ADİL DÜZEN 269
“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE
Haftalık Seminer Dergisi 10-12 Eylül 2004 Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline) www.akevler.org
*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 269. SEMİNER (CUMA-C.TESİ-PAZAR) İst. - Ank., 10-12 Eylül 2004
Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ, Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL Tel: (0212) 452 76 51
ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği) Tel: (0532) 246 68 92
*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ [Cuma Üsküdar (19.00-21.00), Cumartesi Yenibosna (18.00-21.00)]
ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ – 49
Bu dersin tamamı Yenibosna’da 18.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır.
(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Reşat Nuri Erol, Lütfi Hocaoğlu, ve ………..… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)
Cuma günü Üsküdar’da Reşat Nuri Erol tarafından; Pazar günü Ankara’da Sabri Tekir tarafından anlatılacaktır.
Süleyman KARAGÜLLE
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ
لَقَدْ سَمِعَ اللَّهُ قَوْلَ الَّذِينَ قَالُوا إِنَّ اللَّهَ فَقِيرٌ وَنَحْنُ أَغْنِيَاءُ سَنَكْتُبُ مَا قَالُوا وَقَتْلَهُمْ الْأَنْبِيَاءَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَنَقُولُ ذُوقُوا عَذَابَ الْحَرِيقِ(181)
ذَلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيكُمْ وَأَنَّ اللَّهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَبِيدِ(182)
الَّذِينَ قَالُوا إِنَّ اللَّهَ عَهِدَ إِلَيْنَا أَلَّا نُؤْمِنَ لِرَسُولٍ حَتَّى يَأْتِيَنَا بِقُرْبَانٍ تَأْكُلُهُ النَّارُ قُلْ قَدْ جَاءَكُمْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِي بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالَّذِي قُلْتُمْ فَلِمَ قَتَلْتُمُوهُمْ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ(183)
لَقَدْ (LaQaD)
“La” tekit harfidir. “Kad” da takrib harfidir. Yani maziyi veya muzariyi hâle getirir.
Allah işitmektedir, işitmiş bulunmaktadır.
“İz” gelirse, geçmişte işitti anlamına gelir. “İza” denirse, gelecekte anlamını taşır.
“Kad” ise şimdi işitiyor demektir.
Kur’an’ı bize şimdi nâzil oluyormuş kabul edeceğimize göre, Allah şimdi işitiyor demektir.
Bundan önceki mü’minlere hitap eden âyetlerdi. Şimdi birden bire İsrail oğullarına hitap etmektedir; hem de bugünkü dünyayı sömüren İsrail oğulları sermayesine hitap etmektedir. Amerika’da bulunan 200’den az ailenin elinde tuttuğu ABD Merkez Bankası’nın sahipleri olan İsrail oğullarına hitap etmektedir.
Kur’an bir kavmi niçin bu kadar yüceltmekte ve muhatap almaktadır? Kur’an birçok yerinde hep onları anlatmaktadır. Neden? Çünkü o kavim seçilmiş kavimdir. Onlar kavim olarak seçilmiştir. Mü’minler ve Hıristiyanlar ise iman ile seçilmişlerdir. Onların özel görevleri vardır ve bu görev kıyamete kadar sürecektir. Nasıl insandaki dokular özelleşmiş ise, insanlar arasında da kavimler özelleşmiştir.
Seçilmiş olmak demek, cennete gidecekler anlamında değildir. İnsanlık içinde kendilerine görev verilmiş olmak demektir. Görevi iyi yapanlar cennete, yapamayanlar cehenneme gideceklerdir. Yoksa Allah kimilerini kendilerine dost yaptı, kimilerini de cennetlik yaptı anlamında değildir. Sadece görevde seçilmişlerdir, yoksa onların diğer insanlardan insan olarak hiçbir farkları yoktur. Peygamberlerin bile böyle üstünlükleri yoktur da, onların mı üstünlükleri olacak. Bunun böyle olduğu anlaşılmalı ve bilinmelidir.
سَمِعَ اللَّهُ (SaMIGa elLAHu) “Allah sem’ etti. Allah duydu.”
Allah onların söylediklerini duydu.
Allah söylemelerinden önce de bilmektedir. Ancak bize anlatırken bizim dilimizle konuşmaktadır.
Allah insanlarla Kâinatın kanunları içinde ilişki kurmaktadır. Bir padişah, meliki muktedir nasıl duyarsa, O da öyle duydu denmektedir. Çünkü O meliki muktedirdir.
Böyle anlatımla insanların idrakine Allah’ı yaklaştırmaktadır.
“Bildi” dese, uzaktan bildi olur. “Duydu” deyince, hemen orada idi ve işitti demektir.
Allah şimdi aramızdadır, bizim yazdıklarımızı ve okuduklarımızı da duymaktadır, işitmektedir.
Bilmek gaip iken de olur. Oysa işitmek ancak şuhutta iken olur.
قَوْلَ الَّذِينَ قَالُوا (QaVLa elLAÜIyNa QAvLUv)
“Kavl eden kimselerin kavillerini sem’ etti.”
Burada söz teklidir, söyleyenler çoktur. Bir topluluk bir sözü nasıl söyler?
Eğer topluluk içinde biri bir söz söylerse, diğerleri onu tekzib etmezse, karşı çıkmazsa, o zaman o sözü o topluluk söylemiş kabul edilir. Sükut ikrar olduğuna göre bütün topluluk onu söylemiş gibi kabul edilir.
Şimdi içinizde bulunan biri bir şeyi söylese, kimse ona karşı cevap vermese, o zaman bu topluluğunuz o söyleneni kabul etmiş olur. Hele başkanın sükut etmesi demek, onun sözünü tasvip etmiş olması demektir. Hele başkan söyler, cemaat susarsa, o zaman o cemaat o sözü tasdik etmiş olur.
İşte bu şekilde olursa otopluluk onu söylemiş olur.
Biri size bir söz söyler, siz de eğer sükut ederseniz, onu kabul etmiş olursunuz.
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovsalar da o söylemeye devam edecektir.
Ama eğer susarlarsa, o zaman onu kabul etmiş olurlar. Zalim yöneticiler onun için söyletmezler.
Allah kavl eden kimselerin kavillerini duymuştur.
Allah her an bizimle beraberdir ve yaptıklarımızı görmekte, söylediklerimizi de işitmektedir. Buna inanmak, imanın şartıdır. Her davranışınızda Allah’ın yanınızda olduğunu bileceksiniz. Bir de âhirette her davranışınızın hesabını vereceğinizi aklınızdan çıkarmamalısınız. Bu noktanın iyi anlaşılması gerekmektedir.
إِنَّ اللَّهَ فَقِيرٌ (EınNA elLAHu FaQIyRun) “Allah fakirdir.”
Burada “Allah” kelimesini Kâinatı var eden hâlik Allah olarak anlarsanız, elbette manâsı yoktur.
Bunu bugün veya dün kimse söylemedi. Buradaki “Allah”tan kasıt “topluluk”tur.
“Topluluk fakirdir, biz zenginiz!” diyorlar.
Bugünkü dünyada İsrail oğulları sermayesi ABD’ye hakimdir. ABD yüz trilyonlarca doları 200 İsrail oğlu ailesinin bankası olan merkez bankasına borçludur. Onlara sorarsanız, dünya onlara muhtaçtır!..
Türkiye’deki o sermayenin uzantıları önce devleti hortumlayıp soyuyorlar; ondan sonra onların uzantısı olan firmaların veya uluslararası şirketlerin devletten daha zengin olduğunu söylüyorlar!.. Devlet zarar ediyormuş, kendileri ise bu işleri daha iyi biliyorlarmış!.. Tekel olacak, ama sadece onların tekeli olacak!..
Burada İsrail oğullarını doğrudan muhatap almayışı ile masonların da bunlarla beraber olduklarını ifade etmiş olur. Devlet muhtaçtı; ha yıkıldı, ha yıkılacaktır... Oysa onlar zengindir, onlara bir şey olmaz!..
Bu çok yanlış bir düşüncedir. Onların elindeki dolar veya TL bir kâğıt parçasından ibarettir. O kâğıtların değerleri ordular tarafından korunur. Türk ordusu olmasa, Türk Lirasının ne kıymeti olabilir? ABD ordusu olmasa, dolar neyi ifade eder? Orduları da topluluk yani halk oluşturur.
Buradaki tartışma şudur; dolar mı orduyu besliyor, yoksa ordu mu doları dolar yapıyor?
وَنَحْنُ أَغْنِيَاءُ (VaNaXNu EaĞNıYAEu) “Biz ganileriz.”
“Biz gani iken topluluk fakirdir!” diyorlar.
Bunların zenginlikleri nasıl başladı? Haçlı Seferleri sonunda ülkelerine dönen askerler, Müslümanlardan alıp memleketlerine götürdükleri malları satmaya başladılar. Bu malların pazarı kasabalarda doğdu. Ticaretle meşgul olan ve yaşadıkları toplumda en alt sınıfı teşkil eden Yahudiler bu malları alıp satmaya başladılar, böylece kasaba esnafı oldular. O sırada Amerika keşfedildi ve oradaki yerlilerden alınan altınlar Avrupa piyasasına girdi. Yahudi tüccarlar kasaba esnaflığından kent tüccarlığına yükseldiler. Böylece daha da zengin oldular. Dünyadan ham madde alıp Avrupa’da mamul hâle getiriyor, sonra onu dünyaya satıyorlardı.
Bu arada Yahudi tüccarların lehine olan zorunlu bir gelişme daha oldu. Avrupa işçileri beceriksiz olduğu için yeterli kalitede ve bollukta mal üretemediler. Bu eksikliği tamamlamak üzere makine sanayii gelişmeye başladı. Yahudiler sermayeleri sayesinde sanayiyi tekelleri altına aldılar.
Yahudilerin sayıları yani nüfusları yetmediği ve başka ırktan olanları da içlerine alamadıkları için masonluğu icat ettiler. Masonlar Yahudi sermayesinin dünyadaki Yahudi olmayan temsilcileridir.
Böylece dünyada büyük bir hamle yapıldı ve ağır sanayi doğdu.
Bu arda kağıt parayı buldular. Karşılıksız kâğıt parçasını dünyaya altın gibi kabul ettirdiler ve böylece dünya tekel ekonomisini kurdular.
Devlet fakir ve borçlu… Borçlu olmak vakayı adiye kabul edildi. Bununa anlamı şudur. Borcun faizi kadar halk onların emrinde çalışıyor demektir. İşte dünyadaki bu oluşlara dayanarak “Biz zenginiz!” diyorlar!
Oysa bütün bunlar Allah’ın insanlık için mukadder kıldığı sanayileşme dönemi takdiridir.
Tekel sermaye oluşmadan ileri sanayi doğamazdı. Onun için Allah bu imkânları onlara verdi.
Amerika kıtasını var eden sermaye değil, Allah’tır. Şimdi ise sanayileşme meydana geldi. Ulaşım, haberleşme, standartlar, teknoloji artık tüm insanlarca bilinir oldu. Artık tekel sermayeye ihtiyaç kalmadı.
Dolayısıyla bundan sonra artık “tekel sermaye” değil, tekrar “halk sermayesi” hakim olacaktır. Topluluk kendi zenginliğini gösterecek ve bu zenginliği kendisi için değerlendirecektir.
Nitekim bugün Türkiye’de böyle bir gelişme sözkonusudur. IMF’nin bütün baskılarına rağmen, AK Parti’nin bütün olumsuz uygulamalarına rağmen Türkiye’de “halk sermayesi” gelişmeye devam ediyor.
سَنَكْتُبُ مَا قَالُوا (Sa NaKTuBu MAv QAvLUv)
“Yakında kavl ettiklerini ketb edeceğiz, yazacağız.”
Kavl ettiklerini işitti ama daha yazmadı. Yakında yazacağını söylüyor.
İşte bu ifade de gösteriyor ki, burada “Allah”tan kasıt “topluluk”tur. Topluluk bunların ne söylediklerini yakında ortaya çıkaracaktır. Yani, kendilerinin zengin olup devletin fakir olduğunu söylemeleri, kendi aralarında buna inanmış olmaları gelecekte, yakın gelecekte ortaya çıkacaktır.
Allah ‘Ben yaptım’ derse, o zaman zâtını murad etmiş olur. Ama eğer ‘Biz’ derse, topluluğu veya melekleri ile beraber yaptığını ifade etmiş olur. “Ketebtu” denseydi, “Ben yazdım” denmiş olması gerekirdi. Oysa burada “Biz yazacağız” deniyor; yani devlet olarak yazılacak demektir. Demek ki henüz onların bu sözleri yazılı hâle gelmemiştir. Ama yakında gelecektir. Bunun böyle olacağı yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır.
وَقَتْلَهُمْ الْأَنْبِيَاءَ (Va QaTLuHuMu elEaNBiYAEa)
“Nebileri katletmelerini yakında yazacağız.”
Burada kastedilen nebilerin vârisleri olan alimlerdir.
19 ve 20. yüzyıllar sermayenin azgınlaştığı yıllardır. Fransız İhtilâli ile başlayan saldırı 20. yüzyılın sonuna kadar sürmüştür. Birçok ilim adamı dünyada ve Türkiye’de öldürülmüştür. Uğur Mumcu bu öldürülenlerin en meşhurlarından biridir. Birçok kimse öldürülmüştür. Bütün bunların katili tekel sermayedir.
Gerçekler ortaya çıkmasın diye ilim adamlarını gizli-açık hep öldürmüşlerdir.
Kendileri öldürür, sonra da tabutun altına girer ve ah vah ile taşırlardı!..
Bunların, bu gerçeklerin yazılmasına başlanmıştır. Tam olarak kitaplaşması tamamlanmamıştır. Bu faili meçhul cinayetler veya faili başkalarına yüklenmiş cinayetlerin hepsi meydana çıkacaktır. Öldürülen kilise, tekke ve medrese mensupları gelecekte listelenecek ve bunları hep sermayenin yaptığı bir bir ortaya konacaktır.
Dünyayı bir asırdır kana bulayan CIA ve MAFYAnın her işinin arkasında sermaye vardır.
Bunlar meydana çıkacaktır. Bütün bunlar tarih tarih, arşiv arşiv yazılacaktır.
Ermeni katliamından dolayı bizden tazminat istiyorlar. CIA ve MAFYA dünyaya verdiği zararı ödesin, bize ödesin, 1960’tan beri başlayan müdahalelerin hesabını versin, biz de Ermenilere tazminat verelim.
Kur’an bu âyette bütün bunların, bütün gerçeklerin meydana çıkacağını bildirmektedir.
بِغَيْرِ حَقٍّ (BıĞaYRı XaqQın) “Haksız yere.”
Mason localarında alınan kararlarla kimlerin akıl hastahanesine gönderilip deli raporu alındığı… Hastahanelerin nasıl çarpıtılmış raporlarla tesbit edilerek katiller korunup katil olmayanların suçlandığı… Basının nasıl sermayenim emrinde bunları çarpıttığı… Ve daha nice konu bir bir yakın gelecekte yazılacaktır…
Allah yazacaktır, devlet yazacaktır. Belgeler muhafaza edilmektedir.
Belgeleri yok etmeye kalkışırlarsa, o kalkışma da ayrıca belge olacaktır.
Bunlar bütün bunları yaparken, kişileri öldürürken, katilleri korurken, suçsuzları mahkum edip sehpalara gönderirken hiçbir hakka dayanmamaktadırlar.
Sivas olaylarının gerçek failleri ortaya çıkacak ve tek tek bunlar kamuoyuna belgeleriyle gösterilecektir. MİT’in yaptıkları da ortaya çıkıyor. Nitekim yapacaklarını dün devlet adına yapanlar bugün muhakeme ediliyor. Asıl yaptıranlar ise hâlâ ayakta. Yarın bunların hepsi deşifre edilecektir. Atatürkçülerin, lâiklerin ve diğerlerinin nasıl CIA’nın birer oyuncağı olduklarını kendileri de öğreneceklerdir.
وَنَقُولُ (VaNaQUvLu) “Ve kavl edeceğiz. Ve diyeceğiz.”
Burada diyeceğiz, âhirette diyeceğiz, yazıldığı zaman diyeceğiz. Bu yapılanlar ortaya çıkınca bunları yapanlar şiddetli azaba çarptırılacaktır. Geçmişte yapılanlar affedilecek ama onlar o zaman da yapmaya devam edecektir. O zaman “Adil Düzen”in pençesi onları yakalayacak ve yakıcı azaba atacaktır.
“Nekûlu/Diyeceğiz” deniyor; yani topluluk diyecek, devlet diyecek.
Burada bu vesileyle yine belirtelim ki, “Adil Düzen”de cahiliye döneminde işlenen suçlardan dolayı kimse mahkum edilmeyecektir. Çünkü o yapılanlar o düzenin bir gereği olarak yapılmıştır. Onlar genel afla affedilecekler. Ama geçmişte ve bugün cinayetler işleyen sermaye “Adil Düzen”i hazmedemeyecek ve yine cinayetler işlemeye devam edecektir. Hâlâ rüşvet mekanizmasını çalıştıracak, hâlâ sahte raporlar alacak, hâlâ mafyayı harekete geçirecek ve hâlâ cinayetler işlemeye devam edecektir. İşte o zaman “Adil Düzen” onları yakalayacak ve işte o zaman onlara yakıcı azabı tattıracaktır.
ذُوقُوا عَذَابَ الْحَرِيقِ “Yakıcı azabı tadın bakalım!”
Burada “El-Harîk” marife gelmiştir. “El-Azabe’l-Harîk” denmemiş de, “Azabe’l-Harîk” denmiştir.
Yani, ceza kanununda gösterilen cezanın sıkıntısını çekin demektir. “Adil Düzen”in ceza hükümleri uygulanacaktır demektir. Asla keyfî ceza verilmeyecek demektir.
“Zûkû/Tadınız” denilmektedir. Maddî cezadan çok rûhî sıkıntı onları ezecektir.
Bugünlerde de zaten bu azabı tatmaya başladılar. Müslümanların anayasa ekseriyeti ile iktidarda olması onlara ateşten gömlek olmakta ve onları için için yakmaktadır. Onlar için bu durum yakıcı bir azaptır.
ذَلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيكُمْ (ÜAvLıKa BıMAv QadDaMat EaYDıKuM)
“Bu sizin ellerinizle takdim ettiklerinizdir.”
Burada tecziye toplu olarak yapılmaktadır. Nasıl oluyor da kişi yerine topluluk cezalanmaktadır?
Daha önce şunu demiştik. Bir toplulukta biri bir şey söyler, ona karşı kimse karşı söz söylemezse, o zaman o topluluk tarafından da yapılmış kabul edilir. İçinizden biri şimdi konuşmakta olana hakaret etse ve sizden kimse ona cevap vermese, o zaman o konuşana sadece o kişi değil, topluluk da hakaret etmiş olur.
Yapılan işler de böyledir. Toplulukta biri bir şey yapar ve diğerleri de ona uyarlarsa veya susarak tasvip ederlerse, o zaman kendileri de o suça iştirak etmiş olurlar. O sebepledir ki, yanlış yapan kimsenin yanlış yapmasına gücümüz yeterse elimizle, yetmezse dilimizle, yetmezse kalbimizle karşı çıkmalıyız.
Babalarının yaptıklarını tasvip ederek devam edenler de o suçlara iştirak etmiş olmaktadır. AK Partililer eskiden yapılan zulmü önlemiyorlarsa, ona karşı tedbir almıyorlarsa, onların yaptıklarına uymuş olacaklardır.
Bir toplulukta yapılan kötülüklerin ortadan kalkması için cihad yapmazsak, o zaman biz de o kötülüklere iştirak etmiş oluruz. Bunları yapan biz değil de atalarımız olsa ve onlara sessizce uyarsak, o zaman o kötülüğü biz de yapmış oluruz.
İşte bugün sermayenin topluluğa caka satması ve birçok masum insanın katline sebep olunmasının hesabı bugün sorulmasa bile, yarın o sermayenin vârislerine sorulacaktır.
Avrupa’da başlayan dinî reformlardan beri, Fransız İhtilâlinden beri, sosyalizm ve faşizm uygulamaları ile yüz milyon insan öldürülmüştür. Bütün bunların merkezi tekel sermaye olmuştur.
Bugünkü sermaye de onların bu yaptıklarını tasvip ediyor ve aynı yolu izliyor…
“Adil Düzen” geldiği zaman da aynı suçları işlemeye devam edeceklerdir. İşte o zaman onlar harîk azabı tadacaklardır. Âhirette herkesin katkısı nisbetinde çekeceği ceza bunun dışındadır.
وَأَنَّ اللَّهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَبِيدِ (VaEanNA elLAHe LaYSa BıZalLAMın LıLGaBIyDı)
“Allah abdlerine zalim değildir.”
Allah bir düzen kurmuştur. Bu düzen dünya düzenidir, imtihan düzenidir. Adalete uyan topluluklar yaşar ve zafer kazanır. Zalim topluluklar cezalanır. Adil olan hiçbir topluluk mağdur olmaz.
Osmanlı tarihinin son günlerini düşünün. Cumhuriyet döneminin adaletini düşünün. Türklerin başına gelenlerin az bile olduğunu çok kolaylıkla görürsünüz. Zulüm eden Allah değil, halkın kendisidir.
Zalimler yapacaklarını yapıyor, diğerleri de susuyor! İşte bu durumda tüm topluluk zulmetmiş oluyor.
Bu zulmü durdurmak için partiler kuruyoruz, anayasa ekseriyeti ile iktidar oluyoruz. Ama bütün bu çabalarımıza rağmen zulüm yine devam ediyor. Bu zulümleri devam ettiren iktidarın helâk olacağından şüphe mi ediyorsunuz?
“Ebette, devam edecek, halk bir daha, bir daha seçecektir!” mi diyorsunuz?
O zaman halk da onlarla beraber helâk olacaktır demektir.
Ya bu iktidar “Adil Düzen”i kabul edip zulme son vermelidir, ya da bu halk “Adil Düzen Partisi”ni kurup onu iktidar etmelidir. Yoksa böyle bir zulüm dünyasında bir ülkenin yaşaması, insanlığın yaşaması, dünyanın yaşaması mümkün olmaz. Bütün bu gerçekler böylesine net ve bu kadar açıktır.
Aksini iddia etmek, Allah’ın zulüm düzenin sürdüreceğini iddia etmek, ilme aykırı olduğu gibi imana da aykırıdır. Küfürdür. Faizli sistem başarı ile devam edecektir diyenler ve buna inananlar cahil ahmaklardır. Cehl ile küfrün Allah nezdinde eşdeğer olduğunu bilmem tekrar hatırlatmama gerek var mı? Sizler bunun böyle olduğunu zaten biliyorsunuz. Bildiklerinizi bilmeyenlere hatırlatın. Böylece tebliğ görevinizi yerine getirin.
الَّذِينَ قَالُوا (elLaÜIyna QAvLUv)
Buradaki “Ellezîne Kâlû” eski “Ellezîne Kâlû”nun bedelidir.
Onlar bir taraftan “İnsanlık fakirdir, devlet fakirdir, topluluk fakirdir!” demişler; ondan sonra da Allah’ın onlarla ahitleştiğini ileri sürmüşlerdir. Yani, onlar “Adil Düzen”e inanmayacak ve uymayacaklardır.
Kendi içlerinde inanmamak için birtakım söylentileri ve bahaneleri öne sürmektedirler.
Bunlar kendileri dünyaya kötülük yaptıklarına inanmamaktadırlar.
İnsanlığa iyilik yapmakta olduklarına inanıyor ve bunları insanlığın iyiliğine yapıyorlar!..
Beş yüz senedir dünyada pek çok zulüm yaptılar, ama bugün insanlığa büyük uygarlığı getirdiler.
Önce Avrupa’ya İslâm uygarlığını götürdüler, ateist uygarlık olarak onlara empoze ettiler.
Karl Marx aslında İslâmiyet’ten başka bir şey anlatmıyordu. İslâmiyet esaslarını almış ve insanlığa İslâmiyet’in âhirette vaat ettiği cenneti dünyada vaat etmeye başlamıştır. İslâmiyet’in kurumlarını sosyalizmin kurumları olarak takdim etmiştir. Batı uygarlığı tamamen İslâm uygarlığının çarpıtılmış şeklidir.
Bunun böyle olduğu zaten bilinmektedir. Gelecekte daha iyi bir şekilde bilinecektir.
Sonra ne yaptılar? Faizi meşru gördüler ama dünyanın süratle imar edilmesini böyle sağladılar.
Bugün de eğer dolar olmazsa, uluslararası ticaret nasıl olacaktır? Bunları hep sermaye yapmadı mı?
O halde sermaye yaptığı zulmün on katını insanlığa getirdiği uygarlıkla ödemedi mi? İşte bundan dolayı onlar kendi düşüncelerinde haklıdırlar. Ne var ki, bütün bunlar Allah’ın takdiri ile oldu. Şimdi artık o kötü davranışlarını bırakmalıdırlar. Varlıklarını sürdürmek istiyorlarsa faizsiz sisteme dönmelidirler.
إِنَّ اللَّهَ عَهِدَ إِلَيْنَا (EınNa elLAHa GaHıDA EıLaYNAv) “Allah bizimle ahitleşti.”
Yani, Allah söz aldı demektir.
Kur’an’da bizden de söz alınmaktadır. Size bir resul gelecek, sizde olanı tasdik edecek, ona uyun denmektedir. Bizde olanı tasdik etmek demektir? “Adil Düzen”i tasdik etmek demektir.
İsrail oğullarından ve onların peşinden gidenlerden Allah ahit almış ve onlarla sözleşmiştir. Bir mucize görmezseniz ona uymayın. Bu ahit önemlidir.
Acaba Allah mü’minlerden, kendilerine kitap verilenlerden ne ahit almıştır? Böyle bir ahit sözkonusudur. Gelecek resuller olacak, sonra biri baş olacak, o zaman bizim ona uymamız gerekecektir. Ama bunun vasıfları ne olacaktır? Bunun için resulün Kur’an’da sayılan vasıflarını bir bir sayacağız. Onun o vasıflara uyması gerekir. Şimdi burada da tasdik edeceğimiz resulün bir vasfından daha bahsedilmektedir.
أَلَّا نُؤْمِنَ لِرَسُولٍ (EaN Lav NuEMıNa LıRaSUvLın)
“Herhangi bir resule inanmayacağız.”
Hak olduğu bilinen her resule mutlaka herkesin inanması gerekir. Ama ittiba etme konusunda ise herkes kendi resulüne ittiba eder. Kur’an’ın Hıristiyan ve Yahudilerden istediği kiliselerini ve havralarını bırakıp bize gelmeleri değildir. Kıblelerini bırakmaları istenmemektedir.
Onlardan istediğimiz, sadece nasıl biz onların resullerini tasdik ediyorsak, onlar da bizim resulü tasdik etsinler. Onun için ittiba etmeyeceğiz dememekte, sadece iman etmeyi telkin etmektedir.
حَتَّى يَأْتِيَنَا بِقُرْبَانٍ (HaTTa YaETIy Bı KuRBaNın)
“Bize bir kurban ile ety edinceye kadar iman etmeyeceğiz.”
Demek ki, resullere inanabilmemiz için onların bir “kurban” getirmesi gerekir. Buradaki “kurban” nekire olduğu için herhangi bir kurbandır. Bu kurban bizim bayramda kestiğimiz kurban değildir. Herhangi bir ibadettir. Herhangi bir yaklaşmadır. Nekire yani belirsiz gelmiş olduğu için bunu ifade eder.
Demek resulden istenen, insanları birbirine yaklaştıran, insanlar arasındaki çekişmeye son veren “kurban”dır. Bu kurban da çağın herhangi bir sorununu çözme demektir. İnsanlar öyle bir duruma geleceklerdir ki, artık bunalacak ve sorunların içinde boğulacaklardır. İnsanların bu sorunları çözülmelidir.
Mesela, bugün pek çok sorun var ama, başlıca sorun işsizliktir. Onun sonucu açlık sorunudur. İnsanların iş ve aş sorunu ile bunlara dayanan eş sorununu çözmeyen bir resul, resul değildir. Bugünkü en büyük ve en yaygın sorun budur. Bu sorunun mutlaka çözülmesi gerekmektedir.
Yahut, çevre kirliliği sorunu da içinden çıkılmaz bir hâl almıştır...
Mafya ve terör sorunu heyula gibi durmaktadır...
Faiz sorunu çözüm beklemektedir…
Fuhuş sorunu çözülmelidir...
Bu sorunlardan hiç olmazsa birini çözmesi gerekir ki biz o resule inanalım. O bunu nasıl başaracaktır?
Resul yani başkan bunu küçük topluluğunda, kendi topluluğunda çözecektir. Mala-Mal Marketi veya Ahşap Evler Sitesi bunu hedefleyen bir uygulama yeri olacaktır. Eğer o sitede veya o toplulukta bu sorun çözülürse, bir tanesi bile çözülürse, o sorunu çözenin resullüğüne inanacağız. Artık mucize sorunları çözmedir, sorunu çözmedir, sorunu sistemle çözmedir. Yoksa zorlama veya kişisel maharetle çözme “kurban” değildir.
تَأْكُلُهُ النَّارُ (TaEKüLüHu elNARu)
“Nâr onu ekl edecek bir kurban. Nârın ekl edeceği kurban.”
“Kurban” kelimesinin gerçek anlamda olmadığı bu kayıtla anlaşılmaktadır Çünkü kurbanı ateş yiyemez.
O halde bu kurbanı ateşin yemesi nedir? Bu “nâr” savaş olarak alınabilir. Çünkü başka yerde harbin ateşinden bahsedilmektedir Yahut iktidarların baskı ateşidir. Başarılı bir iş yapıyorsunuz. Geliyor, mevcut zulüm düzeni ve dış saldırlar başarılarınızı sıfırlıyor. Bu durum “ateşin ekletmesi” ile ifade ediliyor.
Eğer bir parti kapatılmamışsa, eğer bir kooperatif kapatılmamışsa, demek ona inanmak doğru değildir.
Ateş onu yiyecektir.
Millî Görüş partilerinin kapatılması, onların gerçek parti olduklarının kanıtıdır.
Akevler kooperatifi’nin kapatılması, onun doğru yolda olduğunu gösterir.
Dünyada sonradan iktidar olanlar önce zulüm görenlerdir. Belli bir çile çekmiş olmaları gerekir. Çekilen o çileden sonra inanma mekanizması ortaya çıkar. Bu çile de kurbet yani yakınlık adına çekilmelidir. Çilesini çekmeyen risalet mertebesine ulaşamaz. Bu sebepledir ki çilesini çeken Erbakan ve çilesini çeken Tayyip tasdiklik şartını geçmişlerdir. Kendilerinden çok yaptıkları işler helâk olacaktır. O halde yandı, mahvoldu deyip oturmak yoktur. Yenen böyle bir darbe onun doğru yapıldığının işaretidir. Burada resul nekire gelmiştir.
قُلْ (QuL) “Kavlet. Söyle”
Onlara bildiriliyor. Elbette Allah bu ahitleri yaptıktan sonra yerine getirecektir. Onun için onlara fazla açıklama yapılmıyor. Medine’de Hz. Muhammed (s.a.v.) kurbanlık işini çözdü. Demokrasiyi getirdi. Lâikliği getirdi. Sonra da saltanatla savaşa başladı ve ateş onu yedi, sahabelerin savaşı yedi. Ama onun bütün bu getirdikleri onun peygamber olduğunun bir delili olmuştur.
Burada emredilen kimdir? Kendisinin resul olduğunu iddia eden kimsedir.
Bundan önce bu iddia ile çıkan Erbakan idi. O dönem kapandı. Şimdi yeni biri çıkacaktır. Daha doğrusu çıkacak ve ülkede parti kuracaktır. “Adil Düzen”i getireceğini savunacaktır. Bu genç biri olacaktır. III. bin yılın başlarında kırk ile elli yaşlarında olan biri olacaktır. O diyecektir.
Hâlen İslâmî oldukları davranışları ile bilinen dört parti vardır.
Bunlardan biri olan AK Parti iktidardadır. Resmen İslâmî olmadığını ilan etmekte ve anayasa ekseriyetinde olduğu halde, Allah’tan değil, derin güçlerden korkarak hiçbir şey yapmamaktadır. Bundan dolayı onun bir şeyler söylemesi elbette beklenemez.
Saadet Partisi vardır. Ancak o da hâlâ kırk ile elli yaş arası bir başkan seçememiştir. Henüz bu tebliği yapacak hazırlığı yapmış değildir. Sonra Büyük Birlik Partisi vardır. Bunları söyleyebilecek bir durumdadır. Ama söylememektedir. Benzer mütalaayı Bağımsız Türkiye Partisi için de söyleyebiliriz.
Bunların zavallılığı, bunların kendilerini derin güçlerin tesirinden azat edememesidir. O güçlerin arasında dün ordu vardı, dün MİT vardı, merkezinde ise CIA vardı. Bugün ne ordu, ne de onun emrinde olan MİT onların arkasında değildirler. Başka bir şey daha söyleyeyim. CIA bile artık onların güdümünden çıkmaya çalışmaktadır. Ama bu iki parti ve AK Parti gerçeği göremiyor. Hâlâ gölgeden korkmaktadırlar…
Saadet Partisi’nin sorunu ise iç sorundur…
Bir akvaryuma erkek ve dişi balık bırakmışlar, aralarına da cam bölme koymuşlar. Balıklar buluşmak için camlara çarpıp durmuşlar. Sonra bu duruma alışmışlar. Artık cam bölmeyi geçmek için zorlamıyorlarmış. Bir müddet sonra aradaki camı sessizce çekmişler, ama balıklar yine camın olduğu yeri geçmemişler!
Bugün üzülerek söylemek isterim ki; AK Parti, Büyük Birlik Partisi, Bağımsız Türkiye Partisi ve maalesef Saadet Partisi de böyle bir durumdadırlar.
Demek ki, bu “Kul/Söyle” emrini yüklenecek birini beklemekteyiz.
قَدْ جَاءَكُمْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِي (QaD CAEaKuM RuSuLun Min QaBLIy)
“Benim kablimde size resuller geldi.”
Benden önce size resuller geldi deniyor. Resuller çoğuldur. Birden münker çoğuldur.
“Rusulün” dediğine göre, en az üç resul gelmiş olmalıdır. Bu resuller kimlerdir? En az üç resul ne zaman geldi ve onları ne zaman katlettiler? Bu hususta bir bilgi yoktur.
Günümüze dönersek, şöyle diyebiliriz.
“Rusulî” denmemiş de “Rusulün” denmiştir. Genel olarak “başkanlar” demektir.
Bunlar ille de İslâmiyet’i kabul etmiş resul anlamında değildir.
Cumhuriyet döneminde bunların birincisi Adnan Menderes olmuştu. Menderes Türkiye’yi on bin yıllık “tarım dönemi”nden “sanayi dönemi”ne geçirmişti. Ama Bunu başardığı için onu astılar.
Sonra Turgut Özal geldi. Türkiye’yi daha da geliştirdi ve ülkemizi demokratik bir sanayi ülkesi hâline getirdi. Onu da kurşunladılar; belki de sonunda öldürdüler. Kim bilir?
Sonra Necmettin Erbakan geldi ve Türkiye’nin makus talihini yenmeye başladı. Cumhuriyet tarihinin en başarılı başbakanı oldu. Ama Türkiye düşmanları, Türk halkının düşmanları onu iktidardan indirdiler.
Görülüyor ki, bunlar kurbanlarla yani kalkınmalarla, geliştirmelerle geldiler ama; başarıya ulaştıkları için bunları öldürmeye kalkıştılar ve öldürdüler...
Demek ki, gelecek olan siyasi parti lideri gelecekte bunlara bu örnekleri verecektir.
Menderes’i niye öldürdünüz? Hiçbir İslâmî yaşayışı yoktu. Batıya teslim olmuştu. Menderes’in onlara göre tek suçu olmuştur. Türkiye’yi kalkındırmış, Türk halkını birbirine yaklaştırmıştır.
“Kurban” yakınlık demektir. Bir ülkenin altyapısını yapmak o kurbanı getirmektir. Bir ülkenin ulaşım imkanları kurbandır. Adaletin tesisi kurbandır. İşsizlik sorununun çözüme kavuşturulması kurbandır…
İşte bunları niye astınız? Başarılı oldukları halde niye iktidarlardan indirdiniz diye sorulacaktır.
بِالْبَيِّنَاتِ (Bi elBayYıNATı) “Açıklamalarla.”
“Beyyinelerle” geldi demiyor; “Âyetlerle” geldi demiyor; “Açıklamalarla” geldi deniyor.
“Âyet”, Kur’an’ın içerdiği delillerdir, tabiî kanunlardır. “Beyyine” ise o âyetlerin anlaşılmasıdır, pratiktir, uygulamadır. Burada “Allah’ın âyetleri ile geldi” denmiyor, “beyyinelerle geldi” demiyor. Yani, burada “rusul”den kasıt, lâik rusullerdir, lâik önderlerdir, lâik başkanlardır. “Beyyine”den maksat da, lâik açıklamalar ve delillerdir. Yani, getirdikleri uygulamalar ve getirdikleri sistemlerle sizlere açıklamalarda bulundular.
Kur’an’ı hayata uygulayarak açıklamaya başladığımız zaman, uygun açıklama seçilmiş ise hep birbirini teyid eder. Zalimler sadece ilâhî açıklamalara ve ilâhî resullere değil, bunlar onlar için gerici ve yıkıcı oldukları için her iktidara düşmandırlar, her çalışana düşmandırlar. Onların işi mikroplar gibi yıkmaktır, yok etmektir.
Bu âyetlerin anlattığı manâ budur.
وَبِالَّذِي قُلْتُمْ (VeBi elLeÜIy QulTuM) “Kavl ettiğinizi de getirdiler.”
Tarih buna şahittir. Demokrat Parti’den sonra, Demirel’den sonra, Özal’dan sonra, 28 Şubat’tan sonra ne krizler doğdu, bilinmektedir. Bunların iktidarlarında nelerin olduğunu bizzat yaşadığımız için bilinmektedir. Şimdi AK Parti iktidarında da nasıl refaha doğru adımlar atılmış olduğu bilinmektedir.
Ama onlar ne yapıyorlar? Her başarılı hükümete karşı düşman olmuşlar, darbeler yapmışlar…
Kimini asmışlar, kimini iktidardan indirmişler, kimini... Yani, sizin söylediğinizi bunlar getirdiler. Bu lâik önderler getirdiler. Geldiler, refah geldi. Gittiler, kriz geldi. Bunlar hep yaşandı.
Ecevit Hükümeti yetmişlerde tek başına iktidar olunca insanlar ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kuyruklara girdi, ülke dışındaki elçilik maaşlarını ödemekten aciz kalındı. Ecevit’in en son marifeti olan 22 Şubat Krizi herkesçe biliniyor. Ama onlar başarılı siyasetçi! Başaranlar ise katledildi veya iktidardan indirildi!
Demek ki, Kur’an’da bu “açıklamalar” dendiği zaman, istenen hedefe yaklaşma demektir. Onların tabiri ile Batı uygarlık seviyesine götürmedir. Götürdüler, ama yine de onlar asıldılar!
II. Abdülhamit batılılaşmanın önderidir. Ama onlara göre hâlâ ‘Kızıl Sultan’ olmaya devam ediyor!..
فَلِمَ قَتَلْتُمُوهُمْ (Fa LİMa QaTaLTuMUvHuM) “Onları niye katlettiniz?”
Bu ifadeden şu anlaşılıyor. En az üç resul geliyor. Açık şekilde uygulamalar yapıyor ve topluluğu istenen hedefe yaklaştırıyor. Sonra bir ateş geliyor ve onların yaptıklarını yakıp bitiriyordu. Buna rağmen onlar bu oyunlarına hâlâ devam etmektedirler. Buradaki ifadede resullerin hepsinin katledildiği söylenmektedir.
Ancak bunu iki şekilde anlarız. Ya içlerinden bazıları katledildiler. Hepsi katledilmiş sayılmaktadırlar. Yahut, katilden maksat katledenlerdir. Yani, onlar hepsini katletmeye kalkıştılar ama kimini katlettiler, kimini katledemediler veya hiç katledemediler. Onların kasıtlarını mecazi olarak ifade etmiş olmaktadır.
Türkiye’de iktidara gelip başarılı olma yoluna gidenler hep bertaraf edildiler. II. Abdülhamit’ten başlayıp günümüze gelinceye kadar olanlar, iktidarlara karşı düşmanlık, darbeler, kavgalar...
Burada yeni olarak ortaya koyduğumuz şey, “resul” kelimesinin “başkan” olarak anlaşılmasıdır.
Bu bilinen bir husustu ama sadece “İslâmiyet’i benimseyen başkan” olarak anlaşılmakta idi. Allah’ın resulü ve O’nun halifesi. Ancak “devlet” olarak anlaşıldığı zaman “halkın elçisi” anlamına gelir. Halk onu devleti temsil etmek üzere seçer, biat eder, onun emrine girer, ona itaat eder. Kenan Evren veya Cemal Gürsel ‘ben başkanım’ deyince kimse karşı çıkmadı. Onlar da halkın resulü olmuşlardır.
İzafet yapılmadan nekire olarak kullanıldığı zaman bunlar da anlaşılabilir. O zaman Kur’an’da anlatılan ‘sosyal kanun’ olmuş olur.
إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (EıN KuNTuM ÖAvDıQIyNa) “Sadıklar iseniz.”
Bu hitap büyük sermayeye aittir. Onlar kendilerini kötülük yapar olarak görmemektedirler. Dünya düzenini kurma konusunda kendilerini görevli görmektedirler. O sebeple Allah onlara o zenginliği vermiştir, o iktidarı vermiştir. Buna karşı çıkanları bertaraf etmeyi de onun için kendilerini yetkili görmektedirler.
Bu anlayışı yanlış olarak görmek doğru değildir.
İnsanlık Hz. Nuh (a.s.) zamanında “göçebelik”ten “yerleşik düzen”e geçtiler. Ancak bu geçiş döneminde büyük sancılar çektiler. İnsanlar direndiler ve tufan olmadan yeni döneme geçmeyi kabul etmediler.
Bugün de insanlık “tarım dönemi”nden “sanayi dönemi”ne geçmektedir. Bu kolay olmamaktadır. Bizim tesbitlerimize göre insanlığın çözüm bekleyen tam on altı temel sorun vardır. Biz bunları “sosyal tufan” olarak isimlendiriyoruz. Bütün insanlık bu tufanı yaşamaktadır.
Tarım dönemine geçmek demek, “gaz” hâlinden “katı” hâle gelmek demektir.
Sanayi dönemine geçmek demek, “katı” hâlde iken “sıvı” hâle geçmek demektir.
Bunlar kendilerini haklı görmektedirler. Ancak artık görevleri bitmiştir.
Bütün bunlar, bütün bu gelişmeler, yaşanan bütün bu merhaleler, “Adil Düzen”in hazırlanması için yapılanlardır. Bunlar olmadan, bunlar yaşanmadan “Adil Düzen”e geçiş gerçekleşmezdi.
Kur’an 1400 sene evvel geldi ve yeni uygarlığı oluşturdu. Ancak uygarlığın oluşabilmesi için Kur’an’ın ideal hükümleri tatbik edilemedi. Çünkü o devirlerde insanlık henüz o seviyeye gelmemişti.
I. Kur’an Medeniyeti büyük bir hamle ile insanlığı “tarım dönemi”nden “sanayi dönemi”ne ulaştırdı. Tekel sermaye de bu hamlede görevini yaptı. Şimdi Kur’an’ın o günden daha ileri bir durumda bugün uygulanması zamanı gelmiştir.
İçtihat ve icmalara dayalı yerinden yönetim; tüm insanlığın katıldığı demokratik, lâik, liberal ve sosyal hukuk düzeni gelecek, bu düzen ulusal orduların desteğinde ve hakemlerin güvencesinde olacaktır.
Bugün bu düzenden ne kadar uzağız.
Ama çok yakında yeryüzüne “Adil Düzen Anayasası” hakim olacaktır.
Nasıl Medine Devleti kurulurken insanlar inanmadılar, ama inanmayanlar mü’minler karşısında mağlup oldular, Mekke’den çıkarıldılar, Arabistan’dan çıkarıldılar… Dünyaya Kur’an düzeni hâkim oldu… Batıda Kur’an düzeni geçerli olmaya başladı. Bundan sonra da aynı şeyler olacaktır.
O günden farklı olarak olacak olan şudur.
O gün bunları Hazreti Peygamber (s.a.v.) başlatmıştır.
Şimdi ise Adil Düzen Çalışanları yani sizler bu işi yapacaksınız.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL
www.akevler.org (0532) 246 68 92