Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 442
ÂRAF SÛRESİ 1-6.AYETLER ÖZEL TEFSİRİ
19.01.2008
1342 Okunma, 0 Yorum

ADİL DÜZEN 442

“BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

-DEĞERLİ ADİL DÜZEN ÇALIŞANI! BU HAFTA KAÇ KİŞİYE TEBLİĞ YAPTIN?-

“ADİL DÜZEN BİR PARTİNİN DEĞİL, İNSANLIĞIN DÜZENİDİR.” Süleyman KARAGÜLLE

Haftalık Seminer Dergisi                             19 Ocak 2008                                          Fiyatı: www.akevler.org’a tıklamak!

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 442. SEMİNER

“HİÇ BİLENLERLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?” (Kur’an; Zümer Sûresi, 39/9)

“İLİM TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.” (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİZafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA/ İSTANBUL          Tel: (0212) 452 76 51

Bu dersin tamamı Yenibosna’da 17.00 – 21.00 saatleri arasında okunacak ve tartışılacaktır...

Hedefimiz; “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada okunmasıdır. S. KARAGÜLLE, Reşat EROL

 

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ

YENİ İZMİR VE HARUN ÖZDEMİR

AKEVLER VE NAMIK EKREM SUBAŞI

KİT’LER VE YAPILMASI GEREKENLER

USTA-KALFA-ÇIRAK MESELESİ

 

ÂRAF SÛRESİ TEFSİRİ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

المص (1) كِتَابٌ أُنزِلَ إِلَيْكَ فَلاَ يَكُنْ فِي صَدْرِكَ حَرَجٌ مِنْهُ لِتُنذِرَ بِهِ وَذِكْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ (2) اتَّبِعُوا مَا أُنْزِلَ إِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ وَلاَ تَتَّبِعُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ قَلِيلًا مَا تَذَكَّرُونَ (3) وَكَمْ مِنْ قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا فَجَاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتًا أَوْ هُمْ قَائِلُونَ (4) فَمَا كَانَ دَعْوَاهُمْ إِذْ جَاءَهُمْ بَأْسُنَا إِلاَّ أَنْ قَالُوا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ (5) فَلَنَسْأَلَنَّ الَّذِينَ أُرْسِلَ إِلَيْهِمْ وَلَنَسْأَلَنَّ الْمُرْسَلِينَ (6)

                                                                                                                   

المص (ELMÖ)  “Elif Lam Mim Sad”

ELİF” ülfetten gelen bir kelimedir. Camid isimdir. Telif etmek, üretmek anlamında olduğu gibi çoğaltmak anlamındadır. Üreterek çoğaltmak demektir. Kitabı telif etmek onu yazmak demektir. Sonra o pek çok mushaf olacaktır. Elif sesi de diğer seslerin kaynağı olduğu için ona elif denmiştir. Boğazdaki ses tellerinden çıkar. Harekelendiği zaman hemze olur. Ebceddeki değeri 1 dir.

LAM” Levm etmek, yermek demektir. Levye, taşı yerinden oynatmak için kullanılan sırık demektir. Ona akrabadır. Kişiyi sarsmak demektir. Onu uyandırmak veya yumuşatmak anlamlarına gelir.

MİM” Bâb, kapı demektir. Ona akraba kelimedir. Kapıları açmak anlamındadır.

SAD” Sayd, av demektir. Bir şeyin peşine düşüp yakalamak anlamlarındadır.

O halde bu sûrenin adı olarak konmuştur. Önce okuyucuları bir araya getirir. Sonra onları eğitir. Sonra onlar İslâm dinine girer. Sonra da orada isteneni buldurur. İmandır. Ameldir.

Küçük ebced.

E=1  L=3  M=4  Ö[Sâd]=9  Toplam=17  Atomlar on yedi elektronlu parçalardan oluşur. 17*(3*3*3*2*2)+1=17*108+1=1836+1=1837 hidrojen çekirdeğinin elektron sayısıdır. Kişilerin birleşerek bir atom oluşturması sistemini anlatmaktadır.

E=1  L=30  M=40  Ö=90  Toplam 161=7*23 Kur’an’ın nâzil olduğu yıllar. 7 dönem sözkonusudur demektir; nüzul, cem, kıraat, fıkhi tefsir, kelami tefsir, tasavvufi tefsir, ilmi tefsir. Bundan başka Kur’an’da geçen peygamberlerin sayıları üzerinde ihtilaf vardır. Hazreti Adem, İdris, Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayb bir grubu oluşturur. Hazreti İbrahim, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Musa, Davut, Süleyman, Zekeriyya, Yahya, İsa ve Muhammed Hazreti İbrahim’in neslinden gelen peygamberlerdir. Yunus, Eyyub, İlyas, Elyasa, Zelkifl, Zennun, Üzeyir, Lokman. Bunlardan nebi olmayanlar da vardır. Bu husus araştırılmalıdır.

Fatiha’dan sonra ilk iki sûre “Elif, Lam, Mim” ile başlamıştır. O iki sûre geçmişte oluşmuş iki dini merkez almıştır. Birincisi Yahudiliği, ikincisi ise Hıristiyanlığı anlatmıştır. Yani geçmişi takdim etmiştir. Âli İmrân Sûresi’nin başında Tevrat ve İncil’in nâzil olduğunu ve onların yanında da Furkan’ın indirildiğini söylemektedir. Furkan, Burkan, Burhan Brahmanların ve Budistlerin kitabıdır. Hazreti İbrahim’in hanımı Katura’dan doğan dört çocuğundan olan peygamberlere gelen kitaptır. Böylece bütün dünyanın büyük dinlerinden bahsetmektedir. Ondan sonra “ey nâs” diyerek insanlığa hitap ederek sûreye başlamıştır. Sonra da “ey iman edenler” diyerek hitap etmiştir. Böylece İslâm şeriatını yani dinini anlatmıştır. Geçen dört sûre İslamiyet’in kendisini anlatmıştır. Bundan sonra gelen dört sûre ise bize İslâmiyet’e nasıl geçileceğini anlatacaktır. Âraf ve En’am dâvet devrini yani Mekke devrini, Enfal ve Tevbe ise Medine devrini anlatacaktır. Biri dâvet diğeri savunma sûreleridir.

İşte bu sûrenin başına “Elif Lam Mim”e “Sad” harfini ekleyerek davet ve savaşa işaret etmektedir. Buradan biz şunu öğreniyoruz. Adil Düzen uygarlığını kurarken önce geçmişi öğrenmeliyiz, fıkhı ve tasavvufu öğrenmeliyiz. Tevrat ile İncil ve Furkan’ı öğrenmeliyiz. Kur’an’da onlar anlatılmıştır. Ama Kur’an’ı anlamamız için onlardan yararlanmalıyız. Onlar beyandır, “Ve allemehu’l-beyan” içindedir.

Bundan sonra kendimiz bir “Adil Düzen Projesi”ni yapmalıyız, “Adil Düzen Anayasası”nı ve yasaları hazırlamalıyız. Onları öğrenmeliyiz. İşimiz burada bitmez. İnsanlara takdim edip anlatmalıyız. İşte bu sûre bize bunu öğretmektedir. İnsanlara “Adil Düzen”i nasıl takdim edeceğiz? Ondan sonra bizim iktidar olma görevimiz doğar. Fıkhı öğrenmemişiz, takvayı öğrenmemişiz, kimseye bir şeyler anlatmamışız, İslamiyet’i ve imanı duyurmamışız ama iktidar olmuşuz! İşte bugünkü durumumuz budur. ‘Niye iktidar olduk?’ demiyorum. Ama onlardan yani iktidarda olanlardan bir şey beklememiz yanlıştır. Biz İslamiyet’i öğrenmeliyiz, yaşamalıyız, anlatmalıyız, isteyenlere öğretmeliyiz; ondan sonra iktidara talip olmalıyız. İlk sekiz sûrenin bize öğrettikleri budur.

كِتَابٌ (KiTAvBun)  “Bir kitaptır.”

Hükümleri içeren bir yazıdır. Kur’an’ın baştan sonuna kadar her satırı, her harfi hükümdür. Bize geçmiş peygamberler anlatılıyor, son nebi anlatılıyor. Hepsi birer hüküm içeriyor. O hükümleri ancak sorunlarımız olduğu zaman anlayabiliyoruz.

Kitab” nekredir. Bu sûre kastediliyorsa diğer sûreler içinde nekredir. Eğer Kur’an kastediliyorsa o zaman diğer kitapların içinde bir kitaptır. Diğer kitaplardan kasıt Tevrat, İncil ve Furkan kitaplarıdır. Bugün yeryüzünde mevcut kanunlar da bir kitaptır. Kur’an da bunlardan bir kitaptır. Kitap hattan farklıdır. Kitapta hükümlerin olması gerekir. Bunun nekre olmasına başka anlam da verebiliriz. Kur’an lafzıyla tek kitaptır. Ama anlamıyla, yorumuyla değil, mezhepleri içerdiği için çok kitaptır. Mânâsı şudur, şimdi senin anladığın bu kitap başkalarının anlamasından farklıdır. Sen senin kitabına göre amel edeceksin. Onlar kendi kitapları ile amel edecektir. Dolayısıyla insanlara tebliğ ederken şunları söylemeliyiz. Biz size bunları anlatıyoruz. Bizim Kur’an’dan anladıklarımızı size naklediyoruz, sizden sadece dinlemenizi istiyoruz. Biz de sizi dinleyeceğiz. Ama siz sizin anlayışınıza göre amel edeceksiniz, biz bizim anlayışımıza göre amel edeceğiz. Anlaştığımız hususlar olursa orada beraber hareket edeceğiz. Nekre gelmiş olmasının hikmeti budur.

