Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 270
ÂL -İ İMRAN SURESİ TEFSİRİ 184-186.AYETLER
19.09.2004
665 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN   270

ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi        17-19 Eylül 2004      Fiyatı: Seminere katılmak veya (akevleronline)  www.akevler.org

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 270. SEMİNER      (CUMA-C.TESİ-PAZAR)       İst. - Ank., 17-19 Eylül 2004

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL              Tel: (0212) 452 76 51

ÜSKÜDAR Adresi: Selami Ali Efendi Cd. No: 31 ÜSKÜDAR/İSTANBUL  (Ana Çocuk Sağlığı yanı – Anadolu Gençlik bitişiği)             Tel: (0532) 246 68 92

*HAFTALIK TEFSİR SEMİNERİ  [Cuma Üsküdar (19.00-21.00), Cumartesi Yenibosna (18.00-21.00)]

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ TEFSİRİ – 50

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 18.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır.

(Hasan Özket, Yasin Kılar, Hasan Çetinkaya, Reşat Nuri Erol, Lütfi Hocaoğlu, ve ………..… dersi okumuş olarak geleceklerdir.)

Cuma günü Üsküdar’da Reşat Nuri Erol tarafından;   Pazar günü Ankara’da Sabri Tekir tarafından anlatılacaktır.

Süleyman KARAGÜLLE

 

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

فَإِنْ كَذَّبُوكَ فَقَدْ كُذِّبَ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ جَاءُوا بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَالْكِتَابِ الْمُنِيرِ(184)

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَمَنْ زُحْزِحَ عَنْ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ(185)

لَتُبْلَوُنَّ فِي أَمْوَالِكُمْ وَأَنْفُسِكُمْ وَلَتَسْمَعُنَّ مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَمِنْ الَّذِينَ أَشْرَكُوا أَذًى كَثِيرًا وَإِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا فَإِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ(186)

 

فَإِنْ كَذَّبُوكَ (Fa EıN KaüÜaBUvKa)  “Seni tekzip ederlerse.”

Bundan önce resulleri toplayacağı ifade edilmişti. Adil Düzen Çalışanlarının ileride birer resullerin çevresinde toplanacağı, bunları Allah’ın bir araya toplayacağı ve resullerin resulünün yani resullerin imamının ortaya çıkacağı şeklinde açıklamştık.

Nebiler “aşiret” olarak ortaya çıkıp ilmî çalışma yapacak, Kur’an’ı okuyacak, uygulayacak, anlatacak ve dâvetlerde bulunacaklardır. Sonra “kabile başkanları” oluşacaktır. Bu 5000 nüfuslu bir “site” demektir. Bu site bugünkü mevzuat içinde ‘kooperatif’ olarak kurulacak ve bir yerde toplanacaklardır. Yüze yakın “aşiret” bir “kabile” olarak oluşacak, “şa’b” olacak, yüze yakın “şa’b” bir araya gelerek “kavm”i oluşturacak ve yeryüzünde yüze yakın kavim “insanlık ümmeti”ni oluşturacaktır; “İbrahim ümmeti”ni oluşturacaktır. III. Bin Yıl Uygarlığını bunlar oluşturmuş olacaktır.

Şimdi resule özel olarak hitab edip karşılaşacağı gerçeği ortaya koymaktadır.

Buradaki “resul” yani başkan “bucak başkanı”dır. Bu bucak taşra bucağı olabilir, il merkez bucağı olabilir, devlet merkez bucağı olabilir. Mekke bucağı olabilir.

“Seni tekzib ediyorlarsa” denmektedir. Tekzib etmeleri kesin olmamakla beraber, tekzible karşılaşılacağı ihtimali büyük olmaktadır. Neyi tekzib edeceklerdir?

Birisi çıkar da, “Ben ‘Adil Düzen’e göre bir site kurmak istiyorum.” derse, iman etmiş cemaat de onun arkasında toplanırsa, bu İslâmî sitenin şeraita göre kurulmasını tekzib edeceklerdir. Çünkü onlar artık dünyada Kur’an hükümlerinin kalktığı ve o hükümerin bir daha geri gelmeyeceği kanısındadırlar. Faizli ve fuhuşlu düzenle insanlığın sürüp gideceği kanısındadırlar. Dolayısıyla “Allah böyle bir sitenin kurulmasını emretmedi! Senin bu söylediklerin yanlıştır, yalandır!..” deyip söylediklerini tekzib ederler.

Burada dikkat edeceğimiz husus; “Seni dinlemezlerse” değil, “Seni tekzib ederslerse, söylediklerini yalanlarlarsa” denmiş olmasıdır. Çünkü resul yani başkan gelişigüzel, kendiliğinden değil, Kur’an’ın ona bildirdiklerini söylemektedir. Karşı çıkılan kendisi değil, sözleridir. Kur’an’ın reddettiği de budur.

Seni tasdık etmezlerse demiyor. Kanıtlanmamış bir sözü elbette kimse tasdik etmek zorunda değildir. Yanlışlığı kanıtlanmamış bir söze de kimse yalandır diyemez. Yapılacak iş söz üzerinde tartışarak doğru ise onu kabul etmek, yanlış ise onu düzeltmektir. Böyle yapmayıp da; “Falan söyledi, o halde kabul edelim!” yahut “Falan söyledi, o halde reddedelim!” demek, işte kötü olan taraf budur.

فَقَدْ كُذِّبَ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ (FaQaD KuüÜıBa RuSuLun MıN QaBLiKa) 

“Kablinde de resuller tekzib edildi.”

Burada “rusul” kelimesi nekire gelmiştir. Geçmişteki bazı resuller tekzib edilmiştir denmiş oluyor.

Marife gelseydi, geçmişte bütün resuller teksib edildi anlamı taşırdı. Oysa burada nekire gelmiştir. Bazı resuller tekzib edilmiş anlamına gelir.

“Senden önce de” ifadesi ile bir bucakta tebliğ yapıyorsa, orada; bir ilde tebliğ yapıyorsa, orada; bir ülkede tebliğ yapıyorsa, orada; insanlıkta tebliğ yapıyorsa, orada daha önceki resuller de tekzib edildi demektir.

Buradan şunu öğreniyoruz ki, bir bucakta, bir ilde, bir ülkede ve insanlıkta aynı zamanda iki başkan ortaya çıkamaz. İkisi de oranın başkanlığına talip olamaz. Bu takdirde ya ikisi de yalancıdır veya biri yalancıdır. Kur’an ikinciye uyulmamasını emretmektedir. Bu sebepledir ki, bir kabilede iki cuma kılınamaz, iki yerde kılınamaz. Orası mescid-i dırar olur. İmam-ı dırar olur. “Min Kablike” kelimesi ile bunu teyit etmektedir.

Bir kimse çıkar ve Kur’an’ın emridir diye yeni bucak sitesini kurabilir. Ama kurulmuş bir sitede ikinci site faaliyetinde bulunamaz. Peki, bu durumda ikinci başkan nasıl seçilecektir?

İslâmî bir bucakta ilmî dayanışma ortaklıkları olacaktır. Halk kendilerine bunlardan birini danışman yapacaktır. Bunlar ilmî şûra oluşturacaklardır. İlmî şûra üyeleri birer başkan adayını göstereceklerdir. Halk sıralama usûlü ile bunlardan birini başkan seçecektir.

Bunu bugünkü meclisimize uygularsak, genel seçimde %5’ten fazla oy alan partiler birer orgenerali cumhurbaşkanı adayı gösterirler Meclis üyeleri bunları sıralarlar. Her vekil birinciyi, ikinciyi belirler. Birinin aldığı sıraların tersleri toplanır. Elde edilen sayı adayın derecesini gösterir. Birinci olan başkan olmuş olur.

İşte bu başkana karşı ikinci başkan çıkarılamaz.

Aday partilerden birine kendisini adaylığa kabul ettirir, meclise de başkanlığını kabul ettirir.

Büyümüş bir bucakta, büyümüş bir ilde, büyümüş bir ülkede ikinci bucak, ikinci il veya ikinci devlet kurulabilir. Türkiye’nin nüfusu 70 milyonu aşsa, biri çıkıp bir kurucu heyeti oluşturur, anaysayı hazırlarlar, merkez olarak bir ili seçerler. Ondan sonra halkı bu devlete katılmaya dâvet ederler. Halk da ben bu ülkeye göç ederim sözü verir ve bunların sayısı 30 milyonu aşarsa, yeni devlet oluşturulabilir.

İnsanlık için ikinci bir organizasyon yoktur.

 

جَاءُوا بِالْبَيِّنَاتِ (CAvEUv Bi el BeyYıNATı)  

“Beyyinât ile cîet ettiler. Bunlar beyyineleri getirdiler.”

Beyyine” nedir? Kur’an âyete beyyine demektedir. Âyet olarak Kur’an’ın sözleri ve kesin ilmî sonuçlar kastedilmektedir. Kur’an’dan sonra gelen başkanlar âyetlerle gelmezler. Âyetleri vahye mazhar olmuş nebiler ve resuller getirirler. Kur’an bir daha nâzil olmayacaktır. Kur’an âyetleri de kıyamete kadar güneş gibi parlamaya devam edecek ve insanlığı aydınlatacaktır.

Beyan” ise Kur’an’ın ve Kâinat kitabının açıklanmasıdır. O sözlerin doğru olduğunun ispatıdır. Bu da ancak müsbet ilimle olmaktadır. Kur’an’ın, Allah’ın sözlerinin ispatıdır.

Demek ki, önce açıklamalar yani beyyinât gelmiş olacaktır.

Resulün Kur’an’ın ilâhi söz olduğunu ispat etmesi gerekir. Bu hususta Hamidiye risalesini yazan Hüseyni Cersî’den başlayarak, başta Bediüzzaman’ın risaleleri olmak üzere pek çok ilmî çalışmalar başlamıştır. Biz de bu seminerlerimize “Kur’an Matematiği” dersleri olarak İstanbul’da başlamıştık. Ancak topluluk henüz bunları dinleyecek hâle gelmemiştir. Oradan anladık ki, biz henüz resullük mertebesine çıkmış değiliz. O sebepledir ki şimdiki seminerlerde sadece ilim yapmakla meşgul olunmaktadır. Risalet mertebesine yükselen bir kişiyi bekliyoruz. Biz yeter derecede yetiştiğimiz, olduğumuz, olgunlaştığımız zaman o da gelecektir. O kişi her şeyden önce beyyinâta sahip olacaktır. Yani, insanlara Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğunu müsbet ilimle ispat edecek bir bilgiye sahip olacaktır. Buna 40 ile 50 yaş arasında başlayacak, çevresinde bu isbatı anlayacak bir cemaat oluşacak, ona inanacaktır. Bu ilim onun mucizesi olacaktır.

Beyyinât” Kur’an’ın Allah sözü olduğunu ispatlayan bir kitap demektir. Bir ilmî kitap demektir. Bir modern felsefe kitabı demektir.

Bu hususta ne yapılacağı ve nasıl yapılacağını bildiğim halde, bunu takip eden kimseler olmadığı için yazı hâline getiremedik. Bediüzzaman bu durumlarda yazdırılmadı diyor, biz de öyle kabul ediyoruz.

Beyyineler, ilmî kitaplardır. Mantık, matematik, geometri, mekanik, fizik, kimya, botanik, zeoloji, psikoloji, sosyoloji ilimlerini içeren kitaplardır. Bu ilimlerle Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğu ispatlanacaktır.

Beyyinât” dişi çoğul ile gelmiştir. İlmî eserler bir bütündür. Bunlar icma ile sabit olanlardır.

وَالزُّبُرِ (Va eüÜuBuRı)  “Bir de zübür ile cîet edecek, zübürü getirecektir.”

Beyyineler ilmî kitaplardır. Kırık çoğulla gelmiştir.

Çoğul olduğuna göre, demek ki değişik kitaplar olacaktır. Yani, beyyinât icmalardan oluşuyorsa, zübür de içtihatlarla oluşuyor. Her resulün kendi içtihatları olacaktır. Bu içtihatlar farklı olacaktır. Yani kendi sözleşmesi olacaktır. İşte bundan dolayıdır ki mükesser cem’ (kırık çoğul) kullanmıştır.

Kelimenin etimolojisi de böyledir. “Zebr” duvar yapmak için hazırlanmış taşın adıdır. Hurma gibi cins isimdir. “Sabr” ise kaya parçasıdır. Yani, duvar yapılması için çıkarılacak taştır. Granit kayadır. “Zebr” ise kayanın parçalanmış şeklidir. “Zümre” kelimesi de buradan gelir. Fıkıh kitapları birer zeburdur. Çünkü onlar ayrı ayrı meseleleri içerirler. Hz. Davut peygamber devlet yönettiği için ona böyle bir külliye (Zebur) verilmiştir.

Özel hukukta herkes kendi içtihadı ile veya müçtehidinin içtihadı ile hareket eder. Oysa kamu hukukunda ortak bir fıkhın olması gerekir. Başkan kendisi kamu hukukunu getirir. Bu nebilerin yani ilim adamlarının hazırladığı fıkıhtır. Onların mahalli icmalarını kabul eder, ayrıca kendi içtihatlarını da ekler. Onunla gelir. Ona dâvet eder. Bu içtihadın kişi içtihadından farkı yönetimdeki içtihattır. Yani, başkanlığı böyle yapacağım der. Kuralları kendisi koyar, ama ondan sonra o kurallara dâvet eder. 

Genel kural şudur. Herkes kendi davranışlarının kurallarını kendisi koyar, ama sonra o kurallara uymak zorundadır. Başkanlar da böyledir. Nasıl başkanlık yapacağını kendisi belirler, ama sonra o da ona uyar. Partilerin programına benzer. Her parti program yapar, sonra oy ister. Rey verirlerse ona göre uygulama yapar.

Demek ki, başkanlığa talip olan ve yeni bir site kurmak isteyen kimse, önce ilmî deliller getirerek dayandığı kitabın ilâhi söz olduğuna va ona uyarak bir site kuramaya başladığını ilân eder. Sonra kendi yönetim içtihatlarını ortaya koyar. Bu da başkanın kabul ettiği fıkıh demektir, mezhep demektir, program demektir. Site halkı bu programa uymak zorunda değildir. Ancak başkanla olan ilişkilerde ona uyma zorunluluğu vardır. Herkes bilecek ki, ben gidip bu sitede oturursam burasını bu başkan yönetecektir, o başkanın yönetme biçimi de kendi fıkıh kitabında bellidir. Ona göre o sitenin ortaklığına katılır. İstediği zaman da ayrılma hakkına sahiptir. Ancak o sitede kaldığı müddetçe başkanın zeburu ile yapdığu yönetimine de uymak zorundadır. Başkan değiştiği zaman eski başkanın zeburunu almış olur, değişiklikler yapar. İsteyen o bucakta kalır, isteyen o bucaktan ayrılır. Taşınır mallarını alıp götürür. Taşınmazların bedelini hakemler belirler, onların bedelini de bucak yönetimi peşin öder. Ödeyemezse bucak tasfiye olunur.

Demek ki, “zubur” kelimesinin mükesser cem’ olmasından dolayı bu anlamları verebiliyoruz.

Zebur, hukuk kitabı olduğu için her toplulukta kendi diliyle yazılması gerekir ve her bucak için farklı olacaktır.

Ben kendime ait fıkhı yazdım. Şöyle ki, dört mezhebin ve icmaya muhalif olan reyleri içeren hilafiyat kitabını Türkçeye çevirdim, kendi reyimi de ilave ettim.

وَالْكِتَابِ الْمُنِيرِ (Va elKıTAvBı eLMNıYRı)  “Munir Kitapla da gelmiştir.”

Kitap” kelimesi, derinin deriden kesilmiş şeritle dikilmesi anlamındadır. Yazmak anlamındadır. Ancak Arapçada söz karşı tarafa sadece bilgi vermek veya ondan bilgi edinmek için söylenir. Bir roman böyle sözlerden oluşur. Buna “kelam” denir. Ama bir teklifi veya kabulü içeriyorsa, bir dâvet ise ona “kavl” denir.

“Mükâleme” sadece konuşmadır. “Mukavele” ise anlaşmadır. Yazı için de ‘hat’ var, ‘kitap’ var.

“Hat” kelamın yazılmasıdır. “Kitap” ise mukavelenin yazılmasıdır. Sözleşme demektir, kanun demektir.

“Zebr”de, kişi tek taraflı olarak beyanda bulunur. Onunla ilişki kuranlar o kurallara göre ilişki kurmuş olurlar. “Kitap” ise sözleşmedir. Kural olduktan sonra artık sözleşmeyi icap eden de kabul eden de eşit şekilde onun emrine girmiş olurlar. Kitap topluluğun üstünde topluluğu yönetir. Kitabı topluluk oluşturur ama oluşturduktan sonra onun emrine girer. İçtihatları kişi kendisi değiştirir. Hakemlere gidildiği zaman içtihatlar tahsis veya iptal edilebilir. Kitap ise anayasa mahiyetindedir. Hakemler ona uymak ve onu uygulamak durumundadır. Kitap aydınlatıcıdır. Diğer sözleşmeler ve içtihatlar ona uymak durumundadır.

Kitap” kelimesi burada müfret (tekil) olarak gelmiştir. Çünkü bir bucağın tek anayasası olur. Bu kitap yani anayasa icmalarla oluşturulmuştur ve icmalarla değiştirilebilir. İşte site böyle oluşacaktır. Ne var ki bu oluşmaya karşı çıkanlar olacaktır. Nitekim bu karşı çıkmalar sebebiyle İzmir Akevler’de bu başarılamamıştır.

Neden tekzib ortaya çıkıyor? Çünkü bir şeyin oluşabilmesi ve sağlam durabilmesi için çeşitli imtihanlardan geçmiş olması gerekir. Bu tekzib olmazsa, ona karşı direnç de olmaz.

Akevler’in ve siyasi partilerin başarısızlıkları budur.

“Adil Düzen”e karşı çıkıldı diye ondan vazgeçildi. “Adil Düzen” tekzib edildi, vazgeçilip Millî Görüş anlayışına gidildi. Oysa ‘millî görüş’ demek, yerel görüş demektir. Halkın kendi kendine görüş ortaya çıkartması demektir. Ama Millî Görüş zamanla oluşacaktı. Nitekim oluştu. O da “Adil Düzen”di. Sonra kendi görüşlerini inkâr ettiler ve tekrar Millî Görüş diye konuşmaya başladılar, “Adil Düzen”in yerine de bir şey koy(a)madılar. Ondan sonra da yüzde ikilere düştüler. Hâlâ akılları başlarına gelmedi. AK Partililer ise Millî Görüşü de bırakıp Avrupa görüşünü benimsediler! Başaracaklarını sanıyorlar! Zavallılar!..

كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ (KulLu NaFSıN ZAıQaTu eLMaVTı)  “Her nefis mevtin zaikıdır.”

Allah insanları yarattı. Kişileri eğitip yetiştirmekte, onları cennette yaşayacak seviyeye çıkarmaktadır.

Kurbağalar sularda doğarlar, solungaçları vardır. Belli bir eğitimi aldıktan sonra ciğerleri oluşur ve karaya çıkarlar. İpek böceği kurttur. Kendisine kozalak yapar, içeri girer, krizalit devresini geçirir, sonra kelebek olur. Bütün uçan böcekler böyledir.

İnsan da bu dünyada ölümlü yaratılmıştır. Eğtilmektedir. Sonra ölecek, kıyamet günü dirilecektir. İmtihanı başaranlar cennete gideceklerdir. Bu eğitme nasıl gerçekleşmektedir? Kişilere görev verilmiştir. Uygarlığı ilkellikten alıp yücelteceklerdir. İşte bu yüceltme işini yaparken insanlar da imtihan edilecektir.

Bilgi bakımından eğitme nebilere ve onların halefleri olan alimlere aittir. Siyasi bakımdan eğitme resullere ve onların halefleri olan ululemirlere aittir. Böylece insanlar dinen ve siyaseten eğitilmektedir. Buradaki başarılara göre âhirette kendilerine makam verilmektedir.

Risalet ve nübüvvet müesseselerinin hikmeti, kişileri kıyamete hazırlamaktır. İşte buna işaret ederek “Her nefis ölümü tadacaktır.” denmmektedir.

Gaye topluluk mudur, gaye kişiler midir? Ferdiyetçiler, gaye kişidir demektedirler. İçtimaiyatçılar ise gaye topluluktur demektedirler. Gaye ferttir. Ama fert topluluk için çalıştırılarak yetiştirilmektedir. Yani, topluluk kişiler için vardır, ancak kişi de topluluk için kendisini verirse, feda ederse imtihan edilmiş olur.

Kur’an hem şeriat kitabıdır, hem din kitabıdır. İnsan çalışmalarını öyle yapmalıdır ki, bu sayede hem dünyası, hem âhireti korunmalıdır. Bir amel-i salihin iki yüzü vardır. Buna göre salih amelin hedefi amel edeni dünyada topluluğa uyar hâle getirmek, bu arada kendisini de cennetlik yapmaktır. Onun için amel-i salih denmiştir. İşte bir amelin amel-i salih olması için insanların kendilerine bir başkan seçip onun etrafında toplanmaları gerekmektedir. Yalnız seçtikleri başkan beyyinâta, zebura ve kitaba sahip olacak. Bu taktirde bu kişi de diğerleri gibi olur, ama bu kendisini âhirette de kurtarmış olur.

وَإِنَّمَا تُوَفَّوْنَ أُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ (Va EınNa MAv TUVafFaVNa UCuRaKuM YaVMa eLQIYaMatı)  

“Ücretiniz kıyamet yevminde ifa olunacaktır.”

Acur” tuğla demektir, kerpiç demektir. Tuğla kesene verilen karşılık “ücret” olmuştur. Bugün bütün emek karşılığı ödenenlere ‘ücret’ denmektedir. “Ceza” ise emek olsun olmasın, iyi olsun olmasın verilen şeydir.

Burada mü’minlerin özel olarak ücretlerinden bahsetmektedir. Ceza olarak ifa edilen ücret yapılan amele göre verilir. Yani, götürü işçilik karşılığıdır. “Bu işi yap, sana şu kadar koyun var.” denir. Bazı işlerde böyle yapılan işe göre ödenmez, aylık veya günlük verilir. Bu ücrettir. Ücrette zaman satılmaktadır. Cezada ise emek satılmaktadır. Mü’minler için ücret vaat edilmektedir. Alimler ve yöneticiler için ücret vaat edilmektedir. Yani, onlar niyet etmiş ve kendi zamanlarını o işe ayırmış oldukları için kendilerine ücret ödenmektedir.

Vefa” demek, dolu kap demektir. İfa edilmektedir. Tası doldurarak vermek, ölçü ve tartıyı eksik yapmamak demektir. “Kıyamet gününde böylece mü’minlerin ücretleri eksiksiz ödenecektir.” deniyor.

Başında “İnneMâ” getirilmektedir. Bu tahsisi ifade eder. Yani, burada ödenmeyecek, orada ödenecek demektir. Mü’minlerin dünya hayatı, hele başta resullerin dünya hayatı büyük sıkıntılar içinde geçer. Tekzib edilir, sıkıntıya uğratılırlar. Onların ücertleri âhirette ödenecektir, kıyamet gününde ödenecektir.

Bu dünya hayatında tekzib edenler de, tebliğ edenler de aynı kanunlara tâbidir. Sabredenler galip gelir. Sabretme de mü’minler için daha kolaydır. Çünkü âhirette karşılıklarını alacaklardır. Onlar ise cezalarını cehennemde bulacaklardır.

فَمَنْ زُحْزِحَ عَنْ النَّارِ (FaMaN ZuPZıPa GaNı elNARı)  “Nârdan zihzahe edilen kimse.”

Kâinat’ın bundan 13,4 milyar yıl önce yaratıldığı ve genişleyerek, evrimeleşerek bugünkü duruma geldiği bugün ilmen sabit olmuştur. Entropinin büyümesinden biliyoruz ki Kâinat ölüme doğru yaklaşmaktadır. Kâinat birbirinden 2 milyon ışık yılı mesafelerde olan galaksilerden oluşmuştur. Galaksiler birbirinden uzaklaşmaktadır. Yıldızlar ise birbirine doğru yaklaşmaktadır. Yıldızlar galaksilerin merkezi etrafında dönerek dolanmaktadırlar. Ancak dolanırken sürtünme kuvvetleri ile karşılaşmaktadırlar. Hepsi merkeze doğru çekilmektedirler. Her galaksinin böylece bir ömrü ve eceli oluşmaktadır. Bunlar bugün ilmen sabittir.

Bugün bilinmeyen, galaksiler de bir gün toplanacaklar mıdır, yoksa uzaklaşmaya devam edecekler midir? Bundan sonra ne olacaktır? Yeniden patlama olacak ve yeniden bir[i] düzen oluşacaktır. Bu âhiret düzenidir. Dört boyutlu uzayda hareket eden üç boyutlu uzayımızda biz dört boyutta hareket etme imkânını bulacağız. Böylece geçmişteki ve gelecekteki insanlarla bir araya geleceğiz. Bugün ölenler dünya treninden inmişlerdir. Yarın bir tren gelecek ve bu kalanları toplayıp bir yere götürecektir. İşte orada insanlar bu dünyada yaptıklarının hesaplarını vereceklerdir. Başaranlar, yani sınıflarını geçenler cennete gidip orada ölmez hayatı sürdüreceklerdir. Sınıfta kalanlar, dünyada başaramayanlar, cehenneme alınarak orada eğitileceklerdir. Orada eğitildikten sonra yine oradan çokarılacaklardır. Belki de cennete bile alınacaklardır.

Zuhziha” cehennemden savuşturulanlar demektir. Aslında cennete giden yol cehennemden geçmektedir. Çünkü cennetin kıymetini bilebilmemiz için cehennemi görmemiz gerekir. İşte oradan geçerken kısa veya uzun, ya da çok uzun olarak orada kalma sözkonusudur. Zıhzah etme demek, oradan savuşturulanlar, oradan geçebilenler demektir. Zıkzak, Türkçedeki girintili çıkıntılı demektir. Zikzak demek, kenarlardan geçirilerek gütürmek, savuşturmak demektir. Bunlar hadislerde ‘sırat köprüsü’ olarak ifade edilmektedir.

Canlılar iki çeşittir. Biri moleküler yapılara sahiptir. İki molekül arasındaki mesafe 100 milyonda bir cm mesafededir. Atomlar arasındaki uzaklık ise bundan 10 000 daha yakındır.

Ateş halkı demek, atom halkı demektir. Cennet halkı demek, moleküller halkı demektir. Cinler bugün isterlerse molekül buyutuna yükselebilir ve bizim dünyamızda yaşayabilirler. Oysa biz atom durumuna geçip güneşte yaşayamıyoruz.

Ahirette cennet halkı da moleküler yapıda olacak ama atomik yapıya da dönüşebileceklerdir. İnsanların bir kısmı işte bu dönüşüm mekanizmasını elde edebilmek için cehenneme uğramak durumundadırlar.

وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ (VaEuDPıLa elCanNaTa)  “Ve cennete idhal olundular.”

Cehennemden savuşturulup cennete götürülen kimseler.

Rüya da bir hayattır. İnsan beyninde yaşanan bir hayattır. Ayık olma hâli, insan ruhunda yaşanan hayatın yanında dünyada yaşanan hayattır. Ne var ki bu hayat üç boyutlu hayat olduğu için ölümlü hayattır. Geriye dönemiyoruz, ileriye gidemiyoruz. Trenin bir vagonu içinde sıkışmış olarak lokomotif nereye giderse biz de oraya gidiyoruz. Eğer denizde olsak, bindiğimiz gemi bizim olsa, istediğimiz yere gidebiliriz. Önümzdeki gemiyi sollayabiliriz. Uçağımız varsa göklere çıkabiliriz. Ama hiçbir zaman gerisin geriye dönemiyoruz. Eğer dördüncü boyuta geçebilsek, o zaman atlayıp ileri geçebiliriz, gerisin geriye döner geçmişi yaşayabiliriz.

Âhiret hayatının bu dünya hayatından tek farkı, dört boyutlu uzayda seyahat edebilmemizdir. Bu da ölümü ortadan kaldırıyor. Çünkü ölüm demek gözümüzden kaybolma demektir. Gidiş bulvarını değiştirememe demektir. 

Bir araba uçurumdan yuvarlansın. Filmi geri çeviremediğimiz için onun bu durumunu değiştiremiyoruz. Ama filmi geri çevirme imkânımız olsa, geri gider, sonra kaza yapmadan geçebiliriz. O halde bizim için ölüm sözkonusu olmaz. Orada istediğimiz bedeni, eskimiş bedeni bırakıp taze bedene hemen geçebilmekteyiz. Nasıl bu dünyada elbisemiz eskidiğinde değiştirebiliyorsak, orada da eskiyen bedenimizi değiştirebileceğiz. Bozulan bir parçayı alıp sağlamını takabileceğiz. Hem de bunları acı duymadan yapabileceğiz. Bugün acı duyuyoruz ki tedbir alalım. Orada tedbir almamıza gerek olmadığı için acı duymamıza gerek olmayacaktır. Zevk alacağız ama acı duymayacağız.

فَقَدْ فَازَ (FaQaD FaZa)  “Fevze ermiştir.”

Fevz” kelimesi “meyz” kelimesi ile akrabadır. Temyiz etmek, ayırmak, seçmek demektir. Siyahın karşılığı olan beyaz anlamındadır. Beyd, yumurtanın adıdır.

Fevz” demek, kendisi seçilip arınmak demek, pislikten kurtulmak, bataklıktan çıkmak demektir.

Bu dünya bir bataklıktır. Oradan çıkma durumundayız. Bu bataklıktan çıkma yolu da müslim olmadır. Ne var ki müslim olabilmek için barış düzeni olması gerekir. Barış düzeninin oluşabilmesi için de barışı güven altına alan insanlara ihtiyaç vardır. Bunlar mü’minlerdir. Bunlar bir başkanın etrafında askeri disiplinle toplanmalıdırlar. Bunlar sayesinde o tekzib edenlere karşı konabilir. Başkan olmadan, örgütlenmeden, güç ile adil düzen kurulamaz. Bu teşkilatlanma da meşru olmalıdır. Dernek, şirket, vakıf, parti gibi kuruluşlarla kurulmalıdır. Ancak bunlar adil düzeni getirebilir.

1960’larda bizim mücadelemiz bu olmuştur. Yeraltı faaliyetleriyle İslâmca yaşama yerine, legal ve meşru yollardan İslâmiyet’i yaşama yolu tutulmuştur. İzmir’de Raif Cilasun’un önerisi ve Ali Rıza Güven’in maddi desteği ile İzmir’de Salih Tanrıbuyruğu ve Ali Tosun hocalar Kestanepazarı Derneği’ni kurmuşlardı. Böylece İzmir’de Müslümanlar legal yoldan örgütlenmeye başlamışlardır.

İstanbul’da da İlim Yayma Cemiyeti vardı…

Remzi Güres ve Dursun Aksoy da İzmir’de ekonomik bir ortaklık içinde legal bir kuruluş olarak Kur’an meallerini okumaya başlamışlardır. Risale-i Nur okuyanlar ise gizli çalışmıyor ama legal bir teşkilat da kuramamışlardı. Ahmet Tahir Satoğlu’nun başkanlığında Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi’ni kurduk. İllegal faaliyete resmen cephe açtık. Fethullah Gülen bu çalışmalara katıldı, sonra ‘vakıf’ olarak devam ettirdi.

Erbakan ve arkadaşları da bu legal çalışmaları siyaset olarak sürdürdüler…

1980’lerden sonra Anadolu Holdingleri ortaya çıktı…

Böylece “III. Bin Yıl Uygarlığı”nın temeli olan meşru faaliyetler başlamış oldu.

Bugün anayasa ekseriyetine ulaşmış bulunuyoruz. Ne var ki bilgisizlikten dolayı uygulayamıyoruz. Dolayısıyla “Adil Düzen” yolunda olanlar görünürde başarısız görünüyorlar.

Adil Düzen Çalışanları şehitler gibi hiç cehenneme uğratılmadan götürülmeyeceklerdir. Ancak cehennemin içinden geçirilmeyecek, patika yollardan götürülerek cennete ulaştırılacaklardır. Bundan sonra çalışanlara da bu müjde verilmektedir.

وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ (VaMa eLXaYAvTu DüNYAv EılLa MaTGu el ĞuRUvRı) 

“Dünya hayatı gurur metaından başkası değildir.”

Dünya hayatı yanılma ve aldanma hayatıdır. Dünya hayatının böyle olduğunu kavrayamayan insanlar dünyaya gelir ve dört elle dünya hayatına sarılırlar.

a)       Önce evlenmek, çocuk yapmak ve onları da iyi yerde yerleştirmek isterler. Oysa yaşlanırlar ve bakılacak hal alırlar. Rahatsız olurlar ve ölümü beklerler. Mal bırakmışlarsa; niye daha fazla bırakmadı diye evlatlar babalarına lânet okurlar; mal bırakmamışsa hepten ne biçim baba derler! Kazançlarını ve servetlerini hep kötülükleri için harcarlar. Böyle olmayanlar müstesnadır. Eşine yıllarca hizmet edersin, her türlü fedakârlığı yaparsın; bir gün eve geç gelirsin veya bir misafir getirirsin, sana saldırır! Yahut kötü koca olur, eşin bir gün bir şey yapmadı diye dövmeye kalkışırsın! Huzur içinde geçen aile yuvası acaba kaç tanedir? O halde saadet ümidi ile evlenip çoluk çocuk yetiştirmek yanılma ve aldanmadır. Ama Allah beni yarattı. Anne ve babam, yakınlarım, topluluk beni yetiştirdi. Şimdi ben bu borcumu Allah’a ödemem gerek deyip de evlenirseniz, çoluk çocuk sahibi olursanız; onlar kötü olsa, nankörlük etse de, “Allahım, ben borcumu ödedim, kalanı senindir, ben onların yaptıklarından berîyim” der ve huzurlu olur, çevrene karşı da tartışmacı ve kavgacı olmazsın.

b)       İnsan doğduğu günden beri birşeyler öğrenmeye çalışır, kafasına bilgileri doldurur. Sonra ölünce o bilgiler de toprak olup gider. Oysa insan derse ki; Allah beni yarattı ve birtakım işler için görevlendirdi. Ne yapmam gerektiğini ilimle elde etmem gerekir. Bunları öğrenmek için günde beş defa toplanır, komşularla sohbet eder ve ona göre hayatını düzenlersen, âhirete gidince; “Allah’ım! Sen bana göz verdin, kulak verdin, her ne verdiysen ben onları Senin emrettiğin yerde kullandım.” dersin ve kendini kurtarırsın.

c)       Seni sevmeseler de sen sevebiliyorsan eğer, âhirete gittiğin zaman; “Allah’ım! Ben insanları sevdim ve hayatım boyunca hep öyle davrandım. Onlar beni sevmedilerse o benim suçum değildir.” dersin ve kurtulursun. Oysa, eğer âhireti düşünmeden onlar seni sevmiyor diye sen de onlara düşmanlık yaparsan, onlar da sana düşmanlık yapar. Ondan sonra ölünceye kadar boğuşma sürüp gider.

d)       Mal ve para biriktirirsin. Ölürken bir kefenden başkasını götüremezsin. Ama eğer kazançlarını Allah için harcarsan, öldüğün zaman onlar senin için kıyamet gününde kurtuluş korunağın olur.

e)       İktidara geçersin, AK Parti misali adil davranmazsın, yarın senden hesap sorarlar. Oysa iktidarı adalet için istersin, korkmadan adil davranırsın. Belki seni oradan indirirler, belki seni öldürürler ama âhirette o adil davranman senin için kanat olur ve cehennemin kenarından dolaştırılacağına, uçağa bindirip üstünden geçirirler.

Dünya hayatı bir yanılma ve aldanma demektir. Dünya hayatı demek yakın hayat demektir, yahut aşağı hayat demektir. “Dane” yaklaştı demektir. Türkçedeki “dana” kelimesinin bununla akrabalığı vardır. Anasına yakın olur, ama aşağıdan yakın olur. Bu dünya hayatı âhiret hayatına göre bize yakındır, ama aşağı bir hayattır.

إِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ (EilLAv MaTAGa elĞuRUvRı)  “Gurur metaından başkası değildir.”

Meta” araç demektir. Kendisinden yararlanırsın. Sonra onu terk edersin. 

Ğaraa”nın mağara kelimesi ile akrabalığı vardır. Suyun akıp giderken çakılların arasına gömülmesine “ğavr” denir. Yamaçta eğer çakıllı bir yere basarsan kayıp gidersin. Böyle yerlerde çakılların üstünü toz toprak örterler, sağlam zannedersin, kayıp gidersin. Tozlu toprak üzerinde hafif çiseleme yapınca böyle yanılma meydana gelir, araba tekerlekleri birden kayıp gider.

Dünya hayatı yanıltma aracıdır. Çünkü insanlar geliyor, onu bir şey sanarak sağlam basıyorlar, orada hep kalacaklarını sanıyorlar. Oysa kendileri ölecektir. Bir gün belki de nesilleri tükenecektir. Böylece ayağı kayanlar cehenneme yuvarlanacaklardır. Bir tepeye çıkarken yamaçlarda belli yerlere basa basa yükselirsin. Dikkatli olursan tepeye çıkarsın. Ama dikkat etmez de kayarsan çukura yuvarlanırsın.

İşte dünya hayatı böyle bir yerdir. Ya sizi cennete götürür, yahut ayağın kayarsa cehenneme yuvarlanırsın. Bu dünya niçin böyle kaygan topraklı bir yer olarak yaratılmıştır? Çünkü tepeye çıkacaklar kabiliyetli kimseler olsun, seçkin kimseler olsun; beceriksizler, kabiliyetsizler oralara çıkamsınlar diye böyledir. Oraya çıkamasınlar ve orasını da bozmasınlar diye böyle yapılmıştır.

Cehenneme yuvarlananlar kendilerini yetiştirerek yeniden tepeye yani cennete çıkmayı deneyebilirler.

 

لَتُبْلَوُنَّ (La TuBlaVunNa)  “İbtila olunacaksınız. Belalara uğrayacaksınız.”

Baştaki “La” te’kid “La”sıdır. Elbette belalara uğrayacaksınız.

Bela” bileme kelimesinden gelmektedir. Biley taşını alırsınız, bıçak üzerinde sürtersiniz, törpülersiniz ve keskin hâle getirirsiniz. Bıçak o zaman keser. İnsanın cennete gidip orada yaşayabilmesi için böyle bilenmesi, keskin hâle getirilmesi gerekir.

Bu dünya hayatında mü’min olup makam-ı mahmuda gelebilmeniz, “Adil Düzen”in yöneticileri olabilmeniz için belalara uğramalısınız, oralarda eğitilmelisiniz. Çünkü “Adil Düzen”i yaşatmak için birtakım sıkıntılara ve tehlikelere katlanmak zorundasınız, belaları göze almak zorundasınız.

Tehlikeleri göze alarak mücadele edip iktidara gelenler orada korkmadan yönetici olabiliyorlar.

Demek ki belalara uğratılmak, keskin hâle gelebilmek dünyadaki başarı için de şarttır. Çile çekmeyenlerin servet kazanmaları, yahut makam elde etmeleri, yahut ilim elde etmeleri; hâsılı mü’min olabilmeleri, mallarını ve canlarını cennet karşılığı Allah’a satmaları ile mümkündür. O sebepledir ki mü’minler mutlaka belalara uğratılacaklardır.

Müslim ile mü’minin ayrı ayrı olduğunu unutmayın. Belalara uğratılacak olanların, imtihan olunacak olanların, keskinleştirilenlerin mü’min olanlar olduğunu hatırımızdan uzak tutmamalıyız.

“Allahım! Bana dünyada da hasene ver, âhirette de hasene ver.” diyenler ise böyle bir imtihana tâbi tutulmazlar, ama âhirette de dereceli mü’minlerin seviyesinde olmazlar. Ne var ki müslimlerin dünya saadetini sağlayacak olanlar da yine mü’minlerdir, kendi dünya saadetinden vaz geçenlerdir.

O halde mü’minler olmadan müslim olunmaz. Mü’minler varsa müslimler müslim olarak kalabilirler, ama eğer mü’minler yoksa o zaman her müslim mü’min olmak zorunda kalır.

Mü’min olmak farz-ı kifayedir.

فِي أَمْوَالِكُمْ  (Fıy EaMVAvLıKuM)  “Mallarınızda imtihan olunacaksınız.”

İnsanların ilk aklına gelen şey malları olur. Bir bakarsınız cihat yapmayan müslimler zengin olmuş, dünya hayatlarında da saadete ulaşmışlardır. Oysa mü’minler ise hep sıkıntı içinde hayatlarını geçirmektedirler. Malları ellerinden alınmaktadır…

Şöyle diyelim. Bir memlekette rüşvet vermek ve vergi kaçırmak meşru ise, âdet hâline gelmişse; bir müslim vergisini kaçırır, rüşvet verir ve meşru haklarını korur. Bunları yapmak ona günah olmaz. Ancak bir mü’mine böyle ruhsat verilemez. Mü’min rüşvet ve kaçakçılıkla mücadele etmekle görevli olduğuna göre, onun mazeret şeklinde olsa da böyle işleri yapması meşru olmaz. Olmayınca, mü’minler mal mülk edinemezler, servet edinemezler. Hayatları sıkıntılı ve kıtlık içinde geçer.

İşte Allah bunlarla onları dener. Mü’min iseler bu yoksulluğa sabreder, ellerinden giden veya gelmeyen mallar üzerinde tasa çekmezler. Demek ki Adil Düzencilerin “Adil Düzen Müslimliği”nden “Adil Düzen mü’minliği”ne yükselebilmeleri için mallarını kaybetmeyi göze almaları gerekir.

وَأَنْفُسِكُمْ  (VaEaNFUuSıKuM)  “Ve nefislerinizde de belalara uğratılacaksınız.”

Hapsolunacak, dövülecek, öldürülecek, sürüleceksiniz. Bedeni sıkıntılarınız da olacaktır.

Bu sıkıntılarınızı da göze almalısınız. Burada “Ev” kelimesi kullanılmayıp “Ve” kelimesinin kullanılması bize gösteriyor ki, her ikisi birden olacaktır.

Millî Görüşçüler ve AK Partililer, Hareket Partililer geçmişte bu imtihanlarını geçirdiler...

Bediüzzaman’ın öğrencileri de geçirdiler... Fethullah Gülen grubu da geçirdiler...

Biz Adil Düzeciler sadece mallarımızda sıkıntı çekerek imtihan olunduk, onlar da sadece canlarında imtihan olundular. Dolayısıyla iki taraf da ‘iman’ seviyesine çıkamadı. Önce mallardan imtihan olunanlardan bahsediliyor. Adil Düzenciler bundan bir pay çıkarabilirler. Bizim ulaşamadığımız seviyeye bundan sonra gelenler ulaşacaklar ve işte o zaman “Adil Düzen” gelecektir.

“Emvâl ve enfüs”ü bir fiilde topladı, “belaya uğrama” ile ifade etti.

وَلَتَسْمَعُنَّ  (Vas La TaSMaGunNa)  “Sem’ edeceksiniz de.”

Belaya uğrama var, bir de sem’ etme var. Maddî hiçbir zararınız olmaz. Ne malınıza ne de canınıza dokunulmuş olmaz, ama siz durmadan üzücü sözler işiteceksiniz, acı sözler işiteceksiniz. Maddî bir zararınız olmayacaktır, ama sosyal eziyetiniz olacaktır. Sizi üzen sözler işiteceksiniz.

“Bunların teorisi var, pratiği yoktur!.. Ütopik tekliflerde bulunuyorlar!.. Başarısız; milletvekili olamadı, servet sahibi olamadı, cemaati yok, arkadaşları yok, herkes ondan şikayetçi!..” gibi sözler işiteceksiniz.

Bu beladan daha çok, insanları kaçıran bir olaydır. Heyecana getirildiği zaman insan malını da canını da verir. Elin dedikodusundan herkes korkar ve iman etmekten kaçar. Çünkü iman edenin bir özelliği de lâimin levm etmesinden korkmamasıdır. Mü’min suç işlemekten korkar, cezalanmaktan korkmaz, dillenmekten hiç korkmaz. Öldürmekten korkar, ama ölmekten korkmaz. Dışlanmaktan ise asla korkmaz. Böylece Allah’a yaklaştığını görerek mesud olur.

مِنْ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ  (MıNa elLaÜIyNa EuTUv eLKıTABa Mın KaBLıKuM) 

“Sizden kabl kendilerine kitab ita olunanlardan üzücü sözler işiteceksiniz.”

Yani, bize saldıranlar kâfirlerden çok, kitap verilenler olacaklardır. Önce kitap sahibi olanlar olacaktır. Mesela, bize en yakın olanlardan, Saadet Partililerden, en çok onlardan üzücü sözler işiteceğiz. AK Partililer İslâmiyet’e sahip çıkmadıklarından onlardan bahsetmiyorum. Sonra Risale-i Nur şakirtlerinden üzücü sözler işiteceğiz. Tarikatların durumu da bunların yanındadır. Sonra Müslümanlardan üzücü sözler işiteceğiz. Sonra Hıristiyanlardan ve Yahudilerden, sonra da Budist ve Hindulardan işiteceğiz.

Burada “Kitap Verilenler”den bahsedilmektedir.

Kitabı okuyanlar, kendileri okuyup anladıkları gibi amel ediyorlarsa, ehl-i içtihat iseler, ehl-i icma iseler, bunlar mü’mindir. Kitabı kabul etmekle beraber, kendi yorumları ile değil de başkalarının yorumları ile hareket ediyorlarsa, bunlar ehl-i kitaptırlar. Bu resmi yorum sistemi Kur’an’dan önce vardı. Gönderilen peygamberler kitapları yorumlarlardı. Kur’an’dan sonra bu sistem nesh edildi. Artık nebi gelmeyecek, insanlar kendi içtihat ve icamalarıyla Kur’an’ı yorumlayacaklardır. 

Müslümanlar bundan bin sene evvel içtihat kapısını kapattılar ve iman etmiş olan kimselerin dışına çıkıp ehl-i kitap oldular. Kapanan bu kapı ancak “Adil Düzen” sayesinde yeniden harekete geçti. Bundan dolayı bizim için bugünkü Hanefilerle Katolikler arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de cennete gidecek ama dünyada İslâm düzeninin gelmesine hizmet veremeyeceklerdir.

Min” kelimesi kullanılmıştır. Yani, bütün ehl-i kitap değil, içlerinden bir kısmı bize eziyet edecektir. Mü’min olanlar ise eziyet etmeyecektir. Mü’minler arasında da ihtilaf oluyor, ama onlar cephe almazlar, birbirlerine karşı dayanışmayı korurlar.

Kimler mü’mindir? Bu vesileyle yine hatırlatmış olalım.

a)       Mü’minler her söze kulak verirler, en iyisine uyarlar. (İyilere değil, iyiye.)

b)       İyilikte yardımlaşırlar, kötülükte yardımlaşmazlar. (İyilerle değil, iyilikte.)

c)       Onlar kitap verilenleri sever, ama kitap verilenler onları sevmez.

d)       Kendilerine katılan kimseleri ayırmaz, münafık da olsa işbirliği yaparlar. Kimseye ‘sen mü’min değilsin’ deyip barış teklifini reddetmezler.

e)       İnsanlar arasında hükmederken, yakınları da olsa adaletle hükmederler, konuşurken tarafsız konuşurlar.

İşte böyle olmayanlar gıybet yapar ve üzücü söz söylerler.

Oysa yapacakları iş ise gayet basittir. Bir haber aldıkları zaman;

a)       Önce aleyhinde konuşulan kimseye gidip bilgiyi doğrudan ondan alırlar.

b)       Sonra söylenenleri soruştururlar. Tarafsız olarak dinlerler. Haklı gördükleri şikayetçinin hakemliğini kabul ederler.

c)       Karşı tarafa başvurarak onun da hakem seçmesini isterler.

d)       Hakemler tarafları ve gerekli tanıkları dinlerler. Anlaşırlarsa hüküm verirler. Anlaşamazlarsa ittifakla bir baş hakem seçerler. Sonunda verdikleri kararı uygulamazlarsa mağdurun yanında yer alırlar.

İşte mü’minler bunlardır.

وَمِنْ الَّذِينَ أَشْرَكُوا (Va MıNa elLaÜIyNa EaŞRaKUv)  “Ve işrak edenlerden.”

Müşrikler, mutlak gerçek hakikati kabul etmeyip kendilerinin de tanrı olduğunu veya kendilerinin başka tanrısı da bulunduğunu iddia edenlerdir. Yahut tanrı yoktur diyerek, kendilerini veya birilerini tanrı yapanlardır. Lenin’e inandırmak için Sovyetler’e göre tanrı yoktur. Sermayenin sömürebilmesi için onların kendilerine göre tanrı yoktur.

Bunların iddiaları o kadar değersizdir ki, çok az yandaşlar bulacakları için bunlardan yani dehrlerden çok az bahsederler. Oysa şirk koşanlar o kadar çoktur ki, biz bile zaman zaman şirkten kurtulamadığımız için Allah bunlardan çok çok bahseder.

Resmen ikinci tanrı kabul edenler müşriktir. Tanrı’nın hükümlerini bir tarafa bırakarak, Lenin’in veya Mao’nun hükümleri ile düzeni tesis etmek isteyenler veya ekseriyet kararlarını Tanrı’nın kararı olarak kabul edenler, işte bunlar müşriktirler. Ekseriyeti Tanrı’ya ortak etmişlerdir.

Kâinatta tek düzen vardır. O düzeni biz insanlar öğrenir ve anladığımız kadarı ile o düzene uyarız.

Birbirimize hükmetmeye hakkımız yoktur. Demokratız, kendi içtihatlarımızla hareket ederiz. Lâikiz, birbirimize karışmayız. Liberaliz, kendi kazançlarımız için çalışırz. Sosyaliz, çünkü hak hukuk gözetiriz. Aramızda çıkan ihtilafları hakemler yoluyla çözeriz. Ekseriyetin ekalliyeti ezmesi, kuvvetlinin zayıfı ezmesi, kendilerini Tanrı yerine koyması ile olmaktadır. İşte bunlardan da üzücü sözler duyacaksınız.

أَذًى  (EaÜan)  “Ezayı işiteceksiniz.”

Aslında işitilen sözdür. “Eza” onun sıfatıdır. Ancak söz kelimesi hazf olmuş ve söz eziyet olmuştur.

Eza” kelimesi ezik anlamına gelir. Tükçede olduğu gibi bir yeriniz ezildiği zaman acı duyarsınız. O acı eğer manevi ise Türkçede ona ‘üzüntü’ diyoruz. Aslı ‘ezinti’dir. İnsan başı iyice ağrıdığı veya kolu kırıldığı zaman bile ölmeyi istemez. Ama kendisinin sevdiği kimselerden beklenmedik sözler duyduğu zaman, karşı tarafı çok sevdiği için onun ölmesini talep etmez, ama kendisi de dünyadan nefret edip ölmek ister.

Söz maddi eziyetten çok daha etkilidir ve üzücüdür. Bu sebepledir ki “anne babanıza ‘üf’ bile demeyin” denmektedir. Mü’minler bu hayatı kendileri için değil de Allah için istediklerinden ölümü istemezler. Sevdiklerinden duydukları üzücü sözlere karşı ölümü istemezler ama, inzivaya çekilip herkesten ayrı yaşamayı tercih ederler. Mü’minlerin yapacakları iş hicrettir. Kimlerden? Sevdikleri kimselerden ayrılıp bir kent kuracaklardır. Oraya hicret edeceklerdir. Yakınlarını da oraya çağıracaklardır. Gelirlerse ne âlâ. Gelmezlerse, işte o zaman onlardan ayrılmış olurlar.

Benim Kırgızistan’a gidişim bunun bir denemesi olmuştur… Ancak gittiğimiz yer bizi barındıracak mahiyette olmadığı için tekrar geri geldim…

İzmir Akevler bu amaçla kurulmuştur. Gelenler gelsin, gelmeyenler kalsın istedik. Fakat orada da başarılı olamadık. Çünkü Akevler’de evleri olanlar bunları kiraya verdiler ve gelmediler. Gelenler de işlerini Akevler’e getirmediler. Yani, önce inanılacak, sonra göç edilecektir. 

Adil Düzenciler üzücü sözlere sabredeceklerdir. Hattâ böyle sözleri duymuyorsanız, demek ki iman yolunda değilsiniz demektir.

كَثِيرًا (KaÇIyRan)  “Kesiran ezalı sözler sem’ edeceksiniz.”

Demek ki ezalı sözler duyacaksınız, hem bu da çokça olacaktır.

Şimdi İzmir’e inin ve sokakta Akevler’i sorun, herkes aleyhte konuşur. ‘Nedir?’ dediğiniz zaman, size birtakım sözler söylerler. ‘Sen ortak mısın?’ diye sorduğun zaman, ‘Hayır!’ der ama devam eder. ‘Haksızlığa uğradınsa hakemlere gittin mi?’ dersen; ‘Hayır!’ der, buna rağmen saldırıda bulunur!..

İzmir Kemalpaşa’da Sütçüler Köyü vardır. Yakınlarımı memleketten (Artvin Borçka’dan) getirip orada yerleşmelerine vesile oldum. Kırk hane kadar varlar. Hepsi Süleyman Karagülle aleyhinde konuşurlar. ‘Karagülle ne yapmıştır?’ diye sorsanız, cevabı yoktur.

Adil Düzenci parti sırf Akevler’den kaynaklandığı için “Adil Düzen”e karşıdır!..

İktidardaki AK Parti de “Ak” adını kullanır ama nedense Akevler’e karşıdır!..

Bütün bunlar bize gösteriyor ki, biz iman yolundayız, başarıya ulaşacağız

Tüm Basın ve yayın elbirliği etmiş, bize karşıdır. Konuşturmamak ve yazdırmamak için ittifak halindedirler. Üniversiteler ve okullar bize karşıdır. “Adil Düzen”e üzücü tenkitlerde bulunurlar ama hiçbirisi çıkıp da Adil Düzencilerle tartış(a)mazlar.

İşte bu âyet bize bunu haber veriyor ve bu durum bizim için müjde oluyor.

وَإِنْ تَصْبِرُوا (Va EıN TaÖBıRUv)  “Sabrederseniz.”

Subre” granit taşıdır.Yağmurlar, dolular, sürtünmeler ona etki etmez.

Adil Düzencilere bu tür sözler etki etmez, kendi yollarında yürürler. Kur’an okumaya devam ederler. Onu yaşamaya devem ederler, onu anlatmaya devam ederler. Uğradıkları mal ve can kaybı, onun bunun dedikodusu onlara etki etmez, çünkü onlar canlarını ve mallarını vererek cenneti satın almışlardır.

Burada “İza” denmeyip “İn” denmiş olması bize gösteriyor ki, bu yolda olanlar her zaman bu sabrı gösteremeyeceklerdir. Nitekim Millî Görüşçüler bu sabrı gösteremeyerek “Adil Düzen”i bıraktılar. Millî Görüşe kimse bir şey demediği için şimdi ona sahipler. Bir düdük de onun için çalarlarsa ondan da vazgeçerler. Sizler de böyle yapabilirsiniz. Ama eğer sabreder de yolunuza devam ederseniz, işte o zaman başarıya ulaşılmış olur.

وَتَتَّقُوا (VaTatTaQUv)  “Ve ittika ederseniz.”

Rüşvet vermez, hile yapmaz, vergi kaçırmaz, faiz işlemine katılmaz, şeriatın hükümleri içinde yaşamaya devam edebilirseniz, muttaki olursanız…

“Müslim” olabilirsiniz ama İslâm düzeni yokken “mutaki” olmak çok zordur. Nasıl kışın fırtınalar olur, ondan fideleri korumak için sera yaparsanız, aynen o şekilde “Adil Düzen” ile çalışan bir kooperatif kurmalı ve orada kendinizi fırtınalardan korumalısınız.

Mal ve can ile imtihan olunacak, aleyhinizde birçok sözler duyacaksınız. Ama siz seranın içinde kalmaya devam edeceksiniz. Bir gün gelecek, ilkbahar olacak, havalar ısınacak, siz artık seranın dışına çıkıp dağılacaksınız. Dağıldığınız yerlerde birer ağaç olacaksınız. Hazreti İsa’nın (a.s.) havarileri gibi olacaksınız, Hazreti Muhamed’in (s.a.v.) ashabı gibi olacaksınız.

فَإِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ (Fa EınNa ÜAvLıKa MıN GaZMı elUMUvRı)  

“İşte bu umurun azmindendir.”

“Safa” sert taştır. “Merve” ise yumuşak su geçiren taştır. “Murur etmek” demek, geçmek, uğramak demektir. “Emir” kelimesi buyuran anlamına gelir. Emir sonunda ortaya çıkan sosyal faaliyet de “emr”dir.

Şöyle diyelim; kuvvet etki edendir, eser de etki alandır, ikisinin birlikte oluşu “emr”dir. Etki tepki çarpımı “emr”dir. Sonunda sosyal işin oluşması demektir.

Umur” çoğuldur. Sosyal düzenin azmi budur. İşler öyledir ki, bir iş yaparsınız, başka iş yaparsınız, biri iş yapar, başkası iş yapar. Herkes ayrı ayrı iş yapar, bunlar dağınık haldedir. Bunları bir araya getirerek bir paket yapmak veya monte etmek demektir. Sonuç almak demektir. Yani, işi yarım bırakmamak demektir.

Başlanan her şey bitmelidir. Nafile namaz kılmak veya oruç tutmak veya sadaka vermek farz değildir. Ama nafile bir ibadete veya amele başlarsan bitirmen farz olur. Bozulursa kaza etmek gerekir. Çünkü ameller sonuca vardığı zaman bir işe yararlar.

Millî Görüşçülerin Adil Düzen faaliyeti yarım kalmıştır…

Akevler’in uygulamaları da yarım kalmıştır…

Azm” olmamış, sonu getirilmemişdir.

Azm” kelimesi “huzme”den gelir. Huzme, demet demektir. “Azm” de demetin bağıdır, yani bir işte sebat edip işi tamamlama “azm”dır.  

 

Böylece Âl-i İmrân Sûresi “içtihat”la işe başlayıp “iman” seviyesine doğru götürmektedir.

İçtihad, doğru yolu bulmadır.

Ancak yolu bulmak yeterli değildir.

O yolun yokuşlarını da aşma sözkonusudur.

Dik yokuşları da tırmanmazsanız hedefe ulaşamazsınız.

 

 

 

Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yayına Hazırlık ve Yönetim: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org                    (0532) 246 68 92

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3453 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2648 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2137 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2517 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2272 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2162 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2160 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2567 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2469 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1974 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2333 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2412 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2238 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2431 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2385 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2605 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2424 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3025 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2659 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2973 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2730 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2941 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3120 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3009 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3409 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5459 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3530 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3061 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3848 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3697 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3401 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3858 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3820 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4096 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4607 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3004 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3102 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3953 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3808 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2837 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2930 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3938 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7693 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5579 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4162 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3562 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3708 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4717 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4429 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4724 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4646 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4798 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4538 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3384 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4460 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3610 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5154 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3839 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5135 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4991 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4916 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3518 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3467 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3682 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5141 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4195 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5402 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4076 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5254 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4405 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4416 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4560 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4756 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5307 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4107 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5250 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4512 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3832 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4364 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4575 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4103 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4085 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4075 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4533 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5634 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9792 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4636 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3690 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3843 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3351 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3374 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3736 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5688 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4239 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3437 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler