HAC SÛRESİ - 10. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بِغَيْرِ حَقٍّ إِلَّا أَنْ يَقُولُوا رَبُّنَا اللَّهُ وَلَوْلَا دَفْعُ اللَّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَهُدِّمَتْ صَوَامِعُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ فِيهَا اسْمُ اللَّهِ كَثِيرًا وَلَيَنْصُرَنَّ اللَّهُ مَنْ يَنْصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ (40) الَّذِينَ إِنْ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنْكَرِ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ (41) وَإِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَثَمُودُ (42) وَقَوْمُ إِبْرَاهِيمَ وَقَوْمُ لُوطٍ (43) وَأَصْحَابُ مَدْيَنَ وَكُذِّبَ مُوسَى فَأَمْلَيْتُ لِلْكَافِرِينَ ثُمَّ أَخَذْتُهُمْ فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ (44)
***
الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ
elLaÜIyNa EüPRiCUv MiN DiYAvRıHıM (elLaÜIyna EuFGaLUv MiN FiGAvLıHıM)
“Diyarlarından ihraç olunmuş kimseler”
Zulmedilmeleri sebebiyle onlara izin verildi denmişti (39. ayet). Bir yerde eğer haksız yere zulmediliyorsa onlara yardım etme izni verilmiştir.
Suriye’de eğer haksız yere katl varsa bize izin vardır, oraya girip onlara yardım ederiz. Onları katl olunmaktan kurtarırız. Zulme uğrayacaklar sonra mukatele olunacaklardır.
Bir yönetim eğer zulüm ediyorsa oradan hicret edersiniz, orada mukateleye girişmezsiniz. Hicret etmeden savaş yoktur. Orasını terk ettikten sonra eğer savaşmazlarsa yine ses çıkarmazsınız ama sizi sizin yerinizde de bırakmazlar, saldırırlarsa size savaşmak düşer.
Diyelim ki Türkler Kürtlere zulmediyor. Türkiye’de onların isyan etme hakları yoktur. Onlar Kuzey Irak’a geçip, oranın devleti ile bir olup cepheden Türkiye’ye saldırabilirler. Savaş olur ve sonunda galip gelen, hükümran olur.
Oraya sürülmüş veya göç etmiş kimselerin Türkiye’de veya orada terör olaylarını yaşatma hakları yoktur. Kur’an terör olayının her türlüsünü nehy etmiştir. Hicret edersiniz, cephe oluşturursunuz, cephe savaşına gidersiniz. Bu meşrudur. Burada da hakemler kararı gerekir. Savaşta Doğu Anadolu’yu da alabilirsiniz. O zaman orası sizin olur.
Eğer Suriye’de veya Irak’ta kurulmuş terör örgütü varsa, onlar Türkiye’ye zarar vermeseler de bizim oraya girip terör olaylarına son verme hakkımız vardır. Hele Türkiye’ye saldırıyorlarsa, Türkiye’de terör olayları çıkarıyorlarsa, bu hak evleviyetle doğar.
Hepsinde hakem kararlarına ihtiyaç vardır.
بِغَيْرِ حَقٍّ
BiĞaYRı XaqQkın (BiFAGLI FIGLın)
“Haksız yere”
Mefhumu muhalefetle haklı olarak ihraç vardır demektir. Men olunan haksız yere ihraçtır. O halde halk isyan etmiş ve orada haksızlık yapıp kaçmışlarsa, onlara saldırılsa bile onların savaşmaya hakları yoktur.
Bu dünyanın düzeni hakemler üzerine kurulmuştur. Hakemler haksız karar verdiklerinde bile müminler o karara uyarlar, sehpaya gidip asılırlar. Hakemlerin kararı Allah’ın kararıdır. Haksız yere asıldıkları için de şehit olurlar ve cennette yücelerde yer alırlar.
İşte, dünyayı yönetmede bunlar haktır; sömüren Sermaye’nin yaptıkları değil, silahla insanları emrine alıp onlara hakem kararları olmadan dayatan değil.
Sermaye 15 Temmuz’u yapıyor, Gülen’e fatura ediyor. Ağzını açan Sermaye’ye ses çıkaramıyor, ona esir olan ve şimdiye kadar onların söylediklerini söyleyene saldırıyor.
Mukatele edilenler, yurtlarından ihraç edilenlerin savaşma hakkı vardır. Savaş iki sebeple meşrudur. Biri nefsi müdafaadır. Birisini öldürmeyi kastederseniz onun da kendisini savunma hakkı vardır. O seni öldürmeden önce sen onu öldürürsün. Biri birine “Seni öldüreceğim.” dese ve tehdit olunan tehdit edeni öldürse kısas düşer, diyeti ödenir. Diyet, savunanın gelişigüzel öldürmesini önlemek içindir. Kısastan düşmesi ise savunma hakkıdır.
İkinci savunma hakkında ise durup dururken birisinin elinden mülkünü alırsan, onun topraklarını işgal edersen onları savunma hakkı doğar. Yurtlarından haksız yere çıkarılmaları, dışarda silahlanıp cephe savaşı yapmaları meşru değildir.
Biz İstanbul’u aldık. Ne var ki İstanbul’u yağmalamadık. Özel mülkiyete asla dokunmadık. 500 sene biz böyle hükümran olduk. Bizans İmparatorları İstanbul’u koruyamamışlardır. Biz koruduk. İmparatoru biz asmadık, o intihar etti.
إِلَّا أَنْ يَقُولُوا رَبُّنَا اللَّهُ
EilLAv EaN YaQUvLUv RabBuNay elLAvHu (Ean YaFGaLUv FaGLuNav elLAvHu)
“Sadece “Rabbimiz Allah’tır” diye kavletmeleri”
Hiçbir eylem yapmıyorlar. Sadece söz söylüyorlar. Kimseye hakaret etmiyor. Onlar hakkında bile konuşmuyorlar. “Bizim Rabbimiz Allah’tır.” diyorlar. Bu söz için sürülüyorlar. “Allah onlara nasra kadirdir.” deniyor (39. ayet).
اللَّه kelimesi burada tekrar edilmiştir, zamir getirilmemiştir. Çünkü söyleyen Kur’an değil başkasıdır. Bundan önceki اللَّه lafzı ile bundan sonraki اللَّه lafzının üçü de âlemlerin Rabbi Allah’ı ifade etmektedir. Çünkü kavil değişmiştir.
Surenin başında “Rabbinize ittika edin” denmiştir. Burada ise “’Rabbimiz Allah’tır’ dedikleri için haksız yere ihraç edildiler.” deniyor. Çağımızın özelliği; Sermaye’nin insanlığı sömürmesi için devlet başkanlarının tanrılaştırılması, onlara istediğini yaptırmasıdır. Tanrılaştırabilmek için de gerçek Tanrı’ya inanmış insanlar katledilmiş ve tehcir edilmiştir.
Romalılar önce Hıristiyanlara büyük zulüm yaptılar. Sonra Hıristiyan olunca da zulmü Hıristiyan olmayanlara yaptılar. Yirminci yüzyılda dindarlara zulüm yapıldı. Şimdi de DEAŞ gibiler din adına zulüm yapıyorlar. Sermaye Dolar aşkına İslam gömleğini giydirilenlere İslam adına zulümler yaptırıyor.
Hıristiyanlıktan sonra İslamiyet geldi.
Şimdi de birinci Kur’an uygarlığı yerine ikinci Kur’an uygarlığı geliyor.
وَلَوْلَا دَفْعُ اللَّهِ النَّاسَ
Va LaV LAv DaFGu elLAvHı elNAvSa (Va LaV LAv FaGLu elLAvHı eLFaGLA)
“Allah’ın nâsı def etmesi olmasaydı”
Burada kötülerle iyiler arasında savaşla kurulan denge anlatılmaktadır.
Tarihte dünyayı tek yönetim altına alma çabasında bulunanlar olmuştur. Bunların başında Sermaye gelmektedir. Onlara göre insanlar İsrail oğullarına hizmet etmek için var edilmişlerdir. O halde Mesih gelecek, dünyayı İsrail oğullarına teslim edecektir.
Bu inanç İsa’dan önce de vardı. İsa geldi ama tatmin olmadılar. Yeni Mesih beklemeye devam ediyorlar. Yine onların ifsadı ile Hıristiyanlar da İsa’nın tekrar geleceğine inanırlar. Kimi Müslümanlar da İsa’nın ve mehdinin geleceği iddiasındadırlar.
Oysa ilahi nizam kurulmuştur. Kur’an kitap olarak yeterlidir. İçtihat ve icma müesseseleri ile insanlık artık kendi kendisini yönetecek seviyeye ulaşmıştır.
Yaşlanma dolayısıyla ilahi düzen bozulduğunda insan mikropları ortaya çıkar ve saldırırlar. Mabetleri tahrip etmeye kalkışırlar. Buna direnenler yeni uygarlığı kurar ve yollarına devam ederler. Bugünkü durum budur. İkinci Kur’an uygarlığının gelmesi için bugünkü bozulmuş düzen yıkılmalıdır. Allah böylece yeni uygarlığa alan açacaktır. Sosyalizm, komünizm, kapitalizm, nasyonalizm vs.nin görevi budur, sahayı temizlemek; üçüncü binyıl ortaklık düzeninin gelmesi için görevlerini yaptılar, hâlen de yapıyorlar.
بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ
BaGWaHuM BiBaGWın (FaGLaHuM Bi FaGLın)
“Bazılarını bazısı ile”
Kötülük ortaya çıkacak, fesat olacak, müminler ise o fesadı def edeceklerdir.
Fesat bozulmuş düzeni yıkacak, iman ise yeni uygarlığı ve yeni düzeni kuracak.
Bugünkü savaşlar budur. 500 senedir Sermaye Avrupa’ya hâkimdir. Batı kanla gelişmiştir. İslâmiyet son bin yılını yaşamıştır, şimdi yeni uygarlığı kurmak üzeredir. Yaşlanmış uygarlık kavgadadır. Onlar birbirlerini yok edecekler ve meydan Adil Düzen’e, İslam düzenine, Kur’an düzenine ve ortaklık düzenine kalacaktır.
لَهُدِّمَتْ صَوَامِعُ
La HudDiMaT ÖaVAMıGu (La FugGıLaT FaVAvGıLu)
“Savamı’ tehdim edildi”
هَدِيمkuruyup toprağa yatmış otlardır. Sülasi 2. Babdan (يَهْدِمُ -هَدَمَ)bina etmenin zıddı olarak yıkmak manasında kullanır. İnfi’al babında(يَنْهَدِمُ -اِنْهَدَمَ) ise ‘yıkılmak’ demektir.
هدم Kur’an’da 1 defa, حدب de 1 defa geçer. Toplam 2 eder.
ه boşluk, düzlük, د çevre,م enginlik demektir.
Eğer savaş olmasaydı mabetler yıkılırdı. “Mabetleri yıkarlardı” denmiyor da “Yıkılırdı” deniyor. Yıkanlar belirtilmiyor. Yıkanlar da yine insanlar olacaktı.
İnsanı irade sahibi kılmak ve onu en üstün canlı yapmak için Allah ona muhalif şeytanı var etti. İnsanlar iki takım oluyorlar. Yarış içindedirler. Kimileri yapıcı, kimileri yıkıcıdır. Yıkıcılar yapıcıları kontrol ediyorlar.
Burada Dr. Mete Bey’in şiddetle saldırdığı bir konuyu açıklamak isterim. Önce “Halef” kelimesi vardır, “Selef” kelimesinin karşılığıdır. Ebubekir Muhammed’in, Ömer Ebubekir’in. halefidir. Erdoğan Mesut Yılmaz’ın halefidir. “Halife” yetkili görevlidir. Görevlendirenin görevi devam ettiği halde onun görevini yerel olarak yüklenen kimsedir. Bir başka deyişle halefte görev devri vardır, halifede ise görevli vardır.
İnsan Allah’ın halefi değil halifesidir. Gözler Allah’ı idrak edemediği için yani insan doğrudan Allah’la konuşamadığı için Allah onunla elçiler aracılığı ile konuşur, içtihat ve icmalarla ona görev verir. Yeryüzünün yönetimini onun vasıtası ile yapar. Nasıl beynimizdeki düşüncelerimizi çenemizle ifade edersek, Allah da yeryüzündeki iradesinin bir kısmını insanla ifade eder. Çene beynin halifesidir, halefi değildir.
Biz bunları açıklamadan kelimeyi kullandım. Halef ile halife kelimesini karıştıran Dr. Mete iddiasında haklı idi. İnsan Allah’ın halefi değildir, meleklerin halefidir. Şeytan da onlarla beraber olduğu için insan meleklere ve şeytana halef olarak yaratılmıştı ama şeytanın halifesi olarak değil Allah’ın halifesi olarak yaratıldı.
Şeytanın da görevi vardır. Müminlere muhalefet edecektir. Uygarlıkların muhalifi olacaktır. İnsan ve cinden olan şeytan varlığını sürdürecektir.
صمعkökü سمع‘den dönüşmüştür.
Kur’an’da صمع1, سمع 185 defa geçer. Toplam 186 (2*3*31) eder.
صdayanıklılığı, مenginliği, ع etkiyi ifade eder.
صَوَامِع medreseler demektir.
Dayanışma ortaklığı, birisine bir musibet isabet ettiğinde ortakların hepsine birden isabet edip karşı koymalarıdır. Araplarda Kur’an’dan önce böyle bir dayanışma vardı, buna “akıle” denmiştir. Kur’an akıleyi yeniden düzenlemiş, adını değiştirmiş “evliya” demiş, ilk uygulamasını Medine Sözleşmesi ile yapmıştır.
Sonra medreseler doğmuş, sonra tekkeler doğmuş, sonunda loncalar oluşmuştur. Zamanımızda üniversiteler, ahlaki mezhepler, meslek kuruluşları ve siyasi partiler vardır.
Kur’an’da “ittika, ittiba, ibtiga ve ihtida” vardır.
-İlimde içtihat yani ihtida vardır. (اِهْتِدَاء)
-Ahlakta ittika vardır. (اِتَّقَاء)
-Siyasette ittiba vardır. (اِتِّبَاع)
-Ekonomide (amelde) ibtiga vardır. (اِبْتِغَاء)
أَحْبَارİlim adamlarını, رُهْبَانahlak adamlarını, رَبَّانِيُّونmeslek adamlarını, قِسِّيسِين siyaset adamlarını ifade eder.
صَوَامِعmedreseleri, صَلَوَات tekkeleri, بِيَعpazar yerlerini, مَسَاجِدsiyasi toplanma yerlerini ifade eder.
شِرْعَةyasaları, مِنْهَاج tarikatları, مَنْسَك meslekleri, وِجْهَة siyaseti ifade eder.
DAYANIŞMA ORTAKLIKLARI | Dayanışma Adı | Sorumlu | Merkez | Tazmin Kapsamı |
Ahlaki Dayanışma Ort. | Minhac (مِنْهَاج) | Ruhban (رُهْبَان) | Salavat (صَلَوَات) | İhmal |
İlmi Dayanışma Ort. | Şir’a (شِرْعَة) | Ahbar (أَحْبَار) | Sevami’ (صَوَامِع) | Bilgisizlik |
Mesleki Dayanışma Ort. | Mensek (مَنْسَك) | Rabban (رَبَّانِيُّونَ) | Biye’ (بِيَع) | Beceriksizlik |
Askeri Dayanışma Ort. | Viche (وِجْهَة) | Gıssis (قِسِّيسِينَ) | Mescit (مَسْجِد) | Kasıt |
Bunlar hedm olurdu.
Bugün bunlar hedm olmuştur. Halk istediğini öğrenememektedir. Bu savaşın sonunda ilimde özgürlük olacak, herkes istediği şeyleri öğrenecek ve istediği şeyleri öğretecek.
İlmin ilk merkezi Mezopotamya, ilmin piri de İbrahim’dir, ilk ilmi inkılabı o yapmıştır.
وَبِيَعٌ
Va BıYaGun (Va FıGaLun)
“Ve biye’ ”
Alışveriş merkezleridir, çarşıları ifade eder.
Bugün olduğu gibi bir çarşı düzeni değil, İslami çarşı düzeni vardır.
Çarşı bir teavün şirketinin malıdır. Buranın ortakları vardır. Dükkânların ortakları vardır. Bunlar dükkânlara değil de dükkânların kirasına ortaktırlar. Tüm çarşıdan kira payları alınır ve mülk sahiplerine payları nisbetinde bölünür. Dükkânlar ise ticaret yerleri olarak kiralanır. İşyerleri olarak kiralanır. Nakit olarak kira vermezler, her çarşının ortaklık bonosu var, tüm alışveriş onunla yapılır. Çarşının içine başka para girmez. Dört çeşit satış yeri vardır. Esnaf satış merkezleri, konsinye satış merkezleri, mala-mal satış merkezleri, sipariş satış merkezleri. Bunların tüccarları vardır, malları onlar alıp piyasada pazarlarlar.
وَصَلَوَاتٌ
Va ÖaLaVATun (Va FaGaLAvTün)
“Ve salavat”
صِلَاءGüneşte eti kurutmak için koydukları taş çukurdur. Pişirmek anlamındadır. Eğitmek, terbiye etmek anlamını da taşır. Atlar eğitilmeden koşamazlar, üzerlerine binilmez. Koşuya eğitilmiş atlara ‘yorga at’ denir.
Kur’an’da صلي25, صلو99 defa geçer. Toplam 124 (22*31) eder.
Buna göre salavatı kışla olarak belirleyebiliriz. Siyasi toplantı yerleridir. İnsanların savaşa eğitildikleri yer anlamındadır.
وَمَسَاجِدُ
Va MaSAvCiDu (Va MaFAvGıLu)
“Ve mescitler”
Mescitler namaz kılınan yerlerdir. Burada dini ibadetler yapılmaktadır. Tekkelere tekabül etmekle beraber burası diğerlerinin de merkezidir.
Daha önce وَصَلَوَات ‘ı namaz kılınan yer olarak kabul ediyordum, مَسَاجِد‘i siyasi toplanma kışlası olarak yorumluyordum. Şimdi ise وَصَلَوَات ‘ı siyasi merkez olarak görüyorum, مَسَاجِد‘i ahlaki dayanışma merkezi olarak yorumluyorum. Kesin kanaatim değildir.
Düşünün bakalım hangisi doğru.
يُذْكَرُ فِيهَا اسْمُ اللَّهِ كَثِيرًا
YuÜKaRu FIyHay iSMu elLAvHı KaÇIyRan (YuFGaLu FıYHav iSMu elLAHı KaÇİyRan)
“Onların içinde Allah’ın ismi kesir zikredilir”
Marifeye hal olarak cümle gelir. Nekreye cümle sıfat olarak gelir. Eğer bu sıfat savamı’a gelseydi ondan sonrakilerin de sıfatı olurdu. Şimdi sonuna geldiğine göre yalnız mesacidin sıfatıdır. “Allah’ı zikretmek” değil de “Allah’ın ismini zikretmek”. كَثِيرًا kaydı ile diğerlerinden daha çok denmektedir. Bu takdirde daha çok resmi kuralların geçerli olduğu bir merkez demektir.
Biz yönetimi ikiye ayırıyoruz; hukuk yönetimi ve askeri yönetim. Hukuk yönetiminde içtihat sistemi geçerli olduğu halde askeri sistemde emir komuta sistemi geçerlidir.
Yine hatırlatmış olalım;
-Hukuk düzeninde kural sistemi, askeri sistemde emir komuta sistemi;
-Hukuk sisteminde şahsi sorumluluk, askeri sistemde ortak sorumluluk;
-Hukuk sisteminde davranıştan sorumluluk, askeri sistemde sonuçtan sorumluluk;
-Hukuk sisteminde haklı olan kuvvetlidir, askeri sistemde kuvvetli olan haklıdır.
İki yönetim sistemi bu özellikleriyle birbirinden ayrılmaktadır.
Mescitlerde yani kışlalarda herkes kurallarla hareket eder. Askerlik yapanlar bilirler. Borazan çalar kalkarsınız, birlikte sofranın başına geçersiniz, komutan gelir “Afiyet olsun” der, herkes yemek yemeye başlar. Sonra borazan çalar talime çıkarsınız. Çök kalk, sağa dön sola dön. Bir borazan çalar, yemeğe borazan çalar, talime borazan çalar, yatmaya çalar.
Namaz bu askeri hayatın bir örneğidir. İşte burada Allah’ın ismi daha çokça anılan mescitlerden kastedilen budur görüşündeyim.
وَلَيَنْصُرَنَّ اللَّهُ
VaLaYANÖuRanNa elLAvHu (VaLaYafGuLanNa elLAvHu)
“Ve Allah nusret edecektir”
عَوْن de yardımdır, نُصْرَة de yardımdır.
عَوْن işlerde yardımdır, نُصْرَة ise düşmana karşı savaşta yardımdır.
Mescitleri siyasi merkez olarak aldığınızda bu ayetleri açıklamak kolaylaşıyor.
Demek ki mescitlerde عَوْن değil نُصْرَةvardır. Yani savunmada yardım vardır. O halde mescitler siyasi merkezlerdir.
Allah’ın yardım edeceği bildirilmektedir.
Viyana bozgunundan sonra hep yenildik. Ne var ki savaşlarda değil siyasette yenildik. Birinci Kur’an uygarlığı ömrünü doldurmuştu. Osmanlılar Kur’an’a döneceklerine Avrupa’ya döndüler. Cumhuriyet’te Kur’an’a cephe alındı. Bu 1960’a kadar devam etti. 1960’tan sonra tekrar İslamiyet’e dönülmeye başlandı. Bugün İslamiyet’e doğru adımlar atılmaktadır.
Bu ayetle Allah’ın yardım edeceği bildirilmektedir. Ordumuzda iki büyük değişiklik var. Biri, artık zaferler kazanmaktadır. Diğeri, artık İslamlaşmaktadır.
مَنْ يَنْصُرُهُ
MaN YaNÖuRuvHUv (MaN YaFGuLuHUv)
“Kim O’na nusret ederse”
Burada işaret edilen husus çok önemlidir. Allah’ın yardımı olursa galip geleceğiz. O halde Sermaye’nin veya silahın bizi zafere götüreceğini değil, Allah’ın nusretinin bizi zafere götüreceğini bilmemiz gerekmektedir. Kur’an’ın emrine girmeliyiz.
AK Parti veya CHP, MHP veya HDP zafer istiyorlarsa Kur’an’a dönmelidirler, Kur’an’ın bugünkü yorumlarını okumalıdırlar. Bizim söylediklerimizi kabul etmek zorunda değiller ama bizi dinlemek zorundalar.
Ben Marks’ı sosyalistlerden daha çok öğrendim ama Marksist olmadım.
Herkes her söze kulak verecek, kendi aklıyla en iyisini seçecek ve ona uyacak. İşte bu emre uyan galip gelecek ve o yaşayacak. Bu yalnız Türkler için söz konusu değildir. Sermaye ile silah bugün çatışmada. Zafer mi istiyorlar? İlahi kitaplara uymak zorundadırlar. Müsbet ilim ve Kur’an onlara yardımcı olacaktır.
إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ
EinNa elLAvHa La QaVıyYun (EinNa elLAvHa La FaGIyLun)
“Allah kavidir”
Kime Allah yardım ederse, Allah kuvvetlidir, güçlüdür, o yener.
Şimdi bu seminerleri okuyan kardeşlerimiz, baskılara boyun eğip seminerleri okumaktan vazgeçenler gitsinler, onlar Allah’tan başkasından korksunlar, Allah’tan başkasına sığınsınlar. Siz Kur’an seminerlerini takip etmeye ve onun verdiği emirleri yerine getirmeye devam edin. Zafer sizindir. Allah size nusret edeceğini vadediyor.
Allah güçlüdür diyor. Az olduğunuza zayıf olduğunuza bakmayın, siz galip gelmeyeceksiniz, âlemlerin Rabbi galip gelecektir.
1960’larda başladığımız Kur’an çalışmalarının mahsulünü görüyorsunuz. Bundan elli sene sonra da bu seminerleri takip edip ortaklık sistemini kurmak isteyenleri zafere siz götüreceksiniz. Bizi yarı yolda bırakıp gidenler şimdi bir kenara itilmiş durumda, ne olacağını bilmez durumda. Kur’an seminerlerini takip edenler ise ufukların ötesini görmektedirler.
عَزِيزٌ (40)
GaZIyZun (FaGIyLun)
“Azizdir.”
عَزِيز demek sözü dinlenir, sözü geçer demektir. Korkutarak değil, saygı duyarak sözünü dinleten kimse demektir.
Kur’an’ın bir özelliği vardır. Onu anlamak zordur. Çünkü üzerinde çalışmak gerekir. Kur’an’ı anlamaya çalıştığınız takdirde onu anlarsınız. Ondan sonra da o sizi emri altına alır ve dinletir.
Ne kalabalık cemaatlerin peşinde koşun ne servetin peşinde koşun ne de silaha ve siyasi güce güvenin. Siz ilmin peşinde koşun. Kur’an’ı anlamaya çalışın. Göreceksiniz, başaracaksınız. Kur’an bunu açıkça vadediyor.
YORUM
Hac Suresi Mekke’nin fethinden sonra nazil olmuştur. Çünkü “Bütün insanlar sana gelsinler.” diyor. Bakara Suresi’nde hacda kıblenin Mekke olması anlatılıyor. O halde orada fethe doğru atılan adımlar vardır. Burada ise Mekke fethedildikten sonra haccın statüsü belirtiliyor.
Bugünkü durumumuzda henüz Mekke hakkında uygulama yapma gücümüz mevcut değildir. Bugün bizim işimiz Kur’an’ı çağımızın ilimleri ile yorumlamak ve insanlığa bir ‘ortaklık işletmesi örneğini’ vermektir.
Sizleri Yalova Ar-Ge Ortaklığımıza katılmaya davet ediyorum.
Biz karşılıksız bir şey istemiyoruz. Sadece sizden küçük katkılarla ortak olmanızı istiyoruz. Sizden oy istemiyoruz. Sizden yardım istemiyoruz. Ortak olmanızı istiyoruz. Bize nakit verip katılın da demiyoruz. Bize ortak olacaksınız. Ortaklığınızı biz yönetmeyeceğiz. Ortaklığınızı siz yöneteceksiniz. Siz bize ortak olmayacaksınız, biz size ortak olacağız. Biz sizden ortaklık payı alacağız, biz size ortaklık payı vermeyeceğiz.
Yurtlarından ihraç edilen milyonlarca insan ülkemizdedir. Onlara iş vermeliyiz. Onları barındırmalıyız. Bunun için küçük küçük katkılarınızla oluşturacağımız işletmelerde hem sizlere kazandıracak hem de bize hicret edenleri barındırma yani ensar olma ve mahmud makamı ihraz etme imkânına kavuşmuş olacağız.
Bu satırları siz okurken seçim (31 Mart 2019 Seçimi) bitmiş olacaktır.
Bundan sonraki yorumlarda Allah’ın ihsanı ile gelecek yıllar için neler yapmamız gerektiği hususunda yazmış olacağım inşallah...
Biz bir şey yapmayacağız.
Biz sadece Allah’ın bize emrettiğini yapacağız.
Allah bize nasıl emreder?
İçtihadımızla emreder. Kur’an’ı yorumlar, içtihat yaparsak Allah bize ne yapacağımızı bildirir. Onu yapma imkânını da verir.
Biz içtihadımızı yapar da hata yaparsak veya biz içtihad ettiğimiz bunu yapmamız gerekir derken Allah onu yapmaya imkân vermezse, onu yapmayın demektir. Üzerinde düşünün ve ne yapacağınıza yeni içtihatla karar verin.
Müçtehit Yetişme Merkezi’ni kurduk. Girişimler yaptık. Katılanlar sadece günlerini doldurdular. İçtihat yaptık ve konumuzu değiştirdik.
On bin ortaklı Ar-Ge merkezini kurduk. Orada çalışanlardan müçtehitler yetişecektir. Şimdilik ahşap evler üretmek, seralar yapmak, arıcılık, kömür, sırık benzeri yan ürünleri üretme denemeleri yapmak üzere Müçtehit Yetişme Merkezi’ne hazırlık yapıyoruz.
Elli senelik çalışmalarımız göstermiştir ki makroyu ele geçirmek sonuç vermiyor. Yararları olmasa bile zararları yoktur. Hevesliler siyaset yapsınlar. Hevesli olanlar zenginlik peşinde koşsunlar. Biz ise Adil Düzen’in peşinde koşmalıyız, Kur’an düzeninin peşinde koşmalıyız. Ortaklık düzeni üzerinde çalışmalar yapmalıyız. İslam düzenini (barış düzenini) getirmek için uğraşmalıyız.
Öz Türkçe ile:
“(Onlar) sadece “Yetiştiricimiz Allah’tır.” dediler diye yurtlarından boş yere çıkarılanlardır. Allah’ın eli kimini kimiyle savması olmasaydı okullar, satış yerleri, tapınaklar ve Allah’ın adının çokça anıldığı kışlalar çökerdi. Allah, kim O’na yardım ederse ona yardım edecektir. Allah güçlüdür, sözü dinlenendir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“(Onlar) sadece “Rabbimiz Allah’tır.” diye kavl ettikleri için hakkın gayrısı ile diyarlarından ihraç edilenlerdir. Allah’ın bazısını bazısı ile def’ etmesi olmasaydı sevami’, biye’, salavat ve Allah’ın isminin kesiren zikredildiği mesacid tehdim edilecekti. Allah kim O’na nusret ederse ona nusret edecektir. Allah kavidir, azizdir.”
elLaÜIyNa EüPRiCUv MiN DiYAvRıHıM BiĞaYRı XaqQkın EilLAv EaN YaQUvLUv RabBuNay elLAvHu Va LaV LAv DaFGu elLAvHı elNAvSa BaGWaHuM BiBaGWın LaHudDiMaT ÖaVAMıGu Va BıYaGun Va ÖaLaVAvTun Va MaSAvCiDu YuÜKaRu FIyHay iSMu elLAvHı KaÇIyRan Va LaYaNÖuRanNa elLAvHu MaN YaNÖuRuHUv EinNa elLAvHa La QaVıyYun GaZIyZun
الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بِغَيْرِ حَقٍّ إِلَّا أَنْ يَقُولُوا رَبُّنَا اللَّهُ وَلَوْلَا دَفْعُ اللَّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَهُدِّمَتْ صَوَامِعُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ فِيهَا اسْمُ اللَّهِ كَثِيرًا وَلَيَنْصُرَنَّ اللَّهُ مَنْ يَنْصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ (40)
***
الَّذِينَ
ElLaÜIyNa
“Kimseler”
Buradaki الَّذِينَ yukarıda geçen الَّذِينَ’nin bedelidir. Orada “ihraç edilenler” denmişti, “Allah onlara nusret eder” denmişti. Şimdi “onlar öyle kimselerdir ki” diyerek onların durumlarını anlatmaktadır. Bundan sonraki cümleyi الَّذِينَ‘nin haberi olarak görebiliriz. Yahut haber mahzuftur. Ondan sonra gelen şart cümlesi mahzuf olan kimselerin hallerini anlatmaktadır. Vasıf da olabilir.
Önceki ayette anlatılanlar bugün olmuş olanlardır, olmakta olanlardır. Allah bize nusret etmelidir. Bugün de etmektedir. Bu ayet ise bundan sonra olacakları anlatmaktadır.
Allah bize nusret etti.
Biz iktidar olmadık mı?
Hayır, bize nusret etti ama biz iktidarda olmadık. Erbakan’a “Uygulayalım” dedim. “Bizim planımız var ama projemiz yok” dedi. Şimdi Bünyamin Demir de öyle söylüyor; “Ben bilmiyorum ki onlara anlatayım” diyor. Demek ki onun da Erbakan gibi uygulamaya niyeti yok. Erbakan Adil Düzen’i anlattı ama projemiz yok deyip cari sistemde başbakanlığa kalkıştı ama bir yıl sürmedi. Erdoğan ve AK Parti zaten Adil Düzen’i baştan reddetti.
O halde Adil Düzen uygulanmadı. Makroda uygulanmadı. Mikroda Akevler’de de uygulayamadık. Adil Düzen’e göre bir işletme kuramadık. Bu seminerler ve Yalova Ar-Ge çalışmaları Adil Düzen’e göre bir işletme kurma çabasıdır. 10 bin ortaklı ortaklığı bunun için kuruyoruz. On bin ortağı henüz bulmuş değiliz. Bulacağımız da kuşkulu ama Ar-Ge çalışmamız için gerekli imkânları Allah veriyor ve devam ediyoruz.
إِنْ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ
EiN MakKanNAvHuM Fıy eLEaRWı (EiN FagGaLNaHuM Fiy eLFaGLI)
“Onları arzda temkin edersek”
Burada cümle إِذَا ile değil de إِنْ ile başlamaktadır. O halde Allah’ın nusret ettiği ve onlara yaşama imkânını verdiği kimseler her zaman iktidar olmayacaklardır. Kimileri yayılırlar varlıklarını sürdürürler ama iktidar olamazlar, kimileri ise varlıklarını sürdürürler iktidar olurlar. Örnek olarak ilk Hıristiyanlar iktidar olmamışlardır ama ilk Kur’an ehli iktidar olmuştur. Şiiler Humeyni’ye kadar iktidar olamamışlar ama Sünniler iktidar olmuşlardır. Ondan dolayı إِذَاdeğil de إِنْ gelmiştir.
Bugün Akevler’e Allah yardım etmektedir. Kur’an’ı tedris etmektedirler. Uygulamaya çalışmaktadırlar. Adil Düzen işletmesini kuracaklardır ama onlara şu vaat edilmiyor. Siz iktidara geleceksiniz, Adil Düzen yönetimini kuracaksınız diye bir vaat yoktur. Bu seminerleri okuyanların ve Ar-Ge çalışmamıza ortak olacakların şunu iyi bilmeleri gerekir ki, Akevler’in iktidar olup düzeni değiştirme görevi yoktur. Partiyi kuracağız ama iktidar olmak için değil, Kur’an düzenini anlatabilmek için kuracağız. Bir de ortak bulabilmemiz için kuracağız.
İktidar olup makroda Adil Düzen getirme işi ise sonraki iştir. Semt Kooperatifleri yaygınlaşır her köyde ve her sokakta semt kooperatifi kurulursa, sonra semt kooperatifleri dünyaya yayılırsa, o zaman Allah makro düzenini değiştirme görevini birisine verecektir. Onlar değiştirecektir. Belli olmaz, bu AK Parti olabilir. Yahut HDP olur. Onu O bilir.
“Temkin etmek” yerleştirmek anlamından çok güçlü kılmak, imkânlar vermek demektir. Yani bir gün birileri Kur’an seminerlerine devam edenlerden birilerine imkân verir, onları iktidar eder veya iktidarda olanlar Kur’an seminerlerini takibe başlarlar.
Buradaki الْأَرْضِTürkiye olabilir. Önce Türkiye’de veya İran’da veya Rusya’da yahut Almanya’da olabilir. Sonra tüm dünya devletleri onun hak yoluna katılırlar. Yahut Sermaye Kur’an seminerlerine başlar ve o iktidar sahibi olur. Yahut ABD, Çin, AB, Rusya, Hindistan Kur’an düzenini kabul eder. Bunu bilemiyoruz ama bir şeyi kesin olarak biliyoruz, Kur’an düzeni hâkim olacak.
Bizim görevimiz Semt Kooperatifleri kurup yaygınlaştırmaktır. Sonrası bize değil O’na aittir. Medhal bunu kavrayamadı. Güngören’de mevcut düzen içinde iş yapacağını sanıyor. Oysa mevcut düzene hiç dokunmadan semt kooperatiflerini seçim beyannamesinde açıkça belirtmeli. Bir kişi de olsa mikroda çalışmalara yönelmeli idiler. Bu bize ders olmalı geçici heveslere karışmamalıyız. Görevimiz olmayan işlere burnumuzu sokmamalıyız. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulguru da kaybederiz.
أَقَامُوا الصَّلَاةَ
EaQAv Muv elÖaLAvTa (EaFGıLuv eLFaGaLAvTa)
“Salatı ikame ederler”
İktidarın görevi silahlı güçleri oluşturmak olacaktır. Bucaklarda Cuma namazı kılınacak. Bucağın ilk savunmasını bucak halkı yapacaktır. İllerde zabıta ortaklığı oluşacak, il güvenliğini onlar sağlayacak. Ülkede savunma orduları teşkil edilecek, ülke savunmalarını onlar yapacaklardır. Müminler nöbetleşe ordu oluştururlar. Namaz müessesesi İslam devletinin askeri örgütüdür.
وَآتَوُا الزَّكَاةَ
Va EAvTuv elÜaKAvTa (VaEaFGaLuv eLFaGaLaTa)
“Ve zekâtı ita ederler”
Zekât kamu bütçesidir. Kamu işletmelere ortak olur. Onların güvenliğini sağlar. Aldığı toprak payı ile kamu işlerini yürütür. Çalışmayanlara, çalışamayanlara paylarını dağıtır. Demek ki devlet iki güçten oluşur. Kamu güveni ve kamu düzeni.
وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ
Va EaMaRUv Bi eLMaGRUvFi (Va FaGaLUv Bi eLMaGRUvFi)
“Ve marufu emrederler”
İktidarın görevi semtlerde üretilen ürünleri semtler arasına taşıma ve dağıtmadır. Bunun için gerekli altyapıyı ve güvenliği sağlamadır. Marufu emredecek. Maruf, icma ile sabit olan ve yapılması gereken vecibelerdir. Vecibeleri yerine getirmeyenlere gerekli uygulamalar yapılmalıdır. Bu uygulamaların çoğu kamu imkânlarından mahrumiyettir. Zekâtı verilmeyen malları devlet korumaz. Kurallara uymayanların verdikleri zararları dayanışma ödemez.
الْمَعْرُوفِ marife olarak gelmiştir. Sınırlı ve belirlenmiş olacaktır.
Kim belirleyecektir?
Hilafet kuralı burada ortaya çıkmaktadır.
Marufu kim ortaya koyacaktır?
İnsan kendisi ortaya koyacaktır. İçtihat ve icma bu kuralları Allah adına ortaya koyar. Şeriat koyma, emretme ve nehy etme yetkisi Allah’a aittir. Şeriatı O koyar. Allah bunu kendisi koyar, bizim onu değiştirme imkânımız olamaz ama o kuralları ortaya çıkarma yetkisini bize verdi. Bundan dolayı insan Allah’ın halifesidir.
وَنَهَوْا عَنِ الْمُنْكَرِ
Va NaHUv GaNı eLMunKaRi (Va FaGaLUv GaNı elMuFGaLı)
“Ve münkerden nehy ederler”
الْمُنْكَر kelimesi الْمَعْرُوفkarşılığı kullanılmıştır. Yapılmasında icma edilenler maruftur. Hatta şunu söyleyebiliriz. Herkes kendi içtihadı ile hareket edecektir. İçtihadı ile hareket etmez de bundan dolayı zarar doğarsa onu tazmin eder.
O halde maruf tüm şeriattır ve şeriat topluluğun onu bilmesi ile doğar. Beş vakit namaz bu marufun öğrenilmesi içindir. Çocuklar beşikten başlar ve mezara kadar marufu öğrenirler. Her namaz onlara maruftan bir şeyler hatırlatır.
مُنْكَرise yapılması meşru olmayan şeylerdir.
Bir şeyi düzen haline getirmek için önce onun eğitimini vermek, maruf hale getirmek gerekir. Eğitimini yapmadan, halka neyin yasak olduğunu öğretmeden ona cezalar uygulamak yanlıştır. Her gün kanun değiştirtme, halk daha onu duymadan yenisini getirme münkerdir. Münkerden nehy ederler. Bilinmiş olma her yerde şarttır. Projesi olan işler maruftur. Projesiz olan işler münkerdir.
وَلِلَّهِ
Va Lı elLAvHı
“Ve Allah’ındır”
Merkezde kamunun yapacağı işleri belirterek ilerde semt kooperatifleri kurulduktan sonra oluşacak iktidar hususunda bize bilgi vermektedir.
وَharfi ile atfediyor.
Sonuç Allah’a aittir demektedir. Bunun manası şudur; biz davranışlardan sorumluyuz, sonuçtan sorumlu değiliz. Planlı projeli çalışma budur.
Bir işçiye, bir ustaya proje verirsiniz. Parçayı projeye göre üretir. O ondan sorumludur. Kontrolör parçanın projeye uygun olup olmadığını kontrol eder. Eğer uygunsa kabul eder. Üreticinin görevi projeye göre üretilmesini sağlamadır. Sonunda parçalar bir araya gelir ve makine montaj edilir. Herkes projeye göre iş yapmıştır. Makine ya çalışır ya çalışmaz. Çalışmazsa artık kimse sorumlu değildir. Hata projededir demektir.
İşte, içtihatlı çalışma budur.
Batı bugünkü uygarlığına Müslümanlardan aldığı içtihat sistemi ile ulaştı. Ne var ki tekelleşmeye başlayınca içtihat sistemi de terk edildi. Bugünkü sıkıntı buradadır.
عَاقِبَةُ الْأُمُورِ (41)
GAvQıBaTu eLEuMUvRı (FavGıLaTu eLFuGuvLı)
“Emirlerin akıbeti”
Yani sonuçtan kişiler sorumlu değildir. Kişiler projeye göre üretim yapmakla, fıkha göre davranmakla, kanunlara uymakla görevlidirler. Varılan sonuçlardan sorumlu değildirler.
Hukuk düzeninde bu böyledir. Projeler yapılır. Fıkıh üretilir. Sözleşmeler yapılır. Sonra uygulanır. Uygulayanlar projeye uyarlar. Sonuç elde edilmişse proje uygundur, fıkıh uygundur demektir, devam edilir. Sonuç elde edilemezse yeni proje yapılır. Böylece projede tekâmül olur. Uygulamada tekâmül olur. Uygarlaşma olur.
Henüz içtihatla amel etmeye ulaşamamış topluluklar, iş yapanlar, projeyi değiştirirler, projeye uymayan iş yaparlar. Sonuç elde edilmediği zaman usta suçlu olur. Proje gelişmez. İşler gelişmez. Ülkemizin kısır döngüsü buradadır. El yordamı ile işler yapılmaktadır.
Yalova’daki Ar-Ge çalışmalarımız buna bir örnek elde etme çabasıdır.
Elli senedir Akevler bunu yapmaya çalışmaktadır. Projeli çalışma örneği henüz verilememiştir. Akevler’in başarısızlığı buradadır.
YORUM
Ayet bize aynı zamanda ne zaman iktidara talip olacağımızı öğretmektedir. Eğer çağımızın fıkhını oluşturursak kendi işletmelerimizde içtihadımızla oluşmuş sözleşmeleri uygular hale gelirsek, o zaman iktidara talip olabiliriz.
Bir sözleşme yazıyoruz. Altını imzalıyoruz. Ertesi gün unutuyoruz. Çünkü imzalayanlar anlamadan imzalıyor. Anlayan da uygulayamadığı için unutup gidiyor.
Bunun için önce müminler bir araya gelmeli ve ortaklık düzeninin fıkhını oluşturmalıdırlar. Yetmez; bu fıkhı geliştirecek kadro oluşmalıdır. Yetmez; bu fıkha göre yapılacak projeler oluşmalıdır. Bu projeleri uygulayacak kadrolar oluşmalıdır. Ondan sonra projeli çalışmaya başlamış oluruz.
Ne var ki bu kadronun yetişmesi ve bu fıkhın oluşması için bizim Ar-Ge çalışmasını yapmamız gerekmektedir. Birinci Akevler uygulaması bunu yaptı. Hiçbir yerden bir yardım almadan hazırlandı. Bunlar da tüm insanlığa “Adil Düzen” olarak duyuruldu. Örnek uygulama yapamadık ama teorisi tam olarak oluşmaya başladı. Şimdi o uygulamayı yapma çabasındayız.
Elli sene içinde Kur’an yorumlandı. Ruhu’l-Kur’an ortaya kondu. 1000 kadar seminer yapıldı. Şimdi görevimiz bir Adil Düzen uygulama işletmesini insanlığa göstermedir. Semt kooperatifini kuracağız. Projeli üretime geçeceğiz. 50 senedir başaramadığımız bir şeyi başaracaksınız. Ondan sonra iktidar içtihatlarına geçeceksiniz, işte o zaman partilere girebilirsiniz. Ondan sonra partiler kurabilirsiniz. Şimdi iktidara talip olmanız eriyip gitmenizdir, işe yaramadan mefluç hale gelmenizdir.
Ortaklık düzenine göre kuracağınız işletme sizi zengin edecektir, sizi galip getirecektir. İktidar olamayacaksınız ama krizler size dokunamayacaktır.
İnsanlığın durumu çok kötüdür, çok ağlama az gülme zamanıdır.
Buraya kadar devlet aşamasına nasıl gelindiğini anlattı. Devlet aşamasına girerken karşılaşılan durumu anlattı. Önce semt kooperatifleri kurulacak, sonra özel görevliler iktidar olacak, makro düzenini oluşturacaklardır. Bizim görevimiz iktidarın yapacağı işler değildir.
Sure devam etmektedir, nelerle karşılaşacağımızı anlatacaktır.
Öz Türkçe ile:
“(Onlar), eğer onlara yerde genişlik vermişsek toplantılar yapar, vergilerini verir, töreleri emreder, yasaklardan alıkoyarlardı. İşlerin sonu Allah’ındır.
Kur’an kelimeleri ile:
“(Onlar), eğer onları arzda temkin edersek onlar salatı ikame eder, zekâtı ita eder, marufu emreder, münkerden nehy eder. Umurun akıbeti Allah’ındır.”
ElLaÜIyNa EiN MakKanNAvHuM Fıy eLEaERWı EaQAvMuv elÖaLAvTa Va EAvTuv elÜaKAvTa Va EaMaRUv Bi eLMaGRUvFi Va NaHUv GaNı eLMunKaRi Va Lı elLAvHı GAvQıBaTu eLEuMUvRı
الَّذِينَ إِنْ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوابِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنْكَرِ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ (41)
***
وَإِنْ يُكَذِّبُوكَ
Va Ein YüKaüÜiBUvKa (Va EiN YuFagGıLUvKa)
“Ve eğer seni tekzib ederlerse”
İnsanlık Âdem’le başlar. Bundan 60 bin yıl önce ortaya çıkmıştır. Bundan 5 bin yıl öncesine kadar insanlık kişi yönetimi ile yönetildi. Kabile başkanları kabile fertlerine mutlak hâkimdi, o sözlü kurallar koyar ve herkes ona uyardı.
M.Ö. 5000 senelerinde Mezopotamya’da Nuh Kavmi uygarlaşmaya başladı. Kuzeyden gelen kavim olan Sümerler Fırat ve Dicle vadilerini işgal ettiler ve yerlilerle kaynaşarak ilk uygarlığı kurdular. Uygarlığın şeriatını tedvin eden Nuh Peygamber’dir. Kişi yönetiminden kural yönetimine geçilmiştir. Kişi yönetiminden kural yönetimine birden geçilmedi. Tedrici surette uygarlaşa uygarlaşa ancak beş bin sene sonra gelecek duruma gelindi ama hala kural yönetimi tam olarak çalışmıyor. Ancak sona ermektedir.
Buradaki كَ harfi son nebiye, Kur’an resulüne gitmektedir. Çünkü o da tekzip edildi. Bununla beraber bugünkü durum da dile gelmektedir. Bugün bizi tekzip edemiyorlar. Sadece kulak vermiyorlar. Bizi muhatap almıyorlar. Arkadaşlarımız, hatta Adil Düzen çalışanları bile bizden ve bizim çalışmalarımızdan bahsetmiyorlar. Bu da bir türlü tekziptir.
فَقَدْ كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ
FasQaD KaüÜBaT QaBLaHuM (FasQaD FagGaLaT QaBLaHuM)
“Onlardan önce de tekzib etmişti”
Burada قَبْلِهِمْ مِنْ demeyip قَبْلَهُمْ denmiş olması bunların tekzibinin onların tekzibiyle aynı olduğunu belirtmek içindir. Hepsi aynı usul içindedirler.
Sonra ne oldu?
Tekzib edenler yerlerini yeni tekzibcilere bırakıp kendilerinin nesilleri yok oldu.
قَوْمُ نُوحٍ
QaVMu NUvXıN (FaGGu FuGLin)
“Nuh’un kavmi”
İlk uygarlaşan kavimdir. İlk çivi yazısını kullanan topluluktur. Çivi yazısı gelişmiş bir yazıdır. Şekil yazısından daha ileridedir. Halkın yazısıdır. Mısır’da şekil yazısı gelişmiştir. Ancak saray yazısıdır, halkın yazısı değildir. Çivi yazısı halkın yazısıdır.
وَعَادٌ
Va GavDun
“Ve Âd (kavmi)”
Nuh kavmine atfedilmektedir. Uygarlaşan topluluk helak olmuş yeni topluluk oluşmuştur. Birinci ve ikinci Akadlar tarihle sabittir. Kur’an’da Ademoğulları demekle bunu teyit etmektedir.
وَثَمُودُ (42)
Va ÇaMuDu
“Ve Semud (kavmi).”
Uygarlık Mezopotamya’da doğmuştur. Gelişe gelişe bugünkü duruma ulaşmıştır. Teknoloji bakımından Kur’an’ın uygulanmasına imkân veren seviyeye ulaşılmıştır ama fıkıh bakımından Batı henüz bin beş yüz sene öncesini yaşamaktadır.
YORUM
Mezopotamya uygarlığı kavmi uygarlıktır. Mısır uygarlığı Mezopotamya uygarlığından 500 sene sonra doğmuştur. Musa’ya gelinceye kadar kişi yönetimi yoktur ama kişilerin koyduğu kurallar vardır. Musa’ya ise kitap gelmiş ve kuralları kişiler değil Allah doğrudan gönderdiği kitapla bildirmiştir.
Öz Türkçe ile:
“Ve seni yanlışlıyorlarsa, onlardan önce Nuh ulusu, Âd ve Semud da yanlışlamıştı.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve eğer seni tekzib ediyorlarsa, onlardan önce Nuh’un kavmi, Âd ve Semud da tekzib etmişti.”
Va EiN YüKaüÜiBUvKa FasQaD KaüÜaBaT QaBLaHıuM QaVMu NUvXıN Va GavDun Va ÇaMuDu
وَإِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَثَمُودُ (42)
***
وَقَوْمُ إِبْرَاهِيمَ
Va QaVMu EiBRAvHIyMa (Va FaGLu EiFGAvLIyLa)
“Ve İbrahim’in kavmi”
Nuh kavmine atfen İbrahim kavminden bahsetmiştir. İbrahim, Nuh kavminden değildir, Âd ve Semud’dan da değildir. Babası Azer oraya sonradan göçmen olarak gelen Azerilerdendir.
وَقَوْمُ لُوطٍ (43)
Va QaVMu LUvOın (Va FaGLu FıuGLin)
“Ve Lut’un kavmi de”
Lut, İbrahim’in yakınıdır ama burada ayrı kavme mensup olduğunu ifade etmektedir. Bunun anlamı şudur. Kavmiyet ırka dayanmamaktadır. Kur’an’ın ulus anlayışı irfan birliğidir, soy birliği değildir.
YORUM
Uygarlıklar böyle doğar. Peygamber gelir, davete başlar, yanında müminler toplanır. Karşı cephe oluşur ve bunlar arasında cihad veya cidal sonunda gelen vahiy anlaşılır ve böylece uygarlıkta ilerleme olur.
Kur’an şimdi bunu bize bildirmektedir. Tekzib edilmeyen peygamber yoktur. قَبْلَهُمْ denmekle bunu ifade etmektedir.
Öz Türkçe ile:
“Ve İbrahim’in ulusu ve Lut’un ulusu”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve İbrahim’in kavmi ve Lut’un kavmi”
Va QaVMı EiBRAvHIyMa Va QVMı LUvOın
وَقَوْمُ إِبْرَاهِيمَ وَقَوْمُ لُوطٍ (43)
***
وَأَصْحَابُ مَدْيَنَ
Va EaÖXAvBu MaDYaNa (Va EFGALı MaFGaLa)
“Ve Medyen ashabı”
“Şuayb’ın kavmi” demiyor, “Medyen ehli” demiyor, “Medyen ashabı” diyor.
صَحَابَة demek arkadaşlık demektir. “Ehli” dendiği zaman orada devamlı ikamet etmiş halk demektir. أَصْحَاب ise yerli halktan değil de muhacirlerden oluşan topluluklardır. Bundan dolayı kent adıyla söylenmiştir.
Burada iki kavmin adını zikretti, üç kavmi peygamberle zikretti, birine أَصْحَابdedi. Değişik topluluk şekillerine işaret etti. Ayet olarak onlardan ayırdı.
Kabile yönetimlerinden kent yönetimine geçiliyordu.
مُوسَىوَكُذِّبَ
Va KuüÜiBa MUvSAv (Va FugGıLa FUyGLay)
“Ve Musa tekzib edildi”
Musa kavmine gelmişti ve kavmi tarafından tekzib edilmedi, Firavun tarafından tekzib edildi. Biz de şimdi asrın firavunu Sermaye tarafından tekzib edilmekteyiz.
Sermaye mağlup olacak ve Kur’an düzeni gelecektir.
فَأَمْلَيْتُ لِلْكَافِرِينَ
Fa EaMLaYTu LiLKaFiRIyNa (Fa EMLaYTu LiLFAvGıLIyNa)
“Kâfirlere imla ettim”
ملو, ملء, مللbenzer mana taşıyan köklerdir. İçi dolu çuval demektir.
مللimzalamak anlamında kullanılmaktadır. ملوKur’an’da mühlet manasında kullanılmaktadır. Uzaklık anlamına gelmektedir. مُهْل küllenmiş közdür. Küllenmeye benzetilerek mühlet, erteleme anlamı kazanmıştır. Batı dillerinde mola olarak geçmektedir.
Mühlet de dinlenmek üzere verilen imkândır. İmla ise cezasını ertelemek üzere verilen ertelemedir. Kâfirlere küfürlerine devam etsinler diye mühlet verilir. Bir maç ne kadar berabere biterse o kadar değerlidir. Kâfirlere verilen mühlet zaferin kıymetli olmasından ileri gelir. Güçlü rakibi yenmek gücü gösterir. Allah kâfirlere zaman vermekte, maçı uzatmaktadır.
Ortaklık düzenini getirenlerin ne kadar iyi şeyler getirdikleri bilinsin, zayıf bir kadronun gücü nasıl tepetaklak edeceği görünsün istenmektedir.
ثُمَّ أَخَذْتُهُمْ
ÇümMa EaPaÜTuHuM (ÇümMa FaGaLTuHuM)
“Sonra onları ahzettim”
Mühlet verdim, mühletin sonunda hemen ahzettim anlamı olsaydı فَ getirilirdi. Mühletten sonra inkılap başlayacak, müminler iktidar olacak ama onlar yine de helak olmayacaklardır. Akıllanıp yeni düzene tabi olmaları için de bir ara verilecektir. Mühlet zamanında onlara bir şey olmayacak. Adil Düzen gelinceye kadar ara zaman geçecektir. Katılanlar olursa yine de kurtulacaklardır. İnatlarında ısrar ederlerse helak edileceklerdir.
فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ (44)
FaKaYFA KAvNa NaKIyRıy (Fa KayFa KAvNa FaGIOyLıy)
“Nekirim nasıl oldu?”
Nekir ahzdır, bilinmeyen beklenmeyendir. Allah’ın azabı beklenmedik anda, bilinmeyen taraftan gelir. Bunun anlamı şudur. Bize karşı gelenler ya bize ister istemez katılacak ya da helak olacaklardır ama onları biz değil Allah imana getirecek veya helak olacaklardır.
“Ahzettim” (أَخَذْتُ) diyor, “ahzettik” (أَخَذْنَا) demiyor.
نَكِيرُنَا denmiyor, نَكِيرِ diyor. كَيْفَile geliyor.
YORUM
Bin yılda bir olan uygarlık inkılabı başlamıştır. Adil Düzen ile dünyaya tebliğ ulaşmıştır. İşçilik dönemi bitecek, ortaklık dönemi başlayacaktır. Bunun nasıl ve ne zaman olacağı, kimlerin hangi cephede yer alacağı hususları ise belli değildir. O’na aittir. Bize düşen Allah’ın bize yüklediği görevi yerine getirmedir.
Öz Türkçe ile:
“Ve Medyen arkadaşları da ve Musa da yanlışlandı. Kapatanlara aralık verdim sonra onları aldım. Tanımamam nasıl oldu?”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve Medyen ashabına da. Musa da tekzib edildi. Kâfirleri imla ettim. Sonra onları ahzettim. Nekirim nasıl oldu?”
Va EaÖXAvBu MaDYaNa Va KuüÜiBa MUvSAv EaMLaYTu LiLKaFiRIyNa ÇümMa EaPaÜTuHuM FaKaYFA KAvNa NaKıRıy
وَأَصْحَابُ مَدْيَنَ وَكُذِّبَ مُوسَى فَأَمْلَيْتُ لِلْكَافِرِينَ ثُمَّ أَخَذْتُهُمْ فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ (44)
İstanbul; 06 Nisan 2019
SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL
resatnurierol@gmail.com
www.akevler.org (0532) 246 68 92