Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 425
BAKARA SÛRESİ 259.-AYETLER TEFSİRİ
8.09.2007
1814 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN 425

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi                       08 Eylül 2007                    Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 425. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ

IRKLAR, TÜRKÇE, KÜRTÇE VE KÜRTLER

TÜRK KİMLİĞİ VE TÜRKLER

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 87. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

أَوْ كَالَّذِي مَرَّ عَلَى قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَى عُرُوشِهَا قَالَ أَنَّى يُحْيِي هَذِهِ اللَّهُ بَعْدَ مَوْتِهَا فَأَمَاتَهُ اللَّهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُ قَالَ كَمْ لَبِثْتَ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ فَانظُرْ إِلَى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْ وَانظُرْ إِلَى حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ آيَةً لِلنَّاسِ وَانظُرْ إِلَى الْعِظَامِ كَيْفَ نُنشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْمًا فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُ قَالَ أَعْلَمُ أَنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (259)

 

أَوْ كَالَّذِي مَرَّ عَلَى قَرْيَةٍ (EaV Ka elLaÜIy MarRa GaLAv QaRYaTin) 

“Veya karyeye mürur eden gibi”

Burada “ve” getirilmemiş de “ev” getirilmiştir. Ya Hazreti İbrahim ile tartışan kimseye bak; onların tartışmasını dinle ve Hazreti İbrahim’in kendisiyle tartışanı susturduğunu görsen de onun gibi ol, Hazreti İbrahim’in yolunu tut. Ya böyle ol ya da “Unzur kellezî nazara/bakan gibi bak”. Burada o kişiye bak şeklinde değil de, onun baktığı gibi bak denmektedir.

Karye” burada nekiredir. Hangi karyeye uğradığı belli değildir. Uğrayan marifedir, uğraması da marifedir. Bahsedilen kimse kimdir? Temsil yoluyla anlatılan kimseler de marife olarak gelebilir. “Meseluhum Kemeselillezî İstevkada Nâran”da böyle zikredilmektedir. Beyninizde böyle bir kimse tasavvur edin ve tasavvur ettiğiniz kimseyi düşünün. İşte o kimse anlamına gelmiş olur. Cins için olmuş olur. Hiçbir cins isim yoktur ki gerçek olsun onların hayalen mahsulüdür. “Ke” kelimesinin gelmesi de bize temsililiğini bildirmiş olmaktadır.

Hazreti İbrahim ile tartışan temsili kişi değildi. Çünkü orada Hazreti İbrahim ve Hazreti İbrahim’in muhatabı olan melik maruftur. Oysa burada “karye”nin nekreliğinden biliyoruz ki “ellezî” maruf değildir, yani cins isimdir. Çünkü fiilin de marife olması gerekiyor. O zaman “karye” nekre olmaz. Bundan sonra anlatılan olmuş bir vakadan ziyade, düşünülebilen temsili bir vaka anlatılmaktadır.

Burada elbette şunu söylemiyoruz. Allah için bunu yapması güç değildir. Allah her şeye kadirdir. Ancak Allah abesle meşgul olmaz, sünnetini durup dururken değiştirmez. Mucize olması gerekmektedir. Binlerce yıl önce olmuş olan bir olay bize nasıl âyet olacaktır? Sonra, biz kendimiz öyle mânâ vermek için bunları söylemiyoruz. “Ev” gelmesi, “Ke” gelmesi ve karyenin nekre olmasından bunu istihraç ediyoruz.

Hazreti İbrahim gibi olmak yahut o temsili kişi gibi olmak. Bunlar iki zıt kişiliktir. İkisi de gerçek kişiliktir. Hak yolu aramaktır. Hazreti İbrahim akıl yoluyla hakkı arıyor. Temsili kişi ise batıni yoldan hakkı arıyor. Çevresinde oluşan mucizevi olaylardan ders alıyor. Biri afaki, diğeri enfusi yoldan yürümektedir. Ya afaki ol ya da enfusi ol demektir. Enfusi olan yol dil ile ifade edilemediği için temsili olarak anlatıyor.

Onları yani velileri bize örnek olarak gösteriyor.

Hazreti Musa’nın hikâyesinde de arkadaşından bahsetmektedir. Elbette arkadaşı vardı ama arkadaşının adını zikretmemektedir. Onlar dille değil de halle bilinirler. Onlara nazar edilmez, onlar gibi olunur. Bir şeyhin meclisine gidersiniz ve oturursunuz. Herkes sükut içinde istiğraktadır. Kimse konuşmuyor. Şeyh de konuşmuyor. Sizin beyniniz orada dünyaları gezmektedir. Sıkılmıyorsunuz. Huzur içindesiniz. Konuşmak istemiyorsunuz. Meclisi terk ettiğinizde sizde tuhaflık olmuştur. Size çok şeyler söylenmiş gibi bir hâl vardır. Eğer devam ederseniz sonraları ne olduğunu anlarsınız. Onu anlamak için oraya devam etmek gerekir. Benim gibi devam etmeyenler onları sözlerle anlamazlar. Onlar konuşmazlar. Konuşsalar bile bizim anlayacağımız dille konuşmazlar. O kelimelerin lugatlarda o mânâsı yoktur. O dili öğrenmek için çocuk gibi onları dinlemek gerekir. Kur’an o halleri bize temsili olarak anlatmaktadır.

وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَى عُرُوشِهَا (Va HiYa PAViYaTun GaLAy GuRUvŞıHAv) 

“Ve o arşı üzerinde havi idi.”

Hava” iki şey arasındaki boşluk demektir. Binanın çökmesi demektir. Arş, en üst demektir. Çatı demektir. Çatının üzerine çökmesi demektir. Çatının üzerine çökmesi, çatının yerle bir olması, altın üste gelmesi demektir.

Karye öyle sarsılmıştır ki, altı üstüne gelmiştir. Tarikatta bunun mânâsı ne olabilir? Halk o kadar bozulmuş, ipsiz sapsız hâle gelmiştir ki, artık onların düzelmesi mümkün değildir.

22 Temmuz 2007 seçimlerinde Necmettin Erbakan’ı dinleyenler hep ‘doğru söylüyor’ demişler ama aynı zamanda ‘artık bunların düzelmesi mümkün değildir’ demişlerdir.

Geçmişteki olaylar hep böyle olmuyor muydu?

İnsanlar ümitlerini kesip beklemeye geçerler. Yani iki yol vardır; ya cihat yapar ve küfürle mücadele eder, yahut kış uykusuna yatar gibi sabırla beklersin. Bir gün gelir ve o fırtına gelip geçer. O zaman siz hayata yeniden başlarsınız.

Kentlerin yıkılması iki şekilde olmaktadır. Ya gelen âfetler kentleri yıkmaktadır, yahut da kentler artık eskimişler ve oturulamaz hâl almışlardır. Kentleri yenilemek için eski yerleşim yerleri yıkılmıştır. Bütün hayat budur. Eskiler ölür ve çürür, yeni hayat başlar. Kentlerin dirilmesi de böyledir. Eski kentlerin yerine yenileri kurulur.

Kur’an burada iki yolu göstermektedir. Bu yollar mevcut olan düzeni düzeltme ve çökmeden yeni bina oluşturma yahut çökmüş binayı yeniden yapmadır.

Biz iki yoldan birini tutacağız. Ya mevcut cumhuriyeti “Adil Düzen”e ikna yoluyla demokratik yolla getireceğiz. Nitekim Hazreti İbrahim bunu yapmaktadır. Hâl ehli ise yüz sene uyuma yolunu tutmaktadır. Yani; biz artık bunlarla uğraşmayacak, bekleyeceğiz. “Adil Düzen”i mevcut düzen tamamen ortadan kalktıktan ve kendi kendine yaşayamaz hâle geldikten sonra kuracağız. Adil Düzen Çalışanları o zaman ortaya çıkacaktır.

قَالَ أَنَّى يُحْيِي هَذِهِ اللَّهُ بَعْدَ مَوْتِهَا (QavLa EanNAy YuXYı HaÜıHıy elLAHu BaGDa MaVTıHAy) 

“Mevtinden sonra Allah bunu nereden başlayıp ihya edecektir dedi.”

Burada bahsedilen ölü kentin ölümüdür. Yani canlının ölümünden değil, kentin ölümünden bahsetmektedir. İşe yaramayan arazilere ölü araziler dendiği gibi; bir yeri işe yarar hâle getirmek de ihya ile olmaktadır. İmar bakımından çökmüş şehrin nasıl ihya edileceği bilinmektedir. Ama sosyal bakımdan çökmüş bir topluluğun nasıl ihya edileceği bilinmemektedir. Burada kişinin sorduğu sual budur. Buna Allah’ın iktidarı yetmez anlamında değil de, nereden başlanacağı anlamındadır.

“Adil Düzen İnsanlık Anayasası”nı ülkemize getireceğiz ama nereden başlamamız gerekmektedir? Onu öğrenmek amacı ile sormaktadır.

“Keyfe”de menfilik mânâsı sözkonusu olabilir. “Keyfe yuhyihâ” dendiği zaman, nasıl yapacak, yapamaz, zor anlamı çıkar. Ama “ennâ” nereden anlamında soru edatıdır. Nereden başlayacağını sormaktadır. Hazreti Meryem’e “Bu yemek nereden?” diye sorulunca, taaccüp için değil, öğrenmek için sormaktadır.

Bir topluluk çöktüğü zaman nereden başlanacaktır?

“Adil Düzen” uygulamalarına nereden başlamamız gerekir?

1.      Önce on kişi çıkacak ve “Adil Düzen”in ne olduğunu öğrenecek, sonra öğrendiklerini kendi apartmanlarında uygulayacak.

2.      Ondan sonra bu on kişi bir ortaklık oluşturup bin kişilik site kuracak ve o sitede “Adil Düzen” uygulanacak. Biz İzmir Akevler’de aşiret kurmadan site kurmaya kalkıştık. “Adil Düzen” kurulamadı ama “Adil Düzen”in şartları oluştu.

3.      Ondan sonra mevcut beldelerin yönetimi ele alınacak ve o beldelerde “Adil Düzen” kurulacak. İşte orada nasıl kurulacak? Onun planını ayrıca yapmamız gerekmektedir.

4.      Ondan sonra devlet çapında uygulamaya geçilecek...

Bizim nesil yarım asır boyunca “Adil Düzen” çalışmasını yaptı. Sizlere birçok bilgi ve imkan bırakıyoruz. Bu yarım asır içinde de siz “Adil Düzen”i kuracaksınız. İşe öğrenmekle başlayacaksınız. Arapça, Matematik ve Muhasebe öğreneceksiniz. Çağımızın fıkhı muhasebedir.

Ben hep Ebu Hanife gibi bir ekol kurulmasını arzu etmişimdir. Bu hususta ümitli olmadım. Şimdi Yenibosna’da Lütfi, Emine ve Fatma hanımlarla muhasebe çalışmaya başladık. Bunu devam ettirirsek, bir muhasebe ekolü oluşacak; o da fıkıh olacak, geleceğin fıkhı olacaktır.

Biz müçtehitlerin yaptıklarını yapmayacağız. Onların kurdukları kata yeni kat ekleyeceğiz. Fıkhın muhasebeleştirilmesi yapılacaktır. Muhasebeyi kuracağız, uygulayacağız, başaracağız; o zaman herkes bizim muhasebemizi uygulamak zorunda kalacak ve böylece ölü fıkıh yeniden dirilecektir.

فَأَمَاتَهُ اللَّهُ مِائَةَ عَامٍ (Fa EaMATaHu elLAHu MiEaTa GavMın) 

“Allah onu yüz yıl mevt ettirdi.”

Kişi temsili olduğu için gerçekten mevt ettirilmiş olması gerekmez. İmate edilmiş olsa bile, bizim görmemiz gerekmez. Bununla beraber ölülerin diriltilmesi hususu Kur’an’da değişik yerlerde geçmektedir. Ashabı Kehf’in diriltilmesi, Hazreti İsa’nın diriltmesi, bu âyetteki ihya ve kuşların dirilmesi gibi hikâyeler anlatılmaktadır.

Bugün çok önemli bir keşif yapılmıştır. Bir erkek hücreyi dondurup saklıyorlar ve seneler sonra tekrar canlandırıp dölleme yapabiliyorlar. İnsanları donduramıyorlar. Çünkü çok süratli bir şekilde donması gerekiyor. Dolayısıyla henüz bunu başarmış değiliz. Ama ileride başarılamayacak demek değildir. Dolayısıyla bu imkânsız değildir. Hattâ ileride insanları bile dondurabileceklerdir.

Ne var ki, biz şimdi bize dönelim ve Kur’an bize ne diyor, ona bakalım.

Farz edelim ki bu kişi ölmüştür; 1907’de ölmüştür. O günkü şartlarda Osmanlı İmparatorluğu artık yıkılmaktadır. Sosyal bakımından çökmüş ve beklenen savaşlarla daha da çökecektir. 1918’deyiz.

2018’de bu adam dirilsin. Dirildiğinde neler görecektir? İşte, biz şimdi onu karşılaştıracağız.

Bu durum sadece bir imparatorluğun yıkılması değildir; bu aynı zamanda bir uygarlığın çökmesidir. Sonrasını, yüz sene sonrasını takip edelim. 2020’ler olmuş, düzenden eser yok! Demokrasi ve lâiklik allak bullak olmuş. 2023’e gelmişiz ve bir de görmüşüz ki, “Adil Düzen” kurulmuş. İşte o yüz sene sonra dirilen insanın göreceği şeyler neler olacaktır? Bu âyette o durum anlatılmaktadır.

ثُمَّ بَعَثَهُ (ÇümMa BaGaÇaHUv)  “Sonra ba’setti.”

Burada uygun olan “Fa Baasahu” olması gerekir. Çünkü yüz senenin arkasından öldürdü. Yahut “Fa Ematehu Sümme Baasahu Ba’da Miete Amin” olması gerekir. Yüz sene öldürüyor, ondan sonra ba’sediyor. Burada diriltmeden bahsetmiyor. Sonra ba’sediyor. Diri olarak gelmesi gerekmiyor. Ondan sonra o kişiyi dünyaya gönderiyor; bak, neler olmuş gör, diyor.

Burada ölülerin gelip bizi görmeleri temsili olarak anlatılıyor. Gerçekten gelmiş de olabilir. Böylece ölüler istedikleri zaman gelip buraları görmezler ama zaman zaman, Allah istediği zaman onları gönderip ziyaret ettirebilir. Geçen zamanı görmüş olabilirler. Bunun için yeniden dirilmeleri gerekmez. Onlar bu hayatı oranın imkanları ile görebilirler. Mesela, rüyada gerçekleri görebilirler gibi.

Buradaki “sümme” ihyanın değil de ba’sın olmasından yani imateden sonra ba’s, hayatta iken ba’s değil anlamında gelmiş olabilir.

Ölü şehrin tekrar dirilmesi yüz seneyi gerektiriyor demektir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ölü uygarlığın, çöken uygarlığın yeniden doğumudur; Osmanlı Devleti’nin yerine kurulmuştur. “Adil Düzen”e geçilebilmesi ve yeni uygarlığın başlaması için 100 seneye ihtiyaç vardır demektir.

Biz 33’er yıl olarak düşünüyoruz.

İlk 33 yıl İslâm düşmanlığı ile geçti.

Sonraki 33 yıl duraklama ile geçti.

Son 33 yılda “Adil Düzen”e doğru adımlar atıldı, Batı düzeninde “Adil Düzen” savunuldu.

2033’e kadar da yeni uygarlık, “Adil Düzen Uygarlığı” ortaya çıkmış olacaktır.

Mustafa Kemal;

1923’te “Muasır medeniyetin bütün icaplarını yerine getireceğiz.” demiş;

1933’te de “Muasır medeniyetin fevkine çıkacağız.” demiştir.

O halde;

2023’te “Adil Düzen”in iktidar olması ve;

2033’te de Türkiye’nin çağın en ileri bir devleti olması beklenebilir.

2008’de Meşrutiyet benzeri Türkiye’yi yıkacak bir iktidar, Meşrutiyet benzeri bir hükümet iktidar olabilir.

2018’de Türkiye Sevr benzeri bir dayatma ile karşı karşıya kalabilir.

2020’de bir asker veya benzeri şahsiyet ortaya çıkıp “Adil Düzen”i benimser ve Türkiye yeniden cumhuriyeti kurabilir.

2033’de inkılâplarını tamamlamış ve “Adil Düzen”e geçmiş olabilir.

Bu âyet buna işaret etmiş olabilir. Olabilir diyorum, çünkü bunlar ilmî verilerden ziyade manevi duyuruya dayanmaktadır. Her zaman hata etme ihtimalimiz vardır.

قَالَ كَمْ لَبِثْتَ (QAvLa)  “KaM LaBiÇTa)  “Ne kadar kaldın? dedi.”

Kimin dediği” burada açık değildir. İhya eden Allah olduğuna göre Allah demiştir. O zaman burada uygun olan “Ve Kâle” olması gerekirdi; “Ba’setti ve kavletti” demesi gerekirdi. Sonra ba’setti dedi. Eksik ifade gibi gelir. Oysa ba’setmesi ile demesi aynıdır, yani ba’setmenin bedelidir. Onu uyandırdı, sorarak uyandırdı. Ba’s ile uyanma aynı olduğu için arada “ve” harfi getirilmemiştir. Ona ne kadar zaman geçmiştir diye soruyor.

Uykudan uyandığın zaman ne kadar uyuduğun hakkında fikrin olur. İşte o da aynı duygu ile karşı karşıyadır. O temsili adama soruyor. Kim soruyor? Allah soruyor. Ama lisan-ı hâl ile sormuş ve lisan-ı hâl ile cevap vermiş olabilir. Buna delalet eden atıf harfinin gelmemesidir.

Libas” giyinmek, barınmak anlamındadır. Ölü hâlinde ne kadar kaldın demektedir. İnsan yaşlandıkça aynaya bakmasa da yaşlı olduğunu bilmektedir. Ancak ölü hâlinde değişebilir.

Şimdi burada şu sorulur: Bir ölü yüz yıl sonra tekrar nasıl dirilebilir?

Şunu bugün artık çok iyi biliyoruz ki, bizim hücrelerimiz ölüyor ve yenileri geliyor. Biz hep yenileniyoruz. Dört boyutlu uzayda bu işler çok kolay ve basittir. Bir film seyrederken, eski günlere gelmek demek, eski kısmı kopya edip burada yapıştırmak demektir. Biz bilgisayarda bunu her zaman yapabiliriz. Geçmişte kullandığımız bir metni buraya taşımak istersek, gider kopya eder ve getirir, buraya yerleştiririz. İşte, bizim bilgisayarda bunu yapmamız ne kadar basitse, melekler için de geçmişteki bir durumumuzu kopya edip buraya getirip eklemek o kadar kolaydır.

Biz fizikte bunu yapamayız ama planda pekâlâ yaparız. Başka planın bir yerini kesip buraya eklersek, sonra onu imar edenler aynen imar etmiş olurlar. Belkıs’ın köşkü de böyle olmuştur.

Uzayımızda ışık hızından daha fazla gidemeyiz ama dört boyutlu uzayda hareket ışık hızından çok farklıdır.

قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ (QAvLa LaBiSTu YaVMan EaV BaGWa YaVMın) 

“Bir gün veya birkaç gün kaldım dedi.”

İnsan ruh ve bedenden ibarettir. Bunların yapıları farklıdır.

Beden topraktan yaratılmıştır. Yeryüzünde ve kâinatta mevcut dayanıklı elementler yüz adetten azdır. Olabilecek element 118 kadardır. Bütün canlıların bedenleri bunlardan oluşmuştur. Canlılık, nebati canlılık bunlardan ibarettir. Başka bir canlılık maddesi yoktur. Bunlar cansızlardan oluştuğu için insanlarda mevcut ruhsal olaylar bunlarla oluşamaz.

Ruh var, nefis var. Beden bir varlıktır. Belli şekilde dizilmekle yahut düzenlenmekle hayat bulur. Hayat bedenin özelliğidir. Ruh da bir varlıktır. Bedenden ayrılarak başka yerde yer alabilir. Ruhta bedenle ilişki kuracak özellik vardır, buna “nefis” denir. İnsan bedeninin özelliği ruh ile irtibat kurmaktır. O kadar ki ben elimi biliyorum; nerede durduğunu ve ne iş yaptığını biliyorum. Durumuna göre acı duyuyorum.

İşte, benim ruhum şoföre benzer. Direksiyona geçince arabayı idare eder. Ama kontağı kapatıp da eve çekilince artık araba ile ilgisi kalmaz. Boşa da alıp bırakabilir. Ruh da uykuya çekilince kontağı kapatmadan evine gider, istirahat eder. Ölünce de kontağı kapatarak gider. Şoför nasıl araba değiştirebiliyorsa, ruh da bedenini değiştirebilir.

Araba yerine bilgisayarı misal olarak alabiliriz. Bilgisayarı kapatmadan bırakıp gidersiniz. Uykudasınız. Kapatıp giderseniz öldünüz demektir. Ama hard diskiniz bozulmamış veya bilgileri diskete aldınız. Taktığınızda o eski bilgisayar gibidir. İşte, öldükten sonra böyle olacaktır. Bizim hafızamız yerine gelecektir. Bilgisayarın alt köşesinde saat vardır. Eğer saat durmuşsa, tarih durmuşsa, sizin tarihiniz geçmemiş olur. Onun üzerinde bıraktığınız tarihi okursunuz. Duvar takviminin yapraklarını sökmemiş iseniz, evden gittiğiniz tarihi okursunuz.

İşte, yüz sene sonra uyanan adam da böyle sanacaktır. Ben bir gün veya bir günün bazısında uyudum sanacaktır. Çünkü takvim o kadar çalışmıştır. Pil çalışmış, sonra bitmiştir. Onun için o bir gün veya daha azı geçmiştir sanmaktadır.

قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ (QAvLa BaL LaBiSTa MıEaTa GavMın) 

“Bel miete âm lebsettin diye kavletti. Sen yüz yıl ölü kaldın dedi.”

Onunla muhavere eden kimdir? Muhavere edeni Allah olarak almak en doğrusudur. Ancak melek veya yaşayan insanlar da olabilir. Bugün nebati hayata girip yıllarca yaşayanlar vardır. Bunların ayılmaları mümkün olmamaktadır. Ama ilerde olmaması için bir sebep yoktur. Bu konuşmalar bu dünyada olmuş olabilir. Yahut Allah burasını göstermiş ve oradaki hâl ile sormuştur.

Şoför gelmiş ve arabasını kontakt yerinde bulmuştur. O zannediyor ki benim bıraktığım kontaktır. Oysa arabayı başka şoför çalıştırmıştır.

İnsanların hastalanması, hayal görmesi, rüya görmesi hep böyle yabancı şoförlerin bedene müdahalesi demektir. Seziler, ilhamlar ve vesveseler hep başka ruh, melek veya cinin arabaya yani beden arabasına müdahalesidir. Bunları her gün müşahede ediyoruz. Ondan sonra da bunlara inanmıyoruz.

İnsanı laboratuarda deniyorlar. Oysa laboratuarda deney yapan insanın ruhudur. İnsan orada kendisini aynada görüyormuş gibidir. Bedenini görebilir ama ruhunu göremez. İnsan üzerindeki deneyleri kişilerin ifadelerinde aramamız gerekir. İnsanlara soracak ve onlardan aldığımız cevapları inceleyeceğiz. Afrika ormanlarında yaşayan insana sorular sorarız; bize cevap verir. Türkiye’deki insana da sorarız; o da cevap verir. Bunlar arasındaki benzerlik bize insanın o husustaki davranışını belirler. İnsanlar hep birbirlerini etkilemiştir. Ama dillerdeki benzerlik kadar benzerlik olabilir. İnsan psikolojisini laboratuar deneyleri ile değil, insanların konuşması ve davranışı ile deneyebiliriz.

Şimdi temsili olarak anlatılan kişi yüz yıl sonra dünyaya gelmiştir. 1907’de ölmüş ve bugün dirilmiştir. Onda 1907’nin bedeni ve hafızası vardır. O zaman fayton süren adam gelmiş ve şimdi otomobille karşılaşmış, uçakla karşılaşmıştır. Yüz senede ne değişmiştir? O insan bu yeni dünyayı nasıl karşılar? İşte Kur’an bunu bize temsili olarak anlatıyor.

Daha Meşrutiyet ilan edilmemiş… Osmanlı Hanedanı hükümran... Abdülhamit sağ ve etkin...

Bugün nerdeyiz?

Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçiliyor... Cumhuriyet hükümeti kurulmuş…

O kişi bu dünyaya nasıl bakar?

O gün onun idesi ne idi, ne ümit ediyordu; şimdi nedir, ne ümit ediyor? Aradan 100 sene geçmiştir. Artık onun dönemindeki bir tek kişi bile yoktur; yahut hayatta olanlar artık etkin değildir.

Bundan 100 sene sonra insanlar ne ile karşılaşacaklar? 2107’de bu satırları okuyanlar bulunursa ne söyleyecekler? “Adil Düzen” gelmiş ve artık dünyaya etkin olmaya başlamıştır. Ama bizim bugün düşündüklerimizden hangileri gerçekleşmiştir? Biz geleceğimizi ne kadar bilebiliyoruz?

Kur’an bunun ip uçlarını bize vermektedir. Geçmiş yüz yılda neler değişti? Bundan sonra neler değişecek, neler değişmeyecek? Bu âyet bize bunların dayandığı ilkeleri anlatmaktadır. Anlatılan temsili bir hikâyedir. Gerçekten de geçmiş olabilir. Herhangi bir zorluk yoktur; Allah için yoktur.

فَانظُرْ إِلَى طَعَامِكَ (FaNJuR EiLAv OaGAvMıKa)  “Taamına bak. Yiyeceğine bak.”

Bütün canlıların doğal ihtiyaçları yiyeceklerdir. Hava almadan sadece birkaç saniye yaşayabiliyorlar. Susuz birkaç gün, yemeksiz birkaç hafta yaşayabiliyorlar. Canlılardan hayvanlar diğer canlıları yiyerek yaşarlar. Her canlının besini farklıdır. Mideleri ve hormonları ona göre yaratılmıştır. İnsan da böyledir. Dolayısıyla yüz sene evvel ne yiyorsak bugün de onları yiyoruz. Kişi burada fazla yenilik bulamayacaktır. Evde pişirilen lokantada pişirilecektir. Yağlar etiketli şişelere konmuş olacaktır. Ama besinlerde değişiklik olmayacaktır.

Yiyeceklerimize bakalım. Önceleri ekmek yiyorduk; bugün de yiyoruz. Köy ekmeğini arıyoruz. Et yiyorduk; şimdi de yiyoruz. Sebze yiyorduk; bugün de yiyoruz. Hâsılı, yiyeceklerimiz değişmedi, sadece ambalajları değişti. Taama baktığımız zaman bunu görürüz.

وَشَرَابِكَ (Va ŞaRABıKa)  “Ve içeceğine bak.”

Taamdan farklı olarak şaraptan yani sudan bahsetmektedir. Bu da değişmemiştir. Su ile yiyecek arasında bir fark vardır ki ayrıca zikretmektedir. Bütün diğer aldıklarımız bir tarafa, hava dahil su bir tarafa konmuştur. Gerçekten hayat suya bağlıdır. Susuz hayat olmaz. Hayat demek hareket demektir. Su olmadan zerrelerin hareketi olmaz. Suyun dışında bedene ne alırsanız alın, mutlaka değişikliğe uğrayarak çıkar. Hiçbir madde değişmeden dışarı atılmaz. Atılmışsa, o bir şeye kullanılmamış, işe yaramamıştır. Fazlalık olmuştur. Fazlalıkları bağırsaklardan, nefes borusundan, böbreklerden ve deriden terleyerek dışarı atarız. Attıklarımız ya kullanılmıştır ve değişmiştir, ya da değişmemiş, işe yaramamıştır. Su bunun dışındadır. Su olarak girer ve su olarak çıkar ama su olmazsa hayat olmaz. Onun için Kur’an’da taam ve şarap ayrı ayrı zikredilir. Yiyeceklere bakıyorsunuz, yüz sene içinde fazla bir şey değişmemiştir. Suya bakıyorsunuz, hiç değişmemiştir.

لَمْ يَتَسَنَّهْ (LaM YaTaSanNaH)  “Tesennuh etmemiştir.”

Bozulmamış, acılaşmamıştır.

Arapçada iki kelime atfedildiği zaman, eğer birincisine bir sıfat gelirse ikincisine de gelmiş olur. “Raeytu Raculen Tavilen ve İmreeten” derseniz, ikisi de uzun olabilir. Ama eğer sıfatı sona alırsanız “Raeytu Raculen ve İmreeten Tavileten” dersiniz; o zaman erkeğin uzun olduğu anlaşılmaz.

Buradaki “Lem Yetesenneh” hâldir, sıfat değildir. Dolayısıyla yemeğin hâli değildir, suyun hâlidir. Su hiç değişmemiştir. Ama yiyecekte bazı gelişmeler vardır. Korunması farklı olmuştur. Ambalajı farklı olmuştur. Ama genel olarak insanlar mağara devrinden beri besinlerini değiştirmediler. Doğada ne varsa onu yemektedirler.

İnsanlar ateşi en başta keşfetmişlerdir. Hattâ Hazreti Adem’den önce de yaşayan canlılar vardı. Bunlar insana benziyorlardı ama insan değildiler. Onlar ateşi biliyorlardı. Dolayısıyla pişirme olayı da tâ baştan başlamıştır.

Burada insan ile hayvan arasındaki farkı belirtelim.

“İnsan konuşan hayvandır” derler; yanlıştır. Bütün hayvanlar konuşurlar.

“İnsan âlet kullanan hayvandır” sözü de yanlıştır. Hayvanlar da âletleri kullanırlar.

“İnsan âlet yapan hayvandır” diyorlar. Hayır, doğru değil; hayvanlar da âlet yapmaktadırlar.

Peki, insanların hayvanlardan farkı nedir?

1.      İnsanlar dillerini, araçlarını, meskenlerini, elbiselerini evrimleştirip geliştirirler, değişiklik yaparlar.

2.      İnsanlar resim çizerler, yazı yazarlar.

3.      İnsanlar mübadele yapmaktadır. Hayvanlarda ortak kullanım vardır, mübadele yoktur.

4.      İnsanlar iç içe örgüt kurarlar. Birbirlerinden uzak yaşadıkları halde, bir yerde yaşamış gibidirler. Oysa hayvanlarda bir kovanda yaşayanlar topluluktur.

Bunları yapan insanın yaşı birkaç on bin yılı geçmez. Oysa ateşin kullanılması yüzbinlerce yılı geçer. Taş âletlerde de durum budur. Çok eski zamanlara ait taş araçlar bulunmuştur ama bunlar monotondur. Bir nesilde veya bir ocakta değişmemektedir.

وَانظُرْ إِلَى حِمَارِكَ (Va uNJuR EiLAy XıMARıKa)  “Hımarına bak.”

Şimdi yiyeceklerden sonra bineğine bak. Bak bakalım, senin eşeğine bugünkü araçlar hiç benziyor mu? Burada araçların daima değişeceğini bize anlatmaktadır. Bir sineği bile yaratamazlar diyor. Diğer taraftan gelecekteki bineklerden bahsetmektedir.

Demek ki insanlar cansız eşyalarda evrim yapacaklar, geliştirecekler ama bir hücreyi bile yaratamayacaklar. Yiyecek hususunda bir ilerleme olmayacaktır. İnsanlar hayvanları ehlileştirmeden önce, avcılık zamanında sallara binerek denizleri aştılar. Sonra çobanlık dönemine geçince at, eşek ve deveye bindiler. Binlerce yıl başka araçlardan yararlanmadılar.

İlk olarak buharlı gemiyi keşfettiler. Böylece araçlarda yenilik yaptılar. Sonra demiryolu döşediler, motorlu araçları keşfettiler. Uçakla havaya çıktılar. Bugün uzaya yolculuk yapabilmektedirler. Eşekten buraya kadar yükseldiler.

1907’de ölen insan 2007’de bunlarla karşılaşacaktır. Teknolojideki bu baş döndürücü ilerleme demek ki tarımda gerçekleşmeyecektir ve gerçekleşmemiştir.

Mühendislikte plan yaparsınız. Cisimlerin özelliklerini bilirsiniz. Hesabını kitabını yaparsınız. İtirazsız eşya sizi dinler. Dolayısıyla teknoloji insanların emrine verilmiştir. Oysa tarıma ve canlılara siz uşaklık edersiniz, hizmet verirsiniz; onlar yapacaklarını yapar.

Allah canlıyı yaratma işini insanlara değil, meleklere vermiştir. İnsanlar canlıyı yaratabilseydiler ölüme çare bulurlardı. O zaman da dünyanın sonu olurdu.

Batı sanayide yaptığı inkılâbı tarımda yapamamıştır; bundan sonra da yapamayacaktır.

Yolculukla ilgili gelişme devam edecektir. Bugün hidrojen enerjisinden yaralanamıyoruz. Yarın yararlandığımız zaman uzaya açılacak ve uzaydaki hidrojeni yakarak istediğimiz yere gidebileceğiz. Araçlardaki gelişmeler devam edecektir.

Tarımda ise her müdahalemiz dengeyi bozma ve canlıyı dejenere etmedir.

Batı’nın asıl çözemediği sorun hukuk sorunudur, yönetim sorunudur.

Merkezi idare tarım sorununu çıkmaza sokmuştur. Tarım merkezi yönetimle yönetilememektedir. Bu sebeple tarım çöküyor. Halk kentlere kaçıyor. Köyler boşalıyor. Tarım yapılamaz oluyor. Tarım arazileri kırlaşıyor. Sonunda çözümsüzlük ortaya çıkıyor.

وَلِنَجْعَلَكَ (Va LıNaCGaLaKa)  “Seni ca’ledelim diye.”

Buradaki “ve” harfi nereye atfoluyor. Yüz sene önce ölmüş ve şimdi dirilmiş insan yerine, şimdi sağ olan sen ey insan; kendini yüz sene önce ölmüş ve şimdi dirilmiş gibi farzet. Yüz sene evvelki durumu düşün, şimdiki durumu düşün ve nerden nereye geldiğini gör. Sen şimdi örnek bir insan olarak onlara durumu göster. O zaman burada hitap edilen bizzat okuyandır.

Bugün ülkemiz her bakımdan çökmüş durumdadır. Ülkenin kurtuluş ümidi kalmamış bulunmaktadır. Biz diyoruz ki; bu ülke nereden kurtulacaktır?

1.      Türkiye başta dış borca batmıştır. Her yıl borç azalacağı yerde daha da artmaktadır. Bugün borçlarımızın faizini ödemek için emeğimizin üçte ikisini harcıyoruz. Bu nisbet de gittikçe artmaktadır.

2.      Bu yetmiyormuş gibi yirmi yıldır terör belası ile çalkalanıp duruyoruz. Öcalan yakalandı ama bir şey değişmedi.

3.      İşsizlik sorununu çözmüş değiliz. Borçlanarak yaşıyoruz. İşsiz gençlik kitlesi anarşi ve terör ortamı için hazırlanmaktadır.

4.      Ülkemizi yaşatmak konusunda insanlar ümitlerini kesmiş, milliyetçilikten soğumuş, din artık inanç aracı olmaktan çıkıp istismar aracı olmuştur.

Ordu ile ulusun arası gittikçe açılmaktadır. Bir başörtüsü meselesi, milletin ordusuna düşman olması için yeterli sebep haline gelmiştir. Üniversite ve basın/medya ülke için hiçbir şey yapmıyor. Yargı etkisini kaybetmiş.

Bu şartlar altında Türkiye’nin nasıl kurtulacağını düşünüyoruz.

Bir an önce 1907’lere git; orada olan Türkiye’yi gör; sonra bugüne gel…

Ne fark göreceksin?

İşte bunları 2107’de fazlasıyla göreceksin. Çünkü nasıl ilimde ve sanayide inkılap olmuşsa, “Adil Düzen”le hukukta ve yönetimde devrim olacak; faiz kalkacak, zina serbestliği kalkacak, insanlar saadete erecektir.

آيَةً لِلنَّاسِ (EAaYaTan Li elNAvSı)  “Nâsa âyet yapalım diye.”

“Nâs” burada istiğrak için gelmişse, insanlık için âyet yapalım diyor. Yok ahd için gelmişse, bir kavme onu âyet yapmıştır. Biz bilmiyoruz. Bize neden anlatıyor.? Sonra âyet nekredir. Onun âyetliği belli âyetlik değildir. Tekrar dirilmesi değildir. O zaman “el-Âyet” olurdu. Sonra dirilen kişiyi âyet yapmaktadır, herkese yapmaktadır. O halde burada anlatılmak istenen insan bunu alıp anlatacak.

Hakan Kandal arkadaşımız bir senaryo yazmalıdır. 1907 veya 1908 yılını alacak ve o zamanki durumu tasvir edecektir. O günkü tasvirden sonra birden o kimse ölecek ve 100 sene geçecek, 2008’e gelecek ve bu sefer 2008’deki olayları anlatacak. İnsanlar yine aynı ümitsizlikler içinde aynı kaygıları taşıyor olacak. Bu sefer ölecek ve kişi 2108’de dirilecek. O günkü dünyayı tasvir edecek.

Üç perdelik film böylece bitecek. İşte o temsili insan âyettir. Bunu yazan kimse kendisi yaşayacak, ölecek ve dirilecek. Tekrar âyet olarak dirilecek.

Sen, ey senaryo yazan insan; seni nâsa âyet yaptık, diyor.

O zaman ne olacak? Yüz sene sonra olaylar onu teyit edecektir.

Böylece bu senaryoyu yazan insan âyet olacaktır.

Yüz sene sonra aynı olaylarla karşılaşılacaktır.

وَانظُرْ إِلَى الْعِظَامِ (Va uNJur EıLaY eLGıJAMi)  “Ve kemiğe bak, onu nasıl neşzediyoruz.”

Kemiğe bak” diyor. Karyenin kemiği binaların iskeletleridir, apartmanların betonarmesidir.

Bir kent yıkıldığı zaman onu nasıl dirilteceğiz? Allah’ın kemikleri nasıl dirilttiğini göreceğiz ve ona göre inşaat yapacağız. Âyet bize “Adil Düzen”e nasıl geçileceğini öğretmektedir. Önce kaba inşaat yapılacak, iskelet ortaya çıkacak, sonra halka o şekliyle temlik edilecek. Böylece hem ucuz yapmış olacağız, hem de halkın kendi zevkine göre yapılar yapmasına izin vermiş olacağız.

İzmir Akevler’de yaptığımız denemelerde gördük ve tecrübe edindik ki, her şeyi bitmiş ev teslimi yanlıştır. Çünkü sizin yaptığınızı beğenmiyor, kırdırıyor ve yeniden yaptırıyorlar. Zira insanlarda inşaatçılık zevki vardır. Onu eskisini yıkmakla yapmaktadır.

“Izama bakmak” demek, kaba inşaatın planına bakmak, onu ortaya koymaktır. Izam kısmı plan ve projeye dayanmalıdır. Sağlamlığına önem verilmelidir. Ondan sonrası “lehmen”dir. Artık o kişilerin zevkidir, yani karısının ve kendisinin isteklerine göre kendileri yap[tır]malıdırlar.

كَيْفَ نُنْشِزُهَا (KeYFe NeNŞiZuHa)  “Onu nasıl neşz ediyoruz?”

Neşz” Kur’an’da karı koca arasında kullanılmaktadır. Kadın kocasının, koca karısının nüşüzünden korkarsa… Burada nuşuz nedir?

İnşa etmek, inşar etmek ve inşaz etmek birbirine yakın kelimelerdir. Kur’an’da; kadın kocasının nuşuzundan veya koca karısının nuşuzundan korkarsa diyor. Neşretmek, yaymak anlamında olduğu gibi, aynı zamanda biçmek anlamındadır. Kırıp dökmek de neşrdir.

Burada, kemikleri bizim nasıl inşa ettiğimizi gör diyor. Bir kentin önce iskeleti yapılacak yani halkın ayrı ayrı yapamayacağı şeyler yapılacak; ondan sonrası halka bırakılacak.

ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْمًا (ÇümMa NaKSUvHAv LaXMan)  “Sonra lahmı kesvediyoruz.”

Sonra, yani, kaba inşaat bittikten sonra ince inşaat yapılacaktır.

Şöyle bir kural geliştiriyoruz: Önce kişilerin ayrı ayrı yapamayacağı işler biter. Sonra halkın kendisi kendisine düşeni yapar. İşte inkılâbın temeli budur.

Burada “sonra” kelimesi bittikten sonra başlanır.

Lahm” burada yumuşak demektir. Biz ona “ince inşaat” diyoruz. “Kaba inşaat” dediğimiz zaman dış duvar ve sıva bitecek. Dış doğrama takılacak, asansör ve merdivenler bitecek, dairelerin kapıları takılacaktır. İç bölmeler serbest bırakılacaktır. Böylece kader içinde kaza farklılaşmış olacaktır. Bu kentin inşaatı için böyle olacağı gibi; mesela, yargılama da böyle olacaktır.

Yargı inkılâbını yapmak için işe şöyle başlanacaktır:

1.      Sözleşmelerde aksi belirtilmeyen hususlarda, özel hukuk hakemler yoluyla çözülür. Taraflar hakemlerin ücretlerini pazarlıkla belirlerler. Baş hakemi hakemler seçer. Ücretlerinin üçte birini ona verirler.

2.      Davalı ve davacı hakem ve avukatlarının bedelini kendileri öderler. Karşı taraftan tahsil edemezler. Avukatlık gelirleri vergiden muaftır. Gider olarak da yazılamaz.

3.      Ceza hukukunda bilirkişilerden birini savcı, diğerini de sanık seçer; baş bilirkişiyi bilirkişiler seçerler. Bilirkişi ücretlerini hakim takdir eder ve devletçe ödenir. Savunmadan ücret alınmaz.

4.      Müdahil olanlar varsa, bilirkişiyi onlar seçer, savcı onaylar.

Şimdi, bu iskelettir. Önce mevcut düzene dokunulmuyor. Hakemlere gitme yetkisi tanınıyor. Ama hakimlik korunuyor. Sonunda bu sistem uygulanırken, zamanla kendiliğinden şekillenmektedir.

Burada istenen halkın inkılâbı yapması, kendi istekleri ile yapması, zorlama yapılmamasıdır.

فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُ (Fa LamMAv TaBayYaNa La HUv)  “Kendisine tebeyyün edince.”

Kendisine tebeyyün olunca, yani kemiğin nasıl inşa edildiği ve üzerine lahmın nasıl kapladığı görülünce; “Biliyorum O her şeye kadirdir” diyor.

Demek ki, bizim önce biyolojiyi öğrenmemiz gerekmektedir. Organların nasıl oluştuğunu öğrenmemiz gerekmektedir. Ondan sonra da ona göre proje ve planlama yapıp kentleri yenilememiz gerekmektedir. Yaşlanan bir kentin orasını-burasını yıkıp yapmak değil, hep birden ölüme terk edip sonra onu ihya etmemiz gerekmektedir.

Bugün bilinmeyen bir şey vardır. Acaba yaptığımız bir gökdelen kaç sene sonra yenilenmelidir. Bir apartmanın ömrü nedir? Bir kent için de böyle ömürler mi biçeceğiz?

Süleymaniye Camii ve Fatih Camii binaları veya Ayasofya, yüzlerce yıla hatta binlerce yıla uzanan bir ömre sahiptirler. Acaba kentlerin ömrü nedir? Önce olanı tesbit edip sonra onu yeniden inşa etmeliyiz. Hücre içinde apartmanlar yenilenebilir. Ama apartman yıkılacak, yenisi yapılacak.

“Tebeyyün etmesi” demek, ne demektir?

Burada bir kişi ele alınarak anlatılmaktadır. Şimdi tekrar insan yapısına dönelim.

Bugün bilgisayarlarımız vardır. Onların hafızalarına birçok şeyleri yazıyoruz. İnsan beyni de bir bilgisayardır. Varsayalım, ileride öyle bir bilgisayar bulduk ki, beyindeki kayıtları bizim bilgisayara geçirdik. Varsayalım ki, insan beynindeki bilgileri silip bu eski insanın bilgilerini aktardık. Şimdi ne olacaktır? Artık bu bedenin geçmişi o bedenin geçmişinin aynı olacaktır.

Şimdi şu sorulur; bu yeni bedeni ziyaret etme yetkisi hangisinin olacaktır? Bilgisayar hangi ruhun şifresini tanıyacaktır? Herhalde eski sahibinin şifresini tanıyacaktır. Ne var ki, bilgisayara girdiği zaman bilmediği dosyalarla karşılaşacaktır.

قَالَ أَعْلَمُ (QAvLa EaGLaMu)  “İlmediyorum diye kavletti.”

Biliyorum” diyor, “Bildim” demiyor; yani burada öğrenmedi; baştan itibaren Allah’ın onu ihya edebileceğini bilmektedir. Ancak, nasıl dirilteceğini, daha doğrusu diriltmeye nerden başlanacağını bilmiyordu. Onu da öğrenmiş oldu.

Allah burada temsili bir kişi ile bir asırlık bir inkılâbı anlatmaktadır.

İnkılâbı yapacak kişinin kendisini yüz sene evveline koyması, bugünlere nasıl gelindiğini görmesi ve ondan sonra da gelecek yüz yılın planlarını yapması gerekmektedir.

Bir düşünür böyle yapacaktır. Bir fıkıhçı böyle yapacaktır. Bir senarist böyle yapacaktır.

أَنَّ اللَّهَ (EınNa elLAHa)  “Allah”

İnsan çevresini görmektedir. Bu çevre 10 km mesafeyi kapsar. Hava tabakası bunun on katıdır. Işıklı tabaka bunun yüz katıdır. Bu atmosfer kalınlığıdır. Yer yarıçapı bunun altı katıdır. Atmosferli yarıçapın 50 katında ay vardır. Bunun 400 katında güneş vardır. Güneşten ışık sekiz dakikada gelir. Oysa en yakın yıldızdan dört senede gelir. Samanyolu’nun çapı yüz bin ışık yılıdır. Galaksiler arası mesafe iki milyon ışık yılıdır.

İşte, “Allah” bu kadar büyüklüğü olan bir varlığın mimarıdır. Bu da zerre kadardır; kürsinin yanında. Kürsi de zerre kadardır; arşın yanında. Bu görünen âlemdir; bir de bâtın âlem vardır.

Bunları yeniden icad eden biri elbette bir merkebi veya insanı istediği şekilde var eder. Bundan kimsenin şüphe etmesi düşünülemez. Ama düşünenler var. Onun için bu cümlenin başına “inne” gelmiştir.

عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ (259) (GaLAy KülLi ŞaYEin QaDIyRun)  “Her şeye kadirdir.”

“İnnellaha Huve’l-Kadiru Alâ Külli Şey’in” denmesi gerekirken, burada haber nekre gelmiştir. Çünkü inkılâpları yapan uluslardır. Uluslar Allah’ın halifesi olarak inkılâbı gerçekleştirmektedirler. Burada işaret edilen kişilerin değil, Allah’ın kadir olduğunu belirtmesidir. Temsili kahramanın kendisi yüz sene evvel ölmüş, sonra dirilmişti. Ama değişmeler yine olmuştu. O halde değişmelerde onun dahli yoktu. Değişmeleri Allah yapmıştır; O’nun halifesi olan topluluk yapmıştır.

20. yüzyılın inkılâbını başaran Türk ulusu, 21. yüzyılın inkılâbını da başaracaktır. Batı uygarlığı ile İslâm uygarlığını sentez ederek muasır medeniyetin fevkine çıkacaktır. İşte bunun adı “Adil Düzen”dir.

Bu âyetten sonra yine Hazreti İbrahim Peygamberin ölüleri nasıl dirilteceği sorusu ile karşılaşılacaktır. Bakara Sûresi’nin niçin başa alındığını burada çok daha açık bir şekilde anlıyoruz. Çünkü uygarlığın nasıl geleceğini bize öğretmektedir.

Yeni uygarlık kurma başkadır, eski uygarlıktan yeni uygarlığa geçme başkadır.

Kur’an yeni uygarlık kurmuştur. Tevrat yeni uygarlık kurmuştur. Ama İncil eski uygarlığı yenilemiştir. Bugün biz de onu yapacağız. Hıristiyanlar, Tevrat hükümlerinin yerine Kur’an hükümlerini alacaklar, böylece “Adil Düzen” gelmiş olacaktır.

Neden Tevrat hükümlerini bırakıp Kur’an hükümlerini alacaklardır?

1.      Tevrat İsrail oğullarına inmiştir. Hıristiyanlık Tevrat uygarlığı değildir. Oysa Kur’an bütün insanlığa gelmiştir.

2.      Tevrat’ın aslı yoktur. Olsa bile, hükümleri üç bin seneden önceki devrin hükümlerini içerir, dolayısıyla artık onunla amel edilemez. Oysa Kur’an yeniçağın hükümlerini içerir.

3.      Tevrat kazuistik hükümleri yani teferruatlı hükümleri içerir. Oysa Kur’an kanunları öğretmez, kanunların nasıl yapılacağını öğretir, içtihat ve icmaları öğretir. Dolayısıyla çağın kanunlarını yapmak ancak Kur’an’la olabilir.

4.      Nihayet, Kur’an onları tasdik etmektedir. Oysa Tevrat onları tasdik etmemektedir. Hazreti İsa Kur’an’dan da haber vermiştir.

20. yüzyılda zulme uğrayınca Müslümanlar ve Hıristiyanlar birleşmek zorunda kalmıştır.

Bugün “Adil Düzen”in gelmesi için şartlar hazırlanmış bulunmaktadır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-425 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-255 İstanbul, 08 Eylül 2007

 

IRKLAR, TÜRKÇE, KÜRTÇE VE KÜRTLER

Tevrat’ın anlattıkları ve Kur’an’ın teyit ettiğine göre, Tufan’dan sonra Hazreti Nuh’un üç oğlu kalmıştır. Bunun biri batıya gitmiş ve Latinleri oluşturmuştur. Kuzeye giden Cermen ırkını meydana getirmiştir. Biri de doğuya gitmiş ve Çinlileri oluşturmuştur.

Kuzeye gidenler Türkleri oluşturdu. Ortadoğu’da kalanlar Sami ırkını oluşturdu. Afrika’ya gidenler zenci ırkını oluşturdu. Bunlar gittikleri yerde yerli halklar buldular ve uygarlıklar kurdular.

Bu tasnife göre yeryüzünde altı büyük uygarlık kuran camia vardır. İnsanlar kendi güvenliklerini sağlamak için birleşmek zorundadır. Birleşenler varlıklarını sürdürürler, birleşemeyenler ise helâk olup giderler.

İnsanların birleşip ortak savunmalarını yapabilmeleri için tarihte değişik kaynaklar oluşturulmuştur.

a)      İnsanları topluluk hâline getiren dil olmuştur. Aynı dili konuşanlar anlaşmış ve savunma birlikleri kurmuşlardır. Acaba birleştikleri için mi ortak dilleri oluştu, yoksa ortak dilleri olduğu için mi birleştiler. İkisi birbirini destekledi.

b)      İkinci birleştirici şeyleri ise toprakları olmuştur. Aynı toprak üzerinde yaşayanlar ister istemez ortak bir devlet oluşturdular.

c)      Güçlü hanedanlar birliği sağladılar. Kahramanlar halkı düşmandan kurtarınca onun etrafında toplandılar ve birlik oluşturdular.

d)      İnsanları birleştiren başka bir unsur da din olmuş, ortak inanç toplulukları oluşturmuştur.

Bugünkü devletimiz Osmanlıların devamı gibidir. Osmanlı Devleti yıkıldı ve onun yerine on beş yirmi devlet kuruldu. Ama bunun vârisi Türkiye olmuştur.

1-      Osmanlıların merkezinin bulunduğu topraklara sahip oldular. Dolayısıyla onun mirasçısı sayılmışlardır.

2-      Osmanlıların konuştuğu dili resmi dil olarak almış, dolayısıyla onun tek vârisi Türkler olmuştur.

3-      Türkiye İstiklâl Savaşı vererek ülkeyi Osmanlılardan devralmış, onların borç ve alacaklarına sahip çıkmışlardır. Türkiye kendisini Osmanlı Devleti’nin devamı olarak görmüştür.

4-      Nihayet Türkiye halkı tarihi ile Osmanlılara sahip çıkmıştır.

Osmanlılar kendilerini Selçukluların devamı saymışlardır. Osmanlı Beyliği Selçuklu Devleti’nin uç beyidir. Selçuklular Anadolu’yu Türkleştirdi ve Müslümanlaştırdı. Selçuklular Oğuzlardandır. Kendilerini bir İslâm devleti olarak görmüşlerdir. Abbasi uygarlığının devamı olmuşlardır.

Selçuklulardan önce Türklerin iki büyük İslâm devleti vardı. Biri Karahanlılar, diğeri ise Gaznelilerdi. Bunlar İslâm devletlerini kurmuşlardır. Selçukluları batıya süren bu iki devlet olmuştur. Dolayısıyla kendilerini o devletlerin devamı saymışlardır. Ancak ne var ki, Selçukluların vârisi oldukları İslâm uygarlığının eserleri Türkler tarafından Karahanlılar zamanında oluşmuştur. Arapça eser veren âlimler hep o zaman yetiştiler.

Karahanlılar ise Uygurlara, Uygurlar Göktürklere, Göktürkler Hunlara, Hunlar da İskitlere dayanmaktadırlar.

Bu büyük uygarlık birlikleri yanında, sayıları beşbinlere varan farklı dil konuşan topluluklar vardır. Kürtçe bunlardan biridir. Bu dillerin değeri onları konuşan halkın kendi kültürlerini yaşatmalarıdır. Bu da elbette çok önemlidir. Bunlar uygarlık dili şöyle dursun, devlet dili bile olamazlar. Çince, Rusça, Sanskritçe, Latince, İspanyolca uygarlık dilleridir. Türkçe de bu dillerden biridir.

Kürtçe de Türkçe ile değil, Arnavutça ve Gürcüce gibi yerel dillerle mukayese edilebilir.

Bir kimsenin iki kalbi olamayacağı gibi bir devletin de iki dili olamaz, iki parası olamaz. Olması doğa kanunlarına aykırıdır. O halde Türkiye ya Türkçe ya da Kürtçe konuşacaktır. Oysa Kürtçe devlet dili değildir, uygarlık dili değildir. Türkçe ise uygarlık dilidir.

Tartışmasız Türkiye Türkçe konuşacaktır. Bu tarihi zorunluluktur. Türkiye’de yaşayan herkes artık Türkçe biliyor. Ama Kürtçeyi Kürtler dahi unuttular. Öyleyse, böyle bir iddiada bulunmak sadece devleti çökertmeyi amaçlar. Türkçe konuşmak, yazmak ve okumak elbette haklarıdır. Ama Türkçeye karşı cephe aldıklarında tam bir bölücü olurlar. Yeni devlet kuracağız, bizim de devlet dilimiz olacaktır iddiaları gerçekleşmiyor, tutmuyor. Devlet dili ancak Kürt illerinin çoğalması ve Doğu Anadolu’da Kürtçe konuşan illerin sayısı elliyi aştığı zaman düşünebilirler. Bugün illere bağımsızlık versek ve dilinizi seçin desek, acaba kaçı Kürtçeyi seçer. Onların uygarlığa uyarlanması nasıl olur?

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-425 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-255 İstanbul, 08 Eylül 2007

 

TÜRK KİMLİĞİ VE TÜRKLER

Haber Türk’te 22 Ağustos Çarşamba günü Aynanın Arkası programını kısmen izledim. Konuşmalarında samimi olduklarına ve kötü niyetle Meclis’e gelmediklerine şahit oldum. Ancak bilgisizlikten dolayı ne yapmak istediklerini de bilmiyorlar. Devlet de bilmiyor, asker de bilmiyor.

Önce şunu belirteyim ki, kâinatı Allah yarattı. Kürtler de Türkler de O’nun kullarıdır. Eğer O’nun şeriatına itaat etmezsek, O’nun hükümlerini dinlemezsek, hiçbir zaman çıkış yolunu bulamayız.

Sorunların çözümünü Kur’an’a sormalıyız, herkes Allah’ın dediğine razı olmalıdır. Allah’ın ne dediğini ise birlikte araştırıp bulabiliriz.

En büyük hataları, Türk kimliği üzerinde durmaktadırlar. Oysa;

a)      Türk bir ırk kimliği değildir. Göktürklerin kabul ettiği bir isimdir. Göktürkler de Çin Seddi’nden Karadeniz’e kadar geniş ülke halklarını hakimiyetleri altına almışlardır. Müslüman olduktan sonra Orta Asya Müslümanlarının ortak adıdır. Bugün hâlen bir Türk soyu bulunmamaktadır. Türk topluluğu içinde kendilerine özgü adları vardır. Anadolu’ya gelenlerin adı “Türk” değil, “Oğuz” ve “Türkmen”dir.

b)     İstiklâl Savaşı’na başladığımız zaman Anadolu’da kurulan Meclis’in adı Türkiye Büyük Millet Meclisi olmuştur. Kimse buna itiraz etmemiş, tüm Anadolu ve Rumeli Müslüman halkları bu adın etrafında toplanmıştır.

c)      Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldığı zaman Meclis’te Kürtçe değil Türkçe konuşulmuştur. Kimse buna itiraz etmemiş, Kürt milletvekilleri de Türkçe konuşmuşlardır.

d)     Lozan’da masaya oturulduğu zaman, biz tüm müslim halkı temsil ediyorduk. Türk-Kürt ayırımı olmadığı gibi Sünni-Şii ayırımı da yoktur. Karşımızda Hıristiyan ve Yahudiler vardı, onlarla anlaşma yapıyorduk. İsmet İnönü Kürt’tü ama orada Türk generali olarak bulunuyordu.

Lozan’da azınlık hakları Kürtlere değil; Rum, Ermeni ve Yahudilere verilmiştir.

e)      Mustafa Kemal “Ne mutlu Türk olana” dememiş, “Ne mutlu Türküm diyene” demiştir. Mustafa Kemal milliyetçiliği dört ana maddeye dayanmaktadır.

1)      Türkiye vatandaşı olmak. Türkiye dışında olanlar Türk olarak kabul edilmemiştir.

2)      Müslüman olmak. Türkiye’de yaşayan Hıristiyanlar Türk olarak değil, azınlık olarak belirtilmiş, Türkiye’de vatandaşlık bakımından herkese Türk denmiştir. Türkiye’ye iltica eden her Müslüman Türk kabul edilmiş, ve vatandaş yapılmıştır.

3)      Türkçeyi bilmek veya öğrenmek de yeterlidir. Birçok iltica eden kavimler Türkçe’yi Türkiye’de öğrendiler. Kimse onları yabancı saymadı. Bununla beraber Türkiye’de yabancı dil öğrenmek yasak değildir. Türkiye’de sadece Latin harfleri dışında harflerle Türkçe yazmak yasak edilmiştir. Kürtler Latin harfleri ile veya Arap harfleri ile her zaman Kürtçe öğrenebilirler.

4)      Mustafa Kemal’in dördüncü ilkesi ise kişi ‘Ben Türküm’ diyecektir. Bunu demeyen Türk sayılmamıştır.

Türkiye’de inkılâpların yerleşmesi için zulüm yapılmıştır. Bu gerçektir. Ama bu yalnız Kürtlere değil, bütün halklara yapılmış. Onlar geçmişte kalmıştır. Zulüm yapan Cumhuriyet Halk Partisi demokrasiyi de o getirmiştir. Demokrasi Türkiye’ye Kürt İnönü’nün büyük gayretleri ile gelmiştir. O halde “Türküm” demeyi bölücülük kabul etmek, Türkçeden başka devlet dili kabul etmek, sadece ve sadece devletimizi yıkmak demektir. Türkiye’yi parçalayıp ona buna peşkeş çekmektir. Tarihi dayanağı yoktur. Müstevlilerin siyasi emellerine hizmet etmektir.

Bu kardeşlerimiz bir daha düşünsünler ve kendilerini ateşe atmasınlar. Batı’nın pohpohlamasına bakmasınlar. Onlar Rum ve Ermenileri de böyle kışkırttılar ama şimdi soykırımlarından bahsediyorlar. Evet, onların soyları kırılmıştır; ama kıran biz değil, bizzat kendileridir. Onları ileri sürüp de sonra Lozan’da arkalarında durmayanlardır.

Biz samimiyiz. Allah bizi mutlaka galip getirecektir.

Bununla beraber Kürt sorunu vardır. Onların sorunlarını da çözmemiz gerekir.

1)     Her topluluğun ana dili vardır, onu korumak ve yaşatmak ister. Kürtlerin de çeşitli lehçeleri ile dilleri vardır. Bunu yaşatmalıdırlar. Türkiye 120 ye yakın ile ayrılmalıdır. Bir milyondan yukarı il bırakmamalıdır. Her il kendi yöneticisini kendisi seçmelidir. İç güvenliği kendileri sağlamalıdır. Her il kendi dili ile lise tedrisatını yapabilmelidir.

2)     Bölge merkezlerine ordular yerleştirilmelidir. Ayırımcılık yapacak olan illere hakemlerin kararı ile ordu girebilmelidir. Bunun dışında ilin iç güvenliği ve yönetimi tamamen kendilerine bırakılmalıdır.

3)     Ülke dışına çıkmak isteyen Kürt olursa onun Türkiye’deki malları devletçe satın alınmalı ve böylece istediği ülkeye gidebilmelidir.

4)     Irak’ta Kürt devletinin kurulup kurulmamasına biz karışmamalıyız. Bizim ülke dışındaki olaylara karışma siyasetimiz yoktur.

5)     Irak hükümeti ile anlaşmalıyız. İsteyen Iraklılar Türkiye’ye iltica etsinler, isteyen Türkiyeliler de Irak’a iltica etsinler. İltica edenlere diğerlerinin yerlerini verelim. Sonunda hangi taraf daha çok göç vermişse o kadar toprağı da ona versin.

Sonuç olarak Türkiye’de yaşayanlar Türktür, Türkçe de devlet dilleridir. Kendi dilleri ve ırkları mahfuzdur.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3476 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2643 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2161 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2538 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2557 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2291 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2179 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2600 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2487 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2347 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2303 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2444 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2445 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2408 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2451 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3054 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2683 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2680 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2759 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2964 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3152 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5496 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3560 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3089 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3878 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3725 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3886 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3845 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4126 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4638 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3026 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3127 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3982 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3858 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2867 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2957 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3967 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7743 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5625 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4186 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3586 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3727 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4749 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4469 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4758 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4679 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4834 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4559 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3411 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4489 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3637 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5187 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3864 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5163 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5031 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4949 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3551 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3490 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3702 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5166 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4218 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5440 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4099 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5285 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4438 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4582 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4779 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5324 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4126 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5272 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4537 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3856 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4393 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4601 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4132 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4109 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4095 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4549 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5662 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9839 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4661 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3711 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3859 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3359 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3391 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3757 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5717 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4253 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3454 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler