleri olanlardan her biri ayrı ayrı olanlara işaret eder. Genel hükümdür ama hükümler kişiseldir. Ceza kanunlarındaki cezanın şahsiliği ilkesine de işaret etmiş olur.

  1. مَتَعَ kelimesini inceleyiniz.

مَتَاع üzerine ev eşyasının konduğu yüksekçe yerdir sonra buraya konan eşyaya meta denir. Bir şeyden yararlanmaya “temettu’” denir. Kur’an’da 70 defa geçer.

“Metea” “müstekarr”ın karşıtı olarak Kur’an’da geçer. “Metea” hareketli olan eşyayı, “müstekar” ise hareketsiz olan eşyayı ifade eder. İnsanlar hareketli olmayan yerlerde bulunmak zorundadırlar. Hareketli olanlardan da yararlanarak yaşarlar.

  1. Dünya hayatı (الْحَيَاةِ الدُّنْيَا) marife olarak gelir, kastedilen nedir?

Allah kâinatı bundan 13,7 milyar yıl önce yaratmıştır. Kâinat da insan gibi var olmuş, gelişmiş, olgunluk dönemine girmiş, yaşlanmakta ve ölmeye gitmektedir. Peygamberler hep bunu savunmuşlar, filozoflar ise böyle bir oluşmayı kabul etmemişlerdir. Peygamberler hudus nazariyesini, filozoflar ise kıdem nazariyesini kabul etmişlerdir. Binlerce yıl süren bu iki nazariyenin tartışması sonunda 20. yüzyılda müspet ilmin verileri içinde peygamberlerin dedikleri doğrulanmıştır. Filozoflarla peygamberler arasında 20’ye yakın konu tartışma konusu olmuş, 20. yüzyılın müspet ilmi hep peygamberleri haklı çıkarmıştır. Dünya hayatı müspet ilimlerin belirlediği yaşadığımız hayattır. Dünya yakın demektir. Hayat da bu dünya düzenidir. Marifeli gelmiştir, çünkü Allah bizi bu dünyada yaşatmaktadır, bildiğimiz dünyadır, onun için marife gelir.

  1. Dünya hayatının karşılığı ahiret hayatıdır, burada zikredilmez, neden?

Burada karşılaştırılan iki kimse vardır. Biri kendisine hasene vaat edilen ve o haseneye kavuşan kimsedir. Bugün kavuşmuştur veya gelecekte kavuşacaktır.

لَاقِي kelimesi fiil olarak değil de ismi fail olarak gelmiştir. İsmi failler geçmişi ve geleceği içine alırlar. Buradaki dünya hayatı zenginliği ve iktidarı ifade eder. Bu bakımdan da marifedir. Bu zenginlik ve iktidar hasen değildir. Çünkü iktidarda olanlar hep korku içinde iktidarlarını kaybetmeyi beklerler. Zengin olanlar da iflas etmelerinden endişe içindedirler. İntihar fakirler arasında değil zenginler ve iktidarlar arasında olanlarda daha çok görülür.

  1. ثُمَّ‘den kastedilen aralık zamanı neresidir?

Bu dünya hayatı bu şekilde devam ederken insanlar ölüyorlar. Bu dünya hayatı onlar için bir zehirdir. Korku ve didişmeden ibarettir ama Kur’an ve diğer ilahi kitaplar ile peygamberler bu dünya hayatından sonra hayatın olduğunu bildirirler ve iki hayat arasındaki geçişi ثُمَّ ile ifade ederler. 20. yüzyılın ilimleri birçok yönüyle ahireti yani bu dünyanın sonu geldikten sonraki hayatı kanıtlamış bulunmaktadır. 4 ve 5 boyutlu uzaylar, var olan şeylerin yok olmayacağı kuralı, ruhun da var olduğu, dolayısıyla yok olmayacağı bu kanıtlar arasındadır. Ölüm yok olma değildir, daha iyi hayatı oluşturmak için vardır. Kur’an’ın ilahi bir söz olduğu bugünkü ihtimaliyat hesabıyla ispatlanmıştır. Böylece ahiret hayatının varlığı ilmen sabit olmuştur. Burada “ahiret” kelimesi geçmezse de ahiretin bir parçası olan kıyametten söz eder.

  1. ثُمَّ‘den sonra gelen هُوَ kime işaret eder?

كَمَنْ‘deki مَنْ‘e işaret eder. Yani dünyada zengin ettiği ve iktidar ettiği kimseye işaret etmiş olur. مَتَّعْنَا’daki نَا zengin eden kimsenin iktidar eden kimsenin kurallar içinde Allah olduğuna işaret eder.

Öyle bir dünya yaratmıştır ki bu dünyada yalnız iyi kimseler değil kötü kimseler de zengin ve iktidar olurlar. Hatta onlar çalıp çırptığı için, sömürdükleri için zulüm ettikleri için daha kolay iktidar oldukları gibi daha kolay zengin de olurlar. Allah böyle bir dünyayı yaratmıştır.

  1. Kıyamet yevmi marife gelir; kıyamet yevmi ile ahiret arasında ne fark vardır?

Bu dünya hayatı ahiretin tarlasıdır. Burada ekilenler orada biçilir.

Kıyamet demek, ayağa kalkma demektir. Büyük sarsıntı olduktan sonra herkes 4 boyutlu uzayda yeniden dirilir. Dünyada yaptıklarının hesabını verdikten sonra cennete veya cehenneme gider. İşte bu hesap verme dönemine kıyamet yevmi denir. Ahdi zihniyle Kur’an tarafından tarif edildiği için marife gelir.

  1. الْمُحْضَرِينَ kelimesini inceleyiniz.

حَضْرَة inşaat için kullanılan taş, tuğla demektir. Hayvanların sulandığı su kenarında oturmak için konan taş demektir. حَضْر Sofa, su başında oturulan yer demektir. “İhzar etme” hazır bulundurma demektir. Zorla getirme hatta tutuklama “ihzar” kelimesiyle ifade edilir. Ahiret ihzarla celp edilen yer anlamındadır.

 

 

  1. Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
  1. VGD- MTG /متع-وعد

Bu dünya hayatı vaatlerle gerçekleşir. Beşikteki çocuk da bilir ki sütü emerse açlığı gider. İnsanın bütün ihtiyaçlarını duygularıyla bilmesi bir vaattir. Allah insanlara şunu yaparsan şu ihtiyacın gider bilgisini vermiştir, onu yaptığı zaman da o ihtiyacı gider. İhtiyacın gitmesi متع‘dır, onu bilmesi ise وعد‘dir.

  1. VGD-XSN /حسن-وعد

Vaat edilenlerin bir kısmı hasendir, bir kısmı değildir. Her ikisi de metadır. Kuralımıza göre vaat kelimesi ayette tekrar ettiğine göre onlar değil de metaa ile hasenin karşılaştırılması gerekir. Hasen olan meta’ var, hasen olmayan meta’ var. Acele olan meta’ hasene olan meta’ değildir. Acil olan meta’ hasene metadır. Allah kâinatı böyle yaratmıştır. Sabırla çileyle gelecek zamanda elde edilecekler hasendir. Bu anda elde edilenler ise genel olarak hasen değildir.

  1. MTG-YVM /يوم-متع

Meta’ günlük kazançtır. Hasen ise geleceğin kazancıdır.

Bu dünyadaki hayatın gerekleri metadır. Ahiretin, geleceğin gerekleri ise hasendir. Hasen, bir süre içinde elde edilir. Meta’ ise o anda harcanır. Üretim hasendir, tüketim ise metadır. Üretim zaman içinde olur, tüketim ise o günde olur.

  1. DNV-XWR /حضر-دنو

Bu dünya ihzar dünyasıdır. İnsanlar bu dünyaya getirilir, eğitilir, serbest bırakılır, kendi yerlerini kendileri seçerler. Cennete gitmeden önceki ahiret hayatı da ihzar hayatıdır. Bu geçiş dönemi daha çok bu dünya hayatına benzer. Geçiş dönemidir, hesap verme dönemidir. Üretim yaparsınız sonra onu bölüşürsünüz ondan sonra tüketim dönemi başlar. Bu dünya hayatı üretim hayatıdır. Kıyamet günü bölüşme hayatıdır. Cennet ve cehennem ise yaşama hayatıdır. Buna işaret eder.

  1. QVM-XYY/حيي-قوم

Hayat yaşama demektir. Yaşama demek, ihtiyaçları giderme demektir.

İnsanların çoğu kendi kendine yaşayacak durumda değildir. Çocuklar, yaşlılar, sakatlar, akıl hastaları kendi kendilerine yaşayamazlar. Erginler bunları yaşatmak zorundadır. Yani erginler kayyumdurlar. Hayat kayyumla mümkün olur.

Duha Suresi’ndeki أَلَمْ يَجِدْكَ يَتِيمًا فَآؤَي bu insanın genel olarak yetim olduğudur. Yani kendi işlerini gören, barındıran bir kimse olarak yaratılır. Borçlanarak büyür, sonra da çoluk çocuk sahibi olarak borcunu öder. Bunun için “Yetimleri kahretme” denir.

  1. ÇümMa-Ka / كَ-ثُمَّ

ثُمَّ sonra demektir. Benzer olaylar cereyan eder ama biri önce diğeri sonra olur. كَ ise o andaki durumları karşılaştırır.

كَ beraber oluşu ثُمَّ ise birinin önce diğerinin sonra oluşmasıdır. Birinin diğerinin sebebi olması gerekmez.

  1. MiN-Ea / مِنَ- أَ

مِنْ harfi cerdir. Başlangıcı ifade eder. أَ ise soru edatıdır. İnkârı içerir. Biri oluşun başlamasını diğeri ise oluşun bitişini ifade etmiş olur.

 

Öz Türkçe ile:

“Kendisine iyi sözü söz verdiğimiz ona ulaşan kimse kendisini yakın yaşayışın geçimiyle geçindirdiğimiz sonra da kalkış gününde tutuklulardan olacak kimse gibi midir?”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Kendisine hasen vaat vaat ettiğimiz ona mülaki olan kimse onu dünya hayatının metaı ile temti ettiğimiz sonra da o kıyamet yevminde muhzerinlerden olacak kimse gibi midir?”

 

أَفَمَنْ وَعَدْنَاهُ وَعْدًا حَسَنًا فَهُوَ لَاقِيهِ كَمَنْ مَتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ هُوَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنَ الْمُحْضَرِينَ (61)

 

***

 

وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ (62)

(62) Va YaVMa YuNAvDIyHiM FaYaQUvLu EaYNa ŞuRaKiYa elLaÜIyNa KunTUM TaZGaMUvNa

“Ve o yevm onlara nida eder. ‘Zu’m etmiş olduğunuz kimseler olan şeriklerim nerede?’ diye kavl eder.”

 

وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ

كُنْتُمْ

يَقُولُ يُنَادِيهِمْ تَزْعُمُونَ

يَوْمَ شُرَكَائِيَ

أَيْنَ الَّذِينَ

وَ فَ

1+3+2+2+2=4+2+4=10=2*5

تَزْعُمُونَكُنْتُمْ  يَقُولُ- يُنَادِيهِمْ يَوْمَ- شُرَكَائِيَ الَّذِينَ- أَيْنَ وَ- فَ

KVN-ZGM QVL-NDV YVM-ŞRK elLaÜIyNa-EaYNa Va –Fa

 

  1. وَيَوْمَ‘deki وَ nereye atfeder?

يَوْمَ الْقِيَامَةِ‘deki yevmin atfedildiği yere atfedilir.

“İhzar edilecekler” diyor ve “onlara nida edecektir” diyor.

  1. يَوْمًا değil de يَوْمَ gelir neden?

يَوْمَ kelimesi iade edilir ama aynı kıyamet yevmidir. Kendisine izafe edilene zamir gitmediği için يَوْمَ tekrar edilir. Aynı yevmdir.

  1. Niçin يُنَادِيهِمْ şeklinde müfâele bâbıyla kullanılır?

Karşılıklı nidalaşmayı ifade ettiği için mufaale babı kullanılır. Yani Allah onlara nida eder, onlar da O’na nida ederler. Zaten kavil kelimeleri geçer. Kavlin münada şeklinde olduğu ifade edilir. İki cephe kurulur, cephenin sözcüsü ortaya çıkar, karşı tarafa nida eder, karşı taraf da ona cevap verir. Bu nidalaşma hasımlaşma nidalaşmalarıdır. Oturup dostlukça anlaşma değildir. Onun için nidalaşma kalıbı kullanılır.

  1. Buradaki فَ harfi ne harfidir?

Buradaki فَ harfi beyan Fa’sıdır. Yani nasıl nidalaştıklarını anlatır.

  1. Nidayı kavil ile yorumluyor, neden?

Nidalar tek taraflı olabilir veya karşılıklı nidalaşma şeklinde olabilir. Nidalaşma kavil yerine olur. İki cephe karşı karşıya gelince birbirine meydan okumaya başlarlar. Biri onun yanına gitmez, uzaktan söyleyeceğini söyler, o da uzaktan söyleyeceğini söyler.

Bugün ise uzaktan birbirlerine gitmeden konuşma nidalaşmadır. Ben seninle telefonda konuşurken senin yanında değilim, sen de benim yanımda değilsin, uzaktan hitap ediyorum, bu nidalaşmadır ama söz söylüyorum, siz de sözle cevap veriyorsunuz, karşılıklı görüşme yapabiliyoruz.

Allah ahirette nidalaşarak konuşacağı için يُنَادِيهِمْ diyor. Çünkü Allah kimseyle oturup yüz yüze görüşerek konuşmaz. Kur’an nazil olduğu zaman bunları insanlara anlatmak çok zordu ama bugün çok kolay bir şekilde anlayabiliyoruz. İşte, Kur’an’daki müteşabih ayetler bunun için vardır.

  1. أَيْنَ kelimesini inceleyiniz.

Hale ayın veya güneşin etrafında oluşan halkadır. حَوْل çevre demektir. Mekânla zaman arasındaki alakadan dolayı zamandaki döngüyü ifade eden حِين kelimesi vakit anlamında kullanılır. Sonra ح harfi ء harfine dönüşmüş, an/آن (kısa zaman) olmuştur. أَيْنَ nerede anlamında soru edatıdır. أَيَّانَ ise ne zaman anlamına gelir.

‘Neredeler?’ sorusunu soruyor, Allah, nidasıyla.

  1. Şeriklerden kasıt nedir?

Allah’ın kâinatta koyduğu bir düzen vardır. İnsana bu düzenden çıkma gücünü vermiştir. Yani insan günah işleyen tek varlıktır. Cinler de arkadaşlarıdır. Melekler ve ruhlar ise günah işleyemezler. İblis/şeytan ise cinlerdendir.

Allah’ın şeriatına göre hareket etmeyenler kendi adına değil tanrılaştırdıkları birisinin adına şeriatın dışına çıkarlar. Putlaştırdığı kimse kötü biri olmayabilir. Peygamber İsa bunun örneğidir. Onlar İsa’yı tanrılaştırırlar ama onların tanrılaştırdığı İsa ile gerçek İsa arasında bir benzerlik bile yoktur. Çağımızın da tanrılaştırıldığı kimseler vardır. Hitler, Mussolini, Stalin, Atatürk böyle tanrılaştırılmaya çalışılmış kimselerdir, şeriklerdir. Günümüzün şeyhleri de kendileri günahkâr olmadan putlaştırılmışlardır.

Bu putlaştırma aynı sebeplerden dolayı her zaman vardır, bizim zamanımızda da vardır ve var olmaya devam edecektir. Putlaştırılanların buradaki rolleri ve günahları nedir, bunu biz bilmeyiz. Onun için tanrılaştırılan zamanımızın yöneticilerini ne cennete ne de cehenneme göndeririz. Yaptıkları işlerin yanlış olanlarını yanlış olarak görürüz, doğru olanlarını da doğru olarak görürüz. Yanlış olanları düzeltmeye çalışırız, yapanları suçlamayız, doğruları da tamamlamaya çalışırız. Yapanları yine tanrılaştırmayız.

  1. اَلَّذِينَ‘nin irabtaki yeri nedir, kimler kastedilir?

اَلَّذِينَ ismi mevsuldür,شُرَكَائِيَ ‘nin sıfatıdır. شُرَكَائِيَ marifedir. Tanrılaştırılan kimseler kastedilir.

Bunların aynı kaynak tarafından tanrılaştırıldığı anlaşılır. 20. yüzyılın putlarını Sermaye atamıştır. Hitler’i de Lenin’i de Mussolini’yi de hep o görevlendirmiştir. Sonra da insanları zorla onlara taptırmıştır. Onlar görünürde birbirleriyle savaşta olmuşlar ama hepsi şeriata karşı cephe almış gösterilmiştir.

  1. كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ diyor da تَزْعُمُونَ demiyor, neden?

Bir dönemde zu’m etmişler, onlar adına zu’m yapmışlar ve insanlığı onlara taptırmışlar. Tanrı kelimesinin bile ağza alınmasını yasaklamışlar ama bugün artık o sahte tanrılar piyasadan çekilmiş bulunmaktadır. Bu anı ifade etmek için كُنْتُمْ kelimesini kullanır. “O zaman zu’m ediyordunuz, şimdi ılımlı İslam diye vazgeçtiniz.” diyor.

  1. Buradaki يَوْمَ hangi yevmdir?

Buradaki يَوْمَ ahiret yevmi değildir. Allah onlara ahirette nida edeceği gibi bu dünyada da nida eder. Zamanla putperestler mağlup olurlar ve sorguya çekilirler. Dolayısıyla ikinci yevm değiştiği için de tekrar edilmiş olabilir.

 

  1. Aşağıdaki kavramları karşılaştırınız.
  1. KVN-ZGM / زعم-كون

Zu’m etmek demek öyle olduğunu iddia etmek demektir. Türkçedeki “vekil” kelimesinin Kur’an’daki karşılığı “zaim”dir. كَوْن ise gerçek oluşu ifade eder. Zu’m edilenlerin bir kısmı gerçektir, oluştur. Bir kısmı ise gerçek dışıdır. İnsan gerçek olmayanları da savunur güçte yaratılmıştır. Buna göre dünya ve ahiretteki yerini hazırlar.

  1. QVL-NDV /ندو-قول

Nida uzaktan haberleşmeyi ifade eder. Bugünkü telefon ve yayın araçları nidadır. Görüntüler kavil değildir ama bu araçlar kavil için kullanılır, kavlin taşıdığı hükümleri içerir. Yani telefonla verdiğiniz söz geçerlidir. Telefonda veya internette kullanılan oy da geçerlidir. Çünkü onlar kavil olmuşlardır. “Kur’an’da her şey vardır” ifadesinin karşılığı olarak bu kurallar kullanılarak içtihatlar yapılırsa Kur’an’da her şey bulunmuş olur.

  1. YVM-ŞRK/شرك-يوم

يَوْم dönem demektir, şirk ise ortaklıktır. O halde ortaklık bir zaman için oluşturulur. Kuruluş tarihiyle sona eriş tarihi bellidir. İsteyen istediği zaman ortaklıktan ayrılabilir, isteyen istediği zaman tekrar ortaklığa dönebilir. Yeterli ortağı kalmadığı takdirde de ortaklık sona erer.

O halde ortaklık da bir canlıdır; doğar, yaşar ve ölür.

Bunun dışında şirkin dönemleri vardır. Belli dönemlerde şeriat hâkim olur, belli dönemlerde ise şirk hâkim olur. “Bunlar tedavül ettirdiğimiz günlerdir” ayeti (Ali İmran 3/140) bunu ifade eder.

  1. elLaÜIyNa-EaYNa / أَيْنَ- الَّذِينَ

الَّذِينَ ismi mevsuldür ve toplulukları ifade eder. أَيْنَ ise belirsiz bir şeyin belirlenmesini ifade eder. Belirleme mekân içinde olur. Mekâna verilen koordinatlarla her yer kesin olarak tanımlanır. Kişileri de biz mekânla ve zamanla tarif ederiz. Hangi semtte doğmuşsa oralıdır deriz. Hangi tarihte doğmuşsa da orada olanlardan onu ayırmış oluruz. O halde topluluk içinde kişinin tanımlanması mekân ve zamanın belirlenmesi ile olur.

Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası’nda bunlar anlatılır.

Burada da Kur’an’da yeri bulunmuş oluyor.

  1. Va –Fa / وَ- فَ

وَ ile فَ atıf harfleridir. وَ‘de tertip yoktur beraberlik yoktur. فَ‘de ise tertip ve beraberlik vardır.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve o gün onlara seslenir. ‘Tartıştığınız kimseler olan ortaklarım nerede?’ der.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve o yevm onlara nida eder. ‘Zu’m etmiş olduğunuz kimseler olan şeriklerim nerede?’ diye kavl eder.”

 

وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ (62)

 

****

 

قَالَ الَّذِينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ رَبَّنَا هَؤُلَاءِ الَّذِينَ أَغْوَيْنَا أَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَا تَبَرَّأْنَا إِلَيْكَ مَا كَانُوا إِيَّانَا يَعْبُدُونَ (63)

(63) QAvLa elLaÜIyNa XqQa GaLaYHiMu eLQAVLu RabBaNAv HAvEuLAvEi elLaÜIuNa EaĞVaYNAy EaVĞVaYNAvHuM KaMAv ĞaVaYNAv TaBarRaENAv EiLaYKaMAvKAvNUv EiyYANAv YaGBuDUvNa

“Kavlin onlar üzerine hak ettiği kimseler ‘Rabbimiz bunlar, bizi iğva eden kimselerdir. Bize ğavy ettikleri gibi biz de onları iğva ettik. Sana teberrü ettik. Bize ibadet eden olmadılar.’ diye kavl ettiler.”

 

قَالَ الَّذِينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ رَبَّنَا هَؤُلَاءِ الَّذِينَ أَغْوَيْنَا أَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَا تَبَرَّأْنَا إِلَيْكَ مَا كَانُوا إِيَّانَا يَعْبُدُونَ

أَغْوَيْنَاهُمْ أَغْوَيْنَا غَوَيْنَا تَبَرَّأْنَا

كَانُوا

يَعْبُدُونَ

قَالُوا

كَمَا إِلَيْكَ

الَّذِينَ الَّذِينَ عَلَيْهِمُ هَؤُلَاءِ

مَا إِيَّانَا

1+3+1+1+1+2+2+2+2 =8+6+2+1=15

غَوَيْنَا- تَبَرَّأْنَا كَانُوا- يَعْبُدُونَ  رَبَّنَا- الْقَوْلُ كَمَا- إِلَيْكَ  عَلَيْهِمُ- هَؤُلَاءِ  مَا- إِيَّانَا

ĞVY-BRE KVN-GBD RBB-QVL KaMAv- EiLaYKa GaLaYHiM–HavEuLAvEi  

MAv -EiyYANAn

 

  1. Burada atıfsız قَالَ gelmiştir, daha önce fiili muzari olarak يَقُولُ denir, onun cevabı mıdır, yoksa وَمَا أُوتِيتُمْdaki hazfedilen قُلْ kelimesinin karşılığı olan kavil midir?

Her iki mana düşünülerek yorum yapılır. Sonunda çıkan iki yorum karşılaştırılır. Birisini tercih ettirecek işaretler bulunur ve o kabul edilir. Yahut her ikisi de yer ve zamana göre doğrudur.

Biz şimdi يَقُولُ ‘ya cevap olarak kabul ediyoruz. Ona göre yorum yapıyoruz. Siz de وَمَا أُوتِيتُمْdaki hazfedilen قُلْ kelimesine cevap kabul ederek yorum yapabilirsiniz.

Biz bu yorumları yaparken, bütün manaları vererek yorumlamıyoruz. Klasik müfessirlerin yaptığı hata bu olmuştur. Kur’an’ın bütün manalarını yorumlayacaklarını sanmışlardır. Hâlbuki bu mümkün değildir. Kur’an’ın bütün manalarını Allah’tan başka kimse bilmez. Peygamberler de bilmemişlerdir. Hatta kıyamet olacak ama Kur’an’ın bütün manaları bilinmeyecektir.

  1. Kendi üzerine kavlin hak etmesi ne demektir?

الْقَوْلُ marife gelir. Aleyhlerine kavlin hak etmesi onların mağlup olmaları demektir. Siz mağlup olacaksınız ve cehennemde haşr olunacaksınız, kavli marife bir kavildir. Yer ve zamana göre mağlubiyetleri kaville ifade edilir.

Sermaye’nin mağlup olacağı ve Allah’ın ibadi olan kimselerin İsrail’i fethedeceği ama İsrail oğullarının oralardan çıkarılmayacağını Kur’an beyan eder. Bu kavildir. Bu gerçekleştiği zaman onlar özür dileyeceklerdir.

Bunun gibi başka olaylarda da kavil bulunacak ama her olayın kavli maruf olacaktır.

  1. Buradaki الَّذِينَ kimlerdir?

Genel olarak Kur’an’da belli davranışlarda bulunan ve uygarlığın sonunda mağlup olan kimselerdir. Bugün ise mağlup olacak kimseler faizli işçilik sistemi içinde varlıklarını sürdürmek isteyen Sermaye ve iktidarlardır.

  1. Buna göre يَقُولُ‘den sonra cevap olarak قَالَ gelir, neden muzariden maziye dönülür?

Kur’an’ın bir sistemi vardır. Eğer bir şeyin olması kesinse muzari yerine mazi kullanılır. Bu bütün dillerde böyledir. Tehdit ettiğin bir kimseye “Sen öleceksin” yerine “Sen öldün” dersiniz. Yani senin için kader çizilmiştir, değiştirecek yoktur demektir. Bunun için muzariden maziye geçilmiştir. Bu ayet aynı zamanda bu kuralı bize öğretmiş olur.

  1. الَّذِينَ, أَغْوَيْنَا‘nın nesidir, faili mi mefulü mü?

أَغْوَيْنَا‘nın faili نَا‘dır, o halde الَّذِينَ mefulüdür. Bizim iğva ettiğimiz kimseler demektir.

  1. أَغْوَيْنَاهُمْ niye tekrar edilmiş?

هَؤُلَاءِ الَّذِينَ أَغْوَيْنَا mübtedadır. İkinci أَغْوَيْنَا ise haberdir. Haberi zamirle değil de zikrederek ifade etmesi أَغْوَيْنَا‘ya vurgu yapmak içindir. İğva ettiklerimizi biz iğva ettik, iğvamızın sebebi budur demek istiyorlar.

  1. غَوَيْنَا‘nın faili kimdir?

غَوَيْنَا‘nın faili نَا‘dır. “Biz de ğavi olduk.” diyor. Yani biz bizim düştüğümüz hatalara onları da düşürdük diyorlar. غَوَيْنَا‘daki نَا mastar olabilir veya ismi mevsul olur. Mastar olursa bizim yaptığımızı onlara yaptırdık olur. İsmi mevsul olursa bizim düştüğümüz yanlışlara onları da düşürmüş olduk diyecekler.

  1. Karşılıklı iğva konusunu inceleyiniz.

İğva edenlerle iğva edilenler arasında ne gibi bir ilişki vardır? Sömürenlerle sömürülenler arasında ne sorumluluk farkı vardır? Sömürenler veya azdıranlar sömürmek istedikleri için, azdırmak istedikleri için mi sömürüyorlar ve azdırıyorlar, yoksa sömürenler ve azanlar sömürülmek ve azmak istedikleri için kendilerine sömürenleri ve azdıranları yardımcı mı buluyorlar? Yani hangi taraf diğer tarafı icat eder?

Kur’an’ın bu husustaki beyanı tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş misali, iki taraf da kötü düzen üzerinde zımnen anlaşmış bulunuyorlar. İki tarafın da birbirlerini desteklemesiyle kötü düzen oluşuyor.

  1. Teberrü etme ne demektir?

بَرّ kara parçası demektir. Sonraları برء fiil olarak sudan karaya çıkma, hastalıktan kurtulma, borçtan veya suçtan kurtulma anlamlarında kullanılmaya başlanmıştır.

تَبَرَّأْنَا tefe’ul babıdır. Kendi kendine beraat olmayı istemektir. Yani biz o yaptıklarımızdan beraat etmeyi istiyoruz. Biz onları azdırmadık, onlar bizi azdırdı. Kendilerinin istediklerini yaparsak bizi zengin edeceklerini, bizi iktidar edeceklerini vaat ettiler. Biz de tuzağa düştük, onların temin edeceği servet ve iktidara kapıldık, suçlu değiliz, suçlu onlardır, diye kendilerini savunacaklardır. إِلَيْكَ kelimesiyle lazım olan tefe’ul bâbı müteaddi olur. Yani “Biz savunmamızı yapıyoruz, beraatımızı talep ediyoruz.” diyorlar.

  1. إِلَيْكَ‘deki كَ nereye işaret eder?

رَبَّنَا‘ya işaret eder.

  1. Onlar bize ibadet etmiyorlardı ile kasıtları nedir?

Yani onlar bizi gerçek Tanrı kabul ederek bizim dediklerimizi yapmıyorlardı, bize servet ve makam kazandırarak bizi kendilerine ibadet ettiriyorlardı. Onlar bizim kullarımız değil biz onların kulları olmuştuk. Eğer onlar bize oy vermeselerdi, bizimle alışveriş yapmasalardı, bizde işçi olarak çalışmasalardı biz de bu kötülükleri yapmazdık, diyecekler.

Dağdaki eşkıyaların da bu tür mazeretleri vardır. Aç kaldık, işsiz kaldık, okuyamadık, bunların tuzağına düştük, biz suçlu değiliz, bizi buraya düşürenler suçludur, diyebilirler.

İşte, ayet onların bu mantıklarını açıklar.

Görülüyor ki ayet onlara savunmaları için büyük fırsatlar tanıyor, söylemeyi yasaklamıyor, onlar adına söylüyor.

Temel kural şudur; söz ne kadar yanlış olursa olsun söylenebilmelidir ve savunulabilmelidir. Fiil ise mazeret kabul etmez. Herkes söylediğinin değil yaptığının cezasını ödeyecektir. Söylemenin serbest olması özgürlüğü getirir, yapılmasının sınırlı olması şeriat içinde serbest olması topluluğun varlığını ve güvenliğini sağlar.

  1. Putlara niçin tapılır açıklayınız.

Demek ki putlar insanları korkutarak veya kandırarak belli çevrelerin çıkarlarını sağlamak için vardır. Onlar putlara değil kendi zulümlerine ve çıkarlarına taparlar. “Onlar bize ibadet etmiyorlardı” sözleri aslında doğru söz idi. Ama bunlar da onların isteklerini yerine getirmiş zulme alet olmuşlardı.

  1. Başkanlar neden tanrılaştırılır?

Topluluk kendi zulmünü sürdürmek için bir zalimi üretir ve onu güçlü yapar, onun eliyle zulüm eder. Yani zulmeden diktatör değil, zulmeden onu diktatör yapanlardır.

  1. Sermaye atadıkları diktatörleri neden tanrılaştırmak ister?

Diktatörleri tanrılaştırır, onlara sahip olamadıkları gücü böylece kazandırır, sonra da onlara zulmettirerek kendi zulmünü icra eder.

 

  1. Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
  1. ĞVY - BRE / برء-غوي

غوي azgınlık demektir. Çalışarak ortaklık içinde kazanma yerine gasp ederek veya hırsızlık yaparak, rüşvet vererek kazanma yolları iğvadır.

برء ise meşru yollar içerisinde kazanmadır. Neyin meşru olup olmadığı yargı kararlarıyla sabit olur. O halde bir şeyin iğva olup olmadığı hakemler kararıyla sabit olmuş olur.

Müslimler hakemlerin kararını Tanrı’nın kazası kabul ederler, haksızlık yapılmış olsa bile takdiri ilahî deyip ona tabi olurlar. Kendi iradeleriyle başlarını idam halkasına uzatırlar.

Dünyadaki iğvanın başka çözümü yoktur. Kur’an’da iki türlü idam şekli anlatılır; katledilmek veya asılmak. Asılmayı kabul eden mahkûm Müslim olarak topluluğun ferdi kalır, malları mirasçılara intikal eder, ama direnip kaçanlar öldürülür ve malları ganimet olur.

  1. KVN – GBD /عبد-كون

كون doğa kanunlarına uyarak yaşamayı ifade eder. Bütün canlılar bu kanunlar içinde ona uyarak yaşarlar.

İbadet ise, şeriata uygun olarak yaşamaktır.

İnsanların bir kısmı şeriata göre hareket eder ve iyi insan olur, bir kısmı ise şeriatı çiğner ve kötü insan olur. Şeriatın çiğnenmesi demek, toplulukların düzenini bozmak, çevrenin beklemediği hareketi yapmak demektir. Böylece çevre ne yapacaklarını bilmeden yaşamak zorunda bırakılır.

  1. RBB - QVL /قول-ربب

ربب eğitmek demek, terbiye etmek demek. İki türlü terbiye vardır. Dayakla veya açlıkla terbiyedir. Diğeri de sözle terbiyedir.

Şeriatın kabul ettiği terbiye sözle terbiyedir. Sosyalistler dayakla, kapitalistler açlıkla terbiye ederler. Şeriatta ise dayak ancak hakemler kararıyla ve işlenmiş bir suça karşı uygulanır.

Açlık ise meşru değildir. Ne kadar tembel olursa olsun ne kadar suçlu olursa olsun herkesin yaşama hakkı vardır, suçsuzlar gibi yaşama hakkı vardır, çalışma hakkı vardır. Bundan dolayıdır ki şeriatta hapishane yoktur, infaz semtleri vardır.

  1. KaMAv - EiLaYKa /  كَمَا - إِلَيْكَ

كَمَا benzer işler veya benzer varlıklar demektir. Biz başkalarının yaptıklarını veya ürettiklerini örnek alarak kendimiz yaparız ve üretiriz. Yapıp yapmamakta biz serbestiz. Ortaklık sistemi budur. Oysa işçilik sisteminde başkaları yaptırır. Biz başkalarının istediklerini yaparız veya başkalarına bizim istediklerimizi yaptırırız.

  1. GaLaYHiM –HAvEuLAvEi /عَلَيْهِمُ - هَؤُلَاءِ

Bunlar kendi aleyhlerinde olanlardır. Kişi olarak değil ama topluluk olarak insanlar neler yaparsa, eğer sadece kendilerini düşünür yaparlarsa aleyhlerine olur. Kapitalistlerde ve sosyalistlerde de çıkar çatışması esastır, her devlet kendi çıkarını düşünür.

Sonuç olarak düzen başkalarının zararı üzerine oturur.

Oysa şeriat düzeninde çıkar paralelliği üzerine oturur. Herkes kendi çıkarının yanında karşı tarafın çıkarını düşünür, topluluğun çıkarını düşünür. Dolayısıyla topluluk başkalarının aleyhinde değil, başka toplulukların aleyhinde değil, onların da çıkarına olan bir varlıktır.

  1. MAv – EiyYANAn / مَا - إِيَّانَا

مَا olumsuzluk Ma’sıdır. إِيَّانَا da bize anlamındadır. إِيَّانَا nın içinde tüm insanlık vardır. Dolayısıyla herhangi bir olumsuz şey tüm insanların aleyhinedir, bizim aleyhimizedir. Şeriata göre uygun şey tüm insanların lehinedir.

 

Öz Türkçe ile:

“Üzerlerine sözün gerçekleştiği kimseler dediler ki ‘Yetiştiricimiz bunlar, bizi azdıran kimseler. Bizi azdırdıkları gibi biz de onları azdırdık. Sana aklandık. Onlar bize kulluk eder olmadılar.’”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Kavlin onlar üzerine hak ettiği kimseler ‘Rabbimiz bunlar, bizi iğva eden kimselerdir. Bize ğavy ettikleri gibi biz de onları iğva ettik. Sana teberrü ettik. Bize ibadet eden olmadılar.’ diye kavl ettiler.”

 

قَالَ الَّذِينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ رَبَّنَا هَؤُلَاءِ الَّذِينَ أَغْوَيْنَا أَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَا تَبَرَّأْنَا إِلَيْكَ مَا كَانُوا إِيَّانَا يَعْبُدُونَ (63)

 

***

 

وَقِيلَ ادْعُوا شُرَكَاءَكُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَجِيبُوا لَهُمْ وَرَأَوُا الْعَذَابَ لَوْ أَنَّهُمْ كَانُوا يَهْتَدُونَ (64)

Va QIyLa uDGUv ŞuRaKAvEaKuM Fa DaGaVHuM FaLaM YASTaCIyBUv Va RaEaVuv eLGaÜAvBa Lav EanNAHuM KAvNUv YaHTaDUvNa

 

“Ve ‘Şeriklerimizi davet edin.’ diye kavl olundu. Onları davet ettiler ama onlara isticabe etmediler ve azabı rey ettiler de ihtida etmiş olsalardı.”

 

وَقِيلَ ادْعُوا شُرَكَاءَكُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَجِيبُوا لَهُمْ وَرَأَوُا الْعَذَابَ لَوْ أَنَّهُمْ كَانُوا يَهْتَدُونَ

قِيلَ دَعَوْهُمْ كَانُوا رَأَوُا

ادْعُوا

يَسْتَجِيبُوا يَهْتَدُونَ

الْعَذَابَ

شُرَكَاءَكُمْ

لَهُمْ أَنَّهُمْ

وَ وَ فَ فَ لَمْ لَوْ

1+3+1+2+2+2+2+2+2=9+8=17=16+1

قِيلَ- دَعَوْهُمْ  كَانُوا- رَأَوُا   يَهْتَدُونَ- يَسْتَجِيبُوا    الْعَذَابَ- شُرَكَاءَكُمْ   لَهُمْ- أَنَّهُمْ لَمْ- لَوْ

QVL-DGV  KVN-REY HDY-CVB GÜB-ŞRK LaHuM-EanNaHuM LaM-LaV

 

  1. وَقِيلَ deki وَ nereye atfeder?

فَيَقُولُ ya atfeder. Orada Allah nida ederken burada ise قِيلَ denir. Malum sığasıyla değil de meçhul sığasıyla zikredilir. Yargılama ahirette Allah tarafından yapılmaz, görevlendirdiği kimseler tarafından yapılır. Bu dünyada da yargı, meclisler tarafından yapılmaz, meclisin yetkili kıldığı hakemler tarafından yapılır. Hakemleri oluşturma tarafların iradesine bağlıdır ama hakemler oluştuktan sonra artık onlar muhakeme ettikleri kimselerin üstündedir. Hakemleri azledemezler, kararlarına uymak zorundadırlar. Meclis bile böyledir. Hakemler meclisin üstündedir. İşte, hakemlerin meclisin üstünde olduğunu ifade etmek için malumdan meçhule geçilir.

  1. Bu surede قِيلَ bir defa geçer, وَ ile atfeder. O halde bir mahzuf قِيلَ vardır, nerededir o?

“Nadeyna”daki “Nun”dan anlıyor ve biliyoruz ki Allah kendisi nida etmez, görevlendirdiği kimselere nida ettirir. Kendisinin istediği nidayı yaptıklarından “biz” diyor. Mahzuf قِيلَ yoktur. قَالَ deki mecazi manasına atıf vardır.

Birisi işçiye ‘falana bunu ver’ dese, o da onu o kimseye verse, veren kendi adına değil vekili olduğu kimsenin adına verir. Veren de kendisi vermez, vekiline verdirmiş olur.

Şimdi bunlardan hangisi hakiki verendir, hangisi mecazen verendir?

Bu usulün konusudur. Burada da böyle bir durum vardır. Ama hangisi olursa olsun biri hakikidir, diğeri mecazidir. Dolayısıyla atfedilmesi caizdir. Çünkü aynı kimse kastedilir.

  1. شُرَكَاءَكُمْ deki izafeti açıklayınız.

شُرَكَاءَكُمْ iki manası vardır. Sizin şerik olduğunuz kimseler veya sizin şerik ettiğiniz kimseler anlamındadır. Dolayısıyla iki manası vardır. Bu cümle hem şerik edilenleri hem de şerik edenleri içeri alır. “Ortaklarınızı” der.

Yargılama yapılırken çok mantıklı savunmalarını yapanlara yargılama yapan hâkim diyor ki; peki, o şeriklerinizi getirin de onları da dinleyelim. Yani mahkemede muhakeme edilenlere ortaklarının da getirilmesini ister. Azdıranlar muhakeme ediliyorsa azdırılanları getir diyor hâkim, azdırılanlar muhakeme ediliyorsa azdıranları getir diyor.

Burada başka bir kaide ortaya çıkar. Taraflar bir şahit gösterirlerse o şahidi onlar getirirler. Mahkeme şahitleri zorlayarak getirtmez.

  1. فَدَعَوْ daki فَ ne فَ sıdır nereye atfeder?

Davet edin diyor. Onlar da davet ettiler diyor. Takip فَ sıdır. Daveti davete atfediyor.

  1. فَدَعَوْ deki davet eden kimdir, kimleri davet eder?

Hakemlerin huzurunda bulunanlar bulunmayanları davet eder. Bunlardan ya iğva edenler yahut iğva edilenler davet ederler.

  1. فَلَمْ يَسْتَجِيبُوا deki فَ nereye atfeder ve ne فَ sıdır?

Buradaki فَ de takip فَ sıdır. “Davet et denir”, onlar da davet ederler. Ama davetçiler icabet etmezler.

  1. “İsticabe etmemek” ne demektir?

“İsticabe” cevap istemek sormak demektir. Ama “lam” ile teaddi edince isticabe ile istenen şeyi yapmak demektir.

  1. لَهُمْ deki هُمْ zamiri nereye racidir?

Davet edenlere racidir. Yani ezerken, sömürürken, can ciğer olan ezenlerle ezilenler yargı karşısına çıktıklarında birbirlerinden firar ederler.

Cemaat ile birçok parti ve çoğu partililer ve işverenler bir olup bizi dinlemeyenler hatta bize hasım olanlar 15 Temmuz’dan sonra birbirlerini tanımaz hale gelmişlerdir. Hemen herkes ‘benim ilgim yok’ demeye başlamıştır. Biz ise bize karşı oldukları halde onlara yapılan haksızlıklar varsa bu tür haksızlıkların olmaması gerektiğini savunduk. Suçluya sadece suçunun karşılığı olan ve ceza kanunlarında yazılı bulunan hükümlerini uygulayın, suçlu oldukları sabit olmayanları ise rahatsız etmeyin dedik.

Bu sözümüzden de rahatsız olanlar olmuştur.

Biz bunu söylerken iktidarda olan AK Parti’yi haksızlıklara dikkat etmesi gerektiği için söylüyoruz. AK Parti’ye karşı değil, AK Parti’nin yanındayız. Suçsuz olan şakirtlerin de yanındayız. Biz zulme karşıyız. Onların bize muhalif olmaları zulme karşı olmamızı engellemez.

  1. “Azabı gördüler” der, “görecekler” demez, neden maziler muzari için kullanılır?

Sanıklar savunmalarını yapmış, kendilerinden tanık veya suç işleteni getirmelerini istemiş, ancak suç ortakları gelmemişlerdir. Bunların suçuna ortak olmamışlardır. Biz ettik onlar etmedi demişlerdir. Bunun üzerine hakemler karar vermiş, gerekli cezaların verilmesinde hükmetmişlerdir. Daha azabı çekmemişler, cezayı çekmemişler, ama karar verildiği için, mahkeme karar verdiği için azabı görmüşlerdir.

Demek ki bir şeyin olacağını daha önceden kesin olarak kanaat getirmişsen, o da rey etmektir. Oyun Osmanlıcadaki adı reydir. Kesin görüşüm bunun başkan olmasıdır anlamını taşır.

Burada da azabı rey etme cezanın kesinleşmiş olduğunu öğrenmek demektir. Yani hakemler karar veriyor. Ortakları getiremeyince sabit olan suç kesinleşiyor. Bazı suçlar vardır ki o suçları yapmadığını sanık ispat etmek zorundadır. İspat etmezse o suçlu olur.

  1. لَوْ li cümleyi kim söylüyor?

Burada cümleyi Allah söylüyor. İhtida etmeleri gerekirdi, Biz onların ihtida etmesini isterdik. Buradaki ihtidadan kasıt ortaklarının isticabe edip onları cezalandırmadan kurtarmalarıdır.

Yargılamanın temel kuralı, yargılayanların suçsuz olanlara suçsuz olmalarını istemektir. Yani yargılama cezalandırmak için değil, beraat ettirmek için vardır. Hakemler bir yol bulup sanıkları cezalandırmak istemezler. Bir yol bulup sanıkları beraat ettirmek isterler. Bundan dolayıdır ki küçük bir lehte şart veya şüphe bulununca ceza hukukunda beraat esastır.

O halde لَوْ in cümlesini bizzat yargılayanlar söylemiş olurlar.

  1. يَهْتَدُونَ demiyor da, كَانُوا يَهْتَدُونَ diyor, neden?

يَهْتَدُونَ dense şimdi de hidayet etme imkanına sahiptirler demektir. Hakemler karar verdikten sonra hakemlerin kararı kesindir.

Recai Seçkin Yargıtay başkanı idi. O günkü iktidarın istemediği radyoda konuşma hakkını tanımıştı. İhtilalci Cumhurbaşkanı “tutun kolundan atın adamı” dedi. Recai Seçkin cevap verdi; “Yargının kararı kesindir, ne başkası ne de kendisi değiştirir” dedi. O da o karara uydu.

Türkiye’nin işte böyle hâkimleri var, yine Türkiye’nin böyle diktatör komutanları var. Türkiye bunun için büyük millete sahiptir.

Bu كَانُوا kelimesi yargı kararlarının kesinliğini ifade eder.

  1. Azap marife gelir, hangi azaptır?

Mahkemenin vermiş olduğu cezadır.

  1. Ahiret azabı nasıl marife olur?

Demek ki bu ayet ahirete değil dünya azabına delalet eder. Bununla beraber ahirette de şeriat hükümleri geçerlidir, bütün suçlar için verilecek cezalar tespit edilmiştir. Orada yargılama olacak ve orada da yargılama kuralları uygulanacaktır. Son olarak kararlar Allah’a sunulacak Allah hakemlerin karar vermediği suçlardan kendi iradesiyle ceza vermeyecek. Mahkûmların ise bir kısmını affedecek. Bu dünyada da kimse yargısız cezalandırılamaz. Ama cezalandırılanların bir kısmı yetkililerce affedilebilir.

  1. Ayet dünya ve ahiret kaydını koymadığına göre bu dünya hayatı için neleri açıklar?

Ayet mutlak geldiğine göre bu dünya hayatı için yapılan açıklamalar ile ahiret hayatı için de kısmen değinilenler geçerli olur. Ayet iki yönüyle yorumlanabilir. İkisi de doğrudur.

 

  1. Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
  1. QVL-DGV / دعو-قول

Davet bir işe davet olabilir. Ama davet sözle yapılır. Davet edilmeden de insanlar borçlu ve alacaklı olurlar. Ancak borcunu yerine getirmediği için alacaklı sorumlu olmaz. Alacaklı sözle borcunu eda etmesini istediği zaman borçlu yerine getirmese sorumlu olur. O halde kavil davet edileni sorumlu kılar. Mahkeme kararı olmadan bütün belgeler ve şahitler tam olsa da hâkim kararı ifade etmeden önce karar yürürlüğe girmez. İfade edildikten sonra da ifade eden kararı durduramaz.

  1. KVN-REY /رءي-كون

Kâinatın oluşmasında değişmez kurallar vardır. Kâinattaki bütün oluşlar o kural içinde akıp gider. Allah insanlara görüş melekesini vermiştir. İleride ne olacağına şimdiden rey ile karar verirler. O halde bizim kâinattan yararlanmamız bizim reylerimizle yani içtihatlarımızla olur.

  1. HDY-CVB /جوب-هدي

هدي yol göstermek demektir. Cevap da vadiyi geçmek demektir. Yani hidayet yol gösterir, cevap da o yoldan geçmeyi sağlar. Yol gösterme ya bilgi vermekle ya da kılavuzluk yapmak ile olur. Kişi buna kendi iradesiyle uyar ve istediği yere gider. Hidayette yol gösterenin zorlaması meşru değildir. Kişi kendisi yola gitmelidir.

  1. GÜB-ŞRK /شرك-عذب

عذب ceza demektir. شرك de ortaklıktır.

Suçta destek olmak var. Diyelim bir insan diğer bir insanı öldürmeye karar verdi. Arkadaşından da silah istedi. Arkadaşı öldüreceğini bildiği halde ona silahı verdi. Öldürmesine sebep oldu. Şimdi bu destekleyen adam cezalandırılır mı?

Şeriatta eğer cezalanacak başka birisi aracı ise o zaman bu kişiye ceza verilmez. Ama diyelim ki biri bir adamın ellerini tuttu, öbürü de kılıcı sapladı, adam öldü. O zaman bu fiil ortak olarak yapılmış olur ve ikisi cezalandırılır.

İşte burada azabın şeriklere eşit seviyede verileceği sonucu çıkar. İkisine de kısas uygulanır. Fıkıhçıların hükmü budur.

Biz ise birisine kısas uygulanır, diğeri de kısas diyetinin tamamını öder diyoruz. Kısas edilecek kimseyi mağdur olan seçer. Bu hükme varışımızın sebebi, tebriyenin asıl olmasıdır.

  1. LaHuM-EanNaHuM / لَهُمْ- أَنَّهُمْ

أَنَّهُمْ onlar demektir. لَهُمْ de onların lehine demektir.

Burada topluluğun beraber olmasının herkes için faydalı olacağı bildirilmiş olur.

  1. LaM-LaV / لَمْ- لَوْ

Her ikisi de nefy edatıdır. لَمْ de geçmişte olmamıştır demektir. Olmaması da şimdi devam etmektedir. Ancak لَمْde bundan sonra devam etmemesi anlamına gelmez. لَوْ de ise bundan sonra da olmayacaktır demektir.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve ortaklarınızı çağırın dendi. Çağırdılar. Onlara karşılık vermediler. Acıyı gördüler, yola gelenler olsalardı.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve ‘Şeriklerimizi davet edin.’ diye kavil olundu. Onları davet ettiler ama onlara isticabe etmediler ve azabı rey ettiler de ihtida etmiş olsalardı.”

 

وَقِيلَ ادْعُوا شُرَكَاءَكُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَجِيبُوا لَهُمْ وَرَأَوُا الْعَذَابَ لَوْ أَنَّهُمْ كَانُوا يَهْتَدُونَ (64)

 

***

 

وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ مَاذَا أَجَبْتُمُ الْمُرْسَلِينَ (65)

Va YaVMa YuNAvDiHiM FaYaQUvLu MavÜAv EuCiBTuM eLMURSaLIyNa

“Ve o yevm onlara nida eder, ‘Mürsellere icabet ettiğiniz neydi?’ diye kavil eder.”

 

وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ مَاذَا أَجَبْتُمُ الْمُرْسَلِينَ

أَجَبْتُمُ

يُنَادِيهِمْ يَقُولُ

الْمُرْسَلِينَ يَوْمَ

 

 

مَا ذَا

وَ فَ

1+2+2+2+2=1+4+4=9=3*3

يُنَادِيهِمْ- يَقُولُ الْمُرْسَلِينَ- يَوْمَ  مَا –ذَا وَ -فَ

NDV-QVL RSL-YVM MAv –ÜAv Va-Fa

 

  1. وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ ifadesi tekrar edilir. Neden?

Bir şey tekrar ediliyorsa birincisinden farklı demektir. O halde يَوْم kelimesi yukarıdaki يَوْم değildir. “Nida” da o nida değildir. “Kavil” kelimesi de aynı kimseye kavil edilmemesi demektir. İşte biz birincisini dünya hayatı olarak anlarsak buradaki يَوْم ve nidayı ahirete tahsis etmiş oluruz. Bizim baştan kabulümüzü Kur’an bu ayetle teyit eder.

Kur’an’ın bir özelliği vardır. Yorumlamak için istihsan yaparsınız, kendisine şart ve tanımlar getirirsiniz, buna ait deliliniz yoktur. Ama yorumlayabilmek için bu varsayımları kabul etmek durumundasınız. Eğer isabet etmiş iseniz ondan sonra gelen ayetler veya aynı ayet sizin varsayımlarınızı doğrular. Kabulünüz yanlışsa da birçok yorumunuzu tasdik etmeyen engellerle karşılaşırsınız. Onu düzeltmelisiniz.

Burada da bu ayet bizim kabulümüzü tasdik etmektedir.

  1. Buradaki وَ nereye atfediyor?

Daha önceki يَوْمَ يُنَادِيهِمْ atfediyor.

  1. Mürsellere “ne cevap verdiniz” diye soruyor, cevap verme mecburiyeti mi var?

İnsan bütün dünyada söylenenlere kulak vermekle mükelleftir. Topluluğun ferdi ancak böyle olunabilir. Başkalarının sözlerine kulak vermeyen kimsenin o toplulukta yaşama hakkı yoktur. Ne var ki insan herkese kulak veremez. Dinleyecek kimseleri sıraya koyar. Onlarla istişare eder. Kimleri dinleyeceğine kendisi karar verir. Onları kendisi arar, bulabilirse imkânlar içinde onlarla görüşür. Tekliflerde bulunur. Kendisinin seçmediği kimseler kendisi ile görüşmeyi isterlerse onlarla görüşmeyi kabul eder. Kendine göre sıraya koyar ve onlarla görüşmeye başlar.

Hâsılı insan imkânlar dâhilinde hiçbir görüşmeyi reddedemez.

O halde birisi gelir de “Ben Allah’ın Resulüyüm size onun söylediklerini iletiyorum” derse siz ona kulak vermek ile yükümlü olursunuz. Kendi iktidarınız içinde içtihadınızı yapıp cevaplandırmalısınız. İşte ahirette bunu soruyor Allah. “Ne cevap verdiniz, nasıl cevap verdiniz” diyor. Şeriat hükümleri içinde cevap vermişlerse sorumlu değiller, yoksa sorumludurlar.

AK Partililerin ve Millî Görüşçülerin bir kısmının bizi muhatap almamaları onları sorumlu yapıyor. Cumhurbaşkanıyla görüşme talebimize sekreterlikten biri bize cevap vermiştir. “Başkanın işleri vardır, sizinle görüşecek vakti yoktur” demiştir. Oysa görüşme isteyenlerin listesini bize gönderecek ve o listede bizim yerimizi belirleyecekti. Biz inceleyecek, bizden önce sırada olanların ehliyetlerine bakacak, daha ehil iseler ses çıkarmayacaktık. İkincisi, görüşme konusunun özeti bildirilecektir. Konu itibariyle sıraya konacak ve daha önemli konular varsa onun için tercih hakkı doğacak. Eğer liste adil bir şekilde düzenlenmemişse benim hakemlere gitme hakkım doğar, ben bir hakem seçerim sekreter bir hakem seçer, onlar başhakemi seçerler, onların kararı kesin olur. Görüşme lehinde ise görüşürüm değilse görüşmem.

Adil Düzen Anayasamızda bunlar yer almıştır. Anayasa işte bunları konu edinecektir. Anayasada haklar sayılmaz, hakların nasıl kullanılacağı kurallarla ortaya konur.

  1. الْمُرْسَلِينَ kurallı çoğuldur, kimler kastedilir?

Bugün resul dediğiniz zaman taşra, il, ülke ve insanlık bucakları anlaşılır. Onların yöneticileri birer resuldür ve bir dönemde yaşayan bütün resuller bir topluluğu oluştururlar. Herkes kendi bucağının ve bucağının bulunduğu yerlerin merkez bucağının resulüdür, muhatabıdır.

İnsanlık Anayasası’nda bir kuralımız vardır; bucak başkanı istediği kimseyi kendisinin huzuruna çağırabilir ve ona gerekli talimatı verebilir. Uymadığı takdirde bucaktan uzaklaştırabilir. Uzaklaşmadığı takdirde öldürülmesine izin verebilir.

İşte, bu mürsellere gitme mecburiyeti bu ayetle anlaşılmaktadır. Kişi de gerekli gördüğü zaman mürsellerle görüşmek isteyebilir ve bu onun hakkıdır.

 

  1. Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
  1. NDV-QVL/ قول-ندو

Bundan önceki ayette izah edildiği gibi “nida” basın ve yayın yoluyla duyurmaktır, “kavil”in ise duyurulanın söz olması halinde bağlayıcılığı vardır.

  1. RSL-YVM / يوم-رسل

رَسُول elçi demektir. يَوْم de dönem demektir. İnsanlığın tarihinde dönemler vardır. Her dönemin ve her toplumun özel resulü vardır. Büyük dinlerin kurucusunun koyduğu şeriata uymak zorundayız. Onların şeriatlarını nasıl değerlendirdiğimiz bize sorulacaktır.

  1. MAv –ÜAv / مَا- ذَا

مَا soru edatıdır. Herhangi bir şeyin belirlenmesi istenir. Nekrenin marifeye dönüştürülmesi istenir. Ona işaret ederek bu dersiniz. ذَا da مَا‘nın cevabıdır.

  1. Va-Fa / وَ- فَ

İkisi de atıf harfidir. Birincisinde mekân ve zaman beraberliği yoktur. İkincisinde ise aynı yerde olmaları ikincisinin birincisinden sonra gelmesi gerekir.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve o gün onlara seslenir, ‘Elçilere ne karşılık verdiniz?’ der.”

 

Kur’an kelimeleri ile

“Ve o yevm onlara nida eder, ‘Mürsellere icabet ettiğiniz neydi?’ diye kavil eder.”

 

وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ مَاذَا أَجَبْتُمُ الْمُرْسَلِينَ (65)

 

***

 

فَعَمِيَتْ عَلَيْهِمُ الْأَنْبَاءُ يَوْمَئِذٍ فَهُمْ لَا يَتَسَاءَلُونَ (66)

(66)FaGaMıYaT GaLaYHıM  YaVMaEİÜin FaHum LAv YaTaSAEaLUvN

“Yevmeizin enba onların üzerine ü’myan etmiştir. Onlar tesaül edemezler.”

 

فَعَمِيَتْ عَلَيْهِمُ الْأَنْبَاءُ يَوْمَئِذٍ فَهُمْ لَا يَتَسَاءَلُونَ

عَمِيَتْ

يَتَسَاءَلُونَ

 

يَوْمَئِذٍ

الْأَنْبَاءُ

عَلَيْهِمُ فَهُمْ

فَ لَا

1+1+1+1+2+2=8

فَ- لَا    عَلَيْهِمُ -فَهُمْ   الْأَنْبَاءُ-  يَوْمَئِذٍ  يَتَسَاءَلُونَ -عَمِيَتْ

GMY-SEL YaVMaEiÜin –NBE GaLaYHiM- FaHuM   Fa-LAv

 

  1. فَعَمِيَتْ‘teki  فَ nereye atfediyor ve ne Fa’sıdır?

فَيَقُولُ fiiline atıf yapar. Mürsellere ne cevap verdiniz, sorusuna sorulanlar cevap verememişlerdir. Kendi yaptıklarını izah edememişlerdir. Bu izah edememe bu dünyada değil de ahirette olmuşsa o zaman فَ harfi takip Fa’sıdır. Onlara bu sorulur ama onlar orada bu sorulara cevap veremezler, anlamı çıkar. يَوْمَئِذٍ kelimesi bu yorumu teyit eder.

  1. Aleyhlerine enba ne demektir?

Aleyhlerine olmak üzere onlar haberdar edilmezler. Yani cevap veremezler demektir. Bu dünya hayatında da bu şekilde olaylar olur. İddia edildiği gibi hazine boşalmışsa bundan da Erdoğan hükümetinin haberi olmamışsa işte enba a’miye etmiştir. İmamoğlu’nun belediye başkanı seçiminde de böyle a’miye vardır. Başkanlık sistemine geçişte de böyle a’miye vardır. Bu a’miye nin birisi bugünlerde ortaya çıkmıştır. Erdoğan’ın üçüncü defa Cumhurbaşkanı olamayacağı maddesi anayasada yerleştirilmiş ama AK Partililer o anayasaya olumlu oy verenler bunu görememişlerdir. Bu anayasanın Türkiye’de hazırlanmadığı buradan belli olmaktadır. Türkiye bir deneme yeridir. Sermaye bir sistemi deneyecekse şunu dene sana şu kadar dolar der, iktidarlar da doları elde etmek için onu denerler. Sermaye başkanlık sistemini ABD’nin dışına çıkarmak için Türkiye’de bunu denemektedir. Ancak içine yerleştirdiği maddelerle Erdoğan’ı başkanlıktan uzaklaştıracak Derviş veya benzerini başkan yapmak istemektedir. Ayet insanların körleşmesi ve aleyhlerine konan tuzakları ve maddeleri görememesi haberini vermektedir. Allah bununla AK Parti’ye “Yeniden Milli Görüş’e yeniden, Adil Düzen’e, Akevler’e dön.” diyor.

  1. الْأَنْبَاءُ çoğul gelir, neden?

الْأَنْبَاءُ marife çoğul gelir. Yapılan başkanlık anayasasında bu şekilde kurulmuş tuzak maddeler vardır. Yasalaşmadan evvel okumuş o tuzakları tespit etmiştim ama AK Parti Sermayenin etkisiyle kulaklarını öyle tıkamıştı ki duyurmak mümkün olmamış idi. Akevlerdeki arkadaşların bir kısmı evet oyunu verdiler. Onlar bile dinlemiyordu. Onun için o çalışma yarım kaldı. Buradaki enba işte o anayasadaki tuzak maddelerdir. Bugün herkes açıklıyor. %40’larla garantili Cumhurbaşkanı olmak varken, kendisini Hareket Partisine esir ederek kıl payı Cumhurbaşkanı olmuştur. Bundan sonraki seçimde bu gidişle onu elde etmek imkânsız görünmektedir. Ancak tekrar Millî Görüşe ve Adil Düzene dolayasıyla Akevlere dönerse Allah onu tekrar iktidar edecektir.

  1. يَوْمَئِذٍ‘den kastedilen ne zamandır?

Ayet ahiretten bahsediyorsa o zaman يَوْمَئِذٍ kıyamet günüdür. Eğer ahiretten değil de bu dünyadaki günlerden bahsediyorsa, anayasanın hazırlandığı ve millete baskı içinde kıl payı kabul ettirilen günler kastedilir.  يَوْمَئِذٍ gelecek için söylendiği gibi geçmiş için de söylenebiliyorsa o zaman böyle olacaktır manası gibi, böyle olmuştur manası da verilebiliyorsa o zaman anayasanın teklifi sırasındaki günden bahseder. Bu husus üzerinde benim yerime Lütfi veya Tayibet gerekli araştırmaları yapıp buraya eklerlerse iyi olur.

  1. فَهُمْ‘deki فَ ne Fa’sıdır ve nereye atfeder?

Onlara aleyhlerinde olan haberler ulaşamayınca bu konuyu tartışmamışlar ve gelecekte de kendilerine savunma imkânını bulamayacaklardır. Birbirleriyle de bu konuyu konuşamayacaklardır demektir. Çünkü bu kör etme olayı onların hepsine karşı olmuştur. Topluluklarda böyle körelme günleri olur. Düşmanı küçük görme körelmesi sonunda savaş olur. Hiç kimse yenilme ihtimali olan bir savaşa girmez. Yenmesini garanti görürse savaşa girer. Sebep-sonuç Fa’sıdır.

  1. هُمْ zamiri kime işaret ediyor?

Kavlin aleyhlerine tahakkuk ettiği kimselere yani الَّذِينَ‘deki vasf edilen kimselere işaret eder. Buradaki tüm görüşmeler onlarla yapılır.

  1. Cümledeki yeri nedir?

Cümlede لَا يَتَسَاءَلُونَ ‘nin mübtedasıdır. Fail fiile tekaddüm etmez. Ederse fail olmaktan çıkıp mübteda olur, cümle de fiil cümlesinden isim cümlesine dönüşmüş olur. Meful böyle değildir. Meful faile tekaddüm edebilir.

  1. Tesaul etmek ne demektir?

Tesaul etmek demek, tefaül babıdır tedayün gibi kolektif soruşturmadır. Ben soruyu ortaya atıyorum, bilen cevap veriyor. Diğerleri sukut ediyorlar. O zaman o, topluluğun cevabı oluyor. Tesaül ayrıca vakfın oluşması için kurucuların halktan istediği destektir. Zekâtta buna mükellefler pay verebilir ve kamu yetkililerine haber vermiş olur. Muhasebeye geçer. Bugün de kamu yararına olan vakıflara katkıda bulunursan matrahtan düşülür. Şeriatta matrahtan değil, zekâttan yani vergiden düşülür.

  1. Neden soruşturamıyorlar?

Çünkü baştan görmediklerini itiraf etmek istemiyorlar. İtiraf etseler hepten çökmüş olurlar. Ahirette ise artık soruşturmaya mecalleri kalmamış olur. Bir şey çok açık bir şekilde ortaya çıkmışsa onun soruşturulmasına gerek kalmaz. Maşeri kararların sabit olması için soruşturmaya ve yargının karar almasına gerek kalmaz. Dil, sanat, teknik ve örf maşeri kararlarla oluşup niza halinde yargıca tespit edilir. Baştan o kararı tespit etme kimsenin yetkisinde değildir.

  1. Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
  1. GMY-SEL / سءل-عمي

عَمِيَ kör oldu demektir. Görmeme anlamındadır. Görmeyenler kulaklarıyla duyarlar ve duyma melekeleri çok gelişir. Onlar körlüklerin neden olduğu eksiklik nedeniyle yanlarındakine sorarlar ve onlardan aldığı bilgilerle çevreyi bilir hale gelirler.  Kur’an kör ve sağır diye bahseder ve dilsizi ilave eder. Topluluğun içinde kötü olan insanların özelliği budur. Baştan küfretmiş olanların gözleri kulakları ve dilleri çalışamaz hale geldiği için onlara siz ne kadar anlatırsanız anlatın onlar duymazlar, anlamazlar ve kabul etmezler. Bunlar için Kur’an geçici başarılardan bahseder, sonunda ise mağlup olacaklarını bildirir. Peygamberlerin kıssaları hep bu galibiyeti anlatır. Bugün de kredileşmeli ortaklık sistemini savunanlar galip geleceklerdir. Bunun doğru olduğunu bildikleri halde dolar aşkına kabul etmeyerek karşı çıkanlar mağlup olacaktır. Sünnetullah böyledir.

  1. YaVMaEiÜin –NBE / يَوْمَئِذٍ نبء-

نَبَء haber demektir. Bir günün haberidir. Bir dönemin haberidir. الْيَوْم bugün demektir. يَوْمًا bir gün demektir. يَوْم o gün demektir. يَوْمَئِذٍ deki ن hazf edilmiş olan cümleye tekabül eder. Daha çok gelecekteki zamana işaret eder. Geçmiş zamana işaret edip etmediği araştırma konusudur.

  1. GaLaYHiM- FaHuM / عَلَيْهِمْ- فَهُمْ

فَهُمْ olaylardan sonra varlıklarını sürdüren kimselere işaret eder. عَلَيْهِمْ de kendi aleyhlerinde olan toplulukları ifade eder. Şeriata inanmayan kimselerin iktidarları ve zenginlikleri baştan kendilerinin lehine ise de aslında kendilerinin aleyhinedir. Bu lehte görünüp aleyhte olmasına işaret edilir.

  1. Fa-Lav / فَ- لَا

فَ oluşu, başka bir oluşun sebebinin sonucuna işaret eder. لَا da olmamasına işaret eder. Biz negatif sayılar için kullanırız. فَ harfini de sırayı ifade etmesi için kullanırız. Henüz bunun matematiği gelişmiş değildir. Vektörel çarpımlarda A*B B*A ya. Negatifine eşittir. Hâlbuki hayatta sıra önemlidir. Bir apartmanın katları toplanır. Ama sırayla toplanır. Önce birinci katı yaparsınız sonra 2. katı yaparsınız sonra 3. katı yaparsınız. Bunun matematiği daha oluşmamıştır. Evet, فَ ile لَا bizi bunları düşündürür.

 

Öz Türkçe ile:

“O gün onlar üzerine bildiriler körleştirmiştir. Onlar soruşturamazlar.

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Yevmeizin enba onların üzerine ü’myan etmiştir. Onlar tesaül edemezler.”

 

فَعَمِيَتْ عَلَيْهِمُ الْأَنْبَاءُ يَوْمَئِذٍ فَهُمْ لَا يَتَسَاءَلُونَ (66)

***

 

فَأَمَّا مَنْ تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَعَسَى أَنْ يَكُونَ مِنَ الْمُفْلِحِينَ (67)

(67)Fa EamMAv Man TAvBa Va EAvMaNa Va GaMiLa ÖaVLiXan FaGaSAy EaMYaKUvNa MiNa eLMüFLiXIyNa

“Tövbe etmiş, iman etmiş, salih amel yapmış olan kimsenin ise müflihlerden olması a’sadır.”

 

فَأَمَّا مَنْ تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَعَسَى أَنْ يَكُونَ مِنَ الْمُفْلِحِينَ

تَابَ عَمِلَ آمَنَ عَسَى

يَكُونَ

صَالِحًا

الْمُفْلِحِينَ

مَنْ أَمَّا

وَ وَ فَ فَ أَنْ مِنَ

2+2+(1+1)+(1+1)+1+1+(1+2+2+2)=15=8+4=3+1=3*5

تَابَ- عَمِلَ  آمَنَ- عَسَى  يَكُونَ- صَالِحًا   مَنْ- أَمَّا  أَنْ- مِنَ

TVB- GML EMN-GSY KVN- ÖLX Man- EamMAv  EaN –MiN

 

  1. فَأَمَّا‘daki فَ nereye atfediyor ve ne Fa’sıdır?

فَعَمِيَتْ‘e atfediyor. أَمَّا tasnif için kullanılır. فَعَمِيَتْ‘te فَأَمَّا مَنْ عَمِيَتْ عَلَيهِمُ الْأَنْبَاءُ ve أَمَّا مَنْ تَابَ karşılaştırılmıştır. Bu karşılaştırılmadan önce enbanın kendilerine a’mi olduğunu anlattıktan sonra النَّاسُ أَمَّا مَنْ عَمِيَتْ وَأَمَّا مَنْ تَابَ tasnifine geçer. Yani a’miye olanların dışında a’miye olmayanlar da var demektir.

Buradaki فَ beyan Fa’sıdır. Birinci أَمَّا hazf olmuştur. İkinci أَمَّا başlamış ve ikinci أَمَّا‘nın وَ‘si de ortadan kalkmıştır.

  1. Tövbe, iman ve salih amel kelimelerini karşılaştırınız.

Aleyhlerine kavlin tahakkuk ettiği kimseler vardır. Bir de böyle olmayanlar vardır. أَمَّا ile bunlar da karşılaştırılmış olabilir. Kendileri aleyhine kavil tahakkuk etmemişse bunlar ikinci gruptur. Şimdi onları anlatmaktadır. Aleyhlerinde kavlin tahakkuk ettiği kimseleri uzun uzun anlattıktan sonra bir ayetle ikinci grubu geçmektedir. Bunlarda üç özellik saymaktadır.

Birincisi tövbe eder, yani yanlışları yapmaktan vazgeçer. Bile bile yanlışı savunmaz. Veya kendisine hitap edenleri dinlememek hatta söyletmemek için çalışmaz. Bu تَابَ kelimesiyle bundan önce anlatılan yanlışların hepsinden vazgeçer demektir. O halde bu ayetleri baştan alıp teker teker yapmaması gerekenleri tespit edip yapmaması gerekir. Dolayısıyla onların uğradıkları duruma düşmezler. Onun için burada uzun uzun anlatmaya gerek görmez.

Ama tövbe etmek yeterli değildir. İman da eder. Yani kötülüklerin işlenmesine zorlayan sebepleri ortadan kaldırmaya çalışır. İman etmeyi şöyle tarif edebiliriz, şeriat düzeninin tesisi üzerinde çalışmak imandır. Şeriat düzenini kabul etmek ve yaşamak İslam’dır. Eğer şeriat düzeni varsa o düzeni koruyan müminler varsa bundan Müslimler de yararlanır. O zaman H. Kayahan’ın Müslimliği kabul edilir. Çünkü iman farzı kifayedir. Farzı kifayeyi yapan yoksa o zaman iman farzı ayn olur. Yani şeriat düzeninin olmadığı bir dünyada mümin olmadan Müslim olmak mümkün değildir. Ancak Medine dönemine geçildiği zaman iman etmeden İslam olunabilir. Bunu arkadaşlarımız iyi kavramalıdırlar.

Yine kendilerinin aleyhine sözün tahakkuk ettiği kimselerden olmamak için tövbe etmek ve iman etmek yeterli değildir. Salih amel ile de amel etmelidirler. Salih amel demek, herkesin çıkar paralelliği içinde çalışması demektir. Çıkar çatışmasının yerini çıkar paralelliği alır. Bunu sağlamanın yolu için de şeriatın oluşması ve herkesin şeriata göre davranması gerekir.

Şeriatın oluşması demek fıkhın oluşması demektir. Şimdiye kadar fıkıh projesiz olabilmekteydi ama bugün fıkıh plan ve projeden ibarettir.

Demek ki müminlere düşen ilk iş ortaklık sistemine göre plan ve projeyi hazırlamaktır. Sonra plan ve projeye göre davranmak, iş yapmak ve ürünlerin sözleşmeye göre bölüşülmesi gerekir. Bu da ortaklık muhasebesiyle sağlanır.

Evet, salih amel çıkar paralelliğine göre iş yapmak demektir.

  1. Burada geçen iki وَ‘nin nerelere atfettiğini belirleyiniz.

Tövbe etmek, iman etmek ve salih ameli yapmak birbirlerine وَ ile atfedilmiştir. Üçü birden yapılmalıdır. Yalnız iman etmek, yalnız tövbe etmek, yalnız ameli salih yapmak üzerlerine kavlin tahakkuk ettiği kimselerden olamama anlamını taşımaz.

Bugünkü Diyanet İşleri Teşkilatı ve bütün tarikatlar, Risale-i Nur çalışanları bu hata içindedirler. Tövbe ediyorlar, iman ediyorlar ama salih amel yapmıyorlar. Hasene amel yapıyorlar ama salih amel yapmıyorlar.

Akevler’i diğerlerinden ayıran ve bir manada da benzersiz hale getiren tövbe ve iman kadar salih amele de önem vermesidir.

  1. Salih kelimesi nekre gelir, müfret gelir, neden?

مَنْ kelimesi burada müfrettir. Salih kelimesi de müfrettir. Herkes bir iş yaparken kendi çıkarını, çevresindekilerin çıkarını ve topluluğun çıkarını düşünmelidir. Planlamalı ve kendi içtihadıyla amel etmelidir.

Bu kendi içtihadıyla hareket etme mükellefiyetinden dolayı “salih” müfret ve nekre gelir.

  1. فَعَسَى‘daki فَ harfini nereye atfeder ve ne Fa’sıdır?

فَأَمَّا‘nın cevap Fa’sıdır. أَمَّا‘dan sonra ikinci أَمَّا gelecekse her ikisinin cevabında فَ gelir ve cevap cümlesi olur. Şayet bir أَمَّا kullanacaksa o zaman أَمَّا‘dan sonra أَوْ gelir ve kelime de olabilir. Burada hazf edilmiş ikinci veya birinci أَمَّا mevcuttur. Hazf edildiğine işaret olarak burada فَ gelir.

  1. عَسَى kelimesini inceleyiniz.

عَسْوَة yaşlı kimse demektir. Kiberden daha yaşlı olanları ifade eder. İnsanların çok azı o yaşlara ulaşır, ama ulaşanlar vardır. Zamanla az da olsa muhtemel olan şeyler için عَسَى kelimesi kullanılır. Olmaz ya yine de biz olacakmış gibi davranırız, dediğimizde عَسَى kelimesini kullanırız.

عَسَى kelimesini umulur şeklinde tercüme ederler. Hayatta hiçbir şey kesin değildir. Bir ilaç alırsınız, o ilaç %100 ilaç değildir. Bir yüzdesi vardır. %90 işe yarar veya %99 yarar ama bir yüzdesi vardır. Kur’an’da “Size az ilim verildi” denir.

20. yüzyılda insanın bilgisinin eksik olduğu ve hiçbir şeyi %100 bilemeyeceği tespit edilmiştir. O halde bundan sonraki cümle %100 değil de büyük ihtimalle olması gerekeni ifade eder. Tarlayı ektiğimiz zaman %100 buğday elde edeceğimiz anlamına gelmez. Ama biz büyük ihtimalle elde edeceğimizi bildiğimiz için tarlaya buğday ekeriz. O halde garantili iş yerine muhtemel işlere göre davranırız. Bize emredilen budur. Hayat da böylece vardır.

İşte burada عَسَى, كَانَ manasındadır. Yani bizim için o varlar içindedir. Biz ona göre amel etmeliyiz. Yüzde bir, binde bir, milyonda bir, aksi olabildiği halde biz aksi olmayacakmış gibi davranırız. عَسَى kelimesi bunu ifade eder.

  1. الْمُفْلِحِينَ kelimesini inceleyiniz.

فَلْح toprağın yarılmışı, çatlak toprak demektir. Tarlayı süren anlamında فَلَّاح kullanılır. Tarlayı sürmek onu ekin ekilecek hale getirmek; “felah bulmak” ise olgunlaşıp işe yarar hale gelmek demektir.

فَلَاح kelimesini فَرَاح kelimesiyle karşılaştırıp felahın ferahlık getireceğine varırız. Sıkıntıdan kurtulma demektir. Krizden kurtulma demektir. فَرِيح kelimesinin yakın akrabası olan “refah” kelimesi de Kur’an’da yoktur ama Osmanlıcada kullanılır.

Burada الْفَالِحَينَ demiyor da الْمُفْلِحِينَ diyor, if’al babından getirilmiştir. Onlar müflih olurlar, onlar refahı getirirler demektir. Kendilerinin refahta olması demek değil de topluluğu refaha götürenlerdir demektir.

O halde tövbe eden, iman eden ve salih amel eden bir cemaatin olması gerekir. Peygamberler bu cemaatleri oluşturmuşlardır. Refahı kendileri değil bu cemaatleri getirmiştir. Kur’an’dan sonra vahiy alan resul ve nebiler olmadığına göre onların yerini alacak bir cemaate ihtiyaç vardır. Bu cemaatlerden müminler (askerler) güveni sağlarlar, müflihler (iş adamları) felahı getirirler. Böylece topluluklar ocaktan başlayarak insanlığa kadar organizede Sermaye ile iktidar mevcut olacak ve bunlar arasında denge oluşturulacaktır.

Kapitalistler iktidarı sermayenin emrine, sosyalistler sermayeyi iktidarın emrine verirler. Şeriatta ise bunlar arasında denge vardır, herkes kendi görevini yapar, başkan ve hakemler bu dengenin bekçileridir. Buna bugünkü dilde laiklik denmektedir.

  1. Kurallı erkek çoğul gelir, kimlerdir bunlar?

Bu açıklamalarımızdan anlaşılıyor ki bunlar kooperatifler ve kooperatiflerin genel hizmetlerini yapanlar, dayanışmalarını kuranlardır. Şeriatta iki başkan yardımcısı veya başkan vardır. Biri genelkurmay başkanıdır, diğeri de başbakandır. Her ikisi eşit seviyededirler, kendi görevlerinde bağımsızdırlar ve birbirlerinin işlerine karışmazlar, dayanışma içinde olurlar.

Bugünkü kuvvetler ayrılığı kuvvetler dengesi şeklinde şeriatta anlaşılır.

  1. Ahirette insanların müflih olacağı Kur’an’da var mıdır?

Bunun cevabını da arkadaşlar verebilirler.

  1. Buna göre bu ayetler nereye hitap eder?

Demek ki bu ayetler bugün üçüncü binyılın başlangıcında bize hitap eder.

Kur’an birinci uygarlığında Araplara hitap etmişti. İkinci uygarlığında ise Türkiye’deki Adil Düzen çalışmalarıyla biliyoruz ki Türklere hitap ediyor. İki medeniyeti bilen yalnız Türkiye vardır. İki medeniyetin sentezi çalışmaları İslam âleminde de mevcuttur.

Ancak onlarda ne “Adil Düzen” çalışmaları vardır ne de Risale-i Nurlar vardır. Biz Kur’an’ı böyle yorumluyoruz ve kendimizi görevlendiriyoruz. Kur’an’dan sonra Cebrail ile görevlendirilen görevliler gelmeyecektir. Herkes kendisini görevlendirebilecektir.

 

  1. Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
  1. TVB- GML/عمل-توب

Tövbe etmek demek kötülükleri bırakmak demektir. Bırakılanlar kötü amellerdir. Tövbe kötü amellerden iyi amellere geçmedir ve tövbe amel ile tanımlanır. Yani ben tövbe ettim demekle tövbe olmaz, kötü amelleri bırakıp iyi amelleri yapmakla tövbe olur. Tövbe kavli değil, fiilidir. Hatta fiili de değil amelidir. Çıkar çatışmasından çıkar paralelliğine geçmedir. Fiil ile ameli böyle tarif edebiliriz. Çıkar çatışmasına dayanan davranışları da içerenler fiildir. Çıkar paralelliğine dayanan davranışlar ise ameldir.

Kur’an’da kötü amel var mıdır?

Ruhu’l-Kur’an’a bakıp herkes araştırabilir.

  1. EMN-GSY /عسي-ءمن

ءمن güven içinde olma demektir. Güveni şöyle tarif edebiliriz; eğer insanlar yaptıklarının sonuçlarını önce görebiliyorlarsa güvendedirler demektir. Çünkü ona göre tedbir alırlar ve ona göre davranırlar. Ama insanlar ne olacağından ne ile karşılaşacaklarından habersiz iseler yani şeriat hükümleri yoksa o zaman ne yapsalar ne sonuç alacaklarını bilemeyecekleri için şaşkınlık içinde dalalette olurlar. Şeriatın oluşması için de iki yol vardır. Ya kuvvet ya da Sermaye tekeli kurallar koyar, sopayla veya açlıkla insanlarına kendi kurallarına uydurur ya da peygamberlerin getirdiği sistemi kabul eder ve Kur’an’ın öğrettiği sözleşme usulleri (içtihat ve icma) ile şeriatı oluşturur.

  1. KVN- ÖLX / صلح-كون

كَوْن olmak demektir. صُلْح da çıkar paralelliği demektir. Aslında kâinat bir bütünlük içinde salah ile oluşmaktadır. Bir arabanın bütün parçaları birbirine salihtir ve hepsi arabanın çalışmasını sağlar, araba da parçaların çalışması için vardır. Yani kâinat bir başkası için var edilmemiştir, yine kâinatta olanlar için var edilmiştir. İş bölümü içinde çalışmaktadırlar. Her biri kâinat için vardır, kâinatta her biri birileri için vardır.

  1. Man- EamMAv  / مَنْ- أَمَّا

مَنْ kişiler demektir. Kişiler iyiler ve kötüler diye ayrılır. O halde her kişi her zaman أَمَّا ile karşı karşıyadır. İnsanda iyilik yapma ve kötülük yapma melekeleri gelişmiştir. İnsan bunlardan iyiliği tercih eder ve iyilik yapmaya çalışır ama her zaman istediğini yapamaz, bazen kötülük yapmak zorunda kalır. Kötüler de her zaman kötülük yapamazlar, zaman zaman iyilik yapmak zorunda kalırlar. İnsanın hayatı da bu iki davranışlarda kendisine her zaman istediği tarafı seçebilme özelliğidir.

  1. EaN –MiN / أَنْ- مِنْ

أَنْ mastar harfidir ama genellikle hazf edilmiş bir “Lam” vardır, “LiEn” şeklinde getirilir. Biri başlangıcı biri de gayeyi ifade eder. Bu bakımdan karşılaştırılmaları gerekir.

 

Öz Türkçe ile:

“Bırakmış, inanmış, uygun iş yapmış olan kimsenin ise genişlik içindekilerden olması beklenir.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Tövbe etmiş, iman etmiş, salih amel yapmış olan kimsenin ise müflihlerden olması a’sadır.”

 

فَأَمَّا مَنْ تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَعَسَى أَنْ يَكُونَ مِنَ الْمُفْلِحِينَ (67)

 

GENEL YORUM

SURENİN BU BÖLÜMÜ BİZE NE ANLATIR?

Surenin bu bölümü insanların genel yaratılışını anlatır. Kâinatta iyilik vardır, kötülük vardır ve Allah insana her ikisini yapma gücünü vermiştir. İyilik yapanlar da kötülük yapanlar da bu dünyada eşit imkânlara sahip kılınmıştır. Sonunda iyiler galip gelirler. Ama savaşta iki tarafın zayiat verme ihtimali aynıdır. Bu dünyada biz adaletle davranmakla mükellefiz. Ancak dünyada tam adalet gerçekleşmez. Adalet ahirette gerçekleşir. Bu dünyada zulmedenlere cezaları verilir, zulme uğrayanlar ise mükâfatlandırılır ve Allah kimseye zerre miskal zulmetmez.

 

 

 

1108. SEMİNER LÜGATI

NO

Kelime

Vezin

Kök

Açıklama

  1.  

آمَنَ

أَفْعَلَ

ءمن

أَمَنَة kapıları karşı karşıya olan evlerin ara yeridir. İlk topluluklar evleri bitiştirerek kale gibi yerleştirir. Kapılar ara sahanlığa açılır. Bu yerin adı أَمَنة tir. Buraya bir şey konulması o şeyin güvene alınması demektir. أَمَانَة buraya konmuş olan şeydir. أَمِنَ güven içinde olma, أَمَنَة karşı karşıya bulunan evlerin arasındaki yer demektir. Eskiden evleri bitiştirerek bir duvar meydana getirirler ve kapılarını orta boşluğa açarlardı. Orta boşluğa bir kapıdan girilirdi. Böylece orası güven altında olurdu. Oraya bir mal koymak veya oraya girmek أَمِنَ kelimesi ile ifade edilirdi. أَمِنَ emniyet ve güven altına almak demektir. Kur’an’da ءمن , 71 يمن ise 879 defa geçer.  Toplam 950 (2*52*19) eder. ء gücü, م enginliği, ن belirsizliği ifade eder.

  1.  

أَيْنَ

فَعْلَ

ءين

Hale ayın veya güneşin etrafında oluşan halkadır. حَوْل çevre demektir. Mekânla zaman arasındaki alakadan dolayı zamandaki döngüyü ifade eden حِين kelimesi vakit anlamında kullanılmıştır. Sonra ح harfi ء harfine dönüşmüş, an/آن (kısa zaman) olmuştur. أَيْنَ nerede anlamında soru edatıdır. أَيَّانَ ise ne zaman anlamındadır. Kur’an’da 27 defa geçer. ء gücü, ي kolaylığı, ن belirsizliği ifade eder.

  1.  

تَبَرَّأْنَا

تَفَعَّلْنَا

برء

بَرّ kara parçası demektir. Sonraları برء fiil olarak sudan karaya çıkma, hastalıktan kurtulma, borçtan veya suçtan kurtulma anlamlarında kullanılmaya başlanmıştır. برء Kur’an’da 31, بره 77 defa geçer. Toplam 108 (22*33) eder.  ب geçişi, ر  tekrarı, ء gücü ifade eder.

  1.  

تَابَ

فَعَلَ

توب

 أَوْيَة yuva demektir. ءيو de aynı anlamdadır. Sondaki و harfi ب’ye dönüşmüş, ءوب olmuştur. ءوب geri dönmek, yuvaya dönme anlamındadır. Sonra başındaki ء harfi ت’ye dönüşmüş, توب olmuştur. Tövbe bir işten vazgeçmek anlamında olduğu gibi bir işe yeniden başlamak anlamındadır da. Buradaki dönmek ilgilenmek manasında olup manevi dönüştür.

تَوَّاب demek, kendisine dönüldüğü zaman o da size döner demektir. Bu kelimenin aslı ءوب’dir. أَوَّاب ile تَوَّاب aynı anlamdadır. Evb kelimesinin Türkçedeki ev kelimesi ile yakınlığı vardır. Hayvanların akşamüstü yuvalarına dönüşünden insanların olması gerekene dönmesine tövbe denmiştir. Allah insanlarla adeta kendisi bir insanmış gibi hitap eder. İnsanların birbirleri ile olan ilişkilerinde olduğu gibi bir tutum içinde olduğunu gösterir. Allah insana benzemez, dolayısıyla bütün bu ifadeler mecazidir. Tövbe kelimesi عَلَى harfi ceri ile gelince Allah’ın kullarına dönmesi, yani tövbelerini kabul etmesi anlamındadır. إِلَى harfi ceri ile gelince kulların Allah’a dönmesi anlamındadır. Kur’an’da توب 87, ثيب 1 defa geçer. Toplam 88 (23*11) eder. ت oluşmayı, و beraberliği, ب geçişi ifade eder.

  1.  

يَسْتَجِيبُوا

أَجَبْتُمْ

يَسْتَفْعِلُوا

أَفْعَلْتُمْ

جوب

جَوْبَة   içi su dolu çukurdur. Sonraları و  yerine ي   getirilerek جَيْب  ‘cep’ anlamını kazanır. Sorunun boşluğunu dolduran cümle cevaptır. جَوَّاب  ormanlık içinde yol veren açıklıktır. Geçiş yeridir. Soruya cevap vermek insan zihnindeki soruların önünü açar. Karışıklıktan kurtarır. Kanal veya tünelleri açar. Cevap vermek sadece sözle anlatmak değil isteneni fiilen yapmaktır. جوب  Kur’an’da 43, جوف  1 defa geçer. Toplam 44 (22*11) eder. ج  cazibeyi, و  beraberliği, ب  geçişi ifade eder.

  1.  

حَسَنًا

فَعَلًا

حسن

Sıradağlardan yan yana olan iki büyük dağın en büyüğüne حَسَن, ikincisine ise حُسَيْن denir. Sonraları iyilik, güzellik anlamı kazanır. Kur’an’da 194 defa geçer. ح hareketi, سdiziyi, ن belirsizliği ifade eder.

  1.  

الْمُحْضَرِينَ

الْمُفْعَلِينَ

حضر

حَضْرَة inşaat için kullanılan taş tuğla demektir. Hayvanların sulandığı su kenarında oturmak için konan taş demektir. حَضْر Sofa, su başında oturulan yer demektir. Kur’an’da حضر 25, حضض 3 defa geçer. Toplam 28 (22*7) eder.  ح hareketi, ض katlamayı, ر tekrarı ifade eder.

  1.  

الْحَيَاةِ

الْفَعَلَةِ

حيي

Kış uykusundan uyanmış yılana حَيّ, kış uykusundaki yılana da مَوْت denir. Kur’an’da حيي 189. حير 1 defa geçer. Toplam 190 (2*5*19) eder. ح hareketi, ي kolaylığı ifade eder.

  1.  

ادْعُوا

دَعَوْا

اُفْعُلُوا

فَعَلُوا

دعو

دُعَاء gel gel anlamına kalkan eller demektir. Dua davet etmek çağırmak demektir. Ayrıca Allah’tan bir istekte bulunmaktır. د çevreyi, ع etkiyi, و beraberliği ifade eder.

  1.  

الدُّنْيَا

الْفُعْلَى

دنو

دَنَى kelimesi ecveften nakısa dönüşmüştür, “yakın” anlamına gelir. Mekânda ve zamanda kullanılır. Uzayda birbirinden uzaklaşan yıldız yığınları var. Bu yedinci semadır. Bunun karşısında yıldızlar ve diğer maddeler birbirini çektikleri ve etkiledikleri için “yakınlığı olan sema” anlamında Kur’an’da geçer. Kur’an’da دنو 133, دلو 5 defa geçer. Toplam 138 (2*3*23) eder. د çeperi, çevreyi, sınırlamayı, ن belirsizliği, و beraberliği ifade eder.

  1.  

رَبَّ

فَعْلَ

ربب

رَبْوَة tümsek demektir. Çöllerde tümseğe benzeyen yer yer serpilmiş ağaçlıklara da رَبْوَة  denir. Sonra yavaş yavaş gelişme karşılığı kullanılır. Birden oluş “hilkat” ile buna karşılık evrimle gelişmeler rabvet ile ifade edilir. ربب  kökü de ربو’den dönüşür. Terbiye kelimesi bunlardandır. Türkçe olarak “yetiştiren” veya “yetiştirici” olarak tercüme edilir. Kur’an’da ربب  981, رمي  9 defa geçer. Toplam 990 (2*32*5*11) eder.ر  tekrarı, ب  geçidi ifade eder.

  1.  

الْمُرْسَلِينَ

الْمُفْعَلِينَ

رسل

رِسْل Saçak demektir. Salmak fiiline dönüşmüştür. “Haber saldı” da olduğu gibi bir kimseye bir adamı göndererek ona haber ulaştırmaya irsal denir. عَلَى harfi ceri ile kullanıldığı zaman irsal askeri birlikleri göndermek anlamına gelir. رسل Kur’an’da رسل 513, ردد 59 defa geçer. Toplam 572 (22*11*13) eder. ر tekrarı, س mekânda diziyi yani sıralanmayı, ل belirliliği ifade eder.

  1.  

تَزْعُمُونَ

تَفْعَلُونَ

زعم

زَعِيم ganimetten ve kolektif olarak elde edilen maldan yöneticilere ayrılan paydır. Sonra kefil anlamı kazanmıştır. Bir şeyi ısrarla iddia etmek anlamında da kullanılır. Kur’an’da زعم 17, زجو 3 defa geçer. Toplam 20 (22*5) eder. ز zamanda diziyi, ع üstünlüğü, etkiyi م enginliği ifade eder.

  1.  

يَتَسَاءَلُونَ

يَتَفَاعَلُونَ

سءل

سَحْل ova demektir. Kolayca yürünmesine benzetilerek kolaylık anlamında kullanılır. سءل, ح‘nin hemzeye dönüşmesi ile oluşur. Kolay kazandı yani topladı, dilendi veya kolay öğrendi anlamlarına gelir. Kuran’da  سءل129,سحل 1 defa geçer. Toplam 130 (2*5*13) eder. س mekânda diziyi, ء gücü, ل belirliliği ifade eder.

  1.  

شُرَكَاءُ

فُعَلَاءُ

شرك

شَرِيك Tasma kayış demektir. Ortak olmak birbirine bağlanmak manası taşıdığı için ortaklığa şirk denir. İşrak ise birini başka birine ortak saymak demektir. Kur’an’da 168 defa geçer. ش ani sıçramayı, ر tekrarı, ك oluşmayı ifade eder.

  1.  

صَالِحًا

فَاعِلًا

صلح

صَرْح köşk, سِلَأح silah demektir. Bugün bu kelimenin aldığı mana uygunluk anlamındadır. Bir somun cıvataya geçiyorsa o somun o cıvataya salihtir deriz. Burada uygun olan işleri yapmak anlamına gelir, dişi çoğul kullanılır; bu çoğul sayıca çoğulu değil de sistematik çoğulu ifade eder. Topluluklarda herkes ayrı ayrı işler yapar, sonunda o işler birbirini tamamlar ve bir bütün olur. Kişiler kendi hür iradeleri ile iş yaparlar, kendi çıkarlarını düşünürler, bunun yanında başkalarının da çıkarlarını ve onlarla uygunluğunu da hesaba katarlar. Böyle amele salih amel denir. Dayanışma ve iş bölümü esasına dayanan çalışmaları yapan topluluklar ancak çöküntüden kurtulmuş olur. Böylece topluluğun temel iki unsuru ifade edilmiş olur.ص  dayanıklılığı, ل belirliliği, ح hareketi ifade eder.

  1.  

يَعْبُدُونَ

يَفْعُلُونَ

عبد

حَمْد cümle kapısı demektir. Sahibinin nüfuzlu ve varlıklı olduğunu gösterir. عَبْد ana kapının önündeki bekçidir. عَبْد‘in عَمَل‘den farkı, عَامِل olan belli bir süreyi başkasına tahsis edendir. Geri kalan zamanlarını ise başkalarına kullandırabilir. عَبْد ise bütün vaktini birisinin emrine veren kimse demektir. Kişi kendisini satma hakkına sahip olmadığı için abdlik (kölelik) sözleşmesi batıldır. Burada sözleşmeye göre başka insanlara, kâfirlere hizmet verilmeyecek anlamında değildir. Bütünü ile yücelterek birine hizmet vermek ibadettir. عَمْد, عَبْد ve عَمَل birbirlerine yakın kelimelerdir. عَبْد‘in عَمَل‘den farkı şudur: عَمَل eden başkasının işini yapar, işten ayrıldığı zaman da başka iş yapar. Oysa عَبْد yalnız sahibinin işini yapar, ondan başkasına iş yapamaz. عبد Kur’an’da 275, عمق 1 defa geçer. Toplam 276 (22*3*23) eder. ع etkiyi, ب geçişi, د çevreyi ifade eder.

  1.  

الْعَذَابَ

الْفَعَالَ

عذب

عَذْبَة Su yosunudur. Sudaki tek hücreli organizmalardır. عَذْب hoş tat, عَذَاب kötü tat, acı demektir. عَذَاب kelimesi üzme ve sıkıntı verme anlamındadır, yaralama ve öldürme anlamında değildir.  عذب Kur’an’da 373, حصب 5 defa geçer. Toplam 378 (2*33*7) eder. ع etkiyi, ذ işareti, ب geçidi ifade eder.

  1.  

عَسَى

فَعَلَ

عسي

عَسْوَة yaşlı kimse demektir. Kiberden daha yaşlı olanları ifade eder. İnsanların çok azı o yaşlara ulaşır, ama ulaşanlar vardır. Zamanla az da olsa muhtemel olan şeyler için عَسَى kelimesi kullanılır. Olmaz ya yine de biz olacakmış gibi davranırız, dediğimiz zaman عَسَى kelimesini kullanırız. Kur’an da 30 defa geçer. ع etkiyi, س seneyi, ي imkânı ifade eder.

  1.  

عَمِلَ

فَعِلَ

عمل

عَمَّالَة Amele iş yapmaya alıştırılmış deve veya öküz demektir. عَبْد kelimesi ile de akrabalığı vardır. Amel etmek başkasına iş yapmak demektir. ع etkiyi, م enginliği, ل belirliliği ifade eder.

  1.  

عَمِيَتْ

فَعِلَتْ

عمي

أَعْمَى Kör demektir. Kur’an’da عمي  33, عمه  7 defa geçer. Toplam 40 (23*5) eder. ع  üstün olmayı, م  enginliği, ي  kolaylığı ifade eder.

  1.  

أَغْوَيْنَا

غَوَيْنَا

أَفْعَلْنَا

فَعَلْنَا

غوي

غَايَة kenar demek, غَيّ kenara çekilmek, yoldan çıkmak demektir. غَايَة sınır anlamındadır. Bir arazinin kenarındaki uçurum veya bataklık demektir. “İğva etmek” demek çukura atmak demektir. غ değişmeyi, و birleşmeyi, ي kolaylığı ifade eder.

  1.  

الْمُفْلِحِينَ

الْمُفْعِلِينَ

فلح

فَلْح toprağın yarılmışı, çatlak toprak demektir. Tarlayı süren anlamında فَلَّاح kullanılır. Tarlayı sürmek onu ekin ekilecek hale getirmek demektir. “Felah bulmak” da olgunlaşıp işe yarar hale gelmek demektir. Kur’an’da 40 defa geçer. ف kopmadan ayrılmayı, ل belirlemeyi, ح hareketi ifade eder.           

  1.  

يَقُولُ

قَالَ

الْقَوْلُ

قِيلَ

يَفْعُلُ

فَعَلَ

الْفَعْلُ

فُعِلَ

قول

قَوْل Birlikte bir iş yapan kimselere, belli bir sesle kumanda eden kimsenin adından gelişmiş bir kelimedir. Bu sesten kinaye olunur. Kelamdan farkı bağlayıcı olmasıdır. Türkçedeki “söz” kelimesi de böyledir. O halde burada “söyledi” olarak tercüme edilir. ق dayanma kuvvetini, و beraberliği, ل belirliliği ifade eder.

  1.  

الْقِيَامَةِ

الْفِعَالَةِ

قوم

قَائِمَة Hayvanların ön ayaklarına denir. قَوْم ise ağacın gövdesi demektir. Kıyam etmek (قِيَام), kalkmak veya ayakta durmak anlamındadır. قَائِم ayakta durandır. Mecazi olarak sağlam, bozulmamış veya bozulamaz anlamındadır. ق  dayanıklılık manasında güçlü olmayı, و beraberliği, م ise hava, su, atmosfer gibi enginliği ifade eder.

  1.  

كُنْتُمْ

كَانُوا

يَكُونَ

فَعَلْتُمْ

فَعَلُوا

يَفْعُلَ

كون

كَوْن tepe demektir. بَيْن’in karşılığıdır. Bunlara mukabil düz olan yere ise هَوْن denir. كَانَ tepe manasından yararlanılarak “olmak” fiilini oluşturur. هَوْن yokluğu bildirir, uzaktaki veya görünmeyen anlamındadır. بَيْن insanın kendisini bildirir. كَوْن de ortada olan, görünen anlamındadır. Oluşu ifade eder.  لَمْ يَكُنْ “olmadı” veya “yok” anlamınadır. كَانَ ise “oldu” veya “-dır” anlamına gelir. ك oluşu, و beraberliği, ن belirsizliği ifade eder.

  1.  

مَتَّعْنَا

مَتَاعَ

فَعَّلْنَا

فَعَالَ

متع

Mut’a, üzerine ev eşyasını konduğu yüksekçe yer; sonra buraya konan eşyaya meta denmiştir. Bir şeyden yararlanmaya temettu’ denir. Kur’an’da 70 defa geçer. م enginliği, ت oluşmayı, ع üstünlüğü etkiyi ifade eder.

  1.  

الْأَنْبَاءُ

الْأَفْعَالُ

نبء

نَبَء doğurmadan evvel devenin memesinde görülen süttür. Doğuracağının habercisi olur. Sonra gelecekte olacak olaylar hakkında verilen bilgilere خَبَر denir. نَبِيّ tepe üzerinde oturan gözcüye denir. Geçmişten bilgi vermeye de نَبَء denir. ن belirsizliği, ب geçidi, ء de gücü ifade eder.

  1.  

يُنَادِي

يُفَاعِلُ

ندو

نَدْوَة halkın toplandığı yerdir. Toplanmadan önce toplantıya yüksek sesle çağırmaya نِدَاء denir. Daha sonra çağırma fiilinin mastarı olur. Kuranda ندو53, ندم 7 defa geçer. Toplam 60 (22*3*5) eder.  ن  belirsizliği, د çevreyi, و birliği ifade eder.

  1.  

يَهْتَدُونَ

يَفْتَعِلُونَ

هدي

هَدِيَّة insanların görüşmeden evvel görüşmek isteklerini belirtmek için gönderdikleri değerli eşyadır. Hacca gitmeden evvel Mekke’ye gönderilen kurbanlık hayvanlara da هَدْي denir. Hediye götürüp haber getiren kimseye هَادِي denir. Sonraları “hidayet” yol gösterme, yola götürme anlamında mastar olur.  ه boşluğu, د çevreyi, ي kolaylığı ifade eder.

  1.  

وَعَدْنَا

وَعْدًا

فَعَلْنَا

فَعْلًا

وعد

وَاعِد yağmur bulutu demektir. Yağmur yağmadan önce bulutlar kararır, yağmur yağacağını haber verir. Vaat etmek yapacağı bir iyiliği bildirmek, söz vermektir. Yapacağı bir kötülüğü bildirmeye ise وَاعِد denir. Kur’an’da وعد 151, وعظ 25 defa geçer. Toplam 176 (24*11) eder. و beraberliği, ع üstünlüğü ve etkiyi, د duvarı ve çevreyi ifade eder.

  1.  

يَوْمَ

فَعْلَ

يوم

يوم durgun akan su demektir. Kabarıp inmesi sebebi ile periyodik çağların adı, sonra bir gün ve geceye isim olur. Kur’an’da أَيَّامًا مَعْدُودَةً ta olduğu gibi 24 saat için veya تِلْكَ الْأَيَّامُ نُدَاوِلُهَا daki gibi çağlar için kullanılır. يوم Kur’an’da 475, يمم 11 defa geçer. Toplam 486 (2*35) eder. ي kolaylığı, و beraberliği, م enginliği ifade eder.

 

 

 

 

İstanbul, Yenibosna; 20 MART 2021

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlayan Adil Düzen Çalışanları:

AYŞE AYDIN

Yazar REŞAT NURİ EROL

Ecz. TAYİBET ERZEN

Doç. Dr. SÜLEYMAN AKDEMİR

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

 

 






Son Eklenen Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 2804 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2118 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2077 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 1667 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 1931 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 1959 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 1727 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 1572 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 1644 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 1981 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 1927 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1558 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 1875 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 1695 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 1859 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 1837 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 1732 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 1945 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 1890 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2146 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 1965 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 2527 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2154 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2330 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2187 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2231 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2398 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 2507 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 2449 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 2644 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 4553 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 2829 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 2489 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3030 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 2953 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 2646 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3138 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 3420 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 3830 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 2496 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 2549 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3249 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3132 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2280 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2442 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3260 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 6128 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 4607 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 3522 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00


© 2024 - Akevler