ADİL DÜZEN 252
““ADİL DÜZEN” BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.”Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 14 - 16 Mayıs Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 252 SEMİNER (CUMA-CUMARTESİ-PAZAR) İst.ve Ank., 14-16 Mayıs 2004
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi CD. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ (CUMARTESİ GÜNLERİ “YENİBOSNA”; Saat:18.00-21.00)
ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ – 32
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
وَإِذْ غَدَوْتَ مِنْ أَهْلِكَ تُبَوِّئُ الْمُؤْمِنِينَ مَقَاعِدَ لِلْقِتَالِ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ(121)
إِذْ هَمَّتْ طَائِفَتَانِ مِنْكُمْ أَنْ تَفْشَلَا وَاللَّهُ وَلِيُّهُمَا وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلْ الْمُؤْمِنُونَ(122)
وَلَقَدْ نَصَرَكُمْ اللَّهُ بِبَدْرٍ وَأَنْتُمْ أَذِلَّةٌ فَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ(123)
إِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِنِينَ أَلَنْ يَكْفِيَكُمْ أَنْ يُمِدَّكُمْ رَبُّكُمْ بِثَلَاثَةِ آلَافٍ مِنْ الْمَلَائِكَةِ مُنْزَلِينَ(124) بَلَى إِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَأْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هَذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ آلَافٍ مِنْ الْمَلَائِكَةِ مُسَوِّمِينَ(125)
وَإِذْ غَدَوْتَ مِنْ أَهْلِكَ (Va EıÜ GaDaVTa MıN EaHLıKa) “Hani ehlinden gadvetmiş idin.”
وَإِذْ (Va EıÜ) Bundan önce en yakın geçen “İz” 102. âyettedir. Oradaki âyette “Hani siz aduv (düşman) idiniz.” denmektedir. Şimdi de “Hani sen mü’minleri kıtale hazırlamak için evinden erkence ayrılmıştın.” diyor. Allah o zaman da kalplerinizi telif etmişti. Allah’ın nimetiyle kardeş olmuştunuz…
Bir topluluk iki türlü parçalanır. Bunlardan biri; rahat oldukları zaman veya kıtlık içinde oldukları zaman birbirleriyle kavga etmeye başlarlar. Bu iç nedenlerden dolayı dağılmadır. Diğeri ise; dışarıdan tehlike gelmeye başladığı zaman herkes sıvışır ve insanlar birbirlerinden ayrıldıkları zaman dağılırlar. İşte Allah eğer isterse bir topluluğu böyle iç ve dış dağılmadan kurtarıp bir araya getirir. Allah’ın nimetiyle kardeş olurlar.
Mekke mü’minleri böyle kardeş olmuşlardır. Kur’an onları kardeş yapmıştı. Sonra Medineliler de onların kardeşliğini görerek kısa zamanda onlara katıldılar.
Adil Düzenciler olarak böyle kardeş olmamız için bu derslere devam etmemiz gerekmektedir. Bu dersleri günlük dersler hâline getirmemiz gerekir. Onlar işte o duruma geldiklerinde İslâm düzeni için savaşıp ölmeyi göze aldılar. Unutmayın, bu hicretten sonra olmuştur. Hicret savaşmadan çok daha büyük olaydır.
غَدَوْتَ مِنْ أَهْلِكَ (ĞaDavTa MıN EaHLıKa) “Ehlinden gadvetmiştin.”
Her dilde deyimler vardır. Bu deyimlerin ayrı ayrı lügat manâları farklılıklar gösterir.
“Ğadavta” tek başına kullanıldığı zaman beslendin, gıda aldın anlamındadır. Ancak harfi cerlerle gelen fiiller değişik manâlar alabilir. Şöyle ifade edelim.
“ĞaDAEa” Sabah yemeği demektir. Kuşluk vakti demektir. Kuşlar sabah erken horozların öttüğü zaman otlamaya çıkar. Sıcaklar bastırınca yuvalarına çekilirler. Bu arada yenen yeme “gıda” denmektedir. Sonra besin anlamına gelmiştir. Fiil olarak kullanıldığında aynı şekilde çekilir. Ondan sonra gelen masdarla manâları ayırt edilir. “Ğadaen” dersen, sabahladın demek oluyor; “Ğıdaen” dersen, beslendin olur.
“Min” kelimesi başlangıç ifade eder. Sınırdır yani fiilin içine dahil değildir. “İla” gibidir. Ehlinden ayrı olarak sabahladın demek olur. Yani sabah erkenden, gün ağarmadan, horozların ötümünde çıkıyor ve mü’minler mevzilerine yerleşiyor.
“Ehlike” ailen demektir. “Ehli beyt” ev halkı demektir. Evde yaşayan herkes ehli beyttir. Karı koca, çocuklar, anne baba, varsa başka akrabalar, köleler, hizmetçiler, hattâ gece kalmış olan misafirler de ehli beyttir.
İnsanlar evde sabahlar, vitir namazlarını evlerinde kılar, Güneş doğmadan önce mescide gelirler.
Ancak savaş zamanında kişi onlardan erkenden ayrılarak savaş alanına katılmalıdır. İnsanların en gafil oldukları zaman sabahın erken zamanıdır. Uyananlar için de en zinde oldukları zaman sabahın erken saatleridir. Onun için genel olarak taarruza sabaha doğru veya gün ağarınca girişilir. Düşmanı görmek için buna ihtiyaç vardır. Savaş hiçbir zaman elektrik ampullerinin aydınlattığı bir döneminde olamayacağına göre, savaşın başlaması için en uygun zaman her çağda sabah vakti olacaktır.
Buradaki “Min” ile bize öğretilen ev halkının savaş alanı dışına çıkarılmasıdır. Kentleri korurken ya askerleri ve silahları kentlerin dışına çıkarmalıyız, ya da ev halkını kentlerin dışına çıkarmalıyız. “Ahşap Evler” ile oluşturacağımız şehir dışındaki “Dinlenme Evleri” bunu hedeflemektedir. Bir gün bulunduğumuz yerleri terk etmek zorunda kalsak bile, bu demontabl evleri söküp götürebilmeliyiz.
تُبَوِّئُ الْمُؤْمِنِينَ (TuBavVıEu eLMuEMıNIyNa)
“Mü’minleri yerleştiriyordun, mü’minleri hazırlıyordun.”
“BaEa” düz saha demektir. Oba ve ova kelimesi ile akrabalığı vardır. “Bae Bı Ğadabın” demek, gadab içinde yerleştiler demektir. “Tebvie etmek” demek, yerleştirmek demektir. Yerleştirmek için hazırlama da tebvidir. Kendi kendilerine hazırlamak da tebevvudur. Mü’minleri yerleştiriyordun, yahut mü’minleri hazırlıyordun anlamıma gelir. Burada “mü’minler” kelimesi tamamen “muharipler” anlamında kullanılmıştır. Savaşçıları yerleştirmek, savaşçıları hazırlamak demek olur. Görülüyor ki “mü’minler” “müslimler”den farklıdır.
“Müslimler” barışçılardır. “Mü’minler” ise bu barışı koruyan savaşçılardır,
مَقَاعِدَ لِلْقِتَالِ (MaQAGıDa Lı eLQıTAvLı) “Kıtal için makederler.”
“Kaade” oturdu demektir. Celsede ayakta iken oturmadır. Bir fiili ifade eder. “Kaadee” ise oturmuş hali ifade eder. Yani, ne şekilde oturmuş olursa olsun, fiilin değil durumun ifadesidir.. “Mak’ad” ism-i zaman, ism-i mekan ve masdarı mimidir. Savaş yeri, savaş zamanı, savaş işi anlamına gelir.
“Kaade” oturmak anlamında olduğuna göre, burada savaş yeri anlamına gelir. O zaman askerleri savaş yerlerine ve siperlerine yerleştirmek için denmiş olur.
Burada “Makaid” nekire çoğuldur, “Kıtal” ise marifedir. Onun için lamlı tamlama yapılmıştır. Aksi takdirde ya ikisi nekire veya ikisi marife olurdu. Demek ki siperler nekiredir. Her savaş için ayrı yerlere siper yapılır. Kâinat durdukça savaşta savunmanın en ileri aracı siperdir. Bugün atılan atom bombalarına karşı sadece sipere girmekle, sığınağa girmekle kendimizi savunabiliriz. “Dinlenme Evleri”ni birer dönüm arazilerde yayarsak, bunları da üç metrelik olarak toprağı kazıp gömersek, hele bu ağaçların içinde olursa, savunmanın en iyi çaresini bulmuş oluruz. Savaş alanlarında siperler kazılır, beton takviye ile hazırlık yapılır.
Demek ki savunma savaşı için Kur’an bize çok açık bilgiler vermektedir. Uyanık olmak, nöbette olmak, gafil avlanmamak. Bir günlük nöbet bunun için bir ömürlük ibadetten evladır. Buna barışta da alışmalıyız. Apartmanımızda nöbet tutmalıyız, marketimizde nöbet tutmalıyız. İkincisi de savunma yerlerimiz olmalıdır. Mesken sitelerimiz de olmalıdır, savaş alanlarımız da olmalıdır. Tahrip edici silahlara sahip olan kimselerin savaş taktiği insanları öldürmeyi istemeyeceklerdir. Çünkü o zaman tahrip ettikleri o yerleri ne yapsınlar. Onun için Irak halkını yok etmiyorlar. Çünkü Irak halkına köle olarak ihtiyaçları var.
O halde biz de savunmamızı ona göre yapacağız. Mesken sitelerini yapacağız. Hizmet veren yerler buralarda olacaktır. Bununla beraber üniversitelerin, yönetimlerin olduğu yerler de düşmanın hedefidir. Çünkü savaş buralardan desteklenmektedir. O halde bunları da ayrı ayrı sitede oluşturmalıyız. İşyerleri sitelerini de ayırmalıyız. Çünkü düşman ikmali kesmek için buralara saldırır. Nihayet savaş alanları tamamen ayrı olmalıdır. Mesela, Saddam askerilerini alıp develeri ile çöle çıkıp yayılacaktı. Siperler kazıp savaş için bekleyecekti. Düşman oraları bombalayamazdı; bombalasa da etkili olamazdı. Nihayet şimdi olduğu gibi Amerikalılar kentlere girecek ve yerleşecekti. Asker çöle gelseydi artık teke tek savaşma durumunda olacak ve yenilecekti. Gelmediği takdirde halkı ile işbirliği yapıp bir gece sabaha doğru Amerikan askerleri yok edilmeliydi. Ama onlar bunları yapamazdı. Çünkü Saddam’ın ordusunu Amerikalılar kurmuştu ve onlar komuta ediyorlardı!..
وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ (Va elLAHu SaMIyGun GaLIyMun) “Allah semî’dir, alîmdir.”
Yani, Allah kimin ne planlar yaptığını, neler söyleyerek birbirlerine emir komuta ettiklerini bilmektedir. Neler yaptıklarını ve yapacaklarını da bilmektedir. Dolayısıyla her şey kendi kanunları içinde cereyan eder.
Allah eğer Türkiye’nin Adil Düzeni uygulamasını takdir etmişse, -ki gelen işaretler bunu gösteriyor- o takdirde bunu engellemek isteyenler veya engelleyecek olanlar başarılı olamayacaktır. Bu gerçekleşecektir. İsteyen istediğini söylesin, isteyen istediğini yapsın.
Burada “semî’’” ve “alîm” nekire gelmiştir. İstiklâl Savaşı’nı başlatanlar bir avuç insan idi. Ama bir anda bütün halk bunları bildi ve arkalarından gitti. Böylece İstiklâl Savaşı kazanıldı. Millî Görüş hareketini başlatanlar kaç kişi idi? ANAP kaç kişi idi? Demokrat Parti kaç kişi idi? AK Parti kaç kişi idi?..
Halk zamanı gelince her şeyi bildi; Allah bildirdi. Olan oldu. Kıbrıs’taki oylar da öyledir. Halk serbest oy vermeye bırakıldığı zaman kendilerine uygun oy verirler. Helâk olmaları gerekiyorsa öyle oy verirler...
إِذْ هَمَّتْ طَائِفَتَانِ مِنْكُمْ (EıÜ HemMaT OAEıFaTAvNı MıNKuM)
“Sizden iki taife himmet etmişti.”
İki taife burada nekiredir. Bir olay anlatılıyor ve bu olayda iki taifenin himmet ettiğini ifade ediyor. Bunlar bilinen kimseler olduğu halde nekire getirilmiştir. Bu taifeler birden himmet etmişlerdir. Bu taifelerin bir özelliği yoktu. Tamamen diğer taifelerden biri idi. Ama böyle bir olay olmuştur. Bunların özel birer taife olmadığını bildirmek için nekire gelmiştir. Böyle zamanlarda böyle iki taifenin ortaya çıkacağı anlaşılmaktadır.
Bu iki taife muhacirlerden ve ensardan oluşan birer taifedir. Her iki grupta da benzer endişe oluşmuş ve ayrı gruplarda oldukları halde bu hususta birleşmişlerdi. Bugünü misal olarak alsak; AK Parti milletvekilleri ile CHP milletvekilleri tezkerede birleşmiş idi. O savaşta da böyle olmuştur. Uhud savaşında münafık Ümeyye savaştan kaçmıştı. Bunun üzerine hem ensardan hem de muhacirlerden olanlar derin derin düşünmeye başlamışlardı. Kendilerinin de dağılacaklarından endişeye düşmüşlerdi.
“Himmet” kelimesi “ğamme” kelimesine akrabadır. Ğam, sis demektir. Sis çöktüğü zaman artık çıkış bulamadığın için nasıl gama düşersen, himmet de bunun gibidir. Himmet de çıkış gayretini göstermek demektir. Endişeye kapılıp harekete geçmek demektir. Bu sebepledir ki “gam” sadece duygu fiili olduğu halde, “himmet” bedenî fiili de içerir. İnsanlar olmaması için faaliyete geçerler. Bazen bu faaliyet gereksiz heyecan yaratır ve dağılmaya sebep olur. Nitekim Uhut Savaşı’nda çok çetin günler geçmiştir. Savaşta Hazreti Peygamber bir çukura düşmüş, ayrıca yediği bir darbe ile dişi kırılmıştı. Bu arada kâfirlerden ‘Muhammed öldü!’ diye bir haber yayılmıştı. Böylece toparlanıp Müslümanlara darbe vurmuş, Ebu Süfyan bilahare askerlerine çekilme emri vermişti. Çünkü Hazreti Peygamber’in ölmediğini biliyordu. Askerleri de bunu duyarsa hepten çöküş olacaktı.
Burada her iki cenahta da bir ümitsizlik ve bozgun korkusu yayılmaya başlamıştı. Ebu Süfyan ordusunu çekmiş, Müslümanlar da yeniden Hazreti Muhammed’in etrafında toplanmışlardı. Ebu Süfyan’ın ordusu yenilmiş ve geri çekilmişti. Hazreti Muhammed bu çekilmenin Medine’ye saldırmak için olduğu şüphesine düştü. Çünkü Ebu Süfyan bunu yaptığı takdirde Medine savunmasızdı, orasını işgal edebilirdi. Beklemeye geçti. Nöbetçileri gönderdi. “Bakın” dedi, “atalara mı yoksa develere mi bindiler, gözetin” dedi. Develere bindiklerini görünce rahatladı. Onları biraz takip ettikten sonra yenilmemiş olarak geri döndü. Çünkü Araplar uzun yolculukları deveyle, seri yolculukları at ile yaparlardı. Acaba Ebu Süfyan niçin döndü? Çünkü ordusunda paralı askerler vardı. Bunlar Medine’ye girmek üzere anlaşmışlardı. Ek ücret istemiş olabilirlerdi. Ebu Süfyan’ın bunlara vereceği ek serveti olmadığından geri dönmüşlerdi.
Bir gün ABD ordusunda da aynı durum ortaya çıkacaktır. İnanmış olanları paralı askerler yenemez.
أَنْ تَفْشَلَا (EaN TaFŞaLAy) “Feşel edeceklerinden himmet ettiler.”
“Faşl” ayıklanan yün veya pamuktur. Bozulup dağılan, çözülen anlamındadır. Çözüleceklerini sanmışlardır. Bu endişe iki şekilde olmuş olabilir. Ya Mekkelilerden bazıları Medinelilerin dağılacaklarını veya Medineliler Mekkelilerin dağılacaklarını zannetmiş olabilirler. Yahut Mekkeliler Mekkelilerin, Medineliler de Medinelilerin çözüleceğini zannetmiş olur.
Bugün Adil Düzencilerin de böyle endişeye kapılma içinde olduğu söylenebilir…
“Adil Düzen”in iki kurucusu olan Akevler ve Millî Görüşçüler içinde böyle endişe edenler vardır…
Artık bunlar dağılmışlardır… Dağılmaktadırlar… Ve “Adil Düzen” ölmüştür!..
Uhud Savaşı’nda Ebu Süfyan Medine üzerine yürüseydi, şimdi İslâmiyet olmayacaktı. Parası yoktu ama Medine yağmasını onlara vaat etmiş olabilirdi. Ebu Süfyan Medine’nin yağmalanmasını istemedi. Çünkü Ebu Süfyan’da tam müşriklik kini yoktu. Ebu Cehil gibi değildi. Bundan dolayıdır ki Allah da onu sâlamete ulaştırmış, Mekke Fethinde en şerefli bir Mekkeli olmuş, sonra da kendisine maaş bağlanmıştır.
Adil Düzenciler de hiç endişeye kapılmasınlar. Akevler de Millî Görüşçüler de dağılmayacaklardır.
AK Parti de aslında bu iki grubun bir karışımıdır. Bizim için sabredip çalışma dışında endişe edilecek bir durum yoktur. Demek ki bugünkü duraklama geçicidir. Burada büyük müjde vardır. Akevler de Millî Görüşçüler de Kur’an’ın müjdesine mazhardırlar. Akevler “muhacir”, Millî Görüşçüler “ensar” ise; AK Partililer de “onlara tâbi olanlar” olacaklardır; yahut öyledir. Bu âyetler her halde bunları bize müjdeliyor.
وَاللَّهُ وَلِيُّهُمَا (Va elLAHu ValiYYuHuMaAy) “Oysa Allah onların velisidir.”
Allah onların velisi olduğu halde onlar dağılacaklarından endişeye düştüler. Demek ki Adil Düzenciler asla endişeye düşmeden çalışmaya devam edeceklerdir. Pek çok sıkıntılı günler geçireceklerdir. Şehitler vereceklerdir. Ama “Adil Düzen” gelecek ve Adil Düzencilerin dünya ve ahireti saadete erecektir.
وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلْ الْمُؤْمِنُونَ (Va GaLAy elLAHI FaeL YaTavaKkaLu eLMUEMıNuvNa)
“Mü’minler Allah’a tevekkül etsinler.”
Bizim işimiz evvela mü’min olmaktır. Bunun için önce cemaat olmalıyız, dayanışma ortaklıkları içine girmeliyiz. Sonrası için endişemiz olmamalıdır. Allah’a tevekkül etmeliyiz. Onun halifesi olan insanlığa ve milletimize güvenmeliyiz. İnsanlık zalimlerin değildir. Allah hiçbir zaman dünyayı ve insanlığı onlara teslim edip fesada uğratmaz. Fesat zuhur etse de sonra söndürür.
Bilinçli bir şekilde mü’min olmak demek, dayanışma ortaklıklarını kurmak demektir. Tevekkül etmek, dayanmak demektir. Dayanışma ortaklıklarının gereğini yaparak onun üzerinde oturmak demektir.
“Adil Düzen”i tesis etmeden kurtuluş olmadığını çok iyi bilmemiz gerekmektedir.
نَصَرَكُمْ اللَّهُ بِبَدْرٍ وَلَقَد (Va LaQaD NaÖaRaKuMu elLAHu Bı BaDRın) “Allah size Bedir’de yardım etti.”
Burada “İz” değil “QaD” kelimesi kullanılmıştır. “Kad” kelimesi yardımın devam ettiğini ifade eder. Bu savaşın Bedir Savaşı’nın devamı olduğuna işaret etmektedir. Ebu Süfyan Bedir’den sonra kervanı ile Mekke’ye dönünce Bedir’de Ebu Cehil’in ölümünden sonra Mekke’nin başkanı olmuştu. Mekke’de başkanlık vardı ama başkanın halk üzerinde herhangi bir yönetme yetkisi yoktu. Sadece savaş gibi durumlarda o komuta ederdi.
Mekke’nin başkanı sözünden çok Mekke’nin komutanı olmuştu. Kervan çok kâr etmişti. Genel olarak kervana Mekke tüccarları katılır, birlikte gidilir, birlikte dönülürdü. Herkes sermayesi kadar mal alırdı. Döndüklerinde pazarda bütün mallar satılırdı. Sadece Mekkeliler almaz, tüm Arabistanlılar oraya gelip ticaret yaparlardı. Bunlar bir tür toptancı idiler. Ebu Süfyan tüccar arkadaşlarına teklif etti ve kârları savaş için ayırmalarını istedi. Onlar da razı oldular. Bedir Savaşı’nın intikamını almak için ordu teşkil edildi. Paralı askerler de alındı. Kişi olarak değil de kabile olarak katıldılar.
Bedir’de de 300 Müslümana karşı 900 kişi ile savaşmışlardı. Şimdi de 1000 kişiye karşı düşman 10 000 kişi idi. Bu savaş Bedir Savaşı’nın devamı idi. Onun için burada “Lakad” gelmiştir. Yakında size yardım etmişti denmiştir. İşte Bedir Savaşı’nın devamı olan bu savaşta da yardım göreceklerdi. Allah Uhut’ta mü’minlere bunları hatırlatmıştır.
Bu sûre içtihat sûresidir. Bedir’den değil de Uhut’tan bahsetmektedir. Bedir’e gönderme yapmaktadır. Bunun hikmeti, burada kıyası öğretmektir. Bize şu ifade edilmektedir. Allah bir şeyi takdir etmişse hep o istikamette ilerleme olur. Malazgirt’ten sonra bir şey takdir edilmişti. Avrupa’ya İslâm Uygarlığı girecekti. Malazgirt bunun için kazanılmıştı. Bunu durdurmak isteyen Haçlı Seferleri başarılı olamamıştı. Viyana’dan sonra da Osmanlı İmparatorluğu ortadan kalkacaktı. Bunu durduracak kimse yoktu. Sakarya Zaferi’nden sonra Avrupa bilmelidir ki artık İslâmiyet galip gelecektir. Durdurma imkânı yoktur. Millî Nizam Partisi kapatılmış, ama ondan sonra kurulan Millî Selâmet Partisi %13 oy alıp Meclis’e 50 parlamenterle girmiştir. Ondan sonra Türkiye’de köprülerin altından ne sular aktı. Bugünkü Anayasa ekseriyeti o ekolün elindedir. İşte bunlar ibrettir.
“Adil Düzen”i söndürmek isteyenler oyun oynadılar. Adil Düzencileri Doğru Yol Partisi tuzağı ile “Adil Düzen”den vazgeçirdiler. Refah Partililer bu irtidadın acısını çektiler. Şimdi neredeler? Ama ona oyun oynamakla öğünen Çiller’in şimdi adı bile okunmuyor. Görevlendirenler onu azlettiler. “Adil Düzen”in savunucuları şimdi Anayasa ekseriyeti ile iktidardalar. Bunlar irtidat ettiklerini söylüyorlar. Bunlar da sıfıra inebilirler ama “Adil Düzen” daha güçlenerek ortaya çıkacaktır. Mekke-Medine savaşları, ondan sonraki İslâm savaşları hep bu anlattıklarımızı teyit etmektedir. Cengiz Han dünyayı fethetmiş. İlhanlılar Abbasi halifesini ortadan kaldırmış, tüm Müslümanları katliamdan geçirmeye başlamışlar. Sonra ne olmuş? Müslüman olmuşlar ve başka ülkelerdeki güçlerini o sayede korumuşlardır. Timurlenk yaktı yıktı ama Sünniliği güçlendirdi.
وَأَنْتُمْ أَذِلَّةٌ (Va EaNTuM EaZılLaTün) “Siz ezille idiniz.”
Siz aşağı durumda idiniz. Bedir Savaşı’ndan evvel mü’minler Mekkeliler ve tüm Araplar tarafından küçük ve az görünüyordu. Herkes Mekkelilerin gücüne ve büyüklüğüne inanıyordu. Kimse mü’minlerin kazanacağı ihtimalini vermiyordu. Millî Görüşçülerin durumu böyle idi. Bu durum ne zamana kadar sürdü?
İlk zafer 1973 seçimlerinde olmuştur. O Bedir Zaferi gibi idi. Hele CHP ile koalisyonu kurunca herkes artık bizi tanımış oldu. Daha fetih gerçekleşmedi. Ama Hudeybiye musalahasını yaptık. Şimdi onların ihanetini bekliyoruz. Bütün bunların arkası fetihtir demektir.
Kur’an diyor ki; ezille iken size yardım ettik de şimdi mi sizi onlara yendireceğiz? 1973’te ne durumda idiniz; şimdi ise onlarla her sahada boy ölçüşecek duruma geldiniz. Artık bütün güçler sizin yanınızda yer almaya başladı. AK Parti hiçbir iyi iş yapmadığı halde işlerin nasıl iyi gittiğini görmüyor musunuz? Neden hâlâ ümitsizliğe kapılıyorsunuz? Biz elbette gerekeni yapıyoruz ve yapacağız.
فَاتَّقُوا اللَّهَ (Fa etTaQUv elLAHa) “Allah’a ittika ediniz.”
Allah’ın vıkayesine giriniz. Yani şeriat hükümlerini yerine getiriniz. Faizsiz ekonomiye geçiniz. Gerçek lâikliğe, gerçek demokrasiye geçiniz. Zulmü ortadan kaldırınız, adaleti tesis ediniz. Edenler mü’mindir, iktidarda kalacaklardır. Etmeyenler ise mağlup olacaklardır. Buradaki “Fa” ile size yapılan yardımlardan sonra artık nankörlük etmeyin, artık Allah’a karşı gelenlerle koşmayın, onların zulmüne âlet olmayın diyor.
لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ “Şükretmeniz için Allah’a ittika etmelisiniz.”
Şükredesiniz diye Allah’a ittika ediniz. Yani, Allah yardımına karşı sizden bir şey istiyor; o da O’nun düzenine girmenizi istiyor, faizsiz bir düzeni kurmanızı istiyor.
Bizim bugünlerde belediyelere “Kalkınma Kooperatifleri”ni önermemizin sebebi budur. Allah’a şükretme borcumuz vardır. Bu borç nereden başlar? Sakarya Zaferi’nden başlar. Ondan sonra Allah bizi hep ileri götürüyor. Başımıza gelen belâların hepsi bizim eksikliğimizi düzeltmemiz içindir. Düzelttikçe o belâlar da teker teker ortadan gitmiştir. Son belâ 28 Şubat’ta gelmişti. 3 Kasım’da bizi o belâdan kurtardı. Bugün buradayız. Şükür olarak biz Adil Düzenciler Allah’a ittikayı tesis etmek istiyoruz. Bu düzen nedir? Anayasamızın değişmez maddelerini içine alanlardan başkası değildir: Demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk devleti istiyoruz.
Anayasamız bunu istiyor, Kur’an bunu istiyor. İşte bu şükrü en çok yapması gereken bugünkü iktidardır. AK Parti’dir, CHP’dir. Reylerini artıran partilerdir; Doğru Yol Partisi’dir, Milliyetçi Hareket Partisi’dir, Saadet Partisi’dir. Irak olayında, Kıbrıs’ta Allah hep istediğimizi yapmadı mı? Hem de hep biz hata yaparken O doğrusunu yapmadı mı? Bizi Amerika istilâsından kurtarmadı mı? Bizi Kıbrıs mağlubiyetinden kurtarmadı mı? O halde ulusça Allah’a hiç mi borcumuz yok? Neden “demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk devleti”ni kurmuyoruz? Belediyeler bunun için “Kent Kalkınma Kooperatifleri”ni neden kurmuyor?
إِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِنِينَ (EıÜ TaQUvLu LıeLMuEMıNIyNa) “Hani mü’minlere kavlediyordun.”
“İz” geçmişi hikâye için kullanılır. “İz” ile o zamana varırsınız ve orada konuşuyormuşsun gibi mazi muzari fiiller kullanırsınız. “İz Kâle” dediydi veya demişti anlamındadır. “İz Yekulu” diyordu veya diyecekti anlamındadır. Mü’minlere sen diyordun. Mü’minlerin cesaretlendirilmesi için Allah’ın 3000 melek ile imdad edeceği yetmez mi diyordun. Enfâl Sûresi’nde; “Siz yardım istemiştiniz de Allah size bin melekle imdad edeceğim demişti.” deniyor. Burada orada anlatılanı biraz daha açıklamış oluyor. Enfâl Sûresi sonra, Âl-i İmrân Sûresi önce yer almaktadır. Oysa burada Enfâl Sûresi’nde anlatılanlara atıf yapılmaktadır. Orası açıklanmaktadır.
Buradan şunu öğreniyoruz ki, Kur’an’da anlatılanların tarihle ilgili bir sıralaması sözkonusu değildir. Bir âyetin sonra veya önce nâzil olmasının bir manâsı olmadığı gibi sonra ve önce yazılmasında da bir anlam farkı yoktur. Yani biri diğerinden mürecceh değildir. İslâm fıkıhçıları bu hususu değerlendirememişler, Kur’an’da neshi kabul etmişlerdir. Bunun sebebi şudur ki, onlar uygularken gelen âyetlere göre tedrici olarak uyguladılar. Sahabeler için nüzul sırasının önemi vardı, ona göre tedrici bir şekilde uygulanması gerekiyordu. Müçtehitler de Kur’an’ı Sünnete göre tefsir ettikleri için neshi kabul ettiler. Allah bunun sadece uygulama ile olduğunu belirtmek için âyetlerin ve sûrelerin gelişini sıra ile yapmamıştır. Uygulamada başka, yazılmada başka emir vermiştir. Allah’ın buradan bize öğrettikleri nedir?
Uygularken tedrici olarak gideceksiniz. Topluluğu adım adım değiştireceksiniz. Bu değiştirmenin kuralı yoktur. Zamana göre, mekâna göre, oradaki şartlara göre işe başlayacaksınız. İçtihat ederek işe başlayacaksınız. Bu içtihatların isabeti denemelerle ortaya çıkar. Bu konularda değişik denemeler vardır. Arap ülkelerinde İhvan ve Seyyit Kutup, Pakistan’da Mevdudi, Türkiye’de Bediüzzaman, Süleyman Tunahan, Akevler, Erbakan değişik metotları ve sistemleri uygulamışlardır. Bunların bilhassa Türkiye’de olanları başarılı olmuştur.
Adil Düzenciler için önlerine çıkan iki yol vardır: İşletmeleri kurmak. İşletmelerden sonra siteleşmeye gitmek yahut Adil Düzen işletmeleri kurmak. Bu hususta hazırlanmaktadırlar. Allah onlara yol açacaktır. Şimdi yeni ve sentez bir yol aranmaktadır. Bu da belediyelerin Kalkınma Kooperatifleri kurmalarıdır. Adil Düzenciler bütün belediyelere teklif götürmelidirler. Kim götürecek?
Kim Adil Düzenci ise o götürecek. Şimdi hazırlık yapılmaktadır. Bununla ilgili mevzuat toplanmaktadır. Ondan sonra bir Kalkınma Kooperatifi Protokolü ve Ana Sözleşmesi oluşturulacaktır. Adil Düzenci olanlar tebliğ yapmak üzere bunları bu belediyelere götüreceklerdir. Belki alacakları talimatla hepsi cephe alacak, belki de biri çıkacak, o resullük görevini yüklenecek ve bizimle ortaklık yapacaktır.
İşte bunu arama sadedinde yani bu tedriciliği arama sadedinde Kalkınma Kooperatifleri tesis edilecektir. Getirdiğimiz öneri ile “Adil Düzen”in ne olduğu da daha iyi anlaşılacaktır. Tetkik etmek zorunda kalan savcılar ve siyasiler de böylece onu öğrenmiş olacaklardır. Cihadımızda Allah bize meleklerle imdad edecektir.
أَلَنْ يَكْفِيَكُمْ (Ea LaN YaKFIyKuM) “Size kâfi gelmeyecek mi?”
Kâfi gelir anlamında soru cümlesidir. 3000 melaike yetmeyecek mi diye sormuştur. Kendileri 300 kişi, düşman 1000 kişi olduğu için o zaman başkan cemaati ile pazarlık yapıyordu. Size 3000 melek gelse yetmez mi denmektedir. “Len” ile sorması, öyle bir şey isteyelim ki ileride de yetsin içindir. Düşman için yetsin.
Burada “melek” kelimesini hakiki manâda alıyoruz. O zaman bizim görmediğimiz ışıktan daha hızlı varlıklardan, bâtınî âlemdeki varlıklardan bahsedilmiş olur. Ancak bir de muvazzaf askerler kastedilmiş olabilir.
Nöbetli olarak herkes gerektiği zaman mü’min olarak savaşmakla mükelleftir. Ancak bir de sırf savaşmak üzere hazırlanmış profesyonel birlikler sözkonusudur. Bunlar meleklerin halifesi olmaktadırlar. Devletin böyle muvazzaflardan oluşmuş vurucu gücü olmalıdır. Bunlar binlik gruplar olacaklardır, savaşçı olacaklardır. Böyle bir birliğin cephede bulunması savaşçılara cesaret verir.
Demek ki devletler iki çeşit birlik bulunduracaklardır. Biri bütün mü’minlerin katıldığı birlikler. Bunlar sadece nöbet tutarlar, eğitilirler. Diğeri maaşlı askerlerdir. Bunlar emekli oluncaya kadar orduda kalırlar. Bugün subay ve astsubay kademesinde bu sistem uygulanmaktadır. Erler ise nöbetlilerden oluşmaktadır.
“İnsanlık Anayasası”nda komuta kademesinin de nöbetli olması gerektiği yazılmıştır. İlk ehliyetliler özel eğitim alarak astsubay, orta eğitim alanlar subay, yüksek eğitim alanlar üstsubay ve akademik kariyeri olanlar general olacaklardır. Savaşta bunlar komuta kademelerinde istihdam edileceklerdir. Barışta eğitim alacak ve nöbet tutacaklardır. Diğer taraftan bunlara eğitim veren ve savaşta da imdad eden muvazzaf askeri birlikler de olacaktır. Yani bugünkü komuta kademesinde subaylar olduğu gibi erler de muvazzaf olacaklardır. Bu husus “Adil Düzen Anayasası”nda tam olarak tasrih edilmemiştir. Tamamlanması gerekir.
أَنْ يُمِدَّكُمْ رَبُّكُمْ (EiN YuMıDDeKuM RabBuKuM) “Rabbinizin size imdad etmesi.”
Burada “Rab” kelimesi kullanılıyor. “Rab” demek eğitici demektir. Muvazzaf subayların eğitim vereceğine işaret olduğu gibi; askeri eğitimin bir disiplin içinde, tek komuta emrinde verilmesi gerektiğini yani Harb Okulları ile Akademilerin ulusal tek okul olacağı, her ordunun ayrı okulu bulunmayacağı anlaşılmaktadır.
“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nda bu husus da açık değildir. O zaman karar veremediklerimizi açık bırakmışızdır. Asıl savaşacak olan nöbetli birliklerdir. Bunlar destek kuvvetleridir. Sınırlarda kara ve deniz orduları oluşturuluyor ve iç bölgede hava kuvvetleri bulunuyor. Bunlar imdat kuvvetleri olarak bekletiliyor.
بِثَلَاثَةِ آلَافٍ مِنْ الْمَلَائِكَةِ (Bı ÇaLAÇata EAvLAFın MıNaELMaLAEıKatı)
“Meleklerden üçbin ile size imdat etmesi yetmez mi?”
Zâhir âlemi vardır, bâtın âlemi vardır. Matematikte bâtın âleme Batılılar hayali, imajiner, sanal kâinat demektedirler. Yani onlar yok ama var farz ediyorlar, var kabul ediyorlar. Onlar olmaksızın matematik olmamaktadır. Biz ise onları var kabul ediyor ve “bâtın âlem” diyoruz.
Matematikte ve geometride bu bâtın âlem zorunlu olarak ortaya çıkmaktadır. Fizikte de bu varlık âlemi ışıktan büyük hızların varlığı ile kendisini göstermektedir. Her maddenin iki hızı vardır. Biri ışıktan büyüktür. Diğeri küçüktür. İkisinin çarpımı ışık hızının karesine eşit olmaktadır. Dört çeşit şuurlu varlık vardır:
a) İnsanın ve cinin düşük hızı zâhir âlemde, yüksek hızı bâtın âlemdedir. İnsan çok düşük ve çok büyük hızlara sahiptir. Cinler ise büyük ve düşük hızlara sahiptir.
b) Ruh ile meleklerin ise düşük hızı bâtın âlemde, yüksek hızı madde âlemindedir. Ruh insanın simetrisidir, cin meleğin simetrisidir.
İşte burada kastedilen melekler bunlardır. Bunlar Kâinat’ın düzenini işletmekle yükümlüdürler. Tabiî kanunların bekçileri bunlardır. Sosyal âlemde de bekçiler vardır. Bunlar beyinlere etki ederler ve insanlar ona göre hareket ederler. Böylece istediklerini sosyal olaylarda da yapmış olurlar
Bir taraftan ilâhî nizam böyle kurulmuş işlerken, Allah’ın halifesi olan insanlık da devletleri bu kurallar içinde yetiştirir. Onun da melekler gibi görevlileri ve hizmetlileri vardır.Yani muvazzaf orduları vardır. İnsanda da bu hizmetleri gören akyuvarlar vardır. Bunlar sadece savaş hücreleridir.
Bedir’de 1000 melekten bahsedilmektedir. Hazreti Peygamberle yapılan istişarede 3000 melek istenmiştir. Allah, onlar o zaman 3000 istedikleri halde onlara 1000 kadar gönderilmiştir. Çünkü ihtiyaçları o kadardı. Burada savaşan birliklerin binerli grup olacakları buradan anlaşılmaktadır. 1000, 3000, 5000’den bahsedilmektedir. Bir de 100 000’lerden söz edilmektedir. Bir devletin nüfusu ortalama olarak 50 milyon kabul edilirse, bunun beşte biri savaşabilir durumdadır. Demek ki bir devletin ortalama askeri gücü 10 milyondur. 10 orduya sahip olduğunu kabul edersek, bir ordu 1 milyondur. Demek ki bir ordunun savaş kadrosu 1 milyondur. Bunun onda biri bir tümeni oluşturur. Tümen 100 000’le ifade edilir. Merkezde bulunan güç onda bir olacaksa 10 000’lik bir birlik anlamına gelir.
مُنْزَلِينَ (MuNÜaLIyNa) “İnzal edilmiş.”
İndirilmiş veya görevlendirilmiş anlamına gelir. Meleklerden görevlendirilmiş anlamına gelir. Ayrıca yüksek hızdan düşük hıza inerek insanlarla savaşma imkanı ortaya çıkmaktadır. Yani yüksek hıza sahip ruh düşük ruha sahip bedenle birleşmekte ve insan olmaktadır. Meleklerin de düşük hız varlıkları olan insanla ilişki kurmaları için yüksek hızdan düşük hıza inmeleri gerekir. Onun için melek denmektedir. Diğer taraftan askeri birlikler için hava birlikleri anlaşılır. Birliklerin karaya indirilmesi anlamına gelir. Savaş zamanında askeri birlikler uçakla sevk edilerek idare edilir. Bugünkü savaşlarda sadece bomba atarak bu iş yapılmaktadır. Oysa savunmayı nöbetliler yapacaklardır. Ancak ihtisas isteyen işlerde iç bölgelerde yerleşmiş olan askeri birlikler indirme yaparak destek vereceklerdir. Yahut düşman birlikleri içine inip etkisiz hâle getireceklerdir.
Demek ki indirme hareketinde orduların biner kişilik grupları olacaktır.
بَلَى إِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا (BaLAv EıN TaÖBıRUv Va TaTTaQu)
“Evet, eğer sabreder ve ittika ederseniz.
“Belâ” cevap mahiyetindedir. Soru sorduğunuzda karşı taraf evet veya hayır diye cevap verebilir. Burada soruyu Resul savaşçılara Bedir Savaşı’nda sormuştu. Allah bunu hatırlatmaktadır. Soruya şimdi Allah cevap vermektedir. Yani o zaman resulün halka sorduğunu hatırlatıyor. Şimdi de benzer soru ile karşılaşmaktasınız. Şimdi de Allah diyor ki, ben cevap veriyorum. Kur’an’da yer yer bir kıssa birden hazf olunur. Onu siz kendiniz tamamlarsınız. Güzel sanatların temel kurallarından biridir. İnsan zihnini aktif hâle getirir, daha değişik duyguları ve düşünceleri ürettirir. “Belâ” hemzeden sonra gelen soruya cevap olarak kullanılırsa evet anlamına gelir. Müsbet ise evet anlamımdadır.
“İn” şart harfidir. Sabredip etmeyeceğimiz hususunda bir ayırım yapmamaktadır. Sabredebiliriz, etmeyebiliriz; ama sabredersek Allah meleklerini gönderecektir. Sabır ve ittika birlikte zikredilmiştir.
“Sabır” kötü şartlarda ve günlerde dayanma, sessiz kalma demektir. “Sabretme” savunma demektir. Granit gibi olma demektir. Tarihte hep sabredenler başarıya ulaşmışlardır. Türkler Sevr’den sonra sabrettiler, başarıya ulaştılar. Mü’minler inkılâplarda sabrettiler ve başarıya ulaştılar. Hıristiyanlar Romalıların zulümlerine sabrettiler, başarıya ulaştılar. Sosyalistler sabredemediler, dağıldılar. Yarın kapitalistler de dağılacaklardır.
“İttika” vikaye demektir. Şeriatın içine girme demektir. Allah’ın dediklerini yapma demektir.
İstiklâl Savaşı bir ittikadır. Tarikatların, Nurcuların, İmam-Hatip Okullarının faaliyetleri ittikadır. Allah bütün bu faaliyetlere melekleri göndermiştir. Adil Düzenciler sabrettiler ama daha ittika etmediler. Başarıya ulaşmaları için ittikaya gerek vardır. Kent Kalkınma Kooperatifleri önerileri böyle bir ittikaya girme demektir. Tarihte en büyük zulme sabreden Hıristiyanlar sonunda tüm imparatorluğu ele geçirmişlerdir. Sadece Lâtinler değil, galip olan Cermenler de Hıristiyan olmuşlardır. Sabır ve ittika başarının sırrıdır.
وَيَأْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هَذَا (Va YaETıKuM MıN FaVRıHıM HAvÜAv)
Mekkeliler Bedir’den sonra yurtlarına mağlup olarak döndüler. Ebu Süfyan ise servetini kurtarmıştı. Müslümanlar onları Medine’den geçirmiyorlardı. Hicret etmişler, yurtlarını bırakmışlardı. Ama artık Medine’den hareket etmeyeceklerdi. Bunun sebebi de, Mekkeliler Medine çevresindeki Araplarla ve Yahudilerle işbirliği yapıyor ve mü’minlerin mallarını yağmalıyorlardı. Mü’minler ise komşularının mallarını koruyor, yağmalamıyorlardı. İşte bu yağmalamalarına karşılık onlara Medine civarından geçme yasağı konmuştur. Böylece Mekkeliler için savaş bir çıkar savaşına dönüşmüştür. Bu konuda feveran etmişlerdir.
“Feveran” kaynama demektir. Kazanın kaynamasına feveran denir. Kazan kaynayınca fokurdamaya başlar, buhar çıkar. Fırından da sıcak hava oluşur. İşte Mekkeliler böyle bir kaynamayı düşünmüşler ve onun üzerine Medinelilerin üzerine yürümüşlerdir.
Buradaki “Haza” Uhud Harbi’ne işaret etmektedir. Allah o zaman 1000 melaike ile imdat etmişti, şimdi ise 5000 melaike ile imdat edecektir.
Savaşı kazanmanın dört sırrı vardır. Bunlardan biri zamanında ve erken davranmak. Kim silaha erken davranırsa o zafer kazanır. İkincisi silahta veya savaş taktiğinde yenilik yapma. Üçüncü olarak, cesaretle ölümü göze alma. Korkak olanlar savaşı kazanamazlar. Korkmak da ölümü göze almamaktır. Zafer daima “ya istiklâl ya ölüm” diyenlerindir. Savunma savaşı için kesin şarttır. Adil Düzencilerin de bu cesareti göstermeleri gerekir. Bugün onlar sabrediyor, ama henüz ittikaya geçmediler. Dördüncüsü ise birlikte olmaktır. Savaşın tek elden yönetilmesi gerekmektedir.
يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ (YuMDıDKuM RabBuKuM) “Rabbiniz size imdad edecektir.”
Burada “Rabbiniz” kelimesi kullanılmıştır. Çünkü imdadın sebebi ilâhî düzeni korumadır. Allah takdir etmişse o olacaktır. Malazgirt’te başlayan ilerleme Haçlı Seferleri ile durdurulamamıştır. Amerika’daki fetih de böyle olmuştur. Amerikalılar ateşli silahla karşılaştılar. Bu evrim gereği böyle idi. Onlar barut ve demiri öğrenip silah üreteceklerdi. O zaman bugün Amerika’da onlar var olacaktı.
Gelecekte “Adil Düzeni” benimsemeyenlerin durumu da böyle olacaktır. Allah’ın takdiri ne ise o olacaktır. Osmanlılar Avrupa’ya gidecekler, böylece Avrupa uyanacak ama geri çekilecekler, çünkü yeni uygarlığı kuracaklardır. Avrupalılar Sakarya’ya kadar gelecekler, çünkü Türkler uyanacak ve inkılâplar yapacaklardır. Ama çekileceklerdir, çünkü III. Bin Yıl Uygarlığını kuracaklardır.
Görülüyor ki; tarihi insanlar yazmıyor, Allah yazıyor. Bu hususta melekler görevli.
بِخَمْسَةِ آلَافٍ (Bi PaMSaTı EAvLaFın) “Beşbin ile”
Üçlü sitemde 3 Tim, (3*3+1)=10 Manga, (10*3+3)=33 Takım, (33*3)+1=100 Bölük, (100*3+3*10)=333 Tabur, 333*3+1=1000 Alay elde edilir. Bedir’de bir alayla takviye yapılmıştır. Uhud’da ise beş alay ile takviye yapılmıştır. Esas itibariyle üç alay bir tugayı oluşturacaktır. Ancak takviyeli olarak bir tugay görevlendirilmiştir. Bu takviye teksif edilmiş hedefe yönelmiş olacaktır. O birlik bir tümen birliği olmuş olacaktır. Yani üç tugaydan oluşmuş bir tümen olacaktır. İmdat takviyeli bir tugayla yapılacaktır. Üç tugay 10 bin kişidir. Kolordu 30 bin kişidir. Ordu ise 100 bin kişidir. Cephe savaşı da bir milyon savaşçıdan oluşur. İşte kıyas budur. Askeri birlikleri nasıl teşkilatlayalım ki düşman saldırdığı zaman başarılı olunsun. Savunma birlikleri üçlü ve onlu sisteme göre oluşturulacaktır. Saldırı gücü ise beşli sisteme göre oluşturulacaktır demektir. Saldırıda yedek asker nöbette olur. Savunmada ise sıra ile siperde kalınır. Savunma savaşı ile saldırı savaşı tamamen farklıdır. Savunmayı bütün müminler yaparlar. Bunlar savunma eğitimini görürler. Saldırma ise muvazzaf subay ve askerler tarafından yapılır.
مِنْ الْمَلَائِكَةِ (MıNa eLMaLaEıKaTı) “Meleklerle.”
Bunlar yüksek hızdan aşağı hıza inen ve insanlarla ilişki kuran kimselerdir. Bunlar insanın bedeninden ziyade beyinleri ile ilişki kurarlar. Beyin bilgisayar yapısındadır. Nasıl virüs bilgisayarı bozarsa, bunlar da düşmanların beyinlerini bozarlar. Nasıl anti-virüs programları varsa, bunlar mü’minlerin anti-virüsleri olurlar. Askeri birlikte ise bunlar muvazzaf ordudan oluşur. Eriyle ve subayıyla özel eğitilmiş kimselerdir. Emekli oluncaya kadar asker olarak yaşarlar. Trafik gibi bazı hizmetler bunlara yaptırılır. Savaşta da bunlar takviye birlikleridir, saldırı birlikleridir. Düşman saldırınca önce siperlerde direnme yapılır, düşman yorulur. Eskiden kalelerde böyle direnme gösterilirdi. Askerin ikmali biter, yorgunluk gelir, saldırıyı durdurup geri çekilmeye başlar. Savunmaya göre eğitilmiş nöbetliler onları takip edemez. İşte o zaman vurucu güç olmuş olacak ve onları takip edecektir. Bir daha saldırı haline gelemeyecek şekle sokulacaktır.
Nitekim Uhut’ta da düşman çekilince takip edilmiştir. Biz Türkiye için 12 ordu düşünüyoruz. Dördü kara (Erzurum, Van, Diyarbakır ve Trakya) dördü deniz (Karadeniz, Marmara, Ege Denizi ve Akdeniz) dördü hava orduları (Afyon, Konya, Kayseri ve Ankara). Kara ve deniz orduları savunma ordularıdır. Hava orduları ise saldırı orduları olarak yetiştirilir. Düşman saldırınca sabredilir, sonra ise vurucu güçle düşman imha edilir.
مُسَوِّمِينَ (MuSavVıMIyNa) “Tesvim edilmiş olarak.”
Hukuk yönetiminde, hattâ savunma ordularında askerlerin sivil kıyafette olmaları yeterli olabilir. Her yıl bir ayı geçmemek üzere savaş eğitimi gören ve nöbet tutan askerlerin resmi elbise giymeleri istenmeyebilir. Çünkü bunlar işgal ettikleri yerde ve makamlarda otururlar. Koltuğunda oturan komutandır ve herkes komutanını tanımaktadır. Sivillerde de ocak ve bucaklarda herkes birbirini tanımaktadır. Ancak saldırı savaşlarında imdat birliklerinde yabancılar orduya katılacaklardır. Komutayı onlar ele alacaklardır. O zamanlarda tamamen muvazzaf hakimdir. Birliği sağlamak için bunların üniformalı olmaları gerekmektedir.
Onun için meleklerden bahsederken “musevvim” olmaları gerektiğini ifade diyor. Bu bizim muvazzaf ordular için doğru olduğu gibi melekler için de doğrudur. Melekler de bizim gibi yaratıklardır. Aynı hayat kanunlarına tâbidirler. Onlar için de üniforma şarttır. Melekleri, cinleri ve ruhları tabiî ve sosyal kanunlara tâbi olmayan üçlü varlık olarak ele almak gerekir. Onlar da bizim gibi birer kuldur. Görevlerini yaparlar. Hücrelerde, mikroplarda ve canlılarda da benzer kanunlar vardır. Demek ki resmi elbise giyilmesi gerekir. Böylece korucular, polisler ve askerler resmi elbise giyerler demektir. İmamlar için resmi elbise konmamıştır. Çünkü bunlar ocak ve bucak içindedirler ve herkes onları tanımaktadır. Ama hacda ise hacca katılanlar özel kıyafetle katılırlar.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92