Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 427
BAKARA SÛRESİ 262-264.-AYETLER TEFSİRİ
22.09.2007
2002 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN 427

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi                       22 Eylül 2007                    Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 427. SEMİNER

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ

TÜRKİYE NASIL ÇÖKERTİLİYOR?

LÂİKLİK NEDİR, NE DEĞİLDİR?

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 89. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ مَا أَنفَقُوا مَنًّا وَلَا أَذًى لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ(262) قَوْلٌ مَعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِنْ صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَا أَذًى وَاللَّهُ غَنِيٌّ حَلِيمٌ(263) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْأَذَى كَالَّذِي يُنفِقُ مَالَهُ رِئَاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَأَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًا لَا يَقْدِرُونَ عَلَى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُوا وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ(264)

 

الَّذِينَ يُنفِقُونَ (elLaÜIyNa YuNFıQUvNa)  “İnfak eden kimseler.”

İnfak edenler” harcayanlar demektir. Allah yolunda harcayanlar demektir.

Nifak” köstebek yuvasıdır. Pazar yeri bununla adlandırılır. Semtlere küçük pazarlar kurulur. Yüz hane kadar buradan alışveriş yapacaktır. Burası aynı zamanda çalışma yeridir. Kadın erkek 200 kadar işçiyi barındıracaktır. Her dükkanda 50’ye yakın işyeri olacaktır demektir. Sokağa bakan 25 dükkan dörder metre olursa, 100 metre uzunluğunda bir sokak olur. Üstü kapalı olacaktır. Sokağın giriş ve çıkışı kapalı çarşı olacaktır demektir. Bunun için burada iş yapmaya ve harcamaya “infak” denmektedir. Çarşıya gitmek demektir. 25 Genel Hizmetin yapıldığı yer de burası olacaktır.

Buradan öğreniyoruz ki çarşılar kapalı olacaktır. Bu çarşı bir fabrika gibi çalışmaktadır. Herkesin ayrı işyeri vardır ama ortak Genel Hizmet ve ortak Muhasebe ile tek fabrika imiş gibi çalışır.

Bundan sonra ilçe merkezlerinde de çarşılar kurulur. Erkekler öğleden evvel resmi işleri ilçe merkezlerinde yaparlar. Tarlalarda çalışırlar. Sonra ürünlerini semtlerde teslim ederler. İlçe merkezinde ise bunlar kontrol edilir, değerlendirilir, ambalajlanır. Orada kısmen işlenir. Bölge merkezlerine gönderilir. İlçede 100 000 hane vardır. Demek ki 50 000 kişilik iş yerleri olacaktır. 100’er işçi çalıştıran iş yerleri olursa, 500 kadar dükkan ve fabrika olacaktır demektir.

Burası da kapalı çarşı olacaktır. Bölge merkezlerinde ise 1000 kadar fabrika olacaktır. Ondan sonra uluslararası kıta merkezlerindeki yerler oluşturulacaktır.

Demek ki infak bu kapalı yerlerde olacaktır.

Erkek kurallı çoğul kullanılmıştır. İnfak ayrı ayrı kimseler tarafından yapılmayacaktır. Bir muhasebesi olacak, icra ile vergi alınmayacaktır. Kişilere vergi karşılığı sağlanan imkânlar onları infaka götürecektir. İnfakla orantılı kredi alacaklar, infakla orantılı genel hizmetten yararlanacaklar, infakla orantılı malları sigortalı olacak ve mallarının teminat ve istimlak değeri verdikleri vergilerle orantılı olacaktır.

أَمْوَالَهُمْ (EaMVALaHuM)  “Mallarını infak eden kimseler.”

Burada “mallarını” denmektedir. Mal da çoğul, malikleri de çoğul; o halde özel mülkiyet vardır. Herkesin kendi malları vardır. Ama harcamaları birlikte yapılmaktadır. Herkesin malı vardır ama bu malını istediği gibi değil, şeriatın kuralları içinde kullanabilir.

Kapitalistler mutlak mülkiyeti kabul eder, herkesin istediği gibi mallarını kullanacağını kabul ederler. Sosyalistler özel mülkiyeti kabul etmezler. Kur’an ise özel mülkiyeti kabul eder ama bunu şeriatla sınırlar; yani görevliler değil şeriat sınırlar. Hakemlerin denetimindedir. Çünkü herkes aynı zamanda kamunun görevlisidir, yetkilisidir, bağımsızdır. Hesabını yalnız hakemlere verir.

Sonra, burada “emvâlehum” diyor, “emlâkehum” demiyor. Yani taşınmazların, kiraya verilen malların zekâtı yoktur. Kişinin yüz dairesi olsa, her birinden biner lira kira alsa, bunların vergisi yoktur. O parayı biriktirir de harcamazsa, onun zekâtını verir.

Bunun yararı nedir?

Herkes yatırıma teşvik edilmektedir. Yatırım demek, daha verimli üretim demektir. Yatırım demek, daha refahlı yaşama demektir, nüfusun artması demektir.

Buradaki âyet mülklerin zekâtının olmadığını söylüyor. Hazreti Peygamber de öyle uygulamış, fıkıhçılar da öyle anlamış. Biz Kur’an’da ve sünnette buna delil bulmuş oluyoruz.

فِي سَبِيلِ اللَّهِ (FIy SaBiLi elLAHi)  “Allah sebilinde mallarını infak eden kimseler.”

Allah’ın sebili” topluluğun sebili demektir. Kişi ürettiğini topluluğa verir, kendisinin muhtaç olduğu şeyleri topluluktan alır. Bu yalnız eşyada olmaz, işlerde de olur, hislerde de olur; hukukta ve ünsiyette de olur. İşte kişinin topluluğa ürettiğini verebilmesini sağlayan yol sebilullahtır. İstediğini ondan alma yolu da aynıdır. Bunun için vakıflar kurulur. Vakıflar birer kalbdir, oraya ulaşma yoludur. O halde okul, mabet, pazar, kışla birer sebilullahtır. Oraya ulaşma yolları da birer sebilullahtır. Bu arada para da bir sebilullahtır. Topluluğun ortaya koyduğu değerdir. Karşılıksız para çıkarmamalıyız. Paranın değerini topluca korumalıyız. Faizli para şirktir. Karz-ı hasenli para sebilullahtır. Nasıl yolun üzerinde evini kuramazsan, paradan da faiz isteyemezsin.

ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ (ÇumMa LAv YuTBıGUvNa)  “Sonra tâbi tutmazlar.”

Tabaa” anasının peşinde dolaşan yavru demektir. “Tâbi olmak” demek, birisinin peşinden dolaşmak demektir. Verilen mallardan yararlanma kişinin hakkıdır ama onu kendisi kovalamaz. Nasıl vergi zorla alınmazsa, kişiler kendi rızaları ile verirlerse; topluluk da karşılığını kendi isteği ile verir. Kişi onun peşinde koşmaz. İslâm’da herkes görevini yapar. Haklar kendiliğinden gelir. Düzen onun yaptıklarını fazlasıyla öder.

Herkes bana başkasının hakkı geçmesin diye çalışır. Oysa mü’min olmayanlar benim hakkım başkasına geçmesin diye uğraşır. Devlet zorla vergi alır, halk da devletten ne koparırsam kârdır der. Mü’minler ise başkalarının hakkı bize geçmesin diye çaba gösterirler; diğerleri ise bizim hakkımız başkasında kalmasın derler. Çünkü onlar âhirete inanmıyorlar.

مَا أَنفَقُوا (MAv EaNFaQUv)  “İnfak ettiklerini tâbi tutmazlar.”

Onlar bilirler ki bu elde ettiklerini ancak topluluk sayesinde elde etmişlerdir. Dağ başında tek başlarına yaşasalardı bu malları ve servetleri olacak mı idi? Herkes bilir ki, hayır. Anadolu olmazsa İstanbul olmaz. Ama İstanbul olmazsa Anadolu olur. O halde topluluk sayesinde elde ettiklerini topluluğun kuralları ile harcayacaklardır. Burada kendilerinin herhangi bir üstünlükleri yoktur.

Bu yalnız mallarda değil, ilimde de böyledir. Kimsenin ‘ben biliyorum, size öğretiyorum’ demeye hakkı yoktur. Çünkü kişilere o ilmi topluluk vermiştir. Kumandanlar da böyledir. Başkomutan olmak demek ‘ben sizi kurtardım, şimdi bana köle olun’ demek değildir; kimsenin böyle deme hakkı yoktur. O olmasaydı ordu yine başkomutan çıkarırdı; ama ordu olmasaydı o kime komuta edecekti?

XX. yüzyılda diktatörler tanrılaştırıldı. Onlara taptırılmak istendi. Sermaye bu sayede kolayca hakim olacağını sandı. Ama bu yöntem sonuç vermedi. III. bin yılın başında bu putperestlikten vazgeçildi. Artık yöneticiler tanrı değildir.

مَنًّا (ManNan)  “Minnet”

Menn” minnet anlamındadır. Memnun etmek anlamında olduğu gibi; ‘ben seni memnun ettim, dolayısıyla senin bana minnet borcun vardır’ demek menne tâbi tutmaktır. Menn, yapraklarda oluşan tatlı damlalardır. Emeksiz elde edilirler. Memnun olmak demek, o damlalardan yararlanmak, ondan dolayı sevinmek demektir. Bir de sana karşılıksız iyilik yaptım diye başa kakmak demektir. Buradaki “menn” bu mânâda kullanılmaktadır.

İnsanlara ilimde, imanda, malda ve güvenlikte yardım edip sonra onlara hükmetmek, onları köleleştirmeyi istemek menndir. Herkes topluluktan alarak değerler elde eder. Ondan başkalarını yararlandırmak onun görevidir. Halka tasallut etme hakkı yoktur.

Kötü tarafı, bu iyiliği yapanlar tasallut etmez, onun ölümünden sonra onun yandaşları onu istismar eder. Mesela, Mustafa Kemal İstiklâl Savaşı’ndan sonra inkılâplar yaptı ama hiçbir zaman bunu kendi şahsi çıkarlarına yapmadı. Ulus için onları yararlı gördüğü için kullandı. Halk kendisini tanrı gibi sevmeye başladı ama yaptığı inkılâplar sebebiyle halk ondan soğudu. O bunu biliyordu ama ulusun çıkarları için bu nefreti göze aldı. Sonra çıkarılan kanunlarla halkı ona taptırdılar. Bu putperestlik hâlâ devam ediyor. Bu baskı halkı ondan nefrete götürüyor. Zaten sömürü sermayesi de bunu bu amaçla yapıyor. Mustafa Kemal’i bu ulus yetiştirdi. Onları yapmak onun görevi idi; o da görevini yaptı. Ulusun ona bir minnet borcu yoktur.

وَلَا أَذًى (Va LAv EaÜan)  “Ezaya da tâbi tutmazlar.”

“Minnet” manevi üstünlüktür, iyilik edenlerin kendilerini iyilik edilenlerden üstün görmesidir. “Eza” ise iyiliğe karşılık halktan bir şeyi zorla talep etmek demektir.

Faiz bir ezadır. Borç verirsiniz bu iyiliktir. Ama eğer verdiğiniz borcun faizini isterseniz bu ezadır. Elektriği satarsanız bu ezadır. Yoldan gelip geçenden para alırsanız bu ezadır. Su parasını isterseniz bu ezadır. Kamu halka para ile bir şey satamaz, ondan kazanç sağlayamaz.

İşte bu ilkeye dayanarak Genel Hizmetler kişilere karşılıksız olarak verilir. İşletmelere kamu iştirak eder ve katılma payını alır. Bu da sadakadır; zekâttır. İşletmenin burada böbürlenme hakkı yoktur. Bizim de işletmeye ‘sana bu iyilikleri yaptık’ deme hakkımız yoktur. O kazanacak ve kendi isteği, kendi rızası ile zekâtını verecek; biz de ona gelecek yıl kendi isteğimizle hizmetler vereceğiz. Karşılıklı menn ve eza yoktur. Kimseye ‘sen niye zenginsin’ deme hakkımız olmadığı gibi; hiçbir zenginin de ‘ben size bunu verdim, yönetim hakkım var’ deme hakkı yoktur.

Otel odalarında iktidarları indirenlerin bu ülkede yaşama hakları yoktur. Ya tevbe-i nasuh ile tevbe ederler, ya da bu ülkeyi terk ederler. Etmezlerse, dünyayı terk ederler. “Adil Düzen” bu hususta acımasızdır ve acımasız olacaktır. İslâmiyet sermayeye her türlü imkanı sağlamıştır ama tekel oluşturmasına izin vermez. Hele dine, ilme ve siyasete hakim olmasına asla izin vermez. Sermayenin saltanatı yıkılacaktır. Sermaye yok olmayacak, kendi alanına çekilecektir. Bu arada küfür ve zulme devam ederlerse sermayedarlar değişecektir. Helâk olmak istemiyorsanız, şeriatın sınırları içine çekiliniz. Sermayeyi savaş için değil de, barış için kullanınız. İnsanlığa tahakkümden vazgeçip insanlığın hâdimi olunuz. Otel odalarından çıkınız.

لَهُمْ (LaHuM)  “Onlar için vardır.”

Mallarını Allah’ın sebilinde infak ettikten sonra onu menn ve ezaya tâbi tutmayan kimseler var ya, işte onların ücretleri Rablerinin indindedir.

Lehüm” burada haberdir. “Ahmedu lehu ecrun kesirun/ Ahmet var ya onun için çok ücret vardır” demiş oluruz. Başka bir şekilde Ahmet kendisi için çok ücreti olan kimsedir. Türkçede bu cümle şekli fazla gelişmemiş olduğu için fasih düşmeyebilir ama Arapçada en beliğ cümle şeklidir.

أَجْرُهُمْ (EaCRuHuM)  “Ecirleri vardır.”

“Ecruhum” mübtedadır, haberi “lehüm”dür. Haber mübtedaya takdim edilmiştir. Ücretleri kendilerine aittir. Kendilerine ait ücretleri vardır. Böyle yapanlar ücreti istihkak etmişlerdir. Madem ki verdiklerine karşılık alanlardan bir şey istemiyorlar, o zaman onların ücretleri yok mu oluyor? Hayır, onların ücreti vardır. Ücretsiz değildirler. Ama ücretleri Rablerinin indindedir.

Bir öğretmeni düşünelim. O öğretmen bir öğrenciye ders veriyor. Ders vermesinden dolayı ücretini öğrencisinden isteyemez. Öğrencinin ona minnet borcu yoktur. Öğrencinin topluluğa karşı borcu doğmuştur, yarın o borcunu topluluğa ödeyecektir.

عِنْدَ رَبِّهِمْ  (GıNDa RabBıHıM)  “Rablerinin indindedir.”

“‘İnde Rabbihim” haberdir. Onların ücretleri Rablerinin indindedir demektir.

“Hüve” burada mahzuftur; “Huve ‘İnde Rabbihim” demektir.

Başka şekilde de mânâlar verilebilir. Biz burada onları irdelemeyeceğiz.

Bu âyet bize kabul ettiğimiz temel ilkeyi teyid eder; bu da kim bir şeyi başkasına verirse onu o kişiye değil topluluğa vermiş olur. Topluluktan alacaklı olur. Kim birisinden bir şey alırsa topluluktan almış olur ve topluluğa borçlu olur. Kişiler kişilere borçlu ve alacaklı olmazlar. Bundan dolayıdır ki ihkakı hak yoktur. Bundan dolayıdır ki hakkını alamayan mahkemeye müracaat ederek hakkının kendisine verilmesini isteyebilmektedir. Hakları hakemler belirlemektedir.

“Lehum Ecruhum ‘İnde Rabbihim” cümlesinin tamamı “Ellezîne Yunfikûne”nin haberidir. İnfak edenler böyle kimselerdir; ücretleri Rablerinin indinde olan kimselerdir.

Burada iki hususa işaret edilecektir. Biri, “ecr” kelimesi müfret gelmiştir. Topluluğa tek ücret vardır demektir. Ortak yollar yaparlar, sonra onlardan herkes yararlanır. O halde buradaki ücret kişilerin ayrı yarı temellük ettikleri ücret değil, ortak imkanlardan yararlanma ücretidir. Mesela kredileşme böyle bir ücrettir. Herkes kredi alma hakkına sahip olur. Herkes doktora gidip tedavi olma imkanına sahip olur. “Ecr” kelimesinin müfret olarak kullanılması, bölüşmenin girdilere göre değil de ihtiyaca göre olacağı demektir. İki türlü bölüşme usulü vardır. Biri, ortaklıkta herkes katkıları nisbetinde pay alır. Mesela, genel hizmeti verenler işletmelerden pay alırlar. Bu pay katkıları nisbetindedir. Oysa halka hizmet verirler, bu hizmet ihtiyaca göredir. Adam hasta ise tedavi edersiniz. Burada bölüşme ihtiyaca göredir. Buradaki bölüşme ihtiyaca göre olduğu için ecr kelimesi müfret gelmiştir.

