Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 441
BAKARA SÛRESİ 286.-SON-AYETLER TEFSİRİ
12.01.2008
1339 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN 441

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

-DEĞERLİ ADİL DÜZEN ÇALIŞANI! BU HAFTA KAÇ KİŞİYE TEBLİĞ YAPTIN?-

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi                             12 Ocak 2008                                          Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 441. SEMİNER

“HİÇ BİLENLERLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (Kur’an; Zümer Sûresi, 39/9)

“İLİM TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL

 

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ

SABAHATTİN ZAİM

YENİ YÖK BAŞKANI VE …

مُلْتَحَدًا دُونِهِ مِنْ تَجِدَ وَلَنْ

 “Kur’an’dan başka tutunacak bir şey bulamazsın.”

***

Birer mektup yazarak bazı arkadaşlarımızı Akevler’e toplantıya çağırdım. Mektup yazmak benim vus’umdadır. Bir iki kişi hariç diğerleri geldi. Ben onlardan bir talepte bulundum. Bu talepte bulunmak benim vus’umdur. Gelmeyenleri getirmek benim vus’um değildir.

Onlardan her biri de dâvet ve tebliğde bulunarak onar kişi bulacaklardır. Buna çalışacaklardır. O da onların vus’udur. Buldukları kişilerden 100’er lira isteyeceklerdir. Bu da verebilenlerin vus’udur. Herkes kendi vus’undan yükümlüdür. Sonrası vus’umuzun dışındadır.

Eğer ayda ortalama on bin lira gelirse, bu sermaye ile birtakım işler yapacağız. Bu miktar bulunursa, yapılması gerekenler vus’umuz içinde olur, bulunmazsa vus’umuzun dışında kalır. O zaman biz mükellef değiliz demektir.

Adil Düzen Partisi’ni kurmalıyız. Bunun için Ankara’da bir genel merkez daireyi almamız gerekiyor. Alan yok. O halde parti kurma vus’umuz yok, şimdilik mükellef değiliz demektir.

Not: Bu seminer notlarının sonuna bu konu ile ilgili bilgilendirme metinleri eklenmiştir.

***

Evet, henüz parti kuramadık ama kurmaya çalışmalıyız…

Ahşap evleri yapamadık ama yapmaya çalışmalıyız...

Dergi çıkaramadık ama çıkarmaya çalışmalıyız...

Muhasebeyi kuramadık ama kurmaya çalışmalıyız...

***

Biz Akevler’de yola çıkarken böyle “Ente Mevlânâ” dedik ve başardık…

Biz her defasında parti kurarken “Ente Mevlânâ” dedik ve başardık...

Şimdi İstanbul/Yenibosna’da “Ente Mevlânâ” diyoruz;

Yeniden 2008 programı ile harekete geçiyoruz...

Neler yapmaya karar verdik de “Ente Mevlânâ” diyoruz?

1-      Muhasebe kurmaya karar verdik; “Ente Mevlânâ” diyoruz...

2-      Marketi kurup işletmeye karar verdik; “Ente Mevlânâ” diyoruz…

3-      Ahşap evlere devam etmeye karar verdik; “Ente Mevlânâ” diyoruz...

4-      Bahşayış’ta villalar yapmaya karar verdik; “Ente Mevlânâ” diyoruz...

5-      İstanbul’da inşaat/lar yapmaya karar verdik; “Ente Mevlânâ” diyoruz...

***

 

BAKARA SÛRESİ TEFSİRİ - 103. Hafta

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

لاَ يُكَلِّفُ اللَّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِنْ نَسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا أَنْتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ (286)    

لاَ يُكَلِّفُ اللَّهُ (LAv YuKalLıFu elLAHu)  “Allah teklif etmez.”

Cümle “ve” harfi getirilmeden başlamıştır. O halde bu ifade resul ve mü’minlerin ifadesi değildir, Allah’ın ifadesidir. “İşittik, itaat ettik, mağfiret senden” diyen mü’minlere “Allah kimseyi vus’undan fazlası ile mükellef kılmaz” diyerek cümleyi mu’teriza ile tüm insanlara genel kural olarak bildirmektedir. Yani mü’minlerin imanlarını anlatırken araya kendisi giriyor. Onlar benim mağfiretimi istediler; ben onları mağfiret değil mükellef dahi kılmıyorum. Çünkü Allah yani Ben diyor, öyle biridir ki, kimseye vus’undan fazlasını yüklemez. Burada muzari sigası ile gelmiştir. Hiçbir zaman hiçbir yerde tahmil etmez demektir. Muzari siganın değişik mânâları vardır. Nasıl harfi tarifin değişik mânâları varsa, muzari siganın da böyle mânâları vardır. 

1)      Muzari geçmişi ve geleceği, bütün zamanları içeren bir cümle kurar, bu isim cümlesine benzer.

2)      Şimdiki hâli ve geleceği içerir. Burada da istiğrak vardır. Ancak hâl ve geleceğe mahsustur.

3)      Hâli bildirir.

4)      Geleceğin bir defasını bildirir.

Başlarına gelen harflerle veya sonuna gelen tekid nunuyla mânâ menfi, şart, soru yapılır veya zaman tasrih edilmiş olur. Hâl ve istikbalin istiğrakı için olan nefy edatıdır. Burada “Lâ” gelmiştir.

” geçmişi de içine alarak istiğrak yapabilir. Geçmişte yapmadı, gelecekte de yapmaz demektir. Hâl “Mâ” ile yapılır, “Lâ” istikbalin menfisidir. Ama burada istiğrak içindir. Geçmişte ve gelecekte hiçbir zaman teklif etmez demektir.

Külfet” “kelefe”den gelir. Ağır iş yaparken yüzde meydana gelen kızarıklıktır. Zorlanmayı ifade eder. İnsanın yüklendiği görevler külfetle ifade edilir. Geniş mânâda yükümlülük demektir. Türkçede vazife veya görev deniyorsa da bu daha geniştir. Külfete karşı nimet kullanılmaktadır. Deyn hak karşılığı kullanılır.

Kur’an’da bu kelime şu şekilde geçmektedir.

“Biz bir nefse vus’undan başkasını teklif etmeyiz.” (6/152, 7/42, 23/62)

“Allah bir nefse vus’undan başkasını teklif etmez.” (2/286)

“Allah bir nefse kendisine verdiğinden başkasını teklif etmez.” (65/7)

“Bir nefse vus’undan başkası teklif olunmaz.” (2/233)

“Sen kendinden başkasına teklif olunmazsın.” (4/84)

“Ben mütekelliflerden değilim.” (38/86)

İnsan yeryüzüne gelir. Nimetler içinde büyür. Kendisine nimetlere karşı külfetler yüklenir. Külfeti yerine getirebilmesinde ona vus’ sağlanır. İşte o vus’undan dolayı sorumludur. Körse, görmekle mükellef değildir. Ama gözü varsa, görüyorsa, görmekle mükelleftir. Fakirse mükellef değildir. Ama zenginse zekâtını vermelidir. Ehliyet bedenî kabiliyettir. Vus’ ise bedenî ve mâlî kabiliyetlerin mecmuudur. İstitaayı da içerir. Mesela, birine sözün geçiyorsa o da senin vus’undur. Birine ulaşabiliyorsan o senin vus’undur.

Birer mektup yazarak bazı arkadaşlarımızı Akevler’e toplantıya çağırdım. Mektup yazmak benim vus’umdadır. Bir iki kişi hariç diğerleri geldi. Ben onlardan bir talepte bulundum. Bu talepte bulunmak benim vus’umdur. Gelmeyenleri getirmek benim vus’um değildir.

Onlardan her biri de dâvet ve tebliğde bulunarak onar kişi bulacaklardır. Buna çalışacaklardır. O da onların vus’udur. Buldukları kişilerden 100’er lira isteyeceklerdir. Bu da verebilenlerin vus’udur. Herkes kendi vus’undan yükümlüdür. Sonrası vus’umuzun dışındadır.

Eğer ayda ortalama on bin lira gelirse, bu sermaye ile birtakım işler yapacağız. Bu miktar bulunursa, yapılması gerekenler vus’umuz içinde olur, bulunmazsa vus’umuzun dışında kalır. O zaman biz mükellef değiliz demektir.

Adil Düzen Partisi’ni kurmalıyız. Bunun için Ankara’da bir genel merkez daireyi almamız gerekiyor. Alan yok. O halde parti kurma vus’umuz yok, şimdilik mükellef değiliz demektir.

Teklif” kelimesi tefil babındandır. Kesreti içerir. Allah’ın emretmesi başka, teklif etmesi başkadır. Memurun bihi’yi o anda yaparsan yaparsın. Eğer o anda yapamazsan, bir daha yapmakla uğraşmazsın. Emir o an içindir. Bir defaya mahsustur. Oysa “külfet” yapıncaya kadar uğraşacağın bir yükümlülüktür.

Evet, henüz parti kuramadık ama kurmaya çalışmalıyız…

Ahşap evleri yapamadık ama yapmaya çalışmalıyız...

Dergi çıkaramadık ama çıkarmaya çalışmalıyız...

Muhasebeyi kuramadık ama kurmaya çalışmalıyız...

Teklif kelimesinin tefil babından gelmesi bize bunu anlatmaktadır.

نَفْسًا (NaFSan)  “Bir nefse”

Nefs” mükellef olan ruhtur. Ruh bedene sahip olduktan sonra mükellef olur. Bedeni olmayan ruhun hiçbir şeye vus’u yoktur, dolayısıyla mükellefiyeti de yoktur.

Arabası olan şoför mükelleftir. Arabası olmayan şoför ne kadar becerikli şoför olursa olsun mükellef değildir. Ruh şofördür, beden arabadır. Bedensiz ruh mükellef değildir. Bedenle birleşen ruh ise nefse sahip olur, nefs de külfeti getirir. Onun için Kur’an’da geçen bütün “teklif” kelimelerinin mef’ulü “nefis” olmuştur Nefis ruhun bedenle irtibat kurma kabiliyetidir. Hayat da bedenin ruhla irtibat kurma kabiliyetidir.

Bir otomatik kapı açan arabanız var. Parmağınızla düğmeye basıyorsunuz. Bir sinyal çıkıyor ve arabanın kapısına ulaşıyor. Kapıda da sizin sinyalinizi alan bir araç var. O kapının kolunu işletiyor. Kapı açılıyor. Şimdi siz ruhsunuz. Elinizdeki kumanda aracı nefsinizdir. Kapıdaki alıcı hayattır ve araba da bedendir. Böylece ruh, nefis, hayat ve beden dörtlüsünü temsili olarak görmüş oluyoruz. 

Mükellef olan kimdir? nefsi olan ruhtur. Vus’u nedir? Arabanın açılmasıdır. 

إِلاَّ وُسْعَهَا (EilLAv VuSGaHAv)  “Vus’undan başkasını teklif etmez.”

Vus’” genişlik demektir. Tûl, saha ve saa kelimeleri hat, yüzey ve hacim anlamlarına gelir. Vus’ sadece boş hacim değildir. Vus’ içindekileri de içerir. Kâinatta boşluk yoktur. O halde bir şeyin hacmi varsa içerisinde de bir şeyler vardır demektir. Vus’ imkanları içermektedir. Kendi sağlığının yanında, gücünün yanında etkilenmeyi de içerir. Bunu şöyle ifade edelim. Bir lastik alın ve onu çekin, lastik uzar. Lastiğin uzaması sizin uyguladığınız kuvvete bağlıdır. Ama aynı zamanda lastiğin esnekliğine de bağlıdır. İşte vus’ dediğimiz zaman lastiğin esnekliğini de içermesidir.

Elektrikte:

Elektrikî Etkilenme = Etkilenme Katsayısı * Etki olarak ifade edilir.

Teessür = Kabiliyet * Tesir

Bir de mıknatıs için aynı formül vardır:

Mıknatısî Etkilenme = Etkilenme Katsayı * Mıknatıs Etkisi

Maxvel bir keşifle elektrik ve mıknatısı birleştirmiştir.

Elektriğin Etkisi = Mıknatısî etkilenmenin değişmesi

Mıknatısın Etkisi = Elektrik Etkilenmesinin Değişmesi

Boşlukta  Elektrikî Etkilenme * Boşlukta Mıknatısî Etkilenme = Işık Hızının Karesi

Bu dörtlü bağlantı ekonomide de geçerlidir:

Üretim             =  Verim * Emek

Ürün                =  Verim * Sermaye

Emek   =  Üretimin Değişmesi

Sermaye = Emeğin Değişmesi

Emek Verimi * Sermaye Verimi = Ekonomik Hızın Karesi

Bu formüllerle sizlere vus’un geniş anlamını tanıtmaya çalıştım. Bu hususta yazdığım kitap vardır. Bulursanız onu okursunuz. Bulamazsanız, sizler düşünüp daha iyisini ortaya koyacaksınız. O kitaptaki eksiklikleri de gidereceksiniz.

Bu kural kimseye vus’undan başkasını teklif etmez kuralının vus’unu da teklif eder anlamını taşımaktadır. Gerçi mefhumu muhalefet ile bu mânâ verilmekte ise de, karine varsa mefhumu muhalefet geçerlidir. Biz kıyası muhalefete tercih ediyoruz. Ama kıyasa muhalif olmayan muhalefeti de kabul ediyoruz. Allah eğer size bir vus’ vermişse onu kullanmanız içindir. Allah gereksiz bir şey yapmaz. Size göz vermişse onu kullanın diye vermiştir. Doğada gereksiz hiçbir şey yoktur.

Allah size ilim vermişse onu kullanacaksınız, uygulayacaksınız, anlatacaksınız. Allah size öğrenme kabiliyeti vermişse öğreneceksiniz. Allah size zenginlik vermişse onu kullanacaksınız. Allah size bakanlık vermişse onu kullanacak ve görevlerinizi ifa edeceksiniz. Mihraba geçmişseniz, göreviniz var, namaz kıldıracaksınız. Kur’an okuyacak, rüku ve secde yapacaksınız. Mihraba geçtiğinizde namaz kıldırmamazlık edemezsiniz. Eğer vus’unuz yoksa çekilin de başkası vus’unu kullansın. Engelleme yetkiniz ve hakkınız yoktur.

Bu âyetin ortaya koyduğu çok önemli bir husus vardır. Hindistan’ın ineğe tapılan bir köyünde doğan bir Hindu hayatı boyunca iyi insan olmayı istedi ve elinden gelen iyiliği yaptı. Ancak ataları ona ineğin tanrı olduğunu anlattılar. O da onların söylediklerine güvendi. İneğe taptı. Ona şirk koşmadı, onu tek Tanrı bildi. Böylece öldü. Âhirete vardı. Biri Kur’an’ın Allah’ın sözü olduğuna inandı. Faizin Kur’an’da haram olduğunu kabul eden biri başbakan oldu, devlet başkanı oldu. Hindistanlı köylünün vus’unu düşünün, bir de Türkiye’yi yönetenlerin vus’unu düşünün. Şimdi bunlar cennete gidecekler, o köylü cehenneme gidecek, öyle mi? Klasik kelamcıların inanışları budur.

Ben diyorum ki; benim cehenneme gitmem o Hindistanlı muttaki köylünün cehenneme gitmesinden daha fazla ihtimal dahilindedir. Çünkü hepimiz vus’umuzla sorumluyuz.

Bu anlayış nereye götürür?

Bana bu vus’u veren Allah bana daha ağır yük yüklemiştir. Hintli muttaki köylü ise az şeyle mükelleftir. Bunun sonucu olarak eğer ben şirk ve küfür içinde olursam kat kat daha ağır azap çekeceğim. Muttaki olursam cennetteki makamın Hintli muttakininkinden daha fazla olacaktır. Ama o da âhirette çalışarak beni geçebilir. İçtihattaki hatadan sorumlu olmama bu mânâdadır.

Hintli muttaki de sorumludur ama benim kadar sorumlu değildir. Ben daha çok sorumluyum. O değil ama ben cehennemde cayır cayır yanabilirim. Çünkü onun vus’u tek Tanrı’yı, misli olmayan Tanrı’yı bilebilecek güce sahip değildir. Bilse bile, topluluk içinde görüşlerini açıklayacak vus’a sahip değildir. Açıklasa, oradan ayrılıp gitmek zorundadır. Oysa ayrılıp gitme gücü yoktur.

Denizlerde batıp ölen kaçak işçilerin sorumlusu kimdir? Onları kovalayan vus’ sahipleri değil midir? Allah bize Anadolu’yu vermiştir. Geçinme imkanımız var ama dört milyon nüfusumuz dışarıda! Bu dünyayı biz yaratmadık. Herkesin göç etme hakkı vardır. Onları ne hakla  tutukluyoruz, süründürüyoruz. Bunun sorumlusu Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin yöneticileri değil midir? Ben bunların çoğunu yakından tanıyorum, belki onların tümü beni tanıyor. Allah bana vus’ vermiş, neden gidip de onlara ‘bu yaptığınız zulümdür, küfürdür’ demiyorum, neden vus’umu kullanmıyorum? O halde asıl cehennemlik muttaki Hintli değil, benim; Allah beni bu vus’a ulaştırdığı halde görevimi yerine getirmediğim için asıl sorumlu benim! Sonra da sizler yani şimdi beni okuyanlarsınız!..

Seksen yaşlarına geldiğim halde, torunlarımdan uzakta İstanbul’da isem, işte o cehennemden korktuğum içindir. Ben o Hintli muttakinin, o ineğe tapan muttakinin sahip olduğu cennet garantisine sahip değilim. Din adamları kolay haplarla insanları cennete gönderiyorlar. Elbette O’nun rahmeti ve mağfireti ile cennete gitmeyi umuyoruz. Ama yaptıklarımızla cennetin kapısına bile varamayabiliriz.

Küfrün mânâsı nankörlüktür. Vus’u olduğu halde o vus’unu kullanmayıp görevini yapmayan nankördür. Onun için o kâfirdir.

Biz dünyaya tebliğimizi ulaştırmak için İstanbullulara dil sitesini kuralım diye önermiştik. Bu öneri bizim keyfi önerimiz değildir. Allah’ın Kur’an’da emrettiklerinin uygulamasıdır. Tüm insanlığa Kur’an’ı kendi dilleri ile ulaştırmakla yükümlüyüz. Bunu da ancak dil sitesi ile yapabiliriz. 2000 dil seçilecek. Her dil için o ülkeden 10 aile getirilecek. Onlara Kur’an öğretilecek ve memleketlerine gönderileceklerdir. 

Buradaki “Allah teklif etmez”in başka bir mânâsı da, devlet halkına vus’undan fazlasını teklif etmez demektir. Enflasyondan vergi almaz. Asgari ücret değil, fakirlik sınırının altında olanlardan vergi almaz. Mecliste olan veya oraya gitmek için çırpınan inanmış kardeşlerime söylüyorum; siz bu zulmün hesabını nasıl vereceksiniz? ‘Gücümüz yok!’ diyemezsiniz. Gücünüz yoksa, o halde orada işiniz ne? Benim gibi çekilip kenarda oturun.

Bizim teşebbüslerimiz “Adil Düzen”e inananlar arasında gücümüzü denemektir. Vus’umuz nedir? Onu deniyoruz. Allah’a hesap vermemiz için bunları yapıyoruz. Yüz kişiden 100’er lira istiyorum. Yüz kişi olamamışsak vus’umuz yok demektir. Allah’ın huzuruna rahatlıkla varabiliriz demektir. Ama denemezsek yüzümüz kara olur. Allah âhirette bizi şunu yaptınız veya bunu yaptınız diye sorguya çekmeyecektir; yapmaya çalıştınız mı diye sorguya çekecektir.

لَهَا مَا كَسَبَتْ (LaHAv MAv KaSaBaT)  “Kesbettiği lehinedir.”

Allah’ın insandan istediği şey doğru olmaktır, iyi olmaktır. Allah neyin iyi neyin kötü olduğunu insanlara bildirmiştir. Kişi birine yardım ederken bunun iyi bir şey olduğunu bilmektedir ama birine eziyet ederken de bunun kötülük olduğunu bilmektedir. Bunun için insanın tebliğ almasına gerek yoktur. Çoğu zaman topluluklar bâtıl şeyleri iyi gösterirler. Diri diri kızları gömmek de sosyal baskı sonucu iyi görünür. Bu kişinin kesbi değildir. Kötü âdetlerin ona yaptırdığıdır. İyi şeyler kişinin kendi his ve aklıyla bulduklarıdır.

“Kesbettiği lehinedir” deniyor. “Kesbetmek” demek küsbe yapmak demektir. Para ve mal kazanmak kesbetmek olduğu gibi, insanın ömrü boyunca biriktirdikleri de kesbdir. Kendi doğru hisleri ile kararlar verip yaptığı işler lehinedir denmektedir. Böylece Kur’an içtihadı getirmiştir. Kişinin kendi iradesi ve kararları ile hareket etmesi gerektiğini ortaya koymuştur. Zaten insan bunun için sorumludur. Aklını kullanıp neden hareket etmedin de başkalarının etkisiyle hareket ettin? Onlar seni kullandılar. Kendi çıkarları için seni âlet ettiler. Sen de onlara uyuyorsun. Bu senin aleyhinedir.

“Semi’nâ ve Eta’nâ”dan sonra “Lehâ Mâ Kesebet” denmiş olması arasında tearuz vardır. Oysa Kur’an’ın başka yerinde “Onlar her söze kulak verirler, en iyisine uyarlar” diyor. En iyisi nedir ve nasıl seçilecektir? İşte bunu seçen insanın aklıdır, ilmidir.

Burada atıf harfi getirilmediği için bu içtihadın itaatten sonra geldiği anlamına gelmez. Çünkü onun beyanıdır. Sem’ edecek, içtihadını yapacak, ondan sonra itaat edecektir.

Böyle getirilmesinin başka bir hikmeti de, başkanlara veya yetkililere hemen itaat edecektir. Orada düşünme zamanı yoktur. Ya itaat edecek ya da terk edecektir. Namazda imama uyduktan sonra artık sana düşen itaattir. Onun söylediğini yapmaktır. Ama sonra eğer imam doğru dürüst imamlık yapmıyorsa o zaman oradan başka yere hicret etmektir. Muhalefet çıkarmak değil, hicret etmektir.

Bunun başka uygulaması da, bir sözleşme varsa, bir kanun varsa, o yanlış olsa da, kötü olsa da ona uyulur. Fiilî muhalefet yoktur. Ancak onun düzeltilmesi istenir. Gerekli tebliğler yapılır. Hak tavsiye edilir. Sabredilir. Düzeltme ümidi varsa orada kalınarak cihat yapılır. Ama artık orada yapılacak iş kalmazsa oradan hicret edilir. Mü’minler sonuna kadar kalarak cihat etmekle mükelleftirler. Müslimler ise orasını hemen terk etmelidirler.

Askerlik yapmadıkları, diyete katılmadıkları halde mü’minlerin kadınları, çocukları, yaşlıları ve hastaları neden mü’min sayılmıştır? Bunun hikmetini burada anlıyoruz. Mü’minlerin erkekleri cihat yaparken, bu müslim olmayan ülkede kalıp cihat ederken onlar da oradadırlar. Onlar da aynı sıkıntı ve tehlikeyi çekmektedirler. Mü’min erkekler savaşırken sivil işleri onlar yüklenmektedirler. Erkeklerin nafaka yükümlülüğü onların üzerine geçiyor. Artık kentlerindeki işler onlara kalmıştır. Tarlaları onlar sürer, fabrikaları onlar çalıştırır. Yine bu sebepledir ki kadınlar nafaka harcamalarına katılmak zorunda olmadıkları halde çalışma kredisini tam olarak alırlar. Yani çalışmaya barış zamanında da devam ederler. Böylece işlerini bilir olurlar.

Biz buradaki bütün bu mânâları nereden istinbat ediyoruz?

“İşittik ve itaat ettik” dedikten sonra “Kesbettiği lehinedir ve iktisab ettiği aleyhinedir.” cümlesi ile kendi içtihadı ile amel edecektir demektir. Hem itaat hem içtihat nasıl sağlanacaktır? Hicret ile sağlanacaktır. Hicret dediğimizde onun hükümleri ortaya çıkmaktadır. Diğer âyetlerle bu dengeyi karşılaştırdığımızda söylediklerimiz anlaşılır.

وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ  (Va GaLAYHAv MAv ıKTaSaBaT)  “İktisab ettiği aleyhinedir.”

İftial babı mutava’at için gelir. Yani biri sana şöyle yap dedi, sen de ona itaat ettin.

Bu senin aleyhinedir. Neden aleyhinedir? Çünkü o senin işlerini senin kadar bilmez. Onun beyni senin sorunlarını kendin kadar çözemez. Sonra, senin yaptıklarından sen sorumlusun. O sorumlu olmadığı hususlarda nasıl dengeli karar verebilir. İşte bu kural insanlığın hürriyet kuralıdır, bağımsızlık kuralıdır. Bunun için ‘ya istiklal ya ölüm’ denmiştir.

Bunun içindir ki Batı’nın kanunlarını Türkiye’ye aktarmak cinayettir. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde kanunlar Batı’dan aktarılmıştır. Çünkü elimizde günümüzün sorunlarını çözecek kanunlar yoktu. Geçici olarak komşunun evinde misafir olmak zorunda idik.

Bunun için nelere dikkat edildi?

a)      Batı’dan kanunlar tercüme edildi ama oradaki kanun olarak değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçirilerek uygulandı. Hangisi kabul edilmişse o uygulandı. Şimdi ise Batı’dan kanunlar aktarılıyor ama Meclis’ten geçemeyenler de Avrupa müktesebatı olarak kabul ediliyor ve millî kanunlardan üstün tutuluyor. Bu ihanettir. Devletimizi masa başında teslimdir.

b)      Batı’dan kanunlar tercüme edilirken bir ülkenin değil değişik ülkelerin kanunları tercüme edilmiştir. Bu suretle Batı’daki bir ülkenin sömürgesi hâline gelinmemesi hedeflenmiştir. Şimdi tek devlet hâline gelen AB’nin istekleri kanunlaşıyor. Ülkemiz Avrupa’nın eyaleti hâline getiriliyor. Kanla kazanılan kanla kaybedilir. Boşuna uğraşıyorlar. Türkiye istiklâlini ve cumhuriyetini muhafaza ve müdafaa edecektir.

c)      Batı’dan kanunlar aynen tercüme edilmiştir. Harfi bile değiştirilmemiştir. Çünkü o kanunları biz yapmaya başlasak iki bakımdan hata etmiş olurduk. Batı bize bizim aleyhimize kanunlar yaptırırdı. Bilmediğimiz için onlara danışmak zorunda olurduk. Oysa onların kanunlarını aynen tercüme etmekle onlar için iyi olan bizim için o kadar kötü olmazdı. Oysa şimdi Avrupa Birliği kanunları bizim için değil, bizi yıkmak için hazırlıyor. Meclis oturumlarında onları geçiriyoruz. Ülkemizi uçurumlara götürüyoruz. Böyle aynen tercümenin başka bir yararı da yabancılığın bilinmesidir. Kendimiz daha iyi mevzuatı hazırladığımızda onları kolayca atarız. Kiralık evden kolayca kendi evimize geçeriz. Ama kiraladığımız evde yatırım yaparsak kolay kolay çıkamayız. Mecelle’yi onun için terk ettik. Bütün hukuku yeniden tedvin etmedikçe bir kanun millî olamaz. Sonra, Mecelle de günümüzün sorunları ile değil, bin sene önceki sorunlarla meşguldür.

d)      Kanunlar tercüme edilmiştir. O kanunlarla inkılap yapılmıştır. Sonra demokrasi getirilmiştir. Böylece artık millî kanunların oluşması zemini açılmıştır. Anayasa ekseriyeti ile Kur’an’a inananlar iktidar olmuştur. O halde Kur’an şimdi onlara hitap ediyor. Uyanın artık; uyanın ve kendi anayasanızı kendiniz yapın, uyanın ve kendi kanunlarınızı kendiniz yapın diyor. Avrupa Birliği’ne girmekle değil, onlarla uzlaşmakla uğraşın. Körü körüne yapınızı tahrip etmeyin. Zina ve faiz dayatmasına karşı çıkın diyor.

O halde bu âyetin emrine uymak için millî anayasa nasıl hazırlanacaktır?

1- Bir Anayasa Yüksek Kurulu kurulmalıdır. Bu yüksek kurula değişik partiler ilim adamlarını atamalıdırlar. Maaşlarını devlet verecektir. AK Parti 6, CHP 3, DSP 1, MHP 3, DYP 2, DTP 1, ANAP 1, SP1, GP 1, diğer küçük partiler birleşir ve yüzde iki oy toplarlarsa onlara da bir kontenjan verilir. Bunlar en çok 20 kişiden oluşacaktır.

2- Bunların her birine 5’er milyon YTL verilecektir. Birinci olarak yarışma açacaklar, buraya isteyenler katılacaktır. Sonra ilk sırayı alanlar arasında yarış düzenlenecektir. Sonra gruplar arasında yarış düzenlenecektir. Böylece son metinler ortaya çıkacaktır. Birer milyon buralarda harcanacaktır.

3- Her grup kendi yarışmacılarından telif ve takdirde birinci olanlara bir baş müellif seçtirmeli, bunlar o yarışmaya katılanların eserlerini birleştirip uzlaşmış bir eser meydana getirmelidirler. Böylece oluşan grup anayasaları yarışa girmelidir. Yarışmacılar eserlerin müellifleri olmalıdır. Bu eser de telifte ve takdirde birinci gelenlere telif ettirilmelidir. Böylece millî anayasa ortaya çıkmalıdır.

4- Böyle oluşmuş millî anayasa Türk ordusuna kritik ettirilmelidir. Onun değişiklik yapmak istediği hususlar varsa belirtilmelidir. Bundan sonra bu meclise gitme mevcut kurallarla kabul edilmelidir.

İşte bu âyet bugünkü iktidara bunu emretmektedir. Ama iktidar emredileni yapmamaktadır.

Biz Adil Düzenciler ne yapmalıyız?

a)      Partiler arası işbirliğini sağlayarak iktidarın sağır kulağına karşı anayasamızı amatörlere hazırlatmalıyız. Partiler seçime onunla gireceklerdir.

b)      Yine siyasi partiler arasında işbirliği sağlayarak sağır iktidara karşı belediyelerin seçimini organize edip onların desteği ile bunu yapmalıyız.

c)      Bunları da başaramazsak, biz belediye başkanlıklarına bağımsız adaylıkları koymalıyız. Onların finanse edilmesini sağlamalıyız.

d)      Hiç birisi olmazsa, Akevler olarak böyle bir ilmî çalışmayı başlatmalıyız.

İşte bu cümle-i mu’terize ile içtihat ve mahalli icma müesseselerini getirmekle insanlığı demokrasiye davet etmiştir. Demokrasi demek, halkın kendi kendisini yönetmesi demektir.

“Kâlû/dediler” çoğul sigasını getirdiğine göre bunun tek başına değil, cemaate ait bir olay olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla  bu mahalli icmaları da, ortak sözleşmeleri de içermektedir. Mu’terize cümle son buldu. Yani Allah’ın kendi söyledikleri bitti. Şimdi yine resul ve mü’minlerin söylediklerine geçilmiştir.

رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا  (RabBaNAv LAv TuEAPıZNAv)  “Rabbimiz, bizi muahaza etme.”

Rab” terbiye eden, yediren demektir. Mudaaf fiilinin son “B” harfi “Y” veya “V”ye dönüşür.  “Terbib” kelimesi Arapçada yoktur, yerine “terbiye” vardır. “Rabbeyani” rebbebani demektir. “Rab” sıfatı müşebbehedir, ismi faildir. “Rab” izafetsiz yalnız Allah için söylenir. “Rabbetü’l-beyt” denir.

Rabbimiz” demek, bizi terbiye edip yetiştiren demektir. “Rabbü’l-âlemîn” herkesi terbiye edip yetiştiren demektir Tedricen evrimci demektir. İnsanı kırk yaşında yaratabilirdi. Ama öyle yapmamış, ceninden başlayarak terbiye ede ede o yaşlara getirmiştir. Allah kâinatı bir anda bugünkü gibi yaratabilirdi ama öyle yapmamış, evrimler içinde var etmiştir.

“Rabbimiz” denmiş; “Allahümme” denmemiş veya “Rahman” denmemiş, “Rahimuna” denmemiş, “Rahmanina” denmemiştir. Sadece “ilahuna/ilahımız” denmiştir. “Rabbimiz” ve “Rabbiniz” denmiştir. Çünkü Allah rab sıfatı ile herkese ayrı ayrı tecelli eder. Benim rabbim ile sizin rabbiniz tek Allah’tır ama bizim ayrı ayrı rabbimizdir. Siz hastasınız, doktor geliyor ve tedavi ediyor. Doktorunuz gidiyor başkasını tedavi ediyor. Bunlar ayrı ayrı doktorunuzdur. Çocuğu olan annenin sorunu var, bunu bir doktor çözüyor. Yahut karı koca ilişkilerinde sıkıntı var. Bunu bir doktor çözüyor. O zaman eşlerin doktoru aynı kişidir ve aynı zamanda birdir. Rab böyle sıfattır. Allah herkesin ayrı ayrı rabbidir. Her topluluğun da ayrı ayrı ayrı rabbidir.

Biz “Rabbenâ/Rabbimiz” diyoruz. Çünkü biz birlikte yaşamaya emrolunduk ve birlikte sorunlarımızı çözüyoruz. Her kişi ayrı ayrı sorumludur, yükümlüdür. Ancak bunlar arasında beraberliğin ve birliğin olması gerekir. Buradaki “” aşiret/ocak halkına, kabile/bucak halkına, şa’b/il halkına, kavm/ülke halkına ve tüm insanlığa gidebilir. Yahut bunların içinde olan ilmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışmanın ortaklarından birine gidebilir. “Bizi muahaza etme” diye birlikte dua ediyorlar. Dua etmek demek, o sahada çalışmak demektir. Muahaza edilmeyecek şekilde çalışma içinde olacağımıza söz veriyoruz. Sen de bize yardımcı ol.

إِنْ نَسِينَا (EiN NaSIyNAv)  “Nesy edersek.”

Unutma” insanın en çok maruz kaldığı doğal âfetlerdendir. Beynimizde iki çeşit hafıza vardır. Biri açık hafızadır. Her an faaliyettedir. Bir şarta bağlarsınız, o geldiği zaman şunu yapayım dersiniz. Mesela, ezan okunduğunda namaza gideyim dersiniz, ezan size namaza gitmeyi hatırlatır. Yarın şunu yapayım dersiniz, yarın olunca onu yaparsınız. Bir de kapalı hafıza vardır. Onu hafızaya koyup saklarsınız. Gerektiğinde arayıp bulursunuz. Hafızanın üstüne getirirsiniz.

Arayıp bulamama da nisyandır. Bulduğunuz halde okumamanız da nisyandır. Unutmamak için gerekli tedbirler alınabilir. Mesela, saati kuruyorsunuz, çalıyor. Ama bunlar çok külfetli olabilir. İşte sorumluluk budur. ‘Neden tedbir almadın?’ sorusuna karşılık tahfiflik vardır. Hatırlamak için fazla sıkıntı çekme emredilmemiştir. Ezan gibi sosyal hatırlatıcı müesseseler getirilmiştir.

Nisyanı önlemek için alınacak tedbirler şunlardır.

a)      Tezkir. Yani birbirimize hatırlatmak. Yüz kişiden biri hatırlasa hepsi hatırlamış olur. Birlikte olmanın yararı budur. Biri unutursa diğeri hatırlatır.

b)      İşleri periyodik yapma. İnsan eğer beş vakit namaz kılmaya başlarsa, vakti gelince hatırlar. Birçok defalar sabahları rüyamızla uyanırız. Bir rüya bizi uyandırır. Kurallı hareket etme bunun için gerekmektedir. İnsan hatırlanacak şeyleri unutmaz.

c)      Yazı. Bu sûrede emredilen yazı işte o nisyanı ortadan kaldırır. Bugünkü meşgale içinde yazmadan hatırlamamız mümkün değildir.

d)      Bugün keşfedilen bilgisayarlar. Cep telefonları sizin hafızanızı saklı tutar.

Burada “Biz unutursak muahaza etme” duası şunu içerir. Ben unutmamak için çalışacağım ama başaramazsam bizi muahaza etme demektir. “Bizi” dediğine göre hafızamızı taze tutmamız için ne gerekiyorsa yapmamız gerekir demektir.

Danışma teşkilatını öneriyoruz.

Her semtte takipçi vardır.  Bunlar 10 kadardır. 300 ile 1000 nüfusu olan yerde ona yakın takipçi bulunur. Herkesin bir takipçisi vardır. Aynı dayanışmaya ortak olan takipçiler örgütlenmişlerdir. Semte sorular sorulur. Onu cevaplayan her bucakta bir merkez vardır. Çözülemezse ilçe takipçisine sorulur. O da il merkezine danışır. Çözülemezse bölge danışmanlarına gidilir. Ülke merkezinde çözülür. O da çözemezse kıta danışmanlarına gidilir. Böylece takipçiler bilgisayarları kullanarak unutmayı önlerler. Saati gelince sizi haberdar ederler.

أَوْ أَخْطَأْنَا (EaV EaHTaENAv)  “Yahut hata yaparsak bizi muahaza etme.”

Unutma bilgisizlikten ileri gelir. O gün ne yapacağını veya nasıl yapacağını bilemeyenlerin bilememesinden doğar. “Hata” becerememekten doğar. Sizin bedeniniz ve beyniniz yapmak istediğini yapamaz. İstenmeyen sonuç ortaya çıkar. Şüphesiz bu da özürdür. Ancak gerekli tedbiri aldıktan sonra özürdür. Hata yapmamak için ehliyetli olmak gerekir. Beceremeyeceğin bir işi yapmamalısın. Acemi acemi araba kullanır da hata yaparsan sorumlusun. Ama ehliyetin olduğu halde hata yaparsan sorumlu olmazsın. Hatanın önlenmesi için ehliyet müessesesi geliştirilmiştir. Dayanışma ortaklıkları oluşturulmuştur. Bugünkü sigorta da buna karşı çıkarılmıştır. Ancak yalnız zenginlere ve paralılara bu hak tanınmıştır.

رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا (RabBaNAv Va LA TaXMiL GaLaYNAv IÖRan) 

“Rabbimiz, ısrı bize tahmil etme.”

Rabbena” tekrar edilmiştir. Tezkirdir. Yani O’nun adını tekrar etmekle, “senden başka bunları anlatacağımız kimse yoktur, hitabımız sanadır” kabilindendir. “Va” harfinden önce gelir. Yoksa birinci rabdan başka rab olurdu. Çünkü atfedilen atf olunandan farklı olur. Burada faslın veya vaslın farklılığı daha kolay anlaşılmaktadır. Üzerine hamletme taşıma demektir. Üzerine hamletme üzerine yükleme demektir. Sırtına koyma demek olur. Mükellef kılma, külfetli yapma demektir.

Burada “isr” kelimesi ile birlikte “haml” kelimesini irdelemeliyiz. 

İsr” çadır eteğini bağlayan iplerdir. İnsanın hareket serbestliğini bağlayan yük demektir.  Tevrat’ta bütün hükümler teferruatı ile anlatılmıştır. İnsanın her tarafı iplerle bağlanmış durumdadır. O zamanın şartlarında o kavim için onlar son derece yararlı idi. O kadar yararlı idi ki bugün bile çoğu hayatımızın temel kurallarındandır. Önce Hazreti İsa geldi, şeriat hükümlerinin çoğundan Hıristiyanları muaf tuttu. Ne var ki kaldırılan hükümlerin yerine yenilerini getirmedi. İnsanlığı yarım bin yıl serbest bıraktı. Kendi akılları ile şeriatı oluşturmaya çalıştılar. Hıristiyanların iyi niyetli olduklarından kimse şüphe edemez. Şeriatı papalar kendi kuralları ile oluşturdular. Tevrat’ı esas aldılar. Ama Tevrat’ta değişiklik yapma yetkisine sahip  idiler. Böylece lâik uygarlık doğdu.

O halde bizden öncekilere yüklenen ağır yük ne idi?

İşte bu izahlarımız bunu açıkça ortaya koymaktadır.

Bunlardan biri Tevrat’ın hükümlerine uyma yükümlülüğüdür. Uygarlığın gelişmesi ile mânâsını kaybeden birçok mükellefiyet ağırlık oluşturmaktadır. Bugünkü bizim ibadetlerimiz de böyledir. Yahudiler için ağır yük bu idi. Hıristiyanlar için ağır olan ise sorunları akılları ile çözmelerinin istenmesidir. Bunun sonucunda Batı ateist bir âlem olarak ortaya çıkmıştır. Demek ki ağır yüklerden biri çağa intibak edememe, diğeri de sorunları çözme gücünden mahrum olmadır.

Kur’an ne yaptı? 

Kur’an içtihat ve icma sistemini getirerek hem şeriata her asrın sorunlarını çözme imkanını verdi, hem de insanlara sorunları nasıl çözeceğini öğretti.

Isrı bize hamletme, bizi aklımızla baş başa bırakma, çünkü sadece akıl, sadece müsbet ilim sorunları çözmeye yeterli değildir. Eski çözümler de bugün çözüm olmamaktadır. Bize yeni çözümleri göster. Resul ve mü’minler böyle dua ederler.

Adil Düzen Çalışanlarının dillerinden düşürmeyecekleri duadır bu dua.

Hamletme, onları taşıtma, sadece aklın verileri ile amel etme zorunda bırakma, geçmişteki çözümlerin peşinde olmamızı da isteme.

Bugünkü müslimler iki şeyden birini yapıyorlar; ya Yahudiler gibi bin sene önceki içtihat ve icmaların peşinden gidiyorlar, ya da Hıristiyanlar gibi şeriatı kitaplara değil de akıllara dayatıyorlar. Her ikisi de ısrdır. Bu duanın gereğini yapmıyorlar.

“Adil Düzen” demek; ne Yahudiler gibi geçmiş içtihatların içinde boğulma, ne de Hıristiyanlar gibi lâik çözümlerle yetinme durumunda olma değildir. Aksine, bunları aşmış olmadır.

Bugün üniversitelerimiz Batı’nın sadece akla dayanan sistemlerini okutuyor. İlim varsayımlara dayanır. Varsayımlar aklen ispatlanamaz. Varsayımları kâinatı var eden Allah bildirir. İşte, kitaplar bunu yapar. Ondan sonrası mantıktan başka bir şey değildir. Tümdengelim yoluyla çözeriz.

Batı yalnız aklı kullanıyor. Doğu da yalnız nakli kullanıyor.

Oysa, Allah’ın emrettiği ikisini birlikte kullanmadır.

Çözüm = Akıl * Nakil.

Bu duanın bize öğrettiği budur.

Tarihte tutucular daima mağlup olmuşlardır.

كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِنَا (Ka MAv XaMaLTaHUv GaLAy elLAÜINa MıN QaBLiNAv) 

“Bizden öncekilere hamlettiğin gibi bize de bir ısr tahmil etme.”

İnsanlık kişi yönetiminden şeriat yönetimine tam olarak geçmemişti. Yöneticiler kararlar alıyor ve uyguluyorlardı. Gerektiğinde değiştiriyorlardı. Bu da şeriat yönetimi yerine kişi yönetimini doğuruyordu. İnsanlar alıştıkları şeylerden kolay kolay vazgeçmiyorlar. Bu tür zihniyet değişikliği için binlerce yıl zaman geçmesi gerekiyor. İşte bu sebepledir ki Yahudiler Tevrat’a uymakla emredildiler. Şeriatın sürekliliğini öğrendiler. Yasama ile yürütmeyi birbirinden ayırmayı öğrendiler.

Dünya hâlâ bunu başarmış değildir. Tarihi mücadele sonunda insan yasama ile yürütmenin ayrılacağını öğrendi ama ne var ki eski alışkanlıklarından vazgeçemiyor.

Türkiye’de yasaları hâlâ hükümet yapıyor, meclis onaylıyor. Her şey kandırmaca.

İşte, insanlığa yasama ile yürütmenin ayrı ayrı olduğunu anlatmak için Yahudilere ağır yük yüklendi. Yürütücülerin elinden teşri yetkisi alındı. Böylece insanlığa demokrasi öğretildi. Lâik düzene geçmek için yeni bir şey yapıldı. İnsanlara iman telkin edildi, ahlâk telkin edildi ama şeriat insanları serbest bıraktı. Bu sayede Batı bugünkü lâik anlayışına ulaştı. Kur’an ise insanlara  farklı ülkelerde farklı şeriatın nasıl oluşacağını öğretti; farklı çağlarda farklı şeriatın nasıl yapılacağını öğretti. Birinci Kur’an Uygarlığı böyle oluştu. Peygambersiz tam lâik şeriat uygarlığı ancak III. bin yılda oluşacaktır. Teknolojinin ve ilmin ulaştığı imkânlarla artık Kur’an’a dayalı lâik şeriatı oluşturabiliriz.

Kimileri benim bu sözlerimi tuhaf bulacaklardır; Kur’an’a dayalı lâik düzen.

Kur’an lâik düzenin nasıl oluşacağını bize anlatmaktadır. Herkes kendi içtihat ve icmaları ile şeriatlarını oluşturacaktır. Ateistler de kendi bucaklarının şeriatlarını kendileri yapacaklardır. Din/düzen insanları zorlamayacaktır; din öğretici olacaktır.

İnsanlığın evrimleşmesi için bazı kavimler görevlendirilmiştir. Uygarlık ancak böylece gelişmiştir. Yöneticilerin zulmüne de bunun için müsade edilmiştir. Yirminci yüzyıl komünizmin zulmü ile geçti. Yüz milyona yaklaşan insan öldürüldü.

Acaba Allah bu zulme neden izin verdi?

Çünkü dinler kemikleşmiş geçmişlerine sadakat içinde içtihat ve icma müesseselerini yitirmişlerdir. Yahudiler Tevrat’a bağlı oldukları için, Hıristiyanlar şeriatta serbest bırakıldıkları için sorunlar çözülmüyordu. Müslümanlar da içtihat kapılarını kapatmış, kendilerini Yahudiler gibi bin sene önceki dünyanın sorunları ile oyalıyorlardı. İnsanlığın kurtuluşu Nuh Tufanı’na gerek görüyordu. İşte o tufan sosyalizmdi, komünizmdi; bu sayede yeryüzü bâtıl saplantılardan kurtarılmıştır.

Bugün ise artık o saplantı bitmek üzeredir. “Adil Düzen” kapıya dayanmış, yeryüzüne gelmek üzeredir. Sanayi inkılâbının olabilmesi için sermaye terakümüne ihtiyaç vardı; faize ihtiyaç vardı, karşılıksız paraya ihtiyaç vardı. O sayede bugün sanayi inkılâbını yapmış bulunuyoruz.

Denebilir ki, bu kadar insana zulmedilmiş olmaktadır.

Dünya öyle bir yerdir ki, herkes gelip gider. Kimi erken ölür, kimi geç ölür. Kimseye zulmedilmez; herkese âhirette karşılığı verilir.

Bir kelam sorununu çözelim. 

Biri doğdu ve yaşamadan öldü. Bu kişi âhirette diyebilir ki; Rabbim, beni cennetten neden mahrum ettin? Halbuki ben orada ameli salih işleyecektim. Cennete gidecektim. Allah bu kimseye diyecek ki; işte sana imkan, aynı ameli yap ve mekanını yücelt. İşte Araf burasıdır.

Birisi gelmiş, büyümüş ama kötülükler yapmıştır. O da diyecek ki; Rabbim, bana zulmettin, bu kimseyi küçükken öldürdün, beni yaşattın, ben günah işledim. Şimdi cehennemdeyim. Allah bu kimseye diyecek ki; sana imkan verdim, kötülük yapmasaydın. Ama cezanı çek, ıslah ol. Arafa geç ve oradan da cennete git. Şimdi cehennemde olman senin suçun.

Evet, Allah farklı muamele yapmıştır ama zulmetmemiştir. 

رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ (RabBaNAv VaLa TuXamMıLNAv MAv LAv OAQaTa LaNAv) 

“Rabbimiz, takatimiz olmayanları bize tahmil etme.”

Tâka” ipin bir sarımına denir. Dayanma anlamında, güç anlamındadır.

Rabbimiz, gücümüzün yetmediği şeyleri yapmamızı isteme. İçtihatta yaptığımız hata ve eksikliklerimizden dolayı bizi muahaza etme. Yani, biz bundan kaçınmaya çalışacağız ama gücümüz yetmez de içtihatta hata yaparsak veya unuttuğumuz için görevimizi yapmazsak muahaza etme…

İnsan böyle dua ediyor ama hür ve kendi iradesine dayanarak o kadar çok şeyi terk ediyor ki.

Çevrenin durmadan ona hatırlatmasını afv ile karşılıyor. Bir işi yaparken eğer korkarsanız; ya hata edersem, ya yanlış yaparsam derseniz, o zaman hiçbir şey yapamazsınız.

Onun için unutmamaya ve hata etmemeye çalışın ama hata edeceğim diye veya unutacağım diye korkaklık gösterip amel etmekten kaçmayın. Cesur olun. Arkanızda sizi affedecek Allah var. Bir işi sizden iyi yapan varsa o işi ona bırakın, siz başka işle meşgul olun. Ama o işi sizden iyi yapan yoksa, ben bilmiyorum diye tereddüt etmeyin. Girişin ve yapın. Hata edin, yanlış yapın, eksik yapın ama yapın.

Akevler denemeleri hep böyle denemelerdir.

Bazen, belki de çoğu zaman zarar etmiştir. Ama kazandığı zaman o zararlar telafi edilmiştir. Ayrıca pek çok kazançlar temin edilmiştir. Biz hata ederiz diye korksaydık şimdi Akevler olmazdı, birçok dev kuruluşlar olmazdı. Biliniz ki o dev kuruluşların tohumlarının ekilmesinde Akevler’in katkısı hepsinden fazla olmuştur.

Gelecekte Adil Düzen Çalışanlarının etkileri daha fazla olacaktır. İnsanlar artık bu yazdıklarımızı okuyacak ve değerlendireceklerdir. Belki de sizin adınızı bile anmayacaklardır. Belki de Akevler unutulacaktır. Ama yeni uygarlık kurulacaktır. Allah sizin çalışmalarınızı me’cur edecektir. Allah Adil Düzen Çalışanlarına cenneti vaat etmiştir. Benim bundan şüphem yoktur. “Adil Düzen”den maddeten yararlanmaktan uzak durun. Çünkü âhiretteki ecriniz azalır.

Bakara Sûresi’nde anlatılanların hepsinde şu sonuca varılıyor. Bütün emirler  imkana dayanıyor, vus’a dayanıyor. Kimse vus’undan fazlası ile mükellef tutulmuyor. 

وَاعْفُ عَنَّا (VaGFu GanNAv)  “Bizi afvet.”

Ben şimdi kendi kendime düşünüyorum. Yalan söylememeye çalıştım. İçki içmedim. Sigara içmedim. Gayrimeşru ilişkilerde bulunmadım. Başkalarının hak ve hukukunu düşündüm. O halde ben ne günah işledim ki benim affımı isteyeyim. Ama Allah’ın bana verdiği nimetleri hatırlasam acaba onların şükrünü eda ettim mi? Hayır. Hintli ineğe tapan muttakiyi hatırlayalım. Verdiğim sözlerde durabildim mi? Acaba vergi kaçırdım mı, kaçırmadım mı? Acaba yalan söyledim mi, söylemedim mi?

Geçenlerde gece yarısında eve Kırgızistanlı 25 yaşlarında bir kız geldi. Eşim tanıyormuş. Kapıyı evdeki konuk açtı. Ailece kızdık. Çünkü bu saatlerde nereden geliyormuş. Ne yaptık? Tersledik. Gitmek istedi. Gece göndermedik. Ama sabahleyin ‘bir daha gelme’ dedik. Şimdi o insanı düşünüyorum. Belki çok iffetli biriydi. Türkiye’ye gelmişti. Namusu ile kazanacak. Belki bir koca bulacak, evlenecek. Biz onu sokağa attık. Hani Kur’an ‘saili kovma’ diyor. Şimdi o kimse bizim ilgilenmememizden dolayı kötü yollara düşerse kim suçludur? Allah bize imkan vermiş ama biz onu kullanamıyoruz. Her gün büyük günahlar içindeyiz.  Öylelerini eve alsak, bu kadın kötü kadınsa, o zaman da biz kötülere yataklık etmiş olacağız.

Çözüm nedir?

Devlet bu giriş-çıkış yasağını kaldırmalıdır. Yeryüzü insanlığındır. Gelenler misafir edilmelidir. Sadece halı serilmiş kaloriferli bir yer olsa bile yeter. İstanbul’da misafirhanelerimiz olmalıdır; oteller değil misafirhaneler. Kadınlar için ayrı, erkekler için ayrı misafirhaneler. Her gelen orada kalabilmelidir. Hattâ oralarda bedava yemek vermeliyiz. Bunu yapabiliyor muyuz? Hayır!

Bunun gibi biz daha ne günahlar işliyoruz. Hiç olmazsa bunları hatırlamamız ve Allah’tan afv dilememiz gerekir. Bunların ortadan kalkması için çalışmamız gerekir. Kur’an, zekâtın sekizde veya on ikide biri misafir hakkıdır diyor. Fetva vermişiz, fakire verilebilir diye. Kur’an taksim etmiş. Biz ne hak ve ne yetki ile bunu tatil ediyoruz? Evimizde kombili kaloriferle rahat içinde yaşıyoruz. Peki, ya garibanlar ne yapıyor? Dünyada sefalet içinde olanlar var. Kur’an’ın emri dışında müesseseler var. Ona buna tesadüfi yardımlar yapıyoruz. Bu bizim günahlarımızın affedilmesine yeterli midir?

وَاغْفِرْ لَنَا (Va iĞFıR LaNAv)  “Bizden afvet, bizim lehimize mağfiret et.”

“Affetmek” bizim eksiğimizi silmek, bizi cezalandırmamak.

Mağfiret etmek” ise bizim yerimize başkalarının, topluluğun eksiklerini gidermesidir.

Dayanışma ortaklığıdır. Biz dayanışma ortaklıklarını kuracağız ve bizim yapamadığımızı, eksik bıraktığımızı o yapacaktır. Böylece biz günahtan kurtulmuş olacağız.

İnsanlar neden eşkıya oluyorlar?

Eğer biz insanları misafir etmeyi unutursak. On binlerce kilometre öteden çalışmak için Türkiye’ye gelen insanlar sefalet içinde esir muamelesi bile görmüyor. Anadolu’dan İstanbul’a gelenlerin durumu da budur. Eğer bugün İstanbul ayakta ise, eğer bugün Türkiye batmamışsa, bu İstanbulluların misafirperverliğine bağlıdır. Anadolu’da işsiz kalan İstanbul’a gelir, aylarca komşusunun veya akrabasının yanında kalır. Hasta olursa da öyle olur, akrabasının veya tanıdığının yanında kalır. Almanya’ya gider, yakınlarının yanında kalır.

Türkiye bu sayede krizleri atlatıyor.

Bunu lütfettiği için Allah’a dua ediyoruz. Topluluktan bunu istiyoruz.

Şimdi topluluğun ne olduğunu daha iyi tanımlayabiliriz. Topluluk demek, ayrı ayrı yapamadığımız işleri birleşerek birlikte yapma demektir. Topluluğu yaşatma demek, onlar sayesinde bu dünyada yaşama, âhirette de cennete gitme demektir. Dayanışma ortaklığı da budur. Bu topluluk içinde katkıda bulunuruz. Sonra da hakkımızı alırız. Hepimiz bunu yapıyoruz.

Acaba katkı kadar mı alıyoruz, daha çok mu alıyoruz?

Onun için Allah’tan mağfiret dilemeliyiz. Topluluktan imdat istemeliyiz.

Sen, ey okuyucum! Oturma, artık ayağa kalk ve yola düş. Yola düş ki Allah seni affetsin, Allah seni mağfiret etsin. Başaramayabilirsin ama sen sorumlu olmaktan kurtulursun. Bu şartlar altında, dünya sefalet ve ıstırapta iken sen nasıl uyuyorsun? Hani hadisi şerifte ‘Komşusu açken tok yatıp uyuyan bizden değildir!’ diyordu, senin Nebin. Sadece komşun değil, bütün insanlık aç; sen nasıl olur da tok yatıp uyuyorsun? Diyebilirsin ki; ben ne yapayım, benim elimden ne gelir? Sen vus’undan fazlasını yapmakla yükümlü değilsin ama yapmaya çalışmakla yükümlüsün, çaba sarf etmekle yükümlüsün. Sen başarmayacaksın, Allah yapacaktır. Senden sadece gayret etmen istenmektedir.

Nuh Tufanı’nda gemiye çıkan üç beş kişi bugün dünyaya meydan okuyor. Çünkü Allah öyle istedi. Senin için de ister. Yeter ki dua et ve gereğini yap. Uyuma, uyan!.. 

وَارْحَمْنَا (Va eRXAMNAv)  “Bize rahmet et.”

Günahları affettirmen yetmez. Görevleri başkalarının tekfir etmesi yetmez. Sen de kazanmak için çalışmalısın. Allah’ın rahmetinden yararlanmalısın. O’nun rahman ve rahim sıfatlarını da içermeli.

Rahman, herkese yaptığı merhametin sahibi olmadır.

Rahim, çalışanlara ücretlerini verme merhametinin sahibidir.

Bize iş ver de yapalım diye dua etmeliyiz.

Ben şuna kesinlikle inanıyorum ki, insanlar Kur’an’ı okuyup onun istediklerini yapmaya koyulsalar dünya cennet olacaktır.

أَنْتَ مَوْلاَنَا (EaNTa MaVLAyNAv)  “Sen Mevlâmızsın.”

İsim cümlesinde haber marife gelirse tahsisi ifade eder. Yani “Senden başka Mevlâmız yoktur” denmiş olur.

Mevlâ” veli  kökünden gelir. “Veli” sıfatı müşebbehedir. Her zaman bizim kuruyucumuzsun ve destekleyicimizsin demektir. “Vali” ise bir şeyde koruyan ve destekleyen demektir.

“Mevlâ” ismi zaman, ismi mekân, masdarı mimidir; hattâ ismi âlet de olabilir. Bizim kendisine dayandığımız yer, bizim güvende olduğumuz yer demek olur. Vali, ismi faildir, velayet edendir.

Mevla ise aktif olan kişidir. Biz sana dayanıyoruz, sana güveniyoruz demektir.

Hayırlı bir iş yapılacaksa sen yola çıkacaksın. Ben zayıfım, ben işsizim demeyeceksin. Mevlâm kuvvetlidir deyip yola çıkacaksın. Başaramayabilirsin. Seni ilgilendirmez. Senden istenen çalışmandır.

Biz Akevler’de yola çıkarken böyle “Ente Mevlânâ” dedik ve başardık…

Biz her defasında parti kurarken “Ente Mevlânâ” dedik ve başardık...

Şimdi İstanbul/Yenibosna’da “Ente Mevlânâ” diyoruz;

Yeniden 2008 programı ile harekete geçiyoruz...

Acaba ne zaman ‘başardık’ diyeceğiz?

Onu yalnız Allah bilir, gaybı bilen yalnız O’dur.

Kimimiz görürüz, kimimiz görmeyiz ama âhirette hepimiz karşılığını kesin olarak görürüz. Hattâ bu dünyada göremeyenler âhirette daha fazlasını görürler. Bu dünyada göremedim diye üzülmemelisiniz. Aksine, âhirete daha büyük azıkla gidiyorum diye sevinmelisiniz.

Neler yapmaya karar verdik de “Ente Mevlânâ” diyoruz?

1-      Muhasebe kurmaya karar verdik; “Ente Mevlânâ” diyoruz...

2-      Marketi kurup işletmeye karar verdik; “Ente Mevlânâ” diyoruz…

3-      Ahşap evlere devam etmeye karar verdik; “Ente Mevlânâ” diyoruz...

4-      Bahşayış’ta villalar yapmaya karar verdik; “Ente Mevlânâ” diyoruz...

5-      İstanbul’da inşaat/lar yapmaya karar verdik; “Ente Mevlânâ” diyoruz...

Bakara Sûresi işte bu ifade ile bitmektedir. “Ente Mevlânâ” deyip emredilenleri yapmaya koyulmalıyız. Biz “Adil Düzen”i filizlendirmekle yükümlüyüz.

فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ (286)

(FaNÖuRNAv GaLa eLQaVMı eLKAFiRIyNa)  

“Kâfir kavme karşı bize nusret et.”

Mustafa Kemal “Dahilî ve haricî bedhahların olacaktır” diyor. Sünnetüllahtır. Hiçbir Hak yolcusu yoktur ki karşısına kavmi çıkmasın.

“Adil Düzen”e karşı çıkılmış ve onu bertaraf etmek için uzun çabalar harcanmıştır.

1-      İlk muhalefet tarikatlardan geldi. ‘Siz Müslümanları bir araya toplayıp bombalatacaksınız’ dendi. Ve karşı çıktılar. Baktılar ki başaramıyorlar, mescidi dırarları kurdular. Böylece İzmir Akevler’in gelişmesini önlediler. Aslında Akevler’in bozulmasını önlediler.

2-      Ondan sonra devlet görevlileri ortaya çıktı. İhbar şebekeleri kuruldu ve günlerimiz karakollarda, savcılarda, mahkemelerde geçti. Biz sabrettik ve şimdi varız. Ama bugün o görevlere biz geldik. Sırtlarını dayadıkları CIA onların da hasmı oldu.

3-      Mallarımızı gasbettiler. Bugün 40 milyon YTL eden yerimize orman olmadığı halde orman dediler ve aldılar. Olsun, giden devletimize gitmiştir. Ama onlara rüşvet vermedik.

4-      Hâlâ 3000 konutluk yerimiz vardır Üç dört defa imardan çıkardık. Her seferinde bir şey icat edip ortaklarımızı mağdur ediyorlar. Üzülmüyoruz, çünkü her gün zafere yaklaşıyoruz.

İşte, her hayır işin kâfirleri vardır. Henüz savaşımız bitmemiştir. Ama adım adım cepheleri çöküyor. Allah’ın nusreti gelmektedir. Ateizmin kaleleri yıkılıyor; yalnız Türkiye’de değil dünyada yıkılıyor. III. bin yılın Hak uygarlığı geliyor. Ve biz dua ediyoruz; kâfir kavme karşı bize nusret et.

“Avn” işlerde yardımdır, “Nusret” düşmana karşı yardımdır.

Burada “Kavm” kelimesinin geçmesi devletlerin kavmî olduğunu ifade etmesinden dolayıdır. Bu aynı zamanda kâfirlerin de devletleri olacağını bildirir. Mü’min devletler olacak, kâfir devletler olacaktır. Hakem kararlarını kabul etmeyenler kâfir devletlerdir. Hakem kararlarına göre hareket edenler mü’min devletlerdir. Savaş bunlar arasında kıyamete kadar devam edecektir. Üçüncü cihan savaşı bunlar arasında çıkacaktır. Karzı hasen devletleri, zekât devletleri bir taraf olacak; faiz devletleri, sermaye sömürüsü devletleri bir taraf olacaktır. Bir daha geri gelmemek üzere tarih olacaklardır. Çünkü küfrün yeni türü ortaya çıkar. Eskisi bir daha görünmez olur. Oysa iman hep birbirinin devamı olur.

“Fansurnâ ala’l-kavmi’l-kâfirin.”

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-441 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-271 İstanbul, 12 Ocak 2008

 

SABAHATTİN ZAİM

Her topluluğun her döneminde o topluluğa etki eden seçkin kişileri olur. Yirminci asrın son yarısında yetişmiş etkili kişilerden birini geçen hafta kaybetmiş bulunuyoruz. Kendisi ile olan özel ilişkilerimizden bahsetmeyeceğim, çünkü bizden daha çok yakınları vardı. Onun hayatını anlatma ihtiyacında değilim, çünkü benden fazla anlatanlar vardı. Ailesine taziyelerde bulunmam, sabır dileklerinde bulunmam gerekebilir. Ne var ki onlarla tanışmış olmadığım için Allah’tan sabırlar versin duasıyla bir konuya gelmek isterim.

Üniversitede hoca olduğu için, para kazanmak için kitap yazan pek çok kimseler olmuştur. Sabahattin Zaim gibi sadece ilmi olarak çalışmayı görev edinip başarıya ulaşan kişiler arasında saysak, Zaim seviyesinde yetişmiş yarım yüzyıl içinde elli kişi bulamayız. Bunun üzerinde durmak isterim. Sabahattin Zaim ve Hayrettin Karaman’ın değerlendirilmemesini hep üzüntü ile karşılamışımdır. Başbakan ve Cumhurbaşkanı cenazesine gelmişlerdir. Cenazesini on binler kaldırmıştır. Onların onun tabutunu taşımaya ihtiyacı yoktu. Onun da bu gelişten hiçbir yararı olmayacaktır. Belki de Zaim’e “Bak, bu kadro seni ne kadar takdir etmektedir. Onlara neden yol göstermedin? Sen ekonomi alimi idin, bunlar faiz batağı içinde batıyorlardı, neden uyarmadın?” diyecekler. Bunlar cenazeye gelmeseydiler, ona böyle soru tevcih edilmezdi. Dolayısıyla cenazeye katılmak ona yararlı olmamıştır.

Merak ediyorum, beş sene gibi bir zaman geçti. İktidar olmadan evvel Karaman ve Zaim’i yanından ayırmayan başbakan, acaba başbakan olduktan sonra kaç defa onlarla istişare etmek için Ankara’ya davet etti. Bunu Hayrettin’in açıklamasını istiyorum. Benden suizan gitsin diye istiyorum. Alimlerin ölü cesetlerine değil, topraklarına değil; ilimlerine saygı göstermek gerekir.

Şimdi biz bir öneride bulunuyoruz. Zaim vesilesiyle bir vakıf kurulsun. Tarihimiz artık aydınlık içinde olsun. 20 bin dönümlük ormanlık yer Türk alimler vakfına ayrılsın. Her yıl siyasi partilerden her yüzde beş oy için isim istensin. Bunlar o yılın Türk alimi ünvanını alacaktır. Siyasi partiler milleti temsil ettiklerinden bu milletin alimlerini onlar seçecektir. Bazen hayatında alim kabul edilmezler -ki ekseriyetle böyledir- öldükten sonra belki yüz sene sonra ortaya çıkar. Bu sebeple bu yıllık yirmi kişilik kontenjanları içinde eskiden ölmüş kimseleri de seçebilirler, hayatta olanı da seçebilirler.

Yirmi bin dönümlük alanda her yıl yirmi kişi için vakıf kurulacaktır. Demek ki bin yıl burası yetecektir.

Site ağaçlık olacak, ormanlık olacak, doğal vasfını değiştirmeyecektir. Birer dönümlük yer ayrılacak ve bu bir dönümlük yerde iki katlı villa yerleştirilecektir. Bunun bir katına bu alimin kütüphanesi konacaktır. Böylece hem onun hayatı boyunca edindiği kitapları korunuş hem de onu bu sayede yakından tanıma imkanını elde etmiş olacağız. Alt katında kütüphane olacak, üst katta ise bir aile yerleştirilecektir. Aileden kira, elektrik, su, ısıtma bedeli alınmayacaktır. Buna karşılık aile kütüphanenin temizliğini yapacaktır. Bir de akşam saat 6’dan gece 12’ye kadar kütüphaneyi açık tutacaktır.

Burada oturanların çalışmaları için de buradaki sitede o kadar kimsenin çalışabilecek işyerleri konacaktır. Her yıl yirmi kişi yerleştireceğiz demektir.

Buralar park yeri olacaktır. Halk buralara gelip temiz hava alacak, istediği kimsenin kütüphanesine gidip onun okuduğu kitaplarını okuyacak, yazdığı yazıları bulacaktır. Böylece bin sene sonra III. bin yıl uygarlığı sitesi doğacaktır. O site artık o hâliyle varlığını sürdürecek, o site bin yılı araştıran merkez olacaktır.

İlk yapacağımız iş Sabahattin Zaim’e böyle bir merkez oluşturmaktır. Kütüphanesi oraya taşınacak, bir yakınlısı orada yerleştirilecektir. Ondan sonra bahsettiğim gibi bir statü oluşturulacaktır. Biz vakıf olarak çalışacak bu merkezlerin gelirlerinin ne olacağı hususunu de ele almamız mümkün olur. Mesela bir kitap sitesi olarak kurulabilir.

Türk seçkin alimlik rütbesini alamayanlara da yazdıkları eserleri buraya göre satabileceklerdir. Telif haklarını alacaklardır. Sonra o kitaplar basılacak ve böylece vakıf yaşayacaktır. Bu vakfın gelirleri aynı zamanda alimler vakfının gelirleri olabilecektir.

Bunları kimler yapabilir?

a) Kültür Bakanlığı yapabilir. Atilla Koç büyüklerini hatırlasaydı şimdi böyle bir eseri bırakarak bakanlıktan ayrılmış olurdu.

b) İstanbul Büyükşehir Belediyesi de böyle bir vakfı kurabilir.

c) Hayrettin Karaman’ın ilgilendiği Diyanet Vakfı da böyle bir site kurabilir.

d) Biz Adil Düzen Çalışanları olarak böyle bir vakfın oluşması için harekete geçsek, İstanbulluların bizi destekleyeceklerinden eminim.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-441 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-271 İstanbul, 12 Ocak 2008

 

YENİ YÖK BAŞKANI VE …

Yeni YÖK Başkanı seçildi. Tanımadığımız kişileri iş başlında görünce onlarda bir güç olduğuna inanır ve başarılı olacaklarını sanırız. Başörtüsü mücadelesini verenlerin başında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eşi vardır. Türkiye’de en büyük yetkilerle donatılmış makam devlet başkanlığıdır. Onun bir şey yapamayacağından emin olarak yeni YÖK Başkanı’nın bu işi yapacağını sanırız! 

Başkan diyor ki: Benim iki hedefim olacak; serbest bir eğitim, bir de ilmî başarı!

YÖK Başkanı sanıyor ki, eski başkanlar bunları istemediler. Yine, YÖK Başkanı sanıyor ki, eski başkanlar beceriksiz  kimseler idi. Oysa kökü dışarıda olan ve yılların planlaması ile oluşmuş bir uygulamanın sonucudur.

Onlar ne yapmak istiyorlar, onların asıl hedefleri nedir?

a)      Müslümanların okuyup bilgili hâle gelmelerini önlemek. Böylece Türkiye’yi İslâmiyet’ten uzak tutmak. Başarıya engel olarak dinden vazgeçirmek.

b)     Türkiye halkı üzerinde dini baskı yaparak Türk halkı ile Türk devleti arasında, başını örtenler ile örtmeyenler arasında hasmane duruşları sürdürüp Türkiye’yi bölmek.

c)      İktidara gelen sağ partilerin acziyetlerini ortaya koymak ve böylece sağ partilerin ne kadar zavallı olduğunu göstermek. Nitekim devlet başkanı atadığı YÖK başkanından imdat bekliyor.

d)     Hukuksuz davranışları yaygınlaştırarak hukuka ve yargıya olan inançları yıkmak ve halkı cahiliye dönemine döndürmek. 

Sayın Başkan! Çözemezsiniz, hiç ümitlenmeyin çözemezsiniz. Neden çözemezsiniz? Çünkü sizin elinizde olan bir şey yoktur. Devlet başkanı ve hükümet bir işin üstesinden gelemiyor, siz nasıl geleceksiniz?

Bir tek yolla gelirsiniz, ilim yoluyla gelebilirsiniz. İlim sayesinde insanlık aya gitmiştir; milyarlarca yıl ötesine ve öncesine de gidebiliyor. Elbette başörtüsüne de ilim çare bulacaktır. Elbette cehalete de çare bulacaktır. Tedavi etmek istediğimiz  cehalettir. Cehalet cehaleti nasıl tedavi edecektir?

Şimdi YÖK Başkanı seçilen ve Türkiye’nin ilmî seviyesini yükseltecek olan ilim adamına soruyorum:

a)Tarihin ana kaynağı olan İslâm ve Arapça ilimleri doğrudan tetkik etmek için Arapça öğrendiniz mi, ilgilendiniz mi? Hayır! Çünkü siz dünyayı ABD sanıyorsunuz.

b)     Türkiye’de ve dünyada gelmiş yeni bir düzen iddiası vardır; Adil Düzen iddiası. Bugün sizi atayan iktidar onun nankör vârisidir. Siz bunlarla ilgilendiniz mi, bunlar nedir dediniz mi?

c)Dünyada sömüren ülkeler vardır, sömürülen ülkeler vardır. Sömüren ülkeler üniversitelerinde dünyayı nasıl sömüreceklerini öğretmektedirler. Sömürülen ülke üniversiteleri de dünyayı cahil bırakıp Batı’nın sömürmeyi devam etmesini sağlamayı amaçlamaktadırlar. Bunun bilincine erdiniz mi?

d)     Bunun bilincine erdiğinizi farz edelim. Bu heyula sömürü düzenine karşı ne yapmamız gerekir? Teslim olup ölümü bekleyelim diyebilirsiniz. Yahut ilmin gücüne inanır ve bu heyula sömürü çarkının dişlerine koyacağınız taşı imal edebilmeyi düşünebilirsiniz.

Hayır, elimin avucu gibi biliyorum ki siz bu soruların hiçbirine olumlu cevap vermeyeceksiniz. Çünkü böyle olsaydı siz şimdi orada olmazdınız. Siz hiçbir zaman sorunları özemeyecek, hiçbir zaman başarılı olamayacaksınız. Mustafa Kemal o kadar güçlü insandı ki, hâlâ ondan tiril tiril titriyorlar; o ‘muasır medeniyetin fevkine çıkacağız’ dedi. Çıktık mı?

O halde size yapacağınızı asla ümit etmediğim tavsiyelerde bulunacağım.

a) Doğu’yu öğrenmek için her gün en az iki saat Arapça ders alın. Biz Akevler olarak size yardıma hazırız.

b) Bir ilim heyeti kurunuz. Burada her görüşe yer veriniz. Demokratik olsun. Siyasi partiler buraya ilim adamları göndersinler. Bu sorunu çözmek için ilmî araştırma yapsın. Akevler olarak sekreterlik yapmaya hazırız.

c) Bir deneme sitesini kuralım. Yukarıda bahsettiğimiz ilim heyeti araştırmaların sonuçlarını kuracağı bu sitede denesin. Uygulamalı yarışma yapılsın. Böylece oluşturulacak örnek çözüme göre yeni bir üniversite kanunu getirelim.

d) Bir toplulukta sadece bir müessesenin sorunları çözülmez. Anayasanın değişmesi ve ona göre millî çözüm üretilmelidir. Bunu da yukarıda sözünü ettiğimiz ilmî çalışma yapan heyet yapacaktır. Bu hususta Akevler’in kırk yıllık uygulamalı araştırması vardır. MİT çocuğuna Kur’an okutan bir dindardın istihbaratı peşine koşacağını bizi öğretsin ve size ulaştırsın. Biz karşılık beklemeden destekleme yapmaya hazırız.

Adil Düzen Çalışanlarına göre AK Parti de, YÖK de bir seraptır. Sakın ümitlenip gevelemeyin ha. Hazırlanın, er geç Türkiye ve insanlık size muhtaç olduğunu anlayacak ve sizi hizmete çağıracaktır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

 

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3464 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2626 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2147 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2526 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2545 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2169 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2173 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2586 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2478 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1984 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2339 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2285 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2425 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2424 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2258 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2437 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2393 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2434 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2670 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2980 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2669 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2744 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2952 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3134 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3027 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3422 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5478 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3541 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3072 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3857 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3710 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3420 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3870 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3832 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4108 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4618 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3012 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3112 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3965 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3822 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2850 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2942 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3950 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7713 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5602 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4173 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3574 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3715 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4732 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4443 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4741 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4663 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4815 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4547 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3395 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4475 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3622 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5173 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3853 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5148 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5007 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4933 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3536 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3477 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3688 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5150 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4205 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5418 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4087 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5268 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4417 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4429 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4569 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4765 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5314 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4116 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5260 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4524 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3843 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4380 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4590 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4112 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4097 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4086 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4540 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5648 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9814 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4645 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3703 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3852 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3355 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3382 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3741 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5696 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4244 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3445 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler