KUR’AN İŞLETMELERİ(11); 151. SEMİNER Üsküdar/ İstanbul, 15 MART 2002 Cuma
Akevler İstanbul Kooperatifleri, Saat 19.30
ŞİRK NEDİR?
189- Sizi bir nefisten halk eden, ona sükun etsin diye kendisinden zevcini var eden kimsedir O. Ona ğaşyedince hafifçe hamletti, onunla murur etti. Sakl edince de Rab’larına dua ettiler, bize salih olarak verirsen şükredenlerden oluruz.
189- Sizi bir kişilikten yaratan, ona yerleşsin diye eşini de kendisinden yapan O’dur. Ona kapanınca yenilik olarak yüklendi ve onunla yürüdü. Ağırlaşınca da Yetiştirici’lerine yakardılar, eğer sağlam olarak verirsen karşılık verenlerden olacağız.
Burada içtihatla ilgili önemli bir husus ortaya konmaktadır. Aksine bir karine yoksa, erkeğe farz olan kadına da farzdır. Erkeğe haram olan şey, kadına da haramdır. Hükümler geneldir. Kadını da, erkeği de içine alır. Bunun istisnaları vardır. Mesela, kadın savaşa gitmez. Bunu nereden biliyoruz? Kadınlardan biat alırken savaşmadan bahsetmiyor, oysa erkeklerden biat alırken bahsediyor. Cuma namazları erkeklere farzdır, kadınlara farz değildir. Çünkü Cuma namazı siyasi namazdır.
“Sizi bir nefisten yarattı” diyor. Nefis kelimesinde müenneslik alâmeti yoktur. Ama zamir ona müennes olarak gider. Delâlet ettiği manâ Türkçede olduğu gibi her ikisini içerir. Yani, erkeğin nefsi ile kadının nefsi aynıdır. Söylenişte fark yapılmaz. Zevc kelimesi de böyledir. Kelime olarak dişilik alâmeti yoktur. Zamir olarak erkek zamiri gider. Ama eş anlamında olup, hem erkeğin kadın eşi, hem kadının erkek eşi anlamındadır. Kur’an’da ‘zevce’ tabiri yoktur. Burada “vahide” kelimesi getirilmiştir. Erkek nefsi ile kadın nefsi arasında hiçbir fark olmadığını ifade etsin diye getirilmiştir. Nefis aynı zamanda kişilik demektir, kişilik olarak kadın erkekle eşit durumdadır. Kişilik arızaları sayılırken kadınlık bir arıza kabul edilmemiştir. Oysa, küçüklük arıza olarak sayılmıştır. Bizim tasnifimizde erkeklik ve kadınlık bazı yerlerde farklıdır. Erkek, mesela, çocuk doğuramaz, süt veremez. Dolayısıyla aile hukukunda erkek arızalı addedilir.
“Ona sükun etsin diye kendisinden zevcini var eden kimsedir O.”.
Sükun etmek, yerleşmek, durulmak anlamında kullanılır. Mesken kelimesi buradan gelir. Türkçede de ‘evlenmek’ tabirini kullanırız. Yani, erkek kadının, kadın da erkeğin yuvası olur. Bu ifade öyledir ki, her iki şekilde de tercüme edilir. Başka âyette zaten böyle geçmektedir. Ev niçin vardır? Akşam gelip yatmak ve istirahat etmek için değil midir? Eşler aynı yatakta yatarlar. Yani birbirlerine yuva olurlar. Bu insanlara has bir özelliktir. Diğer canlılar ancak çiftleşme mevsimlerinde birleşirler, diğer zamanlarda ayrı yaşarlar. Oysa, kadın ve erkek hep birlikte hayat sürerler. Evlilik müessesesi böylece doğmuştur. İçtihatta düzenleme yapılırken, iki tarafın yararı düşünüldüğü gibi, ortaklığın da yararı düşünülür. Hükümler yalnız erkek ve kadın için konmuyor, doğacak çocuk için konuyor. Aile müessesi için konuyor.
Sosyalistler, doğan çocukların çocuk yuvalarında büyütülmesini, çocukların anne-babasını tanımamalarını, böylece akrabalığın ortadan kalkacağını, mal-mülk edinmeye gerek kalmayacağını, ulus ve inanç ayrılıklarının olmayacağını, böylelikle yeryüzünde kötülüğün biteceğini iddia etmişlerdir. Başarılı olamamışlardır. Neden? Çünkü onlar “seken/ sükun” sözünün manâsını değerlendirmemişlerdir.
Evlilik dışı ilişkiler yasaklanmıştır. Eşler birbirine mesken olurlar. Birbirlerini severler. Doğan çocuğu severler, çocuk onları sever. Çocuk annesine, babasına, kardeşine, yakınlarına, komşularına sevgi dolu olarak büyür. İnsanlığı sever, onlara yararlı olmaya çalışır. Çünkü o “seken” içinde büyümüştür.
Oysa, çocuk yuvasında büyüyen itilmiş ve kakılmıştır, sevilmekten ve sevmekten mahrumdur. Yirmi civarında çocuğa bakan bir kadın onlarla nasıl ilgilenecektir? Onlarla beraber yatmayacaktır. Sütü kim verecektir? Görülüyor ki, sosyalistlerin iddia ettikleri ütopik bir olaydır. Böyle büyüyen çocuk insanlara ve topluluklara düşman olur. Allah bu âyetiyle yaradılışın nasıl mükemmel olduğunu ve her şeyin yerli yerine yerleştiğini ifade ediyor.
“Gaşyedince” ifadesiyle, kadın ve erkek arasında konmuş bulunan sevgi ve cinsi ilişkide zevki ifade etmiştir. Bugün insanlar çocuk yapmayalım diye hap alıyorlar. Eğer cinsi ilişkide bu zevk olmasaydı, acaba kaç kişi çocuk yapardı? Çocuk sevgisi olmasaydı, kaç kişi çocuğunu büyütürdü?
Burada Allah’ın kendi düzenini ne kadar sağlam kurduğunu görüyoruz ki, canlılar imkân bulurlarsa boş yer bırakmayıp çoğalırlar. Buradaki etken maddî değildir, rûhîdir. Rûhî etken bu düzeni sürdürmektedir. O halde Kâinatı sadece madde ile açıklamak mümkün değildir.
“Hafifçe yüklenir” diyor. Kadın erkekten aldığı suyun ancak bir hücresiyle yüklenir. Kendi yumurtası ile birleştirir ve onu taşımaya başlar. “Hafif” sözü ile buna işaret etmektedir. Hamile olunca kadın ağrılar hisseder, ama bu ağrılar fazla değildir. Sadece ona hamileliği bildiren ve dikkatli olması gerektiğini anlatan husustur. Bu sebeple hafiften diyor. Oysa, bebeği doğururken kadın savaştan daha sıkıntılı sancılı günler yaşar.
“Onunla dolaşır” deniyor. Memelilerde çocuğun bedeni annenin kanı ile beslenmeye başlar. Çocuğun ürettiği hormonlar da anneye geçmeye başlar. Böylece erkek ile kadın birleştiği zaman hormonlarla anne beslenir, o erkeğin çocuğuna kendisini hazırlar, sonra da çocuğun ürettiği hormonlar anneye geçer. Bu sayede kadın akraba imiş gibi kocasına benzemeye başlar. Bu zamanla huylarının da birleşmelerine sebep olur. Böylece aile sağlam yapıya oturmuş olur.
Çocuk annenin karnında büyür ve ağırlaşır. Artık yavrularının doğacağını anne ve baba anlar. Ama tehlikeler büyüktür. Allah insanları uyarsın ve ibret alsınlar diye sıkıntılı günler başlar. Doğumlar hâlâ annenin ölümü ile bitebilmektedir. Çocuk sağlam olarak doğmamaktadır. Böylece hem baba hem anne düşünmeye başlarlar; ya doğumda bir şey olursa, ya çocuk sakat doğarsa? O zaman Allah akıllarına gelir ve dua etmeye başlarlar.
Kur’an burada insanın bir hâlet-i rûhiyesini ifade etmektedir. Sıkıntılı anda Allah’a sığınmaktan başka çare kalmaz, insanların çoğu O’na dua etmeye başlarlar. Çünkü ilk yaratıldığı günde Yaratıcı Allah kendisine öğretmiştir.
Burada “Salih” kelimesi sağlam anlamındadır. Sakat doğan çocukların anne-babaya neler çektirdiğini hepimiz biliyoruz, hatta sakat çocukların topluluğa da sorun olduğunu biliyoruz. Nitekim, biz de işte öyle sakat doğmuş olabilirdik. Çocuklarımız sakat doğmuş olabilirlerdi. O halde, her an şükür içinde olmamız gerekir.
Burada “salih amel yapan” manâsına da gelebilir. Hayatta ikinci sorun çocuklar büyürken başlar. Eğer anne-baba salih değil iseler, çocuklara iyi örnek olmuyorlarsa, iyi çevre seçmiyorlarsa; o zaman çocuk asi olur, hem anneye, hem babaya, hem de çevreye zararlı olabilir. Bu arada anne-babası çocukları büyütürken de onların kötü yollara düşmesinden korkarlar. Hep buna dikkat ederler.
İçlerinden sağlam çocuk doğarsa, büyüyen çocuk salih amel eden çocuk olursa, şükredeceklerini yani Allah’ın yolunda daha fazla ilerleyeceklerini vaad ederler, diyor.
Bu şükür nedir? Önce anne-babanın çocuklara iyi misal olması gerekir. Kendi hayatlarını şeriata göre ayarlamaları gerekir. İffetlerini koruyacaklardır. Yoksa cinsi hastalıklara tutulurlar ve bu da çocukları hem bedenen hem de ahlâken bozuk yapar. Sigara ve içki gibi alışkanlıkları olmayacaktır. Hayatlarında israf, kumar ve tembellik olmayacaktır. Namazlarını kılacak, oruçlarını tutacak, zekâtlarını verecek, hacca gidecek ve kötülüklerle mücadele edecektir. Şükür bunlardır.
Şükrün en büyüğü ise iyi insanların bir araya gelerek kendi sitelerini kurmalarıdır. Kur’an buna “muhaceret” diyor. Muhaceret demek, hicret etmek demek, birilerine hicret etmek demektir. Çünkü çocuklar kötü alışkanlıklarını sokakta edinirler. Bir de tanınmayan yerde yaşayan çocuklar sosyal denetimden uzak olurlar. Oysa, birileri ile görüşen aileler yan yana olurlarsa, çocuklar anne-babalarının gözetiminde olur. “Önce yakın aşiretini uyar”ın manâsı da insanın yakın aşiretinin olması gerektiğini ifade eder.
İzmir’de Akevler’i kurduk. Birçok hususlarda başarılı olamadık, ama böyle bir yer oluşturduğumuzu söyleyebiliriz. İzmir Kemalpaşa’da da böyle köy oluştu. 2000 nüfuslu köy oldu. İslâmiyet’e doğru meyilleri mevcuttur. Tüm şehirler böyle teşkilâtlanmalıdır. 3000 ile 10000 nüfuslu siteler hâline gelmelidir. Biz eğer marketler zincirini oluşturursak bu toplulukları da oluşturmuş olacağız.
190- Onlara salih olarak verince de onlar ona kendilerine verilene de şirkler kılarlar. Allah işrak ettiklerinden âlidir.
190- Onlara sağlam olarak verince de onlar ona verdiklerinde ortak kılmaya başlarlar. Allah ortak kıldıklarından yücedir.
Onlara sağlam çocuk verince artık rahatlarlar, sıkıntıları geçer ve ondan sonra çocuğun Allah’ın istediği şekilde yetişmesi için değil de, günün modalarına ve sosyeteye uygun olarak yetiştirmeye başlarlar. Allah’ın dışında çıkar ararlar.
Bugünkü topluluğumuz bunun açık örneğidir. Aynı irfanı almamış kimseler evleniyorlar, aynı kültüre sahip olmamış yerlerde yaşıyorlar. Gelenekler yıkılınca şeriat da yıkılıyor. Bir bakıma çok zor günler yaşıyoruz. Ama bir bakıma da çok şanslı günler yaşıyoruz. Gelenekler ortadan kalktığı için kötü geleneklerden kurtulmuş bulunuyoruz. Ama iyi gelenekleri de bırakmış bulunuyoruz. İşte biz şimdi iyi gelenekler oluşturabiliriz ve en ileri seviyede topluluk kurabiliriz. Yahut kötü gelenekler edinir ve çökeriz. Bugün biz eşimize tek başına hâkim olabiliriz. Oğlumuzu baskı altında tutabiliriz. Torunlarımız ise artık kendi dünyalarında yaşmaya başlarlar. Hele onların çocuklarına asla hâkim olamayız.
Bizim birleşmemiz ve neslimizi korumamız için şeriata uygun gelenekleri oluşturmamız gerekir. Bu birleşme oturup meclislerde söyleşmelerle olmaz. Bu birleşme, çalışmada ve yaşamada birbirleri ile anlaşabilecek kimseleri bir araya getirerek, aralarında iktisadi ve içtimai dayanışmayı ve yardımlaşmayı sağlamaktır. İnsanlık uçuruma gidiyor. Tek kurtuluş vardır. Bu kurtuluş şeriata uygun siteler ve işyerleri oluşturmadır. Şeriatın dışında kurtuluş arayanlar, şeriatın dışında başarı arayanlar, hüsran içindedirler.
Bundan sonra gelen âyetler şirk ile ilgilidir. Burada şirki biraz anlatmamız gerekir.
Şirk, nalınların üstündeki kayıştır. Ortaklar birbirine bağlandıkları için, ortaklık bir kayış oluşturduğu için, ortaklığa “şirk” denmektedir. Ortaklık kişiler arsında olmaktadır. Malların karıştırılmasına “huleta” denmektedir.
İşrak etmek demek, ortak etmek demektir. Yani, Allah’ı bazı kayıtlara almak demektir. Onun bunun isteğine uyarak Allah’ın iradesini kısıtlamak demektir. Kur’an da Allah’ı inkârdan bahsetmektedir, Allah’a küfürden bahsetmektedir. Küfür kapatmak, görmemek, nankörlük etmek demektir. Şirk ise Allah’ın yanında başka güçler tanımaktır.
Kur’an şirkten çokça bahsetmektedir. “Müsbet ilimlerin dünyada hâkim olduğu zamanda şirk mi olurmuş?” diyebiliriz. Oysa, şirk bugün artmıştır. Bugünkü müsbet ilimler Kâinatın yaratıldığını, birlik içinde ve düzenli olduğunu en açık bir şekilde ispat etmiş bulunmaktadır. O halde Kâinatın tek tanrı tarafından yaratılmış olduğu hususu bir tereddüt yaratmadan ilmen sabit olmuştur. Öyle iken, acaba neden insanlar Tanrıyı inkâr edip ilmin verileri dışına çıkmaktadırlar. Tabii ve sosyal kanunlar vardır. İnsan o kanunlara uyarsa sağlıklı olarak yaşar, uymazsa hasta olur. İçki içen, sigara içen, esrar içen hasta olur. Bu tabii kanundur. Topluluk içinde de sosyal kanunlar vardır. Onlara uymayanlar hasta olurlar. Ama sömürenler var, hâkim olanlar var. Onlar kendi çıkarları için zulüm yapıyorlar. O zulmü yapabilmeleri için tabii ve sosyal kanunların dışına çıkarak, onu bozarak işler yapıyorlar. Böylece şirk koşmuş oluyorlar.
İnsanlığın bu şirkten kurtulması için melekleşmesi gerekir. Şirkten nasıl kurtulunur? Allah’a îman etmek demek, O’nun yarattığı Kâinata îman etmek demektir. Allah bunu böyle yaratmıştır. İyi olsa da, kötü olsa da, yaratan O’dur. Kimse O’nun işlerine karışamaz. Kimse O’nun yaptıklarını ve yapacaklarını değiştiremez. Buna inanmak Allah’a inanmak demektir. Mesela, su yüz derecede kaynar. Allah suyu böyle yaratmıştır. Biz onu değiştiremeyiz. Biz Allah’ın kanunları içinde hareket etme serbestisine sahibiz. Allah’ın sosyal kanunları vardır. Onları da kimse değiştiremez. Allah bize O’nun düzenini bozacak serbestlik vermiştir. Onu kullanırsak Allah bize cezamızı verir. Elimizi ateşe sokarsak elimiz yanar.
Allah’ın kanunlarının düzenini biz nasıl bilebiliriz? Allah bize bunun için iki güç vermiştir. Biri “akıl gücü”dür. Bunu bize müsbet ilimler sağlar. Diğeri de “nakil gücü”dür, bunu da bize Kur’an anlatır. Bugün yapılan büyük bir hata vardır. Kokmuş et yerseniz mideniz ağrır, sizi zehirler. Ama kesilmiş taze et yerseniz, doyarsınız ve sağlığınız korunur. Şimdi, “Bütün yemekleri yiyin, iyidir!” demek ne kadar yanlışsa; “Hiçbir yemek yemeyin, aç kalın!” demek de her halde ondan fazla yanlıştır. Dinleri bir kefeye koyup bütün dinler kötüdür demek ne kadar yanlış ise, bütün dinler iyidir demek de o kadar yanlıştır. Sağlıklı din vardır ve günümüzde ona ekmek kadar muhtacız, arsenik gibi zehirli dinler vardır ve onlardan şiddetle kaçmamız gerekir.
O halde sorun, hangi din iyi ise onu kendimize din edineceğiz, hangi din kötü ise ondan kendimizi koruyacağız. Bunun ayıracak bir miyarının bir ölçüsünün olması gerekir. Bütün dinler kendilerini doğru yolda kabul eder ve başka dinlere yanlış gözüyle bakarlar. Biz de öyle yapacak olursak, bizim onlardan hiçbir farkımız kalmaz. Bugün bu yapılmak istenmektedir. İslâmiyet’i Hıristiyanlık ve Musevilik derecesine indiriyorlar, onlardaki eksiklikleri İslâmiyet’e de yüklüyorlar. Onlardaki eksiklikleri ileri sürerek İslâmiyet’i tahkir ediyorlar. Bu yetmiyor, ineğe tapanlarla sihre inananları da Müslümanlarla bir yapıyorlar. Onlara göre bizim inandığımız tanrı ile sokakları pisleyen inek eşdeğer bir tanrıdır. İşte bu şirktir.
Şimdi sorunun cevabı aranacaktır. Peki, Müslümanlık neden diğer dinlerden farklıdır? Putperestlerden farkı nedir? Biz bunu nasıl ayıracağız? Bu noktada cahil Müslüman din adamları da onlarla bir olmakta ve; “İslâmiyet dindir. Aslı, esası yok ama her ulusun cahilleri inanıyorlar. Bizim halkımızın da oyalanması için bizim de bir teşkilâtımız olsun. Biz din adamları maaşlarımızı alalım, hoşgörülü olalım. Hinduizm de din, Şamanizm de din. Bizim dinimiz de dindir, diyelim. Bu düzen böyle gitsin!” diyorlar. Onun için ilim ile meşgul olmuyorlar. Böyle düşünmek de şirktir.
Tarikat ehli de ilim düşmanlığı yapar. “Ben aklımı kestim!” diye sözler söyler. Kendileri bilmeyince ilme düşman olurlar. Âlimlere cephe alırlar. Müşriklerin ekmeğine yağ sürerler. Bâtıl dinlerle, fasit dinlerle İslâmiyet’i bir tutarlar. Diğer din mensuplarına hoşgörülü olmak son derece iyidir, ama kötüye ve yanlışa karşı hoşgörülü olmak, doğru ile yanlışı bir tutmak şirktir. Doğru ile yanlış bir değildir. İyi ile kötü bir değildir. Yararlı ile zararlı bir değildir. Adalet ile zulüm bir değildir. Hak ile bâtıl bir olmaz.
Hak ile bâtılı birbirinden ayıran nedir? Sırf akıl hak ile bâtılı ayıramaz. Hak ile bâtılı akıl yoluyla elde edilen müsbet ilim ayırır. O halde, hak din demek, müsbet ilme uygun olan ve onunla uyuşabilen din demektir. Bâtıl din ise, müsbet ilimle çelişen ve çatışan din demektir. Bâtılı hak görmek şirktir. Türkiye’de defalarca toplantılar yaparlar ve ilmin değil inkılâpların gereği yapılmalıdır derler. Hakkın değil, lâikliğin gereği yapılmalıdır derler. Böylece kendilerinin butlan içinde olduğunu ilân ederler. İşte bunlar şirktir.
İslâmiyet’i bilmeyen veya bilmek istemeyen cahil batıcılar vardır. İslâmiyet’i de kilise dini zannederek Batıdaki düşünürlerin saldırılarına benzer saldırıları İslâmiyet’e yapıyorlar. Oysa, İslâmiyet Batıdaki kilisenin yanlış yaptıklarını düzelten bir dindir. Yani, düşünürlerin düşündüğünü benimseyen dindir. Laik bir dindir. Yani, düzeni lâik olan bir dindir. Öyleyse, kiminle savaşıyorlar, ne ile savaşıyorlar? Donkişot’un yel değirmenleri ile savaşıyorlar.
Allah, “Birbirinizin mallarını butlan ile yemeyin.” diyor. O halde parada enflasyonu yapmak şirktir. Türk Lirası paradır. Kuyumculardan, Merkez Bankasından altın alabilmektedir. Demek ki, TL altın karşılığı bir senettir. Ne var ki, her gün değeri değişmektedir. İşte o da şirktir. Bir malın değeri artıp eksilmelidir. Paranın değeri ise sabit kalmalıdır. Allah altını miktar olarak o kadar yaratmıştır ki, para olarak gümüşle beraber insanlara yetsin. Ancak ona denk kâğıt para merduttur. Karşılıksız para ihracı şirktir. Çünkü para olana karşı çıkar. Olmayana karşı çıkarmak insanları kandırmadır. İnsanların ceplerinden sessizce çalmaktır.
Peki, mü’minler bu şirkten nasıl kurtulacaktır. Biz onlara bunun yolunu çok kolay ve açık olarak söylüyorduk. Her türlü ödemeler de TL üzerinden yapılacaktır. Bir ülkede iki para olamaz, tek para olur. Madem ki devletimiz ve halkımız TL kullanıyor, biz de TL’yi kullanmak durumundayız. Ödemeler onunla yapılacaktır. Bugün kuyumcularda altının değeri bellidir. Öyleyse, elimdeki TL altındır ve karşılığı bellidir. Ama bu para ile borçlanılmaz, dolarda da borçlanılmaz. Bir mal ile borçlanılması gerekir. Bu da altındır. Merkez bankası altın satış fiyatları esas alınarak borçlanmalar yapılacaktır. Başka para da alınabilir. O zaman paramızı şirkten kurtarmış oluruz.
Biz bu amaçla İzmir’de “Demir-Çimento Sistemi”ni getirdik, geliştirdik, hâlâ kullanılmaktadır. Kişiler onunla hesaplar yapmaktadırlar. Ortaklıkları öylece kurmaktadırlar. Rahmetli Turgut Özal, bizden kopya alarak arsada metrekare bedelini çıkardı. O da hâlen geçerlidir. Devletin arsa fiyatlarında kullanılmaktadır. İşte bu sistem genişletilirse paradaki şirkten toptan kurtulmuş oluruz.
İnsanlar kimleri Allah’a şerik yaparlar? Önce kendi nefislerini, heva ve heveslerini şirk yaparlar. Allah’ın dediklerine değil de kendi şirklerine uyarlar. Yalan olduğunu bile bile birçok şeylere inanmış görünürler. Çıkar elde edebilmek için Allah’tan başkasına ibadet etmeye başlarlar. Zenginlere, yöneticilere, nüfuzlu din adamlarına tapmaya başlarlar. Diriler yetmez, ölülere ibadet ederler. Daha da gülüncü, onların heykellerine ve resimlerine, mezarlarına, ünvanlarına ubudiyet ederler.
Mustafa Kemal’in; “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” “Elimizde tuttuğumuz meşale müsbet ilimdir.” sözlerini unutur giderler de; onun heykellerine, mezarlarına saygı duruşları yaparlar. “Hakimiyet-i Milliye”yi rafa kaldırıp da lâikliği çarpıtarak insanların inançlarına saldırırlar.
“Kuvva-yı Milliye”yi unutarak, faizsiz ekonomiyi yok edip, ülkeyi 100 milyarlarca dolar borca sokup esir ederler. İşte bütün bunlar şirktir. Müsbet ilme aykırı olan her türlü davranış şirktir. Biz kimseyi Kur’an’a inanmaya zorlamıyoruz. Biz onların müsbet ilme uymalarını da istemiyoruz. Biz onlar gibi müsbet ilmin dışına çıkarsak bizi çekin, ama bâtıl yola zorla götürmeğe uğraşmayın, gelmeyiz. Yenilmeyiz de.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan: REŞAT NURİ EROL