Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 423
BAKARA SÛRESİ 255-256.-AYETLER TEFSİRİ
25.08.2007
3409 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN 423

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi                       25 Ağustos 2007                              Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 423. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ

MORTGAGE KRİZİ, PARA TİCARETİ, BANKALAR VE FAİZLİ SİSTEM…  

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 85. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلَّا بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِهِ إِلَّا بِمَا شَاءَ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَلَا يَئُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ(255)

لَا إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنْ الغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللَّهِ فَقَدْ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى لَا انفِصَامَ لَهَا وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ(256)

اللَّهُ (elLAHu)  “Allah”

Allah” kelimesi kâinatı yaratan, bizi var eden kimsenin özel adıdır. “Hüve” O’nun bir adıdır, kâinatı var etmeden önceki adıdır; O var, başka bir şey yok. Dolaysıyla “O” O’nun özel adıdır.

Kâinatı var ettikten sonra O’nun adı “Allah”tır. Sonra dememiz yanlıştır ama biz öyle başlatabiliyoruz. Çünkü O’ndan önce ve sonrası yoktur; kâinat için de yoktur.

Üçüncü özel adı “Ehad”dır. Çünkü tek olan yalnız O vardır, başka her şey çifttir.

Dördüncü adı “Samed”dir. O hiçbir şeyin cüzü yani parçası değildir. Kendisinin de cüzleri yoktur. O’nun dışındakiler cüzlerden oluşurlar. Sonra onlar da kâinatın cüzleridir.

Allah insanı kendisine halife yapmış, hak ve sosyal görevlerini topluluğa devretmiştir. Dolayısıyla “Allah” kelimesi topluluk anlamına da gelir. Bu âyette ise sadece kendi zatını anlatmaktadır. Burada dört sıfat gelmiştir: El-Hay, el-Kayyum, el-Aliy, el-Azim. Hepsi marifedir. Nekre sıfat yoktur. Çünkü bu âyetteki “Allah” yalnız hâlık olan, fâtır olan Allah’ı ifade etmektedir.

                 اللَّهُ                                       Allah

1     لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ                                     O’ndan başka ilâh yoktur.

2       الْحَيُّ الْقَيُّومُ                                    Kayyum olan Hay O’dur.

3      لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ                         O’nu ne nevm ne de sine ahzeder.

4   لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ           Semavatta olanlar ve arzda olanlar O’nundur.

5  مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلَّا بِإِذْنِه                  İzni olmadan O’nun indinde şefaat edecek olan kimdir o.

6    يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ                   Onların eydlerini de halflerini de bilmektedir.

وَلَا يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِهِ إِلَّا بِمَا شَاء          Meşiet ettiğinin dışında ilminden bir şeyi ihata edemezler.

7 وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ                Kürsüsü semavatı ve arzı ihata etmiştir.

         وَلَا يَئُودُهُ حِفْظُهُمَا                            Onları hıfz etmek O’na evd etmez.

8       وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ                             Ve O azim olan aliydir.

Allah bu âyette on cümle ile tarif edilmiştir. 7 adet “Hu” zamiri vardır, 2 adet “Hüve” zamiri vardır. Bunlar 9 eder. “Allah” sözü ile birlikte 10 etmektedir. 4 adet Hay, Kayyum, Aliy ve Azim sıfatları zikredilmiştir; 14 etmektedir. 2 adet de müstetir zamir vardır, 16 etmektedir.

لَا (Lav)  “Lâ”

” olumsuzluk edatıdır. Türkçede bu ne olarak gelmiştir. Ne aldım, ne sattım dersen; almadım, satmadım demek olur. Arapçada bir de “Mâ” vardır, o da olumsuzluk edatıdır. Türkçede doğrudan “gelemedim” dediğim zaman onu olumsuz olarak kullanırız. Türkçede de “-me, -ma” mastar edatıdır. “Gel-me işi kaldı” dediğimizde, burada “me” mastar edatıdır. Arapçada da, buradan anlıyoruz ki, Arapça ile Türkçe kardeş dillerdir. Bütün dünya dilleri birbirine akrabadır çünkü hepsi Hazreti Adem’in çocuklarının dilidir.

“Lâ” ve “Mâ” çukur anlamında olan “beyn” kelimesinden türemiştir. Çukur, yokluk demektir.

Baştaki “Mâ” geçmişteki yokluğu, sondaki “L” ve “N” gelecekteki yokluğu ifade eder.

Çukurun kenarı sağlam tarafı ifade ettiği için “Lâ” olumsuz için kullanıldığı gibi, tekit için de gelir. “Mâ” da mastar için de gelir.

” iki şekilde kullanılır. Kendisinden sonra gelen üstünlü ve harfi tarifsiz olursa cinsin nefyi için kullanılmış olur. Hiçbir yerde hiçbir zaman yoktur anlamı çıkar. Ötreli ve tenvinli kullanılırsa, o zaman sadece anlatılan yerde yoktur demektir. “Lâ nebiyye ma’lumun indî” derseniz, benim tanıdığım hiçbir nebi yoktur dersiniz. Ama “Lâ nebiyyün indî ma’lumun” derseniz, benim bildiğim nebi yoktur, ama başka bilmediğim nebiler olabilir. Birincisi nebinin inkârıdır. İkincisi ise kendisinin bilmemesidir. Burada üstünle gelmiştir. “Lâ ilâhe” denmiştir. Hiçbir yerde yoktur, olmamıştır, olmayacaktır.

إِلَهَ  (EiLAHa)  “İlâh yoktur.”

İlâhet” güneş demektir. Cisminden ziyade aydınlık yapan, aydınlatan demektir. Türkçedeki “tanrı” aynı anlamdadır. Kur’an’da “Allah göklerin ve yerin nurudur” denmektedir.

İlâh yoktur.” Tüm ilâhları nefyetmektedir.

İlâh” iki şekilde düşünülebilir.

Biri, bizim yaşadığımız kânatın içinde, zaman ve mekânın içinde, uzay içinde İlâh. Hattâ bugün bildiğimiz dört boyutlu kürsi içinde, onun da parçası bulunduğu arş içinde mevcut, oranın cüzü olan İlâh’ı tasavvur etmektedir. Yeryüzünü az çok biliyoruz. Amerika’ya biz gitmesek de, gidenimiz vardır. Onlarla konuşmuş, görüşmüşüzdür. Bu yer üzerinde ilâh yoktur. Yerin altında merkeze kadar insek, orada da bir ilâha rastlayamayız. Yukarıya çıktığımızda yerin yarıçapının 60 katı mesafesinde ay vardır. Orada ilâh yoktur. Güneşe gittik, orada tanrıya rastlayamayız. Yıldızlara gitsek, galaksilere gitsek, yine ilâh yoktur. Çünkü bunları var eden bizzat Allah’tır. Bundan 10 milyar yıl önce var etmiştir. Var eden var ettiğinin içinde olmaz, onun cüzü olmaz. Çünkü hiçbir varlık kendi kendini var edemez. Kendi kendini var etme demek, sebepsiz sonuç demektir. Kâinatımız dört boyutlu uzayımızın bir cüzüdür. Zaman içinde vardır. Biz bir ânı görmekteyiz. Orada yani geçmiş kâinatın içinde olmamıştır. Gelecekteki kâinatın içinde de olmayacaktır. Beş boyutlu uzayın içinde de, yani arşın cüzü de olmaz. Allah’ı arşın ruhu gibi düşünebiliriz. Yani arş içinde değildir.

İşte “Lâ ilâhe” bunu ifade eder.

Bugün bu hususta ilmen herhangi bir ihtilafımız yoktur. Yani mekân ve zaman içinde yer alan bir tanrının mevcut olmadığı hususunda tüm ilim adamları ittifak hâlindedir.

Burada tartışılan konu şudur: Zaman ve mekânın dışında, uzayın dışında, arşın dışında bir tanrı var mıdır? Bunu düşünebilmemiz için arşın dışında bu arştan başka arşlar var mıdır? Arşımız beş boyutlu uzaydır. Bu beş boyutlu uzayın dışında altıncı boyutta uzay var mıdır? Eğer varsa; “Altıncı boyut içinde tanrı var mıdır?” demiş oluruz. Bu mantıkla sonsuz boyutlu uzaya gidebiliriz.

Şunu diyebilirsiniz: Sonsuz boyutun dışında bir tanrı var mıdır?

Eğer onu o yarattı ise öyle bir tanrı yoktur.

Sonunda uzayın ve zamanın dışında bir tanrı düşünmek durumundayız. Bu, başka bir yönüyle, uzayın her yerinde var olan ama zamansız ve mekânsız var olan Tanrı demek olur.

Bizim beynimiz böyle bir tanrıyı düşünmez. Çünkü beynimizdeki bilgiler 0 ve 1 sayıları ile tanımlanmış bilgileri içermektedir. Oysa tanrı sayıların içine girmemektedir. Nasıl renksiz televizyon renkli kanalları seyrettirmezse, bizim beynimiz de Tanrı’yı kavrayamaz, tanımlayamaz. O halde kâinatın içinde görebildiğimiz, sesini duyabildiğimiz, elimizle tutacağımız herhangi bir tanrı yoktur.

İşte, bu nefy-i cins bunu ifade etmektedir. Kâinatın dışını da bizim beynimiz kavrayamadığı için oradaki Tanrı’yı tanımlamamız ve vardır veya yoktur dememiz mümkün değildir.

Arşın dışına çıkıp ahkâm yürütmemiz ilmin sınırlarını aşmak demektir. İnsan beyninin alamayacağı şeyleri konuşmaktır. Hatalı konuşmadır. Bizim nefyettiğimiz, tanrının olmadığını söylediğimiz, bizim arş içinde, kürsümüz içinde, gökler ve yerde olmadığını söylemektir.

إِلَّا هُوَ (EilLAv HuVa)  “O’nun dışında.”

Burada “illâ” ile getirilmiştir. O’nun dışında var olduğu söylenmiyor. Varsa O vardır.

Ne demek, sizin tasavvur ettiğiniz tanrı yoktur. ama sizin tasavvur edemediğiniz tanrı var olabilir. Nedir o tasavvur edemediğimiz tanrı?

a)      Kâinatı ve sizi düşünün. Kâinatta sebepsiz hiçbir şey olmamaktadır. Siz kâinatı öyle görmüyor musunuz? O halde kâinatı ve sizi var eden vardır. Başka türlü bu kâinatı izah edemezsiniz.

b)     Kâinatı var eden kâinatın dışında bir varlıktır, kâinatın cüzü olmayan bir varlıktır.

c)      Var eden var edilenin üstündedir. O halde bizi var eden bizden daha güçlü ve üstündür.

d)     O varlığın ne olduğunu bilmeyiz ama yarattığı kâinatın nasıl bir kâinat olduğunu biliriz. Varlığından başka bir şeyini bilemeyeceğimiz için O sadece O’dur. Yalnız O vardır. O vardır ama O’nun başka hiçbir şeyini bilmiyoruz. Yarattığı kâinatı biliyoruz. Dolayısıyla O’nu bu kâinatı var eden, arş ve kürsü O’nun olan olarak biliriz.

Burada Tanrı’yı daha iyi anlayabilmemiz için şu benzetmeyi yapacağız.

Benim bedenim ve ruhum var. Bedenim kâinatın cüzüdür, onun parçasıdır, onun içinde varlığını sürdürmektedir. Kâinat olmasa benim bedenim olamaz. Bedenim her an ona muhtaçtır. Nefes alıp vermezsem yaşayamam.

Bedenim kâinatın parçası ise ruhum neyin parçasıdır?

Nasıl bütün bedenleri içeren ve bütün olan kâinat varsa, ruhların ona ait olduğu bir Tanrı da vardır. O cüzlerden oluşmadığı, mekân ve zaman içine girmediği için parçasıdır diyemiyorum ama O’nundur diyorum. O’nun ruhundan üflenmiştir. Bedenim kâinatın bir parçası, ruhum da Tanrı’nın bir görüntüsüdür. İşte bu sebepledir ki insan ruhuyla Tanrı’nın halifesidir, bedeniyle de O’nun kuludur.

İnsanı bedenden ibaret sayıp taşa, toprağa veya ağaca indirgeyenler vardır. İnsanı ruh olarak görüp onu tanrılaştıranlar vardır. Oysa insan ruh ve bedenden ibarettir. Ruhuyla Tanrı’nın halifesidir, bedeniyle Tanrı’nın kuludur.

الْحَيُّ الْقَيُّومُ (eLXayYu eLQayYuMu)  “el-Hayyu’l-Kayyum. Kayyum olan haydır.”

Hayy” kış uykusunda olmayan yılandır. “Meyyit” ise kış uykusunda olan yılandır.

Hay, hareketli halde olma; meyyit ise var olma ama hareketsiz olma demektir. Yani ölü olan yok olmuş değildir.

Kur’an ölüyü uykudakine benzetir.

Kayyum” ise duran, ayakta olan manâsındadır. Bir işin başında olmak demektir.

Canlılar faaliyet hâlinde, bir de uyku hâlinde olmaktadırlar.

Allah her zaman haydır. O’nun uyuması sözkonusu değildir. Bu sebeple insanın haylığı Allah’ın haylığından farklıdır. İnsan ölür, Allah ölmez. İnsan uyur, Allah uyumaz. İnsan bedeniyle irtibatta olduğu zaman haydır. Allah ise başka bir şeye muhtaç olmadan haydır. Samed olarak haydır. Bu sebepledir ki gerçek hay olan yalnız Allah’tır. O’nun dışında olanlar mecazen haydırlar.

İşte bu sebepledir ki burada marife olarak gelmiştir. “Huve Hayyun” denmemektedir.

Kayyum” bir işin başında duran, görüp gözeten demektir.

Allah kâinatı her zaman gözünün önünde tutacaktır. Her zerre O’nun ilminden ve kudretinden uzak değildir. Allah varlığı ile kâinatın hiçbir yerinde hiçbir zaman olmamıştır, olamaz. İlmi ile yani ondan haberdar olması ve davranışlarını takip etmesi bakımından ve her yerde her şeyin kendi kudreti ile varlığını sürdürmesi bakımından kayyumdur.

Bir demirin etrafına tel sarıp pil ile cereyan verirseniz mıknatıslanır. Ama elektriği keserseniz mıknatıslığı gider. Her şey Tanrı’nın elektriği ile vardır. Bir an ondan varlık verme kudretini çekse, o şey yok olur. O’nsuz o varlığını sürdüremez. Bundan dolayı diğer varlıkların varlıkları mecazidir. Asıl var olan yalnız ve yalnız O’dur. Bu sebeple burada bu sıfat marife gelmiştir, nekre gelmemiştir. Bu âyette Allah kendisini anlatmakta, halifesi olan topluluğu anlatmamaktadır.

El-Hayyu’l-Kayyum” ifadesinin gramerdeki yeri nedir?

a)      “Huve”nin sıfatlarıdır. “Cae Ahmedü biGulamin Sagirin Âlimin/ Ahmet bilen küçük bir oğlan ile geldi.” Burada “ve” harfi getirilmemiştir. Bu ile kullanılarak da söylenebilirdi. “Sagirin ve alimin” de denebilirdi. Hayy olan, kayyum olan O’ndan başka ilâh yoktur denmiş olur. Sıfatlar arasında “ve” harfi konmamıştır. “Hayy ile kayyum” birbirini tamamlayan, aralarında kemali ittisal olan kelimedir. Burada hayy olma ile kayyum olma bir kumaşın iki yüzü gibidir, birbirlerinden ayrılmazlar. Çünkü hayat kıyam içindir, bir şey yapmak içindir. Başka türlü hayatın manâsı yoktur. Allah da hayy olan kayyumdur. İki kelime ile ifade edilmiş tek sıfattır. Bir sıfatın iki rüknünü ifade eder.

b)      Hayy, mahzuf hüve’nin haberi olabilir, yani haydır. O zaman istisna içinde olmaz. İstisna içinde olan haberden sonra haber olur. Birinci haber “Lâilahe illallah”, ikinci haber “el-Hayy” olur. Allah, kendisinden başka tanrı yoktur. Haydır. Kayyumdur. Ondan sonraki sıfatları saymış olur. Allah kayyum olan haydır denmiş olur.

Buna göre kayyum ya üçüncü haberdir, ya da hayyın sıfatıdır. Hayy sıfat değil de, isimleşmiş sıfat olur. Biz bunu tercih etmiyoruz. Böyle yaparsak 10 sıfat yerine 11 sıfat olmuş olur. Bu da standartlara uymaz.

Bizim tercihimiz; “Allah, kendisinden başka ilâh yoktur. Kayyum olan haydır.”

Bu şekilde tercümeyi tercih ediyoruz. O zaman kayyum olmayan haylar da olabilir demek olur. Bu takdirde marifenin sıfatı olduğu için marifedir.

لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ (LAv TaEPuZuHUv SıNaTun Va LAv NaVMun) 

“O’nu ne sine ne de nevm ahzeder.” 

Bu üçüncü haberdir.

Nevm” uyku demektir. “Nevb” kelimesi ile akrabadır. Bir tür nöbettir.

Uykuya dalan kimse iradi hareketlerini tatil eder. Vücut dışarı ile olan ilişkisini keser. Kendi içindeki olaylarla meşgul olur. Tamir ve bakım işlerini yapar. Gözleri görmez, kulakları işitmez. Bununla beraber tehlike olduğu zaman veya biri uyandırdığı zaman uyanır.

Allah’ta bir yorgunluk olmadığı gibi tamir-bakımı da yoktur. Bu sebeple Allah hiçbir zaman uyumaz. Her zaman uyanıktır. Hayydır ve kayyumdur.

Sine” uyuklama demektir. Uyku ile uyanıklık arası hâlidir. Dışarıdan gelen sesleri duymakta, gözü açıksa görmekte ama cevap vermemektedir.

Sine, ayakta olan uyuklamadır. Seyna, yüksek yer, tepe demektir.

“Ayakta uyumak” tabiri vardır. Tersine de tanımlayabiliriz. İnsanın dışarıyla olan ilişkileri kesilmiştir ama henüz vücuda olan hakimiyet kaybolmamıştır. Yahut bunlar arasında gidip gelen bir durumdur. Allah’ta bu tür uyuklama veya ayakta uyuklama da olmaz. Daima uyanıktır, daima her şeyi gözetlemektedir.

Burada uykunun ahzinden bahsetmektedir Demek ki uyku insanı yakalamaktadır. Yani insan uykuyu çağırmaz, uyku kendisi gelir. Uyku bir fail olarak getirilmiştir. Uykuyu getiren nedir?

Beyinde uyku komutunu verip uykuya daldıran bir merkez vardır, bir hücre vardır demektir. Beyin yapısının birtakım merkezlerinin olduğu bellidir. Mesela insanın bilinci vardır. İnsan bayıldığı ve uyuduğu zaman bu gider. Ruhla irtibata geçen bu hücre ruhtan emir alarak hareket etmez. Kurulmuş program var, ona göre hareket eder. O programı ayarlayan yer, karar alan yer insanı yakalamaktadır. Uyku dendiği zaman o hücre anlaşılır.

Sinetün” kelimesi gaflet manâsını da içerir. Uyanık olmakla beraber, dalgınlık ve farkına varmama da sinedir. Biz bir şey düşünürken başka şeyi düşünemeyiz. Bir anda birden başka insanla görüşemeyiz. Oysa Allah bir anda kâinattaki bütün varlıklarla doğrudan ilgilenmekte, onları görmekte ve duymakta, onlara ilham vermekte, onlara güç vermektedir. Kâinat günümüzde kanunları ile bilinmektedir. Son iki asırdır insanlık kâinatı tümüyle kavramış bulunmaktadır. Kâinatta bir fazlalık veya eksiklik yoktur. Kâinatta boş iş yoktur. Kâinatta dengesizlik yoktur. Kendisine çizilmiş kaderi içinde eksiksiz ve noksansız devam etmektedir.

İşte, sinede olmamak, her an görüp gözetmek demektir. Allah’ın bu kâinattaki görüntüsüdür. Şüphesiz O’nun zatı bilinmemektedir. Bizim bilgimiz bir yere kadar varmaktadır. Biz ruhun varlığını biliriz ama ruhun kendisini bilemeyiz. Ruhsal olayları biliriz, elektriği de öyle biliriz, ama kendisinin ne olduğunu bilemeyiz. Ben sizi, siz de beni böyle bilirsiniz. Size olan etkileri kadarı ile bilirsiniz.

لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ (LaHUv MAv FIy elSaMAVAvTı)  “Semavatta olanlar O’nundur.”

Semavat”ı harfi tarifle kullanmakta, dişi çoğulla getirmektedir. Başka yerlerde yedi tabaka olduğundan bahsetmektedir. Tabakaların adları da sayılmaktadır. Sema-i mâ, sema-i hava, sema-i subh, sema-i kamer, sema-i şems, sema-i buruc, sema-i hubuk. Bu çok büyüktür. Bu sebeple dişi kurallı çoğul ile ifade etmektedir. Burada onlar O’nundur. “” dendiği zaman her şey anlaşılır.

Burada şu soru sorulabilir: Semavatın içinde olanlar O’nundur da semavat O’nun değil midir?

Bir çuval unu satsanız, unu da satmış olur musunuz?

Pazarlıkta kap da dahil olarak satışa girer. Hele o kap ondan ayrılamıyorsa.

Demek ki “Mâ Fi’s-Semavat” içinde semavatın kendisi de vardır. Diğer âyetlerle bu husus sabittir. Burada da bunu kural olarak böyle anlıyoruz.

Esasen bugün keşfedilen bir şey vardır. Mekân maddenin bir özelliğidir. Maddesiz ne mekân ne de zaman vardır. Zaman maddenin hareketidir. Mekân da maddenin etki alanıdır. Bir kürenin yüzü ne ise semavatta da içindekiler odur. Birbirlerinden ayrılmazlar. Bu sebepledir ki birisinin zikredilmesi kâfi görülmüştür.

Semanın içinde neler vardır? Mekân ve zamanın dışında ışık kuantumları vardır. Elektronlar vardır. Hidrojen vardır. Diğer maddeler vardır. Sıcak yıldızlar vardır. Onların çevresinde dolaşan gezegenler vardır. Sıcak yıldızların içinde cinler vardır. Gezegenlerde insanlar ve diğer canlılar vardır.

Bu kâinatın zahiridir, yani kumaşın dış yüzüdür. Bir de iç yüzü vardır, bâtın vardır. Orada da melekler ve ruhlar vardır. Semavat ve arzın bâtını da semavat ve arzdandır.

وَمَا فِي الْأَرْضِ (Va MAv FIy eLEaRWı)  “Arzda olanlar da”

“Sema” hayvanın sırtıdır. “Arz” ise hayvanın karnıdır. Yere bakan tarafa arz, yukarıya bakan tarafa sema denir. Gök ve yer ayrılmaktadır. Aslında yer de göğün bir parçasıdır. Ancak biz insanlar için gökten ziyade yer önemlidir. Çünkü yeryüzünde dolaşıyoruz. Burada da özellikler vardır. Yani kâinatın dışında Allah yeryüzünü özel olarak düzenlemiş, insanın yaşayacağı şekilde düzenlemiştir. Nasıl bir inşaatçı malzeme kullanır, binayı inşa ederse; Allah da kâinattaki malzeme ile yeri özel olarak inşa etmiştir. Gökte neler varsa yerde de o vardır. Yüze yakın element vardır.

Bunların gruplanması da şöyledir:

 

 

0

1

2

3

4

5

6

7

1

1         2

 

 

 

 

 

 

 

2

 

1         4

3       10

 

 

 

 

 

3

 

 

1       12

3       18 

5       50

 

 

 

4

 

 

 

1       20

3       56

5       68

7       70

 

5

 

 

 

 

1       58

3       76

5       80

7     102

6

 

 

 

 

 

1       56

3       86

5     112

7

 

 

 

 

 

 

1       88

3     118

 

1

1         2

4         6

4       10

9       19

9       28

16     44

15     59

 

Yeryüzündeki bütün varlıklar bunlardan oluşmuştur. Bunların terkibi ile cansız varlıklar oluşuyor. Atomların dizilişleri ile de canlı varlıklar oluşuyor.

Yedi sema ve yedi tarık vardır. Her bir atom bir felekte seyretmektedir. DNA’larla ve 01’lerle canlılar ve insan oluşmaktadır. Buradaki “” bütün bunları içermektedir.

مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ (MaN Üay elLaÜIy YaşFaGu GıNDaHUu) 

“O’nun indinde şefaat edecek kim vardır?”

Şuf’a” onun yapmak istediği şeyleri yaptırmama demektir. Aslında tek ve çift olarak ikinci olma, eş olma, onun işine karışma anlamlarındadır. Ceza vermek istediği kimseye cezasını erteleme, durdurma etkisi şefaattir.

Bundan önce iki sıfat saydı; hayy ve kayyum dedi. Sonra da bir olumsuzluk sıfatı, bir de olumluluk sıfatı getirdi. Cümle hâlinde ifade etti. Yani cümleleri haber yaptı.

Soru cümlesi haber olarak gelir mi? “Ahmet ne iş yapar?” dediğimiz zaman, “Ahmet” mübteda, “ne iş yapar” haber olabilir. “Mâ yef’alu Ahmed” dersek, fiil cümlesini yapmış oluruz. “Ahmedu mâ yef’alu”; burada “Ahmet” mübtedadır, “ma yef’alu” haberdir.

Kaldı ki, burada soru cümlesi soru cümlesi değil, teyit cümlesidir. Kendisinin indinde kimse şefaat yapamaz denmiş olur. O zaman soru şeklindeki haber de geçerli olur. O halde bu cümleyi haber olarak alabiliriz. Beşinci haber olmuş olur.

Buradaki “” yapacak kimsenin olmadığına işaret etmek içindir. Uzaktaki işaret tazim, yakındaki işaret ise tasgir için olabilmektedir.

İnsanlar putperesttir. Bir türlü Allah’a inanmaz, ille araya bir put, bir şerik sokarlar. Peygamberler bizim Allah’a gönderdiğimiz elçiler midir, yoksa Allah’ın bize gönderdiği elçiler midir?

Hazreti Musa peygamberin hikâyesi anlatılırken, “Rabbine dua et de bize şunları yapsın” demektedirler. Buradan anlıyoruz ki, peygamberler Allah’tan bize gelen elçiler oldukları gibi, bizim de Allah’a arz etmemizde aracı kimselerdir. Başkanımız olduğu için aynı zamanda sözcümüzdür.

Buradan Kur’an’da şefaat için yol açılmış olur. Ama insanın Allah’a ulaşması için şefaatçilerine gerek yoktur. Allah semidir, alimdir.

إِلَّا بِإِذْنِهِ (EilLAv BiEiÜNiNIyHi)  “O’nun izni olmadıkça.”

Burada izin olduğu halde şefaat dil olarak çıkmaz. Ebu Hanife’nin görüşü budur. Biz de usulümüzde bu kuralı kabul etmekteyiz. İzni olarak şefaat etmesi çıksa bile, bizim bunu esas almamız gerekir. Sevdiklerimiz eğer şirk içinde, küfür içinde ölmemişlerse, Allah’la harp ederek ölmemişlerse, Allah mü’minleri üzmemek için onları cehennemden çıkarabilir. Bunun için zorluk yoktur. Bu da bizim iyi insanlarla beraber olmamız için bir tergibdir yani rağbettir.

Şefaat iki türlüdür.

Biri kişinin iradesini kısıtlamadır. Diğeri kararsız durumda karar almasını sağlamadır.

Allah için elbette kararsızlık sözkonusu değildir ama, Allah iyilere lütfetsin diye şefaat müessesesini tesis etmiş olabilir. İzni olmadıkça O’nun indinde şefaat edecek bu zat kimdir ki?!.  

يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ (YaGLaMu MAv BaYNa EaYDiHiM Va MAv PaLFaHuM) 

“Yedleri beyninde olanları ve halflerini biliyor.”

Buradaki “beyne eyiyhim” eller arasında anlamındadır. Yani ön ve arka arasında değil, eller arasında olanlar anlamındadır. Bunun anlamı, gelecekte ne varsa hepsini bilmektedir. Halflerini de bilmektedir. Geçmişte ne varsa hepsini bilmektedir. İnsan yaratılmadan önce ne idi, onu bilmektedir. İnsanın ilerisi ne olacak, onu bilmektedir.

Biz her an sıfır noktasında yaşıyoruz. Geçmiş ve gelecek, hâl yoktur. Çünkü zaman da parçalanmaz parçacıklardan oluşmaktadır. Bizim ruhumuz da zamanın dışındadır. Dolayısıyla biz zaman parçacıkları arasındayız, zaman içinde değiliz. Üç zaman yoktur, iki zaman vardır; mazi ve muzari. Nitekim Arapçada da iki siga vardır. Hâl sigası yoktur. Hâl ya geçmişin sonudur, ya geleceğin başıdır. Orası sıfır noktası olduğu için yoktur.

Allah geçmişimizi ve geleceğimizi bilmektedir.

Allah madem zaman ve mekan dışıdır, yani geçmişi ve geleceği yoktur; kâinata zaman ve mekân dışından bakmaktadır, böyle olması O’nun için normaldir, kolaydır.

Trenin içinde bulunan kimse ön ve arka vagonları göremez ama trenin dışındaki kimse ön ve arka vagonları görür. Kuşbakışı baktınız mı her tarafı görebilirsiniz.

Bizim hayatımız film gibidir. Geçmişimiz de geleceğimiz de yerinde duruyor. Zaman onların hareketinden değil, bizim hareketimizden dolayı değişiyor. Trende giderken, otobüste giderken, direklerin gerisin geriye gittiğini sanırız. Oysa biz ileri gidiyoruz. Allah ise bizim gibi filmi kare kare seyretmiyor, bütün karelere bakıyor, filmi toptan seyrediyor.

Bugün keşfedilen çok boyutlu uzay ve zamanın izafiliği bize bunları kolayca anlatıyor.

Ama asıl müşkül olan nedir? Ben birisini öldürüyorum, Allah benim onu öldüreceğimi biliyordu. O halde ben onu öldürmedim. Onun kaderi bana onu öldürttü.

O halde benim günahım nedir, neden ben cezalanıyorum?

Kelamcılar buna şöyle cevap vermektedirler: Sen öldürecektin ama sen onu kastetmeseydin suçlu olmazdın. Bu izah da yeterli değildir. Benim onu öldürmek istemem de kader içinde değil midir? Allah onu da bilmiyor mu idi? Öyleyse o istemiş olmuyor mu?

Bu sorun Allah için de böyledir.

Eğer Allah murid ise yani istediğini yapabiliyorsa, ne isteyeceğini önce bilemeyeceği için bilmiyordu demektir. Biliyor idiyse o irade olmaz. İrade demek, yeni bir şey yapmak demektir. O halde Allah ya muriddir, ya alimdir. İkisi birden olmaz.

Oysa, Allah burada her şeyi bilir, geçmişi bilir, geleceği bilir diyor.

Diğer taraftan da “fa’âlun lima yürid”dir, istediğini yapar diyor.

Bu çelişkiyi zaman ve mekân içinde çözmemiz mümkün değildir.

Zaman ve mekân dışına çıktığımızda bunlar düşünülemez. Çünkü bu muhakememiz zaman ve mekân içinde geçerlidir. Onun varsayımları içinde doğrudur. Sekiz, yedi daha, üç etmez. Ama saatte etmektedir. Çünkü orada varsayımlar farklıdır. Bu sebepledir ki Ebu Hanife, “Allah bilir ama bizim bildiğimiz gibi bilmez, Allah irade eder ama bizim irademiz gibi irade etmez.” diyor. Allah hem irade hem de ilim sahibidir. Biz ise ya biliriz ya da irademiz olur.

وَلَا يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِهِ إِلَّا بِمَا شَاءَ (VaLAv YuPIyOUvNa BiŞeYEıN MıN GıLMıHı EilLAv Bi MAv ŞAEa)  

“Meşiet ettiğinin dışında O’nun ilminden hiçbir şeyi ihata edemezler.”

İhata etmek” çevirmek demektir, tümünü kavramak demektir.

Yukarıda Allah muriddir, hem de alimdir demiştir. Her şey O’nun iradesi ile oluyorsa, her şeyi de o ilmediyorsa, bu zaman ve mekân içinde mümkün değildir. Zaman ve mekân dışına çıkıldığında -ki çıkılmaz,- orada oradaki varsayımlar geçerlidir.

Bir küre düşünün, onun boylam dairelerini düşünün. Kutuplarda kesişir. Şimdi çap büyüdü, gittikçe daireler doğru olmaya başlar. Sonsuzda dairenin yarısı kopup kaybolur. Boylam daireleri de paralel doğrular olur. Arkada kalan yarım küre ve paralel dairelerin yarıları ne olmuştur?

Oraya zihnen de varamıyoruz. Sonsuza kadar zihnen ulaşıyoruz. Küre yüzeyinin yarısına zihnen de varamıyoruz. Çünkü Allah bize oraları kavrama gücü vermemiştir. Bazı konuları biz kavrayamayız. Bizim beynimiz onları anlayacak seviyede değildir. Bu sebepledir ki, varsayımlara dayanarak tümdengelim yoluyla düşünme yerine, tümevarım yolu tercih edilmiştir. Batı da bunu yapmıştır. Beynimizdeki bilgisayara neyi anlayacak şekilde yüklenmişse biz onu biliriz.

Burada cümle “ve” harfi ile atfedilmiştir. O’nun maziyi ve atiyi bilmesi ile bizim bilmemiz karşılaştırılmıştır. Bu iki cümle Allah’ın tek haberidir. Böyle matuf haber çifti iki defa vardır. O zaman haber sayısı sekize düşer.

Bizim “el-Hayyu’l-Kayum”u tek cümle saymamız gerektiği teorisi yine doğru olur.

وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ(VaSıGa KuRsİYYuHu elSaMAVAvTı Va eLEaRWı)

“Kürsüsü, semavatı ve arzı vus’etmiştir.”

Vus’” geniş demektir. “Vus’” “suva” kelimesi ile akrabadır. Tas demek, geniş tabak demektir. “Vesia” genişledi demektir. Daha büyük demektir. İçine almış demektir.

Bizim yaşadığımız uzay üç boyutludur. İki boyutlu uzayda yaşayamazdık. Yemekler midemize girip çıkamazdı. Yani iki boyutlu uzayda hayat mümkün olmaz. Hareketin olması için dördüncü boyuta ihtiyaç vardır. İşte üç boyutlu uzayımızı içine alan dört boyutlu uzaya “kürsi” denmektedir. Kürri demek, yani yuvarlak demektir.

Dünyamız yuvarlaktır. Uzayımız yuvarlaktır. Çapı 13.7 milyar ışık yılıdır. Büyümektedir.

Dördüncü boyutlu uzay da yuvarlaktır. Arş da yuvarlaktır. Beş boyutlu küredir.

Bunu Allah’tan başka sonsuz olmayacağını bildiğimiz için de bilebilmekteyiz.

Semavat ve arz atfedilmiştir. Bu bizim üç boyutlu uzayın özel adıdır. Bu sebeple marife gelmiştir. Bunu şu şekilde de anlarız. Semavat ve arzın küresi genişledi. Bu da kâinatın büyüdüğünü ifade etmiş olmaktadır. Bu genişleme hızı ışık hızıdır. Bunu ölçerek bilmekteyiz. Ayrıca her parçacığın iki hızı vardır. Bu iki hızın çarpımı ışık hızının karesi etmektedir.

Shreudinger bunu atom fiziğinde kullandı ve tüm atomun yapısını aydınlattı.

Bu iki hızın çarpımı kâinatın genişlemesi sonucu bulunmaktadır.

 

 

 

Ancak 20. yüzyılda bulunan dört boyutlu uzay ve genişleme, Kur’an’da açık bir şekilde bildirilmiştir.

وَلَا يَئُودُهُ حِفْظُهُمَا (Va LAv YaEUvDuHUv XıFJuHuMAy)  “Onların hıfzı onu evd etmez.”

Evd” yük demektir. Kefeye konan tartıdır. Dengeye getirir.

Fiil olarak “evd”, ağırlık yapan, yük olan demektir.

Onların hıfzı, onların dengede varlıklarını sürmesi O’na ağır gelmez, O’na yük olmaz demektir.

“Gökler” deyince, kâinatın zaman, mekân ve madde içindeki oluş akışını ifade eder.

“Arz” dediğimizde, canlıları barındıran yer anlaşılır. Bunların hıfzı, dengelerinin bozulmaması O’na bir yük, O’na bir ağırlık yaratmaz. Onlar kendi kanunları içinde varlıklarını sürdüreceklerdir.

Allah’ın sıfatlarında sınır yoktur, mutlak kadirdir.

وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ (Va HuVa eLGaLiyYu elGaJıMu)  “Azim olan aliydir.”

Burada “azim” “aliy”e sıfat olmuştur. Haberden sonra haber de olabilir. O aliydir, azimdir de olabilir. Ancak bu tek cümledir. Allah’ın haberi değildir. Hâl cümlesidir. Mübtedanın hâlidir, yani Allah’ın hâlidir. Allah haber cümleleri ile anlatılmış, bir de hâl cümlesi ile sonuçlandırılmıştır.

Aliy” ve “azim” olarak kendisinden başka ilâh yoktur. O hayy ve kayyumdur. O’nu uyku veya uyuklama  tutmaz diye anlatılmaktadır.

O aliydir” ifadesiyle biz O’nun zaman ve mekân dışında olduğunu anlarız. Arşın da üzerindedir, yani beş boyutun da üzerindedir.

Arş da dahil her şey yuvarlak olduğuna göre, her yuvarlağın merkezi vardır. Yuvarlağın dışında olmak “aliy” olmak demektir. “Azim” büyük demektir. “Kebir” daha çok zaman içinde büyük olmaktır. Kesir sayıda büyük olma, azim içinde mekânda büyük olma demektir.

Allah beş boyutlu uzayın dışında olmakla beraber, arşın da üstünde olmakla beraber, ondan küçük bir varlık değildir. Allah’ın mekânı yoktur ama O her yerde vardır. Mekân O’nun dışında değildir. O bize komşudur ama biz O’na komşu değiliz.

Aliy” olması, biz O’na komşu olamayız demektir.

Azim” ise O bize komşu olabilir demektir.

Gözler O’nu idrak edemez ama o gözleri idrak eder.

Komşuluk iki taraflıdır. Ahmet Hasan’a komşu ise Hasan da Ahmet’e komşudur.

Ama Allah için böyle değildir. O bize komşudur ama biz O’na komşu değiliz.

Bu âyette Allah tarif  edilmiştir. Kâinatı ve bizi var eden Allah tanımlanmıştır.

Bugün müsbet ilimlerin ulaştığı seviyede bir Tanrı tasavvur etmeğe kalkışsak, acaba nasıl bir Tanrı düşünürüz? Kâinat zamanıyla, mekânıyla yaratılmıştır. Sebepsiz sonuç olmayacağına göre, bu kâinatı yaratan vardır. Şimdi bu kâinatı 13.7 milyar yıl önce yaratan kimseyi her halde bu yaratılanlar içinde aramayacağız. O Tanrı’yı bu yaratılanlara benzer bir varlık olarak da düşünmeyeceğiz. Dünyada olan olayları göz önüne getirdiğimizde, bu âyette tarif edilen Tanrı, en çok kabul edeceğimiz bir Tanrı olacaktır.

360 putun tapıldığı bir kentte bunlar söyleniyor. Bugün anlatamadığımız bu anlayışın o zamanın insanı tarafından keşfedilmesinin mümkün görülmesi düşünülemez.

***

لَا إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ  (LAv EıKRAHa FIy eLdDIYNı)  “Dinde ikrah yoktur.”

” nefy-i cins içindir. Asla zorlama yoktur. Hiçbir şekilde hiçbir yerde zorlama yoktur.

Savaşlar zorlama değil midir?

Hayır, savaşlar zorlamayı kaldırmak içindir. Devlet halkı zorlayamayacağı gibi halk da birbirlerini zorlamayacaktır. İşte, savaşlar ve cezalar bu zorlamayı kaldırmak içindir. İnsanlar hür ve serbest olarak hürriyetlerini kullanmaları için cezalar ve savaşlar vardır.

İkrah” zorlamak demektir. “Kürh” sıkıntıdır, “ikrah” zorlamaktır. Kişiyi tehdit etmek, korkutmak, sıkıntıya sokmak ikrahtır.

Sosyalizm, insanlara dayak atarak zorlamaktır. Kapitalizm, insanları aç bırakarak zorlamaktır.

İnsanlar açlıktan ve silahtan korkarak iş yapmayacaklardır. Kendi istekleri ve kendi hakları olarak iş yapacaklardır. Bu zorlamayı ortadan kaldırmak için özel mülkiyet sistemi getirilmiştir. Yeryüzü insanlara bölüştürülmüştür. Kişi kendisinin toprağına çekildiğinde biz ona asla zor uygulamıyoruz. Mesken masuniyeti budur. Kendi mülkü içinde suçlu olsa da girer ve yaşar. Biz onu zorlamayız. Kısas mı gerekiyor? Uygulamayız. Müebbet hapis olarak onu tecrit ederiz. Böyle bir dünyada tek başına yaşayamayacağı için kısasa razı olacak yahut yakınları diyetini ödeyeceklerdir.

Burada üstün olarak gelmiş, “Lâ”nın nefy-i cins için olduğu belirtilmiştir.

Din” düzen demektir. Borçlu ve alacaklı olmadır. Hukuk düzeni dindir. İnsanlar arasında ihtilaf çıktığı zaman, seçtikleri hakemlerle nizaları çözerler. Hakem kararlarına hepsi uyar, kendi isteği ile uyar. Uymayan olursa bu düzenden çıkmış olur. Artık din içinde kalmaz. Kendisine düzenden çıktığı için zorlama yaparız. Yoksa dinin içinde zorlama yapamayız.

Her bucak bağımsız bir sitedir. Ceza kanunları dahil her şeyi kendisi yapar, kendi düzenini kendisi kurar. Yani her bucağın kendi düzeni/dini vardır.

Din” kelimesi Türkçede yanlış kullanılıyor. İlim, takva, amel ve iman vardır. Türkçede “takva”ya “din” denmektedir.Oysa din tüm bunları içine alan topluluğun düzenidir. Devlet demektir. Ama sadece devlet değildir. İlleri, bucakları ve insanlığın merkez bucaklarını da içine alır.

Dinde zorlama yoktur” derken, sadece takvada zorlama yoktur denmez. İlimde de zorlama yoktur, amelde de yani ekonomide de zorlama yoktur, siyasette de zorlama yoktur anlamı çıkar.

Din genel olarak düzendir. Düzende zorlama yoktur. Hukuk düzeninde zorlama yoktur demektir. Orada çıkan ihtilaflar hakemlerce çözülür ve hakemlere herkes kendi isteği ile uyar.

Bu sebepledir ki İslâm düzeninde, barış düzeninde polis yoktur, hapishane yoktur, tutukluluk yoktur, yakalama yoktur. Herkes kendi isteği ile hakemlerin kararına uyar. İdam sehpasına kendi isteği ile gelir. Kaçarsa dinden/düzenden çıkmış olur, irtidat etmiş olur. İrtidat edenin hükmü de öldürülmedir. Bu sebeple cezalar bahsinde öldürme ve asma ayrı zikredilmiştir. Asma gönül rızası ile ölmedir. Öldürülme ise dinden çıktığı için öldürmedir.

Bu hususu iyi anlamak gerekmektedir.

Bir adam birini öldürdü. Hakemlere gidildi ve hakemler ölümüne karar verdiler. Yakınları affetmediler. Kısasa tâbi tutulacaktır. İdam sehpası kurulur ve kendisine, “gel sehpaya çık, sandalyeyi biz çekelim” diyoruz. O da kabul ediyor, geliyor. Sehpaya çıkıyor, biz de onu asıyoruz.

Burada zorlama yoktur. Çünkü kendi isteği ile gelmiştir. Bütün haklara sahiptir. Kendi eceliyle ölmüş gibidir. Cenaze töreni yapılır, mezarlığa gömülür.

Ama kişi eğer sehpaya gelmezse, o zaman irtidat etmiştir, düzen dışına çıkmıştır. Ona zor uygularız. Onu kurşunlar ve çukura atarız. Malları müsadere edilir. Fey olur.

Fi’d-Dini” din içinde zorlama yoktur. “Li’d-Dini” veya “Ala’d-Dini” denmemiş de, “Fi’d-Dini” denmiştir. Düzen veya din üzerine zorlama yoktur değil de, din içinde zorlama yoktur.

Dinin dışında olanlara zorlama yapılabilir, düzenin içine girmeleri istenebilir. Savaşlar bunun için meşrudur. Düzeni kabul etmeyenlerin şerrinden kurtulmak için savaş yaparız. Hakem kararına uymayan kişiyi de silahla vurarak şerrinden kurtuluruz. İllerdeki jandarma teşkilatı düzen dışına çıkmış olanları etkisiz hâle getirmek için vardır. Devletlerdeki ordular, hakem kararlarını kabul etmeyen devletleri etkisiz hâle getirmek, halkını onların şerrinden kurtarmak için varlar.

Dini takva olarak anlayıp manâ vermek çok yanlıştır. Düzen içinde yani hukuk düzeni içinde dinler de diğer topluluklar gibi yaşama hakkına sahiptir. Onlar da hakem kararlarına uyarlar. Onlara da ceza verilir ama buna sadece ve sadece tarafların seçtiği hakemlerden oluşan bağımsız, yansız, etkin ve saygın yargı karar verir. Herhangi bir dinin başka dinlere ve kurumlara ikrah hakkı olmadığı gibi; yargı kararları dışında hiçbir kuruluşun veya kişinin, devlet dahil ikrah hakkı yoktur. Hakem kararlarına uymayanlar dinden/düzenden çıkmış ve irtidat etmiş olur. O zaman ona karşı zor kullanılabilir.

Fiy” zarf içindir. Dinin içinde zorlama yoktur.

Ama düzeni kabul etmeyenler müşriklerdir. Onlara zorlama vardır.

 قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنْ الغَيِّ (QaD TaBayYaNa elRuŞDü MiNa ELĞayYı)  

“Şimdi rüşt gaydan tebeyyün etmiştir.”

Arapçada şimdiki zaman yoktur. Onun yerine geçmişi bugüne bağlayan harf vardır, o da “kad”dır. Türkçede “etmektedir” yahut “miştir” diye tercüme ediyoruz.

Rasad” kuraklıktan sonra beklenip de yağan yağmurdur. “Rasad etmek” bir şeyin olacağını umarak onun olmasını gözetlemektir. Bu beklenen iyi bir şey de olabilir, kötü bir şey de olabilir.

Bir insandan beklenen çağa gelen kimseye “raşid” denir. Buluğ, rüşt, eşudde, erbaın yaşları vardır. Eşüdde, en güçlü olduğu yaştır. Eşud 33 yaştır. Şer’an 30 yaştır. Rasih olma rütbesidir. Erbain, yeter bilgilere de sahip olunan yaştır.

Kur’an’la insanlık rüşt yaşına ermiştir. Artık kendi malları kendisine teslim edilmiştir. Vahiy sona ermiş, onun yerine içtihat dönemi başlamıştır. İnsanlık artık askeri yönetimle değil, din ile yani düzenle yönetilecektir.

Çok hatalı olarak kullanılan kelimeler vardır. İslâm Muhammedilik olarak anlaşılmaktadır.

Oysa İslâm barış demektir. Çatışmanın yerini uzlaşmanın aldığı, hukukun üstün tutulduğu düzendir. İman, askere katılma, asker olma, nöbetli olma demektir. Din düzen demektir. Şeriat ise demokrasi demek, hukuk düzeni demektir. İnsanların sadece hakemler nezdinde sorumlu olmasıdır. Dinde zorlama yoktur demek, düzende zorlama yoktur, herkes hakem kararlarına razı demektir.

“Gaydan tebeyyün etmiştir.”

Gay” “Gaveye”den oluşmuş mastardır. “Gava” azmak demektir. “Gaye” yarışlarda dikilen hedef  bayraktır. “Gaye” aynı zamanda sınır demektir.

Gayyen” sınırları aşmak, sınırları yıkmak demektir.

Rüşd gaydan yani sınırlarından yani rüşd olmayan sahadan ayrılmıştır.

Bu ifade ile şunu öğreniyoruz ki, hak ile bâtıl arasında, adalet ile zulüm arasında bir perde yoktur. Bunlar birbirine bitişiktir ama birbirlerine karışmazlar. Rüşd kendi tarafına çekilmiştir. Gay da kendi tarafına çekilmiştir. Artık karışıklık yoktur.

Adil Düzen” kurulduğu zaman hukuk düzeni kurulmuş olur. Hukuk düzeninde hakemlerden oluşmuş bağımsız, yansız, etkin ve saygın yargıda haklar net olarak tesbit edilmiştir. Herkes adalete boyun eğmektedir, hakem kararlarına uymaktadır. Artık burada zorlama yoktur.

Hakem kararlarına uymayan olursa o dinin dışına çıkmıştır. Ona ilçede bulunan jandarma teşkilatı haddini bildirmektedir. Uluslararası gayda ordular hadlerini bildirmektedir.

فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ (Fa MaN YaKFuR Bi elOAvĞUvTi)  “Kim tagutu küfrederse.”

Küfretmek” tohumu toprağa kapatmak, yahut iyiliklere nankörlük anlamlarındadır. Tagutu mezara gömmek taguta küfretmektir.

O halde tagut nedir?

Tuğyan” kazanın kaynarken taşmasıdır. Yemek koyar da kaynatırsanız, ısınınca buharlaşır ve köpük hâlinde taşar. Şeriatın dışına taşmak, şeriatın dışına çıkmak da böyledir.

Bir defa bir yerde şeriatın dışına çıktın mı, artık seni o hep oraya çeker. Bütün hayatın şeriat dışında geçmeye başlar. İnsan artık kendisini şeriatın içinde tutamaz. Kaynayan kazandaki bütün süt boşalır yahut kaynaya kaynaya bozulur, esmerleşir.

İşte, taguta küfretmek demek, azgınlığı bastırmak demektir. Bu da ancak hukuk düzeni ile olmaktadır. Yani hakem kararlarına uymakla olur. İşte silahlı güçler bunu yapmaktadır. Şeriatın dışına çıkanları etkisiz hâle getirip şeriatın içindekileri kendilerine çekmekten önlerler.

Bugünkü PKK âfeti budur. Kimileri dağa çıkmış ve orada eşkıyalık yapanlar dağa çıkmayanları kendilerine çekmektedirler. Akrabalık veya korku sebebiyle onlardan destek almaktadırlar.

Tagut burada Calut gibi bir isimdir. Dişi çoğul edatı değildir. Marifedir.

Hakem kararlarına uymayan taguttur. Bunun için uygulanan ceza herkesin ondan uzaklaşmasıdır. Onun onlardan hicret etmesidir. Onunla konuşulmamasıdır.

İçimizde birisi bir suç işleyebilir. Katil, sirkat, zina veya iftira olabilir. Bunlar ismdir, zenbdir. Hiçbirisi küfür değildir, suçtur. Hakemlere gidilir, hakemler ne ceza verirlerse o uygulanır. Mesele biter. Cezasını çeker.

Kimileri kendileri savcı oluyor, şahit oluyor, hakim oluyor, emir oluyor, kimilerini mahkum ediyor, infaza kalkışıyor. İnfaz edemeyince de kendisi gidiyor. Oysa yapılacak iş hakemlere gitmektir. Hakem kararlarına gitmeyene karşı tüm arkadaşlar cephe almalı, onunla konuşmamalı, ilişkiyi kesmelidir.

İşte, taguta küfretmek demek, hakem kararlarına uymayana karşı boykot ilan etmek demektir.

وَيُؤْمِنْ بِاللَّهِ (YuEMiN Bi elLAHı)  “Allah’ı emana alanlar.”

Allah” topluluk anlamındadır. Hukuk düzeni içinde güvende olmak demektir. Herkesin hakemlerin kararlarına uyduğu bir topluluk içinde olup kendini toplulukla güven altına almak demektir. Ama bunun diğer manâsı asker olup hukuk düzenini güvene almak demektir.

Hakem kararları, yargı ve yargı kararlarının güvencesi silahlı kuvvetler, jandarma ve ordu. İşte böylece adil bir devlet ortaya çıkıyor. Bundan önceki âyette kâinatı ve bizi var eden Allah anlatılmıştır. Burada ise onun halifesi olan topluluğu yani düzeni/dini anlatmaktadır.

فَقَدْ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى (Fa QaD iSTaMSaKa Bi eL GuRVaTi elVuSOAv) 

“Vuska urveye istimsak etmiştir.”

Urve” ağaç liflerinden örülmüş halattır. Ağacı çıplak hâle getirdiklerinden liflere “âriy” denmektedir.

Vesk” ise yüklerin, denklerin bağlanmasıdır.

Sağlam bağlanmış halata tutunmuşlardır. Kopmaz, yani topluluktan ayrılmaz.

Hakem kararlarına uyanlar, uymayanlara karşı boykot yaparak vuska urveye tutunmuşlardır.

لَا انفِصَامَ لَهَا  (Lay ıNFıÖaMa LaHAv)  “Onun çözülmesi yoktur.”

Fasm” kopmamış ama kırılmış daldır. “İnfisam etmek” demek, çözülmek demektir. Halattaki liflerin bir kısmı kopar, çözülme olur. Yahut sargı çözülür, ip gevşer, sıkılığı gider.

Burada müfret siga kullanılmıştır. Bunun anlamı şudur ki, daha topluluk oluşmadan herkes hakemlik sistemine uyacaktır. Başkaları uymasa da siz hakemlik sistemine riayet edeceksiniz. Karşı taraf seçmese bile siz hakem seçeceksiniz, karşı tarafın hakemini de hakeminize seçtireceksiniz. Onların fitnesinden sonra o kişiye boykot yapacaksınız.

وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ(256)  (VaEalLAvHu SaMIyGun GaLIyMun)  “Allah semidir ve alimdir.”

Semi’” ve “alîm” kelimeleri burada nekire olarak geçmiştir.

O halde bütün olaylar kayda geçmelidir. Herkes isteğini yazılı olarak şahitlere bildirmeli, şahitler de bunları dosyalayıp hakemlere arz etmelidirler.

Biz Yenibosna’da şahitler tayin etmeliyiz. Dosyaları onlar muhafaza etmelidir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-423 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-253 İstanbul, 25 Ağustos 2007

 

 

Mortgage krizi, para ticareti, banka ve faiz

 

[Zaman gazetesinden SAMİ USLU, 08 Ağustos 2007 Çarşamba günü “Mortgage krizi ve para ticareti” başlıklı bir yazı yazdı. Anlatılanlar ve olmakta olanlar önemli. Yazar, bu önemli konuyu iyi özetlemiş. Bize de, bu yazıyı değerlendirmek ve bu değerlendirmeler sonunda “ÇÖZÜM” olabilecek önerilerimizi yazmak kalmış.]

 

Mortgage olayında iki yatırım fonu battı,

birbuçuk milyar dolarlık sermaye yok oldu

Amerika’nın başlıca yatırım bankalarından Bear Stearns, bir müddet evvel bünyesindeki iki mortgage yatırım fonunun iflas ettiğini açıkladı. Daha önce tam bir buçuk milyar dolarlık varlık değeri bulunan söz konusu fonların değeri şimdi sıfır noktasında.

Amerika Merkez Bankası, Yahudilerin bankasıdır. Doları basmakta, bu yolla dünyayı haraca bağlamaktadır. İflasları da o gerçekleştirmiş, krizleri de o çıkartmıştır. Planı şudur. Doları batıracak, kendi sermayesini euroya kaydıracak. Bir de gayri menkullere sahip olacak. Gayri menkulleri edinebilmek için önce kredi veriyor. Sonra icra ile evleri alıyor; dörtte bir fiyatla alıyor. Böylece dünyanın tüm taşınmazları onun oluyor. Bankaların veya yatırım fonlarının iflası ona zarar vermiyor. Çünkü onun yaptığı evler çok düşük fiyatla kendisinin oluyor.

 

Global bir kriz için şartlar hazırlanmıştır

ABD mortgage piyasasındaki istikrarsızlığın nereye varacağı merak ve endişe konusu. Wall Street gazetesine göre, şayet mortgage şirketleri arasından bir-ikisi daha iflas ederse, küresel bir finansal krizin patlaması kaçınılmaz. Moody’s derecelendirme kuruluşunun baş ekonomisti ise, global bir şok için tüm ön koşulların mevcut olduğunu iddia ediyor.

Global krizi veya krizleri kendileri çıkarıyorlar. Dünya ekonomisini ellerinde tutabilmeleri için zaman zaman istedikleri alanda ve yerlerde krizler çıkarıyorlar. Bu yazıdan anlaşıldığı üzere, kendileri bir global kriz çıkaracaklarını ilan ediyorlar. Kendi yandaşlarına haber veriyorlar. Dünyaya da ‘Biz istediğimizi yaparız haa!’ diyorlar.

 

Ekonominin yüzde ondördü mortgage sisteminde yatmaktadır

Uzmanlara göre, yatırım fonları, geçmişte mortgage kredileriyle bağlantılı tahviller üzerine kumar denecek kadar yüklü yatırım yaptılar. Düşük ve sabit ücretli kesime yapılan yüksek riskli konut kredileri krizin sorumlusu olarak gösteriliyor. Yatırım fonu yöneticilerinin hiçbir işi ve geliri bulunmayan kimselere dahi kredi vermekten kaçınmadığı anlaşılıyor. Bu arada, hedge fonların mortgage pazarına en agresif şekilde yatırım yapmış olduğu, aşırı miktarda risk altında bulundukları, dolayısıyla da kriz meydana getirme potansiyeli açısından müthiş tehdit oluşturdukları öne sürülüyor. Ayrıca, son on yıl içinde yabancı yatırımcıların ABD mortgage pazarına derinlemesine girdikleri ve yüzde 14 oranında bir paya ulaştıkları ifade ediliyor. Doğallıkla, bu durum küresel bir kriz ihtimalini körükleyen apayrı bir faktör. Bazı iktisatçılar, krizin geleceğe dönük bir ihtimal olmaktan çıktığını ve artık yaşanılan bir gerçek olduğunu savunuyor.

Yeryüzündeki ekonomi yüzde 50 yatırım, yüzde 50 tüketime yöneliktir.

Yatırımın da yarısı mesken inşaatına, yarısı üretim inşaatına yönelmiştir.

Bunun anlamı, tüm dünyadaki inşaatın tamamını ele geçirmiş demektir. Türkiye dolar olarak borçlanmaktadır. Yarın bütün evler kredili evlere dönüşecektir. Herkes ev sahibi olacak ama hepsinin bankalara borcu olacaktır.

Sanayi sektörü çökmüş, tarım sektörü çökmüş, herkes inşaat sektörüne yönelmiştir. Gereğinden fazla evler üretilmiştir. Kiralar düşmüştür. Halkın geliri olmadığı ve evler de çok olduğu için evlerin fiyatları ucuzlamıştır. Yahudi sermayesi bedava denebilecek fiyatlarla evleri alıyor, dünyadaki bütün evlerin sahibi oluyor. Bu arada devletler de çok ağır borçla yüklü olarak inim inim inlemektedir.

Yirmi beş senede bu kredilerin ödenemeyeceğini herkes bilmektedir. Ama halk bugün alıyor, yarını düşünmüyor. Amerika Merkez Bankası da bunları biliyor. Ama onun istediği zaten budur. Bu sayede dünyadaki bütün meskenleri satın almış oluyor. Bütün devletleri borç içinde iflas ettirmiş oluyor. Kendisi ne kaybetmiştir ki? Bastığı karşılıksız parayı geri alamamıştır! Yenisini basar ve piyasaya sürer; sonra onu da batırır ve yeni para çıkarır!

 

Ödenmeyen borç 113 milyar olacak, beş milyon kişi sokağa atılacak!

Önümüzdeki sene, vadesinde ödenmeyen mortgage kredilerinin zirve yapacağı ve yatırımcıların toplam kayıplarının 113 milyar dolara çıkacağı hesaplanıyor. Ama, kayıp tahminleri her hafta bir önceki haftaya göre yükseliyor. Görünüşe göre konut talepleri, arkasından inşaat faaliyetleri gerileyecek ve finansal kriz reel sektör krizine dönüşecek. Başkan Bush’un dönemi sona erdiğinde, evlerini kaybedecek Amerikalı vatandaşların sayısı yaklaşık 5 milyon olarak öngörülüyor.

Hayır, sokağa atılmayacaklar; onlar ev sahibi olarak değil de, sermayenin kiracısı olacaklardır. Hem de çok ucuz bedellerle kiralayacaklardır. Çünkü onun hedefi dünyayı satın almak, devletleri borca boğmaktır. İnsanlara fabrikalarında iş verecektir. Özel mülkiyetin yerini işçilik almış olacaktır. Sosyalizm ve kapitalizmin hedefini başka yönden gerçekleştirmekle meşguldür. Dünya bu yolla tek devlete gidecek ve dünya tek firma olacaktır. Tüm insanlık İsrail oğullarına hizmet edecektir.

 

Tüm aracılar kâr eder, sadece ev alanlar zarar eder!

Meselenin köküne inildiğinde, geleneksel bankacılığın sakat zihniyeti kendini gösteriyor. Bankalar yükselen faizler nedeniyle birkaç mortgage taksidini ödeyemeyeni yasal takibe alıyor. Müşterinin tamamen iyi niyet sahibi olması, bankanın ona gaddarca çullanmasını engellemiyor. Yuvası elinden alınan masum kimselerin çoluk çocuk arabalarında barınmaları veya sokakta yatmaları, banka yöneticileri için keyfe keder bir hadiseden ileri gitmiyor. Bir mortgage işinde inşaatçı şirket parasını alır, hiçbir sorun yaşamaz, tahvili çıkaran uzman şirketin (özel amaçlı şirket) kazancı ise hem garantili hem yüksektir. Hukuk büroları arada gayet güzel nemalanır. Emlakçiler işlemin kaymağını yiyenler arasındadır. Bankaya gelince, güya risk yönetme sanatını icra eden kuruluşlardır; ama bu lafta kalır. Banka, mortgage kredisini değişken faiz koşuluyla açar. Yani, faiz riskini en baştan borçluya yükler; makro ekonomik koşullardaki değişikliğin müşterisini nasıl etkilediğiyle ilgilenmez. Ülke hatta dünya ekonomisine ne olacağı umurunda değildir. Banka, her halükârda ve sadece kendi menfaatine bakar. Çünkü para ticaretinin geleneksel ve şaşmaz kuralı böyledir. Neticede, okkanın altına, başını sokacak bir evin hayaliyle yaşayan vatandaş girer. Halbuki, muamelenin diğer taraflarına kârlarını sağlayan tek başına müşteridir, bütün masraflar ona aittir, gelecekte ortaya çıkabilecek her türlü riski kimseyle paylaşamadan üstlenir. Sırtından geçinen banka ve diğer şirket ve kişilerin aklından “acaba ona fazla mı yükleniyoruz?” diye bir düşünce geçmez.

Kimse zarar etmez. Kredi alanların kârı, bir evde kiracı olarak da olsa oturmalarıdır.Artık işçidirler. Rahat etmektedirler. Evet, kira ödüyor ama, sermayenin fabrikasında iş bulduğu için kirayı rahatlıkla ödemektedir. Dünyaya hakim olan tek sermaye dünyadaki üretimi ve tüketimi planlamakta da her şey dengeli gitmektedir. Devletler borçlanmış, ordularını besleyemez hâle geldikleri için orduları dağılmış, artık savaşlar durmuş, insanlığa barış gelmiştir. Herkesin işi var gücü var. Savaş yok. İşte size dünya cenneti. Sermayenin kapitalizm cenneti. Yapılan iş, tutulan yol budur.

Şunu herkes bilsin ki, sermaye istemezse hiçbir yerde hiçbir kriz çıkmaz.

 

Faizli bankacılığın temelleri sarsılıyor

Ama, masumların mağdur edilmesi kimseye uğur getirmez, getirmiyor. İşte, ABD mortgage piyasasındaki hastalık hızla dünyaya sirayet ederken, ortalama insanın vicdanına bir türlü sığmayan faizli bankacılığın temelleri de sarsılıyor.

Her şey sermayenin olduktan sonra, artık bütün firmalar taşeron olduktan sonra, sarsılacak bir şey yoktur. Tam tersine faiz ortadan kalkıyor, faizsiz bir düzen oluşuyor.

 

ÇARE VE ÇÖZÜM

Eğer Kur’an’ı okumasak, Kur’an’ın Allah sözü olduğuna inanmasak, sermayenin hayal ettiği cenneti kuracağına inanmamamız için bir sebep yoktur. Akılları onları başaracaklarına götürür. Zaten bütün okumuşlar da onlara teslim olmuşlardır!..

Ama Allah sermayeye bir görev vermiş; insanlığı tarım döneminden sanayi dönemine geçir demiştir. Bu görev başarılmıştır. Sermaye görevini yapmıştır. Artık sanayi dönemine geçilmiştir. Artık faizli sermayenin sömürüsüne gerek kalmamıştır. İnsanlık “Adil Düzen”e geçecektir. Sermayenin vaat ettiği faizli sistemle değil, seçilmiş ırkın sömürüsü ile değil; Allah’ın takdir ettiği şekilde “Adil Düzen”e geçilecektir.

Adil Düzen”de insanlar iş yerlerinde ortak olarak çalışıyor, pay olarak para almıyor, ürettikleri malların senetlerini alıyor. Sonra senetlerini satıyor ve paraya çeviriyor. Sonra o para ile gidip mağazalardan istediği malı satın alıyor. Bunlar serbest piyasa üzerinde oluyor; yani işveren ile işçi arasına girilmiyor, serbest pazarlıkla ücret tesbit ediliyor. Sonra aldığı mal senetlerini serbest pazarlıkla borsaya satıyor. Nihayet elde ettiği para ile mağazalara gidiyor, serbest pazarlıkla mal satın alıyor. Ekonomi faizsiz kredi ile serbest ücret ve serbest fiyat ilkesi içinde çalışıyor.

a)      Halka tüketim kredisini veriyor. İnsanlar devre başında sipariş veriyorlar. Para peşin ödeniyor. Böylece mağazalara, tüccarlara ve işyerlerine peşin para ile yıllık sipariş geliyor ve herkes çalışıyor. Önce para ödeniyor, sonra mal alınıyor. tüketim malları böylece kredileniyor.

b)     İnşaat malzemesine ise depodaki stok miktarına göre kredi veriliyor. Depolayıcıyla depo sahibi sermayesiz iş yapıyor. Tekel oluşamıyor.

c)      İmalatta çalışan işçilerin ücretini devlet ödüyor. Yapıya şarj ediyor. Müteahhitleri çalışmaya zorluyor.

d)     Bankada parayı tutanlara bir o kadar da kredi verilmiş oluyor. Böylece kredileşme yoluyla tasarruflar değerlendiriliyor.

Emek * Ücret = Senet * Kur = Para = Fiyat * Mal

Bugünkü ekonomide ücret de mal kabul edilerek Para = Mal * Fiyat + Emek * Ücret formülü uygulanmaktadır. Emekler serbest usulle oluşamadığı için hükümetler asgari ücretleri belirlemektedir. Fiyatlarını da sermaye tekeli oluşturmaktadır. Serbest fiyat olmadığı için başarı elde edilememekte, krizler oluşmaktadır.

“Adil Düzen”de başka bir değişiklik daha yapılmaktadır.

Para = Fiyat * Senet = Ücret * Emek = Senet * Kur

Halka kredi olarak nüfus başına para veriyoruz, halk onunla mal senetlerini alıyor. Sonra çalışıyor, ücret olarak senetleri alıyor. Sonra da senedi paraya çevirerek borcunu ödemiş oluyor. Parayı halkın eline verdiğimiz için pazarlık gücünü elde ediyor. Patron için bir kolaylık da, patron işçi ile anlaşmış ise sipariş alınıyor. Aldığı siparişle ham maddeyi temin ediyor.

Bu mekanizmanın özellikleri nelerdir?

a)      Kredi faizsiz olduğu için fiyatlar zamanla artmıyor. Halk stokları serbestçe yapabiliyor. Dolayısıyla üretici tok satıcıdır. Sermaye sorunu yoktur. Müşteri çıktığı zaman satar.

b)     Cebri icra yoktur. Mal satıldığı zaman kredisini öder. Dolayısıyla mallar haraç mezat satılmıyor.

c)      Krediyi halka verdiğimiz için tüm ekonomik kararları halk almış oluyor. Tüm ekonomik planlamayı halk serbest iradesiyle ve pazarlıkla tesbit etmiş oluyor.

d)     Faizsiz yeterli kredi sayesinde sermayenin ekonomiye hakimiyeti kalkıyor. Onun yerine çalışanların, üretenlerin ve tüketenlerin hakimiyeti ortaya çıkıyor. Demokrasi tam çalışıyor.

Yani, sermayenin getirmek istediği dünya cennetini “Adil Düzen” getiriyor.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3476 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2643 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2161 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2538 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2557 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2291 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2179 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2600 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2487 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2347 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2303 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2444 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2445 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2408 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2451 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3054 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2683 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2680 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2759 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2964 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3152 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5496 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3560 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3089 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3878 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3725 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3886 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3845 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4126 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4638 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3026 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3127 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3982 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3858 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2867 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2957 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3967 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7743 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5625 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4186 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3586 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3727 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4749 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4469 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4758 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4679 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4834 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4559 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3411 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4489 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3637 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5187 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3864 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5163 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5031 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4949 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3551 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3490 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3702 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5166 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4218 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5440 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4099 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5285 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4438 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4582 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4779 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5324 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4126 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5272 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4537 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3856 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4393 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4601 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4132 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4109 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4095 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4549 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5662 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9839 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4661 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3711 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3859 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3359 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3391 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3757 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5717 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4253 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3454 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler