Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 435
BAKARA SÛRESİ 282(1).-AYETLER TEFSİRİ
24.11.2007
1183 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN 435

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/ AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi                             24 Kasım 2007                         Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 435. SEMİNER

“HİÇ BİLENLERLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (Kur’an; Zümer Sûresi, 39/9)

“İLİM TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ

ADİL DÜZENE GEÇİŞTE KARAR

KARAR ŞEKLİ

ÇÖZÜM BEKLEYEN ANA SORUNLAR

***

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 97. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا تَدَايَنتُمْ بِدَيْنٍ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى فَاكْتُبُوهُ وَلْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِ وَلاَ يَأْبَ كَاتِبٌ أَنْ يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللَّهُ فَلْيَكْتُبْ وَلْيُمْلِلْ الَّذِي عَلَيْهِ الْحَقُّ وَلْيَتَّقِ اللَّهَ رَبَّهُ وَلاَ يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْئًا فَإِنْ كَانَ الَّذِي عَلَيْهِ الْحَقُّ سَفِيهًا أَوْ ضَعِيفًا أَوْ لاَ يَسْتَطِيعُ أَنْ يُمِلَّ هُوَ فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِ وَاسْتَشْهِدُوا شَهِيدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْ فَإِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَأَتَانِ مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنْ الشُّهَدَاءِ أَنْ تَضِلَّ إِحْدَاهُمَا فَتُذَكِّرَ إِحْدَاهُمَا الْأُخْرَى وَلاَ يَأْبَ الشُّهَدَاءُ إِذَا مَا دُعُوا وَلاَ تَسْأَمُوا أَنْ تَكْتُبُوهُ صَغِيرًا أَوْ كَبِيرًا إِلَى أَجَلِهِ ذَلِكُمْ أَقْسَطُ عِنْدَ اللَّهِ وَأَقْوَمُ لِلشَّهَادَةِ وَأَدْنَى أَلاَّ تَرْتَابُوا إِلاَّ أَنْ تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً تُدِيرُونَهَا بَيْنَكُمْ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَلاَّ تَكْتُبُوهَا وَأَشْهِدُوا إِذَا تَبَايَعْتُمْ وَلاَ يُضَارَّ كَاتِبٌ وَلاَ شَهِيدٌ وَإِنْ تَفْعَلُوا فَإِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَيُعَلِّمُكُمْ اللَّهُ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ (282)

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا (YAv EayYuHav elLAÖIyNa EaMaNUv)

“Ey iman etmiş olan kimseler.”

“Ey iman etmiş olanlar” if’al bâbından gelmiş olabilir. O takdirde “Emine” güven içinde oldu, güvendedir demektir. “Âmene” de başkasını güven altına almak demektir. “Ellezîne Âmenû” geldiğine göre başkalarını güven altına alan teşkilat demek olur.

Burada hem güvene alanlar marifedir hem de güvene alma şekli marifedir. Yani belli kimseler güven altına alacaklar. Güvene alma şekli de belli olmalıdır.

Medine Sözleşmesi’ni yapan kimselere bu ad verilmiştir. Çünkü onlar Medine kentini ve halkını güven altına aldılar. Savaşmayı göze aldılar ve buna göre örgütlendiler. Bu güven altına alma sonra tüm Arapları ve Arabistan’ı, sonra da geniş coğrafyayı kapsadı.

Şimdi Adil Düzen Çalışanları dünyayı güven altına almak için hazırlanıyorlar...

Gelecekte büyük dinler birleşecek ve bir barış düzeni kuracaklar. Bunlar sorunlarını savaşla değil barışla çözecekler. Barışın temel dayanağı hakemler olacak. Çıkacak ihtilafları hakemler çözecek. Hakemlerin kararlarına herkes kendi isteğiyle uyacak. Hakem kararlarına uymayanları etkisiz hâle getirmek için de bir teşkilat kurulacak. Bunlar bedenen askerlik yapan millî ordulardır. Bugün bu ordular oluşmuştur.

Bunların Kur’an’ın emrettiği ordulardan ne farkı vardır?

İki önemli farkı vardır.

Birinci fark; İslâm ordularında zorla askerlik yapmak yoktur. İsteyen bedel verir ve bedenen askere katılmaz, isteyen de bedel vermez ve bedenen askere katılır. Bunlara güven altına alanlar anlamında “mü’min” denir ve bunlardan oluşan cemaate de “iman etmiş olanlar” tâbiri kullanılır.

Bugünkü orduların İslâm ordularından ikinci farkı; İslâm orduları hakem kararlarına uyarlar, onların bekçiliğini yaparlar. Kendi çıkarları için savaşmazlar. Kendilerini hakem kararlarını uygulatma ile görevli görürler.

Bu ordular ulusal ordular olacak ama devletler arasındaki birliği hakem kararları olacaktır. Hakem kararlarına uyan devletler mü’min devletlerdir. Hakem kararlarına uymayan devletler müşrik devletlerdir. Müşriklerle mü’minler arasında savaş devam edecektir. Hakem kararlarına uyan devletler birlik içinde olacaklardır.

Ellezîne Âmenû” müfâale bâbında da olabilir. Bu takdirde bunun mânâsı dayanışma ortaklığı kuranlar yani sosyal güvenliği tesis edenler demektir. Birine bir şey olduğu zaman diğerlerine de olmuş gibi birlikte karşı koymak demektir.

Medine Sözleşmesi’nde bu da vardır. Dayanışma ortaklıkları kabileler içinde kurulmuştur. Hazreti Ömer komutanlara defter vermiş, askerler istedikleri komutanın emrinde askerlik yapmayı kabul etmişlerdir. Hazreti Ömer dayanışmayı bunlar arasında gerçekleştirmiştir.

Bugün biz de askerlere ordularını seçme yetkisini veriyoruz. Kendi bölgeleri dışında istedikleri orduyu seçer ve askerliklerini orada yaparlar diyoruz. Bunlar aynı zamanda siyasi dayanışma ortaklığını kurmuş olurlar. Biz Kur’an’ın emrine uyarak buna ilmî, dinî ve meslekî dayanışma ortaklıklarını da ekliyoruz.

Dayanışma ortaklıklarının veya güvene alan birliklerin görevi sadece savaşlarda değildir, barış zamanında da görevleri vardır. Bu görev de ekonomik güvenceyi sağlamaktır. Ekonomik güvencenin temeli vergi toplayıp dağıtmaktır. Sosyal güvenlik ve genel güvenlik bununla sağlanmaktadır. Bu birinci görevdir. İkinci görev ise tekelleri önlemek yani insanların birbirlerini sömürmelerinin önüne geçmektir. Bu da faiz yasağı ile sağlanmaktadır.

Bundan önceki âyetlerde bu hususlar anlatılmış oldu. Daha önceki âyetlerde de diğer müesseseler ve aile müessesesi ele alınmış, toplanmalar ele alınmış, yani bir topluluğu ilgilendiren müesseseler ele alınmıştı. Sûrenin sonuna geldiğimizde bütün bunları ilgilendiren bir konuyu ele almaktadır; o da bugünkü para meselesidir.

Para bugün en büyük sömürü aracı hâline getirilmiştir. Karşılıksız para en büyük sömürü aracıdır. Para basan matbaa makinesini çalıştıranlar halkın bütün hayatına girmiş bulunuyorlar. Tüm insanlık bugün esirdir. Para hortumuna bağlanmışlar ve canla başla para babalarına yani Amerika’daki iki yüz Yahudi aileye hizmet ediyorlar.

Bugünkü insanların tanrısı para olmuştur. Herkes paranın peşinde koşuyor. Herkes para ile her türlü sorunlarını çözeceğini sanıyor. Dış borçlanma peşinde koşanlar Allah’tan başka tanrı edinen zavallılardır. Borç verenler doları önce sana borç olarak veriyor, sonra onunla senin her şeyini alıyor. Halbuki sen devlet olarak “Türkiye’de YTL’den başkasını kabul etmem” diyeceksin. Sen Merkez Bankası’nda doları bile alıp satmayacaksın. Altın ve YTL’den başka para geçerli olmamalıdır. Ancak altın karşılığı para geçerli olabilir. Sahte parayı devlet nasıl güvece altına alır? Kalpazanlarla bunlar arasında ne fark vardır? Bunlar da karşılıksız para çıkarıyor, onlar da.

Bu âyetin önemi burada başlar. Bu âyet hem insanlığın hava gibi her nefeste muhtaç olduğu paranın nasıl çıkarılacağını anlatmakta, hem de insanları sömürüden kurtarmaktadır.

Adil Düzen Çalışanları bu âyeti hayata geçirmek için çalışıyorlar...

إِذَا تَدَايَنتُمْ (EiÜAv TaDAYaNTüM)  “Tedayün ettiğinizde”

“Ahmet geldiğinde elli lira ver” cümlesi ile “Ahmet gelirse elli lira ver” cümlesi arasında ne fark vardır? Birinde Ahmet’in geleceğini biliyoruz, mutlaka gelecektir. Ona elli lira verilecektir. İkincisinde ise Ahmet’in gelip gelmeyeceği belli değildir. Gelir veya gelmez. Ama gelirse verilecektir.