Diğer işaret edeceğimiz husus, burada “Fa” harfi gelmemiştir, yani “Fa Lehum” denmemiştir. “Fa” tamim içindir; yani bunun gibi başka kimselerin de Rableri indinde ücretleri vardır denmiş olurdu. Halbuki yalnız bunların Rableri indinde ücretleri vardır anlamı verilsin diye “Fa” harfi getirilmemiştir. Yani yalnız bunların ücretleri Rablerinin yanındadır denmektedir.

Bu nokta çok önemlidir. Kimse kimseye bir şey borçlu değildir. ‘Ben alacaklıyım’ dediği anda artık Allah rızasını kaybetmiş, yaptıkları boşa çıkmıştır. Burada “Fa” harfinin getirilmemesi bizi çok düşündürmelidir. Demek ki başka hayır yoktur. O hayrı da iptal edersek eli boş ve yüzü kara Rabbimize gidilmiş olacaktır.

وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ (Va LAv PaVFun GaLaYHıM)  “Onlara havf yoktur.”

“Onlara havf yoktur. Onlara korku yoktur.” Çünkü gerek malları gerekse sağlıkları sigortalanmıştır. İşsizlik korkuları yoktur, açlık korkuları yoktur.

Bugünün insanları işsizlik korkusu içindedirler, açlık korkusu içindedirler. Oysa infak edenler, vergilerini verenler artık korku içinde değildirler.

Vergi ile neler yapılmaktadır?

Her şeyden önce ordular beslenmekte, devlet kendisini savunur duruma geçmektedir. Yargı hizmetleri kurulmakta ve herkes kendisini güven altına almaktadır. Açlık korkusu yoktur, çünkü herkes sigortalıdır. Gerektiğinde ihtiyacını karşılayacak payını almaktadır. İşsizlik korkusu yoktur. Çünkü faizsiz kredi verilmekte, böylece herkes iş yapma imkanına sahip bulunmaktadır.

Bugün Batı dünyasında açık işçilik vardır; yani iş bulamayan işçiler vardır.

Halbuki “Adil Düzen”de açık işyerleri vardır. Herkes işçi aramaktadır. İşçi bulamayan iş yapamamaktadır. İş bulamam diye bir sorun yoktur. ‘Bu nasıl sağlanıyor?’ derseniz, çok basittir.

Devletin elinde sonsuz para vardır. Bunu üreticilere kredi olarak vermektedir. Kredi faizsizdir, icrasızdır. Üretilen mal satıldığı zaman ödenecektir. İşsiz insan kalmıyor çünkü herkes mal üretiyor ve depoluyor. Millî hâsıla gittikçe artıyor. Fiyatlar aynı kalıyor. Para var, mal var.

Diğer taraftan çalışamayanların, hattâ çalışmayanların payları da üretimden verilmektedir, stoklardan verilmektedir. Dolayısıyla onlar için de bir korku yoktur. İman diyarı eman diyarıdır; hem genel güvenlik bakımından, hem de sosyal güvenlik bakımından eman diyarıdır.

وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ(262)  (Va LAv HuM YaXZaNUvNa)  “Onlara hüzün de yoktur.”

Huzn” çakıllı taş demektir. Yüründüğü zaman çıplak ayakları rahatsız etmektedir. Maddi bir kötülüğü olmamakla beraber, insan istemediği bir şeyle karşılaştığı zaman mahzun olmaktadır.

“Onlar mahzun da olmazlar.”

İnsan yakınlısını kaybettiği zaman mahzun olur. Yahut yakınlarından uzak kaldığı zaman mahzun olmaktadır. Tasadduk edenler birbirlerini severler. İyilik edenler iyilik ettim diye sevinç içindedirler. İyilik alanların da ihtiyaçları giderilmiş olduğu için sevinç içindedirler.

Misafir sahibi aileler vardır. Gelen geçeni evlerine konuk ederler. Onlar hem varlıklı insan olurlar, Allah onlara bir yerden verir, hem de neşeli ve sevinçli aile oluştururlar. Oysa varlıklı olsalar da elleri sıkı olanlar neşeleri olmayan kimselerdir.

İşte, sosyal dayanışma ve yardımlaşma içinde olan kimseler yalnızlık duymazlar. Ölmek mukadderdir. Herkes ölecektir. Ama kalanlar yalnız kalmayacaktır, çünkü çevreleri vardır. Aşiret ve kabile olarak birlikte yaşamaktadırlar. Oysa infak etmeyenler ayrı ayrıdırlar, neşesizdirler, yalnızdırlar, mahzundurlar...

***

قَوْلٌ مَعْرُوفٌ (QaVLun MaGRUvFun)  “Maruf bir kavil”

İnsanlar başkalarına mal verebilirler, işlerini yapabilirler. Bir de ilgi verirler. Bunun dışında onlarla sohbet eder ve gönüllerini alırlar.

Kavli maruf” karşı tarafın yararlandığı veya hoşlandığı bir kavildir. İnsanların ihtiyaçları arasında başka insanlarla sohbet etmek vardır. İnsan bunun için dağlarda tek başına uzun zaman yaşayamaz. Başkalarına zarar verirken de ya fiili zarar vermiş olursunuz, yahut malına zarar verirsiniz, yahut onu yanıltırsınız. Bunun yanında bir de incitici söz söylersiniz. Bu incitici sözün başında yaptığınız iyiliği ona kakmak gelir. Çünkü insan Allah’ın halifesidir. Onun haysiyetini kırmak O’nu rencide eder. Bütün iyilikler Allah’ındır, bütün hamd Allah’ındır. Kimsenin kimseye ‘ben sana şunu yaptım’ deme hakkı yoktur. Herkes Allah’ın kendisine verdiği imkanları kullanır.

Kişi kendisine düşen görevleri yaptığı takdirde yoksul olabilir. Hattâ zenginler birçok haram imkanları ile zenginliklerini elde etmiş olabilirler. Yoksullar haramlardan kaçındıkları için o duruma düşmüş olabilirler. Bu gözle bakıldığı zaman utanılacak olan yoksulluk değil, zenginliktir.

وَمَغْفِرَةٌ (Va MaĞFıRaTun)  “Ve mağfiret”

“Maruf” sözünün yanında bir de “mağfiret” kelimesini kullanmıştır.

İnsanlar birbirlerine muhtaçtırlar. Herkesin bir kusuru vardır. Fakirin fakirlik, zenginin zenginlik kusuru vardır. Cahilin cahillik, alimin de alimlik kusuru vardır.

Bilenler yani bilginler insanlar tarafından yeterince saygı görmeyince aşağılık duyguları doğar. Bende bir değer yoktur derler. Çünkü en az saygı gören değer ilimdir. Çünkü ilim insanlara içlerini gösterir, işlerini gösterir, yeniliği emreder, iyiliği emreder. Bu da kişileri rahatsız eder. Dolayısıyla ilim adamları saygı görmezler. Bu durum da bazen onları rahatsız eder.

Başka bir eksiği de, çevredekiler bilmeyince kendisinde gurur doğar, kendisini büyük görmeye başlar. Kimileri bir mevkiye geldi mi kendisini bir şey zanneder. Bakan oldu, genel müdür oldu mu, yanından geçilemez olur. Üstler astlara canavar kesilirler. Onlar da üstlerine esir olurlar.

Bütün bunlar insanların kusurlarıdır. Böyle kimselerle her zaman karşılaşırsınız.

Siz bunların kusuruna bakmayacak, mağfiret edeceksiniz. Onların bu hallerini görmeyeceksiniz. İşte burada zikredilen mağfiret, karşı tarafın kusurunu yüzüne vurmamadır. İnsan olduğumuz için hepimiz bu kusurları işleriz. İnsanlarla maruf görüşmeler yapılacaktır. Sonra da birçok yerlerde kusurlar söylenmeyecektir. “Kavli maruf”un yanında “mağfiret” kelimesi bunu ifade etmektedir. Kusurları söylemek ne arkasından ne yüzüne karşı önemli görmemektir. İnsan zaten kusur işlerken ondan dolayı kendisini suçlu hissetmektedir. Bir de siz üstüne gittiniz mi büsbütün çöker. Hakkı tavsiye, sabrı tavsiye ile birlikte buradaki mağfireti dengede tutmak önemlidir. İman etmiş olan kimseler hakkı tavsiye eder, sabrı tavsiye ederler. Müslimler ise bu seviyeye ulaşamamışlardır. Dolayısıyla onlarla muamele kavli maruf ve mağfiret ilişkileri çerçevesinde olmalıdır.

خَيْرٌ (PaYRun)  “Daha hayırlıdır, daha iyidir.”

Hayr” kullanılan ev eşyası içinde kıymetli olanlardır.

İnsanlar giydikleri elbiseleri ikiye ayırırlar. Normal zamanlarda iş yerlerinde eskimiş adi elbiseler giyerler, adi ayakkabılar giyerler. Değerli giysileri ve ayakkabıları toplantılarda veya misafirlerin yanında giyerler. Yemekte bile böyledirler; iyi yemekleri özel günler için saklarlar.

Sıradan kullanılanlara “mal” denir. Malların içinden özel olanlara, seçkin olanlara “hayr” denir. Nisabdan fazla ticaret için olan mallara “hayr” denmektedir. Bunların idaresi için vasiyet emredilmiştir. Bunun aslı “ahyer”dir. Çok kullanıldığı için “hayr” olmuştur. Bu sebeple biz “daha iyidir” diye tercüme etmiş oluyoruz.

مِنْ صَدَقَةٍ (MıN ÖaDaQaTin)  “Sadakadan daha iyidir.”

Sadaka” verilen maldır. Başkana verilip ona sadakati gösteren maldır. Yahut kocanın karısına verdiği maldır. İyi sözler kakılmış sadakadan daha iyidir. Tasavvufta bu sebeple gönül yıkma çok istenmeyen bir şey yapmak demektir.

İnsanlar yoksul yaşamaya dayanırlar ama zillet içinde yaşamaya dayanamazlar. Çünkü onlarda Allah’ın hilafeti görevi vardır. ‘Ya istiklâl ya ölüm’ derken işte bu ifade edilmiştir.

ABD’den dolarlar alarak refah içinde yaşamak zillettir. Borçlanmak zillettir. Keşke borcumuz olmasa da mağaralarda yaşasak. İşte izzetli topluluk budur. Ha esir olmuşsunuz, ha borçlu olmuşsunuz; ne değişir? Kur’an’da rıkab ile garimini beraber saymadı mı? Aynı “Fî” içinde toplamadı mı? Türk milleti gecesini gündüzüne katmalı ve her türlü yoksulluğa dayanarak dış borçlardan kurtulmalıdır. Borçlu olmak, bağımlı olmak kadar kötüdür. Borçlu olmak demek, sonunda bağımlı olmak demektir. Borçlardan kurtulmanın yolu yoktur zannetmeyin. Sık sık tekrar ediyoruz. Burada da tekrar edelim. Dış borçlardan kurtulmamız için;

a)     Dış borç iç borca çevrilmelidir; yani dolar borcu YTL borcuna çevrilmelidir. Bu da çok kolaydır, piyasadan doları alır ödersen, Türk halkına borçlanırsın. Bunun için YTL’yi altına kota etmek yeterlidir.

b)     Para borcu mal borcuna çevrilmelidir. Dolar borçlu olacağına malı borçlu olursun.

c)      Faizli borç faizsiz borca çevrilmelidir. Bu kredileşme sistemini çalıştırırsın.

d)     Borç iştirake çevrilmelidir. Yani Türkiye’deki değerlere yabancı firmaları ortak edersin. Mesela, birer dönümlük dinlenme yerlerini faizsiz para karşılığı kiralarsın.

Bugün bunlardan bir tanesi bile dış borçları ödemeye yeterlidir.

Ama zilleti kabul ettikten sonra, elbette bu çözümlere kulak vermezsiniz!..

يَتْبَعُهَا أَذًى (YaTBaGuHAv EaÜan)  

“Ezanın tâbi olduğu sadakadan daha hayırlıdır.”

Burada “mennen” denmemiş, sadece “ezen” denmiştir. Bir kimseye sadaka verdiniz diye eğer ona yük yüklüyorsanız, o ezadır. Sadece sözle söylerseniz, o mendir. Ezaya tâbi tutulan sadakadan düzgün söz söylemek daha hayırlıdır.

Bir yazarımızın (Ömer Seyfettin) “Diyet” adlı hikâyesi vardır. Kolu kesilecek birinin diyetini birisi öder ve onu kurtarır. Sonra kurtaran durmadan ‘kolunu kurtardım’ deyip şunu-bunu yapmasını ister. Bir gün adam dayanamaz ve kolunu keser; ‘Al, senin kurtardığın kol senin olsun!’ der. İşte yazar Allah’ın burada ifade ettiğini temsili olarak anlatmaktadır.

Çocuklara bayramlık harçlığı verilmektedir. Bu çocukları dilenciliğe alıştırmaktadır. İnsanları kölelik ruhuna alıştırmaktadır. Düğünlerde takılan paralar da böyledir.

Yapılacak iş nedir?

İki yolu vardır.

Ya bir kişiye bir defter verilir. Herkes parayı ona verir. Deftere yazılır. Parayı toplayandan başkası kim olduğunu bilmez. Ad yazılmaz, yalnız rakam yazılır. Para sonra müstahaklar arasında bölüşülür. Kimse kimseye bağlı olmaz. Topluluktan gelen bir atıyye olur.

Yahut bir heyet oturur, akrabalara ve yakınlara güçlerine göre bölüştürür. Para toplanır. Evlenen veya sünnet olana verilir. Bana sen şu kadar verdiysen ben seve seve onu sana veririm.

Şimdi ise vermiyorum.

Versem riya için verdim diyorum, üzülüyorum.

Vermesem, bu sefer de cimrilik yaptım diye üzülüyorum.

وَاللَّهُ غَنِيٌّ حَلِيمٌ(263) ٌ (VaelLAHu ĞaNıyYun XaLIyMun)  “Allah ganidir, halimdir.”

Burada “gani” ve “halîm” kelimeleri getirilmiştir. Devlet zengindir.

Eskiden devletlerin para bulmaları çok zordu. Şimdi ise denizde su, devlette para. Dolayısıyla asıl zengin olan devlettir, diğer herkes devletin parası ile zengindir. Kimse zengin değildir. Dolayısıyla kimsenin başkasına eziyet etmeye veya minnet etmeye yetkisi yoktur.

Devlet dediğimiz zaman hükümet anlaşılmamalıdır. Devlet para basar ama parayı piyasaya gelişigüzel sürmez. Sonunda üreticiye verir. Paranın asıl sahibi halktır. Halk emeğini kamuya verir, kamudan da parayı alır. Bizdeki para formülü şudur: Emek * Ücret = Senet = Mal = Fiyat * Para

Demek ki varlığın kaynağı işçinin emeğidir. Kur’an’da “İnsan için sa’yinden (emeğinden) başka bir şey yoktur.” deniyor. Marks da kendi doktrinini buna dayandırmıştır. Topluluk ganidir, zenginliğin asıl sahibi odur. Tüccar emanetçidir. Malı alır, parayı verir; sonra malı verir, parayı alır. Tüccardaki para karşılıksızdır ve boştur.

“Halva” tatlı demektir. Helva kelimesi buna akrabadır. Yumuşak demektir.

“Allah ganidir, halimdir.”

Devletin görevleri nelerdir? Devletin görevlerini şöyle sıralarız:

a)      Devlet her şeyden önce iç ve dış güvenliği sağlamalıdır. Silahlı kuvvetleri ile ülke güvenlik içinde olmalıdır.

b)     Devletin ikinci ana görevi adaleti dağıtmadır. Adalet mekanizması haklıyı-haksızı ayıracaktır. Kişiler düştükleri haksızlıkları hemen zaman kaybetmeden almalıdır.

c)      Devletin üçüncü görevi ise çalışan herkese iş bulmasıdır. Bunu faizsiz kredi sistemi ile temin edecektir. İşsiz bir kişi kalmamalıdır. Çalışmak isteyen hiçbir kimse bir saat boş olmamalıdır.

d)     Devletin dördüncü görevi ise herkese aş bulmaktır. Çalışamaz olanların, hattâ çalışacak durumda olsa dahi eğer çalışmak istemiyorsa herkes ona da aş bulmak zorundadır. Bu da zekât müessesesi ile sağlanmaktadır.

“Halim olmak” demek sosyal güvenliği sağlamaktır. Aidat verilen primli sistemle değil; herkese karşılıksız, herkesin yeryüzündeki kira payından sosyal güvenliğini sağlamadır.

***

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا (YAv EayYuHay elLaÜIyNa EavMaNUv)  

“Ey iman etmiş olan kimseler.”

Bundan önceki âyette “ellezîne” deyip iman etmiş olan veya olmayanı ayırmadı. Kim olursa olsun, infak edip menn ve ezaya tâbi tutmayan kimselerin ücretleri Rablerinin yanındadır demektedir. Orada mü’min olma şartı getirilmemiştir.

Bu dünyada herkes aynı kanunlara tâbidir. “Adil Düzen”den yararlanmak için mü’min olma şartı yoktur. Herkes yararlanır. Bu dünyada insanlar arasında fark gözetilmemiştir.

Burada ise emir mü’minlere verilmektedir. Dayanışma ortaklığı kurmuş olanlara emir vermektedir. İman etmiş olanlar da yaptıkları iyilikleri menn ve ezaya tâbi tutamazlar, müslimleri yani ehli kitabı, cizye verenleri aşağı görmezler. Onlar da cizye vererek güvenliği sağlamaktadırlar. Yönetime katılamazlar ama diğer sahalarda onların farklı bir durumları yoktur.

Türkler dünyaya hakim olmuşlardır. Bunun temel dayanağı Türklerin kendilerini başka ırklardan üstün görmemeleridir. Türkiye’de çeşitli ırklar yaşamaktadır. Hiçbir kimse Türklerin bu ırkları dışladığını görmez. Herkesi kendilerine eşit görür ve onlara yüksekten bakmazlar. Bu sebepledir ki dünyanın neresine giderlerse gitsinler, sonunda oraya huzuru ve saadeti götürürler.

Mü’minler de böyle olmalıdır. Mü’min kendisini diğer insanlardan üstün görmez.

صَدَقَاتِكُمْ  لَا تُبْطِلُوا(LAv TuBOıLUv ÖaDaQaTıKuM)  “Sadakalarınızı iptal etmeyiniz.”

Devlet sadakaları taksim ederken onlara hakları verilmektedir. Yöneticiler sadece görevlidirler. Bu âyet bize başka bir hususu bildirmektedir.

Zekâtın taksimindeki yoksul, yetim, fakir müslimleri de içermektedir. Yani cizye verenler de paylarını alacaklardır. Zekâtın ve feyin bölüşmesinde din ve ırk ayrılığı gözetilmeyecektir. Herkes insandır. Bu dünyada yaşadığına göre yeryüzünden kira payı vardır. Mü’min olmak bir üstünlük sağlamaz. Bu suretle yapılan iyilikler sonuç verir. Bu sayede yönetime karşı saygılı olur. Ülkesine sevgi ile bağlanır. Halk topluluğunu sever.

بِالْمَنِّ وَالْأَذَى (Bi elManNI Va elEaÜAy)  “Minnet ve eza ile iptal etmeyiniz.”

Sadaka bölüşürken ödenen paylara karşı men ve ezayı idhal etmeyiniz. Yani kişiler vergi verirken; ‘biz zenginiz, bak vergi veriyoruz, bu insanlar fakir, bizim sayemizde geçiniyorlar’ demeyiniz, deniyor. Buna karşılık yönetim olarak zekâtı pay ederken, hisse sahiplerine verirken de onları menn ve ezaya tâbi tutmayın deniyor. Çünkü bu onların insan olmalarından doğan haktır. Yaratan’ın verdiği yeryüzünün kira payıdır. Çalışmasa da kişinin o kira payından geçinme hakkı vardır, yaşama hakkı vardır. Bu kira payı olduğu için mü’min veya müslim ayırt etmeksizin herkese; müşrik olmayan, kâfir olmayan herkese paylarını vermiş oluruz. Yani cizye verenlerin de orada payları vardır. Müste’menlerin (eman verilenlerin) yani dışarıdan gelenlerin de payı vardır. Kölelerin sahipleri de fakir iseler onların da payı vardır.

Fıkıhçılar halifelerin uygulamalarına bakarak bazı yerlerde Kur’an’ın ifadelerine aykırı hükümler ortaya koymuşlardır. Biz ise Kur’an ne diyorsa onu içtihat ediyoruz. Kur’an’da “mü’min fakirlere veriniz” demiyor, “fakirlere veriniz” diyor. Mutlakta ıtlak ile amel olunur. Ebu Hanife’nin meşhur kuralıdır. Müşriklere hayat hakkı tanımıyoruz. Kâfirlere ise genel güvenliği tekeffül etmiyoruz. Dolayısıyla evleviyetle sosyal güvenliği de temin etmeyiz. Kıyas yoluyla değil, dâllun bi’d-delâle ile bu uygulamayı yaparız. Hicret etmeyen mü’minlerin güvenliğini bile düzen korumuyorsa; cizye vermeyen kâfirin güvenliğini hiç korumayız. Ama cizye veren müslimlerin yani ehli kitabın hukuku mü’minlerin hukukudur. Onların genel güvenliğini tekeffül ettiğimize göre, sosyal güvenliklerini de tekeffül ederiz.

İl ve devlet bütçesini yaparken mü’min olmayan bucakların da paylarını kendilerine veririz. Mü’min olmamız bu paylarda onlardan daha ehak olduğumuz anlamına gelmez. Tabii ki eğer mü’minlere pay ayrılmışsa o pay onların olacaktır.

كَالَّذِي يُنفِقُ مَالَهُ رِئَاءَ النَّاسِ (Ka elLaÜIy YuNFıQu MavLaHUv RıYAEa elNASı)  

“Malını nâsa riyaen infak ederler.”

Ben lokantaya gitmeyi sevmiyorum. Çünkü sonunda garsona rüşvet verirsiniz. Vermezsen sana hizmet etmez. Bir de ne kadar kıyıyor diye herkes sana bakar. Oysa lokantanın fişinde % 10 garson masrafı olursa bu riya olmaz. Berbere gitmekten hoşlanmam. Çünkü tarife yerine riyaennâs ödemedir. Bayram günü çocuklara para dağıtmam, sünnet düğünlerinde ve evlenmelerde para vermem. Caminin kapısında para toplayan hayır görevlilerinden hoşlanmam. Çünkü buralarda hep riya vardır. Sosyal baskı sonucu bu ödemeler yapılmaktadır.

Burada bizi teselli eden husus şudur. İşlediğimiz günah değildir ama amelimiz de salih amel değildir; iptal edilen ameldir, yani parayı suya atmış oluruz. Bu sebeple camilere verilmesini uygun görüyorum. Çünkü başka türlü bu camiler yapılamıyor. Ancak daha iyi yol aranmalıdır.

Mü’minler gelirlerini ayırmalıdırlar. İran’da olduğu gibi humuslarını bütçeye vermelidirler. O fondan gerekli yerlere dağıtılmalıdır. Bayramlarda ve düğünlerde de ortak fonda toplanmalıdır. Gizli olabilir yahut paylaştırılabilir. Kendi durumunu kendisi beyan edebilir. Biz bunu marketlerimizde bir pay ayrılması şeklinde yapılmasını uygun buluyoruz.

İlk bakışta küçük gibi görülen bu durumlar aslında çok büyüktür. Çünkü fakirler utanmamak için daha çok vermektedirler. Zenginler ise kendilerini üstün gördükleri için halkı bir şey saymıyorlar ve daha az veriyorlar. İş tersine dönüyor; zengin fakire vereceğine, fakir zengine veriyor.

Bu sebepledir ki ben kooperatifte yardım kabul etmiyorum. Ortaklık olarak alınmasını istiyorum. Ortaklıkta da hiçbir zaman kâr edilmemektedir. Ancak, inşaat yapıyoruz veya yer alıyoruz; oradan elde ettiğimiz rantla bu zararları kapatmaya çalışıyoruz. Başardığımızı söyleyemem.

Bunu bu şekilde biliniz.

Bizi başarısız kılan ileri muhasebemizin olmayışıdır. Yöneticilerin bize yaptıkları baskıdır. Allah bizi affedecek, mağfiret edecektir. Çünkü gücümüzü sonuna kadar harcıyoruz. Mağdur olanlara da başka yerden bu dünyada daha bol verecektir; âhirette de kat kat verecektir. Varlıklı olanların haklarını ileriye belki de âhirete erteleyecekler. Sıkıntıda olanlara da yardımlaşma şeklinde katılmalıyız. Yani onları ortaklıktan çıkarmalıyız, ortak olarak onların paylarını satın almalıyız.

وَلَا يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ (Va LAv YuEMıNu Bi elLAHı Va eLYaVMI el EAPıRı)

“Ve Allah’a ve âhir yevme iman etmemekte olanlar gibi olmayınız.”

Menn ve ezaya tâbi tutulan bir ameli o kadar kötü olarak tasvir etmektedir. Allah’ı ve âhiret gününü inkâr edip riyaennnâs infak edenle eşit görmektedir. Yani şiddeti küfür mertebesindedir.

Gerçekten, bazen ağzımızdan bazı iyilikleri hatırlatmak durumunda kalırız. O da çok ağır suçtur. Biz ne yaparsak Allah rızası için yaparız. Birbirimize hiçbir borcumuz yoktur, alacağımız da yoktur. Biz bir siyasi partiyi/partileri desteklemişsek, Allah’a olan borcumuzu ödemek için destekledik. Onlardan bir şey isteme hakkımız yoktur. Bazen aklımızdan ‘niçin bize şunu yapmıyorlar’ diye geçebilir. Hattâ istiğfar etmeliyiz.

Bu sebepledir ki ben ve Akevler büyük zulümlere uğruyoruz. Ama hakkımızı isteyemiyoruz. Şu hakkımız gasp edildi diyemiyoruz. Siz adalet (Adalet ve Kalkınma Partisi) partisisiniz, bize şu dört bin dönümlük İzmir Yaylabelen’deki yerimizi/arazimizi bize verin bile diyemiyoruz. Millî Görüş’ü desteklemeseydik, AK Parti’yi desteklemeseydik, onlara ‘Ey zalimler, hakkımızı verin!’ diyebilirdik. Ama diyemiyoruz, çünkü menn ve ezaya tâbi tutmuş oluruz. Bu kadarını bile söylememek gerekir. Ancak “Adil Düzen” iktidar olduğu zaman mazlumların haklarını iade etmek için onlardan talebin gelmesi beklenmemelidir. Adil yargı sistemi kurulmalıdır. Onların verdikleri kararlar tereddütsüz uygulanmalıdır.

Başta hakemlik sistemi getirilmelidir. İzmir Akevler bir hakem seçmelidir. Hazine de bir hakem seçmelidir. Bunlar da bir baş hakem seçmelidir. Hakemler bilirkişileri atamalıdırlar. Üç hakem üç bilirkişi atamalı; gerçekten dört bin dönümlük 40 milyon dolarlık yerin bizden nasıl gasp edildiği tesbit edilmelidir. Biz bizim hortumladığımız bir şeyin devlet tarafından ödenmesini istemiyoruz. Kırk sekiz milyar dolar istemiyoruz. Bizim yüz elli yılı geçen tapulu yerimizin bize iadesini istiyoruz.

İşte, iktidarımız bunu yalnız Akevler’e değil, tüm mağdurlara tanımalıdır. Dava bir aydan kısa zamanda bitmelidir. Mahkeme masrafları bölüşülmelidir. Yoksa Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) olarak iktidar olur ama eski zulmün hizmetkârı olursunuz. Bu milletin hortumculara ait elli milyar dolar borcunu ödeme yükümlülüğü nereden geliyor? İnsanlar paralarını Ziraat Bankası’na değil, Emlak Bankası’na değil, Halk Bankası’na değil de, özel bankalara yatırıp bol bol faiz alırken bize mi ödeme yaptılar. Onların pisliklerini bu millete temizletmek için mi halk onları iktidar yaptı?!.

2B’yi ormandan çıkaracaklarmış! Ne demek? Sonra da halktan para alacaklarmış!

Tam tersine, kanun iptal edilmelidir. Tapu yerlerine kiralar ödenmelidir.

“Adil Düzen” iktidarının işi sanıldığı kadar kolay değildir. Sadece Kur’an’a sarıldıkça, onun hükümlerini uyguladıkça başarı elde edilir. Yenibosna çalışmalarımız işte bunun için önemlidir. Sorunlar ancak ilimle çözülür. İnsanlığın sosyal sorunlarını yalnız Kur’an çözer.

فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ (Fa MaÇaLuHUv Ka MaÇaLi SafVaNin)  

“Onların meselleri safvanın meseli gibidir.”

Sûrenin başında münafığın meselini anlatırken “Onun meseli ateş yakanın meseli gibidir” denmektedir. “Kellezî istavkada nâran” denmiştir. Burada “Ka Safvanin” denmemiş; “meseli gibidir” denmiş. Burada olay olmuş bir hadise ile anlatılmıyor. Meseli mesel ile temsil ediyor.

Mesela, bir varlık düşünelim ki balina gibi denizde yaşıyor ama insandır. Ya bedeni balina gibidir ama beyni insan gibidir. O şunu yapar diyebilirim. Burada böyle bir balina yoktur. O balinanın meselini ben beynimde düşündüm. Böyle bir başın olması gerekmez. Böyle baş misal olarak düşünülecektir. O halde sanatlarda düşünce ve duyguların ifade edilebilmesi için öyle olmamış resimler çizebilir, hikâyeler anlatılabilir.

Safvan” sert taştır. “Merve” de yumuşak taştır. Safa ve Merve iki tepedir. Biri sert diğeri yumuşak tepe. Yalçın kaya denmiş olur. Granit mağmadan yukarı çıkınca kaygan yüz oluşur. Sonra da o kayganlık değişmez. Üstü toprak kaplasa sonra yağmur alıp götürür. Allah bunlara karşı gerekli tedbirleri almıştır. Yosunlar üzerlerini kaplar. Saldıkları sıvı ile onları yalçın olmaktan çıkartırlar. Çok dik olanlarda su tutunamadığı için yalçın kalırlar. Onun için “KeMeSeLi” diyor.

عَلَيْهِ تُرَابٌ (GaLaYHı TuRABun)  “Üzerinde turab vardır.”

Böyle kayaların üzerine turab/toprak başka yerden gelip konabilir. Mesel olduğu için gelip konmuş olması da gerekmez. “Turab” nekredir. Herhangi bir toprak vardır.

Yeryüzü yaratıldığında soğuması sonucu sert kabuk bağlamıştır. Sonra su, buz ve rüzgarla kayalar parçalanmıştır. Canlılar oluşmuştur. Ama toprak henüz yoktur. Toprak canlıların yaratılması ile oluşmaya başlamıştır. Denizlerde topraklar oluştu. Sonra denizler adalar hâlinde veya bataklıkların kuruması ile ortaya çıktılar. İlk kara canlıları buralarda yaratıldılar. Orada evrimleşerek ciğeri olan hayvanlara dönüştüler. Bu sebepledir ki kuşlar memelilerden sonradır. Çünkü denizlerde yaşayan kuş türleri yoktur. Oysa memeliler vardır. Sonra karada yaşayan canlılar yükseklerdeki kayalıklara yosun şeklinde tutunarak toprak oluşturdular. O topraklar üzerinde bizim bugün yediğimiz elma, armut, şeftali oluştu. Onların yanında hayvanlar oluştu. En sonunda Hazreti Adem yaratıldı. 

فَأَصَابَهُ وَابِلٌ (Fa EaÖABaHUv VaBiLun)  “Ona vabil isabet etmiştir.”

Bir yere taş atarsınız. Taş istediğiniz yere düşerse o sevap olur. Düşmeyen yerde hata olur. Dairenin içi sevap, dışı hatadır. Taşı ilk insan atmaya başlamıştır. Saldıran hayvanlara karşı taşı kullanmıştır. Meyve düşürmek için taşı kullanmıştır. İnsandan önceki maymunlar da kabataş döneminde taşları alet olarak kullandılar. Onunla fındık kırdılar. Taş atma eğitimine o zaman başladılar. Sevap ve hatayı o zaman öğrendiler.

Vabil” bevl kelimesi ile ilgilidir. Şarıl şarıl akan bevle vabil denir. Sağanak hâlinde yağan yağmura vabil denir. Toprağın üzerine sağanak hâlinde yağmur yağmış ve toprağı alıp götürmüştür.

Sûrenin başında ateş yakanı anlatırken “Fa” harfini kullanmadığı hâlde, burada “Fa” harfini kullanmıştır. Çünkü orada ateş yakanla münafıklık yapan arasında bir ilişki yoktur. Oysa burada kaya yalçın olduğu için toprakla ilişkilidir. “Fe” burada sebep-sonuç ilişkisini göstermektedir. Yani kişinin, kâfirin riyaen infakı onun yok olup gitmesine neden olmuştur. Dolayısıyla “Fa” ile getirilmesi son derece ileri bağlantı içermektedir. Ateş yakanda ise “Fa” getirilmemesi aynı belagatı içerir.

فَتَرَكَهُ صَلْدًا (Fa TaRaKaHUv SaLDan)  “Onu salda terk etmiştir.”

Salda” salata demektir. Soyulmuş hıyar veya başka bir şey demektir. Türkçede kullandığımız salata kelimesi buradan gelir. Sırp kelimesi Türkçedir, sıyrılmış kelimesinden türemiştir. “Salda” ise Arapçadır. O da sıyrılmış, soyulmuş anlamındadır. Her iki kelimenin akrabalığına dikkat ediniz. Onu çırılçıplak bırakmıştır. Riya ile yapılan iyilikler böyledir. Menn ve ezaya tâbi tutulan da böyledir. İnsanı çırılçıplak bırakır. İşe yaramaz hâle getirir.

لَا يَقْدِرُونَ عَلَى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُوا (LAv YaQDıEUNa GaLAy ŞaYEın MınMAv KaSaBUv)  

“Kesbettiklerinden hiçbir şeye kâdir olamazlar.”

Burada kâdir olunmayan infaktır. Harcama boşa gitmiştir. Menn ve ezaya tâbi tutulan iyilik yapılmamış iyilik oluyor. Yahut kazandıkları ve çalıştıkları şeylere de kâdir olmazlar demektir.

İstiklâl Savaşı’nı kazananlar halka menn ve eza ile kakmışlarsa, bununla hiçbir şeye kadir olamazlar. Beklenen sevgi ve saygıyı da kaybederler. Aslında Mustafa Kemal’i tanrılaştıranların gayesi de budur. Rıza Nur’un kitaplarını Londra’da sakladılar, sonra devreye sokup bedava dağıttılar. Gayeleri onu halka nefret ettirmekti. Bir taraftan tanrı, öbür taraftan deccal! Gayeleri bir daha böyle ülkeyi kurtaracak kahraman çıkmasın idi.

Biz insanları tanrılaştırmaktan kaçınmalıyız. Ama aynı şekilde de hizmet edenlerin hizmetlerini inkâr etme yoluna gitmemeliyiz. Mustafa Kemal’e kızıp İstiklâl Savaşı’nı inkâr edenler vardır, Cumhuriyet’e düşman olanlar vardır. Bu korkunç bir şeydir. Allah’a karşı nankörlüktür. Çünkü onlar Allah’ın bize in’amıdır, nimetlendirmesidir.

وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ(264) (Va elLAHu Lay YaHDı eLQaVMa elKavFıRIyNa)  

“Allah kâfir kavme hidayet etmez.”

Kâfir” kelimesi burada marife gelmiştir, kurallı çoğul gelmiştir. Yani yukarıda bahsedilen şekilde oluşmuş toplulukları doğru yola çıkarmaz. Bu yolla sorunlar çözülmez.

Böyle yapanların kâfir olduklarını bir kere daha teyit etti. Yukarıda Allah’a ve âhirete inanmayanlar gibi sadakalarınızı iptal etmeyin demiştir. Açıkça onların kâfir olduklarını söylemiştir.

Riyadan kaçınmadıkça bir yere varamayız. Bize katılanlar eğer riyaen katılıyorlarsa yani toplulukta kendilerine bir yer bulmak için katılıyorlarsa onu bizde bulamayacaklardır. Bizim cemaatimiz riyadan uzak olmak zorundadır, menn ve ezadan uzak olmak zorundadır. Bizim mallarımızı haksız da almış ve götürmüş olabilirler. Onlara bile menne ve ezaya hakkımız yoktur. Çünkü o mallar bizim değil, Allah’ındır, O gerekeni yapar.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-427 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-257 İstanbul, 22 Eylül 2007

 

TÜRKİYE NASIL ÇÖKERTİLİYOR?

Bundan önce de benzer şeyleri yazmıştık, ama bir kere daha hatırlayalım.

Sömürü sermayesi Türkiye’yi borçlandırarak inşaat kredisini veriyor. Banka dolar olarak aldığı krediyi Türk lirasına tahvil ederek piyasaya satıyor, elde ettiği Türk lirası ile mesken kredisini veriyor. Böylece Türkiye borçlanıyor, ülkeye dolar giriyor. Bu krediler 20-25 senede ödeniyor.

Bu basit oyunla sömürü sermayesi bir taşla dört kuş vuruyor.

a)      Önce Türkiye’ye böylece dolar plase ediyor ve doların değerini düşük tutarak ihracatı zorlaştırıyor, ithalatı kolaylaştırıyor. Türkiye üretim yapıp yiyeceğine, borçlanıp tüketici olmaktadır.

b)     Türkiye’nin evleri birden yüzde yüz daha pahalı oluyor. Dolayısıyla kiralar da yükseliyor. İnşaat sektörü canlanıyor. Tarım ve sanayi sektörü çöküyor. Birden tarım ve sanayi üretiminden inşaata kayılıyor.

c)      Halkın eline geçen dolar ile Çin’den çok ucuz mallar getiriliyor. Böylece Çinliler karın tokluğuna çalıştırılıyor ve gelen dolarlar sonra Çin fabrikalarının kârı olarak yine ABD’ye yani sermayeye dönüyor. Bu döngü ile bir şey yapılmış oluyor. Türkiye’nin borcu durmadan artıyor. Türkiye gittikçe borca boğuluyor.

d)     Artık bizim için dördüncü önemli olan husus gerçekleşiyor ve iç üretim duruyor. Tarlalar ekilmiyor, fabrikalar ve atölyeler kapanıyor. Halk ekip biçmeyi unutuyor. İşçiliği ve ustalığı unutuyor. Tarlalar kıraç araziler hâline geliyor ve artık işe yaramaz çorak alanlara dönüşüyor. Fabrikalar da paslanıp yok oluyor. Meselenin korkunç tarafı, ülkemiz tarımı ve sanayiyi unutmuş ilkel bir topluluğa dönüşmüş oluyor ve sadece inşaatı biliyor.

 

Sonra neler oluyor?

a)      Yeteri derecede inşaat yapıldıktan sonra artık evler çoğalıyor. Kiralar birden düşüyor. Çünkü inşaat sektörü birden fiyatı sıfırlara doğru giden mallardır. Kiracı bulamadığınız eviniz için harap olmasın diye bedava vermek istersiniz ama kiraya veremezsiniz. Mesela, benim köyde babamdan kalan yüz senelik evim var. Harap olup gidiyor. Biri otursa üste para da verebilirim Bu durum ekonomi bakımdan yıkımdır.

b)     Mevcut evler kiraya verilemediği için kredi taksitleri ödenemiyor. Böylece bankalar evlere el koyuyor ve ev sahibi oldum diyen aileler veya şirketler zamanla tüm varlıklarını kaybediyor.

c)      Artık Türkiye satılmıştır. Şimdi ülkedeki tüm meskenlerin sahibi bu faizli kredileri veren sömürü sermayesi oluyor. Sermaye bu sefer eski sahiplerini kendi evlerinde kiracı olarak oturtmaktadır.

d)     Türkiye bağımsızlığını kaybetmiş, Türk halkı esir bir topluluğa dönüşmüştür... Fabrikaları kapanmış, tarlaları kırlaşmış, halk işsizler ordusu olarak bir sürü hâline getirilmiştir...

 

İşte bu gidişata karşı ne yapabiliriz, buna karşı nasıl durabiliriz?

a)      Esnaf marketleri, konsinye marketleri, mala-mal marketleri ve e-marketler kurmalıyız. Böylece iç piyasamız içinde dengemizi sağlamalıyız. Üreticiden mal alıp tarımımızı ve sanayi üretimimizi sürdürmeliyiz.

b)     Çinlilerle takas/barter/mala-mal ekonomimizi kurmalıyız. Yani onlara dolarla -hattâ YTL ile- değil, mal karşılığı mallarımızı satmalıyız. Ucuz ürettiğimiz mallarla onların mallarını mübadele etmeliyiz.

c)      Halkımızın inşaat sektörünü kurup halkımıza faizsiz kredi ile evleri teslim etmeliyiz. Ucuz elde etmek için halkın ürettiği mallar ile inşaat yapmalıyız. İthalat malzemesini inşaatlarımızda kullanmamalıyız. Böylece kendi emeğimizi değerlendirmiş olacağız. Arsaları parselleyip tarla fiyatı ile inşaata şarj etmeliyiz. İşçilere ücret yerine inşaattan pay vermeliyiz. Yani evlerin pahalılaşmasına izin vermemeliyiz.

d)     En önemlisi; kredi taksitlerini ödeyemediği zaman haraç mezat evinin satılmaması için biz satın almalıyız. Taksitleri biz ödeyerek evlere ortak olmalıyız. Bunun için İstanbul’da on kadar konut-yapı kooperatifi kurup sermayenin bu saldırısına halkımızla birlikte karşı durmalıyız.

Gelecek yazılarımızda bu konularla ilgili sözleşmelerimizi eklemek istiyoruz.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-427 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-257 İstanbul, 22 Eylül 2007

 

LÂİKLİK NEDİR, NE DEĞİLDİR?

Ben halkla konuşmaya 1960’lı yıllarda başladım. O yıllardan beri İslâmiyet ile lâiklik arasında bir çatışma yoktur. İslâm düzeni lâik düzendir diye anlatmaktaydım; hâlâ da anlatıp yazıyorum...

Bugün İslâmiyet ile lâiklik arasında bir çatışma olmadığı hususunda artık Müslümanlarla anlaşmış durumdayız. Ama Müslümanlar hâlâ lâikliğin ne olduğunu bilmemektedirler, henüz tam olarak ne olduğunu anlamamışlardır. Ali Bulaç gibi bir münevver bile meselenin özünü kavrayamamıştır. Tekrar olarak kardeşlerime anlatma ihtiyacını duydum. Biliyorum, okumayacaklar ama; ne yapalım, bana söylemek ve yazmak düşer, ondan ötesi benim görevlerimin dışındadır.

1-     Önce şu bilinmelidir. İslâm yalnız din değildir; İslâm hem dindir, hem de düzendir. Tevrat yalnız düzeni içerir, İncil yalnız dini içerir. Kur’an ise hem bir din kitabıdır, hem de bir düzen kitabıdır. Çünkü Kur’an bir taraftan yalnız mü’minleri ilgilendiren hükümleri koyar, onlara emreder, onlardan ister; hattâ mü’min olmayanların o hususlardaki amellerini kabul etmez. Mesela, bir dinsiz namaz kılsa namazı makbul olmaz. Bu yönüyle İslâm lâik değildir. Diğer taraftan Kur’an düzenle ilgili hükümleri içerir. Bu hükümler yalnız mü’minlerin hükümleri değildir, tüm insanlığın hükümleridir. Mesela, domuz eti haramdır. Birisi buna inanan Müslüman veya Yahudinin domuzunu çalsa, biz ona ceza vermeyiz. Çünkü kendi şeriatlarında mal olmayan birisin malı çalınmıştır. Ama biri Hıristiyanın domuzunu çalsa kolunu keseriz, çünkü ona göre o maldır. Bundan dolayı düzen bakımından İslâm sonuna kadar lâiktir. Demek ki İslâm şeriatı yani düzeni lâiktir ama İslâm dini yani tarikatı ise lâik değildir. Ne var ki kamu göreviyle ilgilenen din değil şeriattır. O halde Kur’an’a göre düzen lâiktir ama kişi lâik değildir. Dinsizlik de bir dindir. Bu konu çok açık olduğu halde, bu konularda kalem oynatan Ali Bulaç gibi en akıllıları bile bunu söyleyemiyor.

2-     İkincisi, dinin hukuki tanımı şudur. Lâiklik demek; bir şey dinî olduğu için suç olmaktan çıkmaz, bir şey dinî olduğu için de suç oluşturmaz. Bir şey suçsa dini ise de suçtur; suç değilse dini ise de suç değildir. Başörtüsü suç ise dinî olsun olmasın suçtur; suç değilse dinî olsun olmasın suç değildir. Bir insanın düşüncelerini, kanaatini ve inancını açıklaması suç ise dini olsa da suçtur; suç değilse dinî olmasa da suç değildir. Yani, düzen dinî esaslara dayandırılarak oluşturulmaz, ilmî esaslara dayandırılarak oluşturulur. Dinler arası uzlaşma sağlanır.

3-     Dinde zorlama toktur. Herkes kendi inancını tebliğ etme, anlatma ve davet etme özgürlüğüne sahiptir. Herkes tedris etme ve yayma hakkına sahiptir. Ama hiç kimse başka birinin dinine yani inancına ve o inanca göre yapılan ameline baskı yapamaz. Kişi başını örtüyorsa, başkası aç diyemez; açıyorsa da ört diyemez. Buna zorlayamaz. Devlet zorlayamaz, halk da birbirine zorlayamaz. Devlet bu zorlamayı engelleme durumundadır. Buraya kadarını Ali Bulaç da söylüyor ama bundan sonra bir şeyi söyleyemiyor. Söyleyemediği nedir? Hukukun genel kuralı vardır. Kimseye potansiyel suçlusun diye ceza verilemez, hapsedilemez. Hukuk düzeninde kişiye suç işledikten sonra ceza verilebilir. Sen iktidar olursan bana zorla baş örttüreceksin; o halde ben şimdi sana zorla baş açtıracağım! Bu ne biçim mantıktır? Sen suçu işliyorsun, bana zorla açtırıyorsun, suçlu olmuyorsun da; ben açtırmadan ‘açtıracaksın’ diye bana nasıl baskı yaparsın? İşte bu baskı sonunda Türkiye’yi haklı olarak İran anlayış ve uygulamasına götürür. Şeriat müsade etse on sene bunları peçeli ve çarşaflı gezdiririm! Ne var ki Kur’an bu tür bir misillemeyi şiddetle yasak ettiği için biz böyle bir şey yapamayız.

4-     Nihayet, lâiklik müsbet ilmin inkârına dayanan inançları yasaklamasa bile, bu tür düşüncelere kamu alanında yer vermez. Mesela, biri dünya düzdür diye iddia etse ve bunu kendi mezhebinin inancı hâline getirse, bu inancın devlet yönetimine taşınmasına izin vermek de lâikliğin içinde vardır. Kesin ispatlanmış gerçeklerin alenen reddi küfürdür, kâfilerin yönetime katılmalarına izin verilemez. Bu zaten İslâm’da mevcut temel ilkedir. Kâfir demek, safsatalara inanmak demektir; yani bile bile gerçekleri saklamak demektir. Müsbet ilmin verilerini tesbit edecek olan da hakemlerden oluşan yargıdır. Yargı da yargı denetimindedir. Kur’an kursu yasaklanamaz. Ama müsbet ilme aykırı ise Kur’an kursu mezunlarına kamuda görev verilmez. Herkes okul açıp istediğini okutur ama diplomayı devlet verir. Resmi işleri onlar yapar.

Müslümanlar bunları öğrenmeli ve savunmalıdır. İslâm düzeni lâiktir, İslâm dini lâik değildir. Bir şey dini olmakla suç olandan çıkmaz, suç da yapmaz. Dinde zorlama yoktur. Müsbet ilme aykırı inançları taşıyan dinlerin kamu alanında söz söylemesine ve görev almasına izin verilmez.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3476 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2671 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2643 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2161 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2538 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2557 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2291 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2179 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2190 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2600 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2487 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2347 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2303 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2444 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2445 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2408 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2627 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2451 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3054 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2683 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2997 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2680 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2759 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2964 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3152 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3440 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5496 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3560 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3089 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3878 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3726 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3886 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3845 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4126 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4638 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3026 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3127 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3982 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3858 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2867 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2957 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3968 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7743 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5625 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4186 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3586 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3727 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4749 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4469 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4758 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4679 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4834 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4559 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3411 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4489 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3637 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5187 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3864 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5163 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5031 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4949 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3552 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3490 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3702 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5166 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4218 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5440 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4099 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5285 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4430 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4438 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4582 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4779 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5324 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4126 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5272 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4537 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3856 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4393 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4601 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4132 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4109 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4095 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4549 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5662 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9839 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4661 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3711 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3859 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3359 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3391 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3757 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5717 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4253 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3454 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler