KASAS SÛRESİ - 2. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَأَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّ مُوسَى أَنْ أَرْضِعِيهِ فَإِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَأَلْقِيهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَافِي وَلَا تَحْزَنِي إِنَّا رَادُّوهُ إِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلِينَ (7) فَالْتَقَطَهُ آلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُوًّا وَحَزَنًا إِنَّ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا كَانُوا خَاطِئِينَ (8) وَقَالَتِ امْرَأَةُ فِرْعَوْنَ قُرَّةُ عَيْنٍ لِي وَلَكَ لَا تَقْتُلُوهُ عَسَى أَنْ يَنْفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (9) وَأَصْبَحَ فُؤَادُ أُمِّ مُوسَى فَارِغًا إِنْ كَادَتْ لَتُبْدِي بِهِ لَوْلَا أَنْ رَبَطْنَا عَلَى كَانُوا قَلْبِهَا لِتَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (10) وَقَالَتْ لِأُخْتِهِ قُصِّيهِ فَبَصُرَتْ بِهِ عَنْ جُنُبٍ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (11)
***
وَأَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّ مُوسَى أَنْ أَرْضِعِيهِ فَإِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَأَلْقِيهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَافِي وَلَا تَحْزَنِي إِنَّا رَادُّوهُ إِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلِينَ (7)
Va EaVXaYNAv EiLAy EumMı MUvSAy EaNERWıGIHIy Fa EiN PiFTi GaLaYHi Fa EALQıHIy Fi eLYamMı Va LAvTaPAvFIy Va LAv TaPZaNIy EinNAv RadDUvHUv EiLaYKı Va CAvGıLUv HUvMiNa eLMuRSaLIyNa
“Ve Musa’nın ümmüne ‘Onu irza’ et. Onun için havf edersen onu yemm içine ilka et. Havf etme, mahzun olma, onu sana redd edenleriz ve onu resullerden ca’l edenleriz.’ diye vahyettik.”
وَأَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّ مُوسَى أَنْ أَرْضِعِيهِ فَإِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَأَلْقِيهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَافِي وَلَا تَحْزَنِي إِنَّا رَادُّوهُ إِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلِينَ |
أَلْقِيهِ أَرْضِعِيهِ تَحْزَنِي تَخَافِي | أَوْحَيْنَا خِفْتِ رَادُّوهُ جَاعِلُوهُ | الْيَمِّ الْمُرْسَلِينَ مُوسَى أُمِّ | عَلَيْهِ إِلَيْكِ إِنَّا إذَا | لَا لَا أَنْ إِلَى فِي مِنَ | وَ وَ وَ وَ فَ فَ |
أَلْقِيهِ أَرْضِعِيهِ , تَحْزَنِي تَخَافِي , أَوْحَيْنَا خِفْتِ , رَادُّوهُ جَاعِلُوهُ , الْيَمِّ الْمُرْسَلِينَ , مُوسَى أُمِّ , عَلَيْهِ إِلَيْكِ , إِنَّا إذَا, مِنَ أَنْ , إِلَى فِي |
((2+2+2)+(2+2+2)+(2+2))+((2+2)+2)+ 2+4))=28 =32-4 |
- وَأَوْحَيْنَا daki وَ nereye atfeder? Kime hitap eder?
إِنَّ فِرْعَوْنَ ye (4. ayete) atfeder. Firavunu bize tanıttıktan sonra Musa’nın doğup büyümesini anlatır. Aslında bundan önceki ayetlerin izahı şeklinde gelir. وَ harfi ile atfettiğine göre bundan önce anlatılanlarla bundan sonra anlatılacakların birbirleriyle ilişkili ama birbirlerinden farklı şeylerin olması gereklidir.
Firavunla İsrail oğulları arasında sorunlar bulunur. Bu sorunları çözmek üzere Musa’yı göndermez, ayrı bir ulus oluşturmak için Musa’yı gönderir. Firavunla İsrail oğullarını uzlaştırma görevi yoktur. Allah’ın yeni ulus oluşturma ve bu ulusu dünya üzerinde fadıl kılma iradesi vardır. Firavunun durumu ayrı, ulusun yetişmesi ayrıdır. Musa, Firavun var olduğu için gelmez, adeta Firavun Musa’nın gelmesi için var olur.
Firavun İsrail halkına zulüm yapmasaydı İsrail oğulları Musa ile beraber çöllere düşmezdi ve İsrail oğulları bugünkü yüksek seviyelere gelemezdi.
İslam âleminin zulme uğraması da bundan dolayıdır. Eğer sosyalistlerin ve kapitalistlerin zulmü olmasaydı Akevler kurulmazdı, Adil Düzen oluşmazdı, Kur’an seminerleri yapılmazdı, üçüncü bin yıl uygarlığı ortaklık uygarlığı şeklinde oluşamazdı.
Firavunun oluşması ile Musa’nın doğup büyümesi arasında birlik vardır ama birbirlerinden farklı olaylardır.
- Musa’nın annesine vahiy ettiğine göre Meryem’de olduğu gibi kadınlara da vahiy edilir. Oysa resullerin yalnız erkeklerden olduğu beyan edilir. Nasıl açıklanır?
Nebilik, Allah’tan vahiy alıp çevreye ulaştırmaktır. Resullük ise alınan vahiy ile organize edip topluluğun başına geçmektir.
Kadınlar nebi olabilirler ama resul olamazlar. Resul demek ordu komutanı demektir. Devlet sadece yargı kararlarını uygulatan bir silahlı örgüttür. Ekonomik ve sosyal yönetimlere başkanlar karışmazlar. Devlet kurumları vardır, o kurumlar kamu görevlerini yaparlar. Başkan başkomutandır, gerektiği zaman savaş yapar, cezaları infaz eder.
Meryem’de ve Musa’nın annesinde zikredilen vahiy nebilik vahyidir. Resullük erkeklerin işidir. Kadınlar çocuk doğururlar ve onları büyütürler, erkekler savaş yaparlar ve ailelerin nafakalarını temin ederler. Bundan dolayıdır ki hala kadınlar asker olmaya zorlanmazlar. Onlar da asker olabilirler ama olmak zorunda değildirler. Zorunlu olmayanlar zorunlu olanlara emretme yetkisine sahip olamayacaklarından başkomutan olan resuller de kadınlardan olamaz.
Musa’nın annesi nebi değildir. Meryem nebidir. Meryem’e gelen vahiy resul aracılığıyla gelmiştir. Musa’nın annesine ise vahyettiğimizi vahyettik diyerek ilham veya başka bir metotla yapılan vahiy vardır. Vahiy başkalarının göremeyeceği ya da anlayamayacağı şekilde bir iletişim kurma demektir. Zekeriya Peygamber de topluluğuna işaretle vahyetmiştir. (Lütfi Hocaoğlu)
- أَرْضِعِيهِ deki هُ zamiri nereye gider?
Musa’ya gidiyor. Musa’nın annesine “Musa’yı emzir” diyor.
İnsan doğduğu andan itibaren kişilik kazanır. Ona bir ad verilir. Aslında doğmadan evvel de hakları vardır. Döllenme tarihinden itibaren hukuku korunur. Cenine yapılan herhangi bir suç annesine veya babasına değil doğrudan kendisine yapılan cinayet kabul edilir. Fıkıhçılar ceninin diyetini normal diyetin 10’da biri kabul ediyorlar. Bize göre döllenmeyi önlemek meşrudur, henüz kişiliği yoktur ama döllendikten sonra çocuğun aldırılması suçtur ve diyeti yarısı kadar olmalıdır. Çünkü çocuk haklara sahiptir ama görevlere sahip değildir. Bununla beraber doğmadan önce adlandırılmadığı için 10’da 1 de kabul edilebilir.
İşte bu zamir sağ doğan çocuğun bütün haklara ve görevlere sahip olduğuna işaret eder, artık onu kişi olarak sayar.
- Bir anne zaten çocuğunu emzirir. Neden bu emri verme gereği doğar?
Musa’nın annesi çocuğunu emzirdikten sonra ırmağa bırakır, aradan zaman geçer ve o esnadaki ihtiyaçlar o emzirme ile giderilmiş olur.
Burada bize bir emir verilmiş olur. Eğer hacca gidersen 3 ay orada kalırsın, gerekli nafakayı ailene temin edip ondan sonra gidersin. Arabaya bindiğin zaman gideceğin yere kadar benzini doldurup arabayı sürersin. Yoksa yolun ortasında kalırsın. Yahut arabanda bir bidon yakıt bulundurur, normal zamanlarda onu kullanmazsın, fevkalade hallerde kullanırsın. 100 lojmanlı işyeri apartmanlarının depolarında 6 ay yetecek kadar besin ve yakıt bulundurulur.
Bu ayet bize bunları öğretmek için “Onu irza’ et” emrini verir, bizim için örnek yapar.
- فَإِذَا’daki فَ ne Fa’sıdır, nereye atfeder?
“Önce irza’ ettikten sonra zaman kaybetmeden suya koyacaksın.” demiş olur. Bu, dayanma zamanını arttırma emridir. “Normal şartlar altında değil, anormal bir durum olursa o zaman koyacaksın.” demiş olur. O halde Musa doğduğu zaman daha korku durumu yok ama böyle bir durumun olacağı bekleniyor demektir. Buradaki فَ harfi “Korku durumu ortaya çıktığı zaman tedbirini kullanırsın.” demektir. Ambara koyduğun yedek yiyecekleri normal zamanda kullanmazsın, tehlikeli durum ortaya çıktığı zaman kullanırsın. Yani buradaki فَ bize yedek imkânların değerlendirilmesini öğretir.
- إِنْ خِفْتِ dememiş de إِذَا خِفْتِ demiş, neden?
Beklenen bir tehlikeye karşı tedbir alınmasını emreder ama beklenmeyen tehlikelere karşı tedbir almayı devre dışında bırakır. إنْ getirilseydi her tehlikeye karşı tedbir alman gerekirdi. إِذَا getirilince o anda tehlike mevcut olmamakla beraber, o tehlikenin geleceği bugün biliniyorsa ona karşı tedbir alınır. Yani tedbir de dengeli olur.
Gereksiz sağlık tedbirleri alma normal beslenmeyi aksatacağı için tam tersi bir durum ortaya çıkar. Alınan, tedbir olmaz, tam tersine tehlikeyi şiddetlendirir. Boşanma yasağı böyledir. Sokağa çıkma yasağı böyledir.
- عَلَيْهِ deki هُ zamiri nereye racidir? Onun aleyhinde ne olacaktır?
Geleneksel anlayışta kâhinler Firavuna “bu yıllarda doğan birisi senin tahtını elinden alacak” diyorlar. O yıllarda doğan erkek çocukların öldürülmesi emrini verdiği şeklindedir.
Kur’an da buna delalet eden herhangi işaret bulmuş değiliz. Erkek çocukları öldürerek onların gereksiz olanların toplulukta bulunmalarının önlenmesi amacıyla olabileceği kanaatindeyiz. Bütün erkek çocuklar öldürülmezler. Belli sayıda çocuğun büyümesine imkân verirler, onun dışındakileri ise öldürürler. Çin’de halen buna benzer uygulama yapılır. Bir kadının birden fazla çocuk yapmasına izin verilmez.
Aleyhindeki عَلَى kelimesi Musa da öldürülecekler arasında yer aldığında diyor. إِذَا ile getiriyor, böyle olacağını önceden haber veriyor.
- İkinci فَ harfi nereye atfeder?
Birinci فَ den sonraki ifadeye atfeder. “O zaman irda ettiğin zaman ilka et” diyor. İrda’ın hemen arkasından ilka edilecektir. O zaman irda edilecek, o zaman ilka edilecek. Ondan önce de normal irda yapılacak.
- أَلْقِي kelimesini inceleyiniz.
Kur’an’da Musa’nın bu kıssası anlatılırken kimi yerde “ilka et” diyor, kimi yerde de “kasf et” diyor. Kasfetmek demek uzaklaştırmak demektir. İlka etmek de kavuşturmak demektir. Yani Musa suya konurken iki iş yapılıyor. Biri aileden koparılıyor. Artık Musa anne babasının oğlu değildir, böyle bilinecek ve böyle büyüyecektir. Suya ilka edecek ama sonra Firavun onu iltika edecek. Artık o aileye kavuşmuş olacak.
Burada bir konu daha ortaya çıkıyor. O da sır saklamaktır. Bazı olaylar vardır ki halkın onu doğru bilmesi topluluk için zararlıdır. Sır olarak saklanır. Burada da Musa’nın kendi çocukları olduğu gerçeği saklanıyor. Bu meşrudur demektir. Bundan dolayıdır ki zina yapanları görsen bile bu gerçeği söylemeye mezun değilsin. Ancak mahkeme kararı olduktan sonra söyleyebilirsin. Yoksa suçlusun. Deniz Baykal’a isnat edilen fiil doğru olsa bile, bizim onu doğru görüp söylememiz, yasaklanmıştır, haramdır. Bunu dile getiren bütün basın suçludur.
- الْيَمِّ kelimesini inceleyiniz.
Dağlarda oluşan ırmaklar çağlayarak akarlar ve denize yaklaştıkları zaman kendilerinin oluşturduğu düzlük içinde durgun akarak denize varırlar. İşte bu şekilde durgun olarak akan sulara يَمّ denir. Nil ve Fırat gibi nehirlerin kıyılarına ulaştıklarında يَمّ olurlar. Ayrıca İstanbul Boğazı’ndan da sular Karadeniz’den Marmara Denizi’ne akar. Dolayısıyla o da يَمّ’dir.
Kur’an da hem Nil Nehri’ni hem de Süveyş Berzahı’nı يَمّ olarak adlandırır. Ayrıca teyemmüm/تَيَمُّم kelimesi de bu köktendir. Ancak teyemmümün aslı teemmüm/تَأَمُّم ‘dür.
İma/إِيمَاء işaret demektir. Dolayısıyla يَمّ kelimesi ile aynı kökten açıklaması yapılamaz. Kur’an da böyle kelimeler vardır. Musa/ مُوسَىda أُسْوَة‘den oluşmuştur.
Mısır dilinde “mose” oğul demektir. Musa Firavuna evlat olduğu için ona bu ismi vermişlerdir. Kuran’da da seni “velid” iken büyüttük demesi de buna işarettir. Musa’yı bulan Firavun II. Tutmose’dir. Tut: tanrı demektir. Mose: oğul demektir. Tutmose: tanrının oğlu demektir. Buna uygun olarak da Musa Mose olarak isimlendirilmiştir. (Lütfi Hocaoğlu)
- “Yemmin içine ilka etmek” ne demektir?
Sandığa koyuyorsunuz, düzgün bir şekilde, dönmeyecek ve su girmeyecek bir şekilde koyuyorsunuz. Hava girmeli, çocuk havasız kalmamalı ama yağmur veya dalgalanmalar sebebiyle sandığa su girmemelidir. إِلْقَاء kelimesinin kavuşturma manası olduğu için bir tür güven içine sokma manasındadır. Tehlike sudaki tehlikeden daha büyük olmalı ki o işlemi yapmış olalım. Bu sebeple أَلْقِي kelimesini kullanıyor.
- تَحْزَنِي ve تَخَافِي kelimelerini karşılaştırınız. وَ ile atfedildiğine göre ne yönleri ile ayrıdırlar?
İnsanı zayıflatan sıkıntıya ‘hüzün’ denir. Havf ise korkudur.
İstenmedik olaylar cereyan ettiği zaman ona karşı davranışlarımızın ilki o olayın oluşmasını önlemektir. Buna cihat diyoruz. Bunu başaramayacağınızı anladığınız zaman savunma tedbirlerine geçersiniz ve onun etkisinden kurtulmak istersiniz.
Bugünkü faizli işçilik sistemi bu durumdadır. Bizim onu durdurmamız mümkün değildir. Nasıl ki dışarıda oluşan fırtınayı durdurma gücüne sahip değilsek, aynı şekilde faizli işçilik sistemini de durdurmamız mümkün değildir. Cihatta havfa geçmeliyiz. Yani onun etkilerinden korunmalıyız. Bu da altın bonosu ve borçlanmaların altın bonosu ile yapılmasıdır.
Üçüncü kademe ise sabır kademesidir. Öyle olaylar vardır ki biz onu önleyemeyiz, onun tesirinden de kaçamayız, normal olarak insanlar üzüntü içinde olurlar. Bu nevi olaylara musibet denir. Kur’an sabretmeyi tavsiye eder. Üzüntünün zararı var, yararı yoktur. O olayı önlemediği gibi kişinin başka işleri doğru yapmasına da mani olur. Sabrederse onun etkisi geçer ve insan başarılı şekilde yaşamaya devam eder. Virüsten dolayı üzülme yerine onu kabullenmeli, ölenler ölür kalanlar ise ülkeyi yaşatmaya ve geliştirmeye devam ederler. Ama ulusça hüzün duyup iş yapmaz hale geldiğimiz zaman sonuç hüsrandır.
- Havf etme ve mahzun olma uyarısının anlamı nedir?
Havf etme ve mahzun olma burada Musa’ya haram kılınır. Bize de haramdır. Kaza yapacağım diye trafiğe çıkmamak havftır. Zehirlenirim diye tehlikeli yerlerden kaçmak havftır. İnsan gerekli tedbirleri alır ama tehlike var diye yapmaktan vazgeçmez.
Biraz önce فَإِذَا خِفْتِ denir, şimdi ise “havf etme” der. Demek ki havfta iki davranışımız olur. Dengeli olarak tedbir alırız ama korkudan dolayı teslim olup iş yapmaktan kaçınmayız.
Bir hastayı tedavi eden sağlık personeli her zaman hastalığa yakalanma riskini taşır. Gerekli tedbirleri alır ama korkak olmaz, işine devam eder. Bütün işler böyledir. Her işte bir tehlike vardır. Bir işletmede her zaman zarar söz konusudur. Tedbirler alınır, işten kaçınılmaz hatta zarar olsa bile üretime devam edilir.
- Burada إِنَّا gelmiş de إِنَّنِي (إِنِّي) gelmemiş, neden?
Allah eğer bir şeyi kendi iradesiyle doğrudan yaparsa o zaman “Ben/ي” der, eğer onu görevlendireceği kullarına yaptırırsa o zaman da “Biz/نَا” der.
Burada Musa annesine reddedilir ama bu, doğal ve sosyal kanunlar içinde reddedilir. Onun için “Biz” der. Hüznün ve sabrın sonunda başarıya ulaşacağını ifade eder.
Türk Milleti inkılap esnasında kendisine uygulanan dinsizlik zulmüne sabreder. Sonunda o hüzünlü durum sona erer, inkılaplar Türkiye’nin aleyhine değil, lehine olur. Allah sünnetullahı öyle koyar ki sabredenler zafere ulaşırlar. إِنَّا nın manası budur.
- نَرُدُّهُ denmez de رَادُّوهُ denir, neden?
Fiil yerine ismi fail kullanılır. Bunun anlamı şudur: Reddetmek bizim sünnetimizdir. “Bir defa sana reddetmeyeceğiz, bütün cereyan eden ve edecek olan benzer olaylarda biz hep böyle davranırız, bizim usulümüz budur.” der Allah.
- وَجَاعِلُوا daki وَ nereye atfeder?
رَادُّوهُ ya atfeder. Musa’yı annesine reddeder, Musa annesinin eğitiminde büyür.
Bir çocuk doğduğu zaman 7 yaşına kadar babasının çocuk üzerinde etkisi olmaz. Çocuk annesinin eğitimiyle kişilik kazanır. 7 ile 10 yaş arasında anne ile babanın ortak etkileri olur. 10 ile 15 yaş arasında, özellikle iş hayatında, kız olsun erkek olsun çocuğa babasının etkisi annesininkinden çoktur. Bu yaşlarda çocuk ailenin eğitimindedir. Yavaş yavaş topluluk devreye girer. Babası veya annesi bir konuda çocuğa “Bu işi artık kendi sorumluluğunda yapabilirsin.” derse artık onu geri alamaz. Böylece çocuk 15 yaşına geldiğinde artık tam sorumlu olur ve tüm hak ve görevler anne babasına karşı değil, topluluğa karşıdır.
وَ harfi Musa’nın sadece ailenin ferdi değil artık insanların yetkili kişisi olduğunu gösterir.
- نَجْعَلُهُ denmez de جَاعِلُوهُ denir, neden?
Fiille geldiği zaman yalnız fiile işaret eder. Fail olarak geldiği zaman ise bu fiilin kendi amaçları için fiil edildiği ifade edilir.
Allah yeryüzünde yarışma dengesini oluşturmuştur. Bir tarafta şeytanın hizbi vardır, o hizbe katılanlar Allah’ın onlara takdir ettiği işleri yaparlar. Allah’ın hizbi vardır, Allah’ın onlara verdiği görevleri yaparlar. Mürseller birbirine vâris olurlar ve Allah’ın risaleti Âdem’den kıyamete kadar devam eder.
Resuller dediğimiz zaman bucak başkanları anlaşılır. Bu bucakların bazıları merkez bucaklardır, il merkez bucağıdır, devlet merkez bucağıdır ve insanlığın merkez bucağı olan Mekke bucağıdır. Bunların hepsi birer topluluk olup bunların başkanları yeryüzündeki risalet vazifesini yürütürler. Bugün yaşayan resuller İslam birliğini oluşturdukları gibi şimdi hayatta olmayanlar da bu mürsellerin içerisinde yer alırlar. Resuller yani başkanlar bugün olduğu gibi belli dönem sonra sıradan kimseler olmazlar. Fahri başkan olarak başkanlıkları devam eder. Ancak onlar sadece haleflerinin başkanları olup diğer bütün görevliler faal başkanın emrinde hareket ederler. Fahri başkan aktif başkanla irtibat halindedir. Konuşmalarıyla ve hakemliğe gitme yetkisiyle topluluğa etki eder. Musa da bunlardan biridir.
- مُرْسَلِينَ deki marifeli erkek çoğuldan kimler kastediliyor?
جَاعِلُوهُ da anlattığımız gibi mürseller bucak başkanlarıdır. Bucak başkanlarının seçilmesi şeriata göre yapılır. İlmi dayanışma ortaklıklarının sorumlularından oluşan ilmi şura, siyasi dayanışma sorumlularından oluşan siyasi şura üyelerinden birini sıralama usulü ile seçerler. Böylece seçilen başkan bölgelere siyasi bölge sorumluları atar. Bu sorumlular ülke içindeki müminlerin erkeklerini kendisine asker olarak ortak eder. Eğer ülke askerlerinin 20’de 1’ni kendisine ortak edebilirse ordusunu kurmuş olur. Tüm ülkede ordular kurulduğunda başkan bütün vatandaşların başkanlığını kabul etmiş kimse haline gelir, başkanlığı kesinleşir. Belli yaş sınırına gelince yeni başkanı seçtirir ve kendisi de fahri başkan olur.
- Aşağıdaki kavramları karşılaştırınız.
- لقي-رضع
لِقَاء kavuşmak demektir. رضع ise رضي ile akraba bir köktür, رِضَى razı olmak demektir.
İnsanlarda sevgi denilen bir meleke vardır, belli kimselere karşı beraber olma arzusu doğar. Başlangıçta çocuklar anne babaları ile beraber olmak isterler. Eğer uzak düşmüşlerse kavuşma hasreti doğar. Kavuştukları zaman lika olmuş olur. Ergenlik çağına geldikleri zaman kız ve erkeklerin seçtikleri kimseler arasında yine böyle bir ilgi doğar. Sonra çocukları olunca çocuklarıyla beraber olmak isterler. Lika ile rıda/rıza yani isteğin yerine gelmiş olması birbirinin tamamlayıcısı kelimelerdir.
Bugün çocuklar okuyorlar. Kadınlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde çalışıyorlar. Çoğu zaman gece uyku esnasında bile birleşemiyorlar. İş yerleri ayrı yerde, kendileri ayrı yerdeler. Faizli işçilik sisteminin gereği budur.
Biz 100 lojmanlı işyeri apartmanları yaparak insanları çalıştıkları yerlerde oturtuyor ve aile içi likayı sağlıyoruz.
Bu iki kelimenin bu ayette eşleştirilmiş olmasının manası budur.
- حزن-خوف
Havf/ خَوْف ve hüzün/حُزْن, ikisi de istemediğin olaylarda duyduğun duygulardır. Birinde etkisinden korunmaya çalışırsın. Bu havftır. İkincisinde ise artık korunma gücün de yoktur, o anda teslim olmak zorundasın. Sabrettiğin takdirde hüznünün etkileri giderilmiş olur. Havfta o anda etkileri durdurma vardır. Hüzünde ise zamanla sorun çözülünce eski etkilerin düzeltilmesi vardır. Biz bugün havf içindeyiz, korunmaya çalışıyoruz. Adil Düzen geldiği zaman ise geçmişte cereyan eden haksızlıkları onarma görevimiz olacaktır.
- خوف- وحي
Havf/ خَوْفinsanın olayların etkisiyle beyninde oluşan gelecekle ilgili fikirlerdir, duygulardır. Allah insanı öyle yaratmıştır ki tehlike arz eden işaretler vardır, insan o işaretlerden bilgi alır ve gerekli tedbirleri yapar. Yağmurdan evvel bulutların gelmesi bu tür bir olaydır.
Allah doğa olaylarında havfı insanın melekesi yaptığı gibi sosyal olaylarda da böyle duygular vardır. Gelecek tehlikeleri sezer ve ona karşı tavır alır.
Örnek olarak virüsün aşısı karşısında insanların davranışlarıdır. Daha önce bu husustaki yazıları Sermaye doları ile bastırarak yayınlanmasına imkân vermedi ama halk bir basın desteği olmadığı halde sokaklara döküldü. Seçimlerde de böyledir. Ekrem İmamoğlu büyük bir farkla başkan oldu. Başkan olmasını biz de destekledik ama o kısa zamanda İstanbulluları birleştiren nedir? İşte bu vahiydir. İcmayla sabit olursa kesin kabul edilir.
- ردد-جعل
“Ca’l etmek” görev vermek demektir. Cumhurbaşkanı birisini vali yapar veya bakan yapar. Bu ca’ldir. Kabul eder veya etmez. Kabul etmezse bu görevi reddetmiş olur. Eğer farzı kifaye ise o işi yapacak başka kimseler de varsa, kişinin kabul etme veya reddetme hakkı vardır. Ama yapacak başka kimse yoksa görevlendirilen kimse ya o topluluğu terk edecek yani oradan hicret edecek yahut o görevi kabul edecek.
İşte, ca’l ile redd kelimeleri bizi bunların üzerinde düşünmeye çağırmaktadır.
- يمم-رسل
يَمّ suyun durgun akmasıdır. رِسْل ise suyun damın saçaklarından olabildiği süratle boşalmasıdır. Burada iki hareket karşılaştırılıyor. Biri dengelenmiş ivmesiz hareketi, diğeri ise ivmeli hareketi ifade etmektedir. Işık hızı son hız olduğu için dengeli harekettir. Yer’in Güneş etrafında dönmesi de dengeli harekettir ama taşın yere düşmesi dengesiz harekettir.
Bu karşılaştırmayı yapmamız için bu kelimeler eşleştirilmiştir.
- ءمم-ءسو
أَمّ İmam olmak veya umuma uymak anlamındadır. Herhangi bir harekette o hareketi yöneten kimsenin yaptıklarını yapacak, dediklerini dinleyeceksin. Bunlar fiili görevlerdir. Görevde oldukları zaman bize etkileri vardır. Görev dışında herhangi bir zorunluluğu olan etkileri yoktur.
أُسْوَة ise örnek olmaktır. أُسَاوَة ilaç demektir. İlaçta esas olan birisi kullanmışsa ve iyileşmişse onun ilaç olmasıdır. Musa ‘eczacı’ demektir. Davranışları örnek alınacak insan demektir. أُسْوَة‘de devamlılık vardır ama beraberlik yoktur. Namazı beraber kılarsınız ama orucu beraber tutamazsınız.
Toplu hareket etmek isteyenlerin örnek aldıkları kişilerden biri annedir, biri de batılıların ‘filozof’, Müslümanların ‘hekim’ dedikleri kimselerdir. Anlatıldığı gibi aynı iki görevi yapan ama görev yapma şekli farklı olan kimseleri karşılaştırmaktadır. Tarikat ile şeriat arasındaki beraberlik ve ayrılık bu türdendir.
- عَلَيْهِ - إِلَيْكِ
عَلَى ile إِلَى harfi cerdirler. عَلَى intiha-i gaye içindir. Bir fiilin orada bitmesi demektir. إِلَى‘da fiil ile sonuç arasında bir ilişki yoktur. عَلَى’da ise fiilin yani harfi cerden önce gelenin harfi cerden sonra gelene etkisi vardır. إِلَى harfi ceri مِنْ‘e eştir. عَلَى ise عَنْ’a eştir. Bu iki harfin de intiha-i gaye için olduğuna işaret etmek için burada eşleştirilir.
- إِنَّا - فَإِذَا
إِنَّا ‘biz’ demektir. إِنَّ ve نَا‘dan oluşur. Olması kesin olmakla beraber tereddütlü olan cümlelerin başına إِنَّ gelir. نَا da نَحْنُ yerine gelir. إِذَا burada olacakları kesin olanları bildirmek için gelir. Bunu bize bildirmek için bu ayette eşleştirilirler.
- أَنْ- مِنْ
أَنْ mastar harfidir. Kendisinden sonra gelmiş olan fiilin mastarını kastetmiş olur. Bir olayı belli bir maksada tahsis etmek için getirilir. عَبَسَ وَتَوَلَّى أَنْ جَاءَهُ الْأَعْمَى derken “A’ma geldi diye a’büs oldu (kaşını çattı) ve döndü.” demiş olur (Abese 80/1-2). Sebebiyeti bildirir. Teb’iz için gelen zarf harfi eğer sebebiyeti de içerirse مِنْ kullanılır. مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ derken ‘Cuma günü olduğu için namaz kılıyoruz’ anlamı çıkar. Gün aynı zamanda namazın sebebidir.
İkisinde de bu sebebiyet ortaklığı olduğu için bu ayette eşleştirilirler.
- إِلَى- فِي
إِلَى intiha-i gaye içindir. فِي ise zarf içindir. “Ben İstanbul’dan Ankara’ya gittim” desen, Ankara’nın içine girmek gerekmiyor, sınırına varmak yeterlidir. “Ben Almanya’da Hamburg’a kadar gittim” desen, Hamburg’un içine girmen gerekir. إِلَى‘nın eldeki dirsekleri de içermesi (Maide 5/6) bu kurala dayanır. Eşleştirmeden kasıt budur.
Öz Türkçe ile:
“Ve Musa’nın annesine ‘Onu emzir. Onun için korktuğunda onu akarsuya koy, korkma, üzülme biz onu sana geri çevireceğiz, onu elçilerden yapacağız.’ diye bildirdik.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve Musa’nın ümmüne ‘Onu irza’ et. Onun için havf edersen onu yemm içine ilka et. Havf etme, mahzun olma, onu sana redd edenleriz ve onu resullerden ca’l edenleriz.’ diye vahyettik.”
وَأَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّ مُوسَى أَنْ أَرْضِعِيهِ فَإِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَأَلْقِيهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَافِي وَلَا تَحْزَنِي إِنَّا رَادُّوهُ إِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلِينَ (7)
***
فَالْتَقَطَهُ آلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُوًّا وَحَزَنًا إِنَّ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا كَانُوا خَاطِئِينَ (8)
Fa iLOaQaOHuv EAvvLu FıRGaNa Lı YaKUvNUv LaHuM GaDuvVan Va XaZaNan EinNa FıRGaVNa Va HAvMAna Va CuNUvDa HauMAv KAvNUv PAvOIEİyNa
“Firavunun ali onu, onlara aduv ve hazen olsun diye iltikat etti. Firavun, Haman ve ikisinin cundları hata edenler oldular.”
فَالْتَقَطَهُ آلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُوًّا وَحَزَنًا إِنَّ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا كَانُوا خَاطِئِينَ (8) |
كَانُوا يَكُونَ الْتَقَطَهُ | عَدُوًّا حَزَنًا | فِرْعَوْنَ فِرْعَوْنَ جُنُودَهُمَا خَاطِئِينَ | آلُ هَامَانَ | لَهُمْ لِ إِنَّ | وَ وَ فَ وَ |
الْتَقَطَهُ إِنَّ عَدُوًّا حَزَنًا جُنُودَهُمَا خَاطِئِينَ آلُ- هَامَانَ لَهُمْ لِ فَ وَ |
(1+2+2+2+2+2)+ (1+2+2+2) =18 =16+2 |
- فَالْتَقَطَهُ ‘daki فَ harfi ne harfidir, nereye atfeder?
فَ harfi takip Fa’sıdır. “Annesine böyle söyledik, böyle vahiy ettik” dedikten sonra “Böyle yaptı” cümlesini hazf ederek فَ harfi ile ondan sonraki olayları anlatır. Musa’nın annesi Musa’yı suya bıraktı, Nil onu aldı ve sarayın yanına getirdi, orada Firavunun âli onu iltikat etti. “İlka et” dedikten sonra arkasından “İltikat ettiler” der. O halde iki فَ harfi arasında bir olay zikredilirse kesintisiz devam etti demektir. Arada kesinti olursa ثُمَّ harfi kullanılır. “Ben Ankara’da görev yaptım, sonra İzmir’de çalıştım” derseniz, Ankara’dan sonra başka yerlerde de çalıştığınızı, sonra İzmir’e gittiğinizi söylemiş olursunuz. “Ankara’da görev yaptım, arkasından İzmir’e gittim” derseniz araya başka işler girmemiş olur.
- الْتَقَطَ kelimesini inceleyiniz.
Firavunun yakınları sandığı görürler, Musa’yı çıkarırlar. Böyle sahibi bulunmayan ama değerli olan şeye لُقْطَة denir. İnsan olunca لَقِيط olur. Her ikisinin fiili aynıdır.
“İltikat etmek”, sahipsiz bir köleyi bulma, sahipsiz bir eşyayı ele geçirme demektir.
Firavun’un âli bunu لَقِيط veya لُقْطَة kabul ederek Firavun’a götürürler.
Burada iki hüküm çıkar. Âlin iltikat ettikleri onların olmaz, sahiplerinin olur. Bir köle bir şeyi iltikat etse onun olmaz veya bir çocuk bir şeyi iltikat etse onun olmaz. Çocuğun çocukken ürettikleri onun değil velisinin olur. Dolayısıyla Musa, Firavunun iltikat ettiği olur. Ya da o bir çocuk olduğu için Firavuna götürmek zorunda kalırlar.
- Buradaki zamir (فَالْتَقَطَهُ) nereye gider?
Buradaki zamir Musa’ya gider. “Onu ilka et” der. O sandığın içine ilka edilir. Sonra iltika edilir.
- Firavun’un âli kimlerdir?
Firavun’un görevlileri âli değildir. Firavun hanedanına mensup olanlar, gelinleri ve damatlarıyla, sıhri veya nesebi yakınlığı olan kimselerden oluşmuş gruplardır. Sarayın içinde bunlar yaşar. Bunlar suyun kenarında yüzmek için veya hava almak için bulunurlar. Onlar bulurlar.
- آل ile أَهْل arasında ne fark vardır?
آل kelimesi de أَهْل kelimesinden dönüşür. Çok söylendiğinden ه harfi düşer, yerine و gelir, o da ا‘e dönüşür. Kelimenin içeriği ‘birinci derece’ manasındadır. Yani ilk olanlar demektir. İnsanın iki çevresi vardır. Birisi sosyal çevredir. Diğeri de biyolojik çevredir. أَهْل sosyolojik çevreyi, آل ise psikolojik çevreyi oluşturur.
- لِيَكُونَ‘daki لِ harfi neyi ifade eder?
Yapılan bir işin illeti vardır. Hazırlıklar yapılmışsa şartlar müsaitse illetin yapılmasıyla sonuç elde edilir. Bir evin elektrik tesisatını yapmak, abone olmak, elektriği bağlatmak, bunların hepsi sebeptir. Bunların hiçbirisi lambayı yakmaz. Anahtarı çevirdiğimiz zaman ışık verir. İşte, anahtarın çevrilmesi lambanın ışık vermesinin illetidir. Bunu بِ ile ifade ederiz. Lamba yanar ama bizim gayemiz lambanın yanması değildir. Bizim gayemiz onun ışığında oturup yazıyı yazabilmemiz, çevreyi görebilmemizdir. İşte bu da elektrik tesisatının ve aydınlatan lambanın hikmetidir. Bu da لِ harfi ile gösterilir. Sebepler ve illet بِ ile, hikmet ise لِ ile ifade edilir.
Kendilerine sorun olsun diye iltikat ederler. Onlar farkında olmadan böyle davranırlar. Bu bir mecazdır. “Sokağa çıkma yasağı koyuyorlar insanlar hasta olsun diye” dediğimizde onları hıyanetle itham etmiyoruz, yaptıkları işin öyle olduğunu söylüyoruz. Oysa onlar hastalıkları önlemek için bunları yapıyorlar. Kur’an burada bu edebi sanatı anlatır. Bu sanatın da meşru olduğunu ifade eder. Tüm senaryolar yalandır ama öğretici oldukları için meşrudur. Buralardan istidlal ediyoruz.
- لِيَكُونَ‘nin faili (ismi) nedir?
Musa’dır. Yani Musa’yı sudan almasalardı kendilerine havf ve hüzün olmayacaktı. Aldıkları için bu sonuca vardılar.
Burada bir şeye daha işaret edilir. Gereksiz işler yapılmamalıdır. Sırf herkes yapıyor diye bizim de onu yapmamız gerekmez. Yararlı olacaksa veya zararı def edecekse onu yapmalıyız. Hâlbuki bizimkiler bir kanunu savunurken hep dünyada olanları örnek alırlar ve onları anlatırlar. Yazarlarımız da bunu yapmayalım dünyada adımız kötüye çıkar derler.
Kendimizi başkalarına beğendirme hastalığımız vardır.
Önce kendimizi kendimize beğendirmeliyiz. Sonra da bütün insanlığın beğendiği işleri tercih edebiliriz. Ama önce bizim beğendiğimiz işleri yapmalıyız.
- لَهُمْ‘daki هُمْ nereye işaret eder?
Firavunun âline işaret eder.
Saray halkı, memleketi kendi toprakları olarak kabul eder ve memleketi değil sarayın varlığını merkeze alır, sarayın yararına olanı korumak ve yaşatmak ister. Merkezi yönetimler böyledir. Cumhuriyet bunu bırakmak anlamında oluşmuş bir yönetim olmakla beraber, Ankara’da oturanlar Ankaralıların saadeti için çalışırlar, devlet adı altında Ankara bürokratlarının bir mülküymüş gibi hareket ederler.
Buradaki zamir de آل kelimesine gider. Aynı mantık içinde oldukları anlatılır. Şeriatta da merkez bucakları vardır, onlar da kendi çıkarlarını düşünürler. Ne var ki şeriatta merkez bucaklarıyla taşra bucakları arasında bir statü farkı yoktur. Yargı karşısında eşittirler. Sadece her semtin işi ayrı ayrıdır ve hepsi yargı denetimindedir.
- Aduv ve hüznü onların lehinde sayıyor. عَلَيْهِمْ demiyor. Neden?
Birçok hüzün ve düşmanlık olayları vardır. Düşman onu aleyhte olmak üzere tezgâhlamaktadır ama görünürde lehte imiş gibi göstermektedir.
Misal olarak rüşvete ceza koymaktır. Aslında iyi gibidir. Rüşveti önler ama şeriatta rüşvet suç değildir. Bir adam rızasıyla bir şeyi başkasına vermiştir. Bizim ona müdahale yetkimiz yoktur. Ama rüşvet alan zaten hukuka uygun bir iş yapmışsa bir sorun yoktur. Rüşvet veren niye vermiştir? Haklı olduğuna göre yargıya gitseydi hakkını orada alsaydı. O da rüşveti tercih ettiyse o kaybetmiştir. Topluluğumuzun da burada bir zararı yoktur. Neden suç olsun? Ancak suça konan yasak rüşvete teşvik eder. Rüşvet veren de suçlu olduğu için verilen rüşvetin istidasını isteyemez. Dava açamaz. Oysa şeriat düzeninde yargıya gider “Rızam olmadan bu meblağı aldı.” der ve bunu ispatlarsa parasını geri alır. Bu da rüşveti önler.
İşte, birçok olay vardır ki lehte göründüğü halde aleyhte olur. Şeriata ve ilahi vahye bunun için ihtiyaç vardır. Şeriatı incelediğimizde bu nevi hatalar hiç görülmez. Bundan dolayıdır ki vahye dayanan şeriatlar binlerce sene yaşar.
- عَدُوًّا ve حَزَنًا kelimelerini karşılaştırınız. وَ ile atfedilmiştir, aralarında ne fark vardır?
عَدُوّ cephe kurup karşı tarafa zarar vermek veya karşı tarafa sözünü geçirmek için oluşmuş bir duygudur. Bu duygu maddi olaylardan oluşturulur. Silah veya ekonomi saldırılarıyla ortaya çıkar. حَزَن‘de ise karşı taraf sana yönelmiş bir fiil olmasa da öyle bir fiil yapar ki sen burada üzülürsün.
Musa Firavun’a hem عَدُوّ olur hem de حَزَن olur. عَدُوّ olur çünkü İsrail oğullarını alıp götürür. Böylece Mısır ekonomisine darbe iner. حَزَن olur çünkü Musa âlemlerin Rabbine inanması gerektiğini savunur, Firavun ise kendisini ilah olarak takdim eder. Musa’nın fikirleri Mısır’a yayılır.
Bugün biz semt kooperatifleri kuruyoruz. Sermaye’nin fabrikalarında çalışanları alıyor özgürlüğe kavuşturmaya çalışıyoruz. Bu adavettir. Diğer taraftan semt kooperatiflerinde kendileri için iş yaptırdığımızdan dolayı onlar için hüzün oluyoruz. Musa’nın kıssası ile Allah bunu yapmamızda gayrimeşru bir durum olmadığını bize bildirmektedir.
- Bundan önceki ayette خوف ile حزن, bu ayette عدو ile حزن karşı karşıya getirmiştir. عدو ile خوف köklerini karşılaştırınız.
Düşmanlık korkutmayla oluşur. İki taraf da karşı tarafın kendilerine saldıracaklarını düşünür ve saldırı olmadığı halde ordular bulundurur. Bu خَوْف yani korkudur. Aynı zamanda bu ordular sayesinde savaş olmaz. Ordunun yani askerliğin bir kuralı vardır: Düşmanını kesin olarak yeneceğine inanmazsan onunla savaşa girmezsin. Dolayısıyla dengeli orduların bulunduğu bir dünyada savaş olmaz. O halde ordular yalnızca savaşmazlar, asıl görevleri caydırıcılıktır. İşte bu kelimeler bu manaları taşır.
- حَزَنًا‘den sonra إِنَّ gelir, atıfsız gelir, ne anlamı vardır?
إِنَّ kelimesi görünürde yanlış olan ama gerçekte doğru olan bir şeyi ifade için kullanılır. Burada yorum olduğu için kemali ittisal vardır. Dolayısıyla وَ harfi gelmez. Firavunun ve ordunun hata etmekte olduğunu bildirirken görünürde doğru iş yapıyorlardı ama gerçekte aleyhlerine bir işti.
Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkanlar bir imparatorluk yerine 50’ye yakın devletin bağımsız olarak kurulmasına da neden oldular.
Sosyalistler de aynı hatayı yapmışlardır. Dinleri ortadan kaldıracaklardı, oysa dinler sosyalizm sayesinde kendilerini yenileyerek üçüncü binyılın hâkimi olacaklar.
- هَامَانَ kelimesini inceleyiniz.
Haman/هَامَانَ Firavunun vezirinin adıdır. Gerek Firavun gerekse Haman özel isim değil makam ismidir, hükümdar ve başbakan anlamlarına gelirler.
Merkezi yönetimlerin özelliğidir. Hükümdarlar sadrazamları görevlendirir, mühürlerini ona teslim eder, o sultanın bütün yetkilerini taşımış olur, iş çıkmaza girince gerekirse vezir kurban edilir. Bugünkü parlamenter sistemler de bu ilkeye dayanılarak oluşturulmuştur.
- İkisinin ortak ordusunun (جُنُودَهُمَا) manası nedir?
Bugünkü parlamenter sistemde başbakanla cumhurbaşkanı eşit derecede yetkili ve etkilidirler. Hükümeti başbakan kurar. Başkan hükümeti onaylar. Başkan hükümeti değiştirme yetkisine bile sahip değildir. Başbakana emredemez. İşte bu sistem Firavun düzeninde oluşmuş bir sistemdir. Teşkilatı Haman kurduğu için ikisinin ordusu olur. Biri atar, öbürü onaylar. Bu sistem Firavundan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda benzer şekilde çalışmıştır. Sadrazamlık Abbasilerde de mevcuttu.
- آل kelimesini buradaki “Firavun, Haman ve ikisinin orduları” ifadesiyle değerlendiriniz.
Buradaki “Firavun, Haman ve ikisinin orduları” ifadesiyle de آل‘i yorumlayabiliriz. O zaman bu ayette geçen آل kelimesinin yorumu olabilir. إِنَّ‘den önce وَ gelmediğine göre bu mana daha doğrudur. O zaman آل bugünkü tabirle iktidar yani bir yönetimde sözü geçenler demektir.
- كَانُوا kelimesinin manası nedir?
ك harfi oluşu bildirir. Kâinatın 3 tarafı vardır. Biri onun var edicisidir. Diğeri de var edilendir. Var edicisi ه harfiyle gösterilir. Boğazın en altından çıkar. Yaratılanlar ise sadece araçtır, muhatap değildir. Sebep kelimesiyle ifade edilir. Dudaktan çıkan harflerle temsil edilir. Bir de aralarında var olan varlık vardır. O da ben ve seniz. Türkçede ben ile ifade edilir. “Bir ben vardır benden içeru” derken içerde olan o ben insandır. Kur’an Arapçasında ise bu sen ile ifade edilir ve كَ harfiyle gösterilir.
كَ sen demektir. ن ise nekreliği belirsizliği taşır. كَانَYardımcı fiil olarak kullanılır. Bir fiilden önce gelirse onu dili veya mişli geçmiş zaman yapar. Eğer yardımcı fiil olarak kullanılmamışsa o zaman da oluşu ifade eder. كَانَ اللَّهُ عَلِيمًا dediğimizde, ‘Önce bilmiyordu sonra bildi.’ demek değildir, ‘O varlığı ile bilmektedir.’ demektir.
- خَاطِئِينَ kelimesini inceleyiniz.
Konuşulurken harfte değişiklik yapılarak manada da değişiklik sağlanır. خَطّ düz çizgi, خَطْوَة ise zikzaklı çizgi demektir. “Hata etmek” yanlış yapmak demektir. Yanlış da yana kaymaktan gelir.
- خَاطِئِينَ Nekre erkek çoğul gelir, neyi ifade eder?
Marifeli kurallı ismi failler belli bir topluluğu ifade ederler. Harfi tarif istiğrak için gelirse aynı türden olan bütün kimseleri içerir. Nekre olarak gelen ismi failler de topluluğun sıfatı olurlar ama bir topluluğu ifade etmezler, o özelliği taşıyan toplulukları ifade ederler. Burada da “Hata eden topluluklar idiler” diyor.
- Buradaki Musa kıssası ile cemaatin ABD’de güçlendirilmesi ile ilgili bir karşılaştırma yapınız.
Sovyetler yıkıldıktan sonra ABD Sovyet ülkelerine girip teşkilat kurmak istedi. Ancak bu teşkilatı kuracak İngilizler veya İngilizce bilenler yoktu. Ruslar da İngilizce bilmiyorlardı. Çok zorluklar içinde olunan bir durum vardı, o ülkelerde otel yoktu, lokanta yoktu. Varsa bile batılı standartlarda değildi.
CIA İngilizce öğretmek için orada kolejler açmayı düşündü. Bunu yapacak da yalnız Türkiye vardı. S. Demirel’e teklif etti. Demirel de cemaati görevlendirdi. Cemaatin birçok ülkede okulları açıldı. Çok da başarılı oldular. Başka ülkelerde de okullar açmaya başladı. ABD bundan rahatsız oldu. Sonunda Gülen’in ABD’ye gitmesi şartıyla dünyada okullar kurmasına izin verdi, destekledi. Böylece cemaat çok güçlü hale geldi. Bugünkü durum budur.
ABD İslamiyet’i kendi amaçları için kullanacağını zannetti, bence hata etti, İslamiyet onları kullandı. Benzer hata devam etmektedir. Cemaate yapılan baskı bu cemaati dağıtmadığı gibi aksine kendi aralarında gizli iş birliğini artırıyor. Her ülke cemaati bağımsız hale gelip orada kendi anlayışlarına göre İslami faaliyetlerine devam etmektedir. Yarın biz Bin Dil Üniversitesi’ni kurduğumuz zaman üniversitemiz sağ duyulu olanlar ile iş birliği yaparak Türkçe bilen öğrenciler bulacaktır. Teşkilatlar yani cemaat mensupları CIA’nın etkisinden kurtulabilirlerse daha aktif hale gelerek özgür olabilirler ve kendi iradeleri ile hareket eder hale gelebilirler.
- Cemaatin ileri gelenlerinin Amerika’ya gitmelerini, CIA’nin emrine girerek dünyada okullar kurmalarını bu yönüyle değerlendiriniz.
Firavun Musa’ya ve İsrail oğullarına baskı yapmış, sonunda onun baskısıyla İsrail oğulları Arabistan çöllerine düşmüş ve 40 senelik eğitimden sonra Kudüs’te devlet kurmuş. O devletin oluşturduğu uygarlık gelişmiş ve bugünkü duruma gelmiştir.
Bugün Batı’nın ve Sermaye’nin Müslümanlara uyguladığı baskılardan dolayı Müslümanlar bilinçli hale geliyorlar, birleşme yollarını arıyorlar, yeni uygarlık kurma hazırlığı içine giriyorlar. Sermaye aynı zulmü Hıristiyanlığa yaparak onları da perişan etmişse de şimdilerde Hıristiyanlar da kendilerine geliyorlar ve üçüncü binyıl uygarlığının arifesinde Müslümanlar ile iş birliği imkânları arıyorlar.
- Bundan sonra ne olabilir, onu tahmin etmeye çalışınız.
Tarih yazılmış bir senaryodur. İnsanlar o senaryoyu oynarlar. Oyuncuların senaryoya katkıları vardır ama senaryo değişmez. Allah’ın yazdığı senaryoyu insanlar oynarken senaryoya katkıları kuantum seçenekleri çerçevesinde elbette olur. Seçeneklerin olması senaryo içinde yer alır.
İnsanlık faizli işçilik sisteminden karz-ı hasenli teavün şirketine geçecektir. Bu, kaderdir. Bunun değiştirilmesi mümkün değildir. Geçişte seçenekler içinde elbette katkılar olur.
Günümüzden başlayarak gerisin geriye tarihi incelediğimizde şeriat düzeninde, ortaklık düzeninde işledikleri cinayetler hep burada zikredilen hatadan ibarettir. Onlar hata yaparken hak düzen zafer kazanır.
- Aşağıdaki kavramları karşılaştırınız.
- الْتَقَطَ- إِنَّ
Ayette الْتَقَطَ kelimesi إِنَّ ile eşleştirilir. Bunun bizde çağrıştırdığı, kaybolmuş yitmiş bulunan şeriat düzeninin tekrar Allah tarafından bulunacağı, ortaya çıkarılacağı fikridir. Medreseler kapanmış, tarikatlar yağmalanmış, Kur’an unutulmaya giderken bugün canlanmış durumdadır. Artık herkes İslamiyet’e sözle de olsa teslim olmak zorunda kalmıştır. Avrupa’da da papalık son sözü söyler. Yeniden İslamiyet ortaya çıkmakta ve yenidünya düzenini diğer ilahi kitaplarla beraber Kur’an ile kurma hazırlığındadır. Kur’an’a göre hazırlanan Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası sorunları çözen tek çalışma olarak görülmektedir. Yitmiş olan şeriat, Allah’ın düzeni içinde yeniden dirilmektedir.
- عدو-حزن
عَدُوّ karşıdaki cephede olanlara zarar verme şeklinde ortaya çıkar. Yani karşı tarafı etkisiz hale getirmek istersin. حَزَن‘de ise sen onu aleyhine bir iş yapmazsın ama senin yaptığın iş onu mahzun eder. Sen ona cephe kurmuş değilsin.
- جند-خطء
Ordular savaşmak için vardır. Karşı tarafı yeneceklerine karar verirlerse bir bahane bulup savaşırlar. Eğer yeneceklerine tam kanaatleri gelmezse savaşa girmez, saldırmak isteyenle uzlaşırlar. Taviz verirler, onların üstünlüğünü kabul ederler. Savaşın olması için yeneceğine mutlak karar vermesi gerekir. İki ordu da yeneceğine karar verirse savaş olur. Hâlbuki birisi hata etmektedir. Hata olmadan savaş olmaz. İşte, ordu demek hata eden demektir. %50 de olsa savaşanlardan biri hata ediyordur. Bu kelimeler bunun için burada eşleştirilir. Kur’an’ın başka yerinde bu daha açık olarak beyan edilir.
- ءول-همن
آل izah edilirken başkanın yardımcısının ve örgütlerinin âli teşkil ettiğini anlatmıştık. Burada da Haman olmadan âlin olamayacağı belirtilir. Ailede baba başkandır, anne başbakandır. Çocuklar ile anne baba ordudur. Dolayısıyla bir aile de آل’dir.
- لَهُمْ- لِ
Tek başına لِ ile, هُمْ ile beraber لِ eşleştirilir. Bu da beraberliğin, birlikte olmanın herkesin lehine olduğuna işaret eder. Allah canlıları bir arada iş yapsınlar diye var etmiştir. Bu ayet bize beraber olmanın iyilik sağladığını öğretir.
- وَ-فَ
وَ ve فَ ikisi de harfi atıftır. Birinde tertip yoktur. Atfedilenler arasında ayrılık vardır ama aralarında ilgi vardır. فَ’de ise tertip mevcuttur. İkincisi birincisinin arkasından gelir. Bunlarda da farklılık ve yakınlık vardır.
Bugünkü matematik “Ve” ve “Veya” üzerine kurulur. 1 ve 0’la ifade edilir. Dolayısıyla matematikte sıra söz konusu olmaz, onun matematiği yapılamaz. İleride فَ harfi de devreye girer ve o matematik de sırada yerini almış olur.
Dolayısıyla وَ ve فَ üzerinde durmamız gerektiğine bu ayette işaret vardır.
Öz Türkçe ile:
“Firavunun yakınları kendilerine düşman ve üzüntü olsun diye onu buldular. Firavun, Haman ve ikisinin orduları yanlış yapanlar oldular.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Firavunun ali onu, onlara aduv ve hazen olsun diye iltikat etti. Firavun, Haman ve ikisinin cundları hata edenler oldular.”
فَالْتَقَطَهُ آلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُوًّا وَحَزَنًا إِنَّ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا كَانُوا خَاطِئِينَ (8)
***
وَقَالَتِ امْرَأَةُ فِرْعَوْنَ قُرَّةُ عَيْنٍ لِي وَلَكَ لَا تَقْتُلُوهُ عَسَى أَنْ يَنْفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (9)
Va QAvLaTı EiMRaEaTuFıRGaVNa QurRatu GaYnın LiYa vA LaKa LAv TaQTuLUvHuv GaSAy EaNYaNFaGaNAv EaV NatTaPıZu HUv Va LaDan Va HuM LAv YaŞGuRUvNa
“Firavunun imrei ‘Bana ve sana aynın kurrası diye onu katletmeyelim. Bize menfaa’t etmesi veya onu veled ittihaz etmemiz olabilir.’ diye kavl etti. Onlar şuu’runda değillerdi.”
وَقَالَتِ امْرَأَةُ فِرْعَوْنَ قُرَّةُ عَيْنٍ لِي وَلَكَ لَا تَقْتُلُوهُ عَسَى أَنْ يَنْفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ |
قَالَتِ عَسَى | يَنْفَعَنَا يَشْعُرُونَ تَقْتُلُوهُ نَتَّخِذَهُ | امْرَأَةُ قُرَّةُ عَيْنٍ وَلَدًا | فِرْعَوْنَ هُمْ | | لِي لَكَ لَا لَا | أَوْ وَ وَ وَ أَنْ |
قَالَتِ- عَسَى, يَنْفَعَنَا- يَشْعُرُونَ, تَقْتُلُوهُ -نَتَّخِذَهُ, امْرَأَةُ- قُرَّةُ عَيْنٍ- وَلَدًا فِرْعَوْنَ- هُمْ لِي- لَكَ أَوْ وَ |
(2+2+2)+(2+2+2)+(2+2)+(3+1)+1= 16+4+1 |
- وَقَالَتِ‘deki وَ nereye atfeder?
فَالْتَقَطَهُ‘ya atfeder. Firavunun âli bunu devletin bir kimsesi olarak kabul edip o şekilde değerlendirirken, Firavunun karısı onun karı koca olarak Firavun ve kendisine ait olmasını ister. Bunun için ortaya çıkıp görüşünü söyler. Onlardan Musa’yı talep eder. Firavunun âli olarak değil Firavunun eşi olarak talep eder. Bunun için وَ harfi gelir.
- Firavunun karısının devreye girmesi ile Mısır’da Firavun karısı olanın durumu nedir?
Topluluğu erkekler oluşturur. Kadınların da topluluğu vardır ama kadınların topluluğu aşiret seviyesindedir. Mahallenin kadınları ayrı topluluk oluştururlar. Mahallenin erkekleri ayrı topluluk oluştururlar. Mahallenin kadınlarının topluluğu diğer canlılar gibidir. Toplulukların topluluğu olmaz. Hâlbuki erkekler bucak, il, ülke hatta insanlık olmak üzere iç içe topluluklar oluştururlar. Bundan dolayıdır ki devlet erkeklerin topluluğudur. Kadınlar da devlet içinde yer alırlar ancak devlet savaş ve nafaka temini için oluşturulur. Kadınların bu görevlerde zorunlu görevleri olmadığı için kadınlar yardımcıdırlar. Dolayısıyla başkanların hanımları başka seçim olmadan kendiliğinden yardımcı başkan olurlar. Bu husus hala devam eder. Başkanların eşleri seçilmedikleri halde etkili olurlar. Mısır’da da durumun böyle olduğu anlaşılır. Peygamber Muhammed’in eşi Hatice de böyle etkin bir eş olma görevini yapmıştır, İslamiyet’in kuruluşu onun desteği ile gerçekleşmiştir.
- Bu ayetten Mısır’da tek evlilik olduğu sonucu çıkarılabilir mi?
Firavunun karısı dendiğine göre marifeli olarak birisinin olması gerekir. Eğer çok eşli olsaydı امْرَأَةٌ لَهُ derdi. امْرَأَةُ فِرْعَوْنَ dediğine göre Firavunun tek eşi vardır. Belki köleleri vardı ama bu ayete göre ikinci eşi olmadığı anlaşılır.
- قُرَّةُ عَيْنٍ ifadesinin mübtedası nedir?
قُرَّةُ عَيْنٍ haberdir. Mübtedası hazf olur. Musa’dır. Hazf edilen mübteda Musa olduğu gibi لِيَكُنْ de olabilir. “Bana ve sana kurretü ayn olsun” der. Haber cümlesi değil de inşa cümlesi olmuş olur.
- قُرَّة ile عَيْن kelimelerini karşılaştırarak anlamlarını açıklayınız.
قَرَارَة küçük derelerin toplanıp durgunlaştığı göldür.
İnsan sıkıntıda olduğu zaman veya yalnız kaldığı zaman kendisine arkadaş arar, derdini dökeceği insanı arar. Gözü çevrededir. Nereden kimin geleceğine bakar. Birisi geldi mi artık arkadaşını bulmuştur, yalnızlık sorunu çözülmüştür, kimseyi beklemez, aksine kimsenin gelmesini istemez.
Bu durumu ifade etmek için gelen kimse gözün kararı olarak vasıflandırılır.
Firavun ve karısının çocukları yoktur. İkinci eş de meşru olmadığı için çocuk da beklemezler. Ama kararsızlar. Kendilerinden sonra ne olur, koskoca Mısır kime kalır?
İşte “Evlat ediniriz.” ifadesinde de izah ettiği gibi “Benim ve senin başka vâris aramamıza gerek kalmasın.” der.
- Türkçede de “gözün aydın olsun” derler, bu kelimelerle ne ifade edilmiştir?
Arapçadaki قُرَّةُ عَيْنٍ ifadesini Türkler böyle ifade ederler. Türklerin aydın demeleri böyle derin manayı ifade etmez. Dışarıdan aktarılan kavramların tatsızlığı buradadır. Ondan dolayıdır ki biz bozulmuş dil sayesinde uygarlığımızı kurarken derin iç manalar ifade eden yerel dillerin de korunması taraftarıyız. Her ülkenin ayrı dili olacak, Arapça ve Latince ise insanlık dili olacaklar. Ancak bu diller konuşulan diller değil, ilim çevrelerinin yazı dili olacak. İllerin duyguları ifade eden sanat dilleri, bucakların yazılı belge dilleri, ocakların ise yaşama dilleri olacaktır. Böylece bütün dünyada hem birlik sağlanacak hem de halk sezgileriyle oluşturduğu dilleri ile saadet içinde yaşayacaktır.
- “Bana ve sana” diyor, “لَنَا/bize” demiyor, neden?
لَنَا dendiği zaman aileye veya âle yani topluluğa, saraya anlamı çıkar. Burada özellikle bu çocuğun kendilerine özgü birisi olmasını isterler.
- لَا تَقْتُلُوهُ‘daki ت harfinin anlamı nedir?
Türkçede “Biz öldürmeyelim” deriz. Kur’an Arapçasında “Siz öldürmeyin” denir. Buradaki manası “Biz öldürmeyelim” şeklindedir. Bundan Firavunun eşinin de yönetimde söz sahibi olduğu anlaşılır. Bunu öldürmeyelim der.
- Karısının “Katletmeyelim” demesiyle Mısır geleneğinde çocukların katledilmekte olduğu anlaşılır. Bu ne demektir?
Firavunun siyaseti erkek nüfusunu sınırlı sayıda tutmak, kadınların ise çoğalmasını sağlamaktır. Bugünkü doğum kontrolün manası budur. Demek ki Mısır’da sokakta bulunan kimsesiz çocuklar öldürülüyordu. Firavunun karısı bunda bu geleneği uygulamayalım demiş oluyor. Kur’an’ın bu kıssayı burada bize anlatmasıyla aynı zamanda nüfus kontrolü siyasetinin zamanımızda yaygın olacağına işaret eder.
- Çocukları katletmek ile doğum kontrolü yapma arasında bir benzerlik var mıdır? İnceleyiniz.
Erkekleri katledip kadınları çoğaltma siyasetiyle bugünkü doğum kontrolünde çirkinlik bakımından benzerlik vardır. Ama Mısır’daki kontrol Mısır halkını azaltmayı amaçlamaz. Onun için kadınları sağ bırakırlar. Çok erkeğe ihtiyaç olmadığı için erkekleri öldürürler. Bugün ise Batı bütün dünyaya doğum kontrolünü getirmiştir. Gayesi nüfusu çoğaltmamaktır. Kur’an bunu şiddetle reddeder. Arzın vâsi olduğunu söyler. Karalarla beraber denizlerin de besin kaynağı olduğunu bildirir. Başlangıçta karalarda da tarım yoktu. Bugün de deniz tarımı yoktur. Ama çok kısa zaman sonra, belki gelecek bin yılın içinde deniz tarımı da başlayacaktır. Bu sayede yeryüzünde yüz milyar insan yaşar hale gelebilir. İmkân orada bitmez. Ay yolculuğu başlar. Uzay tarımı gerçekleştiğinde insanların yaşama imkânları binler hatta milyonlar kadar artabilir. Bugün Güneş enerjisi ile yaşıyoruz ama hidrojen enerjisini de keşfetmiş bulunuyoruz. Bunu kullanacak hale geldiğimizde tüm kâinatın boşlukları hidrojen ile dolu olduğu için artık yer sorunu söz konusu olmaz. Bundan dolayıdır ki rızık bakımından çocuk yapmama Kur’an’da kıyas ile yasaklanır.
- عَسَى kelimesini irdeleyiniz.
عَسْوَة yaşlı kimse demektir. “Kiber”den daha yaşlı olanları ifade eder. Çok az kişi o yaşlara ulaşırsa da ulaşanlar olur. Zamanla az da olsa muhtemel olan şeyler için عَسَى kelimesi kullanılır. “Olmaz ya yine de biz olacakmış gibi davranırız”, denildiğinde عَسَى kelimesi kullanılır.
- “Menfaat” ile “veled ittihaz etme” أَوْ ile getirilir وَ ile değil, neden?
Çocuğu büyütecekler bakarlar. Durumuna göre ona ya bir iş verirler, orada kendileri yetiştirerek istihdam edecekler ya da evlat edinip tahtı ona bırakırlar. Her ikisinin birlikte olma ihtimali vardır ama biri mutlaka yapılabilir. Bunun için أَوْ kelimesi kullanılır. Bunun bize öğrettiği şey insanları gelecek ihtiyaçlara göre hazırlamaktır. Bugünkü ihtiyaçlar değil gelecek ihtiyaçlar düşünülür.
Bugün okullara öğrenciler alınır. Gelecekteki ihtiyaçlardan çok şimdiki imkânlar düşünülür. Hâlbuki planlama gelecekteki ihtiyaçlara göre yapılır, bugünkü imkânlarla hazırlık yapılmaya başlanır.
Adil Düzen İnsanlık Anayasası’nda meslekler tanımlanır. Bir toplulukta hangi meslek sahiplerinin ne kadar olması gerektiği tespit edilir. Bu tespit zor olduğu için bunun yerine eşit şekilde hizmetlisini tespit ediyoruz, buna göre öğrenci alıyoruz, öğrenciye de merkezi planlama ile meslek tayin etmiyoruz, mesleğin başlama kıdemini yükseltiyor ve düşürerek arz ve talep kanunları içinde kendi rızalarıyla seçme imkânını sağlıyoruz. Bu sorunu da ortaklık sisteminde böyle çözüyoruz.
- Veled ittihaz etme, evlat edinme Roma hukukunda da vardır. İslam hukukundaki evlat edinmenin yeri nedir?
Fıkıhta evlat edinme müessesesi yoktur. Onun yerine süt evladı müessesesi vardır. Süt emziren anne öz anne gibi yakını olur, kocası da süt babası olur.
Evlat edinmenin birinci yolu budur.
Firavunun karısı da Musa’yı süt evladı olarak önermiş olur, bugün bu uygulanabilir.
Evlat edinmenin ikinci yolu ise köleyi azat etmektir. Azat eden azat edilenin akrabası olur. Köleyken evli değilseler bir daha birbirleri ile evlenemezler, başka mirasçıları yoksa da mirasçı olurlar.
- وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ’daki وَ harfi ne “Vav”ıdır?
وَ harfi hal harfidir. Onlar kendilerine aduv ve hazen seçiyorlardı ama onlar bunun farkında değillerdi. Bugünkü Sermaye ve iktidar da böyle kendilerine hazen olacak kimseleri kendi elleriyle büyütürler ama farkında olmazlar. Örneğin AK Parti’yi Erbakan’a karşı büyütmüşlerse de Erdoğan şimdi onlar için Erbakan’dan daha tehlikeli olmaya başlamıştır. Kayda değer bir önemli eksiği kalmıştır, o da altın bonosudur. Bunu yaptığı takdirde kapitalizm ve sosyalizm çok kısa zamanda sona erer, onlar için aduv ve hazen olur. Diğeri de cemaattir. Erdoğan siyasetini değiştirip cemaatle barışırsa ve cemaati Gülen’den kurtarırsa yahut Gülen’i CIA’dan kurtarabilse üçüncü binyıl uygarlığı yani kredileşmeli ortaklık sistemi 10 sene içinde Türkiye’ye gelmiş olur, bu asırda bütün dünyada da savaşsız kredileşmeli ortaklık sistemine geçilir.
- Şuurunda olmayan kimlerdir?
Şuurunda olmayanlar o zamanki Firavunun âli yani Firavun, Haman ve ordularıdır. Yahut Firavun ve karısıdır. هُمْ zamiri geldiğine göre ikinci şık zorlamalı yorum olur.
- Neyin şuurunda değillerdir?
Musa’yı evlat edinirler, kendilerine göre kendileri için iyi iş yaparlar. Ama ileride Musa resul olur ve Firavunun tahtını sona erdirir. Gerçi Mısır Musa’dan sonra varlığını sürdürürse de Musa’nın kurduğu İbrani medeniyeti Roma medeniyetine dönüşür, o da Mısır hanedanını sona erdirir.
- Bugünkü topluluklar şuurunda olmadan neyi evlat edinirler?
Bugün gerek Sermaye gerekse iktidarlar şeriat düzenini yenemedikleri için yeni bir taktiğe girişmişlerdir. Dinlerin içine girerek onları bozmak, böylece kendi hâkimiyetleri için araç olarak kullanmak isterler. Cemaat olayı, Avrupa’daki papalığın desteklenmesi, büyük Ortadoğu projesi hep bu taktiğe dayanır. Onlardan Musa’ları seçerler ve eğitirler. Kendilerine göre Hıristiyan ve Müslüman yaparlar, dini cemaatlerin başına sonra onları getirmeye çalışırlar. Ne var ki şeriatın gücü onların eğittiklerini şeriatın hadimi yapar. Bugünkü Papa’yı, beğenmedikleri Jean Paul’u uzaklaştırarak kendileri getirmişlerdir. Ne var ki bu Papayı da istedikleri gibi kullanamıyorlar. İnsanlık müspet ilmin gelişmesiyle şeriatın hak olduğunu ilmen öğrendikçe yetiştirdikleri Musa’lar cephe değiştirirler.
- Aşağıdaki kavramları karşılaştırın.
- قول-عسي
قَوْل kelimesi sözleşmeleri içerir. “Mukavele” deriz, karşılıklı söz verme demektir. İnsanlar anlaşırlar ve anlaşmalara göre hareket ederler. Anlaşmanın sonucu kesin değildir. Yani taraflar sözlerinde durmaya çalışsalar bile her zaman durma imkânını bulamazlar. Bu sebepledir ki, “Ben yarın şu işi yapacağım deme. İnşallah yapacağım de.” der Kur’an.
Faizli işçilik sisteminde sözleşmelerde kesin anlaşmalar vardır. Sözünde durmayana ceza maddesi konur ve uygulanır.
İslamiyet’te ise sözleşmelere ceza maddesi koymak meşru değildir. Çünkü sözleşmelerde verilen söz yerine getirilir ancak sonuç ise söz verene ait olmaz. Bundan dolayıdır ki söz verenin mazereti olursa sorumlu değildir. Sorumluluk da bir ceza uygulaması değildir. Sadece güven ortadan kalkar. Borcunu ödeyemeyen bir kimseye İslamiyet’te ödeme zorlaması yapılamaz yani cebri icra yoktur. Bankadaki hesaplarına el konamaz. Malı mülkü haraç mezat satılamaz. Sadece borcunu ödeyinceye kadar ona yeni kredi verilmez.
İşte bu قَالَتْ ile عَسَى‘nın eşleştirilmesi ile açıklanmış olur.
- نفع-شعر
İnsanın kendisinin, neslinin, insanlığın yaşaması için gerekli olanlar, menfaattir. “Şuurunda olmak” ise bu menfaatin nasıl elde edileceği hususunun bilinmesi ve farkında olarak gereğinin yapılması anlamındadır.
İnsan doğup 40 yaşına gelinceye kadar kendi menfaatinin ne olacağı hususunda karar verme yeteneğine yeterince sahip olmaz. 40 yaşına gelenlerin ise içtihatlarında her zaman hata ihtimalleri büyük olur. Dolayısıyla insanın kendisi için neyin yararlı olduğunu, neyin zararlı olduğunu bilebilmesi ve şuurunda olabilmesi için şeriattan yararlanması gerekir. Bundan dolayıdır ki ilk insan vahiy alan insandır. Şeriatın kurucusudur.
Kur’an’a kadar şeriat öğretilir. Ondan sonra da insanlar içtihat ve icmalarla şeriatı geliştirirler. İcma ve içtihadın yanında iki kurum daha vardır, bunlar da istişare ve istifta müesseseleridir. İstişarede başkasına danışırsın ama sorumluluk sende kalır. İstiftada ise sorumluluk fetva verene ait olur.
Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası’nda istişare işletmelerde, istifta ise dayanışma ortaklıklarında uygulanır. Fetva veren sorumlu, sonuç alınmayan fetvalardan dayanışma içinde sorumludur. Bu ayette menfaat ile şuur karşılaştırılır. Bize bu kurumlar hakkında düşünmemizi emretmiş olur.
- قتل-ءخذ
Şeriatın koyduğu sınırlar içinde herkes hareket eder ve barış içinde topluluk düzeni kurulur. Farklı içtihattan dolayı doğacak nizalar hakemlerin kararıyla çözülür ve herkes buna uyar. Bununla beraber insanlar yalnız akıllarıyla hareket etmezler. İşin içine nefislerini de katarlar. Nefis ise suu emreder. Dolayısıyla şeriat dışına çıkıp bedeni zarar verenler vardır. Mali zararlar mal ile giderilir ama bedeni zararların giderilmesi mümkün değildir. Adamın gözünü kör etmişsen ona göz veremezsin. Bunun için uygulanan iki yol vardır. Biri kısastır. Öldüren öldürülür. Diğeri ise diyettir. Öldürülmez, malen tazminat alınır. Bütün hukuk bu ilkeye dayanır. Mal ahz ile ifade edilir yani almak manasındadır. خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً (Tevbe 9/103) ayetiyle bu sabittir. Katl da kısası temsil eder.
Ayet bu iki kelimeyi bunun için burada eşleştirir.
- مرء-قرر
Kadınla erkek arasındaki iş bölümünde erkeğe dolaşma ve evin ve/veya semt apartmanı dışında iş yapma görevi verilir. Kadına ise ev işleri ve 100 lojmanlı apartmanın iş yerlerinde çalışma teşri edilir. Erkeğin adı “racul”dür. Recül demek ayaklı demektir yani işi dışarıda gezerek yapan demektir. Kadının işi bulunduğu yerdedir. Semtin dışına çıkmaz. Karar merkezidir. Bu ayette bu iki kelimenin eşleştirilmesiyle bodrum katlarındaki iş yerlerinde kadınların erkeklerden daha çok öncelikleri olduğu anlaşılır. Bir işe kadın talipse o apartman içinde erkeğe iş verilmez, dışarda da kadına iş verilmez. Kadın karar merkezidir. Erkekler de gündüz dışarda çalışır ama geceleri eşlerinde karar kılarlar.
- عين-ولد
عَيْن göz, وَلَد ise çocuk demektir. Şeriat eğitiminde çocuk kendi inisiyatifinde harekette serbest bırakılır. Gezemediği, sürünerek hareket ettiği zaman bile çocuğu bırakıyorsun, sen gözetliyorsun. Tüm eğitim kurumu budur. Üniversite öğrencilerine varıncaya kadar öğrencilere görev veriyorsun, onlar yapıyorlar sen gözetliyorsun. Yanlışlarını düzeltiyorsun. Böylece çocuk, yaparak ve yaşayarak eğitilmiş oluyor.
Bu iki kelimenin burada eşleştirilmesi eğitimin temel noktasını bize hatırlatır.
Çocuk yanlış yapsa da sen müdahale etmeden yapacak, yaptıktan sonra yaptıklarının yanlış olduğunu kendisi görecek ama nasıl direksiyon dersini alanların yanında hocası oturur, kendisi sürer, tehlikeli bir hareket yaparsa, o zaman hocası müdahale ederse, tüm hayat bu ilkeye dayanıyor. İnsanlar kendi içtihatlarıyla hareket ederler, hata yaparlarsa müdahale edilir. Erginlerde ise hata yapmalarına da müsaade edilir. Sonra yargı kararları ile cezalandırılır.
- فرع-هُمْ
فَرْع dal demektir. هُمْ ise topluluğa işaret eder. Bir topluluk birlikte yaşayanlar tarafından oluşturulur. Herkes iş bölümü içinde kendisine düşeni yapar. Böylece ortak ürün meydana gelir. Hayvanlarda bu ürün ihtiyaçlara göre bölüştürülür. İnsanlarda ise bu ürün, ürünün elde edilmesinde katkıları olan kimselere bölüştürülür. Paylarını alanlar kendi paylarını istedikleri gibi kullanır. هُمْ zamiri yalnız insanlara gider. Bu sistem şeriat düzenini oluşturur. Bu ayette هُمْ ile فرع yani iş bölümü, yapılan işlerdeki dallanma ile karşılaştırma yapılması için eşleştirilir.
- لِي-لَكَ
“Ben ve sen”; topluluğun tüm düzeni “ben” ile “sen”den doğan ilişkilerle oluşur. Ben ve sen anlaşırken öyle anlaşmalar yapmamız gerekir ki benim de lehimde olsun şenin de lehinde olsun. Çıkar paralelliği içinde iş yapmamız lazımdır. Sabit kira, sabit ücret, sabit kâr (faiz), sabit vergi gibi durumlarda birinin zarar edip etmemesine bakmaksızın diğeri kazanır. ليِ ve عَلَيْكَ olur, لَكَ ve عَلَيَّ olur. Bunun için haram edilir. Ortaklıkta ise لِي ve لَكَ‘dir. Tüm şeriat düzeni bu ilke üzerinde kurulur. İki kişi anlaşma yaparken sadece menfaatleri için hareket ederler ve hiç kimseye başkalarının lehine, kendisinin aleyhine bir yük yüklenemez. Kamu görevinde ve istimlaklerde zorunlu yaptırımlar söz konusu olursa herkese topluluğu terk etmek şartıyla yapmama özgürlüğü verilir ve de yaptığı takdirde kendisine bedel veya ücret ödenir.
- لَا–وَ
Her iki harf de atıf harfidir ve ikisinin de beraber olmasını gerektirir.
Beş kilo patatesi 3’er liradan, 10 kilo domatesi de 2 şer liradan sattım derseniz, ikisini birden temin edemediğiniz takdirde yalnız birisini temin edip diğerinin bedelini isteyemezsiniz.
Bundan dolayıdır ki salatı ikame edenler ile zekâtı verenler müminlerdir. Yalnız salatla veya yalnız zekâtla mümin olunamaz. “Veya- أَوْ”de ise ikisinden birisinin olması yeterlidir ama ikisi birden de olabilir.
Bugünkü mantık, matematik, bilgisayar hatta DNA’lar bu أَوْ ve وَ üzerine kurulur. Kur’an bize bu ayette bu iki önemli harfi eşleştirerek bütün bunları anlatır.
Öz Türkçe ile:
“Firavunun karısı ‘Benim ve senin göz aydının (olsun) diye onu öldürmeyelim, onun bize yararı olabilir ya da biz onu oğul yaparız.’ dedi. Onlar bilincinde değiller.”
Kur’an Kelimeleri ile:
“Firavunun imrei ‘Bana ve sana aynın kurrası diye onu katletmeyelim. Bize menfaa’t etmesi veya onu veled ittihaz etmemiz olabilir.’ diye kavl etti. Onlar şuu’runda değiller.”
وَقَالَتِ امْرَأَةُ فِرْعَوْنَ قُرَّةُ عَيْنٍ لِي وَلَكَ لَا تَقْتُلُوهُ عَسَى أَنْ يَنْفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (9)
***
وَأَصْبَحَ فُؤَادُ أُمِّ مُوسَى فَارِغًا إِنْ كَادَتْ لَتُبْدِي بِهِ لَوْلَا أَنْ رَبَطْنَا عَلَى قَلْبِهَا لِتَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (10)
(10)
Va EaÖBaXa FuAvDu EumMı MUvSAy FaRıĞan EiN KAvDaT La TuBDIy BiHIy LaVLAv Ea RaBaONAv GaLAv QaLBiHAy - LiTaKUvNa MiNa eLMuEMıNIyNa
“Ve Musa’nın ümminin fuadı farığ olarak isbah etti. Müminlerden olsun diye kalbinin üzerine rabt etmeseydik neredeyse onu ibda edecekti.”
وَأَصْبَحَ فُؤَادُ أُمِّ مُوسَى فَارِغًا إِنْ كَادَتْ لَتُبْدِي بِهِ لَوْلَا أَنْ رَبَطْنَا عَلَى قَلْبِهَا لِتَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (10) |
تَكُونَ تُبْدِي | أَصْبَحَ كَادَتْ رَبَطْنَا | قَلْبِهَا فَارِغًا الْمُؤْمِنِينَ | أُمِّ مُوسَى فُؤَادُ | إِنْ أَنْ لَوْ لَا لَ بِهِ | وَ عَلَى لِ مِنَ |
(2+2+1+1+2+2)+2+2+2+2 +1 |
- وَأَصْبَحَ‘daki وَ nereye atfeder?
Filmlerde olaylar anlatılırken birbirleri ile ilişkili işler ayrı ayrı yerlerde olursa biri önce gösterilir öbürü sonra gösterilir. Bunlar görünürken birbirinden farklı zamanlarda görünür ama cereyan etmiş olan olaylar aynı zamanda olur. وَ harfinin özelliği budur. Tertip söz konusu olmaz. İkisi beraber de olabilir ayrı da olabilir. Firavunun tarafı anlatıldıktan sonra Musa’nın tarafı anlatılmaya başlanır. وَ harfi bu iki olayı birbirine atfeder.
- فُؤَاد kelimesini inceleyiniz.
فُؤَاد somun ekmek demektir. Beyin ekmek somununa yani ekmeğin pişmiş şekline benzer. İçi vardır, kabuğu vardır, bir de bıçakla yarılmış üst yüzeyi vardır. Bu benzetmeye dayanılarak beyne فُؤَاد denir.
İnsan beyni bir bilgisayardır. Hayvanlarda hareketler ve tüm hayat düzenlemeleri beyindeki bilgisayar düzenlemeleriyle sağlanır. İnsanlar üzüntülerini, sevinçlerini ve bütün ruhsal olaylarını beyinlerinde yaşarlar. Kur’an bunu çok açık bir şekilde ifade eder. Oysa Gazali gibi büyük âlimler bile ruhsal olayların göğüste bulunan kalp içinde olduğunu ifade ederler. Kur’an’ın mucizelerinden biri de budur. Hiçbir zaman ilmi bir hata yapmaz, söz konusu bile olamaz. Bütün ruhsal olayların beyinde cereyan ettiğini vurgulayarak anlatır. Başta bulunan kalptir. Burada da Musa’nın annesinin ruhi durumunun فُؤَاد içinde cereyan ettiğine işaret ederek buna vurgu yapmış olur.
- فَارِغًا kelimesini inceleyiniz.
فِرَاغ kovanın su dökülen ağzıdır. Sonraları dökmek, dökülmek, daha sonraları da boşalmış anlamı kazanır.
Musa’nın annesi içi çocuk sevinciyle dolu iken birden onu suya koyduğunda bomboş kalır. Bir hastanızı tedavi etmekle uğraşırken birden kaybederseniz boşlukta kalırsınız ve sizde büyük sıkıntı oluşur. Başsağlığı ziyaretleri bu sıkıntıyı gidermek içindir. İnsanda bu ayrılık hüznü gittikçe artar, 4 aya kadar en yüksek seviyeye çıkar, ondan sonra da zamanla azalır ve üzüntü artık biter.
Kur’an kocaları ölmüş kadınların 4 ay 10 gün iddet beklemelerini bundan dolayı ifade eder. 4 ay 10 gün 128 gün eder. 128’in yarısı 64, onun yarısı 32 yani ikili sistem içindedir.
Allah her şeyi sistemler içinde yarattığı için bu fariğ olma durumu da ikili sistem içinde olacak şekilde insan yaratılmıştır. 128 gün dul kalan kadının bekletilmesi ile psikolojik çatışmanın önlenmesi sağlanır. Ondan önce yeni eşle görüşmeler yapması onda sevgiyi birden nefrete dönüştürebilir. Ondan sonra ise yeni eşle görüşmesi onun üzüntüsünü daha erken unutmasına götürür. Ben bunu Kur’an’ın öğrettiği sistem içinde yorumluyorum.
Doktorlarımız bunun ilmi araştırmasını yapabilir, doğruluğunu görebilir ve bu da Kur’an’ın bir mucizesi olur. Eğer görüşüm yanlış olursa o da benim hatam olur.
- “Annesinin fuadı farığ oldu” diyor da “annesi farığ oldu” demiyor; açıklayınız.
Bu ifade ile bu 128 gün ve boşlukta kalma olayı beyindeki devrelerle ilgili demektir. Ruhsal olay değildir. Tüm zamanın kavranışı da yine beyindeki biyolojik olaydır.
Bilgisayar programlarında saati devreye sokarız, döngüyü oluştururuz, döngüyü sayan program saatteki işaretleri değiştirerek gösterir, böylece geçen zamanı ölçeriz.
İşte, ruh da beyindeki devrelerle zamanı ölçer. Farığ olan insanın ruhu değil insanın beynindeki devrelerdir. Kur’an buna işaret eder.
- إِنْ كَادَتْ ne demektir?
كَيْد tuzak demektir. Tuzak kurarsınız hayvan onun üzerine ayak basınca tuzak kapanır ve yakalanmış olur. Genel olarak tuzaklar kısa zamanda oradan geçecek canlının yakalanması için kurulur. Zamanla كَوْد kelimesi oldu olacak kadar zaman kalmış olan fiillere yardımcı fiil olmuş. كَانَ ‘oldu’ anlamındadır. كَادَ ise ‘ha oldu, ha olacak’ anlamındadır. Musa’nın annesi sıkıntıdan “O benim oğlumdur” diye çevreye açıklamak durumuna gelir. Hisler onun aklına galip gelir. İnsan psikolojisinde böyle durumlar vardır. O anda aklı başından gider, ilerisini düşünemez, öyle hareket yapar. Cinayetlerin çoğu böyle gerçekleşir. Akıl hislere hâkim olamaz. Musa’nın annesinde de durum böyledir. Artık bağırmak ister, ne olursa olsun bağıracaktır. Bunu ifade etmek için bu kelime kullanılır.
- “İbda etmek” ne demektir?
بَادِيَة çöl demektir. İnsan beyninde birçok düşünceler ve bilgiler vardır. İstekler vardır ama onu insan kendi içinde saklar. Topluluk içerisinde süzgeçten geçirerek topluluğun kabulleneceği şekle sokup söyler. Köy ve kentlerde yaşayan insanlar o kentin kurallarına uygun yaşamak zorundalar. Ama badiyeye çıkınca artık özgür olurlar. Orada özgürlük içinde hareket ederler. Buna benzer olarak insanın içindekini, açıklamaması gereken düşüncelerini açıklaması “ibda” ile ifade edilir.
- بِهِ‘deki zamir kime gider?
هُ zamiri Musa’ya gitmiş olabilir yahut sandığa konup suya bırakılması olayına da işaret etmiş olabilir.
- لَوْلَا‘nın manası nedir?
لَوْ eğer demektir. Geçmişte olmamış bir fiilin başına getirilerek “olsaydı” anlamı verir. لَوْلَا ise bunun menfisidir. لَوْلَا “olmasaydı” demektir. لَوْ ‘de olmamış olan ifade edilir. لَوْلَا ‘da olmuş olan ifade edilir. “AK Parti şimdi iktidarda olmasaydı biz bu semineri yapamazdık.” cümlesindeki -masaydı ifadesi لَوْلَا ‘nın karşılığıdır.
- رَبَطْنَا‘daki ن nereye işaret eder?
Allah’a işaret eder. رَبَطْتُ demeyip de رَبَطْنَا der. Görevlendirdiği melekler irtibat kurarlar. Nasıl insan ruhu beyinle irtibat kurup onu yönlendirebiliyorsa melekler ve şeytanlar da irtibat kurup insan beynini sağa ve sola yönlendirirler. Buradaki نَا/biz Allah’ın bunu görevliler ile yaptığını ifade eder.
- Allah’ın rabt olması ne anlama gelir?
Allah kâinatı arşı ile kürsü ile (4. ve 5. boyutlu uzaylarla) var etmiştir. Var etmeden önce mekân ile zaman yoktur. Zamanı ve mekânı da kâinatı var ederken var etmiştir. Zaman ebet ve ezel değildir ama varlıklar ebet ve ezeldir. Zaman ve mekân içinde oluşurlar ve zaman ve mekân ile kaybolurlar. Zaman ve mekânın yaratılması demek, olayların olması ve sebep sonuçları ile değişmesi demektir, başka bir ifadeyle evrimleşmesi demektir. Yaratılan kâinat evrimleşen insanlar için uygarlaşan kâinat demektir. Uygarlık ve evrim değişmeyi gerektirir. Değişim onu var edende değil, var ettiklerindedir. Değişimin bir manasının ve gayesinin olabilmesi için şuurlu varlıklara ihtiyaç vardır. İnsan, cin, ruh ve melek şuurlu varlıklardır. Bunların evrime katılabilmesi, onların evrimden yararlanabilmesi ve evrime katkıda bulunabilmeleri için eğitilmelerine ihtiyaç vardır. İşte, Allah halik olduğu gibi Rabdır da. Haliktır, kendisi halk etmiştir. Rabdır, O’nun var ettiği kullarla yönetir. İşte, Allah’ın Rab sıfatı bu kullarına bu yetkiyi vermesi ve onları zaman içinde yetiştirmesidir.
- قَلْبِهَا‘daki kalpten kasıt nedir?
فُؤَاد kelimesini kullandıktan sonra kalp/قَلْب kelimesini ona bedel olarak getirir.
فُؤَاد beynin ruha olan ilişkisini ifade eder. Yani beyin öyle yaratılmıştır ki insanın ruhuna beyindeki devreler etki eder, bilgi verir, plan ve projeyi sunar. Beynin bu özelliğini ifade eden kelime فُؤَاد ‘dır.
قَلْب ise bu ruhun beyne olan etkisini ifade eder. Yani elektrik devreleri insana etki ettiği gibi insan da beynin devrelerini değiştirebilir, program yapabilir. İşte bu programa melekler, şeytan ve Allah doğrudan katılır. Bu da قَلْبِ kelimesi ile ifade edilir.
- قَلْبِهَا‘daki هَا zamiri nereye gider?
Musa’nın annesine gider. Allah Musa’nın annesinin kalbine rabtolur yani onunla ilişkiye geçer. Biz şimdi telefonla bir kişiye veya bir konferansa bağlanabiliyoruz. İşte bu rabttır. Allah da bize bağlanır. Bu da rabttır. Kur’an’da “Rabt edin” diye emir vardır (Ali İmran 3/200).
- لِتَكُونَ’nin faili kimdir?
لِتَكُونَ ‘nin faili Musa’nın annesidir. Musa’nın annesi de görevlendirilir. Ona da tebliğ görevi verilir. Musa’yı o yetiştirir.
İsa Peygamber babasızdır, onu annesi yetiştirir. Musa da babasından uzaklaştırılır, onu da annesi yetiştirir. Muhammed’in de babası önceden ölür ve ilk eğitimini ona annesi verir. Sonra da kendisinden yaşlı olan karısı Hatice’nin desteğiyle yetişir. Yani kadınlar resul olmazlar ama resulleri tek başına onlar yetiştirir.
100 lojmanlı sitelerde eşleri olmayan veya eşlerinden uzaklaştırılan çocuklu annelerin çocuklarını yetiştirmeleri için kendilerine özel imkânlar sağlanmalıdır. Yetimlerin nafakalarını baba ve babalarının erkek akrabaları temin ederler. Bu nafakalar annelerin emrine verilir ve çocukları onlar büyütürler. Buna fıkıhta “hidane hakkı” denir.
Akevler’e katılanlar içinde bu durumda olan anneler vardır. Onların çocuklarını Musa gibi yetiştirmeleri gerektiğini bilmeleri gerekir.
- لِتَكُونَ’nin başındaki لِ harfi ne harfidir?
Harfi cerdir. Son sınırı gösterir ve sonra gelen isim kendisinden önceki isme etki eder. Onun gayesi olur. بِ harfine mukabildir. Musa’nın annesi müminlerden olsun diye Allah rabt etmiştir. Yani Allah onu görevlendirmiştir.
Kur’an’dan sonra vahiy yoktur. Artık melek görünüp bilgiler vermez. Ama Allah’ın insanlara olan rabtı devam eder. Bundan dolayıdır ki içtihatları da icmaları da vahiy olarak değerlendiriyoruz.
- الْمُؤْمِنِينَ marifeli çoğuldur, kimler kastedilir?
Allah insanları yaratmıştır, şeytanı da insanı kötülüğe çağırsın diye var etmiştir. Cinlerden ve insanlardan oluşmuş şeytanın ordusu insanların kötülük yapmalarına yardımcı olur. Yani şeytan insana kötülük yaptırmayı emir edemez. Allah ona bu gücü vermemiştir. Kötülük yapmak isteyene kötülük yapabilmesi için imkânları sağlamakla görevlidir. Bundan dolayıdır ki yapılan işlerden şeytan değil ona karar veren insan sorumludur. Şeytanın karşısında da insanların görevlerini yapabilmeleri için melekler görevlendirilmiştir. Melekler de insana iyiliği emir edemezler. Yani insanı mümin yapamazlar. Müslim yapamazlar. Sadece iyilik edenlere karşı yardımcı olurlar. Allah şeytan ve meleklerin dışında insanlardan da meleklerin görevini yapacak kimseleri var etmiştir. Bunlar müminlerdir. Şeytanın nasıl insanlardan arkadaşları varsa, meleklerin de insanlardan arkadaşları vardır. Bunlar müminlerdir. Şeytanın arkadaşlarına kâfir denir. Kâfirler şeytanın emrine kendi istekleri ile girerler. Şeytanın verdiği görevleri yerine getirirler. Müminler ise kendileri amirdir, melekler onların isteklerine yardımcı olurlar. İşte, meleklerin kendilerine yardımcı olduğu ve Allah’ın tebliğ görevini ifade eden mümin erkek ve kadınlardan oluşmuş topluluk الْمُؤْمِنِينَ şeklinde ifade edilir. Musa’nın annesi de müminlerden olsun diye Allah ona rabt olmuştur. Siz Müminler de Allah’ın size rabt olduğu kimselersiniz.
- Buradaki مِنْ ne Min’idir?
Teb’îz Min’idir. Musa’nın annesi de müminlerin topluluğuna katılmış olur. Bütün müminler Âdem’den kıyamete kadar tek bir teşkilatın, şeriatın mensuplarıdırlar.
- الْمُؤْمِنِينَ çoğulunda kadınların da yer aldığını bu ayetle kanıtlayabiliriz. Oysa وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ ifadesinde kadınlar ayrı erkekler ayrı zikredilir, bu durum nasıl açıklanabilir?
Bir kimsenin bir yere ortak olması için başka bir yerde ortak olmama şartı yoktur. Mümin erkekler ve kadınlar bir tek iman ortaklığı içinde eşit olarak üyedirler. Ama bunların imana hizmetlerinde farklı görevleri vardır.
Mümin kadınların görevi, mümin erkekler yetiştirmektir. Yani bunlar öğretmenlerdir. Mümin erkeklerin görevi ise imana doğrudan hizmet etmektir. Üniversiteler mühendisleri yetiştirirler, işletmeler ise mühendisleri çalıştırırlar. Mümin kadınlar da mümin erkekleri yetiştirirler, mümin erkekler de imanın gereğini yaparlar. Onun için kadınların teşkilatı ayrıdır, erkeklerin teşkilatı ayrıdır.
Bunu ifade etmek için وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ geçer.
Burada ise kadın erkek bir olan daha geniş bir cemaat olarak ifade edilir.
- Bugünkü seminerleri takip eden bizlerle Allah nasıl rabt olur?
Biz Kur’an üzerinde çalışırken Kur’an’ı anlamada bazı fikirler aklımıza gelir. İçimizden birisi bir görüş ortaya koyar. Bu Allah’ın bize rabt olmasıyla sağlanır. Yani merkez telefonumuzun zilini çaldırarak bizi arar. Böylece onunla irtibat kurmuş oluruz. Diğer arkadaşlar bu görüşe itirazsız katılırlar. Yani Allah onlarla da irtibat kurmuş olur, “bunun fikrine katılın” der. Böylece ittifakla bir görüş ortaya çıkar. İşte bu Allah’ın bizimle olan rabtıdır. Bazen içimizden biri veya ikisi itiraz eder. Onunla da Allah rabt olmuş olabilir. O zaman ya seminerlerden o görüşü çıkarırız ya da değişik görüşleri yazarız. Değişik görüşler demek, herkes kendi görüşüne göre amel etsin demektir. Bununla şunu tespit etmiş bulunuruz. Seminerlerde tartışma usullerine riayet etmek Allah’la olan rabtımızı, bağlantımızı kesmemek demektir. Usule uygun olmayan hareketler yaptığımızda Allah bizimle olan rabtını keser ve biz kendi aramızda kalırız, kavga ederiz. Millî Görüşçüler ve Cemaat mensupları böylece Allah’la olan irtibatlarını kopardıklarından bugünkü duruma düşmüşlerdir. Biz de seminerleri ihlal eder veya bozarsak aynı durumlara düşebiliriz.
- Tasavvuftaki rabıta ile buradaki rabıtayı karşılaştırın.
Tasavvufta mürit şeyhi ile irtibat kurar. Şeyhi ölmüş olsa bile onunla irtibattadır. Böylece gerisin geriye gidilerek peygambere kadar varılır, peygamber de Allah ile rabıta kurar. Bu rabıta sistemi eğitim bakımından uygundur ve doğru bir yoldur. Herkesin yetiştiği üstadı vardır, ondan öğreneceklerini öğrenir, kendi içtihatları ile gereken katkıları yapar ve öğrencilerine aktarır. Burada herkes üstadının öğrettiklerini öğrenir ama kendisi de düşünerek kendi mezhebini öğrencisine aktarır. Böylece hem geçmişin birikimleri gelecek nesle intikal eder, hem de herkes yeni katkılarda bulunur. Çağa göre içtihatlarını uyarlarlar.
Tarikatta tartışma olmaz. Herkes herkesi dinler, kendisi de söyler. Hiç kimsenin görüşlerine başkaları itiraz etmez. Bu sistemin meşruluğu Musa ve arkadaşının kıssasında anlatıldığı gibi şeriattaki itikaf müessesesi de bu durumu insanlara yaşatır. Bunun meşruluğu Kur’an’da sabit olduğuna göre doğru demektir.
- Rabıta konusunda seminer çalışanlarının ne yapması gerektiği hususunu araştırınız.
Rabıtanın temel kuralı önce itiraz etmeden karşı tarafın söylediklerine kulak vermektir, onun ne dediğini anlamaktır, peşin hükümlü olmamaktır. İkinci kural ise mümkün olan herkesle istişare ederek onların görüşlerini öğrenmektir. Her söze kulak vermektir.
Bundan sonra şeriatçılarla tarikatçıların yolları ayrılır.
Şeriatçılar farklı fikirlerde olanlarla tartışmaya girişirler ve kendilerini onların seviyesinde görürler. Yeterli tartışma geçtikten sonra artık kendilerini kendileri için en çok bilgili kabul eder ve kendi içtihatlarıyla hareket ederek sözleşmeler yaparlar. Sözleşmelere içtihatlarıyla amel ederler. Aralarında ihtilaf olursa hakemlere giderler.
Tarikatta ise yeterli sayıda istişare yapıldıktan sonra kişilerden birisini kendisine üstat olarak seçer ve onunla rabıta kurmuş olur. Şeyhinin söylediklerinin Allah’ın ona söylediği olduğuna inanır, bütün hayatı boyunca onun görüşlerine göre hayatını ayarlar.
Her iki yol da hak yoludur. Görevleri farklıdır. Tarikatçılar insanları yetiştirirler, şeriatçılar ise yetişkinleri istihdam ederler. Demek ki eğitimde daha çok tarikat yolları, uygulamada ise şeriat yolları hâkimdir.
- Aşağıdaki kavramları karşılaştırınız.
- كون-بدو
كَوْن 3 boyutlu uzayın bütününü içine alır. 13,7 milyar ışık yılı mesafesinde bir çapa sahiptir. Onların içerisinde gezegenler vardır. Canlılar o gezegenlerde yaşarlar. Kendisine özgü iklimi vardır. Çevresi vardır. Bunlar öyle düzenlenmiştir ki canlılar orada yaşasın. Badiyeler de böyledir. Bütün yeryüzü badiyedir. Onların içinde kentler, köyler ve obalar öyle düzenlenmiştir ki orada insanlar yaşamaktadır. İnsanların yaşaması için suni çevre oluşturulmuştur. Şeriat orada geçerlidir. Kentlerin dışında kalan yerler ise doğaya terk edilmiştir. Yani oralarda herkes serbestçe çalışır ve üretim yapar. Kâinatın kanunları içinde, yeryüzünün kanunları farklıdır. İklimi, suyu, havası farklıdır. Kentlerinde orada yaşayanlar için sosyal kurallar farklıdır.
Kıyas olarak biz diyoruz ki semtler 100 lojmanlı apartmanlardan oluşsun ve apartman içinde şeriat kuralları geçerli olsun. Apartmanın dışına çıktıklarında apartman kuralları insanları bağlamasın. Maske mi takılacak, apartmanın içinde takılsın, apartmanın dışına çıkıldığında artık insanlar özgür olsun. En çok bucaklar için maske yasağı getirilebilir. İllerin, ülkelerin, insanlığın merkezde karar alıp bucak ve semtlerde sokağa çıkma yasağı koymaları yanlıştır.
- صبح-كود
أَصْبَحَ da, كَادَتْ de yardımcı fiillerdendir. Burada bu özelliklerinin olduğunu beyan etmek için eşleştirilir. كَادَ‘de olmadan evvel olacağı hakkında bilgi sahibi olunur. Daha sonra olduğunda bilinçli olarak gerçekleşmiş olur. Ama ani oluş vardır. إِصْبَاح ise daha önce bilinmemiş, beklenmemiş ama birden oluşmuş olaylar için söylenir. Uyandığınız zaman farkında olursunuz. Bunları bize anlatmak için bu kelimeler eşleştirilir.
- قلب-فرغ
Kalp insanın merkezleridir. Kan merkezi göğüste, haber merkezi beyinde oluşur. Ayrıca garajlardaki ve istasyonlardaki dolaşım merkezleri de birer kalptir. Kalbe devamlı gelinir ve gidilir. Önce doldurulur sonra boşaltılır. Pompa kuyudan suyu çeker, sonra da dışarıya verir. Pompanın içi doludur ama hep hareket halindedir. Pompaya su gelmezse dışarıya da su veremez. Böylece akış durur. Bu tür arızalar ile çok karşılaşırız. Bu arızaları önlemek için teknikte çözümler üretilir. Sosyal olaylarda da şeriat bu tür olaylara çözüm üretmesi gerekir. Tıkanma olmaz, olmamalıdır.
- ءمن-فءد
أَمْن güven demektir. فُؤَاد ise beyindir. Beyinin çalışmasında değişik devreler kullanılır. Öyle devreler vardır ki o beyinde o devreler hafızaya alınır ve ona yanlış işareti konur. Öyle devreler vardır ki onlara doğru işaret konur. Devrelerin çoğuna ise doğruluk dereceleri verilir. Yüzde şu kadar muhtemeldir şeklinde yer alır. Bu da rakamlarla değil özel sıralamalarla gösterilir. Beyin çalışırken hep bu doğru-yanlış veya olabilirlikler içinde devrelerini kurar.
Bilgisayarlarda hafızalara bu şekilde kayıt sistemi şimdilik geliştirilmiş değildir. Doğru yanlışı belirleyebilirsiniz. Mesela doğrulara büyük, yanlışlara küçük işareti koyabilirsiniz. Ama bunların ihtimal derecesini gösteren bir kayıt ile kaydedemezsiniz.
Oysa beyin bu kayıtları yapar. Burada bu karşılaştırmayı bize bildirmesi bilgisayarda böyle bir programın da yapılabileceğine işaret eder.
- ءمم-ءسو
أُسْوَة örnek insan demektir. İnsanlar kendilerine birer أُسْوَة seçerler ve hayatlarını ona göre düzenlerler. Şeriatta müçtehidini seçme böyledir. Tarikatta şeyhi seçmek böyledir. Bunlara biz “veli” deriz.
İnsan 15 yaşına geldiğinde kendi velisini kendisi seçer. Ondan önce dışarıda babası, içeride anası velidir. Anasının içerideki velayeti doğumdan başlar, 15 yaşında sona erer. Babasının dışarıdaki velayeti 7 yaşında başlar, 15 yaşında sona erer. Hıdane hakkı da 15 yaşına kadar anasına aittir.
Bu ayet bize bunu bildirmiş olur.
- إِنْ- أَنْ
إِنْ şart, أَنْ ise mastar edatıdır. Bazen أَنَّ‘nin tahfifi de olur. Burada إِنَّ anlamındadır. Yani tahkik harfidir. Şartta olup olmama tereddütlüdür. إِنْ de muhatapça tereddütlüdür. Söyleyişleri de aynıdır. أَنَّ aynı zamanda mastarı ifade eder. Şartta fiil cümlesi olur. Bu iki kelimenin kullanılış şekillerinde benzerlik vardır. Ona işaret eder. Üzerinde çalışılması gerekir.
- لَا- بِهِ
لَا olumsuzluk edatıdır. بِ ise sebep Ba’sıdır. Olmayı ifade eder. مِنْ den farkı budur. Ayet olumsuzlukla olmayı karşılaştırmamız gerektiğine işaret eder.
- وَ- مِنْ
وَ atıf harfidir. Atfedenler arasında etkileşme yoktur. مِنْ ise başlangıç harfidir. Kendisinden önce gelen kelimeyle sonra gelen kelime arasında etkileşme yoktur. Buna işaret etmek için eşleştirilir.
Öz Türkçe ile:
“Ve Musa’nın annesi sıkıntılı olarak uyandı. Güvende olsun diye onun yüreğine yapışmasaydık nerdeyse onu açığa verecekti.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve Musa’nın ümminin fuadı farığ olarak isbah etti. Müminlerden olsun diye kalbinin üzerine rabt etmeseydik neredeyse onu ibda edecekti.”
وَأَصْبَحَ فُؤَادُ أُمِّ مُوسَى فَارِغًا إِنْ كَادَتْ لَتُبْدِي بِهِ لَوْلَا أَنْ رَبَطْنَا عَلَى قَلْبِهَا لِتَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ (10)
***
وَقَالَتْ لِأُخْتِهِ قُصِّيهِ فَبَصُرَتْ بِهِ عَنْ جُنُبٍ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ(11)
Va QavLaT Li EuPTıHIy QuöÖIyHIy FaBaÖuRaT FiHIy GaN CuNuBin Va HuMLAy YaŞGuRUvNa
“Ve (Musa’nın) uhtine ‘Onu kass et’ diye kavl etti. O da onlar şuurunda olmadan cenbden basar etti.”
وَقَالَتْ لِأُخْتِهِ قُصِّيهِ فَبَصُرَتْ بِهِ عَنْ جُنُبٍ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ |
قَالَتْ بَصُرَتْ | قُصِّيهِ يَشْعُرُونَ | أُخْتِهِ جُنُبٍ | هُمْ بِهِ | لَا لِ عَنْ | وَ وَ فَ |
((2+2)+2+2)+(3+3)=14 =16-2 |
قَالَتْ – بَصُرَتْ قُصِّيهِ - يَشْعُرُونَ, أُخْتِهِ - جُنُبٍ, هُمْ - بِهِ, لَا - لِ, عَنْ - فَ |
- Buradaki وَ harfi nereye atfeder?
“İsbah etmeye” atfeder. Sıkıntı ile uyanınca düşünmeye başlar ve kendisinin oğlu olduğunu açıklamaz ama arkasından kız kardeşini gönderir ve onu takip eder.
Bu ayette gizli istihbarat hükümleri vardır.
Peygamber Yakup da oğullarına kendilerini gizlemelerini, o şekilde davranmalarını ister. Burada da kız kardeş bir ajan olarak gönderilir.
- Musa’nın annesiyle Firavunun karısı arasında ne tür beraberlik ve ayrılık vardır?
Musa’nın annesi de Firavunun karısı da Musa’nın yetişmesinde ortak görev yaparlar. Firavunun karısı Musa’yı yönetime karşı korur. Annesi ise Musa’yı yetiştirir. Yıllarca arkadaş olan bu iki kadın arasında bir çatışma meydana gelmez. Fıkıhçılar Firavunun karısını da müminlerden sayarlar. Doğru olabilir.
- لِأُخْتِهِ‘deki zamir nereye işaret eder?
Musa’ya işaret eder. Musa takip edilir, ona yapılacakları kız kardeşi öğrenir ve anasına bilgi olarak getirir.
- قُصِّي kelimesini inceleyiniz.
“Kasas” kelimesi, olayları tarih sırasına göre peş peşe bölümler olarak anlatma olduğu gibi bir olayı takip edip oluş sırasında ara ara bilgi vermek anlamına da gelir. “Git, takip et ve zaman zaman olaylardan beni haberdar et.” demektir.
- Kardeşi Musa’yı nasıl kasas eder?
Merkezde Firavunun veya âlinin ona ne yaptıklarını öğrenmeye çalışır.
Başka topluluklarda bizi ilgilendiren olayları takip edip haber alma teşkilatının olması burada teşri edilmiş olur. Çünkü Musa’nın annesi de nebidir. Onun yaptığı şeriata uygundur.
Kur’an’da anlatılan eski şeriatlar bizim de şeriatımızdır.
- فَبَصُرَتْ‘daki بَصُرَتْ neyi ifade eder?
بَصُرَتْ ‘Gözetledi’ demektir. Sen bir şeye karışma, bir şey yapma, sadece gözetle demektir. “Rey etme” gördüklerini yorumlayarak anlatmak iken “basar etme” olayı olduğu gibi görerek anlatma için kullanılır.
- بَصَر kelimesini değerlendirerek قصص ile بصر köklerini karşılaştırınız.
قصص‘da takip vardır, duymak da içine girer. Kendin aktif olarak da katılabilirsin.
بصر‘da ise sen katılmayıp sadece gözetlersin.
Ajanların görevi sadece bilgi edinmektir. Olaylarda aktör olmaya yetkileri yoktur. Ama bugünkü ajanlar kendileri olay oluştururlar, sonra onu haber yapıp “Öğrendik” derler. “Yaptık” demezler. Bundan dolayıdır ki Türkiye dâhil dünyadaki istihbaratçılar sadece haber getirmekle kalmazlar hep olayları yönlendirirler. Bugünkü dilde buna “provokasyon” denir.
- عَنْ جُنُبٍ ifadesini değerlendiriniz, niçin böyle emredilir?
جَنْب yan demektir. Mastar olarak جُنُب yanda durmak demektir yahut yana atmak manasındadır. ‘Bir kenarda dur ve olacakları gözetle, kimseye de bir şey sorma’ demektir. Çünkü sorma deşifre olmaya sebeptir. Söylediklerini dinlersin ama sen bir şey söylemezsin, söylememek deşifreye sebep olur. Bu sebeple kenarda durma veya aralarına girip karışmama gerekir.
- وَهُمْ‘daki وَ ne Vav’ıdır?
Hal Vav’ıdır. Öyle dur ki onlar senin kim olduğunu bilmesinler. “Sıradan biriymişsin gibi dur. Musa’yla bir ilgin yokmuş gibi dur” demiş olur annesi.
- هُمْ zamiri nereye racidir?
هُمْ zamiri orada bulunacak kimselere racidir. ‘Orada kalabalıklar olur, o kalabalık içinde olanlar senin farkında olmasınlar’ demektir. Gerçi burada bu kalabalıklığı ifade eden bir kelime daha önce geçmemişse de mahzuf olan bir cümle vardır. Orada kalabalık olur, seni bilmesinler diyor. Kalabalık olacak cümlesi hazf olmuştur. Çünkü nereye gideceğini kardeşi bilir. Zaten annesi şuraya git demez, sadece onu takip et der. Nerede takip edeceğini o bildiği için hazf edilir. هُمْ‘ün işaret ettiği kalabalığı bildiği için hazf eder.
- Kimler şuurunda olmazlar, neyin şuurunda olmazlar?
Çevredeki kalabalık dolayısıyla Firavunun çevresi bunun o maksatla oraya geldiğinin farkında olmazlar. Sıradan bir Mısırlı olarak orada bulunur. Tanıdıkları da olabilir.
- Bu ayetle bugünkü gizli istihbarat teşkilatı hakkında bir hüküm çıkarabilir miyiz?
Evet, demek ki bir topluluğun gizli istihbaratla da olsa kendisini ilgilendiren konularda gizli ajanlar göndererek haber alma yetkisi vardır. Meşrudur. Karşı devlet de farkında olsa bile, sen casussun diye onu suçlayamaz. Suç olmasa bile bazı şeylerin bilinmesi sıkıntılı olabilir. O halde insanlar kendi aile sırlarını saklama hakkına sahip oldukları gibi ocaklar, bucaklar, iller ve devletler de kendilerini ilgilendiren konuları gizlemek hakkına sahiptirler. Bunları öğrenmek karşı tarafın da hakkıdır. Açıklamadıkları ve dolayısıyla zarar iras etmedikleri müddetçe suçlanamazlar. Onu açıklarlarsa suçlanırlar. Bir kimsenin zina yapacağından kuşku duyarak onu takip etmesi ve öğrenmesi meşrudur ama bunu şahitlerden başkasına açıklaması gayri meşrudur. Diyelim ki bir istihbarat örgütü, D. Baykal’ın zina yaptığını öğrenir, bunda suç yok. Ancak bunu sadece savcılığa ihbar eder. Savcı da bunu gizli soruşturmalarla tespite çalışır, yeterli kanıt bulursa dava açar ve zanlıları mahkûm ettirir. Bu dava kapalı cereyan etmişse dışarıya açıklanmadığı için kimseye ceza verilmez. Ancak açık duruşmalarda mahkûm edilmezse, savcı ve şahitler, tahkikat yapan polisler suçludur. İslam şeriatında 80 sopa ile cezalandırılırlar. Biz iktidarda olursak D. Baykal için yapılan iftira karşılığı sağ olanlar varsa yazarlara 80’er sopa uygulayabiliriz (müruru zaman geçmemişse).
- İstihbarat ajanlarının onlardan görünerek onlara akıl vermesine delil bulabilir miyiz?
Musa’nın annesi “Sen hiçbir şeye karışma” dediği halde, kardeşi tavsiyede bulunur, “Ben bir sütanne bulabilirim “der. Kardeşi kendisi gidip böyle bir şey söylese, bu annesinin talimatına aykırı hareket olur. Ama kendisine soru soran kimseye cevap vermek şeklinde söylerse annesinin talimatı dışına çıkmış olmaz. Kendisini deşifre etmemek için zaten cevap vermek zorundadır. Firavun ve karısı böyle bir sütanne ararlar. Ödül konur. Aracılar araştırırlar. Bu da onlara söyler, onlar Firavuna anlatırlar.
Demek ki istihbarat esnasında normal davranılır ve meşru olan her iş yapılabilir. Yapıp bu işten kazanç da elde edilebilir.
Amerikalıların Türkiye’ye gönderip böyle işyerleri kurmaları haklarıdır. O işyerlerinin Türkiye’deki gizli olayları devletlerine bildirmesi de meşrudur. Meşru olmayan, bu bilgilerin onlar tarafından veya devletleri tarafından ifşa edilmesidir.
- Gizli istihbarat örgütlerinin bir fıkhının geliştirilmesi gereği bu ayet ile anlaşılmış olur mu?
Gizli istihbarat örgütlerinin kurulması faaliyet göstermesi meşrudur. Şimdiye kadar yaptığımız içtihatlardan vazgeçmiş değiliz. Ama haram olan kısmını takyit ederiz. Şafiilere göre bu nesih değildir. Yani biz yanlış yapmış değiliz. Bundan önceki içtihatlarımız o zaman için doğru idi. Çünkü Allah o zaman bu ayetlerin manasını bize vahiy etmemişti. Şimdi ise bu ayetlerin manasını bize vahiy ederek eski içtihadımızı tahsis etmiştir. Yani bu şartları taşımak şartıyla meşrudur denir.
Kitabul kıssa diye bir bölüm ayırıp fıkıhta bunun hükümleri tedvin edilebilir.
- Aşağıdaki kelimeleri karşılaştırınız.
- قول –بصر
İnsan değişik duyu organlarıyla dışarıdan haberler alır. Beyin onu şekle ve söze çevirir. Beyin onu hafızaya alır. Diğer duyu organları hafızaya almaz.
Bir bilgisayara şekilleri kaydedebilirsin, sesleri de kaydedebilirsin ama kokuları, tatları, soğukluğu, sertliği kaydedemezsin. Çünkü onlar kelimeye dönüştürülemez.
İşte, basar ile kavlin böyle iki özelliği vardır. Hafızaya alınır, sonra hafızadan çağrılabilir. Hatta bugün ses şekle, şekil de sese dönüştürülebilir.
Bunları eşleştirerek bu özellikleri ayet bize hatırlatır.
- قصص-شعر
Şuur bilinçli olmadır. Kasas da bu olayların bilince alınmasıdır. Bir üretimde değişik merhaleler vardır. Bir parça üretilir, sonrada başka parça üretilir. Özellikle işçilik sisteminde makinalar sıralanır, kullanıcılar sıralanır, bir parça baştan ilk kişiye verilir, kasas yoluyla parça sonunda mamul halinde, parçalar da makine halinde ortaya çıkarlar. Bu fiil de kasastır. Bunun anlatılması kavilde kasastır.
- ءخو- جنب
Hayvanları bağladıkları ipin iki ucuna konmuş kazıklardan her birine آخِيَّة denir. Sonra aynı anneden veya aynı babadan doğmuş kimseler أَخ olarak adlandırılır. Türk dilinde kardeşler abla ve abi olarak ayrılır. Türkler asker bir millet oldukları için hiyerarşiyi oluştururlar. Başka dillerde bu ayırım yoktur. Bin Dil Üniversitesi’nde böyle bir ayrımı olan başka dillerin olup olmadığı ortaya çıkarılabilir.
Mirasta ve akrabalık hukukunda birinci ve ikinci derece akrabalar vardır. Anne baba, onların anne babaları usulü teşkil ederler. Çocuklar ve çocukların çocukları füruu teşkil ederler. Usulde olanlar füruuda olanların birinci derecede akrabalarıdır. Kardeşler, kardeşlerin çocukları ve usulün kardeşleri civar akrabalardır. Bugünkü hukukta bu şekilde adlandırılır. Kur’an ise füruu ve cenb kelimeleri ile adlandırır.
- هُمْ-بِهِ
هُمْ çokluğu ifade eder, هُ da kişiyi gösterir. بِهِ sebebiyle anlamındadır.
Bizim iktisat kitabımızda 50 seneden beri anlattığımız bir kural vardır. Üretimde mülkiyet, tüketimde şuyuiyet vardır diyoruz. Üretim emekle yapılır ve herkes emeğinin payını alır. Ürün yarıya bölüştürülür. Yarısı üretenlerin olur. Diğer yarısı da toprak kirası olmak üzere bütün insanların olur. Bu ana kurala burada işaret edilir.
- لَا-لِ
لَا geçmişte olmamış ama olsaydı şimdi böyle olurdu anlamındadır. Olmamış bir olayın olanlara sebep olduğunu bildirir. لِ ise olması istenenleri bildirir. Yani لَا kelimesinde de hikmet vardır. لِ kelimesinde de hikmet vardır. Birisi olmamış, ondan dolayı bu sonuç oluşmuştur anlamındadır, diğeri ise sonuç için oluşması istenir. Emir sığasıdır da.
- عَنْ-فَ
عَنْ harfi cerdir. فَ ise atıf harfidir.
عَنْ kendisinden sonra gelenin kendisinden önceki olana tesirini ifade eder.
فَ ise kendisinden sonra gelenin kendisinin sonucunu oluşturmasıdır. Her ikisinde de beraberlik ve etkileşme vardır. Hem de bitişiklik vardır. Bunun için bu ayette eşleştirilir.
Öz Türkçe ile:
“Ve (Musa’nın) kız kardeşine ‘Arkasından git’ dedi. O da onlar bilmezken yandan onu gözetledi.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve (Musa’nın) uhtine ‘Onu kass et’ diye kavl etti. O da onlar şuurunda olmadan cenbden basar etti.”
وَقَالَتْ لِأُخْتِهِ قُصِّيهِ فَبَصُرَتْ بِهِ عَنْ جُنُبٍ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ(11)
***
Genel Yorum
Musa’nın kıssası anlatılırken devlet yapısının bütün kurumları dile getirilir.
Bu ayetlerde hangi kurumlar dile getirilmiş olur?
Bu ayette gizli istihbarat kurumu anlatılır. “Musa’nın annesine vahiy ettik” deyip kız kardeşinin Firavuna gitmesi anlatılır. Bugünkü istihbaratın kendisi meşrudur. Her kurumun uyması şer’i hükümlere dayanmalıdır. Bugünkü istihbarat örgütlerinin, aktif rol oynadıkları mafyaların yaptıklarını yaparak kendilerini kamufle etmelerini doğru bulmuyoruz. İstihbaratçı yalnız haber alır, olayların oluşmasına sebep olmaz, fiilen katılmaz.
Bizim gizli istihbarata karşı oluşumuzun ikinci sebebi ise kişiye gizli, kişi aleyhinde gizli kayıtların bulunmasıdır. Kişiye savunma hakkı tanınmadan, o sanık haline getirilmiş olur ve devletin nezdinde o sakıncalı insan haline gelir. Şeriat buna karşıdır. Tebeyyün etmeden, kendisine savunma hakkı verilmeden, hakkında tavır alma, dosyalarda kayda geçirme yanlıştır.
Elbette herkesin şikâyet ve ihbar hakkı vardır. Çünkü bilgi verir veya hakkını ister. Sabit olmadan bunun yayılmasını istemeyebilir. Mahkeme kararı oluncaya kadar haberin duyulmasını zararlı görebilir.
O halde şikâyetin ve istihbaratın gizli tutulmasında da bir sakınca olmamalıdır.
Onun için biz deriz ki birisi bir ihbarda bulunduğu zaman onun adını yazmayalım. Ama söylediklerini, kimler hakkında söylenmişse ona bildirelim. Onun da savunmasını alalım. Hem itham edilenin hem de itham edenin dosyalarına koyalım. Dosyalar da kimin hakkında tutulan dosya ise yalnız o görsün. Yani dosya saldırma aracı değil savunma aracı olsun.
Bunları söylerken hep Kur’an’a dayanarak söylüyoruz.
1096. SEMİNER LÜGATI |
NO | Kelime | Kök/Vezin | Açıklama |
-
| أُخْةِ | فُعْلَتِ/ءخو | Hayvanları bağladıkları ipin iki ucuna konmuş kazıklardan her birine آخِيَّة denir. Sonra aynı anneden veya aynı babadan doğmuş kimseler أَخ olarak adlandırılır. Kur’an’da dinde kardeşlik tabiri de geçer. ء gücü, خ çökmeyi, و beraberliği ifade eder. |
-
| أَرْضِعِي | أَفْعِلِي/رضع | رَضَعmeme, biberon, süt demektir. Anne çocuğunu emzirirken yalnız görevi olduğu için emzirmez aynı zamanda isteyerek ve zevk alarak emzirir. Bir işi yaparken ilerideki çıkarları ve sonuçları düşünerek işi yaparsın ama onu yapmak istemezsin. Örneğin bir hâkim kanunlara uyarak suçluya ceza verir ama “Keşke bu suçu işlemeseydi de bu cezayı vermeseydim” der. Bazı işi de görevi olarak yapar hem de yaptığından memnun olur. Birincisine irade ikincisine rıza denir. Kur’an’da رضع 11, رضي 73 defa geçer. Toplam 84 (22*3*7) eder. ر tekrarı, ض katlamayı, ع üstünlüğü etkiyi ifade eder. |
-
| أَصْبَحَ | أَفْعَلَ/صبح | صُبْح tan demektir. Kur’an’da 45, صبغ 3 defa geçer. Toplam 48 (24*3) eder. ص dayanıklılığı, ب geçidi, ح de hareketi ifade eder. |
-
| آلُ | فَعَلُ/ءول | آلَة kaldıraç demektir. Bir şeyi çevirmek için altına sokulup çevirmeye yarayan sırık anlamındadır. Sonra çevirmek fiili olarak آلَ denmiştir. Başa döndürmek için kullanılmaya başlanmış, sonra da ,أَوَّل آخِر karşıtı olmuştur, yani başlangıçtır. Kur’an da 170 defa geçer. ء gücü, و beraberliği, ل belirliliği ifade eder. |
-
| أَلْقِي | أَفْعِلِي/لقي | لِقَاء iki yerleşik bölge arasındaki buluşma yerinin adıdır. تِلْقَاء buluşmak, kavuşmak demektir. إِلْقَاء ise koymak, yerleştirmek anlamına gelir. Birbirlerinden ayrılmış kimselerin tekrar buluşması şeklinde anlaşılır. |
-
| أُمِّ | فُعْلِ/ءمم | أَمَام ön demektir. İmam önden giden kimse, yani önder demektir. Ümmet de imamı olan topluluk demektir. أُمّ Anne demektir. أُمَّهات insanlar için anneler demektir. أُمَّات ise insan dışı varlıklar için anneler demektir. Bu kök ‘peşinden koşmak’ anlamındadır. Annenin çocuğunun peşinden koşması anlamına geldiği için anne kelimesi buradan gelir. Ayette ism-i fail olarak آمِّينَ şeklinde geçeir. Annesinin çocuğunun peşinde koşması gibi koşanlar anlamındadır. Kuranda ءمم 119, ءيم 1 defa geçmektedir. Toplam 120 (23*3*5) eder. أ gücü م enginliği ifade eder. |
-
| امْرَأَةُ | اَفْعَلَةَ/مرء | مَرْء, مَرْوَة’den dönüşür. Sert taş demektir. İnsanın kişiliğine işaret etmek için istiare edilir. مَرْوَة kadın kişi demektir. مَرْء ve مَرْوَة çocukları da içine alır. Ama رَجُل sadece savaşçı erkekler için kullanılır. ذَكَر var أُنْثَى var, رِجَال var نِسَاء var, مَرْء var مَرْاَة var. ذَكَر ve أُنْثَى yaşı ne olursa olsun hatta doğmamış bile olsa erkek ve kadındır. مَرْء ve مَرْاَة ise olgunlaşmış erkek ve kadındır. Bunların bu kökten (مرء) çoğulları Kur’an’da yoktur. Bunların çoğulları نِسَاء ve رِجَال ‘dir. Kendi köklerinden gelmezler. رَجُل kelimesi رِجَال kelimesinin tekilidir, istisnadır. نِسَاء nın kendi kökünden (نسو) tekili yoktur, tekili مَرْاَة ‘dir. Kur’an da 38 defa geçer. م enginliği ر tekrarı ء gücü ifade eder. |
-
| أَوْحَيْنَا | أَفْعَلْنَا/وحي | وَحَى işaretleşmek için yakılan ateştir. Uzaktan haberleşmekte kullanılır. Açıkça ağızla ifade etmeden karşı tarafa bir bilgi haber ulaştırmaya “vahy/وَحْي” denir. Vahiyde anlamlar kesindir. İlhamda karşı tarafın anlayışına ve ferasetine bağlı olduğundan dolayı kesin olmayan bir haber vermedir. و beraberliği, ح hareketi, ي kolaylığı ifade eder. |
-
| بَصُرَتْ | فَعُلَتْ/بصر | بَصَر çevresiyle birlikte göz, عَيْن ise gözbebeği civarındaki göz demektir. Göz demektir. Uzağı görmek anlamına gelir. Kur’an’da 148 defa geçer. ب geçişi, ص dayanıklılığı, ر tekrarı ifade eder. |
-
| تُبْدِي | تُفْعِلُ/بدو | بَاْدِوَة çöl demektir. بَدَا çöle çıktı, ortaya çıktı anlamına gelir. Başladı manasında بَدَأَ olmuştur. و harfi ء‘ye dönüşür. Kur’an da بدء 15, بدو 31 defa geçer. Toplam 46 (2*23) eder. ب geçişi, د çeperi, ء gücü ifade eder. |
-
| تَحْزَنِي حَزَنًا | تَفْعَلِي/حزن فَعَلًا/حزن | هُزَال zayıf hayvan, semizin zıddı demektir. İnsanı zayıflatan sıkıntıya حُزْن denir. Üzüntü insanların iştahını keser, insan yemek istemez. ح harap olmayı, ز zamanda sarsılmayı, ن belirsizliği ve sınırlamayı ifade eder. |
-
| تَخَافِي | تَفْعَلِي/خوف | خَافَة korkulduğu zaman saklanmak için takınılan maske benzeri şeylerdir. خَوْف gelecek bir tehlikeyi önceden sezmektir, ondan kaçmaktır. خ çökmeyi harap olmayı, و beraberliği, ف kopmadan ayrılmayı ifade eder. |
-
| تَقْتُلُوا | تَفْعُلُوا/قتل | قِتْل çatışmada ilk karşılaştırılan kişilerden birine verilen addır. Sonra savaşmak ve adam öldürmek anlamında mastar olmuştur. ق dayanma gücünü, ت mekânda diziyi yani sıralamayı, ل belirliliği ifade eder. |
-
| الْتَقَطَ | افْتَعَلَ/لقط | Devşirilirken yere dökülmüş meyveler demektir. Bulunan kişi veya eşya anlamındadır. Kur’an’da 2 defa geçer. ل belirlemeyi, ق kuvveti, ط uyumluluğu gösterir. |
-
| جَاعِلُونَ | فَاعِلُونَ/جعل | جِعَال ele pisliğin veya sıcaklığın bulaşmaması için tutulan deri veya bez parçası demektir. Sonraları kılmak anlamında kullanılır. Kılma ile yapma arasındaki fark, yapmada yeniden var etme, ca’lde ise var olan bir varlığı yeni bir işe koymak anlamı taşır. ج toplanmayı, ع etkiyi, ل belirliliği ifade eder. |
-
| جُنُبٍ | فُعُلٍ/جنب | جَنْب yan, yan taraf demektir. Bedenin yanıdır. Kur’an’da جنب33, جرف 1 defa geçer. Toplam 34 (2*17) eder. ج cazibeyi, ن belirsizliği, ب geçişi ifade eder. |
-
| جُنُودَ | فُعُولَ/جند | جُنْد orduyu oluşturan savaşçılar demektir. Böylece ordu anlamına da gelir. İlk topluluklar meyvecilikle geçinmişler, güçlü erkekler koruma nöbetlerini tutmuşlardır. Bunlara cünd denmiştir. Sonra ordu anlamı kazanmıştır. جند Kur’an’da 29, جلد ise 13 defa geçer. Toplam 42 (2*3*7) eder. ج topluluğu, ن belirsizliği, د çevreyi ifade eder. |
-
| خَاطِئِينَ | فَاعِلِينَ/خطء | خطء kökü خطو kökünden dönüşür. خَطَّة çizgi ve adım anlamına gelir. خَطَأ çizginin sağa sola sapması demektir. Konuşulurken harfte değişiklik yapılarak manada da değişiklik sağlanır. خَطّ düz çizgi, خَطْوَة ise zikzaklı çizgi demektir. “Hata etmek” yanlış yapmak demektir. Yanlış da yana kaymaktan gelir. خ çökmeyi harap olmayı, ط uyumluluğu, ء gücü ifade eder. |
-
| رَادُّونَ | فَاعِلُونَ/ردد | رِدَّة devenin memesinden doğumdan önce gelen süttür. Hayvanlar hamile kaldıklarında sütleri kesilir. Doğum yaklaşınca yeniden süt toplanmaya başlar. Bu, doğumun yaklaştığını gösterir. Bu haldeki deveye رَدَد denir. Eski hale dönmeye رِدَّة denir. رِجْعَة‘de hal, رِدَّة’te ise vasıf değişir. Kur’an’da ردد 59, ضدد 1 defa geçer. Toplam 60 (22*3*5) eder. ر tekrarı, دçevreyi ifade eder. |
-
| عَدُوًّا | فَعُولًا/عدو | عُدْوَة vadinin bir yakası demektir. “İ’tida” kendi kendine düşmanlık yapmaktır. Sigara içmek gibi. Karşı yakadakilerden kinaye olarak düşmanlara عَدُوّ denir. “Teaddu” saldırma demektir. عدو Kuran’da 105, عدد ise 57 defa geçer. Toplam 162 (2*34) eder. ع etkiyi, د çevreyi, و beraberliği ifade eder. |
-
| عَسَى | فَعَلَ/ عسي | عَسْوَة yaşlı kimse demektir. Kiberden daha yaşlı olanları ifade eder. İnsanların çok azı o yaşlara ulaşır, ama ulaşanlar vardır. Zamanla az da olsa muhtemel olan şeyler için عَسَى kelimesi kullanılır. Olmaz ya yine de biz olacakmış gibi davranırız, dediğimiz zaman عَسَى kelimesini kullanırız. Kur’an da 30 defa geçer. ع etkiyi, س seneyi, ي imkânı ifade eder. |
-
| عَيْنٍ | فَعْلٍ/عين | عَيْن göz, أَوْيَة göze demektir. Önce pınarların akan gözüne, sonra da insanların gözüne عَيْن denir. Topluluklarda kelimelerin birbirine aktarılması olduğu gibi, benzetmelerin aktarılması da vardır. Türkler ve Araplar gözü hem pınar için hem de görme aleti için kullanırlar. عين Kur’an’da 65, عير ise 3 defa, toplam 68 (22*17) eder. ع etkiyi, ي kolaylığı, ن belirsizliği ifade eder. |
-
| فَارِغًا | فَاعِلًا/فرغ | فِرَاغ kovanın su dökülen ağzıdır. Sonraları dökmek, dökülmek, daha sonraları da boşalmış anlamı kazanmıştır. Kur’an’da فرغ 6 defa geçer. ف kopmadan ayrılmayı, ر tekrarı, غ değişmeyi ifade eder. |
-
| فِرْعَوْنَ | فِعْلَوْنَ/فرع | فَرْع ağaç dalıdır. Kişinin anne baba ve onların anne babalarına usul, çocukların ve onların çocuklarına da furu’ denir. Firavun soy anlamında hanedan demektir. Kur’an’da فرع 1, فرج 9 defa geçer. Toplam 10 (2*5) eder. ف kopmadan ayrılmayı, ر tekrarı, ع üstünlüğü ifade eder. |
-
| فُؤَادُ | فُعَالُ/فءد | فَأْد somun ekmek demektir. Beynin adıdır. Kur’an da 16 defa geçer. ف kopmadan ayrılmayı, ء gücü, د çeperi çevreyi sınırlamayı ifade eder. |
-
| قَالَتِ | فَعَلَتْ/قول | قَوْل Birlikte bir iş yapan kimselere, belli bir sesle kumanda eden kimsenin adından gelişmiş bir kelimedir. Bu sesten kinaye olunur. Kelamdan farkı bağlayıcı olmasıdır. Türkçedeki “söz” kelimesi de böyledir. O halde burada “söyledi” olarak tercüme edilir. ق dayanma kuvvetidir, و beraberliği ifade eder, ل belirliliği ifade eder. |
-
| قُرَّةُ | فُعْلَةُ/قرر | قَرَارَة küçük derelerin toplanıp durgunlaştığı küçük göldür. Kur’an’da قرر 38 defa geçer. ق kuvveti, ر tekrarı ifade eder. قَرْيَة’ye akrabadır. |
-
| قُصِّي | افْعُلِي/قصص | قُصَاص baştaki saçlara ait yerlerin bittiği tükendiği yerdir. Yani yüzün başladığı yerdir. Sonra saç kesme manasında قَصَّ olur. Türkçedeki makas bu kelimeden gelir. Geçmişteki olayları parça parça anlatmaya da kıssa denir. Kur’an’da bu anlamda geçer. ق kuvveti, ص dayanıklılığı ifade eder. |
-
| قَلْبِ | فَعْلِ/قلب | قَلْب Ayak basıldığında toprakta çıkan kalıptır. Sonra tersine çevirmeye kalbetme denir. Toplayıp dağıtan merkeze, yani döndüren merkeze kalp adı verilir. İnsanda kanı devrettiren göğüsteki merkeze kalp, haberleri döndüren baştaki merkeze (beyne) de kalp denir. “Kalp” kelimesi merkez demektir. İnsanda iki ana merkez vardır. Biri kanın dolaşımı ile ilgili olan merkezdir. Türkçede buna yürek diyoruz. İkincisi beyinde mevcut olan bilgisayarın merkezidir. Kur’an’da kalp her ikisi için kullanılır. Birine başta olan kalp denir, diğerine ise cevfte olan kalp denir. “İnkılâp etmek” demek kendi kendine gitmek ve dönmek demektir. ق kuvveti, ل belirliliği, ب geçidi ifade eder. |
-
| كَادَتْ | فَعَلَتْ/كود | كود köküكيد kökü ile akrabadır. ‘Kusma’ demektir. Mideniz bulanır. Kusmak istersiniz. olur. كَوْد ‘yakınlaşma’ demektir. Midesi bulanan kimse nasıl kusmaya hazırsa ona da gelme durumundadır. ك oluşmayı, و birliği, د çeperi ifade eder. |
-
| كَانُوا لِيَكُونَ لِتَكُونَ | فَعَلُوا/كون لِيَفْعُلَ/كون لِتَفْعُلَ/كون | كَوْن tepe demektir. بَيْن’in karşılığıdır. Bunlara mukabil düz olan yere ise هَوْن denir. كَانَ tepe manasından yararlanılarak “olmak” fiilini oluşturur. هَوْن yokluğu bildirir, uzaktaki veya görünmeyen anlamındadır. بَيْن insanın kendisini bildirir. كَوْن de ortada olan, görünen anlamındadır. Oluşu ifade eder. لَمْ يَكُنْ “olmadı” veya “yok” anlamınadır. كَانَ ise “oldu” veya “-dır” anlamına gelir. ك oluşu, و beraberliği, ن belirsizliği ifade eder. |
-
| الْمُبِينِ | الْمُفْعِلِ/بين | بَيْن topraktaki yarık demektir. بين Kur’an’da 523, بور 5 defa geçer. Toplam 528 (24*3*11) eder. ب geçiş, ي kolaylığı, düzlüğü, ن belirsizliği ifade eder. |
-
| الْمُرْسَلِينَ | الْمُفْعَلِينَ/رسل | رِسْل Saçak demektir. Salmak fiiline dönüşmüştür. “Haber saldı” da olduğu gibi bir kimseye bir adamı göndererek ona haber ulaştırmaya irsal denir. عَلَى harfi ceri ile kullanıldığı zaman irsal askeri birlikleri göndermek anlamına gelir. رسل Kur’an’da 513, ردد 59 defa geçer. Toplam 572 (22*11*13) eder. ر tekrarı, س mekânda diziyi yani sıralanmayı, ل belirliliği ifade eder. |
-
| مُوسَى | مُفْعَلَ/ءسو | أُسَاوَة yaralılara sürülen merhemdir. Tedavi etme anlamını kazanır. Sonraları örnek alınacak insanlara أُسْوَة denir. Kur’an’da ءسف ءسو 5 3 defa geçer. Toplam 8 (23) eder. ء gücü, س mekânda diziyi, ف kopmadan ayrılmayı, و bağlantıyı ifade eder. مُوسَى kelimesi أُسْوَة’den türetilmiş bir kelimedir. مُوسَى kelime olarak أُسْوَة (örnek) kılınan manasındadır yani örnek olarak yetiştirilmiştir. |
-
| الْمُؤْمِنِينَ | الْمُفْعِلِينَ/ءمن | أَمَنَة kapıları karşı karşıya olan evlerin ara yeridir. İlk topluluklar evleri bitiştirerek kale gibi yerleştirirdi. Kapılar ara sahanlığa açılırdı. Bu yerin adı أَمَنة idi. Buraya bir şey konulması o şeyin güvene alınması demekti. أَمَانَة buraya konmuş olan şeydir. أَمِنَ güven içinde olma, أَمَنَة karşı karşıya bulunan evlerin arasındaki yer demektir. Eskiden evleri bitiştirerek bir duvar meydana getirirler ve kapılarını orta boşluğa açarlardı. Orta boşluğa bir kapıdan girilirdi. Böylece orası güven altında olurdu. Oraya bir mal koymak veya oraya girmek أَمِنَ kelimesi ile ifade edilirdi. أَمِنَ emniyet ve güven altına almak demektir. Kur’an’da ءمن ,71 يمن ise 879 defa geçer. Toplam 950 (2*52*19) eder. ء gücü, م enginliği, ن belirsizliği ifade eder. |
-
| نَتَّخِذَ | نَفْتَعِلَ/ءخذ | إِخَاذ göl gibi suyun toplandığı yer yani birikintidir veya suların toplanması için açılmış çukurdur. Almak, tutmak anlamlarında fiil olmuştur. “İttihaz etmek” edinmek, tutunmak anlamlarındadır. أَخَذَ fiil olarak bir şey almak demektir. إِخَاذ perçem demektir. Testinin tutma kulpudur. ءخذ Kur’an’da 273, ءهل ise 127 defa geçer. Toplam 400 (24*52) eder. ء gücü, خ çökmeyi, ذ işaret etmeyi ifade eder. |
-
| هَامَانَ | فَاعَالَ/همن veya فَعَلَانَ/هوم | هَامَانَ Arapça değildir, Acem bir kelimedir o yüzden vezni Arapçaya uymaz. Bu kelimenin kökü için 2 teori vardır: 1.Teori: Kök همن dir. Aslen ءمن kökünden dönüşür. Şahit olan, üstün olan anlamındadır. 2. Teori: Kök هوم dir. Baş, başın orta kısmı anlamındadır. هَامَة başa konan taç demektir. هَام lider, şef demektir. ه derinliği, içtenliği, م genelliği, ن nekreliği, و beraberliği ifade eder. |
-
| وَلَدًا | فَعَلًا/ولد | وَلَد demektir. Kur’an da ولد102 defa geçer. و beraberliği ل belirlemeyi د çevreyi sınırlamayı ifade eder. |
-
| يَشْعُرُونَ | يَفْعُلُونَ/شعر | شَعْر Saç demektir. İnsanın kendi kedisini bilmesi ve geçmişi ve geleceği ile varlığını hissetmesi şuurudur. Boşalmak deşarj olmak anlamındadır. ش ani sıçramayı, ع etkilenmeyi, ر tekrarı ifade eder. |
-
| الْيَمِّ | الْفَعْلِ/يمم | يَمّ durgun akan büyük sudur. Dağlardan oluşan ırmaklar çağlayarak akarlar ve denize yaklaştıkları zaman kendilerinin oluşturduğu düzlük içinde durgun akarak denize varırlar. İşte bu şekilde durgun olarak akan sulara يَمّ denir. Kur’an’da يمم 11, يوم 475 defa, toplam 486 (2*35) eder.ي kolaylığı, و birliği, م genelliği ifade eder. |
-
| يَنْفَعَ | يَفْعَلَ/نفع | نِفْعَة deriden yapılmış ve sopaya takılmış su kabı su tulumudur. İki yanında kesilen deri şeritten bağlanır, bunlara da “nifa” denir. Demek ki “menfaat” bir kimse bir iş yaparken o işi yapmayı kolaylaştıran şeydir. Onun benzeri yararlanılan şeylere yararlanmaya yani suyu yanında bulundurmaya “menfaat” denir. ن belirsizliği, ف kopmadan ayrılmayı, ع etkiyi ifade eder. |
İstanbul, Yenibosna; 26 ARALIK 2020
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan Adil Düzen Çalışanları:
Yazar REŞAT NURİ EROL
AYŞE AYDIN
Ecz. TAYİBET ERZEN
Doç. Dr. SÜLEYMAN AKDEMİR
***