Arapçada da “izâ” ve “in” vardır. “İzâ” gelirse o olay olacaktır. “İn” olursa olay olabilir de olmayabilir de. Burada “in” değil de “izâ” getirilmiştir. Yani keyfî bir borçlanma değil, bu borçlanma emredilmiş borçlanmadır. Böyle borçlanma farzdır. Onun için “izâ” gelmiştir.

Başka bir ifade ile devlet para çıkaracaktır. Devletin üzerine farzdır. Yani dayanışma ortaklıkları para basacaklardır. Bunu yapmak onlar üzerine farzdır. Nitekim bugün bütün dünya devletleri para çıkarmakta, tav’an veya kerhen buna itaat etmektedirler.

İlk para çıkaranlar Lidyalılardır, yani Yahudilerdir. Altını sikke hâline getirdiler. Üzerine kaç gram olduğunu yazdılar. İlk kâğıt parayı çıkaranlar da Sasanilerdir. Devlet halktan vergileri topluyordu. Bu vergi para değil mal idi. Sonra bu malları satın alsınlar diye “çek” diye bir belge veriyorlardı. Bu Arapçaya “cek” veya “şek” olarak geçti, çünkü Araplarda “ç” harfi yoktur. Araplardan da “çek” olarak batıya geçti. Bankalar bugün hâlâ bu kelimeyi kullanıyorlar.

İşte, Kur’an böyle bir çekin çıkarılmasını devlete emretmektedir. Bu âyet o âyettir. Bütün bunları “in” değil de “izâ” gelmesinden öğreniyoruz.

Tedayentüm” kelimesi de “izâ”yı teyit etmektedir. Bu borç alelade borç değildir. Alelade borç olsaydı “dayene ehadun ehaden” olurdu, biri diğeri ile borçlaşırsa demek olurdu. Oysa bu tefaul bâbındandır. Yani ikiden fazla kişilerin birbirleri ile borçlandıkları zaman, yani dayanışma ortaklıkları birbirine borç verdiği zaman. Dayanışma ile güvenceye alınan borç demektir.

Ahmet Hasan’a beş yüz lira verecektir ama biz diyoruz ki, eğer Hasan ödemezse biz birleşir hepimiz o borcu sana öderiz. İşte bu tedayündür. Birinin borcuna hepimiz kefil olunca o borç hepimizin borcu olmuş olur. O halde tefaul bâbı gösteriyor ki bu basit borçlanma değildir. Topluluğun garanti ettiği bir borçlanmadır. Aslında para budur. Kişi malı tüccara verir. Tüccar ona para verir. Bu bir senettir. Tüccarlarda bunun karşılığının olduğunu belgeleyen bir belgedir.

Farkı nedir?

Alacaklı adı yazılı değildir, hamiline yazılıdır. Bu Kur’an’a göre de böyledir. Ama iki bakımdan Kur’an parası ile bugünkü para arasında fark vardır. Kur’an’a göre parada neyin borç olduğu yazılmalıdır, yani karşılığı bilinmelidir. On kilo patates gibi belirlenmiş bir mal olmalıdır. YTL veya dolar veya euro olmamalıdır. İkincisi de borçlu bilinmelidir. En sonunda hamili olan kimse alacağını ve kişiden ne isteyeceğini bilmelidir.

İşte, Kur’an bize böyle bir paranın çıkarılmasını emretmektedir. Tefaul bâbı ile bunun kamuya emir olduğu ortaya çıktığı gibi “tümâ” değil de “tüm” zamiri getirilmesi bunu teyit eder. Çünkü alelade bir borç iki kişi arasında olur. ‘Biri diğerine borç verdi’ şeklinde diyebilirdi. Burada tüm mü’minlerin birbirleri ile borç alıp verdikleri şeklinde ifade edilmiştir.

Burada bir şey daha ortaya çıkıyor; borç verme veya borç alma değil borçlaşma sözkonusudur. İşte bu da bize kredileşmeyi öğretmektedir. Yani ben sana bugün borç vereceğim ama yarın da sen ona mukabil bana borç vereceksin. Başka bir ifade ile; ben bankaya para yatırıyorum, karşılığında faizi almıyorum ama benim bankadan borç alma hakkım doğar. Yani tekaruz/ kredileşme yerine Kur’an tedayünü/ borçlaşmayı kullanıyor.

Burada şimdi sorulacak soru şudur: Buradaki “tüm” zamiri kimlere gidiyor, muhatapları kimlerdir? Dayanışma ortaklığı kuranlara gidiyor. Peki, bunlar kimlerdir? İşte o zaman yine Kur’an’a başvuruyoruz. Çalışmada yani mâli işlerde ilk dayanışma bucaklarda kurulmakta yani kabileler arasında oluşmaktadır. Bunlar Cuma cemaatidir. Her gün iş hayatında birbirleriyle karşılaşan kimselerdir. Kabile, karşılaşan kimseler demektir.

Her bucak bir dayanışma parası çıkarmalıdır. Çünkü onlar arasında dayanışma vardır. Dayanışma da parasız olmaz ama bu parayı neye karşılık çıkaracaktır?

a)      Kişi sipariş verecek, bana şunu üret diyecektir. Sipariş edilen mal karşılığı bir para çıkarılacaktır. Böylece Cuma cemaati bu emri yerine getirmiş olacaktır. Sipariş mallarını gösteren senetlere de “selem senedi” diyoruz. Buğday parası selem senetleri karşılığı çıkarılacaktır.

b)     Yine bu tüm ilçe ikinci cemaat olan şa’bı yani ili muhatap almıştır. Şa’b, dal demektir. Devletin bir dalı olarak görülür. İlde demir parası çıkarılacak, bununla inşaat malzemesi alınıp satılacaktır. İnşaat malzemesi için selem senedi çıkarılmaz, ama onun yerine mal senetleri çıkarılır. Mesela fayans senedi. Tüccar fayansı alır, fayans senedini verir. Mal senedine karşılık demir para çıkarılmıştır. Mal senedini alır, parayı verir yahut malzemeyi alır, parayı verir.

c)      Devlet ise toprak parasını çıkarır. Taşınmazları alır, bu parayı halka verir. Yahut taşınmazları satar, halktan bu parayı geri çeker. İnşaatta ne selem ne de mal senedi geçerlidir. Burada da hisse senedi geçerlidir. Demir para hisse senedi mukabili piyasaya sürülür.

d)     Nihayet tümüyle bütün insanlık muhataptır. Onlar da altın para çıkarır. Altını alır parayı verir, parayı verir altını alır. Altın para ile diğer paralar alınıp satılır. Buğday, demir, toprak paralar alınıp satılır. Yüze yakın toprak parası vardır. Onbine yakın demir parası vardır. Bir milyona yakın bucak vardır. O kadar da buğday parası vardır demektir. Bunlar altın para ile alınıp satılır.

بِدَيْنٍ  (Bi DaYNın)  “Bir deyn ile.”

Kur’an’ın mucizesi devam ediyor. “Yâ Eyyühennâs” denmemiş de “Ellezine Âmenû” denmiş; “in” denmemiş de “iz” denmiş; “dayena” (دَايَنَا) veya  “dayentüma” (دَايَنْتُمَا) denmemiş de “tedayentüm” (تَدَايَنْتُمْ) denmiş. Bütün bunlar bize bunun şahsi borçlanmalar olmadığını ifade ettiği gibi şimdi de başka bir belagatı ortaya koymaktadır.

Burada “bideynin” kelimesine gerek yoktu, çünkü zaten “tedayün”de deyn vardır. Gerekse bile “bi”siz gelerek mef’ulü mutlak olması gerekirdi. “Tedayünen” (تَدَايُنًا) denirdi (tefâül babının mastarı) yahut “deynen” (دَيْنًا) (sülasi mastar) denirdi. Oysa “bi” ile gelmesiyle bunun masdar olmadığı açıkça ifade edilmiş olmaktadır. Diğer taraftan borçlananlar çok olduğu için borcun da çok olması gerekir; “bi duyunin” (بِدُيُونٍ) denmeli idi. Böyle değil de “bi deynin” denmiştir.

Müfessirler bunu bir türlü izah edememişler, değişik zorlamalı yorumlar getirmişlerdir. Oysa bu çok büyük belagatla şunu ifade ediyor. Borç bir tanedir. Beş altın karşılığı ve elli kilo karşılığı çıkarılan senettir. Borç alınan ve verilen bir tanedir. Ama bizler ona kefil olmakla onu güvence altına alınca o zaman o tedayün oluyor. Bir borç tüm cemaatin borcu hâline geliyor. Borç bir ama borçlananlar çok. Hamiline yazılı olduğu için de alacaklılar çok. Herhangi biri olabilir.

“Bi” harfini alet olarak kullanıyoruz. Biz bir borç senedi yazıyoruz ama o borç senedi kendisi artık bir değer oluyor ve para görevini görmeye başlıyor. Borcun kendisi sadece araç oluyor.

“Bi” harfi aynı zamanda paranın felsefesini de bize öğretmektedir.

Para dört fonksiyon ifa eder.

a) Para değer ölçüsüdür. Üzerinde yazılan malın karşılığı demektir. Halbuki bugünkü parada böyle bir şey yoktur. Onun için günümüzdeki para kandırma aracı olmuştur.

b) Para mübadele aracıdır. Siz bir şeyi para ile satarsınız, başka bir şeyi onunla alırsınız. Paranın üzerinde karşılık yazılmamışsa o zaman para boştadır demektir.

c) Para aynı zamanda kredileşme aracıdır. Başkasına verir ve ona kullandırırsınız, sonra da siz alır kullanırsınız.

d) Para dördüncü olarak biriktirme yani tasarruf aracıdır.

Karşılıksız para bu özelliklerinin hepsini eksik ve hileli olarak yapar.

“Deyn” burada nekiredir. Çünkü her türlü borç senede konu olabilir.

إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى (EiLAv EaCaLin MuSamMan)

“Tesmiye edilmiş ecele dek. Belirlenmiş ecele dek.”

Icl” buzağıdır. Buzağı yerinde duramaz, oraya gider buraya gider. “Acele” kelimesi bundan türemiştir. Bir şeyi hemen istemek demektir. “Ecel” de “acele”nin zıddıdır. Türkçede nasıl “olmak” ve “ölmek” birbirinin zıddıysa, Arapçada da “ecele” ile “acele” de böyle birbirinin zıddı anlamlar taşır.

Tesmiye edilmiş” demek belirlenmiş demektir. Bu da bir tarihe bağlanabilir yahut bir olaya bağlanabilir. Fıkıhçılar kabul etmiyorsa da bizce çok geçerlidir. Mesela, bir mal karşılığı kredi alınır, sattığımda paranı ödeyeceğim denirse bu geçerlidir. Alacaklı borçluyu satışa zorlayamaz. Borçlunun kredisi hapsolduğu için o da satmak ister. O halde satıldığında ödeme şartı geçerlidir ve “eceli müsemma”dır.

Ecel” de nekredir. Değişik eceller olabilir. Hem değişik tarihler olabilir hem de değişik olaylar olabilir. “Müsemma” da nekiredir. Onun için ille zaman tarihi olması gerekmez; gerekseydi “Li’l-Müsemma” denirdi, müsemma marife olurdu. O zaman cinsinden olması gerekirdi.

“Eceli müsemma” ya “tedayentüm”e bağlanır, lüğevi zarf olur. Ödemeyi zamana bırakırsınız. Ya da borcun kendisine gider. O zaman zarfı müstakar olur. İkisi arasındaki fark, borç müeccel olur, alan ve satan o şekliyle alır ve satar. Borç normal borç olur. Sadece ödeme tehir edilmiş olur.

Eğer borç para ise fazlalık ve eksiklik faizdir. Borç mal ise o zaman selem farkı caizdir ve helaldir. Veresiye malı önce verip parayı sonraya almaktır. Bunun kredisi haramdır. Ancak rehinli olursa meşrudur. O taktirde de fazlalık faizdir. Selem ise önce parayı verip sonra malı almaktır. Bu helal olduğu gibi parayı peşin verdiğinizden dolayı ucuz almak da helaldir. Ama parayı sonra verip fazla vermek faizdir, haramdır.

فَاكْتُبُوهُ (FaKTuBUvHUv)  “Onu yazınız.”

Buradaki zamir “deyn”e gitmektedir. Yazılan borçlanma değildir, yazılan borçtur. Kâğıt mal yerine geçmiştir. Artık o elden ele dolaşacak, borç para olacaktır. Onun için zamir ona gitmektedir. “Tedayünen” mastarı getirilseydi, o zaman “onu yazın” deyince borçlanmayı yazın denmektedir.

“Kitabet etmek” deriyi çift dikişle dikmek demektir. Hem yazı dikişe benzediği için hem de borç-alacak ilişkisi ile insanları birbirlerine bağladığı için yazın denmektedir. Yazı topluluğun hafızasıdır. Yazı hâline geldiğinde hem kişilere yayarsınız, herkes okuyabilir, hem de zamana yayarsınız. Kitabet hat gibi değildir. Her yazı hattır. Oysa roman kitap değildir. Kuralları ve kaideleri içeren, sonunda şeriat olan metinler kitaptır. Borç yazılacak, borçlu belirlenecek ama alacaklı belirlenmeyecektir. Hamili nakit alacaklı olacaktır. Bunlar yazılacaktır.

Şimdi borç türlerini sıralayalım:

1-     Borç verirseniz ve belli tarih koysanız, o tarihte kişi kendiliğinden borcunu öder. Buna “matlup borç” denir. Ezan okunduğu zaman namaz borcu matlup borç olur. Bunun da dört türlüsü vardır: a) Günü gelmeden alacaklı alacağını isteyemez. b) Günü gelmeden borçlu borcunu ödeyemez. c) İkisi isteyebilir. d) İkisi isteyemez.

2-     Borcun günü gelmiştir ama talep edilmemiştir. Bu muaccel borçtur. Matlup borç değildir. Ödemek isteyen veya alacaklı olan talep ettiği taktirde karşı taraf onu kabul etmek zorundadır. Vakit gelmiş ama henüz ezan okunmamışsa namaz borcu muaccel borçtur. Bu da dört türlü olabilir. A) Günü gelmeden borçlu borcunu ödeyemez. B) Alacaklı alacağını isteyemez. C) Biri talep edebilir. D) Her ikisi de talep edebilir. Deyn ve tesmiye nekre geldiği için bunların hepsi caizdir demektir.

Burada emir kimedir?

Emir topluluğadır, kişilere değildir. Yani, borçlanan veya alacaklı yazacaktır demiyor; “siz yazın” diyor. O halde görev kamuya aittir; görev borçlu veya alacaklıya ait değildir.

Bundan sonra yine farzları kısımlara ayırabiliriz.

a)      Emir kişiye verilmiştir. Kişi yapacaktır. Buna “farzı ayn” denir. Topuluğu ilgilendirmez.

b)     Emir topluluğa verilmiştir. Namazı kılın benzeri emirdir. Herkes namazı kılacaktır ama birlikte kılacaklardır. Bu da farzı ayndır, herkese farzdır ama birlikte yapılması farzdır. Ayrı ayrı yapılması caiz midir? Beş vakit namaz caizdir ama cuma namazı ayrı ayrı kılınamaz. Yani burada da iki türlü farz vardır.

c)      Farzı kifaye vardır. Topluluğa emredilmiştir. Ama topluluktan biri o emri yerine getirince diğerlerinden sakıt olur. Mesela, ezan okumak böyle farzdır. Bunun bir kısmı herkes tarafından da yapılabilir. Cenaze namazı böyledir. Herkes kılabilir. Ama farz olan bir kısmın yapmasıdır.

d)     Farzı kifayenin ikinci kısmını yalnız topluluk yapabilir. İki defa yapılamazsa diğerleri yapamaz.

İşte burada emredilen nedir? Yazma farzı kifayedir. Yani bir kimse yazdı mı başkasının yazması gerekmez. Herkes yazabilir mi? Hayır, ancak bir defa yazılır ve yetkili tarafından yazılır.

“Sizden birisi yazsın” denmemiş de, “yazınız” denmiştir. En az üç defa yazılacak demektir. Borçlunun muhasibi yazacak, alacaklının muhasibi yazacak, bir de yevmiye muhasibi yazacaktır. Yahut bilgisayara yazılacaktır. Borçlunun muhasibi yazacaktır. Ama artık o herkese açık olacak ve herkes onu okuyacaktır. Kimse onu silemeyecektir.

Demek ki cemaatlere emredilmesinin sebebi, herkesin onu okuyabilmesi ve yazılanın artık silinememesi, topluluğun olması demektir. Bu sebeple emir çoğuldur.

وَلْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ (Va elYaKTuB BeYNaKuM)  “Aranızda kitabet etsin.”

Buradaki “kitabet/yazı” yukarıdaki yazının dışındadır. Müfessirler onun izahı olarak almışlarsa da, “Ve” harfi ile izah olmaz. İzah ya fasl ile olur yahut “Fa” ile olur. “Ve” ile yukarıdaki kayıttan başka bir kayıttır. Adl ile yazan kâtiptir, sözleşme yapan kâtiptir.

Diller derece derecedir. Konuşma dili vardır, ocaklarda kullanılır, somut dildir. Bucaklarda yazı dili vardır, soyut dildir. İllerde sanat dili vardır, mecaz ve teşbihlerle kullanılır. Ülkelerde hukuk dili vardır. Halkın kullandığı sözlere hukuki mânâ verilir. Böylece zamanla yorum dili doğar, hukuk dili oluşur. Kavramları halk ortaya koyar ama onları tanımlamak hukukçulara ait olur. Bir de ilim dili vardır. Kavramları âlimler koyar, tanımlarını da kendileri yaparlar.

Burada emredilen hukuk dili ile yazmadır. O da tip sözleşmelerle oluşur.

Beyneküm/aranızda” denmektedir. Aranızda tabiri kullanılıyor. Kâtipler tip mukavele yaparlar. Bu mukavele taraflar kabul ettiği zaman geçerli olur.

Roma’da sadece tip mukaveleler vardı. Halk ancak o mukaveleden birisi ile sözleşme yapabilirdi. Bugünkü Batılılar tip mukaveleleri de kaldırdılar. Günümüzde serbest mukavele yapılmaktadır. Bu sebeple hukuk içinden çıkılmaz hal almaktadır. Halbuki İslâmiyet’te tip sözleşmeler vardır. Halk bunlardan istediğini kullanır, isterse kendisi de sözleşme yapar. Başkaları da kullanırlarsa bir müddet sonra tip sözleşme olur.

Burada emredilen tip sözleşmelerin hazırlanmasıdır. Bir sözleşme yapılacaksa, hukuk kurallarına göre hazırlanır ve tip sözleşme olur.

Beyneküm” kelimesi ile anlıyoruz ki sözleşmeyi hazırlamak ayrı şeydir, onu yürürlüğe koymak ayrı şeydir. Halkın aralarında ortaya koyacağı sözleşmeler bir kâtip tarafından hazırlanmalıdır. Herkes sözleşme yapamaz. Para ihracı senedi yahut selem, hisse, mal senedi gibi senetlerin tanzimi fıkha uygun olmalıdır. Dolayısıyla ancak ehliyetli kimseler yapabilir. Yirmi beş hizmetten biri sözleşme hazırlama hizmetidir.

Kanun hazırlamak da sözleşme hazırlama gibi ihtisas isteyen bir iştir.

Burada “hu” zamiri  getirilmemiştir, “el-yektubhu” denmemiştir. Çünkü yazılacak şey borç değil borçlanacak senet tipidir.

كَاتِبٌ بِالْعَدْلِ (KAvTiBun Bi elGaDLı)

“Bir kâtip adl ile yazsın” veya “Adl ile olan bir kâtip yazsın.”

Yani adalet sahibi kâtip yazsın, adil olduğu yerde yazsın.

Adl” demek denge demektir. “Adl ile yazmak” demek, denge ile hak ile yazsın demektir.

Kâtib” kelimesi burada ismi faildir. Ancak eğer ismi fail cümlede fail olduğu fiilin kökü ile gelirse o zaman ismi failden çıkar. Çünkü fiilde zaten fail vardır. “Ketebe Ahmedün” dediğimizde, “Ketebe el-Kâtibu Ahmedü” demektir. Yani zaten fiilde zikredilen fail o fiili işleyendir. Fail eğer tavsif edilecekse o zaman zikredilir. “Darabe darıbun zalimun” dersiniz.

Burada da zikredilen “adil olan kâtip yazsın” demek olur.

İzafet “lam” veya “min” ile yapılmaktadır. Ancak “bi” ile de yapılabilir. Adaletin kâtibi yazsın, dengenin kâtibi yazsın demek olur. Bakanlığın kâtibi yazsın gibi bir mânâ verilir. Yani görevli kâtip yazsın demek olur. “Bi” “Fî” mânâsındadır, yani kamu işlerinde, adalet işlerinde görevli kimse yazsın, ama adalet bakanlığında görevli kimse yazsın demek olur. “Bi” yeri muayyen kılar. O halde kamu hizmetlerinde herkes her işi yapmaz. Belli yerlerde görevli kişiler vardır, onlar o işleri yaparlar.

El-Adl” marifedir. “Adl” aslında devlet demektir. Çünkü devlet adaleti tesis etmek için kurulur. Herkes kendisi iş yapar. Ancak denge bozulmamalı, tekel oluşmamalıdır. Serbest rekabet içinde herkes kendisi iş yapacaktır. Bu bakımdan Adam Smith tamamen haklıdır. Yalnız serbest rekabet kendi hâline bırakılırsa tekele gider ve denge bozulur. İşte devlet bu dengeyi korumak içindir.

Serbest ticaret içinde rekabet ne kadar yararlı ise, ticareti ekonomik veya siyasi baskı içine almak o kadar kötüdür. Devlet demek adalet demektir. ‘El-adlü esasü’l-mülk/ devletin dayanağı adalettir’ sözü bunun için pek revaçtadır.

Burada “min” veya “li” yerine “bi”nin gelmesi, “adl” kelimesinin marife olması; devlet düzenini tamamen kadrolaşma sistemi içinde herkes kamuya ait belirli bir görevi ifa edecektir demektir. Bununla beraber “kâtib” kelimesinin nekre olması da bir görevde birden fazla görevlinin olacağını ifade etmektedir.

Yani; bir noter olmayacak, birkaç noter olacak, halk bu noterlerden birini tercih edecektir. Buna “paralel sistem” diyoruz. Tüm kamu görevlerinde bir yerde birden fazla ve 10’a yakın görevli bulunur, halk bunlardan birini seçer ve orada işini bitirir.

Emredilen herhangi bir kâtibin yazmasıdır. O halde tercih nekrede me’murun bihe aittir. İşte tüm kamu görevlerinde biz bu sistemi uyguluyoruz. Ordular bile on civarındadır. Vatandaş askerliğini istediği orduda yapar. Bu âyette “kâtib” kelimesinin  nekre olması bunu ifade eder.

وَلاَ يَأْبَ كَاتِبٌ (Va LAv YaEBa KAvTiBun)  “Kâtib i’ba etmesin.”

Burada yine “Ve”  harfi ile atfedilmiştir. Emir yerine nehiy sigası kullanılmıştır.

Bundan evvel yazılan senedin tipi idi. Yazılan senette borç miktarı belli değildir, borçlu belli değildir, tarihi belli değildir. Başka bir kâtip bunu dolduracak. Borçluyu, miktarı, vade tarihi ile eda yerini gösterecek. Bu “kâtib” başka kâtiptir, burada yazılan da başka yazıdır. Bu da nekre gelmiştir. Başka görevliyi göstermektedir. Herkesin bir kâtibi vardır. Borçlunun ve alacaklının kâtibi vardır. Senedi bu kâtiplerden borçlu olanın kâtibi doldurur. Kâtip bundan kaçamaz.

Daha önceki işlem yani kâtibin sözleşme hazırlaması kamu görevi idi. Bunları doldurup da borçlandırma ise genel hizmettir. Kamu görevi yapan kâtip başka, genel hizmet gören kimse başkadır. O sebeple “Ve” ile atfedilmiştir ve her ikisi de nekre getirilmiştir. Genel hizmet veren kâtip tembellik edip yazmaktan kaçınamaz. Kâtip burada içtihat yapmaktadır. Dolayısıyla şöyle veya böyle yazma durumunda değildir. Nasıl yazılması gerekiyorsa öyle yazsın. Onun için nehiy sigası ile gelmiştir.

أَنْ يَكْتُبَ (EaN YakTuBa)  “Yazmaktan kaçınmasın.”

Neyi yazmaktan kaçınmasın? Kâtip malın cinsini, miktarını, teslim tarihini ve yerini yazmaktan üşenmesin. Burada da zamir getirilmemiştir. Çünkü yazılan şey yalnız deyn değildir, borç değildir. Yazılan şey bir paradır. Hamiline yazılmış tedavül eden senettir.

كَمَا عَلَّمَهُ اللَّهُ (KaMAv GalLaMaHU elLAHu) 

“Allah ona nasıl talim etmişse öyle yazmaktan çekinmesin.”

Yukarıda “adl ile yazsın” dendiği halde, burada “Allah ona nasıl öğretmişse öyle yazsın” deniyor. Yukarıda hukuk kavramları ortaya konuyor, tip sözleşme yazılıyor. Burada ise o sözleşmenin uygulaması yapılıyor. Birincisinde ilmî içtihat vardır. Orada takdir, hesap, kitap sözkonusudur. İkincisi ise açıkça yazılmış formu doldurmaktır. Burada kişi kendisi içtihat yapmaz, formu hazırlayan kâtibin içtihadına göre hükmeder. Hakemler karar verirken kendi anlayışlarındaki doğrularla değil, sözleşmelerdeki yazışmalara göre hükmederler. Yani sözleşmeler hâkimlere hükmeder.

Bugün de hâkimler kanunlara uymak zorundadırlar. Zorundadırlar ama uymazlarsa ne olur? Hiçbir şey olmaz. İktidarda isen alıp oradan oraya nakledersin.

Kur’an’a göre ise sözleşmelere uymayan kâtipler hakemler tarafından mahkûm edilir ve tazminat ödetilir. Nerden biliyoruz? Bu âyetten biliyoruz. Emir şeklinde değil de nehiy şeklinde ifade edilmesinin mânâsı budur.

Buradaki ke harfi “yektub”e atfedilmiştir. Talim eden de Allah’tır; yani şeriattır, mevzuattır. Eğer bir şey mevzuatta çok açık şekilde belirtilmişse, yanlış da olsa uygulayıcılar onu uygulamakla yükümlüdürler; hakemler de ona göre karar verirler. Hüküm çok açık olarak icmalara veya maslahata aykırı ise önce o hükmü iptal ederler, sonra kararlarını verirler. İptallere itiraz edilebilir. Haksız bulunurlarsa karar iptal edilir. Hakemlerin kararları burada iptal edilir. Çünkü içtihattaki hatadan dolayı karar vermiştir. Hakemler cezalandırılamaz.

Bu ifade şart ifadesi olarak kabul edilebilir. Bundan sonra gelen “Fe’l-Yektub” cevap cümlesi olur. Kıraate göre geri dönüşlü okunur. Önce baştakine eklenir. O mânâ verilir. Sonra da “Kema Allemehullahu” tekrar edilir, ikinci “Fe’l-Yektub” denir. Böylece her iki mânâ da doğru olur. Sonunda mânâ aynı olur. Sadece teyitli olur. Şart cümlesi getiriliyor. “Fa” harfi ile getiriliyor. Yani her zaman  Allah’ın öğrettiği ile amel etsin denmiş olur. Kural şudur: İcmanın olduğu yerde içtihada mesağ yoktur. Nassın olduğu yerde de kıyasa mesağ yoktur.

“Allah’ın öğrettiği” demek, icma ile sabit olan demektir. İcma demek her zaman aynı hükmü ifade etmez. Hanefilerde hüküm böyledir. ‘Hanefi mezhebinde olanlar ona uymalıdır’ dediğimiz zaman bu icma olur ama Şafiiler ona uymamaktadırlar. Allah’ın öğrettikleri bunlar olmaktadır. Her müçtehit kendisi kendi içtihadını yapar. Elbette içtihadını yaparken kendi görüşüne dayanır. Ama içtihat yaptıktan sonra artık ona hem kendisi hem de ona tâbi olanlar uymalıdır. Yeniden içtihat yaparsa ondan sonrası için değiştirmiş olur. Müçtehit uyduğu gibi mukallitler de uyar. Ayrıca hakemler karar verirken tarafların içtihatlarını göz önüne alırlar.

فَلْيَكْتُبْ (FaLYaKTuBu)  “Öyle yazsın”

Kendisine nasıl öğretilmişse öyle yazsın. Allah yani topluluk ona nasıl öğretmişse öyle yazsın. Orada kendi reyini değil icmanın reyini kullansın.

Burada içtihatla ilgili çok önemli hususu ortaya koyar. İlmî içtihat vardır, amelî içtihat vardır. İlmî içtihatta varsayımları koyarsınız ve o varsayımlara göre tüm konularda içtihat yaparsınız, sonra edilleyi erbeaya veya edilleyi semaniyeye bakarsınız. Kitab, sünnet, icma ve kıyas ile maslahat, istishab, örf ve istihsan ile olur. O varsayımınız bu delillerle de çelişmiyorsa içtihadınızı doğru yaptınız demektir. Bu ilmî içtihattır. Amelî içtihat ise içtihatla ortaya konan hükümleri uygulamaktır.

‘Deve kurban edilir’ ilmî içtihattır. Bu devedir. ‘Bunu kurban edelim’ demek amelî içtihattır.

Bu âyette birinci kâtib ile ilmî içtihadı, bununla da amelî içtihadı anlatmaktadır.

Burada içtihat yapmıyorsunuz, içtihatla ortaya çıkan hükümleri içtihadınızla nasıl uygulayacağınızı içtihat ediyorsunuz. Mevzuata uymak zorundasınız. İlmî içtihatta ise mevzuat size uyacaktır. Böylece birinci kâtip sözleşme yapıyor, ikinci kâtip sözleşmelere göre borçlandırıyor, alacaklandırıyor. Sonra üç kâtip daha yazıyor yahut üç defa yazılıyor. Alacaklının kâtibi yazıyor, yevmiye kâtibi yazıyor, borçlunun kâtibi yazıyor. İşte Kur’an burada bu işlemleri sayıyor. Yalnız baştan yazmayı emrediyor. Çünkü mukavele yokken de kişiler serbestçe akit yapıyor, hukuk dilinde olmasa da yazıyor. Taraflar imza ediyor. Onun standardını kâtip bulabilirse onu dolduruyor. Bulamıyorsa o zaman rasih kâtibe gidiyor. Yani diğer iki kâtip yedektir. Muhasipler halledemiyorlarsa onlara gidiyorlar. Böylece muhasip hem kâtip hem de muhasip olabiliyor.

وَلْيُمْلِلْ (Va eLYuMLiL)  “Ve imlâl etsin.”

Buradaki “Ve” harfi bundan önceki “yektub” fiiline bağlanmaktadır. Şartın cevabı içindedir. Allah’ın öğrettiği gibi yazsın, borçlu da Allah’ın öğrettiği gibi imzalasın. Yani imzalama da belli sistem içinde olmaktadır. İçtihada mesağ yoktur.

Mülle” dolu demektir. Bir çuvalı doldurma “imla etmek”tir. Çuvalı ağzına kadar doldurup onu çuvaldızla dikmek de “imlal”dır. Senet yazılacak yahut boş yerler doldurulacak. Sonunda imlal edilmiş olacaktır. Borçlu imzalayacaktır. İmza müessesesi de tedvin edilmiş bulunmaktadır.

Mezopotamyalılar tuğla üzerinde imza zor olduğu için mühür sistemini geliştirmişlerdir. Mühür hâlâ kullanılmaktadır. İlk matbaadır. Mısırlılar da onlardan almışlardır. Hazreti Peygamber de mühür kullanmıştır. İmza sistemi henüz bilinmemektedir. Ama Kur’an’da geçmektedir. İmzanın en önemli hususiyeti bir başkasının onu taklit edememesidir. Her insan çizgi çizerken eli titremekte, kendisine özgü bir zikzak oluşmakta, böylece imza sahibi tanınmaktadır. İmza edemeyenler parmak basmaktadır. Parmak da tanınmaktadır. Kur’an parmağın özelliğinden de bahsetmektedir, yani bugün keşfedilmiş şeyler Kur’an’da yer almaktadır. Müfessirler imla ile imlalı aynı mânâda anlamışlardır.

الَّذِي عَلَيْهِ الْحَقُّ (elLAÜIy GaLAyHı eLXaqQu) 

“Hakkın üzerinde olduğu kimse imzalasın.”

“Borçlu imzalasın” diyor. Burada borç da marifedir borçlu da marifedir. Onun için bunu kullanmıştır. Bu alacaklı karşılığıdır. “Ellezî Lehu’l-Hak” da alacaklıdır. Burada önemli olan husus, senedi alacaklı imza etmiyor, alacaklının adı yazılmıyor, borçlunun adı yazılıyor. Çünkü alacaklıda kim hamil ise o alacaklıdır. Bey’de borçlu vardır, alacaklı vardır. Alacaklı borcu havale edebilir ama eğer borçlu ödemezse alacaklı ilk borçludan talep edebilir. Mal sattığınızda malı alan başkasına satabilir ama eğer bozuk olursa aracılar da sorumlu olurlar. Herkes kendine satana müracaat edebilir. Oysa böyle hamiline yazılmış senette alacaklılar tamamen beraat etmektedirler. Hiçbir sorumlulukları kalmamaktadır. Elinde senedi bulunduran ancak ilk borçluya gidebilir. Böylece senet para şeklinde kullanılmaya başlanır.

“Selem” adı verilen müessese daha önce vardı ama “senet” yoktu. Kur’an geldiğinde senedi tedvin etti ama 20. yüzyıla kadar bu anlaşılamadı. 20. yüzyılda çek, senet, bono ve banka parası ortaya çıkınca zor olarak anlayabildik. İslâm âlemi hâlâ anlamamıştır. Batı ise senedi kullanıyor ama mal senedi olarak değil, nakit senedi olarak kullanıyor. Dolayısıyla bu senet anlaşılmamıştır.

Sizlere senetleri tanımlamaya çalışacağım. Nedense zor kavranıyor.

a)      Selem senedi. Tüketim malları içindir. Bir malı sipariş verirsiniz. Malın vasıfları bellidir, miktarı bellidir. Bu senet selem senedidir. Üzerinde talep tarihi yazılıdır. O tarihten evvel istenemez. Bu senet piyasaya ucuz olarak satılmaya başlanır. Kim malı kullanmak isterse o ambara gider ve malı oradan çeker.

b)     Malzeme senedi. İnşaatta kullanılan malzeme içindir. Selemden farkı, selem üretilecek bir mal için çıkarılmaktadır. Malzeme senedi ise üretilmiş bir mal için, mesela fayans için çıkarılmıştır. Ambara malı koyan senedi piyasada satar.

c)      Hisse senedi taşınmazdaki payı gösteren senettir. Yararlanma mülkiyeti karşılığı çıkarılır. Elden ele gezer. Gelirinden pay istihkak eder.

d)     İşletme senedi de mal senedi gibidir. Birçok mallar için bir malın senedi çıkarılır. Diğer mallar o senede göre fiyatlandırılır. Ana mal ise senetle bire bir satılır.

Senetlerin özelliği, elden ele dolaştıktan sonra sonunda onu borçluya verir. Borçlu da ona malı teslim eder. Senet iptal edilmiş olur. Borçlu onu bir daha kullanamaz.

Bu senetlerde vade tarihi vardır, o tarih gelmeden önce istenemez. Ama vade geldikten sonra ertelenebilir. Bir de borçlu kendisine dönen bir senedi tekrar kullanabilir. Tekrar o kadar  mal borçlu hâle gelir. Buna “para” diyoruz. Dört çeşit para çıkarılır.

a)      Buğday parası. Bununla buğday alınıp satılır. Ama bu paranın asıl işi selem senetlerini alıp satmadır. Selem senedi kasaya girer. Buğday parası devreye girer. Halka kredi olarak verirsiniz. Selem senedini alır, buğday parasını verir.

b)     Demir parası. Bu da malzeme senetlerini alıp satar. Malzeme senetleri kasaya girer, demir parası dışarıya çıkar.

c)      Toprak parası, hisse senetleri karşılığı çıkarılır. Hisse senetleri kasaya girer, toprak parası piyasaya çıkar.

d)     Altın parası, altın karşılığı çıkarılır. İşletme senetleri alınıp satılır.

İşte burada hep bir borçlu vardır. Borç da bellidir. Ama alacaklı belli değildir. Elden ele dolaşır. Kur’an bunu tedvin etmiştir.

وَلْيَتَّقِ اللَّهَ رَبَّهُ (Vla eLYatTAQı elLAHa RabBaHUv)  “Rabbi olan Allah’a ittika etsin.”

Bu borçlu olan yazsın, borçlu olan imlal etsin. Borçlu olan Rabb’ine ittika etsin. Kâtip Allah’ın öğrettiği gibi yazsın. Borçlu olan imzalasın ve Rabbi olan Allah’tan korunsun.

Burada “Allah” kelimesi “Rabbi” kelimesi ile getirilmiştir. Bu âyet bize şunu göstermektedir. Hâmiline yazılmış bir senedi veya parayı çıkaran kişi önce dayanışma ortaklıklarından güvence alır. Onlara dayanır. Eğer ödeyemezse dayanışma ortaklığı tazmin eder veya yerine getirir. Ancak dayanışma ortaklığının da gücü yetmezse, o zaman devlet bunu teyit etmektedir.

Allah” kelimesi burada devleti veya ili veya bucağı temsil etmektedir.

Rabbi” kelimesi de dayanışma ortaklığını temsil etmektedir.

Yine buradan anlaşılıyor ki kamu yani devlet; il, bucak, hattâ insanlık dayanışma ortaklıklarından oluşmaktadır. Devlet nasıl oluşuyor? Halk bucakta ilmî temsilcilerini seçiyor, bucak ilmî temsilcileri il ilmî temsilcilerini seçiyor, il ilmî temsilcileri de devlet ilmî temsilcilerini seçiyor. Bunlar ülkenin meclisini oluştururlar. Her yüz bin kişi için yaklaşık bir milletvekili seçilmiş olur. Sayıları beş yüz kişi civarındadır. Orada birleşip ilmî dayanışma ortaklıklarını oluştururlar. Bunlar ilmî dayanışmanın sorumlularıdır. Her biri üniversitelerin rektörüdür. Aynı zamanda ilmî şuranın üyeleridir. Bunlar kendilerine bir ortak vekil atarlar. Bu devlet başkanıdır.

Devlet başkanı her bölgeye birer komutan atar; ordu komutanı atar. Halk bu komutanlardan birinin askeri olur. Bir komutan eğer yüzde 5 asker toplamışsa komutanlığı onaylanmış olur. Yoksa komutan değildir. Bütün bölgelerde ordu komutanlarını onaylatırsa devlet başkanının başkanlığı kesinleşir. Böylece devlet oluşmuş olur.

O halde devlet ilmî dayanışma temsilcilerinden oluşan meclis ile siyasi dayanışma ortaklıklarından oluşan ordulardan ibarettir. Kılıç ve kalem. “Rabbi olan Allah” kelimeleri bunu ifade etmektedir. Devletin dayanışma ortaklıklarından ibaret olduğunu ifade etmektedir.

Buna ittika etsin” demek, devlete dayansın demektir. Yani borçlanma yetkisini devlet versin demektir. Bu nasıl olacaktır? Biz bunu şöyle bir mekanizma ile gerçekleştiriyoruz.

a) İnsanlık başkanı imzaladığı çek ile yeryüzündeki bütün ilçelerdeki bankalarına altın para çekini gönderir. İlçe kuyumcularına bunları kredi olarak verir. Kuyumcular bununla altın satın alırlar. Böylece yeryüzündeki bütün kuyumculardaki altın kadar altın para piyasaya çıkmış olur.

b) İnsanlık başkanı kuyumculardaki altın kadar altın paraya ait çeki ülke başkanına gönderir. Ülke başkanı bu çek karşılığı beş misli toprak parası çekini ilçedeki bankalara gönderir. Onlar bunları komisyonculara kredi olarak verirler. Komisyoncular bununla ilçedeki taşınmazları alıp satarlar.

c) İnsanlık başkanı kuyumculardaki altın kadar üçüncü olarak altın parayı çek hâline getirir ve il başkanlarına gönderir. İl başkanları da bunun beş katı demir parayı çoğaltıp ilçe bankalarına verirler. İlçe bankaları bunları inşaat malzemesi satan depolara verir ve onlar da bununla inşaat malzemesi alıp satarlar.

d) İnsanlık başkanı kuyumcularda mevcut altın kadar altın para çekini yeryüzündeki bucak başkanlarına gönderir. Onlar da buna karşılık beş misli buğday parası çekini ilçe bankalarına verirler. Bankalar da bunları bucak halkına buğday parası olarak kredi verir. Sipariş alan işyerlerine vermiş olur.

e) İnsanlık başkanı yine beşinci olarak kuyumculardaki altın kadar altın para çekini ilçe bankalarına gönderir. Bunu da döviz bürolarına kredi olarak verir veya kendileri döviz bürosu olarak çalışırlar. Bu altın para ile diğer toprak, demir ve buğday paralarını alıp satarlar.

İşte burada kredi alan herkes dayanışma ortaklıklarına dayandığı gibi ana çekleri insanlık, devlet, il ve bucak başkanları imzalamaktadır. Yani tüm insanlık dayanışma içindedir. Karşılığı olmayan para piyasaya çıkmamaktadır. 

Bu paralara dayanılarak sipariş senetleri, mal senetleri, hisse senetleri ve işletme senetleri satılmaktadır.

وَلاَ يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْئًا (Va LAv YaBPaÇ MiNHUv ŞaYEan) 

“Ondan hiçbir şeyi bahs etmesin.”

Buradaki “bahs” kelimesini ele alalım. “Bahş” kelimesi bağış demektir. Hattâ Türkçedeki bağış yani hediye de buradan gelir. “Bahs” ise malın değeri demektir. Aslında değerin tersidir.

Gürcüce’de fiyatın adı “pas”tır. Aslında fiyat baha yakın kelimedir. Kur’an’da ucuz mânâsında kullanılmaktadır. Bir malın iki değeri vardır. Bir malın yararlanma değeri vardır. İnsana sağladığı menfaattir. Nef’ denmektedir. Diğeri de alış değeridir. İnsanın bir şeyi satın alması için onun alış değeri yararlanma değerinden az olmalıdır, yani alıcı kâr etmelidir. Satıcı için ise zaten hepsi kârdır. Çünkü ondan yararlanmaktadır. İşte bu alış değerine yani müşteriyi bulan değere “bahs” denmektedir. Bu değerinden daha düşüktür.

“Ondan hiçbir şeyi eksik etmesin.” Kim eksik etmesin? Satıcı eksik etmesin.

Kişi 5 kilo patates taahhüt etmişse öderken eksik etmesin, 5 kilo patatesi aynen teslim etsin.

Peki, kâr nereden olacaktır?

Kâr alınan paranın azlığından olacaktır. Yahut malın fazlalığından olacaktır.

Ambara 11 kilo mal teslim edip ona karşılık 10 kiloluk senet alıyorsun. Ambarcı artık 10 kilo borçludur. Kârın nerede? Alırken 10 kilo alacağına 11 kilo aldın. Yahut 11 kiloluk para aldın 10 kilo borçlandın. Sonra artık bu 10 kilo üzerine bir eksiltme yapmazsın.

Kabul ettiğimiz bir ilke vardır. Kişi satarken kâr etmez, alırken kâr eder. Mallar senetleri ile satıldığı zaman senette yazılı değer ödenecektir.

Buradaki “hu” zamiri nereye gidiyor? “Hu” zamiri tâ baştaki “deyn”e gidiyor. Borç üzerinde bir eksiklik yapmasın demektir. Borç artmasın, eksilmesin anlamı da çıkar. Değiştirmesin. Borç ne ise o kalsın. Zamanla borç artmasın demektir. Yani faizli işlem yapılmasın demektir. Fazla ödemek faiz olduğu gibi eksik ödeme de faizdir.

Burada “noksan etmesin” demiyor, “bahs etmesin” diyor.

Başka bir ifade de şudur. Sonbaharda teslim edilmek üzere bugün pamuk alınıyor, sonbaharda fiyatlar ilan ediliyor, o fiyatlarla ödeniyor, işte bu bahsdir. Böyle yapmayın diyor. Fiyat şimdi belirlenecek ve o ödenecektir. Hattâ peşin alınacaktır. Senetteki mal değişmeyecektir.

Burada yazılanlarda eksik yazmayın anlamı çıkmaz. Çünkü yazma işi kâtiplere aittir. Buradaki “bahs” teslim ederken malın eksik teslim edilmesidir. Senette ne yazılmış ise o aynen teslim edilecektir. Noksan mallar kabul edilmeyecektir. Bozuk mallar iade edilecektir. Bu da şöyle sağlanıyor. Taahhüt eden kişi mallarını ürettiği zaman kontrole götürüyor. Eksiksiz ise mal damgalanıyor. Az bir şeyi eksik olursa o damgalanmıyor, kabul olunmuyor. Oysa bey’de böyle değildir. Bey’de yani peşin alınıp satılan mallarda küçük eksiklik varsa o tazmin edilir, mal yine kabul edilmiş olur. Bu ifade bize selemde malın kusursuz olmasını istemektedir.

Burada “bahs etmesin” emri genel alınır. Devlet toprak parasını, bucak buğday parasını veya mağaza mal senedini alıp verirken denge korunsun, kimse kaçak yapmasın. Yani altını almadan altın parayı vermesin yahut malı sipariş vermeden sipariş almasın. Her şey serbest piyasada dengeli değişsin demektir. Karşılıksız para veya senet çıkmasın.

Şimdi bütün bunlar muhasebeye dayanmaktadır.

Muhasebe için yeni bir form geliştirmekteyiz.

a)      Hareket tipi evrak, zimmet, envanter veya demirbaş türleridir.

b)     Yevmiye numarası

c)      Üst yevmiye numarası

d)     Muamele tarihi

e)      Vade tarihi

f)      Borçlu

g)      Temsilen alan

h)     Birimi ile birlikte borcun cinsi

i)       Borcun miktarı

j)       Borç türü

k)     Değer birimi

l)       Değerin miktarı

m)   Temsilen veren

n)     Alacaklı

Her borçlanma bu belge ile muhasebeye gitmekte ve az olsun çok olsun muhasebe kayıtlarında yer almaktadır. Kur’an bunu emretmektedir. Bu emir ancak bugün bilgisayarların olduğu zamanda yerine getirilebilmektedir.

Kur’an’ın uygulaması içinde bulunduğumuz bin yılımızda daha da belirgin olacaktır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-435 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-265 İstanbul, 24 Kasım 2007

 

ADİL DÜZENE GEÇİŞTE KARAR

Batı’da önce devlet oluşur, sonra devlet anayasayı yapar. İslâm düzeninde önce anayasa yapılır, sonra o anayasa devleti kurar. Adil Düzene geçişte ise anayasayı halk oluşturur, ortaya koyar, sonra devlet onu mevcut yasama kuralları içinde kabul eder, böylece Adil Düzene geçilmiş olur.

Batı’da seçimler ekseriyet oyu ile gizli yapılır. İslâmiyet’te ise açık vekâlet sistemi ile oluşturulur. Adil Düzene geçişte adaylar açık vekâlet sitemi ile belirlenir. Oylama ise gizli yapılır. Seçime liste olarak diğerleri gibi girer. Tüm liste gizli oyla da çıkarsa Adil Düzene geçilmiş olur.

Batı’da kararlar ekseriyet sistemi ile alınır. İslâm’da ise istişareli ortak vekâlet sistemi ile alınır. Adil Düzene geçişte  teklifler ortak vekâlet sistemi ile oluşturulur. Sonra o da teklifler arasına girer. Ekseriyeti alırsa o uygulanır.

Bu nasıl olacaktır?

Kararların hazırlanması sistemi bugün olduğu gibi devam eder. Nasıl teklifler hazırlanıyorsa o teklifler gelir. Ama bunun dışında Adil Düzene göre hazırlanan kararlar da heyete gelir. Heyetin ekseriyeti hangisini kabul ederse o yürürlüğe girer. Örnek verelim. Ceza kanunu hazırlandı ve komisyonda görüşülerek kanunlaştı. Bir de halka ceza kanununu hazırlatalım. Bunu şöyle yaparız. 

Her partiye aldığı oy oranında bir yasa hazırlama sorumlusunu atatırız. Onlardan her birerlerine birer milyon YTL veririz. Sorumlu yarışma açar ve katılma yeterlilik belgesini istediklerine  verir. Yarışmaya katılan herkes kendine göre ceza yasasını hazırlar. Sorumlu bunları çoğaltarak katılanlara ulaştırır. İnternete girer. Katılanlar bunları sıralarlar. Bir tasarının aldığı sıraların tersleri toplanır, telif derecesi bulunur. Buna göre ortak sıra ortaya çıkar. Herkesin ortak sırası ile kendi sırası arasındaki farkların kareleri alınır, toplanır, katılanların sayısının karesine bölünür, karekök alınır, sapma bulunur. Buna göre takdir sırası bulunur. Takdirde birinci olanla telifte birinci olan ortak baş telifçi seçerler, bunlar ortak metin hazırlarlar. Yarışmaya katılanlar derecelerine göre ödülü bölüşürler.

Böylece yirmiye yakın ceza metnini her sorumlu halkımız hazırlatmış olur. Sonra bunlar arasında sıralama kendilerine yaptırılır ve sonunda benzer şekilde ortak metin çıkar. Hükümet de kendi metnini meclise gönderir. Bu iki metin genelkurmaya gönderilir, onlar da kendi metinlerini yapar ve gönderirler. Komisyon da kendisi bunlara dayanarak bir metin hazırlar. Mecliste bu dört metin oylanır. Ekseriyeti alan metin kanunlaşmış olur. Komisyon metin hazırlarken, ordu metin hazırlarken ortak vekâlet sistemini kullanır.

Bakanlar kurulunda da kararlar ortak vekâlet sistemi ile alınır. Yani başbakan bakanlarla istişare eder. Ona göre bir metin ortaya çıkar. Sonra onu bütün bakanlar imzalarsa bakanlar kurulu kararı hâline dönüşmüş olur.

Bugün bütçeyi hükümet yani memurlar hazırlıyor. Bütçeyi bir de meclisin atadığı bütçe komisyonu hazırlar. Bunu Adil Düzenin kollektif karar alma şekliyle hazırlar. Meclise getirildiği zaman iki bütçe oylanır. Ekseriyeti alan bütçe olur. Böylece Adil Düzen ile Batı düzeni yarışa girer, ekseriyet usulü içinde yarışa girer. Ne zaman ekseriyeti kazanırsa o zaman Adil Düzene geçilmiş olur.

Bu usul her sahada uygulanmalıdır. Adil Düzene göre bankalar kurulmalıdır. Bankalar faiz yerine cirodan pay almalıdır. Cebrî icra yerine vefalı bey’ sistemi geçerli olmalıdır. Mevcut faizli bankalar da devam etmelidir. Böylece bir gün eğer faizsiz kredileşme bankaları galip gelirse tüm bankalar kendiliğinden Adil Düzen bankalarına geçmiş olur.

Mesleki dayanışma ortaklıları kurmalı, onlar da meslek odaları oluşturmalıdır. Kişi istediği odaya kaydolmalıdır. Eğer cari sistemdeki üyeler yeterlilik sayısını kaybederlerse Adil Düzene geçilmiş olur.

Okullar ve üniversiteler devam etmelidir. Ancak devlet ayrıca yüksek imtihan kurulunu kurmalıdır. Burada imtihan verenlere teminatlı ehliyet verilmelidir. Bunlara dayanışma ortaklıkları kurdurulmalıdır. Mevcut sigorta sistemine zorlanmalıdır. İsteyen primli sigortaya, isteyen taksitli sigortaya girebilmelidir.

Yani Adil Düzen ile mevcut düzen yarıştırılmalı, kazanan kazanmalıdır. Hattâ her iki düzenin devamlı kalması da Adil Düzen gereğidir. Yani biri ortadan kalksa bile tekrar kurulabilmelidir. Bu kural her iki taraf için de geçerli olacaktır.

Buna gelmezler, gelemezler; çünkü yenileceklerini çok iyi bilmektedirler.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-435 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-265 İstanbul, 24 Kasım 2007

 

KARAR ŞEKLİ

Batı’da önce devlet kurulur, sonra devlet anayasayı yapar. İslâm’da ise önce anayasa yapılır, sonra devleti anayasa kurar. Batıda dört veya beş yılda bir gizli çoğunluk oylaması ile seçim yapılır. İslâm’da her yıl yenilenebilen açık vekalet sistemi ile seçim yapılır. Batı’da kararlar ekseriyet sistemi ile alınır. İslâmiyet’te ise ortak vekil sistemi ile alınır.

Batı’da bir toplanma nisabı vardır, bu ekseriya üyelerin yarısının katılması ile olur. Seçimlerde böyle bir şart mevcut değildir. Bir de karar nisabı vardır. Karar nisabı da çoğu kez katılanların yarısıdır. Bu hesapla karar dörtte bir nisbetine göre alınmaktadır. Bazı konularda karar nisabı üçte bir gibi daha ağırlaştırılmaktadır. Katılma da üyelerin yarısı olarak alınmaktadır. Her ne olursa olsun, karar üyelerin ekseriyeti ile alınmaktadır. Bütçe gibi sayısal değerler dışarıda hazırlanmakta, kabul veya red ile kararlaştırılmaktadır. Hükümeti düşürmek için üyelerin yarısından çoğu aranmaktadır. Güvenoyu ise katılanların yarısı ile yapılmaktadır.

Batı mantığı güç sistemine dayanır. Madem o görüşü benimseyenler çoğunluktadır, o halde onlar güçlüdür, onların dediği olacaktır. Bu yanlış olmaz mı? Olabilir ama onu değiştirecek olan yine o güçlüdür. Çünkü diğerinin elinden ne gelir? Batı mantığında güçlü olan haklıdır.

Bu sistemin adil olması, insanların eşit sayılması, sözde çoğunluğun azınlığa -gerçekte azınlığın çoğunluğa tahakkümü- anlamını taşıması bir yana, bu sistem kararsız bir sistemdir, kuralsız bir sistemdir. Yeni katılan bir kimsenin dediğini yaptırabilen bir sistemdir. En zayıf görüşlü veya en karaktersiz bir kimsenin yönetmesidir. Her gün kararların değişmesidir. Yani sadece zulüm değildir, aynı zamanda istikrarsızlıktır.

Oysa İslâm düzeninde ortak vekil sistemi vardır. Önce görüşürüz, konuşuruz, ortak karar alabilirsek ortak karar alırız. Ortak karar alamıyorsak herkesi kendi içtihadında serbest bırakırız. İsteyen uçakla, isteyen trenle gitsin deriz, birlik aramayız. İttifak veya serbestlik.

Bazı hallerde bu mümkün olmaz, birlikte hareket etmek zorunda oluruz. Ya sağdan gideceğiz ya soldan. O zaman yapacağımız iş ortak vekil seçmektir. Ortak vekilin seçilme sistemini geliştiririz. En kolay ve en basit ortak vekil seçme şekli sıralama usulüdür. Herkes başkalarını kendisine vekil seçer, sıralama yapar. ‘Ben seçmiyorum’ diyorsa o ortaklıktan ayrılacak demektir. Bir adayın aldığı sıraların tersleri toplanır, en yüksek sayıyı alan ortak vekil olmuş olur. Bununla beraber üyelerin hakemlere gidip ortak vekaleti iptal ettirme yetkileri vardır. Hakemlerin makul bulacağı nedenle onun ortak vekâleti iptal edilir, ondan sonra gelen ortak vekil olur. Böylece sonradan katılan, dönek olan, zayıf görüşlü olan veya kavgalı olan kişinin ortak vekil olması önlenmiş olur. 

Ortak vekil bir mecliste müvekkiller ile aleni istişarede bulunur. Onların görüşlerini alır. Onların vekili olduğu bilinci ile o mecliste kararını alır. Başkalarına danışmaz. Müvekkilleri dışındaki kimselerin görüşünü meclis içinde almaz veya kararı erteleyemez. Böylece baskıdan uzak kalınması sağlanır.

Ortak vekil karar aldıktan sonra karar kesin olup kararı değiştiremez. Yeniden ortak vekaleti alması veya devam ediyorsa yeniden istişare etmesi gerekir. Bu da keyfi kararları önler.

Önemli başka bir husus; üyeler ortak vekilin kararına karşı hakemlere gidebilir ve kararı iptal ettirebilirler. Bu da kararın müsbet ilme ve vekâlet sınırlarına uygunluğunu sağlar. Bununla beraber karar alan tek kişi olduğu ve mecliste karar almak durumunda olduğu için kararlar çabuk alınır.

Şimdiki ekseriyet sisteminin tek dayanağı güçlü olma ilkesidir. O da yanlıştır. Çünkü çok olan daha kuvvetlidir varsayımı da yanlıştır. Nice az vardır ki, örgütü ile, bilgisi ile, cesareti ile, çalışkanlığı ile daha kuvvetlidir. Oysa İslâmiyet ortak vekâlet sistemine dayanır, vekilin tevkili sistemine dayanır. Vekâleten alınan kararların geçerliliği hususunda ihtilaf yoktur. Bütün hukuk bunu kabul etmiştir. Yoksa görevli kavramı ortadan kalkar. Vekâlet sistemi olmadan topluluk olmaz. Nitekim Batı’da milletvekilleri vekil değildirler. Çünkü ekseriyet oyu ile gelmişlerdir, vekâletle değil. Azl de edemiyorlar. Ama göz boyamak için milletvekili deniyor.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-435 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-265 İstanbul, 24 Kasım 2007

 

ÇÖZÜM BEKLEYEN ANA SORUNLAR

Yeni anayasanın halletmesi gereken dört ana sorun vardır. Yeni anayasa çalışmaları aynı zamanda yeniden yapılanma için de bir fırsat oluşturmaktadır. Bu çalışmaları bir de bu açıdan değerlendirmeyi düşünmemiz gerekmektedir.

Bu sorunları sırasıyla 1) yerel yönetimlerin yeniden yapılandırılıp örgütlendirilmesi, 2) adeta çökmüş durumda olan adalet mekanizmasının yenilenmesi, 3) her an kriz sinyali veren ekonomimizin düzlüğe çıkarılması ve 4) her şeyden önce millî olma vasfı olmayan medyamızın millîleştirilmesi sorunu olarak sayabiliriz.

1.

Birinci sorun yerel yönetimin yeniden örgütlenmesi sorunudur.

Bunu onlu sistem içinde atlamalı yerinden ve merkezî sistemlerle sağlamalıdır. Devlet savunma, il iç güvenliği, bucuk hukuk düzenini tesis etmeli; ocak ise sosyal güvenliğin uygulayıcısı olarak görev görmelidir.

2.

İkinci sorun ise adalet sorunudur; yansız, bağımsız, etkin ve saygın bir yargı sistemi oluşturmalıdır.

Bu sorunu halletmeyi hakemler, savunma, soruşturma ve bilirkişilik yüksek kurullarını kurarak ve yüce divanı yargıların da üstünde yetkili kullanmak suretiyle yapacaktır. ‘Adalet mülkün temelidir’ yani ‘adalet yönetimin/devletin/düzenin temelidir’ temel prensibi unutulmamalı ve özellikle ülkemiz açısından bu alanda yapılması gereken reformlar ya da yeniden yapılanma bir an önce gerçekleştirilmelidir.

3.

Üçüncü sorun ekonomik sorundur.

Bunu da imar parasını çıkararak inşaat işçilerine faizsiz olarak kredi vermek, siparişi yapan halka ön ödeme için selem kredisini vermek, inşaat malzemesini alıp satanlara malzeme kredisini vermek ve altın alıp satmak için kuyumculara döviz; diğer paraları alıp satmak için döviz bürolarına altın parasını kredi olarak vermek, ayrıca faizi kaldırmak suretiyle gerçekleştirecektir.

4.

Dördüncü sorun basın ve yayın yani medya sorunudur.

Bu bölümde bu sorundan ve çözüm önerilerimizden söz etmek istiyoruz.

a)      Basın yayın işletmelerinden ve çalışanlarından her türlü vergi ve sigorta yükümlülüğü kalkacaktır. Bunlar aynı zamanda başka işler de yapacakları için oralarda sigortalanacaklardır. Bunlara faizsiz çalışma ve işveren kredileri verilecektir.

b)     Her türlü dağıtım ve ulaşım giderlerini karşılıksız olarak devlet yapacak, bu hizmetlere karşılık bunlardan bir şey almayacaktır.

c)      Bütün basın ve yayın teşkilatlarından yayınlarının beşte birini kamuya tahsis etmeleri istenecektir. Bu yayın ve dağıtım masraflarını karşılamış olacaktır.

d)     Ayrıca basılan eserlerin beşte biri kamuya vergi karşılığı verilecektir. Devlet bunları halka bedava verecektir. Şöyle ki, herkese bir basın pay kuponu verecektir. Bu kupon üzerinde basın payı yazılacaktır. Eserlerde basın payı cinsinden etiket yapıştırılacak, bununla alınıp satılacaktır. Kitapçılardan alabilecektir. Bu paylar borsalardan alınıp satılacak, böylece isteyen okuma hakkını başkasına devredecektir.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3464 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2626 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2147 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2526 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2545 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2169 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2173 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2586 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2478 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1984 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2339 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2285 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2425 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2424 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2258 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2437 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2393 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2434 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2670 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2980 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2669 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2744 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2952 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3134 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3027 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3422 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5478 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3541 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3072 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3857 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3710 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3420 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3870 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3832 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4108 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4618 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3012 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3112 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3965 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3822 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2850 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2942 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3950 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7713 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5602 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4173 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3574 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3715 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4732 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4443 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4741 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4663 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4815 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4547 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3395 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4475 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3622 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5173 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3853 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5148 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5007 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4933 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3536 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3477 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3688 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5150 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4205 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5418 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4087 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5268 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4417 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4429 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4569 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4765 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5314 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4116 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5260 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4524 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3843 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4380 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4590 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4112 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4097 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4086 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4540 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5648 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9814 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4645 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3703 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3852 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3355 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3382 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3741 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5696 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4244 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3445 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler