KASAS SÛRESİ - 12. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِهِ هُمْ بِهِ يُؤْمِنُونَ (52) وَإِذَا يُتْلَى عَلَيْهِمْ قَالُوا آمَنَّا بِهِ إِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّنَا إِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلِهِ مُسْلِمِينَ (53) أُولَئِكَ يُؤْتَوْنَ أَجْرَهُمْ مَرَّتَيْنِ بِمَا صَبَرُوا وَيَدْرَءُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ (54) وَإِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ أَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَا نَبْتَغِي الْجَاهِلِينَ (55) إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ (56)
***
الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِهِ هُمْ بِهِ يُؤْمِنُونَ (52)
elLaÜIyNa EAvTaYNAvHUMu eLKiTAvBa MiN QaBLiHIy HıM BiHIy YuEMiNUvNa
“Min kabl kendilerine kitabı ita ettiğimiz kimseler ona iman ederler.”
الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِهِ هُمْ بِهِ يُؤْمِنُونَ |
آتَيْنَاهُمُ | يُؤْمِنُونَ | قَبْلِهِ | الْكِتَابَ | الَّذِينَ هُمْ | مِنْ بِهِ |
2+2+2+2=8 |
E2 H4 Q1 K1 Y2 U1 A3 I3 B3 M4 N5 L4 Ü1 T2 10+10+4+9+3=36=2*18 |
آتَيْنَاهُمُ- يُؤْمِنُونَ قَبْلِهِ- الْكِتَابَ هُمْ- الَّذِينَ مِنْ- بِهِ |
ETY-EMN QBL-KTB HuM-elLAÜINa MiN-BiHıy |
- Burada atıf yoktur, neden?
Bundan önceki ayetlerde Tevrat’ı ve Kur’an’ı beğenmeyenlere, onu sahirlerin bir uydurması kabul edenlere öneri götürülür. Onlara göre peygamberler Allah’tan vahiy almazlar, kendileri insanları yola getirmek için bu yalanları söylerler. Öldükten sonra da dirilme yoktur. Bunlar, insanları korkutarak yola getirmek için uydurdukları yalanlardır.
20. yüzyıl bu yalanın şahikalara ulaştığı bir yüzyıldır. Allah bize “‘Peki, bunlardan daha doğru yolu gösteren bir kitap getirin, ben ona uyayım’ de.” diyor.
Biz 50 senedir onlara bunu söylüyoruz. Şeriattan daha iyi günümüzün sorunlarını çözen bir çözüm getirin, biz ona uyalım diyoruz. Hala cevap gelmedi. Şimdi onların içinde gerçekleri kabul eden, Kur’an’ın ve Tevrat’ın günümüzün sorunlarını çözecek özellikte olduğunu bildiren ayetler gelmektedir. İkisi arasında kemali infisal vardır. Onun için وَ harfi gelmemiştir.
- الَّذِينَ‘nin cümledeki yeri nedir?
الَّذِينَ diğer ismi mevsul olup sıla cümlesiyle birlikte ismi failler gibi mübteda olabilmekte veya sıfat olup başka kelimeleri açıklamak için getirilmektedir. Burada mübtedadır. Haberi هُمْ بِهِ يُؤْمِنُونَ ifadesidir.
- الَّذِينَ kimleri kastetmektedir?
الَّذِينَ‘deki harfi tarif ahdi harici içindir. Her döneme ve yere göre Kur’an yeniden nazil olur. Dolayısıyla burada kastedilen kimseler yer ve zamana göre değişir.
Önce Adil Düzen çalışmalarına ve Akevler seminerlerine katılmayan medrese ve tekke mensuplarını düşünebiliriz. Sonra ilahi kitaplara inanmış Hıristiyanları, Budistleri ve Hinduları düşünebiliriz. En sonunda asıl muhataplar müspet ilme inanmış ve müspet ilmin bugün ulaştığı sonuçları kabul etmiş olan inanmış ilim adamları olabilir.
Siz bunlardan kimlerle karşılaşırsanız bu ayet o zaman onlara hitap etmiş olur.
- آتَيْنَا‘daki نَا kime işaret ediyor?
Surenin başında نَتْلُو عَلَيْكَ‘deki ن kime işaret ediyorsa burada da aynı kimseye işaret ediyor. Kâinatın var edicisi, âlemlerin Rabbi olan Allah’a işaret eder. Ne var ki “Ben” demeyip de “Biz” demiş olması sebebiyle doğrudan Allah değil, melekler, peygamberler ve diğer şuurlu varlıklar aracılığıyla ita etmiş olur.
- Neden آتَيْتُ gelmemiştir?
Allah eğer sebepleri var edip sebeplerle yapmaktaysa نَا der. Sebepsiz doğrudan kendi yaratıcılığıyla yapıyorsa o zaman “Ben” der. Şeriatı Allah mevcut olan tabii ve şer’i kanunlar içinde oluşturur. Onun için نَا diyor.
- Kitap/الْكِتَابَ marifedir, kastedilen kitap hangisidir?
Burada kastedilen kitap bizden önce indirilen Kur’an’ın o günkü manasıyla yazılanıdır.
İstanbul müderrislerinden birisi şöyle diyordu, “Filozoflar silsileyi mükezzibindirler. Peygamberler silsileyi musaddıkindirler”.
Ehli Hak kendilerinden önceki hakkı tekzip etmez, onların inşa ettiği binaların katlarına kat ekler. Bugünkü firavun ehli ise eskilerin yaptıklarını yıkıp yeniden inşa etmeye çalışır.
Kur’an’ın nazil olduğu zaman kitaptan maksat Tevrat’tır, Hıristiyanlar ve Yahudilerdir.
- قَبْلِهِ‘deki zamir nereye racidir?
Buradaki هُ zamiri Adil Düzen’e racidir. Birinci Kur’an uygarlığı bundan önceki kitap kelimesinde ifade edilmiştir. O kitaptan önce olan kitaptır. Önce olduğu kitap değil içtihat ve icmalardır. Bugün için bizden önce olanlardır. Sahabeler için ise onlardan önce olan Tevrat’tır.
- Neden قَبْلَهُ denmemiş de مِنْ قَبْلِهِ denmiştir?
قَبْلَهُ denseydi daha uzak geçmişler de kastedilmiş olurdu. Oysa medeniyetler kendilerinden önce gelmiş olan medeniyetin üzerine kurulurlar. Binada katlar bir önceki katın üzerine yerleştirilir. Bütün katlara oturmaz. Uygarlıklar da böyledir. Bugünkü uygarlıktan bir önceki uygarlık gelişecektir. Onun için مِنْ kelimesi kullanılmıştır.
- بِهِ‘deki هُ zamiri nereye gidiyor?
جَاءَ‘deki hakka gidiyor (48. ayet). Bugün yeni kitap gelmeyecek. Kur’an’dan başka bir kitap inmeyecek. Onun yeni uygulaması yapılacak.
Bir proje düşünün: 10 katlı apartman yapıyorsunuz sonra zaman geçiyor o 10 katlı apartman yaşlanıyor, yıkılıyor. Siz yeni proje yapmıyorsunuz. Aynı projeyi arsa üzerinde inşa ediyorsunuz. Ne var ki birinci inşaatta kullanılan malzemelerin yerine yeni imkânlardan yararlanıyorsunuz ama proje aynı projedir. En iyisi yapılmıştır. Uygulamalarda eksiklik vardır. İlk inşatta proje tam uygulanamamıştır. O günkü imkânlar tam uygulamaya elverişli değildir. Şimdi ise o eksiklikleri gidererek yeniden aynı projeyi inşa ediyorsunuz.
Bundan sonra hep böyle olacaktır.
- İman etmenin manası nedir?
İman etme demek ona sahip çıkma, onunla kendini güvene alma demektir. بِ harfiyle gelince manası budur. Yeniden oluşan topluluk gelen hak sayesinde kendisini güvene almış olur.
- Kendilerine kitap verilenler neden birlikte iman edecekler?
Kitap verilen kimseler ayrı ayrı değil de birlikte iman ederler yani birlikte kendilerini güvene alırlar. Allah insanları doğrudan sorumlu kılar. Kimse başkasının yaptığından dolayı sorumlu olmaz ama herkes başkasına karşı sorumludur. Yani beraber çalışacaklar ve yaşayacaklar. Herkes beraberlikten kendisine düşen ile şahsen sorumludur. Bundan dolayı يُؤْمِنُونَ deniyor.
- Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
- ءمن-ءتي (ETY-EMN)
“İtyan etmek” bir yere gelmek demektir.
Tarihte kaleler yapılmış ve insanlar kalelerin içine girerek kendilerini emniyete almışlardır. Teknolojinin gelişmesiyle kaleler kentleri koruyamamıştır. Bugün 100 lojmanlı apartmanlarla kalelerin yaptığını yapacak bir sistem geliştirilmiş olur. 5 dönümlük yer duvarlarla, yüksek gerilimli elektrik telleriyle ve sinyal şebekeleriyle çevrilir. Semtin içine bir yerden girilip çıkılır. Semtin içinde gündüzleri kadınlar geceleri erkekler nöbet tutar. Radar gibi, uçak savarlar gibi araçlarla güven sağlanır. Bir bucakta korumalar, bir ilde emniyet mensupları, bir ülkede ordu güvenliği sağlar. Buralara girmiş olanlar emniyette olurlar. Bu eşleştirme bunlara işaret ediyor.
- كتب-قبل (QBL-KTB)
قَبُول kabul etmek manasındadır. Teklif var, kabul vardır. Bundan önce anlaşma meclisleri oluşturulur, birbirlerinin ellerini tutar, biri teklif eder, diğeri de kabul eder. Böylece akit tamamlanırdı. O günkü dar bölgede ve az sayıdaki insanlar için bu anlaşma sistemi yeterliydi. Bugün ise bu sistemin yerini bilgisayar haberleşmesi almıştır. Şifreli ve sözlü teyitlerle teklif yapılmakta ve kabul edilmektedir. Bu eşleştirme bu sistemin meşruluğunu ifade eder.
- الَّذِينَ- هُمْ (HuM-elLAÜINa)
هُمْ de الَّذِينَ de ‘onlar’ demektir. هُمْ tüzel kişiliği olmayan şuurlu çoklukları ifade eder. Gemiye binmiş olan insanlar bir araya gelmişlerdir, هُمْ ile ifade edilirler. الَّذِينَ ise toplulukları ifade eder. جَاءُوا الَّذِينَ derseniz, gelen kimseler bellidir, gelişleri de bellidir. مَنْ جَاءَ derseniz, gelişleri bellidir ama gelenler belli değildir. الْجَائِئُونَ derseniz gelenler bellidir, gelişleri belli değildir. جَائِئُونَ derseniz ne gelişleri ne de gelenler bellidir.
- مِنْ- بِهِ (MiN –BiHIy)
مِنْ ile بِ başlangıcı ifade ederler. مِنْ‘de kendisinden önceki kelimenin kendisinden sonraki kelimeye etkisi yoktur. Daha önceki kelime de daha sonraki kelimeden etkilenmez. بِ de ise daha önceki kelime daha sonraki kelimeye etki eder. Her ikisi فِي manasında kullanılır. Zarfı belirli hale getirir.
Öz Türkçe ile:
“Daha önce kendilerine yazıtı verdiğimiz kimseler ona inanıyorlar.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Min kabl kendilerine kitabı ita ettiğimiz kimseler ona iman ederler.”
الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِهِ هُمْ بِهِ يُؤْمِنُونَ (52)
***
وَإِذَا يُتْلَى عَلَيْهِمْ قَالُوا آمَنَّا بِهِ إِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّنَا إِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلِهِ مُسْلِمِينَ (53)
Va EiÜAv YuTLAv GaLKa YHiM QAvLUv EAvManNAv BiHIy EinNaHUv eLXaqQu MiN RabBiNA v EinNAv KunNAv MiN QaBLiHIy MuSLiMIyNa
“Ve onlara tilavet olununca ‘Biz ona iman ettik. O, Rabbimizden olan haktır. Biz ondan önce müslimler olduk.’ diye kavl ederler.”
وَإِذَا يُتْلَى عَلَيْهِمْ قَالُوا آمَنَّا بِهِ إِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّنَا إِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلِهِ مُسْلِمِينَ |
آمَنَّا كُنَّا | يُتْلَى قَالُوا | مُسْلِمِينَ | الْحَقُّ | رَبِّنَا قَبْلِهِ | إِنَّا إِنَّهُ بِهِ عَلَيْهِمْ | مِنْ مِنْ وَ إِذَا |
2+2+1+1+2+(2+2)+(2+2)=16 |
آمَنَّا –كُنَّا قَالُوا- يُتْلَى مُسْلِمِينَ- الْحَقُّ رَبِّنَا- قَبْلِهِ عَلَيْهِمْ- بِهِ إِنَّا- إِنَّهُ وَ- إِذَا |
EMN-KVN QVL-TLV SLM-XQQ RBB-QBL GaLaYHiM-BiHIy EinNAv-EinNaHUv Va-EiÜAv |
- وَإِذَا‘daki وَ nereye atfeder?
Buradaki الَّذِينَ آتَيْنَا’ya atfeder. Allah “Biz verdik” dedikten sonra ayrıca “Mümin oldukları gibi bunu kavil ederler de.” diyor. İman etme kavil etmekten farklıdır demektir. Allah insanlara iman etmeyi emrettiği gibi iman ettiklerini kavil etmeyi de emreder.
- Neden يُتْلَى إِنْ gelmez de إِذَا يُتْلَى gelir?
Demek ki Allah’ın kitabı onlara vermesi, onlara tilavet edilmesini de içerir. Yani kitabın itası Cebrail’in tebliği değildir, resullerin ve âlimlerin onlara anlatmasıdır, önceki neslin sonraki nesle aktarmasıdır, tebliğ olunanların tebliğ olunmayanlara tebliğidir. Bize bizden önceki âlimler tilavet etti, biz de bizden sonra âlim olacaklara tilavet ediyoruz. Tilavet farzı kifayedir. Birileri yapıyorsa herkesten sakıt olur. Yapan yoksa herkese farz olur. Yenibosna seminerlerine katılanların bunun şuurunda olmaları gerekir. İrtidat edenler tövbe etmelidirler.
- يُتْلَى meçhuldür, naibi faili kimdir?
Naibi fail mefulün fail haline geçmesiyle oluşur. Bu meful harficerle olabilir. Buradaki عَلَيْهِمْ naibi faildir. Onlara tilavet olunur. (Naibi fail zikredilmediğinden müstetir هُوَ‘dir. Tayibet Erzen) (Harf-i cer ve mecrurun nâib-i fâil olması için fiilin lazım fiil olması gerekir. Burada müteaddi olduğu için هُوَ‘dir.)
- Kim tilavet eder?
Geçmiş nesil gelecek nesle tilavet eder. Yaşlılar gençlere tilavet eder. Rasihler fakihlere, fakihler ehli zikre, ehli zikir amillere, amiller saillere, sailler ümmilere tilavet eder. Müminler henüz tebliğ ulaşmayan kimselere tilavet eder.
- Neden لَهُمْ denmez de عَلَيْهِمْ denir?
Çünkü tebliğ alanlar artık mükellef olurlar. Tebellüğ etmek ve gereğini yapmak zorundadırlar. Tebliğden önce sorumlu olmadıkları halde artık sorumludurlar. Hatta kendileri de başkalarına tilavet etmekle yükümlüdürler.
- Kim kime kavil eder?
Tilavet olunanlar tilavet edenlere kavil ederler.
Demek ki seminerlerimizi takip edenler takip ettiklerini bize bildirmek zorundadırlar. Ayrıca kendileri de seminerin karileri olacaklardır. Seminerler üstatlar ile talebelerden oluşmaz. Herkes bildiğinin üstadıdır, bilmediğinin de talibidir. Birbirlerine öğretirler, birbirlerinden öğrenirler. Seminerlerde imamlar sadece söz verirler, kendi görüşlerini de söylerler. Kimsenin sözü diğerinden daha üstün değildir.
- إِنَّهُ‘daki هُ zamiri nereye gider?
فَلَمَّا جَاءَهُمُ الْحَقُّ cümlesindeki (48. ayet) الْحَقُّ kelimesine gider. Gelen hak da Kur’an’ın, bugünkü müspet ilimlerle günün sorunlarını çözen içtihat ve icmalarıdır. Onunla kendilerini emniyete alırlar ve ona inandıklarını söylerler. O söyledikleri de “Rabbimizden gelen haktır” demeleridir.
- الْحَقُّ marifedir, ne kastedilir?
Bugün için hak Kur’an’ın müspet ilimlere dayanılarak bugünkü sorunları çözen icma ve içtihatlardır. Birinci Kur’an uygarlığında ise o günkü sorunları çözen icma ve içtihatlardı.
- Rabbimizden ifadesindeki مِنْ nereye taalluk eder?
يُتْلَى عَلَيْنَا مِنْ رَبِّنَا demektir. Meçhul fiillerde naibi fail, malum filin mefulü iken fail olur. Eğer faili de zikredecek olursan ضُرِبَ زَيْدٌ مِنْ أَخِيهِdersin, “Zeyd kardeşi tarafından dövüldü” demektir. ضَرَبَ زَيْدًا أَخُوهُda denebilirdi. O zaman Zeyd’in dövülmesine vurgu yapılmış olur. ضُرِبَ’de ise kardeşi tarafından dövüldüğüne vurgu yapılmış olur.
- Hazf var mıdır?
يُتْلَى عَلَيْنَا mahzuftur.
- Neden رَبِّنَا ile beraber getirilir?
Kitabın yeniden yorumlanması bin senede bir olur. Uygarlık yaşlanınca önceki yorumlar sorunları çözemez. Kitap yeniden nazil olmuş olarak ele alınır ve ona göre içtihatlar yapılır. İcmalar da yeniden başlar. Sahabelerin icması, onların icma ettiklerine bugün biz de icma edersek bizi bağlar. Birisinin “Bunda icma var” demesi bizim için icma değildir. İşte bu yeniden icma döneminin başlaması yeni uygarlığın oluşması demektir.
O halde Akevler seminerlerinde henüz icmalar oluşmadığı için bizi bağlayan bir şey yok demektir. Onun için rahatça istediklerimizi yazabiliyoruz. İlerleyen yıllarda icmalar oluşacak ve o zaman icmaya muhalif olan reyimiz geçersiz olacaktır.
Bugünün icma ehli kimdir?
“Babı içtihat selb edilmiştir” diyenler ehli icmadan değildir. Ehlisünnet ve ehli cemaatten değildir. Onların muhalefeti bizim icmamızı bozmaz. Kur’an’ı, sünneti, icmayı veya kıyası delil kabul etmeyen de ehli icmadan değildir. Seminere devam edenler ehli icmadan olanları artık belirlemelidirler. Onlar bir konuda ittifak etmişlerse artık bu bin yılda ona muhalefet caiz değildir.
- إِنَّا كُنَّا‘daki إِنَّا neden atıfsız başlar?
Atıfla başlasaydı ,كُنَّا قَالُوا‘ya atfedilmiş olurdu. Hâlbuki buradaki ,كُنَّا آمَنَّا ile ilişkilidir. Onun için وَ harfi gelmez.
- Cümle neden isim cümlesi yapılır?
Bu cümle bir oluşu değil, bir hali ifade eder. ‘Biz Müslim olduk’ değil de ‘Biz Müslim idik’ manasını verebilmek için cümle isim cümlesi olmalıdır.
- مِنْ قَبْلِهِ deki مِنْ niye getirilir?
Daha önce açıkladığımız gibi uygarlıklar bir önceki uygarlığın üzerine inşa edilir. Bir önceki uygarlık Doğu ve Batı medeniyeti olarak gelişir. Yeni medeniyet son iki medeniyetin senteziyle oluşur. مِنْ gelmese daha önceki bütün medeniyetler kastedilmiş olur.
- قَبْلِهِ‘deki zamir nereye racidir?
Tilavet edilen hakka racidir. Yani seminerlerimizden önce demektir.
- مُسْلِمِينَ niye mensubtur?
كُنَّا‘nın haberi olduğu için.
- مُسْلِمِينَ nekredir, neden?
Müslim/مُسْلِم barışçı demektir. Biz daha önce de barışçıydık. İnsanlığın bozulması sonucu bugünkü duruma gelmiş bulunuyoruz. Bizim imanımız rönesanstır, yeniden asla dönmedir. Kitaplar tahrif edilmiş, başka şekilde anlaşılmaya başlanmıştır. Bu Kur’an için de böyledir. Kur’an’ın kelimeleri ve dili tahrif edilmemiştir ama uygulaması yapılmamaktadır.
Kur’an’ı eksik anlamalar Ebu Bekir döneminde başlar. Peygamber halefini tayin etmediği halde o Ömer’i halef yapar. Ömer kadılığı, Osman bürokrasiyi icat eder. Ali merkezi Medine’den Kufe’ye taşır, devleti kavmine değil şahsına dayandırır. Emeviler Arapçılık yaparlar. Abbasiler süper güç olmaya çalışırlar. Türkler içtihadı yasaklar. Böylece 20. asra gelinir, hepten dine cephe alınır.
Bütün bu değişimler olurken her devirde barışçılık esas alınmıştır. Müslimler her zaman farklı şekilde gelen hak içinde yer almaya çalışmışlardır. Bundan dolayı nekre gelmiştir.
- Önceki ayette يُؤْمِنُونَ denirken burada مُسْلِمِينَ denir, fiilden isme geçilir, neden?
Tebliğden önce yani yeni içtihat ve icmalar başlamadan önce Müslim idiler. Tilavetten sonra Mümin oldular. Orada şimdi gelen hakka iman ediyorlar, burada ise daha önce hakka teslim olmuş olduklarını beyan ediyorlar.
Buradan şunu anlıyoruz ki bugün Kur’an seminerlerine devam edenler Mümin, Kur’an seminerlerine devam etmeyenler Müslim’dirler. “Ben Müslim’im” diyen de seminerlere devam ediyorsa Mümin’dir, etmiyorsa “Mümin’im” dese de Müslim’dir.
- Aşağıdaki kavramları inceleyiniz
- كون-ءمن (EMN-KVN)
كَوْن oluş, أَمَن güven demektir. Dengede olan bir düzen bozulmuyorsa ve o düzende evrim veya uygarlık varsa emin demektir. Emin sağlam demektir. Dağılmadan, bozulmadan kendisini koruyan emniyettedir. Burada karşılaştırılan budur.
- تلو-قول (QVL-TLV)
Kavilleşmek anlaşmak anlamındadır. Türkçede “mukavele” diye geçer. “Tilavet etmek” ise dil ile bir oluşu başkalarına aktarmak demektir. Kavilde karşı tarafın cevap vermesi gerekirken tilavet tek taraflı yapılır. O halde televizyonda söylenenler kavil değil tilavettir.
- حقق-سلم (SLM-XQQ)
سِلْم barış, حَقّ ise borç ve alacak dengesi demektir. Eğer hukuk varsa orada barış var, eğer hukuk yoksa orada savaş vardır. Eğer bugün dünyada savaş oluyorsa, örgütlü suçlar işleniyorsa, demek ki hukuk yoktur. Onun içindir ki yeni kurulan devletler eğer Adil Düzen’i kurmuşlarsa gelişirler, büyürler ve etkin devlet olurlar. Adil Düzen kuramamışlarsa biraz sonra silinip giderler. Sovyetler bunun açık örneğidir. ABD bunun için yolcudur. Çin bundan dolayı başarılı olamaz. AB ve Rusya bu hususta daha şanslıdırlar. Türkiye bu hususta tam karar noktasındadır. Yeni anayasanın ilk konusu hakemler düzeni olmalıdır.
- قبل-ربب (RBB- QBL)
رَبّ eğitim, قَبْل önce demektir. Eğitimin temeli önceliktir. Bir kimseyi önce eğiteceksiniz, ondan sonra ona görev vereceksiniz. Bilmeyen insana arabayı teslim ederseniz o ne kadar iyi insan olursa olsun araba devrilir. Bilen kimseye teslim ederseniz kendisi de içinde olduğu için kötülük yapamaz, arabayı iyi sürer. O halde iktidara getireceğimiz kimse ehil olmalıdır. Bunun için diyoruz ki devlet dış savunmayı sağlayan bir kurumdur. Başkanı asker olmalıdır. Ben asker değilim, yakınım olan bir asker de yoktur. Hislerimle değil ilmimle konuşuyorum.
- إِنَّا- إِنَّهُ (EinNAv – EinNaHUv)
إِنَّا biz, إِنَّهُ o demektir. Biz çoğul, o tekildir. Kâinatın var edicisi Allah kastedildiği zaman “O” denir, O’nun halifesi olan insanlık kastedildiği zaman “Biz” denir. Kâinatın var edicisi Allah vardır, O’nun halifesi ve görevlisi olan biz varız. Bu halifelik düzeni zor anlaşıldığından dolayı tarih boyunca yanlışlıklar yapılmış bugün de yapılır. O sebeple ikisi tahkik harfi olan إِنَّ ile beraber eşleştirilir. Batılıların laikliği dinsizlik olarak anlamalarının sebebi bu hilafet meselesini kavrayamamış olmalarından ileri gelir.
- وَ- إِذَا (Va- EiÜAv)
وَ beraberliği ifade eder. Zamanda ve mekânda bir olma şartı yoktur. إِذَا da beraberliği ifade eder. Biri olduğu zaman diğeri de olacaktır demektir. İkisinin birlikte olması eşleştirilme sebebidir. Birisinde sıranın olması diğerinde olmaması ise farklılıktır.
Öz Türkçe ile:
“Ve kendilerine aktarılınca ‘Ona iman ettik. O, Yetiştiricimizden olan gerçektir. Biz ondan önce barışçılar olmuştuk.’ dediler.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve onlara tilavet olununca ‘Biz ona iman ettik. O, Rabbimizden olan haktır. Biz ondan önce müslimler olduk.’ diye kavil ederler.”
وَإِذَا يُتْلَى عَلَيْهِمْ قَالُوا آمَنَّا بِهِ إِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّنَا إِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلِهِ مُسْلِمِينَ (53)
***
أُولَئِكَ يُؤْتَوْنَ أَجْرَهُمْ مَرَّتَيْنِ بِمَا صَبَرُوا وَيَدْرَءُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ (54)
(54)EuLAEiKa YuETaVNa EaCRaHuM MarRaTaYNı BiMAv ÖaBaRUv Va YADRaEUvNa BiLXaSaNati elSayYiEataVa MinMAv RaZaQNAvHuM YuNFıQUvNa
“İşte onlar sabrettiklerinden dolayı ecrlerine merrateyn ita edilirler, seyyieyi haseneyle der ederler ve onlara rızıklandırdıklarımızdan infak ederler.”
أُولَئِكَ يُؤْتَوْنَ أَجْرَهُمْ مَرَّتَيْنِ بِمَا صَبَرُوا وَيَدْرَءُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ |
صَبَرُوا رَزَقْنَاهُمْ | يُؤْتَوْنَ يُنْفِقُونَ يَدْرَءُونَ | مَرَّتَيْنِ أَجْرَهُمْ | السَّيِّئَةَ الْحَسَنَةِ | بِمَا مِمَّا | أُولَئِكَ | بِ مَا وَ وَ |
2+(2+1)+2+2+2+1+(2+2) =16 |
صَبَرُوا- رَزَقْنَاهُمْ يُؤْتَوْنَ- يُنْفِقُونَ يَدْرَءُونَ- أُولَئِكَ مَرَّتَيْنِ- أَجْرَهُمْ السَّيِّئَةَ- الْحَسَنَةِ بِمَا-مِمَّا بِ-مَا |
ÖBR-RZQ ETY-NFQ DRE-EuLAvEiKa MRR- ECR SVE-XSN BiMAv-MinMAv Bi-MAv |
- أُولَئِكَ‘de kimlere işaret edilir?
Kendilerine tilavet olunup “Biz Rabbimizden bize gelen hakka iman ettik” diyenlere işaret edilir.
- Neden atıf harfi getirilmez?
Bu cümle bundan önceki أُولَئِكَ‘lerin işaret ettiği kimselerin durumunu anlatır. Onları tarif eder. Kemali ittisal olduğu için وَ harfi getirilmez.
- أُولَئِكَ‘nin cümledeki yeri nedir?
أُولَئِكَ mübtedadır. Bundan sonra gelmiş olan fiil cümlesi haberdir.
Onların özelliklerini anlatır.
- Kimlere iki kat ücret verilir, يُؤْتَوْنَ‘nin naibi faili kimlerdir?
Bu ayetlerin Kur’an nazil olduğu zamanki kimselerin durumlarını izah etmesi vardır. Ancak Kur’an bugün bize de nazil olduğu için biz manaları hep bugünün içinde yorumlayıp anlatıyoruz. Kur’an’a daha önce inanmamış kimseler değil de bizden önce Kur’an’ı benimsemiş ve uygulamış olan kimseler burada anlatılır. Biz tilavetimizi yalnız bunlara değil bütün insanlığa yapma durumundayız. Ancak işe en yakından başlamak zorundayız.
Burada bizden önce kitabı verilenler Risale-i Nur şakirtleri, Süleyman Tunahan mensupları, diğer şeriat ve tarikat ehilleridir. Onların içinden bizim onlara yaptığımız tilaveti kabul edenler ve böyle söyleyenler vardır. O sayede Akevler kurulmuş o sayede Millî Görüş ve Adil Düzen oluşmuştur. Bundan sonra da on bin ortaklı AR-GE çalışmalarımız onların sayesinde ve yeni geleceklerle olacaktır. Bu ayetler bize bunun müjdesini vermektedir.
O halde burada verilenler ile semt kooperatiflerinin kurulmasına ve kredileşmeli ortaklık sisteminin oluşmasına katılan kimseler kastedilir. Bunlara ücret iki misli verilecektir. Çünkü onlar bizden önce de cihat yapmışlardır, şimdi de bize katılarak cihatlarına cihat katıyorlar.
- Neyin ecirleri verilir?
Biri, bugünü bize hazırladıkları için eski cihatlarının ücreti verilir. Diğeri de bugün bize katılarak bizim tilavetimizi geliştirmeye katkıda bulunduklarından dolayı ikinci ücretleri olur.
- Neden iki defa ecir verilir?
Ayette “Sabrettiklerinden dolayı” deniyor. Gerçek olan, asıl sıkıntıyı onlar çekmişlerdir. Onların yani bizden önce gelenlerin ikinci Kur’an uygarlığını oluşturmadaki gayretleri çok çetin olmuştur. Hapse girmişler, dayak yemişler, asılmışlar ama sabredip cihatlarına devam etmişlerdir. Biz Akevler olarak, onların bu sabırlı direnişleri sonunda ortaya çıkabilmişizdir ve onların sabırları sayesinde Millî Görüş ve diğerleri ortaya çıkmıştır. Akevler onların sayesinde kurulabilmiştir.
- مَرَّتَيْنِ ile كَرَّتَيْنِ kelimelerini karşılaştırınız.
“Mürur” gelip geçme demektir. “Kerre” ise geri dönüp geçme demektir. Birisinde tekrar vardır. Diğerinde tekrar yoktur. Burada مَرَّتَيْنِ geçer. Bu imkân her zaman nasip olmaz. 20. asrın başında alenen dinsizlik yapılmaya başlanır.1933 ile 1966 yılları arasında dinsizlik en yüksek seviyeye çıkar ve 66’da yeni bir durum ortaya çıkar, sabır başlar. Bugünkü duruma gelinir. Bugün artık dinler revaçtadır, dışlanma bitmiş, siyaset dünyada artık din üzerine yeniden oluşmaya başlamıştır.
- مِثْلَيْنِ denmez de مَرَّتَيْنِ denir, neden?
Bizden önce cihat yapanlara bugün ücretleri verilir. Gerek Millî Görüşçüler gerekse diğer tarikatçı ve şeriatçılar artık zengin ve iktidar olmuşlardır. Birinci ücretlerini almışlardır. Şimdi bize katılıp bunlardan kredileşmeli ortaklık işletmelerinde yer alanlar bizimle beraber ikinci defa ücret alacaklardır. Bizim birinci dönemimiz ise sıkıntılı geçmiş, amelimiz olmadığı için ücretimiz de olmamıştır. Bu da gelecek yılların Millî Görüşçü ve Risaleci toplulukların ve Akevler’in refah içinde olacağını haber verir. أُوتُوا demiyor da يُؤْتَوْنَ diyor, yani geleceğimizi müjdeliyor.
- بِمَا صَبَرُوا‘deki بِ ne Ba’sıdır?
بِ sebep Ba’sıdır. İki defa ücret almaları sabretmelerinden dolayıdır.
- بِالَّذِي demiyor da بِمَا diyor neden?
Çünkü bunlar değişik baskılara sabretmişlerdir. Değişik sıkıntılara uğramışlardır. Sıkıntıların cinsine ve türüne bakmaksızın zulme dayanmışlardır. Ondan dolayı مَا gelmiştir. Dayanma şekilleri de farklı olmuştur.
- “Sabrettiklerinden dolayı” demesi ile neye sabredilmesi kastediliyor?
“Sabır” demek sıkıntılara dayanıp yola devam etmek demektir, cihadı bırakmamaktır.
Türk Milleti, İstiklal Savaşı’nı büyük bir sabırla kazandı. Sonra hiç beklemedikleri bir olayla karşılaştılar. İngilizlerin Irak’ta, Fransızların Suriye’de yapmadıkları baskı Türkiye’de Türklere yapıldı. Zaferi kazananlar biz değil de onlarmış gibi muamele gördük. 15 Temmuz’da da fatura 15 Temmuz’u dışardan yürütenler ve yönetenlerden çok alt tabakada samimi olanların elinde kalmış oldu.
Türk Milleti bunlara hep sabretmiştir. 27 sene “Tanrı uludur” diye okunan ezan bir gecede “Allahuekber”e dönüşmüştür. Bugün Türkiye’nin her yerinde Kur’an üzerinde çalışmalar yapılır. Kur’an mealleri, Kur’an’lar milyonlarca basılıp satılır.
- وَيَدْرَءُونَ‘deki وَ nereye atfediyor?
يَدْرَءُونَ‘yi يُؤْتَوْنَ’ye atfediyor. Haberler atıfla ve atıfsız gelir. Eğer haberlerden biri kendisinden önceki haberin sıfatı veya bedeliyse atıfsız gelir. جَاءَ أَحْمَدُ الْعَالِمُ “Âlim olan Ahmet geldi.” anlamındadır. جَاءَ أَحْمَدُ وَالْعَالِمُ dersen âlim başka, Ahmet başkadır.
Burada da ücretlerin verilmesiyle seyyienin hasene ile giderilmesi ayrı ayrı olduğu için iki haber cümlesi birbirine وَ ile atfedilir.
- يَدْرَءُونَ kelimesini inceleyiniz.
دُرَّة inci, دُرُوء inci gibi parlayan şey demektir. Der etmek parlatmak demektir. Yola düşen kaya parçasını uzaklaştırmak demektir. Bir kötülüğü iyilikle gidermek demektir.
Bugünkü mevcut olan durum yola dökülen kaya parçaları gibidir. Uygarlaşma yolculuğuna karşı yığılmış taşlardır. Faizli işçilik sistemi; serbestlik sistemine, özgürlüklere karşı Sermaye’nin getirdiği kayalıklardır. Dünyayı bu kayalıklardan temizleme “der etme” demektir.
- Seyyie hasene ile nasıl giderilir?
Kötülükler, ihtiyaçlardan doğar. Adil bir düzen yoksa herkes şeriat dışında hareket etmek zorunda kalır. Başka türlü hayat mümkün olmaz. Yöneticiler de bu şeriat dışı davranışlara göz yummak durumunda kalırlar. Kendileri de varlıklarını şeriat dışı imkânlarla sağlarlar. Dolayısıyla kötülükler, imkânsızlıklar ve zorunluluklar sebebiyle olur. Buna fıkıhta “belvi umumi” denir. Artık cezalandırılmakla bu durum düzeltilemez. Bu durum ancak yeni düzenin gelmesiyle düzelir. Kredileşmeli ortaklık sistemiyle düzelir. Düzen düzeni değiştirir. Sopa düzeni değiştirmez. Karanlıklar mumla aydınlanır, kamçılamakla değil.
Yani buradaki seyyie bugünkü faizli işçilik sistemidir. Hasene de Kredileşmeli Ortaklık sistemidir. İkisi de marifedir. O halde yorumcu seyyieyi de haseneyi de bize tarif etmelidir.
Biz böyle tarif ediyoruz.
- Kefaretlerin hikmetini anlatınız.
Kefaretler ibadettir yani iyiliktir. Hataen birisini öldürmeniz seyyiedir. Diyet ödeme hasenedir. O halde kefaretle, bilinen bir seyyie bilinen bir hasene ile giderilir. Herkesin borcu bir seyyiedir. Ödeme ise bir hasenedir. Bilinen borç bilinen haseneyle giderilir.
- Diyetlerin hikmetini anlatınız.
Kısas seyyienin seyyie ile giderilmesidir. Yani zarar verene zarar vermek demektir. Ancak kısas yerine diyet seyyienin haseneyle giderilmesidir. Parası olanların seyyielere devam etmemesi için, kısasın diyete dönüşmesi için mağdur olan tarafın affetmesi şartı getirilmiştir. Bugünkü hukukta bu şekliyle af müessesesi yoktur. Yani seyyie haseneye çevrilemiyor.
- وَمِمَّا‘daki وَ nereye atfediyor?
يُنْفِقُونَ‘yi يَدْرَءُونَ’ye atfediyor. مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ ifadesi يُنْفِقُونَ’nin mefulüdür, takdim olunmuştur.
- مَا neyi ifade ediyor?
“İnfak etmek” harcamak demektir. Bir üretimi yapmak için kullanılan şeyler مَا‘dır. Girdiler kastedilir. İşletmelerde emek girer eşya çıkar. Evlerde mal girer eşya çıkar. Hangi malların girip çıkacağı konusu sünnetullahta belirlenmiştir, bunlara “rızık” denir. Tüm canlıların rızıkları sınırlıdır ve bellidir. مَا rızık olan her şeyi ifade ediyor.
- Neden مِنْ ile gelir?
مَا‘ların bir kısmı rızıktır, bir kısmı değildir. Rızk olanları olmayanlardan ayırmak için مِنْ gelir. İnsanlar rızık olmayanları da infak ederler.
Burada vurgulanan, rızık olmayanları infak etmemeleridir. Burada mefulü muhalefet vardır. Çünkü helal beyyin olduğu gibi haram da beyyindir.
- أَعْطَيْنَاهُمْ demiyor da رَزَقْنَاهُمْ diyor, neden?
أَعْطَيْنَاهُمْ hukuki tabir olur. Yani “Biz onların emrine verdik, onların malıdır, istedikleri gibi tasarruf ederler.” denmiş olur. Batılılar mülkiyeti böyle alıyorlar. رَزَقْنَا‘da ise kendilerine yarayacak şeyler demektir. Hukuki değil tabii itadır.
Burada vurgulanmak istenen; Allah insanlar için neyi rızık kılmışsa onu harcamalarıdır.
- رَزَقْنَاهُمْ‘daki هُمْ zamiri kime gidiyor?
الَّذِينَ‘nin tarif ettiği kimselere gidiyor. Yani Akevler’den önce cihat yapıp Akevler’den sonra da onlarla bir olanlara gidiyor. İki defa ücreti istihkak edenlere gidiyor.
- Rızkın geniş manasını açıklayınız.
“Rızık” dar manada insanların karınlarını doyuran şeylerdir. İnfak da yine dar manada it’am etmektir. Geniş manada ise insan için yararlı olan her şey rızıktır. Onu elde etmek veya ondan yararlanmak infaktır. Dar manada biyolojik rızk ve infak vardır, geniş manada ise sosyolojik rızk ve infak vardır.
- Aşağıdaki kavramları karşılaştırınız.
- رزق-صبر (ÖBR-RZQ)
Üretimin temeli tarımdır. İnsanlar tarım ürünlerini kullanarak yaşarlar ve çoğalırlar. Diğer bütün ihtiyaçlar tarım ürünlerini çoğalttığı için veya onlara olan ihtiyacı azalttığı için değerleri vardır. Tarım ürünlerinin özelliği de sabırdır, beklemedir. Siz üretmeyeceksiniz, o üreyecek. Size düşen, size düşeni yapıp beklemekten ve sabretmekten ibarettir. Rızkın geniş manası üretim ve tüketimdir. O halde hayat demek sabır demektir.
- نفق-ءتي (ETY-NFQ)
“Nafaka” üretim ve tüketimi ifade eder. إِتْيَان ise hareketi ve mülkiyeti ifade eder. Bunlar birbirlerini tamamlayan iki müessesedir. Ekonomide üretim ve bölüşme diye bilinir.
- درء – أُولَئِكَ (DRE-EuLAvEiKa)
أُولَئِكَ belli kimselerdir, دَرْء de kötülüğün giderilmesidir, görevdir.
Batıda görev topluluğa verilir, hizmeti alanlar sayılır. “Bunun hakkı budur, bunun hakkı şudur.” denir. Bu hakkın görevlisi devlet kabul edilir.
Ortaklık sisteminde ise herkesin görevi sayılır. Görev dışında olanlar haktır. Sayılı değil sonsuzdur. Hukuk diliyle Batı’da haklar sayılır, şeriatta ise borçlar sayılır.
- ءجر-مرر (MRR- ECR)
مَرّ etmek uğramak demektir. Bir iş yapılırken o işin başında gözetleyici olarak da bulunsan ücreti istihkak edersin. Bizzat bedenen katılman gerekmez ama orada bulunmadığın takdirde veya orada iş olmadığı takdirde ücreti hak etmezsin. Demek ücreti istihkak etmek için bir üretim olmalıdır, sen de sorumlu olarak o işin olduğu yerde bulunmalısın.
- حسن-سوء (SVE-XSN)
Yeryüzü insanlar için yaratılmıştır. Geniş manada insanın rızkı olanlar hasenedir. Haseneleri engelleyenler seyyielerdir. Kâinat seyyie ile hasenenin çatışması dengesi üzerine kurulur. Seyyieler haseneleri denetlemek üzere var edilir. Haseneler hasene olmaktan çıktıklarında seyyie olurlar ve seyyieler başka bir seyyie ile giderilirler. Seyyienin seyyiesi hasene olmuş olur. Böylece seyyie de hasenenin bir parçasıdır.
- بِمَا-مِمَّا (BiMAv- MinMAv)
بِ ile مِنْ başlangıcı gösterirler. Bunlardan önce gelenlerde olmayan bundan sonraki gelenlerde var demektir. Birincilerle ikinciler arasında sebep-sonuç ilişkisi varsa بِ kullanılır, yoksa مِنْ kullanılır. Bu özelliklerini düşündürmek için eşleştirilir.
- بِ-مَا (Bi-MAv)
بِ sebep Ba’sıdır, مَا ise bütün eşyaları gösterir. Çevremizdeki her şeyden yararlanma hakkımız vardır. Başkasının yaralanma hakkına tecavüz etmeksizin çevremizden her zaman yararlanabiliriz. Bir yerden izin almamız gerekmez. Boş ev bulursanız girip kalabilirsiniz. Bu eşleştirme ile bu doğal yararlanma hakkı ifade edilir.
Öz Türkçe ile:
“İşte onlara dayandıklarından dolayı karşılıkları iki kez verilecek, kötülüğü iyilikle giderirler ve onlara beslediklerimizden kullanırlar.”
Kur’an kelimeleri ile:
“İşte onlar sabrettiklerinden dolayı ecrlerine merrateyn ita edilirler, seyyieyi haseneyle der ederler ve onlara rızıklandırdıklarımızdan infak ederler.”
أُولَئِكَ يُؤْتَوْنَ أَجْرَهُمْ مَرَّتَيْنِ بِمَا صَبَرُوا وَيَدْرَءُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ (54)
***
وَإِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ أَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَا نَبْتَغِي الْجَاهِلِينَ (55)
(55) Va RiÜAv SaMiGUv elLaĞVa EaGRaWUv GaNHVa QAvLUv LaNAv EaGMALuNAv Va LaKuM EaGMAvLuKuM SaLAvMun GaLaYKuM LAv NaBTaĞiy eİCAvHiLIyNa
“Ve lağvi sem’ ettiklerinde ondan i’raz ederler ve ‘Amellerimiz bizimdir ve amelleriniz sizindir. Size selam. Cahilleri ibtiğa etmeyiz.’ diye kavil ederler.”
وَإِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ أَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَا نَبْتَغِي الْجَاهِلِينَ |
أَعْرَضُوا قَالُوا سَمِعُوا | نَبْتَغِي | سَلَامٌ | أَعْمَالُنَا أَعْمَالُكُمْ | اللَّغْوَ الْجَاهِلِينَ | عَلَيْكُمْ عَنْهُ لَكُمْ لَنَا إِذَا | لَا وَ وَ وَ |
(2+1)+1+1+2+2+(2+2+1)+(2+2) =18=16+2 |
أَعْرَضُوا- نَبْتَغِي قَالُوا- سَمِعُوا سَلَامٌ- إِذَا الْجَاهِلِينَ اللَّغْوَ لَكُمْ- لَنَا عَلَيْكُمْ-عَنْهُ لَا-وَ |
GRW-BĞY QVL-SMG SLM-EiÜAv CHL-LĞV LaKuM-LaNAv GLaYKuM-GaNHu LAv- Va |
- وَإِذَا سَمِعُوا deki وَ nereye atfediyor?
وَإِذَا يُتْلَى‘ya atfediyor (53. ayet).
İnsanlar her söze kulak vermeliler, söyleyene değil söylenene bakmalılar. Bunun için 53. ayette إِذَا يُتْلَى gelmiş, tilavet eden zikredilmemişti. Burada ise سَمِعُوا kelimesi gelmiştir. Tilavet ile sem’ karşılaştırılmıştır.
Tilavette biri size söylediği zaman onu dinleyip değerlendirme durumundasınız. Bir de konuşma olsun diye işe yaramayan sözlere “lağv” dendiği gibi zararlı olan sözler de lağvdir. Bozucu sözler demektir. Bozmak lağv demektir. Yeminlerin bozulması Kur’an’da lağv ile ifade edilmiştir. Bir sözün lağv olup olmadığını anlamak için o söze kulak vermek gerekir.
O halde ister tilavet olunsun isterse biz sem’ edelim bir defa sem’ etmekle mükellefiz. Onlardan tilavet edenler varsa o zaman söylenenleri doğrularız veya eleştiririz ama söylenenler boş laflarsa veya bozucu laflarsa o zaman ne yapmamız gerektiği bu ayette anlatılmaktadır.
O sebeple إِذَا‘larla birbirine bağlanmıştır.
- Lağv/ اللَّغْوَneden marife gelir?
Sözlerde asıl olan bir maksadın ifade edilmesidir. Dolayısıyla söylenen sözlerin hangilerinin lağv olduğunun içtihat ile icmalar ve istişarelerle tespit edilmesi gerekir. Bu lağvdır diye ispatsız ileri sürerek dinlememek caiz değildir. Asıl olan bütün sözlere kulak verilmesidir. Sadece lağv olanlar istisna edilir. Onun için marife gelir.
- İ’raz etmek ne demektir?
طُول uzunluk, أَرْض genişlik, عَمْق ise derinlik demektir.
“İ’raz etmek” yan çizmek demek yani oradan ayrılmak demektir. “Arıza” kelimesi de buradan gelir. İşe yaramaz hale gelme anlamını taşır. Yerinden ayrılma demektir. “Lağv”dan arz emredilir. Yani boş konuşmalar veya bozucu konuşmaların yapıldığı meclislere devam edilmez. Önce katılacağız, onları ciddiyete çağıracağız, gelmezlerse meclislerini terk edeceğiz.
- Nasıl i’raz edeceğiz?
Eğer topluluğun yöneticisi varsa yöneticiye “Sizin yaptığınız lağvdır, dolayısıyla ciddiyete geldiğinizde haber verirseniz gelirim” denilir. Yok, eğer bir sorumlunun sorumluluğunda topluluk yönetilmiyorsa yanında bulunanlardan birine durum izah edilir ve ayrılınır.
- وَقَالُوا‘yu وَ ile atfeder, nereye atfeder?
أَعْرَضُوا‘ya atfeder. Demek ki i’razla beraber kavil de vardır. Bundan önceki açıklamalarda her toplantıya katılmalı, önce ne söyledikleri belirlenmeli, sonra birisine söyledikten sonra ayrılmaları gerekir demiştim. Onları istihsan ile söylemiştim. Bu وَ harfi bu istihsanı teyit eder.
Burada başka bir husus da ortaya çıkar. Tek başına sem’ etmek ve tek başına kavil etmek değil, iş bölümü yapacağız, her birimiz değişik meclislere katılacağız ve orada kendi topluluğumuzu temsil edeceğiz. Bir şeyi beraber yapma demek birlikte olma manasına gelmez. İş bölümü yapar da her birimiz mensup olduğumuz topluluk adına hareket edersek, sonra bu bilgileri birleştirirsek beraber hareket etmiş oluruz.
قَالُوا قَوْلًا veya قَالَ أَقْوَالًا olabilir. قَالُوا قَوْلًا söylenirse birlikte tek sözü söyleyeceğiz demektir. أَقْوَالًا gelmişse her birimiz ayrı ayrı söyleyeceğiz demektir. Burada zikredilmediğine göre biz istihsan ile uygun olanı koyarız.
عَنْهُ‘daki هُ zamiri lağva gider.
- Buradaki لَنَا ve لَكُمْ kimlerdir?
Buradaki لَنَا tilavet edenlerdir veya sem’ edenlerdir. لَكُمْ ise kendilerine tilavet edilen veya lağvi sohbet edenlerdir. Yani لَنَا seminerleri takip edenler, لَكُمْ ise seminerleri duyanlardır.
- Bizim amellerimiz nedir, onların amelleri nedir?
Bizim amellerimiz kredileşmeli ortaklık sistemidir.
Onların amelleri ise faizli işçilik sistemidir.
Yasaklanmamalı, onlar da biz de serbestçe faaliyet göstermeliyiz.
İnsanlar özgürlük içinde sevap veya günah işlemelidir.
Zorlama olursa irade yok olur, irade yok olunca da sorumluluk kalkar.
- Kâfirûn Suresi’ndeki لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِيَ دِينِ ifadesini bunlarla karşılaştırınız.
Orada, “Sizin dininiz sizin, sizin düzeniniz sizin, benim düzenim benim” diyor.
Burada ise “Benim” değil, “Bizim amellerimiz” diyor.
Din demek düzen demektir, herkes İslam düzenine kendi isteğiyle katılacaktır. Bunun için ‘Benim’ diyor ama amel şeriattır. Herkes şeriatın içinde serbest olacaktır.
- Selam/سَلَامٌ kelimesinin mübtedası nedir?
عَلَيْكُمْ mübteda olabilir, سَلَامٌ haberdir veyahut mahzuf olan مِنَّا vardır. سَلَامٌ مِنَّا عَلَيْكُمْ dür. Hangi surette olursa olsun biz herkese selam veririz. Herkesle barış içinde oluruz. Onların iyi veya kötü olmaları bizim onlarla barışımızı bozmamızı gerektirmez. Biz sadece yapılan kötü işlerde onlarla beraber olmayız, iyi işlerin hepsinde beraber oluruz. (سَلَامٌ mübteda, عَلَيْكُمْ haber olmaya uygun. Tayibet Erzen)
- Neden hazf olmuştur?
Her iki mana verilebilsin diye hazflar yapılır. Halin gereği olarak orada hazfı değerlendirirsin. Değişik şartlarda değişik şekilde uyulabilir demektir.
- İslam’ın barışçılığı üzerindeki vurgusunu açıklayın.
Bu ayet İslam’ın asla savaşçı olmadığını, kendisine zarar verilse bile sabrederek kötülüğü iyilikle gideren bir düzen olduğunu ifade etmiş oluyor. Bu sebepledir ki Osmanlılar çok yerde sabretmişlerdir. Bugün de ordumuz birçok yerde sabretmektedir. Barışı bozmak en son şıktır.
- “İbtiğa” kelimesini inceleyiniz
بَغْي kelimesi Türkçedeki “boğa” kelimesine akrabadır. Bir şeyi büyük bir arzu ile istemek ve ona göre davranmaktır. “İbtiğa etmek” ise kendi kendine istemek demektir. Sen arz edersin ve müşteriyi beklersin. Ortaklık sisteminde tüm hareketler bu esasa dayanır. Bir şey alacaksan İnternete girer talep formunu yazarsın, ondan sonra beklersin. Sen kapı kapı dolaşıp “Ben bunu istiyorum.” demezsin.
- Cahiller/ الْجَاهِلِينَkelimesini inceleyiniz.
“Cahil” demek bilmeyen demek değildir, bilmeyi istemeyen demektir. Bilmiyor ama bilmek de istemiyor. (Câhil aldığı kararlarda bir kurala dayanmadan karar alır, kararları alırken bir sistematik ve tutarlılık içinde hareket etmez. Lütfi Hocaoğlu) Kur’an’da müfret olarak جَاهِل kelimesi 1 defa geçer. Diğer cahil kelimeleri kurallı erkek çoğul olarak geçer. Yani cehalet ferdi değildir, içtimaidir. Topluluklar yanlış şeylere inanırlar ve ondan sonra bireyler artık o yanlışı düzeltemezler. Bazen öyle olur ki bütün fertlerin kanaatleri aksine olduğu halde onu söyleyemezler.
Bana göre 15 Temmuz olayları böyledir. Bakan bile ağzından gerçeği kaçırsa akabinde onu yorumlamak zorunda kalabiliyor. Burada الْجَاهِلِينَ kelimesi kurallı çoğul gelmiştir. O halde böyle bir sınıf vardır. Göz göre göre ve baka baka yanlışta ısrar ederler.
- “Cahilleri ibtiğa etmeyiz” ne demektir?
Cahil demek bilmediği halde bilmediklerini de öğrenmek istemeyen demektir. Onlar bize katılabilir ve cehaletlerine devam edebilirler. Biz onları kovmayız ama beklentimiz onlardan olmamadır. Tutuculuğa devam edip hakkı bile bile reddedenlerin bize gelmelerini istemeyiz.
- Kastedilen cahiller kimlerdir?
Bugün bu cahiller medreselilerdir, tekkelilerdir, partililerdir, gazetecilerdir. Bugün bu cahillik meslek haline gelmiştir. Bir yazar bile bile yalanları yazar, yanlışları yazar. Onun fanatik okuyucuları vardır. Yalan yazdıklarını bilirler ama zevkle okurlar. “Yalanlara bile ne kadar güzel yazıyor” diye sevinirler. Bugün hemen hemen herkes bu tip yazara benzer.
- İ’raz edenler neden cahilleri ibtiğa etmezler?
Cahillerin iddiaları ya boş iddialardır yahut bozucu iddialardır. Yani lağvdır. Onları dinledikten sonra onlardan ayrılmak gerekir.
Benim hakkımda birçok yazılar yazılmıştır. İkinci evliliğimle ilgili uydurma hikâyeler vardır. Hiçbirine cevap vermedim, vermem de. Çünkü onlar lağvdır.
Biz Akevler Adil Düzen çalışanları olarak 10 arkadaşımızla Kenan Evren’i Muğla Marmaris’teki evinde ziyaret etmiştik. Bize randevu alan onun tanıdığı bir eski milletvekili bizi Adil Düzenci olarak takdim etti. Evren görüşmeyi reddetmedi ama kendisini savunmak için hazırlık yaptı. “Allah adil değil de siz mi adil olacaksınız?” dedi. Ben hemen cevap vermedim. Sonra konuşmalarında dedi ki; başörtüsü serbesttir, sokakta isteyen örter ama kamuda örtemez! Yine cevap vermedim. Biraz sonra dedi ki; ben Erbakan’ı hapse attım onlar ise bana Meclis’te büyük saygı gösterdiler, Erbakan çok kurnaz birisi. Yine cevap vermedim. Sonra konuşmalarda fırsat geçince üçünü birden cevapladım: “Siz Allah adil değil midir?” dediniz. Biz ahirete inanıyoruz. (“Ahirete biz de inanıyoruz.” dedi.) Allah adaleti ahirette tamamlayacaktır. Cehennem azabı bundan dolayı vardır, dedim. Sükût etti. Sonra “Erbakan’a kurnaz dediniz. Erbakan kurnaz değil, sizin kadar vatanseverdir.” dedim. (“Öyledir” dedi.) “İşte, onun için size saygı gösterdiler. Çünkü ordu ne kadar kötü olursa olsun, olması olmamasından çok çok daha iyidir. Üçüncü olarak da ‘Siz kamu alanında baş örtmek suçtur.’ dediniz. Farz ediniz ki biz seçimi kazandık ve iktidar olduk. Kamu alanlarında baş açmayı yasakladık. Doğru bir şey yapmış olur muyuz?” dedim. “Hayır” dedi. “Sizin yaptığınız iş de bundan başkası değildir” dedim. Sustu. Üç saatten fazla görüşme yaptıktan sonra ayrılırken bizi evinin dış kapısına kadar götürdü ve “Gerçekten Adil Düzen Partisi’ni kuracak mısınız?” dedi. “Evet” dedim. “Allah muvaffak eylesin.” dedi.
Sonra Ankara ve İstanbul’da diğer emekli generallerle de görüştük. Bize katılmayı vaat etmediler ama hepsi bize akıl verdi ve destekledi.
Şimdi Hürriyet Gazetesi’nde o zamanlarda yayınlanmış bir makale okudum. Neler neler yazıyor. Söylenenlerle yazılanlar arasında belki uyumlu tek bir cümle bile bulamazsınız. İşte bu, cahiller ile kâzipler dünyasıdır. Böyle olan kimselerin bizim aramızda yer almasını istemeyiz. Bizden yalan yazanlar bize yalan söylemiş olurlar. Bu ayet bunu ifade ediyor.
- Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
- بغي-عرض (GRW-BĞY)
“İbtiğa etmek” istemek demektir. Biz herkesin bize katılmasını istiyoruz. Kimseye karşı değiliz ama bütün kötülüklerden i’raz ediyoruz, bütün kötülüklere karşıyız. Kötülerin iyileşmesini, kötülüklerin yok olmasını istiyoruz. İyileşmeyle yok olmanın anlamlarını karşılaştırabilirsiniz.
- سمع-قول (QVL-SMG)
قَوْل sözdür, سَمْع ise işitmektir. Söz, manası olan bir cümleyi söylemektir. Yalnız manası değil, hukuki ilişkileri kurmak için kavil edersin. Sem’ de öyledir. Sadece lafızları duymazsın, manasını duyarsın. Kabul eder veya reddedersin. Cevap vermemek olmaz.
Bugün ise hitap ettiklerimiz bize bir şey demiyorlar. Ne kabul ne de reddediyorlar.
Süleyman Akdemir Cumhurbaşkanlığı iletişim başkanlığı aracılığı ile başvurarak, Akevler adına görüşme talep etti. Gelen cevapta Reisicumhura göstermeye bile gerek görmeden “yoğun olduğundan bu aşamada görüşemez. Taleplerinizi ilgili bakanlıklara randevu alarak iletebilirsiniz” diye cevap verdi. İşte bu yaklaşım son derecede yetersizdir. Sekreter birisini görevlendirir, o Süleyman Akdemir’in ayağına gider, o ne görüşeceğini öğrenir, ondan sonra bilinen bir şeyse cevap verir. Yani başkanın bildiği ve hususta kararı olan bir şeyse cevap verir. Yeni bir şeyse mutlaka başkana ulaştırılır, görüşüp görüşmemeye o karar verir.
- سلم-إِذَا (SLM –EiÜAv)
سِلْم barış, إِذَا beklenen bir olaydır. Biz savaşları barışa kadar götürürüz. Karşı taraf selamı alınca orada savaş durur. Artık sulh ve hakemler konuşmaya başlar. Burada bu kural teyit edilir.
- لغو-جهل (CHL-LĞV)
Lağv edenler vakitlerini boş yere harcayanlar veya bozgunculuk yapanlardır. İnsanlar bir araya gelip sohbet etmek ihtiyacındadırlar. Sohbet edecek konular bulamayınca ya spor ya film seyrederler ya da boş şeyleri konuşurlar. Cahil olmayanlar bir araya geldiklerinde lağv ile vakitlerini geçirmezler, bilgilerini arttırmaya çalışırlar.
Mezopotamya medeniyeti böyle doğdu. Mısır medeniyeti böyle doğdu. İbrani medeniyeti böyle doğdu. Yunanistan’da felsefe böyle oluştu. Roma’da hukuk böyle oluştu. İslamiyet’te fıkıh böyle gelişti. Avrupa’da teknik ve ilim böyle oluştu. İnsanlar kahvehanelerde toplandıkları zaman tavla veya okey oynamadılar, matematik formülleri çözdüler.
Biz de şimdi yeni medeniyeti kuracaksak bir araya geldiğimizde hep ilmi sohbetler yapmalıyız. Cahiller lağv ederler.
- لَكُمْ -لَنَا (LaKuM-LaNAv)
Akitlerde esas olan çıkar paralelliğidir. Kişinin kendisi kazanır. Mensup olduğu topluluk da karşı taraf da kazanır. Karşı tarafın mensup olduğu topluluk da kazanır. Zarar eden olmaz. Buna “çıkar paralelliği” deriz. Ortaklık sistemini işçilik sisteminden ayıran tek araçtır. Burada Kur’an buna işaret eder.
- عَلَيْكُمْ– عَنْهُ (GLaYKuM -GaNHu)
Ortaklık sisteminin temel kurallarından birisi de dayanışma ortaklıklarıdır. Dayanışma ortaklıkları, birisine gelmiş olan zararı ortakların bölüşerek paylaşmasıdır. Birinin zararını hepimiz karşılıyoruz. Bugünkü sigorta sistemine benzer ve bu sistem olmadan ortaklık işletmeleri çalışmaz.
- لَا- وَ(LAv- Va)
İkisi de atıf harfidir. Kuran’da yoktur ama Arapçada لَا menfi olarak atfeder. Biz matematikte وَ harfini artı, لَا harfini de eksi olarak kullanırız. كَ harfini sanal sayı olarak alırız. Kur’an bize bunları düşünmemizi emreder.
Öz Türkçe ile:
“Ve boş sözler duydukça ondan yan yaparlar. ‘Bizim işlerimiz bizimdir. Sizin işleriniz sizindir. Size barış. Öğrenmeyenleri aramayız.’ derler.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve lağvi sem’ ettiklerinde ondan i’raz ederler ve ‘Amellerimiz bizimdir ve amelleriniz sizindir. Size selam. Cahilleri ibtiğa etmeyiz.’ diye kavil ederler.”
وَإِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ أَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَا نَبْتَغِي الْجَاهِلِينَ (55)
***
إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ (56)
EinNaKaLAv TaHDıy MaN EaXBabTa Va LAvKimNa elLAvHa YaHDIy MaN YaŞAvEu VaHuVa EaGLaMu Biy eLMuHTaDIyNa
“Sen ihbab ettiğin kimseye hidayet edemezsin velakin Allah meşiet ettiğine/meşiet edene hidayet eder. O mühtedileri a’lemdir.”
إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ |
أَحْبَبْتَ أَعْلَمُ | الْمُهْتَدِينَ تَهْدِي يَهْدِي يَشَاءُ | اللَّهَ هُوَ | | إِنَّكَ لكِنَّ | لَا بِ | مَنْ مَنْ وَ وَ |
2+(3+1)+2+2+2+(2+2)=16 |
أَحْبَبْتَ- أَعْلَمُ يَشَاءُ – يَهْدِي اللَّهَ- هُوَ إِنَّكَ- لَكِنَّ لَا- بِ |
XBB-GLM ŞYE-HDY elLAH-HuVa EinNaKa-LAKinNa Bi-LAv |
- Ayet harfi atıfsız başlar, neden?
Bundan önceki ayetlerde bugün mevcut olan insanlığın iki gruba ayrıldığını beyan eder. Bir grup faizli işçilik sisteminde ısrar eder. Diğeri ise kredileşmeli ortaklık sistemine geçilmesini kabul eder. Yani Akevler’in Adil Düzen sistemini benimser. Bununla beraber Adil Düzen’i uygulamak için benimseyenler şimdilik çok az ve etkin değillerdir. Bu seminerleri takip edenler içinde bile henüz kredileşmeli ortaklık sistemini tam benimseyen çok az kişi vardır. İşte Allah bu durumdan dolayı Adil Düzen’i benimseyen ve onun için çaba gösteren herkese burada hitap eder. Muhatap değişmiştir, kendi kendimize dönmüş olmamız gerektiği için وَ harfi getirilmez.
- إِنَّكَ‘deki كَ kime hitap eder?
إِنَّكَ‘deki كَ Kur’an’ı anlamak üzere ve anladıktan sonra onu uygulamak üzere okuyan herkese, özellikle Akevler Kur’an seminerlerine devam edenlerden her birine ayrı ayrı hitap eder. Yani bizlere hitap etmiş olur. Her birimize ayrı ayrı hitap eder.
- Tilavet eden ita edilen kimse değil midir?
Aynı kimse değildir. Tilavet edenler Kur’an’ı uygulamak üzere anlayan ve Kur’an’a tercümanlık yapan kişilerdir. Ücret ise Allah tarafından sünnetullah içinde verilen karşılıktır. Ahirette de O’nun tarafından mükâfatlandırılırlar.
- Aynı kimse ise neden “Hidayet edemezsin” diyor?
Bize düşen tebliğdir. Bütün insanlara Kur’an’ı ulaştırmamız gerekir. Bunu yapabilmemiz için Bin Dil Üniversitesini kurmamız, 100 lojmanlı işyeri apartmanlarını yapmamız gerekir. Dünyadaki bütün dillerde olan bilgiler Arapçaya, Arapçada oluşan bütün bilgiler dünyanın bütün dillerine çevrilmelidir. İsteyen semtler Kur’an seminerlerini takip edebilmelidir. Ondan sonraki durum bize ait değildir. Bizim görev alanımızın dışındadır. Bizim yetkilerimizi aşmaktadır.
Batılılar İslamiyet’in bu taraflarını bilmedikleri ve İslam devletlerinin bu ilke içinde var olduklarını görmedikleri için korkarlar.
Biz Viyanalara kadar gittik, kimseyi zorla Müslüman yaptık mı?
Pekinlere kadar gittik, orada şimdi Budistler yaşamıyor mu?
Bunu görmüyorlar.
Son iki üç asırdır Sermaye Hıristiyanları ve Müslümanları kışkırtarak din savaşlarını yaptırmıştır. Özellikle Türkiye’de Ermeni ve Rumları ayaklandırmış, sonra da Türklerle anlaşarak onları Anadolu’dan uzaklaştırmıştır. Rum ve Ermeniler bu basit oyunu hala görmüyorlar. Türkiye’deki nüfusları %50’den fazla iken bugün %1’lere düşmüştür. Bunun sebebi ve müsebbibi biz değil doğrudan Batılılar ve de oyuna gelen bizzat kendileridir.
- Neden “Sevdiğin kimseye hidayet edemezsin” diyor?
Kur’an’ı uygulamak üzere tilavet edenler ve ona göre amel edenler kendi yakınlarını bu çabalara katmak isterler. Kur’an’ın emrine uyarak yakın akrabalarını uyarırlar. Hidayete götürmek isterler. Ancak şu bilinmelidir ki sevdikleri kimse ister biyolojik ister psikolojik olarak yakınları olsun, onlar eğer hidayete layık değillerse onları bu çalışmalara katamazlar. Bunu bütün çalışanlar bilmelidirler ve hiçbirisi kendi çalışmalarını onların çalışmalarına göre yapmamalıdırlar. Tek başına kalsa bile o Kur’an’ı doğru anlamaya ve uygulamaya devam etmelidir.
Akevler’deki arkadaşlar 50 sene içerisinde hep bunlarla karşılaşır. Herkes en kritik günlerde Akevler’i bırakıp gider. Akevlerdekilerden birkaç kişi ise 50 sene ısrarla Kur’an’ı gerçek manasıyla anlamaya ve uygulamaya devam etmektedir.
İşte bu ayet bize bunu hatırlatır.
- Sevilen kimse kimdir?
Sevilen kimse مَنْ ile ifade edilmiştir. Herkes olabilir. Nesep akrabaları, sıhri akrabalar, komşular, ortaklar, hatta Kur’an’ı birlikte anlamaya çalışanlar sevilen kimselerdir. Irktaşlar, vatandaşlar, dindaşlar sevilen kimselerdir ama yeni düzen bunlara dayanmaz. Yeni düzen buna iman edenlere dayanır. Bu akrabaların içinde, bu sevilenler içinde hidayete erenler olduğu gibi hiç beklenmedik kimseler karşı da olabilirler.
- وَلَكِنَّ kelimesini inceleyiniz.
Buradaki لَ daha önceki menfi cümleyi teyit eder. “Hidayet edemezsin” diyor. “Ancak biz hidayet ederiz” diyor. Onu da كَانَ ile ifade etmiş olur. لَكِنْ olur, وَ düşer. Sonra fiili muzaride ي düşerek oluştuğu için ن teşdit edilir. Yani لَكِنَّ kelimesi لَكِنْ‘in şiddetlendirilmiş şeklidir. وَ harfinin getirilmesi senin hidayet edememenle Allah’ın hidayet etmesinin farklı olduğunu ifade etmektedir. ‘Sen sevdiğin için hidayet etmek istiyorsun, başaramıyorsun, ama Allah öyle olmasını sünnetullah olarak koyduğu için hidayet ediyor.’ anlamındadır.
- مَنْ يَشَاءُ‘daki يَشَاءُ‘nun faili kimdir?
يَشَاءُ‘nun faili Allah olabildiği gibi مَنْ de olabilir. İlahi düzenin gereği olarak Allah’ın istediği kimseler görevlendirilir. Yeni görevi kim en iyi yapacaksa Allah görevi ona verir. Bunun ortaya çıkması için de muhalefeti oluşturur. Göreve layık olmayanlar muhalefet cephesinde yer alırlar. Göreve layık olanlar iktidar cephesinde yer alırlar. Başka bir manası da يَشَاءُ‘nun faili muhataplar ise isteyene yani ihtida edene Allah hidayet eder. İhtida etmediğine göre sen onu ne kadar çok sevsen de onlar hidayete gelmezler.
- Hidayet ile ihtida kavramlarını karşılaştırınız.
Hidayetin iki manası vardır. Biri doğru yolu göstermedir. Yol levhası sana gidilecek yolu gösterir ama seni hidayete götürmez. Sen gidersen hidayete ermiş oluşun. İnsanlar da ya levha gibi sadece gösterirler veya önlerine düşüp onları gidecekleri yere götürürler. İşte, gösterme bizim görevimizdir ama götürmede baskı yoktur. Hatta gönül alma da yoktur. O kendi isteğiyle severek yola gelmelidir. Bu sebepledir ki Adil Düzen çalışanlarına ücret verilmez. Kendileri çalışıp kazanırlar, Adil Düzen’e ise Allah rızası için hizmet ederler.
Millî Görüş partileri kurulduğu zaman partide herkes ücretsiz çalışıyordu. İktidar olunca ise ücretli çalışanlar partide yer aldılar ve biraz sonra da gittiler.
Akevler bu hususta dikkatli olmalıdır. Yalova’da önce iş yapıp kazanmalıyız. Başkalarına muhtaç olmadan yaşayabilmeliyiz. Arttırdığımız zamanlarımızı Ar-Ge’de harcamalıyız. İzmir’de bunu başardık. Arazileri aldık, parselledik, kazandık. İnşaat yaptık, kazandık. Fabrika satın alıp işlettik. Ayrıca karşılık almadan Adil Düzen çalışmaları yaptık. Bugünkü başarımız budur. Yalova’da da bu yapılmalıdır.
İhtida ise kişinin kendisinin hidayeti araması ve bulmasıdır. Haritaya bakarak veya çevreye sorarak yol bulabilirsiniz, levhaları okuyarak yol bulabilirsiniz. Bu, ihtidadır.
- مُهْتَدِينَ kurallı erkek çoğul gelir, kimlerdir bunlar?
Yeni uygarlığın gelebilmesi için yeni uygarlığın bulunduğu hedefi seçmek, sonra yeni uygarlığa gitmek için yol arayıp bulmak gerekir. İşte, Allah yeni hedefi seçenleri, yeni hedefe götürecek yolu bulanları en iyi bilir ve Kur’an’da gösterir. Kur’an’ı anlamayı da bunlara nasip eder.
Siz bu seminerleri okuyanlar mühtedilersiniz. Allah size bu seminerleri takip etmeyi nasip etmektedir. Bunda nasibi olmayanlar terk edip giderler. Ondan sonra da bataklıklara düşerler.
Bazı Millî Görüşçülerin ve cemaatlerin durumu budur. Duamız tövbe edip ihtida etmeleridir. Biz yine onları seviyoruz. Bildiklerimizi onlara ulaştırmaya çalışıyoruz ama onların gelip gelmeyeceği bizim bilgimizin dışındadır. Bizim o hususta bir görevimiz ve yetkimiz yoktur.
- وَهُوَ‘deki هُوَ zamiri nereye racidir?
هُوَ zamiri Allah’a racidir. Allah âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Mühtedileri bilen de O’dur. Onun için zamirle işaret edilir. Allah kelimesi zikredilmez.
- وَ nereye atfediyor?
Allah’a atfediyor. Hal Vav’ı da olabilir. Mühtedileri en iyi bildiği için onlara hidayet eder.
- Allah’tan başka bilen mi var?
Allah’tan başka insanlar da mühtedileri kısmen bilebilirler. Ancak Allah tam olarak bilir. O’nun bilgisinin üstünde bilginin elde edilemeyeceği belirtilir. Bu husustaki yapılacakları Allah kendisine bırakmıştır. İnsanları insanlara esir etmemiştir. Herkes görevini yapar ve görevi kadar yetkisini kullanır. Görevin sınırı vardır, onu aşmaz. Adalet budur.
- Kimlerdir bunlar?
Kur’an seminerlerini takip edenler ve Kur’an’ın söylediklerini yapanlar mühtedileri görebilirler, bilebilirler. “Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, aşiretiniz, varlıklarınız sizin için Allah’tan ve O’nun uğrunda cihattan daha sevgiliyse Allah’ın emrini bekleyin.” ayetini (Tevbe 9/24) seminer çalışanlarına burada tekrar hatırlatmak isterim. İnsanlık uçuruma gitmektedir. Ancak kredileşmeli ortaklık işletmeleri kurulduğu takdirde o yakın akrabalarınız da kurtulacaklar. Belki de sizin bu çalışmalarınızla insanlık kurtulacaktır. Bunu bilerek hareket etmelisiniz.
- Bu ayet bizim tebliğ sınırımızı nasıl sınırlandırıyor?
Evet, biz Ar-Ge merkezlerine taşınıp Kur’an’dan anladıklarımızı uygulamaya çalıştığımızda çevremiz bize karşı olacak, en yakınlarımızdan başlayarak herkes engel koymaya çalışacaktır. Önce görevlerimizi yaparken bunların engellerine sabredeceğiz, direneceğiz. Onlar bizi bu yoldan vazgeçiremeyecekler. Ancak onları bize uydurmaya çalışmayacağız, onları zorlamayacağız. Biz Yalova’ya taşınacağız veya kuracağımız başka bir merkeze taşınacağız. Eşimizi, çocuklarımızı, kardeşimizi, annemizi, babamızı oraya taşınmaya zorlamayacağız. Davet edeceğiz ama istemeye istemeye gelmelerine de izin vermeyeceğiz. Onların bulundukları yerde kalabilmeleri için gücümüzün yettiği kadar destek olmalıyız. Taşınacaklar, ekonomik zorluklardan veya akrabalık bağlarından dolayı taşınmamalıdırlar. Allah’ın kendilerine yüklediği görevlerin idraki içinde bu hicreti gerçekleştirmelidirler. Bu uygulama bizim oluşmamızı geciktirecektir ama sağlam yapacaktır. Aksi takdirde birden büyürsünüz, sonra dağılırsınız.
- Aşağıdaki kavramları inceleyiniz.
- علم-حبب (XBB-GLM)
حَبّ sevmek, hislerle hareket etmek; عِلْم ise bilmek, akılla, fikirle hareket etmek demektir.
Muhabbet bütün hayvanlarda vardır. Hisleriyle hareket ederler. İlim ise yalnız insanda vardır ve insan hislerini ilmi ile kontrol altına alır. Bir mandalina bahçesinin kenarından geçerken eğer siz hayvan iseniz iştahınız çektiği için uzanır başkasının bahçesindeki mandalinayı koparır yersiniz ama insan iseniz “Bu bahçe başkasınındır. Ben onu alıp yersem onun hakkına tecavüz etmiş olurum.” der, canınız çektiği halde alıp yemezsiniz. İlim, muhabbeti kontrol ederse insan bütün canlıların üstünde bir varlık olur. Aksine muhabbet ilmi emrine alırsa o zaman da insan kötü hislere sahip olan tek varlık olduğu için tüm varlıkların esfeli olur.
- هدي-شيء (ŞYE-HDY)
“Meşiet etmek” bir şeyin olmasını istemek demektir. Allah mutlak meşiet sahibidir. İnsanlar da meşiet sahibidir. Ancak Allah, meşiet ettiklerinden birisini tercih etmek suretiyle meşiet eder. Allah’ın meşieti mutlak hidayettir. Kâinatın ve insanlığın düzeni ve adalet içindir. İnsanın tercihleri ise hidayet de dalalet de olabilir. Aslında her ikisi vardır. Konya yolu da Ankara yolu da Allah tarafından daha önce yapılmıştır. İnsan sadece direksiyonu Konya’ya veya Ankara’ya çevirme gücüne sahiptir. İnsanın meşieti direksiyonu tutan kollara beynin “Bu tarafa çevir.” demesinden ibarettir. Ondan sonra kollara çevirme kuvveti veren de Allah’tır. Bugün bunlar bilinir.
- اللَّهَ- هُوَ (elLAH-HuVa)
Allah’ın kâinatı yaratmasından önce hiçbir şey yoktu. Zaman yoktu, mekân yoktu, madde yoktu, enerji yoktu, sesler yoktu, harfler yoktu, kelimeler yoktu. Dolayısıyla o durumda Allah’ın ismi de yoktu. İşte, Kur’an bu durumu ifade etmek için هُوَ zamirini kullanır. هُوَ Allah’ın ismidir. İhlas Suresi’ndeki هُوَ zamir değil özel isimdir. Allah’ın mutlak adıdır. Onun için Sure’nin başına gelebilmiştir. Sonra gelen Allah, mübteda olan هُوَ‘nin haberidir. Allah ise kâinatın var edicisi olan kimsenin adıdır. Rahman canlıları var edenin adıdır. Rahim ise insanları var edenin adıdır. Burada Allah ile هُوَ kelimelerinin anlaşılması için eşleştirilir.
- إِنَّكَ- لَكِنَّ(EinNaKa-LAKinNa)
إِنَّكَ‘deki sen/كَ إِنَّ ile tahkik edilmiştir. لَكِنَّ de yine ن ile tahkik edilmiştir. İnsanlar kendileri yapacaklarmış zannederler. Oysa yapan Allah’tır. İnsanlar Allah’ın yapamayacağını zannederler. Oysa Allah her istediğini yapacak güçtedir.
Bu seminerleri okuyanlar bunu çok iyi bilmelidirler. Biz bize düşeni yaparız. Ondan sonrası bizim elimizde değildir. Ondan sonra yapacak biz değil, Allah’tır. O, dolardan daha güçlüdür. O, atomdan daha güçlüdür. Bunu, semineri takip eden kimseler akıllarından çıkarmamalıdırlar.
- لَا- بِ (Lav-Bi)
لَا nehiy edatıdır, بِ ise sebep Ba’sıdır. Matematikte nefiy edatı olarak kullanırız. Birisinde olmama, diğerinde ise olma vardır. Olmama da menfi olma demektir. Menfi oluş yok oluş anlamında değildir. Nasıl elektron ve pozitron varsa her şeyin eşi vardır, bulunmadığı yerde “Yok” deriz. “Ahmet evde yok” dediğimizde Ahmet hiç yok manasında değildir. Biz evi hazf eder “Ahmet yok” deriz. Her şeyin böyle menfisi vardır. Bu eşleştirmede buna işaret edilir.
Öz Türkçe ile:
“Sen sevdiklerini yola götüremezsin. Allah dileyeni/dilediğini yola götürür. Yola gelenleri O en iyi bilendir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Sen ihbab ettiğin kimseye hidayet edemezsin velakin Allah meşiet ettiğine/meşiet edene hidayet eder. O mühtedileri a’lemdir.”
إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ (56)
***
GENEL YORUM
1-BU AYET BUGÜNKÜ KİTAP VERİLENLERE NE SÖYLÜYOR?
Bu ayet yani aynı zamanda bu seminerleri takip eden bizler, “Sizler bizlere teslim olun, emrimize girin, biz size hükmedelim” demiyoruz. Böyle diyecek olursak bizim kapitalistlerden, sosyalistlerden nasyonalistlerden, ateistlerden farkımız kalmaz.
Biz onlara, “Gelin sorunlarımızı çatışma yoluyla değil de anlaşma yoluyla çözelim, gerekirse hakemlerimizi seçelim, hakemler de başhakemi seçsinler, onların verdiği kararlara uyalım.” diyoruz. Birinci isteğimiz budur. “İslam/barış” kelimesiyle kastettiğimiz budur.
Herkes kendi istediği gibi yaşasın, herkes kendi içtihadını yaşasın. Özgür olsun, birbirimize karışmayalım. Herkesin bir çevresi olsun, orada o faaliyet göstersin. Bunları uzlaşarak veya hakemler yoluyla belirleyelim. Savaşarak belirlemeyelim.
Birbirimizle görüşmek, alış-veriş yapmak, çalışarak iş yapmak hususunda özgür olalım. Gümrükler ve vizeler ortadan kalksın.
Bizim bu özgürlüğümüzü engellemek isteyen çıkarsa birbirimize arka çıkarak bu saldırganları birlikte def edelim.
2- BU AYETLER BİZE NELER SÖYLÜYOR?
Ayet bize kendi içimizde nasıl davranmamız gerektiğini de açıklıyor. İçtihatlarımızı yapacağız, herkes içtihadında serbest olacak. Ancak içtihadın yanında sözleşmeler yapacağız. Sözleşmelere uymak zorundayız. Biz de aramızdaki ihtilafları hakemler yoluyla çözeceğiz. Biz de birbirimizi zorlamayacağız. Evlenmeler kolay olacak. Boşanmalar daha kolay olacak. Ortak olmak kolay olacak, ortaklıktan ayrılma daha da kolay olacak. Öyle muhasebe sistemi kuruyoruz ki ortak gelip ben ayrılıyorum dediği anda bilgisayarın tuşuna basıyoruz ve “Ayrılabilirsin, şu şu borçların var, şu şu da alacağın var.” diyoruz ki ortaklıktan ayrılmak için yıllarca beklemesin.
3-ÜÇÜNCÜ BİN YIL UYGARLIĞI HAKKINDA BİZE NE BİLGİLER VERİYOR?
Üçüncü binyıl uygarlığı şeriat uygarlığı olacaktır. Bu uygarlığın temeli Kur’an’a dayanmaktadır. Kur’an da müspet ilimle yorumlanacaktır. Bu müspet ilimlerle yorumlama yeni bir peygamber gönderilmeksizin ilk uygarlığı oluşturan 21. yüzyılın müminlerine ait olacaktır. Bundan sonraki uygarlıklara da örnek teşkil edecektir.
4- MİLLÎ GÖRÜŞÇÜLER İLE CEMAATLERİN BARIŞÇI SİYASETLERİNİ DEĞERLENDİRİNİZ.
Millî Görüşçüler ile cemaatler sorunları mevcut sistemle çözmeye çalışmışlardır. Ekseriyetle iktidar olacaklar, ondan sonra Kur’an düzenini getireceklerdi. Kur’an düzenini Kur’an’ın karşı çıktığı sistemle oluşturacaklardı. Millî Görüşçüler siyasetle, cemaatler dolarla bu işi halledeceklerdi. Oy putu ile dolar putu kullanılarak Kur’an’ın hidayetine ulaşılacaktı.
Gerek cemaatler gerek Millî Görüşçülerle beraber yola çıktığımız zaman Akevler olarak biz bunun olmayacağını hep anlattık. Ortak oldukları Akevler’i desteklemelerini istedik. Onlar ise ekseriyet oyunu ve karşılıksız doları Allah’tan daha güçlü gördüler ve Akevler’den uzaklaştılar. Akevler’de yetişenleri de yanlarına çektiler. Bugünkü durum budur.
Onlara söyleyeceğimiz şudur: 50 senelik maceranız bugüne kadar geldi. Şimdi birbirinize düştünüz, iki taraf da esir. Bir taraf fiilen esir, diğer taraf ise doların esiri. Artık Adil Düzen’e gelin, Akevler’e gelin. Hem kendinizi hem ülkeyi hem dünyayı selamete çıkarma yolunda katkınız olsun. Bu ayetler bizim bunları size söylememizi emrediyor.
1106. SEMİNER LÜGATI |
NO | Kelime | Vezin | Kök | Açıklama |
-
| آتَيْنَا | أَفْعَلْنَا | ءتي | أَتِيّ çardağa doğru suyu getiren kanaldır. Tek yönden gelmeyi ifade eder. أَتِيّ Su kanalı demektir. Suyun akıp gelmesi manasında أَتَى ya mastar olmuştur. Bir yönden gelişi ifade eder. جَاء ise yönsüz gelişi ifade eder. Kur’an’da ءزف 3, 549 ءتي defa geçer ve 552 (23*3*23) eder. ء gücü, ت oluşu, ي ise kolaylığı ifade eder. |
-
| أَجْرَ | فَعْلَ | ءجر | آجُور tuğla demektir. Tuğla üretene yapılan ödemeye “ücret” denir. أَجْر kira veya ücret demektir. ء gücü, ج topluluğu, ر tekrarı ifade eder. |
-
| يُؤْمِنُونَ آمَنَّا يُؤْتَوْنَ | يُفْعِلُونَ أَفْعَلْنَا يُفْعَلْنَ | ءمن | أَمَنَة kapıları karşı karşıya olan evlerin ara yeridir. İlk topluluklar evleri bitiştirerek kale gibi yerleştirirdi. Kapılar ara sahanlığa açılırdı. Bu yerin adı أَمَنة idi. Buraya bir şey konulması o şeyin güvene alınması demekti. أَمَانَة buraya konmuş olan şeydir. أَمِنَ güven içinde olma, أَمَنَة karşı karşıya bulunan evlerin arasındaki yer demektir. Eskiden evleri bitiştirerek bir duvar meydana getirirler ve kapılarını orta boşluğa açarlardı. Orta boşluğa bir kapıdan girilirdi. Böylece orası güven altında olurdu. Oraya bir mal koymak veya oraya girmek أَمِنَ kelimesi ile ifade edilirdi. أَمِنَ emniyet ve güven altına almak demektir. Kur’an’da ءمن 71 يمن ise 879 defa geçer. Toplam 950 (2*52*19) eder. ء gücü, م enginliği, ن belirsizliği ifade eder. |
-
| نَبْتَغِي | نَفْتَعِلُ | بغي | “Boğa” inekleri hamile yapan öküzdür. Büyük iştahla bir işe sarılmak veya saldırmak “beğy etmek”tir. Kazanmak için çalışmak “ibtiğa”dır. Yani kendi kendine saldırmak anlamındadır. “Bağu” ise başkasını soymak için saldırmaktır. ب geçişi, غ değişmeyi, ي kolaylığı ifade eder. |
-
| يُتْلَى | يُفْعَلُ | تلو | تِلْو toklu demektir. Tabi olma, peşine koşma, arkasından gelme, aksettirme anlamlarını alır. Sütten kesilen ve anasının peşinde koşan yavru demektir. Arkasından gitmek anlamındadır. Sonra aksettirme anlamına gelir, başkasına okuma anlamı kazanır. Kur’an’da تلو 63, تلل ise 1 defa geçer. Toplam 64 (26) eder. |
-
| الْجَاهِلِينَ | الْفَاعِلِينَ | جهل | جَهْل fokurdayıp kaynayan kazan demektir. Genç hayvan veya insanın yerinde duramayıp hareket etmesinden bilgisizlik anlamına gelmiştir. Çevresinde dağlar görülmeyen düz yerdir. Kur’an’da 24 defa geçmektedir. ج cazibeyi, ه görünmeyen değeri, ل belirlemeyi ifade eder. |
-
| أَحْبَبْتَ | أَفْعَلْتَ | حبب | حَبَّة tahıl tanesi demektir. Habbe fiil olarak buğdayın başak bağlaması; insanın içinde de başka şeye veya kimseye neşeli meylin doğmasına muhabbet denir. Kur’an’da حبب 95, حفي 3 defa geçer. Toplam 98 (2*72) eder. ح hareketi, ب geçişi ifade eder. |
-
| الْحَسَنَةِ | الْفَعَلَةِ | حسن | Sıradağlardan yan yana olan iki büyük dağın en büyüğüne حَسَن, ikincisine ise حُسَيْن denir. Sonraları iyilik, güzellik anlamı kazanır. Kur’an’da 194 defa geçer. ح hareketi, س diziyi, ن belirsizliği ifade eder. |
-
| الْحَقُّ | الْفَعْلُ | حقق | حُقَّةdevelere yemin dağıtıldığı kaptır. Bir devenin istihkakına hak denir. Hak, sonraları gerçek anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Hak kelimesi mutlak söylendiği zaman lehe hak alacak iken عَلَى kelimesi ile kullanıldığı zaman borç demektir. دَيْن kelimesi mutlak kullanıldığı zaman borç demektir. لِ harfi ile kullanıldığı zaman hak demektir. Hak borçla beraber doğar. Topluluk düzenine hukuk düzeni diyoruz. Yani herkes borçlu ve alacaklı hale gelerek topluluk oluşur. Fizik kimyada da elektron alışverişi ile bağlanmalar olur ve bütün fiziki maddi varlıklar böyle meydana gelir. ح hareketi, ق kuvveti ifade eder. |
-
| يَدْرَءُونَ | يَفْعَلُونَ | درء | دُرَّة inci, دُرُوء inci gibi parlayan şey demektir. Der etmek parlatmak demektir. Yola düşen kaya parçasını uzaklaştırmak demektir. Kur’an’daدرء 5,دري 29 defa geçer. Toplam 34 (2*17) eder. د çeperi, çevreyi, sınırlamayı, ر tekrarı, ء gücü ifade eder. |
-
| رَبَّ | فَعْلَ | ربب | رَبْوَة tümsek demektir. Çöllerde tümseğe benzeyen yer yer serpilmiş ağaçlıklara da رَبْوَة denir. Sonra yavaş yavaş gelişme karşılığı kullanılır. Birden oluş “hilkat” ile buna karşılık evrimle gelişmeler rabvet ile ifade edilir. ربب kökü de ربو’den dönüşür. Terbiye kelimesi bunlardandır. Türkçe olarak “yetiştiren” veya “yetiştirici” olarak tercüme edilir. Kur’an’da ربب 981, رمي 9 defa geçer. Toplam 990 (2*32*5*11) eder.ر tekrarı, ب geçidi ifade eder. |
-
| رَزَقْنَا | فَعَلْنَا | رزق | رَازِقِيّ üzüm, sarımtırak parmak üzümdür. Kur’an’da 123 defa geçer. ر tekrarı, ز zamanda diziyi, ق kuvveti ifade eder. |
-
| مُسْلِمِينَ سَلَامٌ | مُفْعِلِينَ فَعَألٌ | سلم | سُلَّم merdiven demektir. Selem hayvanların çıkamayacakları yüksek kaya demektir. Çobanlar azıklarını bu kayanın üzerine koyarlar. Böylece azık selamette olur. Sonra سِلْم barış anlamında kullanılmıştır. Çölde birbirleri ile karşılaşanlar ya kılıçlarını çeker saldırırlar ya da “selam” deyip barış içinde olurlar. س mekanda diziyi, ل belirliliği, م enginliği ifade eder. |
-
| سَمِعُوا | فَعِلُوا | سمع | سَمْع kapları doldurduktan sonra içindekilerini taşımak için elimizin tuttuğu yer, kulptur. Kulak ona benzetildiği için işitmek anlamına fiil olur. Türkçede işitme ile duyma arasında fark vardır ve iki kelimeyle ifade edilir. Arapçada bu farkı belirleyen kelime istihzan izin isteme veya kulak verme manasına gelir. س mekânda dizi yani sıralama, م enginlik, ع etkilemedir. سمع Kur’an’da 185, سمي 71defa geçer. Toplam 256 (28) eder. |
-
| السَّيِّئَةَ | الْفَيْعِلَةَ | سوء | سَوَاد ‘kara’ demektir. د’ın hemzeye dönüşmesi ile سَوْء morarma, kararma, bozulma manalarını kazanır. Kur’an’da سوي 83, سوء 167 defa, toplam 250 (2*53) eder. |
-
| يَشَاءُ | يَفْعَلُ | شيء | شَيْء nekredir, siyahla akrabalığı vardır. Varlık anlamındadır. شَاءَ demek var olmasını istemek demektir. Kur’an’da شيء 519, شوك 1 defa geçer. Toplam 520 (23*5*13) eder. ش ani sıçramayı, ي kolaylığı, ء gücü ifade eder. |
-
| صَبَرُوا | فَعَلُوا | صبر | صَبَارَة granit taşı demektir. Gelecek etkilere karşı direnme sabırdır. Bu sabır iki türlü tezahür eder. Biri gelen musibetlere karşı ümitsizliğe kapılıp çökmemek, beklemek suretiyle sabretmektir, dayanmaktır. Diğeri ise gelecek etkilere karşı çıkma, ameli salihte direnmedir, zorlukları yenmedir. Bugün buna sebat denir. Kur’an’da صبر103, صبو 1 defa geçer. Toplam 104 eder. ص dayanıklılığı, ب geçidi, ر tekrarı ifade eder. |
-
| أَعْرَضُوا | أَفْعَلُوا | عرض | عَوَارِض ön dişler demektir. Kur’an’da عرض 79, عرش 33 defa geçer. Toplam 112 (24*7) eder. ع üstünlüğü, etkiyi, ر tekrarı, ض katlamayı ifade eder. |
-
| أَعْمَالُ | أَفْعَالُ | علم | عَلَم dağın sivri noktası demektir. İnsanlar o tepeye bakarak bulundukları yerleri belirlerler. Sonraları yeryüzü beyler arasında bölüşülünce, her bey hâkim olduğu çevrenin tepesine o çevrenin kendisine ait olduğunu belirleyen işaret koymuştur. Buna “alem” denir. Bugünkü bayrak o dönemin geleneği olarak devam eder. عَرَفَة üstü düzlük dağ veya yayla demektir. İnsanlar ilk zamanlarda burada yıllık veya daha kısa zamana ait toplantılar yaparlar ve birbirleriyle tanışırlar. عَرَفَة (Arafat) kelimesi buradan gelir. Hala orada toplanılır. عِلْم varlıkları sınırlamak suretiyle tanımlama ve aralarındaki ilişkileri riyazi bir şekilde belirlemedir. مَعْرِفَة ise varlıkları diğerlerinden ayıracak özellikleri ile belirlemektir. ع etkiyi, ل belirliliği, م enginliği ifade eder. |
-
| قَبْلِ | فَعْلِ | قبل | قَبْل önce demektir. ق kuvveti, ب geçidi, ل belirlemeyi, sınırlamayı ifade eder. |
-
| قَالُوا | فَعَلُوا | قول | قَوْل Birlikte bir iş yapan kimselere, belli bir sesle kumanda eden kimsenin adından gelişmiş bir kelimedir. Bu sesten kinaye olunur. Kelamdan farkı bağlayıcı olmasıdır. Türkçedeki “söz” kelimesi de böyledir. O halde burada “söyledi” olarak tercüme edilir. ق dayanma kuvvetini, و beraberliği, ل belirliliği ifade eder. |
-
| الْكِتَابَ | الْفِعَالَ | كتب | Derinin deri ile dikildiği sırım, iptir. Deriyi deri ile dikiş demektir. Sözleşmelerin yazılmasına kitap denmiştir. Yani kitap sözleşme değeri taşıyan yazıdır. Hattan (خَطّ) farklıdır. “Ehli Kitap” sözleşmeleri olan topluluktur. “Kitap verilenler” ise Yahudiler ve Hristiyanlardır. Kur’an’daكتب 319, كتم 21 defa geçer. Toplam 340 (22*5*17) eder. ك dağı, oluşu ve hitapta seni ifade eder. ت de dağı oluşu ve hitabı ifade eder. İki harf de şemsidir. Birisi arka damaktan, diğeri ön damaktan çıkar ت faili, ك ise mefulü ifade eder. ك kâinatı, ت tepeleri, ب geçidi ifade eder. |
-
| كُنَّا | فَعَلْنَا | كون | كَوْن tepe demektir. بَيْن’in karşılığıdır. Bunlara mukabil düz olan yere ise هَوْن denir. كَانَ tepe manasından yararlanılarak “olmak” fiilini oluşturur. هَوْن yokluğu bildirir, uzaktaki veya görünmeyen anlamındadır. بَيْن insanın kendisini bildirir. كَوْن de ortada olan, görünen anlamındadır. Oluşu ifade eder. لَمْ يَكُنْ “olmadı” veya “yok” anlamınadır. كَانَ ise “oldu” veya “-dır” anlamına gelir. ك oluşu, و beraberliği, ن belirsizliği ifade eder. |
-
| اللَّغْوَ | الْفَعْلَ | لغو | رَغْوَة köpüktür. ر harfi ل’ye dönüşür لغو olur ve köpük misali boş söz ve oluş anlamı kazanır. Kur’an’da 10 defa geçer. ل belirlemeyi, غ değişmeyi, و beraberliği ifade eder. |
-
| مَرَّتَيْنِ | فَعْلَتَيْنِ | مرر | مَرِير ağaç liflerinden bükülerek yapılmış iptir. Tekrar etmek, geçip gitmek manalarında kullanılır. Kur’an’da مرر 35, مرو 1 defa geçer. Toplam 36 (22*32) eder. م enginliği, ر tekrarı ifade eder. |
-
| يُنْفِقُونَ | يُفْعِلُونَ | نفق | أَنْفَاق köstebek yuvasıdır. Yuvasına iki çıkış yapar. Düşman bir yerden girerse o öbür yerden kaçar. Pazar yeri de iki kapılıdır. Oradaki harcamalar nafakadır. İkiyüzlülük de münafıklıktır. Kur’an’da نفق 111, نفح 1 defa geçer. Toplam 112 (24*7) eder. ن belirsizliği, ف kopmadan ayrılmayı, ق kuvveti ifade eder. |
-
| تَهْدِي يَهْدِي الْمُهْتَدِينَ | تَفْعِلُ يَفْعِلُ الْمُفْتَعِلِينَ | هدي | هَدِيَّة insanların görüşmeden evvel görüşmek isteklerini belirtmek için gönderdikleri değerli eşyadır. Hacca gitmeden evvel Mekke’ye gönderilen kurbanlık hayvanlara da هَدْي denir. Hediye götürüp haber getiren kimseye هَادِي denir. Sonraları “hidayet” yol göstermek veya yola götürmek anlamında mastar olmuştur. ه harfi boşluğu, د çevreyi, ي kolaylığı ifade eder. |
İstanbul, Yenibosna; 06 MART 2021
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan Adil Düzen Çalışanları:
AYŞE AYDIN
Yazar REŞAT NURİ EROL
Ecz. TAYİBET ERZEN
Doç. Dr. SÜLEYMAN AKDEMİR
***