Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021
2757 Okunma, 3 Yorum

KASAS SÛRESİ - 9. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَاأَيُّهَا الْمَلَأُ مَا عَلِمْتُ لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرِي فَأَوْقِدْ لِي يَاهَامَانُ عَلَى الطِّينِ فَاجْعَلْ لِي صَرْحًا لَعَلِّي أَطَّلِعُ إِلَى إِلَهِ مُوسَى وَإِنِّي لَأَظُنُّهُ مِنَ الْكَاذِبِينَ (38) وَاسْتَكْبَرَ هُوَ وَجُنُودُهُ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَظَنُّوا أَنَّهُمْ إِلَيْنَا لَا يُرْجَعُونَ (39) فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِمِينَ (40) وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَدْعُونَ إِلَى النَّارِ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ لَا يُنْصَرُونَ (41) وَأَتْبَعْنَاهُمْ فِي هَذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ هُمْ مِنَ الْمَقْبُوحِينَ (42)

 

***

 

وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَاأَيُّهَا الْمَلَأُ مَا عَلِمْتُ لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرِي فَأَوْقِدْ لِي يَاهَامَانُ عَلَى الطِّينِ فَاجْعَلْ لِي صَرْحًا لَعَلِّي أَطَّلِعُ إِلَى إِلَهِ مُوسَى وَإِنِّي لَأَظُنُّهُ مِنَ الْكَاذِبِينَ (38)

Va QALa FıRGaVNu YAv EyYuHay eLMaLaEu MAv GaLiMTu LaKuM MiN EiLAHin ĞaYRIy FaEaVQiD LIyYAv HAMAvHu GaLay elOIyNı FAEaCGaLo LIy ÖaRXan LaGalLIy EaoOaLiGu EiLAy EiLAvHi MUvSAy Va EinNIy LaEaJunNuHUv  MiNa eLKAvÜiBIyNa

 

“Ve Firavun ‘Ya mele, ben size benden gayri bir ilah ilmetmedim. Ya Haman, bana tinin üzerine ıkad et de bana bir sarh ca’l et. Ola ki Musa’nın ilahına ittila’ ederim. Ben onu kaziblerden zannediyorum.’ diye kavl etti.”

 

وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَاأَيُّهَا الْمَلَأُ مَا عَلِمْتُ لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرِي فَأَوْقِدْ لِي يَاهَامَانُ عَلَى الطِّينِ فَاجْعَلْ لِي صَرْحًا لَعَلِّي أَطَّلِعُ إِلَى إِلَهِ مُوسَى وَإِنِّي لَأَظُنُّهُ مِنَ الْكَاذِبِينَ

قَالَ عَلِمْتُ

اجْعَلْ أَوْقِدْ أَطَّلِعُ أَظُنُّهُ

إِلَهِ إِلَهٍ

صَرْحًا

الْمَلَأُ الطِّينِ الْكَاذِبِينَ غَيْرِي

فِرْعَوْنُ هَامَانُ

مُوسَى

أَيُّهَا لَكُمْ لِي لِي

لَعَلِّي إِنِّي

فَ فَ وَ وَ  مِنَ مِنْ عَلَى إِلَى

يَا يَا لَ مَا

6+10+6+4+4+4=34=32+2

قَالَ- عَلِمْتُ اجْعَلْ- أَوْقِدْ أَطَّلِعُ- أَظُنُّهُ لْمَلَأُ- الطِّينِ  الْكَاذِبِينَ- غَيْرِي فِرْعَوْنُ- هَامَانُ صَرْحًا- مُوسَى أَيُّهَا- لَكُمْ لَعَلِّي-إِنِّي لَ- مَا عَلَى- إِلَى

QVL-GLM CGL-VQD OLG-JNN MLE-OYN KÜB–ĞYR FRG-HMN ÖRX-ESV

EayYuHA-LaKuM LaGlLIy-EinNIy La -MAv GaLAy -EiLAy

 

  1. Ayet neden وَ ile başlar?

Musa ile Firavun arasındaki karşılıklı konuşmalar sona erince Musa kendi kendine söylenmeye başladığı için مُوسَى وَقَالَ denmişti. Firavun da Musa ile konuşmasını bitirip kendi melei ile konuşmaya başlayınca وَقَالَ ile başlamıştır. Yani bunların söyledikleri birbirine cevap değildir demektir.

  1. Nereye atfeder?

وَقَالَ مُوسَى’nın atfedildiği yere atfeder. Mahzuf olan cümleler vardır. O hazfedilen cümlelere atfedilirler.

  1. Firavun kime hitap eder?

Firavun kendi meleine hitap eder. Musa ile görüşüp konuştuktan sonra meleine yani danışmanlarına kararını bildirir. Hazfedilen cümleler içinde konuyu istişare etmiş olabilir. Onlara son kararını bildirir.

  1. Musa Firavun’a cevap vermez, Firavun da Musa’ya cevap vermez, hazflar mı var?

Bir şey anlatırken bazı şeyleri atlarsınız. Bunun iki sebebi vardır. Biri zaten konuşmalarda anlaşılmış olmasıdır, tekrar etmeye ve sözü uzatmaya gerek kalmaz. Diğeri ise o hususların oluş şekli, konunun anlatılmasında öneme haiz olmadığından dolayı o safhalar atlanır, zikredilmez. Burada önemli görülmediği için atlanır.

  1. الْمَلَأُ kimlerdir?

مِلْء doldurma demektir. Toplulukların yönetiminde bir baş çeken vardır. Baş çeken topluluğa hâkim değildir. Baş çekenin yanında onun dayandığı arkadaşları vardır. Topluluğa onlar hâkimdir. Onlar kişilerle ilişki kurarlar. Baş çeken ise onlarla ilişki kurar.

Peygamberlerin de böyle melei vardır. Kur’an bunlara “sadikûn, evvelûn ve mukarrabûn” demektedir. Firavun’un da böyle melei vardır. Onlar topluluğa hâkim olabilmek için Firavun’u tanrılaştırıp büyütürler. Artık Firavun da kendisinin tanrı olduğuna inanır, meleine talimat verir.

  1. Firavun neden hitabı onlara tahsis eder?

Musa ile konuşmasını bitirir. “Artık seni dinlemek istemiyorum” der ve Musa’ya karşı cephe alır. Onun için hitabı meleine yöneltir.

  1. “Benden başka sizin ilahınız yok” demez “Bilmiyorum” der, neden?

Firavun çok tanrılı bir inanışa sahiptir. Her topluluğun ayrı ilahı vardır ve topluluklar kendi ilahlarına taparlar. Firavun da Mısırlıların ilahıdır. Âlemlerin ilahı değildir. Musa ise Firavun’a “Alemlerin Rabbi’nin resulüyüm.” der. Firavun’un reddettiği, âlemlerin Rabbi olma hususudur. Musa Rabb’in elçisi olabilir ama o Mısır’ın Rabb’inden de geldiğini iddia eder. Firavun birden reddetmez, “Olabilir” der “Ben bilmiyorum” der. “Sizin ilahınız olduğumu biliyorum.” der.

  1. “Size bilmiyorum” der, neden onlara tahsis eder?

Firavun, “Ben yeryüzünün ilahıyım” şeklinde iddiada bulunsa kimse inanmaz. Çünkü Mısırlılar o günkü kervanlarla tüm dünyayı gezerler. Firavunun oralarda bir hükümranlığı olmadığını bilirler. Dolayısıyla kendi ilahlığını tüm dünyanın ilahı olarak değil de Mısır’ın ilahı olarak iddia eder. Onun için “size” der. Bir gün Kenan Evren “Her şeyimizi kendisine borçlu olduğumuz Mustafa Kemal” demişti. Anadolu’yu da Mustafa Kemal mi yaratmıştı? Firavun kadar insaflı konuşmuyordu.

  1. إِلَهٍ nekredir ve مِنْ ile getirilir, anlamı nedir?

Demek ki çok ilah var. Mısırlıların ilahı kendisidir. Kendisinden başka bir ilahın olmadığını Mısırlılar için söyler. Başka ilahların olmadığını söylemez.

  1. غَيْرِي demekle kendisini ilah kabul eder. Ona göre ilahın/ إِلَهmanası nedir?

غَيْرِي marifedir. إِلَهٍin bedelidir. Sıfatı olamaz. Çünkü إِلَهٍ nekre, غَيْرِي marifedir. Hal de olamaz, kendisi marifedir. (غَيْر kelimesi marife bir kelimeyle tamlama oluştursa da marife olmaz. O yüzden burada sıfat-mevsuf uyumu vardır. Tayibet Erzen) مِنْ إِلَهٍ غَيْرِي مِنْ demektir. Firavuna göre ilah olmak hükmetmek demektir. Onlara göre kâinatta çok ilah vardır. Bu ilahlardan bir kısmı kâinatı yaratmıştır. Bir kısmı da başka işler yapmaktadır. Kendisi de bir ilahtır. Onun işi de Mısır’ı yönetmektir. Bugünkü Firavunlar kâinatı var eden Tanrı’yı da kabul etmiyor, onlara göre kâinat kendiliğinden vardır. Kendileri ise bu kâinat içinde hükümran olan birer tanrıdırlar.

  1. Bugünkü ateistlerin görüşüyle bir paralellik mi var?

Bugünkü ateistler “Tanrı yoktur, kâinat kendiliğinden var olmuştur, biz zenginler ise ya da güçlüler ise birer tanrıyız, sizi yendiğimize göre sizi yönetme hakkımız vardır” diyorlar. Onlara göre güçlü olduklarından dolayı haklıdırlar. Şeriatta ise kâinatın tek Tanrısı vardır. Tüm yıldızlara, galaksilere, gezegenlere O hükmeder. Yeryüzündeki insanlar da O’nun kullarıdır. Onlara da O hükmeder. İnsanlar birbirine hükmetmezler, Tanrı değiller. Müminler birleşip güçlü olurlar ve tanrılık iddiasında bulunanları devre dışı bırakırlar. 60 bin senelik insanlık tarihinde hep Peygamberler galip gelmiştir. Bugün 10 milyara yakın insan Firavunlara değil Peygamberlerin tanımladığı tek Tanrı’ya inanır. Çok Tanrılı veya Tanrısız bir düzeni kabul edenler ise unutulup gitmişlerdir.

  1. فَأَوْقِدْ deki فَ  ne Fa’sıdır?

Bir şeyi anlattıktan sonra o şey bir sonuca götürüyorsa فَ harfi kullanılır. Buna sebep Fa’sı denir.” Madem ki bilmiyorum, öğrenmem lazım, böyle bir ilahın olup olmadığını araştırmam lazım.” der. İşte Firavun’u büyük imparator yapan bu davranışıdır. Musa’nın eğer ilahı varsa, o ilahla da anlaşması veya savaşması gerekir. Dolayısıyla var olup olmadığı hususunun araştırılmasına karar verir.

  1. أَوْقِدْ kelimesini inceleyiniz.

وَقُود Türkçede olduğu gibi ‘yakıt’ demektir. Güneş ışığını depolayan bitkiler ve onları besin yapan hayvanlar enerjiyi taşıyan varlıklardır. Biz onları tutuşturduğumuzda havadaki oksijeni yakarlar ve bize ısı verirler. Bu ısıyla canlılar yaşadıkları gibi cansız varlıklarda da bununla bazı işler yaparız. Bunlardan biri de toprağı pişirmektir. Elde edilen tuğla ve kiremit gibi taşlaşmış toprakları kullanırız.

  1. Buradaki لِيnin manası nedir?

لِ harfi mülkiyeti ifade eder. “Benim mülkümde yak, pişir.” der. Yani “Masrafları benim bütçeden karşılansın, sonra da o bana ait olsun.” diyor.

Firavun sosyalist bir düzen içindedir. Ancak özel mülkiyeti de tanır. Ticaret serbesttir. Herkes kendi meskenlerine sahiptir. Sadece Nil’in çevresindeki topraklar devlete aittir. Orada çalışanlar ücret alır sonra da o ücretle ürünleri paylaşırlardı. Firavun’un sosyalizmi Sovyetlerin sosyalizminden çok daha iyi uygulanabilirliğe sahipti.

 

  1. Emri Haman’a yöneltir, neden?

Melee/ الْمَلَأُbugünkü meclislerin yerini alır. Onlara danışır ve kararı verir ama onlara emretmez, işi onlara yaptırmaz. Kendisinin sadrazamı vardır, başbakanı vardır. Onların emrinde görevliler vardır, uygulamaları onlar yaparlar. Haman/هَامَانُ başbakanıdır, ona emreder.

  1. مِنَ الطِّينِ demiyor da عَلَى الطِّينِ diyor neden?

عَلَى kelimesi üzerine manasına geldiği gibi ‘o tarzda’ ‘onun benzeriyle’ demektir.

Mısır’da toprağı pişirme tekniği gelişmemiştir, Mezopotamya’da gelişmiştir. Mısırlılar Mezopotamya’da gelişen bu teknolojiyi bilirler ancak uygulamazlar. Mezopotamya’daki toprak Mısır’da yoktur. Yeni bir teknolojiyle oluşturulur.

Firavun bunu emreder. Taş kullanılacaksa kireçli harç yapılacak demektir. O zaman kireç taşı yakma söz konusu olur. Bu ayetin tam olarak anlaşılabilmesi için Mısır’da tuğladan yapılmış yapılar var mı, bunun araştırılması gerekir. Kireç yakma tekniği var mı, bunun araştırılması gerekir. Bu araştırmalardan sonra عَلَى kelimesinin manasını daha iyi anlarız.

  1. الطِّينِ kelimesini inceleyiniz.

Turab/تُرَاب, kimyada bilinen 118 atom çekirdeğinin karışmasından oluşmuş karma bir cismin adıdır. Tüm dünyadaki cisimler onlardan oluşmuştur, oluşur. Tüm canlılar da onlarla vardır. İnsan da bir canlıdır.

Tin/ طِينise su ile yoğrulup çamur haline getirilen topraktır. Bu toprak aynı zamanda canlıların atıklarını içerir. Bu toprak siyah topraktır. Diğer toprak ise kırmızıdır.

  1. “Bana bina et” demez de “bana ca’l et” der, neden?

Yalnız yapı yapmasını emretmez. Bu yapı bir gözetleme kulesidir, rasathanedir. Mezopotamya’da mevcut olan Babil Kulesi’ne benzer bir kuledir. Bina yapılacağı gibi binanın içinde gözetleme araçları konur. Teleskop yoktur ancak güneş ışığını ve yıldızları gözle takip etme tekniğinin yanında gölgeleri inceleme de mevcuttur. Dolayısıyla Haman’a verilen emir inşaatı yapmanın yanında içinin de donatılmasıdır. Onun için اجْعَلْ kelimesini kullanır.

  1. Buradaki فَ ne Fa’sıdır?

Takip Fa’sıdır. ‘Önce tuğlayı yap, sonra da onunla kuleyi yap’ demektir.

  1. صَرْحًا kelimesini inceleyiniz.

صَرْح kente hâkim yüksek yerdir. ‘Kule’ demektir. Kenti gözetlemek için inşa edilir. Sulama tekniğinde de su kuleleri vardır.

  1. لَعَلِّيyi tahlil ediniz.

لَعَلِّيbelki’ manasındadır. Bir şeyi kesin olarak elde edeceğini bilmesen bile belki bulurum diye bir işi yapmak لَعَلِّي ile ifade edilir. Balık avlayanlar belki buluruz diye avlarlar. Hayatımızda birçok şeye muhtemeldir diye başlarız.

Burada “Musa’nın ilahı varsa görürüm. Musa gördüğüne göre ben de görürüm. Benim gibi ilah olan Musa’nın ilahı ile bir anlaşma yaparız.” der. Böylece Musa’yı reddetmez, onu muhatap alır, söylediklerini değerlendirir. Böylece Mısır halkını tatmin eder.

Rivayet vardır, Mimar Sinan Edirne’de Selimiye’yi yapıp minareleri dikince Edirne sokaklarında minare eğik diye bir haber dolaşmaya başlar. Sinan da “Hayır, eğri değildir.” demez. Minareye bir halat takar, kişileri getirir, “Ne taraf eğri?” der, “Bu taraf eğri” denilince öbür tarafa çektirir ve sorar, “Düzeldi mi?” “Düzeldi!” derler. Minare hala düzgün durur.

Mısır Firavun’u da aynı usulü kullanır.” Ben gözetledim ama Musa’nın söyledikleri ilaha rastlamadım.” diyecektir. Bu bir taktiktir. İktidarda olanlar muhalefette olanların isteklerini yerine getirmiş gibi hareket ederler, böylece muhaliflerin yersiz muhalefetini reddederek değil kabul ederek söndürürler.

  1. أَطَّلِعُ kelimesini inceleyiniz.

طَلْع dal demektir, tomurcuk demektir. طَلَعَ fiil olarak tomurcuklandı demektir. Güneşin doğması için de kullanılır. İftial babından أَطَّلَعَ içinde doğmak, bir bilgiye erişmek anlamlarında kullanılır. “İttila etmek” demek haberdar olmak demektir, bulmak demektir, ulaşmak demektir.

  1. Musa’nın ilahı denir, ne demek ister?

“Musa âlemlerin Rabbinin elçisiyim” demişti. Firavun bunu kabul etmez ama Musa’nın ilahının olabileceğine ihtimal verir. Araştırma yapacak, eğer Musa’nın ilahı ile karşılaşırsa o zaman onun elçiliğini kabul edecek ama karşılaşmadığı için reddedecektir.

Birisi bir şey söylediği zaman, onun yanlış olduğunu kesin olarak bilseniz bile siz kendi bilginizi kesin kabul etmeyip onunla tartışarak, onu dinleyerek, onun delillerine karşı delilleri ortaya koyarak cevap verirseniz, o tatmin olmayabilir. O kendi bildiğine devam edebilir ama senin yanında olanlar o vesileyle seni öğrenmiş olurlar.

Siyaset yaptığımız zaman arkadaşlarımızla kahve kahve dolaşarak İslam düzenini anlatıyorduk. Dinleyenler söylediklerimizi pek anlamıyorlardı. Sonra bir defa duyup geçiyorlardı ama bu sayede arkadaşlarımız yetişiyordu. Bugünkü Adil Düzen çalışanları, Milli Görüşçüler, AK Partililer o konuşmalarda yetişmişlerdir. Firavun da bunu yapıyor.

  1. إِلَى kelimesiyle أَطَّلِعُ söylüyor neden?

Bir şeyi ittila etme onun yanına varma demektir, olayın içine girme demektir.

Bir şeye ittila etme ise uzaktan onu görme, onunla irtibat kurma demektir.

Firavun kule yapılmasını emrettiği zaman göğe çıkacağını söylemez, göğe yerden ittila edeceğini söyler. Bugün uzayın en derinliklerine ittila etmiş bulunuyoruz. Orasını inceleyebiliriz. Ama oraya varmamız mümkün değildir. Biz değil güneş ışığı bile varamaz. Bunu ifade etmek için إِلَى diyor.

  1. وَإِنِّي deki وَ ne Vav’ıdır?

Hal Vav’ıdır. “Ben onu yalancı olarak sanıyor durumdayım. Tahkik etmek istiyorum.” demek istiyor.

  1. Neden isim cümlesi yapılmıştır?

Fiil cümlesinde bir olayı ifade etmiş olursunuz. İsim cümlesinde ise sizdeki hali ifade etmiş olursunuz. “Benim zannım budur, bütün söylediklerine inanamıyorum.” diyor. Bunun için fiil cümlesini değil de isim cümlesini kullanıyor. Aynı zamanda إِنَّ ile pekiştiriyor.

  1. كَاذِبِينَ kurallı erkek çoğul gelir, kimleri kasteder?

Topluluklar içinde yalan haberleri yayma ve yalan haberlerin üzerinde bir topluluk oluşturma meyli vardır. Topluluk içerisinde insanları doğru olarak bilgilendirme arzusunu duyanlar vardır. Bunlar kendileri söylediklerinde sadıktırlar. Kendilerinin veya yakınlarının aleyhinde olsa bile yanlış haberi, yalan haberi benimsemezler, doğrusunu söylerler.

Bunun gibi kendilerinin ve yakınlarının çıkarları doğrultusunda haberler üretmek ve o haberlerle doğru haberleri karıştırarak topluluğun gerçekleri öğrenmesini önlemek üzere örgütlenen gruplar da vardır. Bugün partiler böyledir. Bugünkü basın-yayın da böyledir.

Demek ki Mısır’da da böyle bir topluluk vardı.

  1. Buradaki مِنْ ne Min’idir?

Cins Min’idir. “Onlardan olduğunu zannediyorum” diyor. (Teb’iz Min’i de olabilir. Bu durumda ‘onlardan biri’ manasına gelir. Tayibet Erzen) Yani bu kendiliğinden söylenmiyor, bir örgüt var, o örgüt bilinen örgüttür. Kazipler ordusudur. Bugün olduğu gibi o gün de Mısır halkı tarafından bilinir. “O gruba mensup olduğunu zannediyorum” diyor. “Benim tahtıma göz dikenlerin görevlisidir diyorum” diyor.

 

  1. Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
  1. QVL-GLM/علم-قول

İlim olayların dille ifade edilmesidir. Bir şeyi bilmiyorsanız o, ilmin alanı içinde değildir. Siz onu dille ifade ederseniz o zaman ilmin alanı içine girer. Ondan sonra o ilimde delil olur. Buna işaret eder.

  1. CGL-VQD   وقد-جعل/

Ca’l etmek, görevli kılmaktır. وَاقِد ise görevin yapılması için gerekli enerjidir. Yani yetkidir. Görevle yetkinin beraber olduğuna işaret etmek için eşleştirilir.   

  1. OLG-JNNظنن-طلع/

“Zannetmek” tahmin etmek demektir. Öyle olacağını sanmak demektir. “İttila” ise bilgiye sahip olmak demektir. Zannın ilme dönüşmesi anlamındadır. İlmi çabalar zanların ilme dönüşmesi çabasıdır. Buna işaret edilir.

  1. MLE-OYNطين-ملء/

مِلْء dolu demektir, طِين ise topraktan yapılmış kapları temsil eder.

Topluluğu oluşturmak bir kap yapmak gibidir. Topluluğu yönetmek ise onu doldurmak demektir. Her şeyin bir inşası vardır. İnşa edildikten sonra onu istenen gayede kullanma, değerlendirme vardır. Bu ikili sisteme işaret eder.

  1. KÜB –ĞYRغير-كذب/

كِذْب yalan demektir, yanlış demektir. غَيْر ise başkası demektir. Var olan tektir. غَيْر olan çoktur, صِدْق tektir, كِذْب de çoktur. O halde kizb sıdkın gayrısı olan her şeydir. Buna işaret eder.

  1. FRG-HMNهمن-فرع/

Firavun hükümdar demektir. Haman ise vezir demektir. Yönetim Firavun’un denetiminde Haman tarafından yapılır. Hükümdar başbakanı görevden alır veya görevlendirir. Yaptığı işlerde başkan sorumlu değildir. Sorumlu olan başbakandır. Dolayısıyla başbakan başkanın dediklerini değil kendi bildiklerini yapar. Başkan onu görevden alabilir ama ona talimat veremez. Bu hususların dengelenmesine işaret edilir.

  1. ÖRX-ESVءسو-صرح/

صَرْح kule demektir. أُسْوَة ise örnek demektir. Kişi yüksek yere çıkar, yaptıklarını onlara gösterir, onlar da uyarlar. Namazda imam öne geçer. Burada صَرْح makamı أُسْوَة ise görevliyi ifade ederse görevli, görevli olduğu an أُسْوَة dir. Görevi bittiği zaman diğerleriyle eşit hale gelir. Yani kişiler arasında fark yoktur. Görevde görevli olanın diğerleri üzerinde bir farkı vardır.

  1. EayYuHA- LaKuM أَيُّهَا- لَكُمْ

  أَيُّهَاdaki هَا zamiri uyarı zamiridir. لَكُمْ ise muhatapları temsil eder. ‘Ben size söylüyorum, beni dinleyin’ anlamındadır. Yani أَيُّهَا’da أَقُولُ kelimesi hazf olmuştur. Buna işaret eder.

  1. LaGalLIy-EinNIy لَعَلِّي- إِنِّي

İnsan kendi davranışlarını ayarlarken hep belki olur diye davranmalı, illa olsun diye davranmamalıdır. Buğdayı ekersin ve sen gereken hizmeti verirsin ama tarla kendi durumuna göre sana buğday verir. Hatta hiç vermeyebilir de. Sosyal olaylarda da bu böyledir. Biz zamanında gerekli girişimi yaparız. Olup olmayacağına biz karışmayız. Olursa olur, olmazsa olmaz. Takdiri ilahidir, boynumuz kıldan incedir.

  1. La -MAv لَ- مَا

لَ tekit Lam’ıdır, مَا  ise olumsuzluk Ma’sıdır. Matematikteki +/- işaretleri gibidir. لَ harfi gelmediği zamanda da artıdır ama لَ harfi geldiğinde tekit eder. لَ ile مَا  arasında bu tür bir benzerlik vardır.

  1. GaLAy –EiLAy عَلَى- إِلَى

İkisi de intihai gaye içindir. إِلَى da etkileşme yoktur. عَلَى da ise kendisinden önce gelen kendisinden sonra gelene etki eder. Bu karşılaştırmayı anlatmak için eşleştirilir.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve Firavun, ‘Ey beyler, ben sizin için benden başka bir tanrı bilmiyorum. Ey Haman, sen de bana toprak üzerine yak da bana bir çıkacak yap. Olur da Musa’nın tanrısına ulaşırım. Ben onu yalancılardan sanıyorum.’ dedi.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve Firavun ‘Ya mele, ben size benden gayri bir ilah ilmetmedim. Ya Haman, bana tinin üzerine ıkad et de bana bir sarh ca’l et. Ola ki Musa’nın ilahına ittila’ ederim. Ben onu kaziblerden zannediyorum.’ diye kavl etti.”

 

وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَاأَيُّهَا الْمَلَأُ مَا عَلِمْتُ لَكُمْ مِنْ إِلَهٍ غَيْرِي فَأَوْقِدْ لِي يَاهَامَانُ عَلَى الطِّينِ فَاجْعَلْ لِي صَرْحًا لَعَلِّي أَطَّلِعُ إِلَى إِلَهِ مُوسَى وَإِنِّي لَأَظُنُّهُ مِنَ الْكَاذِبِينَ (38)

 

***

 

وَاسْتَكْبَرَ هُوَ وَجُنُودُهُ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَظَنُّوا أَنَّهُمْ إِلَيْنَا لَا يُرْجَعُونَ (39)

Va EiSTaKBaRa HuVa Va CUNUvDuHUv Fıy eLEaTWı Bi ĞaYrı eLXaqQı Va JanNUv EanNaHuM EiLaYNAv YuRCaGUvNa

“Ve o ve cunudu hakkın gayrısı ile arzda istikbar ettiler de bize rucu’ olunmayacaklarını zannettiler.”

 

وَاسْتَكْبَرَ هُوَ وَجُنُودُهُ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَظَنُّوا أَنَّهُمْ إِلَيْنَا لَا يُرْجَعُونَ

ظَنُّوا اسْتَكْبَرَ

يُرْجَعُونَ جُنُودُهُ

الْحَقِّ الْأَرْضِ

غَيْرِ إِلَيْنَا

أَنَّهُمْ هُوَ

فِي بِ لَا

وَ وَ وَ

2+2+2+2+2+3+3=16

ظَنُّوا- اسْتَكْبَرَ يُرْجَعُونَ- جُنُودُهُ  الْحَقِّ- الْأَرْضِ  غَيْرِ- إِلَيْنَا أَنَّهُمْ- هُوَ وَ- لَا  فِي- بِ

JNN-KBR RCG-CND XQQ-ERW ĞYR-EiLaYNAv  EanNaHuNM-HuVa Va-LAv Fıy-Bi

 

  1. وَاسْتَكْبَرَ deki وَ ne Vav’ıdır? Nereye atfeder?

وَقَالَ ‘ye atfeder. “Kavil etti ve istikbar etti” der. “Firavun ve ordusu” der. Daha önce ise “Firavun, Haman ve ordusu” derken şimdi burada Haman’ı zikretmez. Bu konuşmalara orduyu katmaz. Musa’yı silah zoruyla susturma havasına girmez, demektir.

  1. Kavil eden kendisi, istikbar eden kendisi ve ordusudur; istikbar ile kavil arasında ilişki yok mudur?

وَ harfi ile getirilir. Kavil etmesi ile istikbar arasında yakınlık varsa da ikisi birbirinden farklıdır. Firavun ordusunu da teskin etmek için bu kule olayını dile getirir. Güçlü ordular kendilerine çok güvenirler ve devletlerine karşı küçük hareket görürlerse bile sabretmez hemen bastırmak isterler. Firavun ise bunu istemez. Her ne kadar kendisinin tanrı olduğuna inanıyorsa da gerçek durumu da bilir. Elinde hiçbir gücü olmadığını kavrar. Mısır halkı ayağa kalkarsa ordusuyla halkı bastıramaz, bastırsa bile artık hükümranlığını sürdüremez.

İktidarlara karşı iki türlü direnme olur. Biri belli bir örgütün halka dayanmadan direnmesidir. İktidarda olanlar bu direnmeyi kolayca bastırabilirler. Diğeri ise halkın örgütlenerek iktidara direnmesi şeklinde gerçekleşir ki bunu bastırmak mümkün olmaz. İran’daki Humeyni inkılabı böyle bir inkılaptır.

Firavun ordusuna dayanarak Mısır halkının isyan etmesine imkân vermek istemez.

  1. Buradaki الْأَرْضِ‘den kasıt neresidir?

Buradaki الْأَرْضِ Mısır ülkesidir. Firavun kendisinin Mısır ülkesine ilah olduğunu iddia eder. Tüm dünyanın kendisine ait olduğu iddiasında değildir.

Bugünkü Yahudi sermayesi, İsrail oğullarının tüm yeryüzüne hükmetmek için var edilmiş bir kavim olduğunu, dünyayı yönetmenin kendilerinin ve onlara tabi olan iktidarların hakkı olduğunu ileri sürerek hem zenginleri hem de siyasileri emrine alıp dünyayı yönetmeye çalışır.

Demek ki bugünkü Sermaye’nin iddiası Mısır Firavun’unun iddiasından daha büyüktür. O güneşin tanrı olduğuna ve kendisinin onun soyundan geldiğine inanmakta iken, bunlar tüm kâinatın tanrısının temsilcileri olduklarına inanırlar.

Bu ayeti bugüne getirirsek الْأَرْضِ kelimesi bütün yeryüzünü hatta güneş sistemini içerir.

  1. Hakkın gayri istikbar etmek nedir?

اسْتَكْبَرَ fiili kebir olmayı talep etmek anlamına geldiği gibi, bizzat kebir olma anlamına da gelir. İstif’al babı talep veya dönüşmeyi ifade eder. اسْتَحْجَرَ demek ‘taşlaştı’ demektir. Gerçekten büyük olduğu manasının çıkmaması için haksız yere kaydıyla bunu açıklar.

  1. Hak/ الْحَقِّmarife gelir, hangi haktan istikbar eder?

Yani gerçekten kibrin gerçeğini değil de onun talebini ifade eder.

Bugünkü Sermaye’nin de gerçek kibri yoktur. Karşılıksız dolar ve gerçekle ilgisi olmayan ateizm felsefesine dayanarak zulmünü sürdürür. Yahudi olduğunu iddia etmekteyse de Yahudiliği İsrail oğullarına mensubiyetten ibarettir. Bugünkü gerçek hahamlar da gerçek mollalar kadar ve papazlar kadar mağdur durumdadırlar. Sermaye dünyaya hükmetmek için Tanrı’yı inkâr eder, bu da İsrail oğullarının da Tanrısı olan Allah’ı inkâr olduğu için onlar da bugünkü uygarlıktan dışlanmış olurlar.

  1. بِغَيْرِ‘daki  بِ ne Ba’sıdır?

بِ harfi aynı zamanda karşılık manasındadır. Alış-verişte para manasındadır. ‘Ben atı koyunla değiştirdim’ denildiğinde at satılan mal, koyun ise para olur. Ata mal hükümleri, koyuna para hükümleri uygulanır. Burada da بِ harfi ile ‘hakkın gayrısı’ ‘karşılığı olmayan’ anlamı çıkar.

  1. ظَنُّوا‘daki و kimleri işaret eder?

Firavun ve ordusuna işaret eder. اسْتَكْبَرَ fiiline atıf olmuş olur.

  1. أَنَّهُمْ neden أَنَّ ile gelir?

Onlar ahirette Allah’a rücu edeceklerdir. Bu onlara söylenir, onlar ise bu rücuyu kesinlikle reddederler. Bugünkü Sermaye ve iktidarlar, hatta Allah’a inandıkları halde uygulamasını yapmayanlar bundan sorumlu olmayacaklarını zannederler ve öyle yaşarlar. Buradaki هُمْ zamiri bugün çok azı hariç hep bu durumdadır. Kimse yaptıklarından sorumlu olacağını düşünmez. Allah’a inanırlar ama laikler gibi inanırlar. “Allah dünya işlerine karışmaz.” derler.

İslamiyet’te yönetim laiktir ama insanlar laik değil mümindirler, müslimdirler. Devlet başkanı da olsa, şeriatı uygularken laik davranmak zorundadırlar. Bir başka deyişle insanları ayırmadan şeriatı uygularlar. Ancak kendisi mümin olmalıdır ki şeriatı uygulasın, kendi çıkarlarına ve anlayışına göre kararlar almasın, uygulama yapmasın.

Sermaye bunun tersini iddia eder. Yönetici dindar olmasın ki tarafsız karar alsın. Oysa dinsiz olmak demek keyfi hareket eden kimse demektir. O zaman onu kontrol eden bir vicdan bulunmaz. Oysa şeriata inanan kimse, şeriata göre davranacağı için keyfi hareketler ortadan kalkar.

  1. إِلَيْنَا‘nın fiili nedir?

يُرْجَعُونَ‘dir. Meful fiilden önceye alınır. Böylece إِلَيْنَا‘ya vurgu yapılır.

İstikbar kendini büyük görme, halkın üstünde olma anlamını taşıdığı gibi kendisini Tanrı’ya eş yapma veya ortak etme anlamına da gelir.

Burada anlatılan: Kendi halkından üstün gören ister zengin ister yönetici ister bürokrat olsun şirk içindedir. Kebir olan yalnız Allah’tır.

  1. Rucu’ olunmak (يُرْجَعُونَ) ne demektir?

رَجْع akan bir suda durgun hale gelip engele çarpan ve dolayısıyla geriye doğru akan suyun adıdır. Eskiye dönme demektir. Kur’an ahirette dirilmeyi ona rücu olarak ifade eder. “Ruhumdan nefh ettim” (Hicr 15/29) ifadesiyle yaratılmadan evvel de insanların var oldukları anlatılır. “Ayrıca iki defa mevt ettin, iki defa ihya ettin” (Mümin 40/11) ayetiyle de birinci mevtten önce de var olduğumuzu beyan eder. Demek ki Allah bizi bu dünyaya salmıştır. Sonra ahirette geri toplayacaktır. O’na rücu etmiş olacağız. O’na daha yakın bir hayat yaşayacağız.

  1. Kim irca edecektir?

Allah onları irca edecektir. Yani kendisine kendisi irca edecektir.

  1. Bu ayet kimlere hitap eder?

“İstikbar etti” dediğine göre Kur’an’ı okuyanlara hitap etmiş oluyor. Yani Allah bize bunları anlatır. Böylece günümüze gelecek, günümüzde cereyan eden olayları bu anlatılanlara benzeterek anlamaya çalışacağız demektir.

Akevler’in yorumlama usulü budur ve bu usul bugün dünyada Akevler tarafından uygulanır. Aksini söyleyen birine rastlamış değiliz. Tüm dünyada İslamiyet bilgi için araştırılıyor ama onu uygulama denemesi hiçbir yerde yapılmıyor.

  1. Bize bildirmesinin hikmeti nedir?

Özel olarak Akevler’e bunu bildirmeyi nasip etmesi ile Akevler’in bu çağda bununla görevlendirilmiş olduğu anlaşılır. Biz bunu böyle kabul ederiz. Tüm zorluklara rağmen biz bu yolda çalışırız. Bize katılıp da sonra ayrılanlara irtidat etti deriz. Biz eğer onların görüşlerini söyletmesek, bizim görüşlerimizle ortaklarımızın görüşünü eşit tutmazsak, ayrılmalarında haklılık payı olabilir. Ama biz birlikte yola çıkmışız, bu yolda başka kervan da yoktur. İsa’nın havarileri gibiyiz. Belli seviyeye çıkınca dağılacağız ve her birimiz gittiğimiz yerde Kur’an’ı bu şekilde anlamaya ve anlatmaya devam edeceğiz. Onun için örneğin Mete Firidin Bey irtidat etmiştir, rücu etmesi gerekir. Yalova’da yeri hazırdır. Dakikasını kaybetmeyip buraya gelmelidir.

 

  1. Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
  1.  كبر-ظنن (JNN-KBR)

“Zannetmek” sanmak anlamında geldiği gibi o kanaatte olma anlamında da kullanılır. İnsan bazı şeylere kesin olarak kani olur. Onun için o hususta bir tereddüt olmaz. Ancak bunu ispatlayamaz. Onu ظَنَّ ile ifade eder. İspatlayabiliyorsa حَسِبَ ile ifade eder. İnsanlarda kendisini büyük ve akıllı görmek hastalığı vardır. Akıllı olanlar zaten akıllı oldukları için kendilerini ilimde diğerlerinden üstün görürler. Akılsız olanlar da akılsız oldukları için kendilerini diğerlerinden üstün görürler. İnsandaki duygular böyledir. Kendisini aklen veya fikren üstün görme hastalığına işaret eder. Bazen kendisini birisinden aşağıda görür ve ona bağlanır. Bu sefer de bağlandığı kimseyi büyük görmeye başlar, kendisi de ona bağlandığı için kendisini büyük görmeye başlar. Bu hastalıktan kendimizi kurtarmamız için tek yol bütün insanları kendimize eşit kabul etmektir. Bunun içindir ki bütün görüşme isteklerine mümkün olduğu kadar cevap verme her insana farzdır.  

  1. جند-رجع (RCG-CND)

جُنْد ordu demektir, asker demektir. Askerlikte geri çekilme vardır, fırsat buldukça yeniden saldırıya geçersiniz. Geri çekilme de saldırma da rücudur. Bunun dışında yenileceğinizi anladığınız takdirde teslim olup barışma da bir rücudur. Yani askerliğin her safhasında rücu vardır. Bunun sınırlarını şeriat içinde çizmek gerekir. Bunun önemine işaret eder.

  1. ) ءرض-حققXQQ-ERW(

حَقّ gerçek demektir. أَرْض ise yeryüzüdür. Beynimizde oluşan bilgiler çevremize uyuyorsa o haktır. Birçok bilgimiz vardır ki onun doğruluğunu ispat etmemiz mümkün değildir. Bilgimiz olur ama onu gösteremeyiz. Çevremizde olanlar ise gösterebileceklerimizdir. O halde ilmimizi çevrede edineceğiz yani dünyada edineceğiz. Sonra da gidemeyeceğimiz yerlere o bilgi sayesinde beyinde ulaşacağız. Hakikatin tahkiki arzda olur.

  1.  إِلَيْنَا-غير (ĞYR-EiLaYNAv)

غَيْر bizim dışımızda olan şeylerdir ama bütün bu dışımızda olanlar bize doğru yönelir ve bize bir şeyler gönderir. Kâinat öyle yaratılmıştır ki sanki her şey bizler için çalışır. Ve biz nerede biziz? Ben ruhta benim. Çünkü öldüğüm zaman artık ne beynim ne bedenim benimdir. O halde onlar bugün geçici olarak verilmiş şeylerdir. Ruha en yakın olan beyindir. Beyin ile irtibat kurar. O halde ruh, beyin ile beraber beni ifade eder. Ancak beyin de bedenle beraber çevreyle ilişki kurabilir. O halde ben bedenimle beraber benim. Sonra tek başıma ben çevreyle bir irtibat kuramıyorum, diğer insanlarla bir olarak benliğimi koruyorum. O zaman da ben biz oluyor. Biz yalnız yeryüzünde hükümran olmaktayız, etkilenmekte ve etkilemekteyiz. O halde yeryüzü ‘ben’in içine dâhildir. Kâinat çevredir. İşte bunu ifade etmek için her şey bize yönelmiş ve iç içeyiz.  Bazen bizden sayıyoruz, bazen de bizden ayrı sayıyoruz.

  1.  أَنَّهُمْ- هُوَ (EanNaHuNM-HuVa)

هُوَ tek kişidir, أَنَّهُمْ ise topluluktur.

İnsan toplulukla ilişki kuramaz. Mutlaka bir kişiyle görüşebilir, konuşabilir. Bir anda iki muhatabı olamaz. Allah ise bir anda herkesle ayrı ayrı görüşebilir. Buna ‘külli ilim’ deriz. Bizimki ise cüzi ilimdir. Ne var ki o kişi ile görüşmemizde insanda vekâlet yetkisi olduğu için başkasının adına da görüşüyorum demektir. İkimiz görüşüyoruz ama benim arkamda temsil ettiğim topluluk vardır. O da tek kişi olarak görüşür ama arkasında onun temsil ettiği kimseler vardır.

İşte tek ile çok arasındaki bu yapıyı bu eşleştirme ile anlatır.  

  1.  وَ-لَا )Va-Lav(

وَ atıf harfidir. لَا da atfı te’kit harfidir. لَا تَقُمْ وَلَا تَقُلْ şeklinde atıf harfinin te’kîdi için kullanılır. Buna işaret etmek için eşleştirilir.

  1. فِي - بِ (Fıy-Bi)

فِي harfinde belirsizlik vardır. Belli bir yerin herhangi bir yerini gösterir.اسْطَنْبُولَ فِي dediğim zaman İstanbul’un hepsini içerisine almaz ama herhangi bir yerini içine alır. بِاسْطَنْبُولَ dediğim zaman İstanbul içinde belli bir yeri gösterir. Marifeye daha yakındır.

Buna işaret etmek için eşleştirilir.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve o ve ordusu yerde yok yere büyüklendiler de bize döndürülmeyeceklerini sandılar.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve o ve cunudu hakkın gayrısı ile arzda istikbar ettiler de bize rucu’ olunmayacaklarını zannettiler.”

وَاسْتَكْبَرَ هُوَ وَجُنُودُهُ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَظَنُّوا أَنَّهُمْ إِلَيْنَا لَا يُرْجَعُونَ (39)

 

***

 

فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِمِينَ (40)

Fa EaPaÜNAvHu Va CuNUvDaHUv Fa NaBaÜNAv HuM Fiy eLYamMi Fa UNJuR KaYFa KAvNa GaQıBaTu elJAVLiMIyNa

“Onu ve cunudunu ahz edip onları yemmin içine nebz ettik. Zalimlerin akıbetinin nasıl olduğuna nazar et.”

 

فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِمِينَ

أَخَذْنَاهُ نَبَذْنَاهُمْ

انْظُرْ كَانَ

جُنُودَهُ عَاقِبَةُ

الظَّالِمِينَ الْيَمِّ

كَيْفَ فِي

فَ وَ

فَ فَ

2+2+2+2+2+2+2 =14=16-2

أ َخَذْنَاهُ- نَبَذْنَاهُمْ انْظُرْ- كَانَ  جُنُودَهُ- عَاقِبَةُ الظَّالِمِينَ-الْيَمِّ  كَيْفَ- فِي فَ-وَ

EPÜ- NBÜ  NJR-KVN CND-GQB YMM-JLM KYF-Fıy Va–Fa

 

  1. فَأَخَذْنَا daki فَ ne Fa’sıdır, nereye atfediyor?

Sebep Fa’sıdır. اسْتَكْبَرَ fiiline atfeder. İstikbar ettiler de bunun sonucu onları ahz ettik der. İstikbar etmeseydiler demek ki ahz edilmeyeceklerdi.

Mekkeliler istikbar etmediler ve dolayısıyla ahz edilmediler.  

Bugünkü durum da böyledir. Sermaye ve iktidar istikbar etmez de bize değil şeriata teslim olurlarsa ahzolunmazlar. Vurgu ile söylüyorum, bize değil diyorum, şeriata diyorum ama onlar bizi küçük görüyor, Allah şeriatı bize öğretti diye istikbar ediyorlar ve şeriattan uzak duruyorlar. Ahz olunacaklardır.

AK Parti kurulurken AK Parti’nin kurucuları İzmir’e geliyor; Kazım Erten, Harun Özdemir ve Hilmi Altın’a partilerine katılmalarını teklif ediyorlar.  

Onlarda da diyorlar ki; Süleyman Akdemir ile Süleyman Karagülle’ye neden teklif etmiyorsunuz?

Cevap: Onlara söz dinletemeyiz!

İşte istikbar budur.

Eğer siz de söz dinlemez diye birisini işe katmak istemezseniz istikbar etmiş olursunuz. Ne siz onu ne de o sizi dinleyecek. Herkes şeriatı dinleyecek. Aralarında niza olunca da hakemler sorunu çözecektir.

  1. هُمْ demez de onu ve cunudunu der, neden?

هُمْ kelimesi gelse Mısırlıların tümünü veya tümünü almasa da meleini ve âlini içine alır. Hâlbuki denize atılanlar yalnız ordu ve Firavun’dur. Bu ayetten anlaşılır ki aralarında Haman da yoktur. Bunun için هُمْ zamiri getirilmez.

  1. Ahzettik der, nasıl ahzeder?

Ahzetmek tutuklamak anlamındadır. Serbestçe hareket etmesi yasaklanan kimse ahzedilmiş olur. Ayrıca görevden aldık, dünyadan aldık manası da çıkabilir.

Bir suçluyu yakalamak ve tutuklamak da ahzdır.

Firavun’un denize atılmasını ahz ile ifade eder. Önce ahzeder, sonra da denize fırlatır. Allah Firavun ve ordusunu nasıl ahz eder?

Onlara Musa’yı takip etme aklını verir, onun peşine düşerler, böylece de tutuklanmış olurlar. Türklerde bir söz vardır, “Eceli gelen köpek cami duvarına eder” derler. Birisi cezalandırılmak istenirse ona şeytan musallat olur, şeytan da ona kötülükleri işletir. Sonra da cezasını çeker. Bu sistemi insanlar için de meşru görülürse gizli istihbarat örgütlerinin provokasyon yapması da meşru hale gelir.  

  1. فَنَبَذْنَاهُمْ‘daki فَ ne Fa’sıdır, nereye atfeder?

Buradaki فَ sebep Fa’sı değil, tertip Fa’sıdır. Önce ahz ettik, arkasından nebzettik diyor.

AK Parti’nin PKK ile uzlaşması yanlıştı. Önce, şimdi olduğu gibi PKK’yı yenmeli, sonra onlarla anlaşmalıydı. Bunu yapmadı, sonra yenmek zorunda kaldı.

Şimdi de uzlaşmıyor. HDP’lileri hapishanede tutmakla onları güçlendiriyor, onları kışkırtıyor. Bu yanlıştır. Şimdi uzlaşanlarla uzlaşmalı, uzlaşmayanları ise ya teröre idam cezası getirerek asmalı ya da sürmelidir. Hiç olmazsa 100 lojmanlı işyeri apartmanlarında yerleştirmeli. Böyle yapmaz da onları yaşatır ama dışlarsa bir gün ellerine fırsat geçer ve yapacaklarını yaparlar.

  1. “Nebzetmek” ne demektir?

نَبِيذ köpük demektir. Fiil olarak içkinin oluşurken çıkardığı köpükten dolayı şaraplaşmak için kullanılır. Mayalanmak ve fırlatıp atmak anlamlarına da gelir. Kur’an’da 12 defa geçer. Damarlarımızdaki atış nabız ile ifade edilir.

  1. الْيَمِّ marife gelmiştir, kastedilen يَمّ neresidir?

يَمّ durgun akan su demektir.

Nil Nehri bir يَمّ dir. Fırat ve Dicle de birer يَمّ dir. İstanbul Boğazı da bir يَمّ dir.

Süveyş’te bir berzah vardır. Gel-gitin gel zamanlarında su kaplar, git zamanında ise su aşağıya iner. Gel-gitlerin özelliği vardır. Her gün Ay’ın onun hizasına geldiği zaman gel olur. Ona dik olduğu zaman ise git olur. Yalnız ayrıca bu gel-git Ay’ın ilk günlerinde ve dolunayda en büyük seviyede olur. Diğer günlerde azalır ve çoğalır. Böylece bazen burası kuru olur, kolayca geçilir. Bazen ise su alır haftalarca beklemek gerekir. İşte, Musa burasını geçer. O halde bu يَمّ Kızıldeniz’i Akdeniz’e bağlayan körfezdir. Bugün burada Süveyş Kanalı vardır.

  1. فَانْظُرْ daki فَ nereye atfediyor, ne Fa’sıdır?

Firavunun kıssasını anlattıktan sonra, bize, her birimize ayrı ayrı hitap ederek “nazar et, gör” der. O halde beyan Fa’sıdır. “Bundan sonra sana görev veriyorum, bundan ibret al” demiş olur. Sebep Fa’sı olarak da kabul edilebilir. Surenin üçüncü ayetindeki “Musa’nın ve Firavunun nebeini sana tilavet ediyoruz” ifadesindeki نَتْلُو’ya atfeder.

  1. Nazar emri kime verilir?

Kur’an’a inanıp okuyan herkese emredilir. Bununla beraber tarihi araştırmaları yapmakla yükümlü olan devlet başkanlarına da emir kabul edilir. Kur’an’da biz onları yemde nebz ettik denir. Kur’an’da söylenenlere inanabiliriz. Ancak ayet bizi inanmakla yükümlü kılmakla kalmaz, nazar etmemizi ister. Yani bugünkü olayların o günkü olaylarla karşılaştırılması istenir, o zaman zalimlerin ne duruma düştüklerinin görülmesi, bugünkü zalimlerin de aynı duruma düşecekleri hatırlatılır.

Bir adam katledilse, katledilen 100 kişiden birinin katlettiği kesinse ama bu katleden bilinmiyorsa, hatta katledilenler de 100 kişi olsa, hiçbirisine ceza veremeyiz. Çünkü kimin katlettiği belli değil. Fıkıhta ‘şüphe ukubatı defeder’ kuralı vardır. Türk Ceza Kanunu’nda da fiilin işlendiği tarihte açıkça kanunda suç olarak gösterilmemişse ve cezası tespit edilmemişse ona ceza verilemez.  Bilinmezler suçlunun lehine işler.

O halde 15 Temmuz’u yapan kimselerden suçu tespit edilmemiş, mahkemece henüz mahkûm edilmemiş kimselerin tutuklu olarak hapishaneye konulması doğru değildir. AK Parti bu haksızlığı gidermek için çaba sarf etmelidir. Bu haksızlığı yapanlar savcılar değil, hâkimler değil, valiler değil, bakanlar değil, peki kim yapıyor bu haksızlığı? Düzen yapıyor. Bu düzeni değiştirmek AK Parti’nin gücünde olduğu halde değiştirmemesi, sorunu AK Parti’nin zulmü haline getirir. Muhterem Cumhurbaşkanımız Adalet Bakanlığı’nı Akevler’den birisine versin, 6 ay sonra bu zulüm biter. Bütün sorun emanetin ehil olana verilmemesidir.

  1. Bugün nasıl gerçekleşir?

Hiçbir şey birden değişmez. Siz istediğiniz kadar kanunlar yapın, maddeler değiştirin, uygulama değişmez. Uygulayıcılar ona bir yol bulurlar ve eski bildiklerine devam ederler. Yeni düzen ancak yeni yapılanma ve yeni örgütle oluşabilir. Önce ihtiyari olur. İsteyenler mahkemelerde yargılanır, isteyenler hakemlere giderler. Değiştirilecek basit bir madde var. Eğer sözleşmelerde açıklanmamışsa davalar hâkimlere değil hakemlere gider. Bunun sonucu olarak ceza hukukunda da hakemlik müessesesi çalışmaya başlar. Sanık isterse hakemlere isterse hâkimlere gider. Bu maddeyi değiştirip uygulamaya başladığınız zaman görülür ki hem suçlar azalır hem de hâkimlere gidenler azalır. Çözüm budur.

  1. كَانَ ماَ demez de كَيْفَ كَانَ der, neden?

Firavun ve ordularının denizde boğulması kadar önemli hatta ondan daha önemli olan nasıl boğulduklarıdır. Görülen odur ki kendi ayaklarıyla kendi kurdukları tuzağa düşerler.

Firavun ve beraberindekilerin bekledikleri berzaha varınca Musa ile beraberindekilerin denizi geçememeleri, onları yakalayıp öldürmeleridir. Ama tam tersi olur, onlar denizi geçerler, izleyenler ise denizde kalıp boğulurlar.

Bugünkü zalim iktidarların ve Sermaye’nin sonu da böyle olacak, kendilerinin kurduğu tuzaklara, kanunlara ve oyunlara kendileri düşüp öleceklerdir.

  1. Binlerce sene önce oluşmuş olan bir olayın keyfiyetini şimdi nasıl bileceğiz?

İlmin bir gücü vardır. Allah kâinatı insanlar için yaratmıştır. İnsanların o kâinattan yararlanmaları için insana o kâinatı anlama gücünü vermiştir. Çevresinin kendisine gönderdiği ses ve ışık dalgalarını öyle değerlendirir ki bütün kâinatı geçmişiyle ve geleceğiyle kavrar.

Topluluklarda da olaylar öyle cereyan eder ki ne kadar gizli olursa olsun zamanla gerçekler ortaya çıkar. Mutlaka her olay kendisini bildiren izler bırakır. Bu izler sayesinde bugün cinayetler aydınlanır. Türklerin atasözü vardır, “Yer gök yeminlidir” derler. Yani sonunda her şey doğru olarak anlaşılır. Bunun için insanlar yazılı belgeler, ayrıca yeraltında kalıntılar bırakırlar. İnsanlar geçmişteki adetleri sürdürürler.

Bin Dil üniversitesini kurar da konuşulan bütün dillerde tarihi kalıntıları ortaya koyarsak, geçmişteki olayları daha kolay aydınlatmış oluruz. Burada, bu konuyla ilgili kazılar yapılırsa kalıntıların bulunacağına da işaret vardır.

  1. Bu ayet eğer Kur’an Peygamberine de emrediyorsa o gün onu nasıl görecektir?

Kur’an’ın anlattıklarını yorumlar. Üstünde düşünür. Yani kıssaları sadece hikâye olsun diye okumaz demektir. Bugün ise daha çok teknik imkânlara sahip olduğumuz için bizim daha çok nazar etmemiz gerekir.

  1. Ona değil de bize emrediyorsa biz şimdi nasıl nazar edeceğiz?

Biz evvela günümüzü iyi öğrenmeliyiz. Bugün kimler ne yapıyor, nasıl yaşıyor, nasıl çalışıyor? Bugünün zalimleri kimlerdir? Bunları öğreneceğiz. Bunu öğrenmek için de Bin Dil üniversitesini kurmamız gerekir. Her dilden konuşan 10’ar aileyi yüz lojmanlı apartmanın bir katında yerleştiriyoruz. Bütün dünya dillerindeki yazılanları Arapçaya çeviriyoruz, Arapçada yazılanları da o dillere çeviriyoruz. Bu Bin Dil üniversitesinin başka bir görevi de şudur; dünyada mevcut olan bütün ürünleri onlardan alıp ülkemizde pazarlıyoruz, ülkemizde üretilenleri de onlara gönderiyoruz. Böylece bütün yazılar Arapça olarak ortaya çıkıyor, bütün ürünler de pazar olarak bu üniversitelerin elinden geçmiş oluyor. Bir halıyı alıp desenini incelediğinizde o desende bir tarih bulursunuz. Dolayısıyla geçmişi öğrenmiş, ayrıca bugün zulmedenlerin akıbetlerini görmüş oluruz.

  1. الظَّالِمِينَ kurallı eril marife geldiğine göre kimler kastedilir?

İnsanlık iki grupta örgütlenir. Biri hizbu’ş-şeytan, diğeri ise hizbullahtır. Hizbu’ş-şeytanın varlığı zulme, hizbullahın varlığı adalete ve ihsana dayanır. Buradaki الظَّالِمِينَ “hizbu’ş-şeytanı”, Âdem’den bugüne kadar gelen zalimleri ifade eder. Bundan sonra gelecek olanlar da o zalimlere katılmış olurlar. Muttakiler ise zulümden kaçınanlardır.

  1. Kur’an nazil olduğu zaman kimler zalimdir?

Kur’an nazil olduğu zaman Mekkeliler tüm Arabistan’a hükmediyorlardı. Bugünkü Sermaye’nin yerinde Mekke Kureyşlileri bulunuyordu.

  1. Onların akıbeti ne olmuştur?

Kur’an tebliğ edildiğinde kendi zulüm düzenleri bozulmasın diye şiddetle karşı çıkmışlar, Kur’an’a inananlara ağır zulümler yapmışlar. Kur’an’a inananlar ancak Mekke’den kaçarak kurtulabilmişlerdir. Mekkeliler Medine’de de Kur’an’a inananları rahat bırakmamışlar, Medine’ye kadar gelerek Müslümanlarla savaşmışlar, bu savaşlarda kıl payı yenilmişler ama sonra Mekke’yi savaşsız teslim etmişlerdir. Daha önce ölenler ölmüş ama yaşayanlar İslam’ın Adil Düzen’i içinde yaşamalarını sürdürmüşlerdir. Ne var ki savaş bitmemiş, bugüne kadar inanmış olanlara zulüm zaman zaman had safhalara çıkmıştır. 20. ve 21. yüzyıl zulmün dünyada zirveye ulaştığı yüzyıllardır. Geçmişte hiç bu kadar güçlü olmamışlar, gelecekte de olma ihtimalleri çok azdır.

  1. Bugünkü zalimler kimlerdir?

Bugünkü zalimler sömürücü Sermaye’dir. İşte bu Sermaye, faizli işçilik sistemiyle dünyada karşılıksız dolarını kullanarak tüm müesseseleri emri altına almıştır. Ekonomide bütün işletmeler ve ulusal paralar dolara bağlıdır ve birkaç Yahudi aileden oluşan bu Sermaye dünyayı parsellemiştir. Sermaye yalnız ekonomiye değil; siyasete, ilme ve ahlaki kuruluşları olan dine dolarıyla hükmeder hale gelmiş, dünyada savaşlar ve isyanlar çıkararak fesat ve fitnenin zirveye ulaştığı zulümlere çanak tutmuştur.

  1. Bugünkü zalimler ne bekliyorlar?

Bugünkü zalimlerin de aynı akıbeti beklediklerini Kur’an bildirir. Tarih ve ekonomi ilimleri de zulümlerinin sonunun gelmekte olduğunu ortaya koyar. Artık faizli işçilik sistemi tam istihdam sağlandığı için yaşayamaz olduğundan, önce devletler Sermaye’ye isyan ediyor, arkasından dinler seslerini yükseltiyor. İlim dünyası da yavaş yavaş bağımsızlığını elde etme çabasına giriyor. Örneğin 30 sene sonra olsa da Süleyman Akdemir doçent olabilmiştir. Artık üniversiteler eskisi kadar Sermaye’nin emrinde değillerdir.

 

  1. Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
  1.  نبذ-ءخذ(EPÜ-NBÜ)

أَخْذ etmek tutmak, yakalamak demektir. نَبْذ etmek ise fırlatmak atmak demektir.

Şeriat düzeninde ekseriyet demokrasisi yoktur, hapishane cezası yoktur. Onun yerine hicret demokrasisi vardır. Şeriata uymayanları, hakemlerin verdiği kararların infazını kabul etmeyenleri tutar dışarıya sürer. Polisi ve jandarması tutmaz. Öyle düzen koyar ki o düzende onlar gitmek zorunda kalırlar. Önce, madem mahkeme kararlarına uymuyorlar, onlara mahkemede dava açma hakkı tanınmaz. Böylece gücü yetenler onlara zulüm yapar ama mahkemeler onları korumaz, davalarını kabul etmez. Eğer saldırmaya devam ederlerse herkesin nefsi müdafaa hakkı vardır. Saldırıya uğrayan onu öldürebilir. Dava hakkı olmadığı için öldüren suçlu sayılmaz. Bu durum onların suya atılması gibidir. Yargıya saygısızlık kendi kendini denize atmak demektir.

  1.  كون-نظر )NJR-KVN(

Bir yerin haritasını yaparsınız. Haritanın üzerinde dağları, dereleri, yolları, köprüleri işaretlersiniz. Harita o yer değildir ama o yeri gösteren bir şeydir. Öyle harita yaptığınızı düşünün ki dışarda olan değişiklikler de o haritada görülür. Yahut siz haritayı alır üzerinde değişiklik yaparsınız, sonra uygulanır, dışarıdaki yerler haritaya göre biçimlenmiş olur.

İşte, insan beyni de böyledir. Dışardan bilgiler alır, kendisi beyninde çevreyi oluşturur. Ondan sonra da onun üzerinde kararlar alır. Önce bedene, dolayısıyla dile emirler verir. Onlar da çevreye etki ederek çevreyi beyne uydururlar.

İşte “nazar” kelimesinin manası budur. Bir şeye nazar etmek demek, orada olanları beyne alma, onlar üzerinde muhakeme yürütüp kararlar alarak uygulama demektir. O halde nazar et demek sadece gör demek değildir, gereğini de yap demektir. Bunun için eşleştirilir.  

  1.  عقب-جند )CND-GQB(

جُنْد ordu demektir. Ordular savaşırlar ve savaşın sonunda galip gelirlerse artık hükümranlık onlarındır. Mağlup olurlarsa da ortadan çekilirler. Ordu olarak kalmazlar.

Demek ki savaş bir düellodur. Galip olan kalır, mağlup olan yok olur.  Dünyada her zaman son sözü ordular söyler.

Türkiye’de bu durum kötü görünüyordu ama bugün ABD başta olmak üzere orduların son sözü söylemediği ülke yok gibidir.

ABD’de Biden ancak Pentagon’un beyanından sonra rahatça tahta oturabilir.

  1.  ظلم-يمم )YMM-JLM(

يَمّ kelimesi durgun akan sulardır. Sular önce dağlardan çağlayarak iner, düzlüğe varınca dururlar ve durgun akarak denize varırlar. Sular akarken çok az kirlenirler. Durgun hale gelince her türlü zararlı hayvan üremeye başlar, ayrıca çevredeki toz toprak da sulara karışır.

Topluluklar başlangıçta faaliyet ve hareket içindedirler. Sıkıntılar içinde gelişirler. Sonra yavaş yavaş refaha kavuşurlar. Devlet düzene hâkim olur, rahat bir hayat başlar. Bu sefer de fitne ve fesat fırsat bulup örgütlenmeye ve sonunda büyük devletlerin içinde zulüm hâkim olmaya başlar. Bu zulüm yavaş yavaş yayılır, sonra da o topluluğun ömrünü sona erdirir.

الظَّالِمِينَ kelimesiyle الْيَمِّ kelimesi bu karşılaştırmayı yapmamız için eşleştirilir.

  1. كيف - فِي (KYF-Fıy)

Varlıkların iki özelliği vardır. Biri şekildir, biçimdir, hacimdir. Diğeri ise malzemedir. Malzemesi yapısını gösterir, bünyesini gösterir. İşte فِي biçimini ifade eder. كَيْفَ de yapısını ifade eder. Eskiler suret ve heyet diyorlar.

 

Öz Türkçe ile:

“Onu ve ordusunu yakaladık. Akarsuya fırlattık. Ezicilerin sonu nasıl oldu gör.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Onu ve cunudunu ahz edip onları yemmin içine nebz ettik. Zalimlerin akıbetinin nasıl olduğuna nazar et.”

 

فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِمِينَ (40)

***

وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَدْعُونَ إِلَى النَّارِ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ لَا يُنْصَرُونَ (41)

Va CaGaLNAvHuM EaEimMatan YaDGUvNa EiLAy elNAvRı Va YaVMa eLQiYAvMatiLAv YuNÖaRUvNa

“Ve onları imamlar ca’l ettik. Nâra davet ederler ve kıyamet yevminde onlara nusret de yapılmaz.”

 

وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَدْعُونَ إِلَى النَّارِ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ لَا يُنْصَرُونَ

جَعَلْنَاهُمْ

يَدْعُونَ يُنْصَرُونَ

يَوْمَ أئِمَّةً

الْقِيَامَةِ النَّارِ

 

 

إِلَى لَا وَ وَ

1+2+2+2+2+2=11=8+3=16-5

يَدْعُونَ- يُنْصَرُونَ  يَوْمَ- أئِمَّةً  الْقِيَامَةِ- النَّارِ إِلَى -لَا

DGV-NÖR EMM-YVM QYM-NVR EiLAy-LAv

 

  1. وَجَعَلْنَاهُمْ daki وَ nereye atfeder, ne Vav’ıdır?

Zalimlere işaret ederek “Onları ca’l ettik” der. نَتْلُو عَلَيْكَye atfeder. “Sana Musa’nın ve Firavun’un kıssasını tilavet ettik ve zalimlerin akıbetine nazar etmeni emrettik. Nazar et ve onları imamlar yaptığımızı gör.”

Hizbullahta olanlarda da imamlar var, hizbu’ş-şeytanda olanlarda da imamlar vardır. Biri insanları cennete diğeri ise cehenneme davet eder. Burada şimdi zalimlerin cehenneme davet eden imamlar olduğunu beyan etmiş olur.

Atıf Vav’ıdır. Nazara atfeder.

  1. أَئِمَّةً neyin çoğuludur?

“İmam”ın çoğuludur, إِمَام önden giden demektir, önder demektir.

  1. جَعَلْنَاهُمْ daki هُمْ kimlerdir?

Zalimlerdir. Zalimler vardır zalimlere tabi olanlar vardır. Burada zalimlerden bahseder. Onların da hizbullahta olanlar gibi imamları vardır.

İki düzen, hak düzeni ile kuvvet düzeni birbirleriyle çatışır ve bu sayede Hizbullahçıların düzeni evrimleşir. Şeytanın düzeninde olanlar birbirlerini tekzip ederler, bu nedenle uygarlığı oluşturamazlar. Oluşmuş uygarlığı yaşlandığı için yıkarlar ama kendileri de helak olup giderler. Mikroplar gibidirler. Yapmak zordur, yıkmak kolaydır. Bir maşrapa benzin, bir çöp kibrit bir kenti yakabilir ama o kenti ancak yüzbinlerce insan asırlar içinde kurabilir.

  1. Firavun’u imam olarak ca’l eden kimdir?

Allah “Biz ca’l ettik” der. Yalnız Firavunu değil tüm zalimleri ca’l eden O’dur. Şeytan ve hizbini Allah görevlendirir. Görevleri yaşlanmış veya sakatlanmış ve işe yaramayan uygarlıkları ortadan kaldırarak yerlerine yeni uygarlıkların gelmesini sağlamaktır. Mikroplardan farklı olarak bu hizbe katılanlar kendi iradeleriyle katılırlar, dolayısıyla cehennemi hak ederler. İşledikleri fiillerdeki kasıttan dolayı cezalarını çekeceklerdir ama onlara asla zulmedilmeyecektir. Suçlarının cezası dışında asla bir eziyet görmeyecekler.

  1. Bugünkü Firavunları ca’l eden kimdir?

Bugünkü Firavunları da Allah ca’l etmiştir. Sermaye’ye bu imkânı O sağlamıştır. Onlar bunun sayesinde insanlığı tarım döneminden sanayi dönemine geçirmişlerdir. Onlar tarafından geliştirilen ilimler sayesinde vahiy sona ermiş, yerine içtihat ve icma düzeni gelmiştir. O uygarlığın içinde yaşayan insanların hepsi zalim değildir, düzenleri zalimdir. O düzenleri kendi kötü niyetlerine kullananlar zalimdir. Bunun örneği Kur’an’ın nazil olduğu devirde görülür. Halife Ömer onların en zalimiyken sonra en adili olmuştur.

  1. يَدْعُونَ kelimesi أَئِمَّةً kelimesinin nesidir?

يَدْعُونَ onun sıfatıdır. Onların işi budur, o grupta kalınca insanları çatışmaya götürür. Barışçı olacaklarsa o zaman cephelerini değiştirmeleri gerekir. Allah insanlara bu imkânı vermiştir, verir. İnsan her zaman mensup olduğu topluluğu bırakıp başka topluluğun ferdi olabilir. Hâlbuki diğer canlılarda bu mümkün değildir. Bir arı başka kovana taşınamaz.

  1. Niçin buna görevlendirilirler?

Yaşlanmış topluluklarda düzen bozulur ve düzeni devam ettirmek isteyenler direnirler. Bu direnenlerle savaşmak hizbullahın ümmetine verilmemiştir. Kendi halkına kendisi zulmetmez. Mahkeme kararı olmaksızın kimseye ceza veremez. Dolayısıyla topluluktaki tutucuları ayıklamak için Allah hizbu’ş-şeytanı oluşturmuştur. Tüm dünyayı bu sebeple sosyalizm ve kapitalizm kaplamış, nasyonalizm de bunların türevleri olmuştur. Böylece yaşlanmış olup günün sorunlarını çözemeyen dinler mağlup edilmiş ve bu dinlere mensup olanlara zulüm yapılmıştır. Bu sayede halk uyanmaya başlamış ve şimdi dinler yeniden insanlığa Allah’ın şeriatını getirme hazırlığına girmişlerdir. Sanırım Yahudi hahamları da Sermaye’den ayrı olarak bu ortaklık düzeni üzerinde çalışıyorlardır. Bizimle temas eden Yahudi âlimleri olmuştur, vardır. Ümidimizi hiçbir zaman yitirmemeliyiz.

  1. Buradaki النَّارِ marifedir, kastedilen hangi nardır?

Buradaki النَّارِ mecazi manadadır. Çünkü وَ harfiyle kıyamet gününe atfedilir. Ahiretteki nâr değildir. Yani cehennem ateşi değildir. Bu dünyadaki ateştir. Bugün savaşlar artık ateşle yapılır. Kılıçla veya okla savaş hiçbir yerde yoktur. Firavun zamanında savaşta kullanılan ateş yoktu. Ateşli silahlar yoktu. Ancak bu ayette zikredilen zalimler yalnız o zamanın zalimleri değildir. Ateşli silahların icat edildiği günden beri zalimler vardır ve bu zalimler kastedilir. Bunların işi savaşa veya teröre yöneliktir. İkisi de ateşli silahlarla bunları yaparlar.

  1. Hangi nara davet ederler?

Gerek Sermaye olsun gerekse onlarla beraber olan iktidar olsun tüm dengeyi çatışma üzerine kurarlar. Bununla beraber görünürde barışçıdırlar. Çünkü insanlık artık savaş istemiyor, terör istemiyor. Halk barış istiyor. Bu savaşçı terörist ifadesine sahip olanların terörizme ve savaşa karşı olduklarını ilan etmesi insanlığın hidayeti istediğini gösterir.

  1. وَيَوْمَ‘deki وَ harfi nereye atfeder?

جَعَلْنَاهُمْ‘a atfeder. Nâra davetleri bu dünyadadır. Kıyamette de onlara nusret olunmaz. Bununla birlikte وَ harfi hal harfi olabilir. ‘Oysa kıyamet gününde onlara yardım olunmayacak’ manası verilebilir. Ancak nâr bu dünyadaki nâra işaret kabul edilirse daha beliğ mana verilmiş olur.

  1. Buna göre nâr ne nârıdır?

وَ harfi atıf harfi kabul edildiği takdirde nârın manası bu dünyadaki savaş ve terör nârıdır. Yangınlar nârdır. Sermaye bunları ayarlayarak kendi sömürüsünü devam ettirmektedir.

  1. “Kıyamet yevmi” ne demektir?

İnsanlar öldükten sonra zamanları durur. Uykuda da öyledir. Rüyasız uykuda zaman geçmez. Bütün insanlar öldükten sonra, tüm insanlar 4 boyutlu uzay içerisinde yeniden bulundukları yerde ayağa kalkacaklardır. İşte bu kalkmaya “kıyamet” denir. İnsanlar muhakeme edilir, suçlu olanlar cehenneme, suçsuz olanlar veya suçları affedilenler cennete giderler. Ayağa kalkmaktan cennet veya cehenneme gidinceye kadar geçen zaman kıyamet yevmidir. Geçtikten sonra ise ahiret yevmi gelir. Kıyamet yevminden sonra gelen yevmdir. Son yevmdir.

  1. Kıyamet ile ahiret arasında ne fark vardır?

Kıyamette insanlar dünyevi yaratılışta olurlar. Ahirette ise insanların yapıları değişir, başka bir yapı içinde olurlar. Kıyamet soruşturma günüdür, yargılama günüdür. Ahiret ise yargılama sonunda alınan kararların uygulandığı gündür. Varlık düzeni tamamen farklıdır. Bu dünya hayatına daha yakındır.

  1. “Nusret olunmayacaklardır” diyor, nusret ahirette olacak mıdır?

Ahirette nusret olur, sadece onlara nusret edilmeyecek denir. Gerçi başka ayetlerde de لَا تَنَاصَرُونَ (Saffat 37/25, Yalnız bu ayette tefâ’ul babı ile yardımlaşmak manası vardır ve zalimlerin kendi aralarındaki yardımlaşmadır. Tayibet Erzen) denir. Bütün ayetler taranarak ahirette ve kıyamette nusret olacak mı, sorusuna cevap bulunabilir ama buradaki ayette zalim olan eimmeye nusret olunmayacağı ifade edildiğine göre mefulü muhalefet ile başka kimseler arasında nusret olunur. Bu şefaatle de ilgilidir.

  1. Bugünkü Firavunlar bizi nereye davet ederler?

Bugünkü Firavunlar eşleri birbirine düşman ederler. Kadın hakları adı altında kadınları eşleriyle savaştırırlar. Çocuk hakları deyip çocukları anne-babalarıyla savaştırırlar. İşçileri işverenlerle savaştırırlar. Öğrencileri öğretmenleriyle savaştırırlar. Halkı devletle savaştırırlar. Bütün felsefeleri ve iddiaları tarafları korumak şeklindedir ama tümü aslında çatıştırma durumundadır. Sendikalar işçiyi korur, işverenler işten çıkaramazlar. Bunu bilen işçiler de işverenlere kan kustururlar. Boşanmadan korkmayan eş eşine zulüm eder.

Bunları meşru görüp çatışmaya sürüklenenlerdir.

Bir de anarşiyi ve saldırıyı desteklemek için silah fabrikaları kurarlar ve fabrikalar silah satmak için insanları savaşmaya zorlarlar. Benzer şekilde bulaşıcı hastalıkları bulaştırarak ilaçlarını satmaya çalışırlar. Bunların hepsi doğrudan veya kıyas yoluyla nâra davettir.

 

  1. Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
  1. نصر- دعو )DGV-NÖR (

Davet etmek demek dua etmek, çağırmak demektir. Nusret yardım demektir. Davete cevap vermek demektir. Savaşlar nusret üzerine oturur. Kitleler arasında olur. Bu eşleştirme ile buna işaret edilir.

  1. ) يوم-ءمم EMM- YVM(

يَوْم gün demektir ama aynı zamanda döngü demektir. İmam da başkan olmak demektir. Başkanlık belli bir müddet için yapılır ve devredilir. Peygamber 10 sene başkanlık yapar, 63 yaşında vefat eder. Kur’an’da الْحَجِّ الْأَكْبَرِ günü geçer (Tevbe 9/3). Peygamberin hac yaptığı yıl haccı ekberdir. Bu da cuma gününün bayrama rastlamasıdır. Bu durumda 7 senede bir devretmesi gerekir. Diğer taraftan gökteki Ay’la, Güneş arasında 10 senelik bir döngü vardır. Bunlardan hareket edilerek başkanlık müddetinin 10 yıl olmasını istidlal edebiliriz.

Buradaki eşleşme başkanlığın devri olduğunu ifade eder.

  1.  نور-قوم )QVM-NVR(

Kıyam kalkmak demektir. Nâr ise ateştir. Eğer kıyamı isyan olarak anlarsak bunun ateş olduğunu ifade etmiş oluruz. Ancak Kur’an kıyamı isyan manasında zikretmez. Bu takdirde kıyamı kayyum olma, bir işin üzerine durma, onu yönetme anlamında anlamalıyız. Narı da pişiren olgunlaştıran anlamında anlayabiliriz. O zaman iktidarların aynı zamanda eğitme görevleri vardır demektir. Sonuç olarak eğitim parasızdır. Paralı eğitim olmaz.  

  1. إِلَى -لَا (EiLAy-Lav)

لَا menfi edattır. إِلَى ise son sınırdır. Fıkıhçıların bir kuralı vardır, gaye muğayyaya dâhil değildir. إِلَى kullanarak “Ankara’ya kadar git” dersem Ankara’ya girmek gerekmez. Hududuna vardın mı girmiş sayılırsın. İşte bu eşleşme bu kuralı bize hatırlatır.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve onları önderler yaptık. Ateşe çağırıyorlar. Kalkış gününde yardım olunmayacaklar.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve onları imamlar ca’l ettik. Nâra davet ederler ve kıyamet yevminde onlara nusret de yapılmaz.”

 

وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَدْعُونَ إِلَى النَّار وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ لَا يُنْصَرُونَ (41)

***

وَأَتْبَعْنَاهُمْ فِي هَذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ هُمْ مِنَ الْمَقْبُوحِينَ (42)

Va EaTBaGNAvHuM FIy HAvÜiHıy elDuNYAVv LaGNatan Va YaVMa eLQıYAMatı HuM MiNa eLMaQBUuXIyNa

“Ve onlara bu dünyada lanet itba’ ettik ve kıyamet yevminde onlar makbuh olanlardandır.”

 

وَأَتْبَعْنَاهُمْ فِي هَذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ هُمْ مِنَ الْمَقْبُوحِينَ

أَتْبَعْنَاهُمْ

 

لَعْنَةً يَوْمَ

الدُّنْيَا الْقِيَامَةِ الْمَقْبُوحِينَ

هَذِهِ هُمْ

 

وَ وَ مِنَ فِي

1+1+2+2+2=12 =8+4

أَتْبَعْنَاهُمْ- الْمَقْبُوحِينَ  لَعْنَةً- يَوْمَ الدُّنْيَا- الْقِيَامَةِ هَذِهِ- هُمْ مِنَ- فِي

TBG-QBX LGN-YVM DNV-QVM HAÜiHIy –HuM  MiN-Fİy

 

  1. وَأَتْبَعْنَاهُمْ daki وَ ne Vav’ıdır, nereye atfeder?

وَجَعَلْنَاهُمْ‘un atfedildiği yere atfeder. “Onları ateşe çağıran imamlar yaptık ve bu dünyada onlara laneti itfa ettik.” der. Onlar kötülük yapmak isteyenlere imamlık yapacaklar ama onlara tabi olanlar onları sevdikleri için değil, onlardan korktukları için onlara tabi olacaklar. Sermaye de bunu bildiği için kendisine tabi olanları memnun etme yerine onları korkutarak kendisine uydurur. Medyada onlara karşı imiş gibi neşriyat yaparlar, onları olduğundan daha güçlü ve kötü gösterirler, bundan korkanlar onlara tabi olurlar.

Ahmet Hakan bir zamanlar Kanal 7’de Masonlar aleyhinde bir dizi korkunç neşriyatlar yapmışsa da şimdi onlarla beraber çalışıp durur. Birçok kimse bunu bilerek yapar. Birçok kimseler de bilmeden, gerçekten samimi olarak onlarla çatışır halde olurlar. Sermaye de onları, onlar farkında olmadan sermayeyi destekler.

Bundan dolayıdır ki Akevler hiç kimseye cephe almaz, bu oyunu oynayan Sermaye’ye bile cephe almaz.

  1. هُمْ zamiri kimlere gider?

Zalimlere gider.

Zalim yöneticiler kendilerine tabi olanlar tarafından dışlanırlar, onları sevmezler, aleyhlerinde olurlar ama korkularından onlara tabi olurlar.

Bugünkü AK Parti’nin durumu buna benzer. 15 Temmuz’u onlar yaptılar. 15 Temmuz’u yapanlar şimdi dolaşıp dururlar. Samimi Müslümanlar ise hapishanededirler. Bir kardeş bakan oluyor, öbür kardeş hapse gidiyor. Demek ki bu olaylara AK Parti hâkim değil. Sermaye yaptığını yapıyor, AK Parti’ye fatura ediyor.

AK Parti’nin bu oyunları bertaraf edebilmesi için onu güçlü hale getirmemiz gerekir. Tek başına bir partiyle uzlaşarak değil, kendi oyuyla %55’lerden fazlasını almalı. O zaman eğer bugün yaptığını yaparsa Allah gereğini yapar ama şimdi gücü bu kadar.

  1. ‘Bu dünyada’ takyidi ile ahirette lanet olmayacağına mı işaret var?

Ahirete varıldığında artık kolektif suçlamalar ve cezalar olmaz. Herkes kendi yaptıklarının hesabını verir. Kimseye zulmedilmez. Kimse kimsenin emrinde olmaz. Kimse de kimseye yardım edemez.

O halde ahirette lanet etme yoktur. Lanet bu dünyada vardır. O dünyada cennete gidenler artık barış içindedirler. Cehenneme gidenlerden her biri kendi cezasını çeker.

  1. وَيَوْمَ deki وَ nereye atfeder?

أَتْبَعْنَاهُمْ‘a atfeder. Bu dünyada onları lanete tabi kılmış, kıyamet yevminde ise makbuhin yapmıştır. Bundan önceki ayetle bu ayet arasında ifade benzerlikleri vardır. Orada da kıyamet yevminden bahseder, burada da kıyamet yevmini zikreder.

  1. Neden يَوْمَ الْقِيَامَةِ tekrar edilir?

يَوْمَ الْقِيَامَةِ kelimesi yerine فِيهِ zamiri getirilebilirdi ama kıyamet yevmi tekrar edilir.

Demek ki kıyamet yevminde de farklı safhalar olacaktır. Yargılamada iki safha vardır. Biri soruşturma safhası, diğeri ise yargılama safhasıdır. Bu ayetten anlaşılır ki ahirette önce soruşturmalar yapılacak, herkesin dünyada yaptıkları dünyada tespit edilmiş soruşturma yapılarak yeniden düzenlenecektir. Sonra yargıçların karşısına çıkarılacak ve herkese cezası verilecektir. Dosyalar Allah’a arz edilecektir. Allah bazı cezaları onaylayacak, bazı cezaları affedecektir.

Buradaki kıyamet yevminin tekrarı ile ahirette yargılamanın iki safhada olacağı belirtilir.

  1. هُمْ zamiri kimlere gider?

Zalimlere gider. Onlara tabi olanları da içine alabilir. Tabi olanlar da yargı tarafından suçlu görülecekler ama tabi olanlar seve seve değil de zorluk içinde tabi olmuşlarsa bunu yalnız Allah bilir. Onun için Allah dosyaları son olarak kendisi onaylar.

  1. الْمَقْبُوحِينَ kelimesini inceleyiniz.

قَبِيح erik pekmezi ekşisidir. Gürcücede “koravo” derler. Ağza alındığında yüz ekşir. Ahirette bu kimseler böyle olacaktır.

Kıyamette zalim imamların مَقْبُوحِينَ’den olacağı bildirilir. مَقْبُوحِينَ kurallı çoğuldur. Demek ki ahiretteki cezalılardan bir grup vardır. Onlar مَقْبُوح olanlardan oluşur. مَقْبُوح ekşi demektir. İnsana zarar vermez ama çok ekşi olan bir şeyi aldığınız zaman rahatsızlık duyarsınız. Cehennemin azabı böyledir. İnsanın bedenini zarara uğratmaz ama o acıyı duyurur. (Nisa 56 gibi pek çok ayette derilerin kızardığı gibi ifade yer alır. Ethem Büyükarıkan)

Bugün elimiz yaralandığı zaman acı duyarız ama tedavi olmazsa kangren olur ve elimizi kaybederiz. Hatta ölürüz. Cehennemde ölme olmadığı gibi organı da kaybetme söz konusu olmaz. Sadece yangında duyulan acı söz konusu olur. Bilirsiniz, bir yeriniz yandığı zaman önce acı duyarsınız ama sonra zamanla alışırsınız, dokunmadığınız takdirde acı duymazsınız. Cehennem ateşi de böyledir. Dünyadaki suçların çekilmesi kadar acı duyulacaktır, ekşilik duyulacaktır ama cezasını çektikten sonra cehennemde kalsa bile artık acıyı duymayacaktır. Bedende bir yaralama olmadığına, acı da duyulmadığına göre cehennem artık azap içinde olma manasını kaybedecektir.  

  1. الْمَقْبُوحِينَ marife erkek kurallı çoğul olarak gelir, neden?

Demek ki ahirette de topluluklar olacak, birlikte yaşayacak, birlikte iş yapacaklardır. Herkes ayrı ayrı hayat sürmeyecektir. Bu cennette de cehennemde de böyle olacaktır. İnsan demek kişiliğini koruyarak topluluk içinde yaşayan varlık demektir. Ahirette de bu böyle olacaktır.

  1. Kıyamet gününe tahsis ettiğine göre bunlar bu dünyada مَقْبُوح değiller midir?

Tam tersine bunlar bu dünyada kendilerine tabi olanları sömürdükleri için sıkıntılı durumda değildirler. Bugün de bu çok açık olarak görülür.

Bundan 50 sene evvel bir yerde toplantı yapılırsa orada namaz kılan varsa o kimse okumamış, varlıksız kimse, toplulukta kendisine değer verilmeyen kimse kabul edilirdi. Kamuda bir görevi yoktur. En çok bekçi olabilirdi.

Bugün bu durum değişmiştir. 50 senelik Adil Düzen çabası yalnız Türkiye’de değil dünyada da değişim gerçekleştirmiştir. O zaman parya kabul edilenler bugün onların seviyesine ulaşmışlar. Ne var ki onlar da yaşayışlarını değiştirerek onlar gibi olmuşlardır. Bu geçici durumdur. Biraz sonra bunlar şeriat düzenine göre yaşamaya başlayacaklar. Başlamazlarsa helak olacaklardır.

  1. Kur’an’da 1 defa geçen bu kelime nedendir; bu dünyada olmayan bir topluluk mu oluşturacaklardır?

Kur’an’da 1 defa, bu ayette ve bu surede geçer.

Bu sure özellikle üçüncü binyıl uygarlığının oluşmasını anlatır.

Bugün öyle bir durumdayız ki düzenin bozuk olmasından dolayı insanlar zulmederler ama bunu isteyerek değil de zorunlu olarak yaparlar. Bu zalimlere karşı cihat yapanlar vardır. Bunlar suçu isteyerek yapmazlar. Onlar ile buna direnenleri eşit hale getirmek adalete uygun olmaz. Diğer taraftan bunları da isteyerek suç işleyenlerle aynı cezalara çarptırmak doğru olmaz. Onun için Allah bunlar için ayrı bir ceza sistemi oluşturmuştur ve o uygulanacaktır.

Biz de Adil Düzen’i kurduğumuzda Adil Düzen’e karşı olanları olmayanlarla bir tutamayız ama zalim düzenin gereği olarak zulüm yapmak zorunda kaldıkları için de onları cezalandıramayız. Bunun tek çözümü 100 lojmanlı işyeri apartmanlarıdır. Çalışırlar ve işledikleri suçların cezasını çalışarak öderler.

  1. Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.

Harflerin tamamının neyi ifade ettiği seminer tamamlandıktan sonra belirlenecektir. Şimdilik, Etimoloji Derslerinde ve Akevler Lügatinde farklı şekillerde ele alınırlar. Siz de bunlar üzerinde düşünürseniz zevk almaya başlarsınız.

 

  1.  قبح-تبع )TBG-QBX(

تَبْع tabi olmak demektir.

Zalim imamlara tabi olanlara vereceğimiz ceza nedir?

İmam olmuşlar ve zulmü yönetmişler. Halk da bunlara tabi olmuştur.

Bunlara verilecek ceza nedir?  

Hiç ceza vermezseniz tabi olanlarla olmayanları eşit hale getirirsiniz. Eğer imamlara verilen cezayı verirseniz onlarla eşit suçlu yapmış olursunuz. Bunlara uygulanacak ceza kabahat cezalarıdır. Bugünkü ceza hukukunda da kabahatler ayrı bir ceza türü olarak ele alınır.

Demek ki biz de şeriata göre tabi olanları kabahatle cezalandırabiliriz.

Bunun ne olması gerektiği içtihat konusudur.

 

  1. يوم-لعن )LGN-YVM(

لَعْنَة dışlama demektir. Herkesin herkesten nefret ettiği düzendir. Kuvvet düzeninde lanet, hak düzeninde ise muhabbet hâkimdir. Kuvvet düzeniyle hak düzen bin yılda bir ardarda gelir. Biri hâkim olduğu zaman diğeri oluşmaya başlar. Yani kubh düzeni periyodiktir. Ona işaret edilir.    

  1. ) قوم-دنوDNV-QVM(

دَنَا ‘yaklaştı’ demektir. قَامَ ise ‘kaim oldu’ ‘üzerinde durdu’ demektir.

Kur’an’da ölmeden evvelki hayata, dünya hayatı denir. Öldükten sonra başlayan ve geçici olarak oluşan hayata ise kıyamet denir.

Kıyamet dirilme anlamında olduğu gibi kaim olma, kayyum olma anlamında, başkasının işlerini yapma anlamındadır. Kıyamet, Allah’ın yargılama işini görevlilere havale etmesidir. Orada görevli herkes Allah’ın kayyumu olarak yargılar.

Dünya hayatında da biz bütün işleri O’nun halifesi olarak kayyum statüsünde yaparız. Bizi halifelik görevini yerine getirirken, kayyumda olduğu gibi serbest bırakır. Hep O’nun istediklerine uymayabiliriz. Sonunda sadece O’na hesap veririz.

  1.  هَذِهِ- هُمْ HuM- HAÜiHIy

هُمْ toplulukları, هَذِهِ ise varlığı gösterir.

Varlıklar insanlar için yaratılmışlardır. Bir bütün olarak tüm insanlık kullanır. Bundan dolayı خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا ayetinde (Bakara 2/29) جَمِيعًا denir.  

  1.  فِي-مِنْMiN-Fİy

فِي zaman zarfını da içerir. Zaman zarfı geniş zamanı kapsar ve zarf içindir. مِنْ ise o zarf içinde seçilmiş zamanı ifade eder. مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ dendiği zaman Cuma gününün belli zamanında demektir. O da öğle zamanıdır.

 مِنْ ile فِي arasındaki bu ilişkiyi göstermek için eşleştirilir.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve onlara bu yaşamda dışlanmayı taktık. Ötede ise onlar yerilenlerinden olacaklardır.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve onlara bu dünyada lanet itba’ ettik ve kıyamet yevminde onlar makbuh olanlardandır.”

 

وَأَتْبَعْنَاهُمْ فِي هَذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ هُمْ مِنَ الْمَقْبُوحِينَ (42)

 

GENEL YORUM

FİRAVUN MUSA’YI NEDEN MUHATAP ALIR?

Firavun Musa’ya değer verdiği için muhatap almaz. Musa’da bir insandır. Bir şeyler söyler. Herkes onu duyar ve Musa’nın söyledikleri hakkında fikirler ortaya çıkar. Artık yalnız Musa söylemez. Bütün Mısır halkı Firavuna “Ne dersin?” diye sormaya başlar.

Firavun kendi halkına önem verdiği için Musa’yı muhatap alır.

Bugün bu husus Sermaye tarafından bilinir. Basın özgürlüğü diye bir özgürlük bunun için vardır. Siz eğer bir sözün serbestçe söylenmesine izin vermezseniz o fısıltı halinde halkın içinde yayılır, halk onun üzerine düşünmeye başlar. Cevap alamadığı durumlarda gittikçe kuşkuları artar ve sonunda iktidara uymaz hale gelir.

Bunun içindir ki dünyanın, özellikle de Türkiye’nin en önemli sorunu yazar özgürlüğüdür. Sermaye devletleri çökertip emrine alabilmek için basını özgür yapar ama yazarları özgür bırakmaz. Yani yazarlara Sermaye’nin dediklerini yazdırıp yaptırmaya çalışır. Bu da onun ecelini hazırlar. Başlangıçta isyan hareketleri uzaklarda gerçekleşmiş iken şimdi Sermaye’nin taşeronu olan ABD’nin merkezinde bu direnme meydana gelmiştir. ABD Başkanı Biden her ne kadar “Bir daha olmayacak.” diyorsa da bu düzenin gereği bu durum gerçekleşir.

Türkiye’nin bundan etkilenmemesi için bağımsız yazarlar oluşturulmalıdır. Yazarlara maaş verilir, dokunulmazlıkları olur, istedikleri organlarda yazarlar veya konuşurlar. Böylece tüm fikirler ortaya atılır ve bu fikirlerin tümüne cevap verilir. Basın vergiden muaf olur, sadece sütunlarının 5’te birini, yayınlarının 5’te birini kamuya tahsis eder. Kamu tarafından da kamunun burada görevlendirdiği kimseler tarafından gerekli cevaplar verilir. Firavun’un yaptığı yapılır. Sonunda Mısır ordusu denizde boğulursa da Mısır ondan sonra da asırlarca yine varlığını sürdürür.

 

 

1103. SEMİNER LÜGATI

NO

Kelime

Vezin

Kök

Açıklama

  1.  

أَخَذْنَا

فَعَلْنَا

ءخذ

إِخَاذ göl gibi suyun toplandığı yer yani birikintidir veya suların toplanması için açılmış çukurdur. Almak, tutmak anlamlarında fiil olmuştur. “İttihaz etmek” edinmek, tutunmak anlamlarındadır. أَخَذَ fiil olarak bir şey almak demektir. إِخَاذ perçem demektir. Testinin tutma kulpudur. ءخذ Kur’an’da 273, ءهل ise 127 defa geçer.  Toplam 400 (24*52) eder.  ء gücü, خ çökmeyi, ذ işaret etmeyi ifade eder.  

  1.  

الْأَرْضِ

الْفَعْلِ

ءرض

سَمَاء hayvanın sırtı,  أَرْض da hayvanın karnıdır. Sırtın üst kısmına سَمَاء, alt tarafına da أَرْض denir. أَرْض toprak parçası ve yer küre, سَمَاء da gök küre demektir. Her tabakanın üst üste olmasından dolayı her birinin adı da semadır. سِيمَى çehre demektir. سَمَاء hayvan sırtı demektir. Görünen taraf demektir. وَسْم hayvanın sırtına vurulan damga demektir. س mekânda diziyi, sıralamayı,  م enginliği,  و beraberliği ifade eder. ءرض Kur’an’da 461, جلس Kur’an’da 1 defa, toplamda 462 (2 *3 *7 *11) eder. ء gücü, ر tekrarı, ض katlamayı ifade eder.

  1.  

مُوسَى

مُفْعَلِ

ءسو

أُسَاوَة yaralılara sürülen merhemdir. Tedavi etme anlamını kazanır. Sonraları örnek alınacak insanlara أُسْوَة denir. Kur’an’daءسف 5, ءسو 3 defa geçer. Toplam 8 (23) eder. ء gücü, س mekânda diziyi, ف kopmadan ayrılmayı, و bağlantıyı ifade eder. مُوسَى kelimesi أُسْوَة’den türetilmiş bir kelimedir. مُوسَى kelime olarak أُسْوَة (örnek) kılınan manasındadır yani örnek olarak yetiştirilmiştir.

  1.  

إِلَهِ

فِعَلِ

ءله

لَاه bir şeyi kapatmak için üstüne örtülen örtü demektir. İlah örtülmüş, görünmez anlamında olup Tanrı demektir. İlah kelimesi Tanrı anlamındadır. İnsanlar, “var edici”yi her zaman bilmişlerdir. Onu en kıymetli veya güçlü gördükleri bir varlık ile ifade etmeye çalışmışlardır. Bu sebepledir ki, birçok dinlerde Tanrı güneş kelimesi ile ifade edilmiştir. Türkçedeki Tanrı da ışık kelimesinden gelir. Kur’an’da da “Allah göklerin ve yerin nurudur” denir. Bu kelimenin çıkışı “aydınlık” anlamına gelen bir sözden gelmiş olabilir. Türkçeye Tanrı diye tercüme edilir. Kur’an’da ءله  2851, ءلي 289 defa geçer. Toplam   3140 (22*5*157) eder. ء gücü, ل belirlemeyi, ه görünmezliği ifade eder.

  1.  

أَئِمَّةً

أَفْعِلَةً

ءمم

أَمَام ön demektir. İmam önden giden kimse, yani önder demektir. Ümmet de imamı olan topluluk demektir. أُمّ Anne demektir. أُمَّهات insanlar için anneler demektir. أُمَّات ise insan dışı varlıklar için anneler demektir. Bu kök ‘peşinden koşmak’ anlamındadır. Annenin çocuğunun peşinden koşması anlamına geldiği için anne kelimesi buradan gelir. Kur’an’da ءمم 119, ءيم 1 defa geçer. Toplam 120 (23*3*5) eder. ء gücü, م enginliği ifade eder.

  1.  

أَتْبَعْنَا

أَفْعَلْنَا

تبع

تَبِيع inek yavrusu, dana demektir. Dana annesinin yaptığını yapar, peşinden dolaşır, buradan tabi olmak anlamına gelmiştir. تdüzendir, görünüşte düzen değil, fonksiyonda düzendir, dağınık ama düzenli. ب geçidi, ع etkiyi ifade eder.

 

  1.  

اجْعَلْ

جَعَلْنَا

اِفْعَلْ

فَعَلْنَا

جعل

جِعَال ele pisliğin veya sıcaklığın bulaşmaması için tutulan deri veya bez parçası demektir. Sonraları kılmak anlamında kullanılır. Kılma ile yapma arasındaki fark, yapmada yeniden var etme, ca’lde ise var olan bir varlığı yeni bir işe koymak anlamı taşır.  ج toplanmayı, ع etkiyi, ل belirliliği ifade eder.

  1.  

جُنُودُ

جُنُودَ

فُعُولُ

فُعُولَ

جند

جُنْد orduyu oluşturan savaşçılar demektir. Böylece ordu anlamına da gelir. İlk topluluklar meyvecilikle geçinmişler, güçlü erkekler koruma nöbetlerini tutmuşlardır. Bunlara cünd denmiştir.  Sonra ordu anlamı kazanmıştır. جند Kur’an’da 29, جلد ise 13 defa geçer. Toplam 42 (2*3*7) eder. ج topluluğu, ن belirsizliği, د çevreyi ifade eder.

  1.  

الْحَقِّ

الْفَعْلِ

حقق

حُقَّة develere yemin dağıtıldığı kaptır. Bir devenin istihkakına hak denir. Hak, sonraları gerçek anlamında kullanılmaya başlar. Hak kelimesi mutlak söylendiği zaman lehe hak demektir. عَلَى kelimesi ile kullanıldığı zaman borç demektir. دَيْن kelimesi mutlak kullanıldığı zaman borç demektir. لِ harfi ile kullanıldığı zaman hak demektir. Hak borçla beraber doğar. Topluluk düzenine hukuk düzeni deriz. Yani herkes borçlu ve alacaklı hale gelerek topluluk oluşur. Fizik kimyada da elektron alışverişi ile bağlanmalar olur ve bütün fiziki maddi varlıklar böyle meydana gelir. ح hareketi, ق kuvveti ifade eder.

  1.  

يَدْعُونَ

يَفْعُلُونَ

دعو

دُعَاء  el gel anlamına kalkan eller; dua davet etme çağırma demektir. Allah’tan bir istekte bulunmadır. د çevreyi, ع etkiyi, و beraberliği ifade eder.

  1.  

الدُّنْيَا

الْفُعْلَى

دنو

دَنَى kelimesi ecveften nakısa dönüşür, “yakın” anlamına gelir. Mekânda ve zamanda kullanılır. Uzayda birbirinden uzaklaşan yıldız yığınları var. Bu yedinci semadır. Bunun karşısında yıldızlar ve diğer maddeler birbirini çektikleri ve etkiledikleri için “yakınlığı olan sema” anlamında Kur’an’da geçer. Kur’an’da دنو 133, دلو 5 defa geçer. Toplam 138 (2*3*23) eder. د çeperi, çevreyi, sınırlamayı, ن belirsizliği, و beraberliği ifade eder.

  1.  

يُرْجَعُونَ

يُفْعَلُونَ

رجع

رَجْع ırmakta akan suyun ters istikamette aktığı yerdir. Sonraları geri dönme anlamı kazanır. Kur’an’da 104 defa geçer. ر tekrarı, ج cazibeyi, ع üstünlüğü etkiyi ifade eder.

  1.  

صَرْحًا

فَعْلًا

صرح

صَرْح kente hâkim yüksek yerdir. Kur’an’da 4 defa geçer. ص dayanıklılığı, ر tekrarı, ح hareketi ifade eder.

  1.  

أَطَّلِعُ

أَفْتَعِلُ

طلع

طَلْع Dal demektir, tomurcuk demektir. طَلَعَ fiil olarak tomurcuklandı demektir. Güneşin doğması için de kullanılır. İfti’al babından ittila’ içinde doğmak, bir bilgiye erişmek anlamlarında kullanılır. طلع Kuran’da 19, طلح 1 defa geçer. Toplam 20 (22*5) eder. ط kabullenmeyi, ل belirliliği, ع etkiyi ifade eder.

  1.  

الطِّينِ

الْفِعْلِ

طين

Kur’an’da 12 defa geçer. طِين çamur, تُرَاب toprak demektir. 118 elementi de içerir. Onların terkibinden oluşan cisimlerin moleküllerini içerir. Bunlar o sularla birleşerek çamur oluşur. Kurutulduktan sonra taşlaşırlar yahut birleşerek canlı oluştururlar. Kırmızı toprak تُرَاب’dır. Siyah humuslu topraktır. ط uyumu, ي kolaylığı, ن belirsizliği ifade eder.

  1.  

أَظُنُّ

ظَنُّوا

أَفْعُلُ

فَعَلُوا

ظنن

ظَنُون suyu belirsiz, suyun olup olmadığı kuyu demektir. Kur’an’da ظنن69, ظلل 33  defa geçer. Toplam 102 (2*3*17) eder. ظ karanlık, ن belirsizlik anlamındadır.

  1.  

عَاقِبَةُ

فَاعِلَةُ

عقب

عَنْكَبُوت örümcektir, عَاقِبَةُ  yumru, عَقِب  topuk demektir. Ayağın topuğudur. Takip etmek, arkasından gitmek, kovalamak veya kovalanmak anlamlarına gelir. ع üste gelmek etki etmek anlamına gelir. ق  kuvveti, ب  geçidi ifade eder.

  1.  

عَلِمْتُ

فَعِلْتُ

علم

عَلَم dağın sivri noktası demektir. İnsanlar o tepeye bakarak bulundukları yerleri belirlerler. Sonraları yeryüzü beyler arasında bölüşülünce, her bey hâkim olduğu çevrenin tepesine o çevrenin kendisine ait olduğunu belirleyen işaret koymuştur. Buna “alem” denir. Bugünkü bayrak o dönemin geleneği olarak devam eder. عَرَفَة üstü düzlük dağ veya yayla demektir. İnsanlar ilk zamanlarda burada yıllık veya daha kısa zamana ait toplantılar yaparlardı ve birbirleri ile tanışırlardı. عَرَفَة (Arafat) kelimesi buradan gelir. Hala orada toplanılır. عِلْم varlıkları sınırlamak suretiyle tanımlamak ve aralarındaki ilişkileri riyazi bir şekilde belirlemektir. مَعْرِفَة ise varlıkları diğerlerinden ayıracak özellikleri ile belirlemektir. ع etkiyi, ل belirliliği, م enginliği ifade eder.

  1.  

غَيْرِ

فَعْلِ

غير

غَيْر ‘dışında’ demektir. Kur’an’da 154 defa geçer. Kovuklarda ve çardaklarda birlikte yaşayan insanların bir kısmı mağaralarda yaşamaya başlamışlardır. Mağara غَيْر olmuştur. إِلَّا ile istisna edilenler, dâhilden hariçte olanlardır, غَيْر‘de ise içerden olmayandır. دُون de غَيْر gibidir. Bunlar mantıkta incelenir. غ değişmeyi, ي kolaylığı, ر tekrarı ifade eder.

  1.  

فِرْعَوْنُ

فِعْلَوْنُ

فرع

فَرْع ağaç dalıdır. Kişinin anne baba ve onların anne babalarına usul, çocukların ve onların çocuklarına da furu’ denir. Firavun soy anlamında hanedan demektir. Kur’an’da فرع 1,  فرج 9 defa geçer. Toplam 10 (2*5) eder. ف kopmadan ayrılmayı,   ر tekrarı, ع üstünlüğü ifade eder.

  1.  

الْمَقْبُوحِينَ

الْمَفْعُولِينَ

قبح

قَبِيح erik pekmezi ekşisidir. Gürcücede koravo derler. Ağza alındığında yüz ekşir.  Ahirette bu kimseler böyle olacaktır. Kur’an’da قبح 1, قمح defa geçer. Toplam 2 eder. ط uyumu, ب geçişi, ح hareketi ifade eder.

  1.  

قَالَ

فَعَلَ

قول

قَوْل Birlikte bir iş yapan kimselere, belli bir sesle kumanda eden kimsenin adından gelişmiş bir kelimedir. Bu sesten kinaye olunur. Kelamdan farkı bağlayıcı olmasıdır. Türkçedeki “söz” kelimesi de böyledir. O halde burada “söyledi” olarak tercüme edilir. ق dayanma kuvvetini, و beraberliği, ل belirliliği ifade eder.

  1.  

الْقِيَامَةِ

الْفِعَالَةِ

قوم

قَائِمَة Hayvanların ön ayaklarına denir. قَوْم ise ağacın gövdesi demektir. Kıyam etmek (قِيَام), kalkmak veya ayakta durmak anlamındadır. قَائِم ayakta durandır. Mecazi olarak sağlam, bozulmamış veya bozulamayacak anlamındadır. ق  dayanıklılık manasında güçlü olmayı, و beraberliği, م ise hava, su, atmosfer gibi enginliği ifade eder.

  1.  

اسْتَكْبَرَ

اِسْتَفْعَلَ

كبر

كَبِير yaşlı adamdır. Büyük anlamında kullanılır. Kur’an’da كبر 161, كور 3 defa geçer. Toplam 154 (22*41) eder. ك oluşmayı, ب geçişi, ر tekrarı ifade eder.

  1.  

الْكَاذِبِينَ

الْفَاعِلِينَ

كذب

كِذْب kumaşın boyanmasında kullanılan bir çeşit boya, kumaşın hakiki yapısını saklar. Madenlerin altınla kaplanmasına da “kizb” denir. Kişinin içini saklayarak inanmadığı şeyi söylemesi kizbdir. Arapçada yalanla yanlış aynı kelime ile ifade edilir. Ama kizb bildiklerinin ve inandıklarının aksine konuşmaktır. Arapçada tekzib iki manaya gelir; yalanlamak, yanlışlamak. ك oluşmayı, ذ işareti, ب geçidi gösterir.

  1.  

كَانَ

فَعَلَ

كون

كَوْنtepe demektir. بَيْن’in karşılığıdır. Bunlara mukabil düz olan yere ise هَوْن denir. كَانَ tepe manasından yararlanılarak “olmak” fiilini oluşturur. هَوْن yokluğu bildirir, uzaktaki veya görünmeyen anlamındadır. بَيْن insanın kendisini bildirir. كَوْن de ortada olan, görünen anlamındadır. Oluşu ifade eder.  لَمْ يَكُنْ “olmadı” veya “yok” anlamına, كَانَ ise “oldu” veya “-dır” anlamına gelir. ك oluşu, و beraberliği, ن belirsizliği ifade eder.

  1.  

كَيْفَ

فَعْلَ

كيف

كَيْ “için” demektir. كَوْن’in ن’u düşer, soruya dönüşür. Sonuna م eklenerek كَيْمَا şeklinde de kullanılır. م فya dönüşerek كَيْفَ olur. مَا “ne” anlamında, كَيْفَise “nasıl” anlamındadır. مَا olması gereği yani gelecekle ilgili gerekleri, كَيْفَ ise oluş için gerekleri sorar. Kur’an’da كيف83, كوب 4, كوكب 5 defa geçer. Toplam 92 (2*41) eder. ك oluşmayı, ي kolaylığı, ف kopmadan ayrılmayı ifade eder.

  1.  

لَعْنَةً

فَعْلَةً

لعن

لَعْنَة dışlanmış anlamındadır. Hindistan’daki paryalar. Roma’daki köleler böyledir. لعن Kur’an’da 41, لعل 129 defa geçer. Toplam 170 (2*5*17) eder. ل belirlilik, ع üste çıkmak, ن belirsizlik anlamındadır. 

  1.  

الْمَلَأُ

الْفَعَلُ

ملء

مِلْء doldurulmuş çuval, مُلَّة  içi dolu kapatılmış torba, إِمْلَاء  içine koyma demektir. إِمْلَال  tamamen doldurup çuvalın ağzını dikmek demektir. Bürokratlar ikiye ayrılırlar, yüksek bürokratlar var, bir de sıradan bürokratlar vardır. Yüksek bürokratlara مَلَأ denir; bakanlar, genel müdürler, generaller bunlardandır. Sıradan bürokratlar meleklerdir. ملء Kur’an’da 25 defa geçer. م enginliği, ل  belirliliği, ء gücü ifade eder.

  1.  

نَبَذْنَا

فَعَلْنَا

نبذ

نَبِيذ köpük demektir. Fiil olarak içkinin oluşurken çıkardığı köpükten dolayı şarap haline gelme için kullanılır. Mayalanmak ve fırlatıp atmak anlamlarına da gelir. Kur’an’da 12 defa geçer. ن belirsizliği, ب geçişi, ذ işaret harfi ifade eder.

  1.  

يُنْصَرُونَ

يُفْعَلُونَ

نصر

نُصْرَة Bereketli yağmurla sulanmış toprak demektir. Lazım olarak fiil, bir yerin yağmurla sulanarak yeşermesidir. Sonra muteaddi olarak bir yeri sulayarak yeşertmek anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Yeşermiş bir yer susuz kaldığında kurumaya başlar. Su ile desteklemek onu yeşil tutmak demektir. Bir kimseye bir şeyden korunması için destek vermek nusret kelimesi ile anlatılır. عَوْن bir işte yardımdır, nasr ise korunmada yardımdır. “Velayet” askeri güçtür. “Nusret” ise ikmal gücüdür. Kur’an’da 158 defa geçer. ن belirsizliği, ص dayanıklılığı, ر tekrarı ifade eder.

  1.  

انْظُرْ

اُفْعُلْ

نظر

رَأْي görmek anlamındadır. رَأْي derinlemesine görmek, نَظَر genişlemesine görmek, بَصَر uzağı görmek, شُهُود ise içinde bulunmak, her yönüyle görmek demektir. رَايَة uzaktan görülebilen işaret demektir. بَصَر göz demektir. “Nazar” korkuluk demektir. نظر Kur’an’da 129, نضد ise 3 defa geçer. Toplam 132 (22*3*11) eder. ن belirsizliği, ظ karanlığı, ر tekrarı ifade eder.

  1.  

النَّارِ

الْفَعَلِ

نور

نَار ateş demektir. Nur/نُور da bu kökten türer. Kur’an’da نور 194 defa geçer. ن  belirsizliği, و  beraberliği ر  tekrarı ifade eder.

  1.  

هَامَانُ

فَاعَالُ

همن

هَامَانَ Arapça değildir, Acem bir kelimedir o yüzden vezni Arapçaya uymaz. Bu kelimenin kökü için 2 teori vardır: 1.Teori: Kök همن dir. Aslen ءمن kökünden dönüşür. Şahit olan, üstün olan anlamındadır. 2. Teori: Kök هوم dir.  Baş, başın orta kısmı anlamındadır. هَامَة başa konan taç demektir. هَام lider, şef demektir. ه derinliği, içtenliği, م genelliği, ن nekreliği, و beraberliği  ifade eder.

  1.  

أَوْقِدْ

أَفْعِلْ

وقد

وَقُود yakıt demektir. Odun, kömür, petrol anlamındadır. Kur’an’da وقد 11, وقذ 1 defa geçer. Toplam 12 (22*3) eder. و beraberliği, ق kuvveti, د duvarı, çevreyi belirtir.

  1.  

يَوْمَ

فَعْلَ

يوم

يوم durgun akan sudur. Kabarıp inmesi sebebi ile periyodik çağların adı, sonra bir gün ve geceye isim olur. Kur’an’da أَيَّامًا مَعْدُودَةً 24 saat için veya تِلْكَ الْأَيَّامُ نُدَاوِلُهَا da olduğu gibi çağlar için kullanılır. يوم Kur’an’da 475, يمم ise 11 defa, toplam 486 (2*35) eder. ي kolaylığı, و beraberliği, م enginliği ifade eder.

 

İstanbul, Yenibosna; 13 ŞUBAT 2021

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlayan Adil Düzen Çalışanları:

AYŞE AYDIN

Yazar REŞAT NURİ EROL

Ecz. TAYİBET ERZEN

Doç. Dr. SÜLEYMAN AKDEMİR

 

***

 






Son Eklenen Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3135 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2403 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2369 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 1919 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2191 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2234 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2018 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 1872 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 1907 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2293 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2172 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1779 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2119 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2013 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2146 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2118 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 1986 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2179 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2132 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2390 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2199 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 2783 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2397 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2696 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2417 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2482 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2644 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 2757 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 2698 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3035 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5045 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3147 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 2792 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3421 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3279 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3023 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3522 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3471 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 3762 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4207 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 2743 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 2785 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3578 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3488 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2609 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2672 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3609 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 6956 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5090 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 3838 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00


© 2024 - Akevler