أُنْزِلَ إِلَيْكَ (EuNZiLa EiLaYKa)  “Sana inzâl olunmuştur.”

Kitabın sıfatıdır. Yahut haberden sonra haberdir. Kur’an’da sana vahyolunan deniyor, sana inzâl olunan deniyor. İnzalde kesinlik vardır. Beynine kondurulmuştur. Lafzıyla, mânâsıyla gelmiştir. Oysa vahiyde mânâ gelmiştir. Hazreti Muhammed’e bu kitap Cebrail tarafından inzal olunmuştur. Bize ise atalarımızdan mütevatir olarak aktarılarak gelmiştir. Bizim atalarımız bizim Cebrail’imizdir. Hazreti Muhammed’e Cebrail öğretti, bize de atalarımız öğretti.

Burada “nüzzile” denmemiş de “ünzile” denmiştir. Oysa Hazreti Muhammed aleyhisselâma peyderpey nâzil olmuştur. Demek ki bu sûre sadece Hazreti Muhammed’e hitap etmiyor, her okuyucuya hitap ediyor. Buradaki “Ke/sen” sadece Nebi Muhammed aleyhisselâm değildir, her okuyucudur. Her okuyan Kur’an’ı kendisine indirilmiş kabul edecektir, kendisi içtihat edip anlayacaktır. Ona göre amel edecektir. Kendisi içtihat edemezse müçtehidini kendisi seçecektir. Onun içtihatları ile amel edecektir. O da ona nâzil olandır. Kitabın nekre gelmesi ve inzâlin  tef’il değil de if’âl babından gelmesi bunu ifade eder.

Bu kural insan olmanın kuralıdır. Bu kural demokrasinin kuralıdır. Bu kural insanların kendi kendilerini yönetmesi demektir. Bu kuralın olmadığı bir düzende demokrasi olamaz, laiklik olamaz. Ekseriyet kararlarına uyma zorunluluğunda demokrasi aldatmacadır. Bu sebeple diyoruz ki, demokrasi yalnız İslamiyet’te vardır.

Kur’an’daki “Ke/sen” kime hitap etmektedir?

Kuralımızı uygulayalım.

a)      Nebi Resul Hazreti Muhammed’e hitap etmektedir. Çünkü ilk olarak ona nâzil olmuştur.

b)      Nebinin halefi olan her âlime hitap etmektedir. Çünkü o bu âyetleri yorumlayacaktır.

c)      Resulün halefi olan her yöneticiye hitap etmektedir: Toplulukta uygulayacak olan odur.

d)      Her mü’mine, her Kur’an’a iman edene hitap etmektedir. Çünkü okuyan ve uygulayan odur.

Bu âyetin tefsirini yaparken her muhatap için ayrı olarak yorumlamak gerekir. Hepsi doğrudur. Biz bugün bize nâzil olmuş kabul ederek yorumluyoruz. “Ke” harfine her mü’mini idhal ediyoruz. Herkes Kur’an’ı mealle de olsa okuyacak ve kendi içtihadı ile amel edecektir. Anlamadığı yerleri müçtehidine soracaktır. Hiç kimse kendisini Kur’an’ı okuyup anlamaktan muaf tutamaz. Her gün yaklaşık on sahife Kur’an mealle de olsa okunmalıdır. Bu farzdır. Günde beş vakit namaz vardır. Her namazın iki rekatında Kur’an okumak ve mânâsını anlamak farzdır. Namazdan önce veya sonra tesbih yerine Kur’an’ın meali okunmalıdır. Sünnet namazları yerine Kur’an’ın meali okunmalıdır. Çünkü Kur’an’ı mânâsıyla okumak farzdır. Diğerleri sünnet veya müstehaptır. Uzatma da haramdır.

فَلاَ يَكُنْ (Fa LAv YaKuN)  “Olmasın.”

Burada gayba emir sigası kullanılmıştır. Muhataba emir vardır. ‘Ayağına engel takılmasın’ dediğimiz zaman ayağını engele takma demiş oluruz. Ayağına engel takılmasın yani sen ayağına dikkat et demektir, tedbir al demektir. Yapmak başka tedbir almak başkadır. Yapmak işlerini işlemektir. Tedbir almak ise sebeplerini, şartlarını veya manilerini işlemek demektir.

Burada da “olmasın” deniyor. Sıkıntı olmayacak tedbiri al demektir. Kitabın indirilmesi ne gibi sıkıntılar ortaya çıkarır ki o olmasın, onun tedbirlerini al denmektedir. Kâinatta atalet prensibi vardır. Bir şey ne üzerinde ise onun üzerinde kalmak ister. Duruyorsa duruyor, yürüyorsa yürüyor. Değişikliğe karşı direnç gösterir. Değişikliğin olması için onu değiştirecek güce ihtiyaç vardır. Kitap nâzil olmuştur. Daha önce bilinmeyen ve yapılmayan bir şeyi emretmektedir. Yoksa kitap yeniden nâzil olmaz. Atalet kanunu gereği direneceklerdir. Sana o yeni emri yerine getirtmeyeceklerdir. Zorluk içinde kalacaksın, tedbir al demek olur.

Biz Kur’an’ı her okuyuşumuzda yeni mânâ anlarız. Dolayısıyla yeni görevimiz doğar. Araba süren biri her an yeni durumla karşılaşmakta ve ona göre direksiyonu çevirmekte, gaza veya frene basmakta, vitesi değiştirmektedir. İnsan hayatı boyunca yürümektedir, gündüz gece gitmektedir. Gittiği yollar ise hiç de daha önce gittiği yollar değil, önünde daima yeni yollar vardır. İşte bu yeni yolları aşmak için her an yeniden kitap nâzil olup yol göstermektedir. Ama topluluk da buna direnç gösterecektir. Tedbirli ol, yeni yollar ve yeni durumlar seni sıkıntılara sokmasın.

حَرَجٌ  فِي صَدْرِكَ(FIy ÖaDRiKa XaRaCun)  “Başında bir harac olmasın.”

Sadr” okun ön tarafıdır. Okun şekli ön tarafta kalındır. Damla biçimindedir. Arka tarafı incelerek uzar. En geniş yerden itibaren en ön tarafı sadrdır. İnsanın karnı üstündeki baş kısmına “sadr” denmektedir. Ama daha çok baş için kullanılır. Kalbin ve midenin bulunduğu göğüs kısmına “cevf” denmektedir.

Başında bir harac olmasın, bir sıkıntı olmasın.

Buradaki “Fa” fa-i tafsiliyedir. Kitap sana inzâl olunmuştur. Ondan sana zorluk olmasın.

Harac” sıkışıklık demektir. Harc, içinden geçilemeyecek sıkı ağaçlık demektir. Ağaçlar ve çalılar o kadar sıkışıktır ki içinden geçemezsiniz. Böyle kalabalık yerlere de harac denir. Betondaki kum çakıl yığını ve kireç veya çimento karışımı da harçtır.

Beyindeki harac” ise sorunu çözememek, ne yapacağını bilememek demektir. Bir matematik problemini çözemeyen harac içindedir. Bir siyasî, hukukî, ilmî ve ekonomik sorunu çözememek, harac içinde olmak demektir. Beyindeki elektrikî devreler sonuç vermiyor. Soru olarak kalıyor. Bu haracdır. Bu karışıklık işlerimizde olabilir. Bu karışıklık beynimizde olabilir. Burada tedbir alacağımız yer beynimizdeki haracdır.

مِنْهُ (MiNHu)  “Ondan”

Ondan yani kitaptan sadrında harac olmasın. Kitaptan sana harac olmasın.

Burada bize içtihadın temelini göstermektedir. Bu kitap bize nâzil oldu; onu biz anlayalım ve uygulayalım diye. Önce biz anlamalıyız; başkalarının anlaması bize yetmez, bize yaramaz da. Nekrelik bunu ifade eder. Sonra her okuduğumuzda yeniden onu mânâlandıracağız. Geçmişteki mânâlar orada kalmıştır. Sonra anlamadığımız yer varsa bilene sorarız, öğrenmeğe çalışırız. Her yeni olay için yeniden sormak durumundayız. Eski fetvalar bize yaramaz. Çünkü hayat her an değişmektedir. Dördüncü olarak da, eğer bir şeyi anlayamıyorsak müteşabihtir deyip geçmeliyiz, beynimizi sıkıntıya sokmamalıyız.

لِتُنْذِرَ بِهِ (Lı TuNÜıRa BıHıy)  “Onun ile inzar edesin diye.”

Buradaki “Li” yekün” fiiline müteallak olabilir. İnzâr etmen için senin sadrında harac olmasın deniyor. Onu ille inzar edeceğim diye sıkıntın olmasın, yahut inzar eden için sıkıntı olmayacak kadar hazırlan demektir.

Kitabı anlatmak da bizim vazifemizdir. Her mü’min kitabı öğrenecek ve bütün insanlara anlatacaktır. Bu hepimize düşen vazifedir. Her karşılaştığımız insana veya insanlara Kur’an’ı anlatmalıyız. Bunu yaparken sıkılmamalıyız. Çünkü biz en çok bununla karşılaşırız. En çok sorumlu olduğumuz nokta burasıdır. Öğrendiğimiz kadar tebliğ yapabiliyor muyuz? Bize nâzil olduğu kadarını başkalarına ulaştırabiliyor muyuz?

Buradaki “Li” zarfı mustakar olabilir. Aslı “Li En Tünzire”dir. “Li”de muzariden önceki “En” hazf olur. Kitap haberinden sonra “Ünzile İleyke” ikinci haberdir. “LiTünzira Bihi” de üçüncü haberdir. Sadrında harac olmasın ise cümleyi mu’terizedir. Kitaptan sonra eğer haber ise haracla ilgili değilse, o zaman anlatmamız içindir. Bunu kullanarak insanlığa ulaşırız. Bu takdirde anlatmamız farz olmamış olur.

Öyleyse âyete her iki şekliyle mânâ vermemiz için tüm insanlığa ulaştırma yani tebliğ etme bize farzdır. Ama onlar dinlemek istemezlerse bizim sorumluluğumuz kalkar. Her iki mânâyı iki hâle göre yorumluyoruz. Bu da usulün temel kaidesidir.

Kitap nâzil olmuştur ki biz onunla nâsı uyaralım. Elimize silah olarak verilmektedir. Bu sûreler tebliğ sûreleri olduğu için amelî kısımları değil fikrî kısımları ile ilgilenilmektedir. Beynimizde harac olmayacak, netlik olacaktır. Sonra biz onu başkalarına ulaştıracağız. Onların ondan uyarılıp uyarılmayacağına karışmayacağız. Bunu da her birimiz ayrı ayrı yapacağız.

Bu ifade bize yukarıdaki muhatabın âlim yani bilgin olduğunu belirler. Yani net anlayan kimse inzar edecektir. Bilmediğimiz, anlayamadığımız şeyleri başkalarına söylemeyeceğiz. Âlim olmayanlar ise sadece âlimlerini tanıtacaklardır. Mesela, bir tüccar gidip Afrika’da ticaret yaparken orada karşılaştığı birine Kur’an’dan bahsedecek ve Kur’an’ı kendi rasihinin nasıl yorumladığını anlatacak, kendisi yorum yapmayacaktır.

وَذِكْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ (2)  (Va ÜiKRAy Li eLMuEMıNIYNa) 

“Mü’minler için zikrâ olmak üzere.”

Burada “Vezikrâ” demektedir. “Tünzira”ya atfolmuştur, yahut “Litünzira Bihi”den sonra dördüncü haberdir. O zaman fiil cümlesine atf olmamış olur. Biz bu mânâyı vereceğiz.

İnzar etmek âlime düşmektedir ama bu inzar mü’minlere inzar olmayacaktır.

O halde benim vazife olarak AK Partililere veya Saadet Partililere inzar etmem gerekmiyor, çünkü onlar zaten inanıyorlar. Onlar kendileri anlayacaklardır. Ben âlim olarak onlara anlatmakla mükellef değilim. Oysa Kur’an’ı anlamayanlara anlatmak her mü’minin ve âlimin vazifesidir.

Zikrâ” burada masdardır. Kendisi “mü’minlere” anlatmaktadır, aracısız anlatmaktadır. Kur’an’ın resmi yorumlayıcısı yoktur. Herkes kendi içtihadı ile Kur’an’ı anlatır ve uygular. Ayrıca mü’minleri de icma varsa orada birleştirmiş olur. İçtihat başka icma başkadır. İçtihat, kişilerin kendi kendilerine içtihat yapıp uygulamalarıdır, icma ise topluluğun ortak anlayışıdır.

Buradaki “el-mü’minûn” kimlerdir?

a) Bir aşirette nöbet tutan kadın ve erkekler.

b) Bir bucakta koruma nöbeti tutan erkeklerle bunlarla beraber olan kadınlar.

c) Bir ilde güvenlik nöbeti tutan erkeklerle bunlarla birlikte olan kadınlar.

d) Bir ülkede savunma nöbetleri tutan erkeklerle bunlarla birlikte olan kadınlar.

İşte bunlar mü’minlerdir. Bir de tüm insanlığın mü’minleri muhataptır. İcmalar bu kademede olmaktadır. Her kademedeki icma kendilerini bağlar. Ancak insanlık bucak başkanlığı da idare edilmektedir. Her bucak kendi içtihat ve icmaları ile yaşar. Cuma cemaatine hitaptır.

***

اتَّبِعُوا (EitTaBıGUv)  “Tâbi olunuz.”

Sana inzal olunduğunu ve mü’minler için zikrâ olduğunu belirttikten sonra “tâbi olunuz” diyor. Arada “ve” harfi gelmemiş, kime hitap edildiği de belirtilmemiştir. Çünkü muhatap mü’minlerdir. Kur’an mü’minlere doğrudan nâzil olduğu için muhatabın kim olduğunun belirtilmesine gerek kalmamıştır. Kur’an mü’minlere ayrı ayrı nâzil olmuştur. Bir de toplu olarak nâzil olmuştur.

“Sen böyle yap” dediği zaman her biriniz ayrı ayrı böyle yapın demiş olur; “siz böyle yapın” dediği zaman da birlikte yapın anlamı çıkmaktadır.

Bundan önceki âyette “sana nâzil oldu” deniyor, bu inzâli tezkir etmek için söylüyor. Şimdi de “tâbi olun” diyor. Burada emrolunanların adı daha önce geçmemiştir. Ama konuşmada “siz” dediğiniz zaman “onlar” muhatabınızdır. Daha önce geçmesi gerekmez.

Buradaki ikinci açıklama da şöyle yapılabilir. ‘Ey nebi yerinde oturan sen inzar et’ ve ‘ey siz mü’minler şunu yapın’ deniyor. Yahut ‘ey mü’min içtihat et’ ve ‘siz ey topluluk, siz birlikte icma ettiğinizi yapınız’. Mü’minler için zikrâ olması bunu açıkça ifade eder.

“Elif Lam Mim Sad, ey kâri, bu sana nâzil olmuştur” ve “ey mü’minler siz de size nâzil olana tâbi olunuz” denmiş olur. Muhataplar hazf olunmuştur.

مَا أُنْزِلَ إِلَيْكُمْ (MAv EuNZiLa EiLaYKuM)  “Size inzâl olana ittiba edin.”

“Elif Lam Mim Sad” bir kitaptır. Sana nâzil olundu. Ve size inzâl olundu. Sizde ise size inzâl olunana tâbi olun. Ve ile birlikte size de nâzil olundu silinmiştir. Yani siz başkasına nâzil olana değil, size nâzil olana tâbi olun. Eğer icma ile sabit ise o zaman icmaya tâbi olunuz çıkar.

Başkan aynı zamanda ortak vekildir. Ortak vekile bildirilen müvekkillerine bildirilmiş olur. O halde başkanınızın verdiği mânâlara göre ona tâbi olun. Resule biat Allah’a biattır, yani topluluğa biattır. Bu ayırım birçok yönüyle açıklanır. İçtihat ile ameli, icma ile ameli ayırır. Başkanın kararları ile amelin topluluk kararı olduğunu ifade eder. Mü’minler kendi aralarında içtihatla hareket ederler, karşı taraflara ise teker teker tebliğ ederler. Her ne olursa olsun, burada inzâl edilen Kur’an’ın kendisi değil, Kur’an’ın anlamıdır. O da kitap içindedir.

مِنْ رَبِّكُمْ (MiN RabBiKuM)  “Rabbinizden size ne nâzil olmuşsa ona tâbi olun.”

Rab” eğiten, terbiye eden anlamındadır. Toplulukta dayanışma ortaklıklarını temsil eder. Yasama yetkisi burada dayanışma ortaklıklarına verilmiş olmaktadır. Halk ilim adamlarını kendilerine danışman yapar, temsilci yapar. Bunlar meclisi oluşturur. Meclisin aldığı kararlar neyse şeriat odur. Meclise inzal olunandır. Temsilcilerimizin ittifakı bizim ittifakımız demektir. Uygularken ise herkes kendi içtihadı ile uygulayacaktır.

Her iki âyette “Ellezî” değil de “Mâ” geldiğinden bu Kur’an değil Kur’an’ın mânâsıdır.

وَلاَ تَتَّبِعُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ (VaLAv TatTaBıGUv MıN DuNıHIy EaVLI YAEa)

“Onun dışında velilere tâbi olmayın.”

Size inzâl olana tâbi olunuz.. Kişilere tâbi olmayı reddetmektedir. İçtihat ve icmanızla amel edin, kimsenin emir ve komutasına uymayınız demiş olmaktadır. Buradaki müfret zamir “Mâ”ya gitmektedir. Yani size nazil olmayana uymayınız.

Burada nehy edilen nedir?

Başka topluluklara nâzil olan yani onların içtihatları ile oluşan hükümlere tâbi olmayın. Siz sizin müçtehitlerin içtihat ettiklerine tâbi olunuz.

Kur’an böylelikle her topluluğu bağımsız yapmaktadır. Herkes kendisinin içtihadı ile amel edecektir. O birinci âyette anlatılmıştır. Burada da her topluluk kendi içtihat ve icmaları ile amel eder demektir. Hiçbir topluluk başka toplulukları taklit edemez.

Burada iki şeye işaret etmektedir.

Biri, her aşiret kendi işlerini kendi içtihadı ile yapacaktır. Kabilede yani bucakta böyledir. Merkez bucaklar da kendilerine nâzil olana göre amel ederler. Merkez bucaklar taşra bucaklara karışmazlar. Yerinden yönetim vardır. Bu çok açıktır. Siz size nâzil olana tâbi olun.

Burada başka bir şey daha ifade edilmektedir. Bugün yaşayanlar kendi içtihat ve icmaları ile yaşayacaklar. Geçmişte yapılanlara uymak caiz değildir. Evliya içtihatlarıyla sabit olanların icmalarla sabit olanlara aykırı olamayacağı da burada ifade edilmiştir. “Evliya/veliler” nekre gelmiştir. Menfide nekre tamim içindir. Kimseye tâbi olmayın demektir. Yalnız size nâzil olan demek, mezheplerin anladığı demektir. Rab kelimesi bunu ifade etmektedir.

قَلِيلًا مَا تَذَكَّرُونَ (3)  (QaLIyLan MAv TaZakKaRUvNa) 

“Çok az olarak tezekkür edersiniz.”

Buradaki “ma” teşdid içindir. Ne de az olarak düşünüyorsunuz. Yahut da mevsufedir.  Tezekkertüm qalilen ma tezekkerün. Tezekkür ettiğiniz azdır, yahut az tezekkür ediyorsunuz. O zaman hâl değil mef’uldür demektir.

İnsanlarda iki şekilde bilgi oluşur. Ya kendisi arar, bulur ve bilgi sahibi olur. Bu çok azdır. İnsandaki bilginin çoğu başkasından intikal eder. Onun da çoğu yanlış olur. Ama insanlar işin kolayına kaçar ve düşünmeden kabul eder, yani taklitçi olur.

İşte bunu hatırlatmak için; siz az düşünmektesiniz, dolayısıyla siz size inzâl olana tâbi olun, yani içtihat ve icmalara tâbi olun, düşünmeden söylenenlerin arkasından gitmeyin, yahut babalarımız yaptı biz de yapalım demeyin. Tezekkür edin ve tezekkür sonucu size ne bildiriliyorsa onu yapın.

Siz Kitaba dayanıp istidlâl etmezseniz çok az olarak gerçeği bulursunuz.

***

وَكَمْ مِنْ قَرْيَةٍ (Va KaM MiN QaRYaTin)  “Karyelerden nicesi vardır.”

Karye” suların toplandığı yerdir. Çardaklar onun kenarında kurulur ve sudan yararlanılırdı. Sonraları suların kenarında kurulan köylere “karye” denmiştir. On aşiret kadar bir topluluktur.

Karyede herkes birbirini tanımaktadır. Günlük hayat birlikte geçmektedir. Bundan büyük topluluklar “belde”dir. Belde yüz karye kadarının merkezinde olan on kadar karyedir. Daha büyüğü ise “Medine”dir. Ondan büyüğü de “mısr”dır. Yalnız “karye” kelimesi müşterektir. Yani hem yüz hanelik yeri ifade eder, hem de diğer belde, medine ve mısr için de ortak ad  olarak kullanılır.

Arapçada bu çok yaygın kullanımdır. Mesela “âlim” dediğimiz zaman erkek âlim, “âlime” dediğimiz zaman kadın âlim anlaşılır. Ama “âlim” dediğimiz zaman aynı zamanda Türkçede olduğu gibi kadın olsun erkek olsun âlim anlaşılır. Böylece âlimin iki mânâsı olmuş oluyor, erkek veya kadın olsun âlim anlaşılıyor.

Karye” de böyledir. Bir mânâsı yalnız yüz hanelik bir köydür. Şimdi biz ona “semt” diyoruz. Yahut da büyük olsun küçük olsun bir “kent” anlamına gelir. Buradaki karyeden maksat, büyüklüğü sözkonusu olmadan kent anlaşılır.

أَهْلَكْنَاهَا (EaHLaKNAvHAv)  “Biz onları helâk ettik.”

Helâk ettiğimiz karyeler vardır.

Toplulukların uygarlaşmaları için yaşlanmış veya bozulmuş topluluklar ortadan kalkmalıdır. Yirminci yüzyıl içinde nice devletler ortadan kalkmış, yeni devletler ortaya çıkmıştır. Bu helâki sadece maddi helâk olarak anlamamız gerekir. Yıkılan devletler helâk olmuşlardır. Osmanlılar, Osmanlı İmparatorluğu, Rus Çarlığı helâk olmuştur. Demek ki “karye” kelimesi devletleri de içerir. Almanya, yıkılmıştır, Sovyetler yıkılmıştır. Irak ve Afganistan yıkılmıştır. Nasıl doğum haksa ölüm de haktır.

فَجَاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتًا (Fa CAvEaHAv BaESuNAv BaYATan) 

“Be’simiz onlara beyatta ciet etti.”

“Beyt” ev demektir. “Tebyit” ise gecelemek demektir. “Beyaten” gece uykusu demektir. Uyurken diyebiliriz. Bu uyuma normal uyuma değil de, artık gece âlemine dalma demektir.

Tarihte zahir felaketler olmuştur. Kur’an’da bunlar anlatılmaktadır. Tufan, sel, yıldırım, zelzele gibi olaylar topluluklara gelmiş ve yıkılıp gitmişlerdir. Bugün de çevre kirliliği insanlığı aynı akıbete götürmektedir. Ancak be’s sadece doğadan gelmez; iç savaşlar, terör ve benzerleri de birer be’stir. Salgın hastalıklar ve yangınlar da be’stir. Zelzeleler hâlâ beyaten gelmektedir.

Buradaki “beyat” insanların kulaklarını tıkayıp sözleri duymaz olduğu zamana tekabül eder.

AK Parti iktidar olduğu zaman biz iki sene ömrü vardır dedik; ABD böyle planlıyor dedik. ABD bu planı uyguladı; başaramayınca bir sene erteledi. Başaramayınca 2007 onun için uygulama yılı oldu. Yine bazı tasfiyeler dışında tam olarak başaramadı. Şimdi 2008’de yeni oyunların peşindedir.

Bize göre şimdi uygulanan siyaset nedir?

Bülent Arınç bertaraf edilmiştir. Abdullah Gül köşke gönderilmiş ve hapsedilmiştir. AK Parti’nin muhalefet edecek milletvekilleri tasfiye edilmiştir. Recep Tayyip Erdoğan görevli bir ekip tarafından muhasara edilmiştir. Tayyip diktaya doğru gitmektedir. İşte başbakanlığı beyaten sona erebilir. Sona ermemesi için mutlaka değişmesi ve “Adil Düzen”i getirmeğe çalışması gerekir.

Biz Kur’an’ın dediklerine bakıyoruz, ABD’nin yaptıklarına bakıyoruz, gelecek hakkında tahminde bulunuyoruz. Geliş bizim tahminimizin dışında beyaten olacaktır. Biz de olanın farkında olmayacağız.

أَوْ هُمْ قَائِلُونَ (4)  (EaV HuM QAEiLUNa)  “Yahut onlar kail iken gelir.”

Kâilûn”un iki mânâsı vardır. Biri “KVL”den, onlar söylenip dururken, dedikodular yaparken birden gelen gelir demektir. Yahut “Kaylule”den bir kelimedir; onlar gündüz uykusunda iken demek olur. Yani onlar ya derin gaflette veya kısa uyuklamada iken helâk gelir.

Demokrat Parti böyle gitmedi mi? Demirel böyle uzaklaştırılmadı mı, Erbakan böyle uzaklaştırılmadı mı? Afganistan’da ard arda darbeler böyle gelmedi mi? II. Cihan Savaşı’nda nice devletler yerle bir olmadı mı?

Burada bildirilen işte bu gibi felaketlerdir.

İçtihat ve icmayı anlattıktan sonra bu helâkleri zikretmesi, çarenin içtihat ve icmada olduğunu bildirmesidir. İnsanlara helâkin çeşitleri gelmektedir. Nasıl hastalık mukadderse, topluluklara âfetlerin gelmesi de mukadderdir. Âfâtı semaviye (gökyüzü) olur, âfâtı arziye (yeryüzü) olur.

Bu genel helâkler içinde biz ne yapacağız, kendimizi nasıl koruyacağız?

Tamir edilmesi gereken bir ev tamir edilebiliyorsa tamir etmemiz gerekir. Yoksa üzerimize çöker. Topluluklarda da eğer arızalar varsa o arızaların giderilmesi gerekir. Yoksa helâk oluruz. Eğer tamiri mümkün değilse boşaltırız, onu yıkarız ve yenisini inşa ederiz. Yoksa biz içinde iken yıkılır ve başımıza çöker. İşte yeni anayasa çalışması budur.

Eğer eski binamızdan memnun isek aynı proje ile evimizi yeniden inşa ederiz. Topluluğumuzun düzeni iyiyse, düzen uygulandığı için olaylar olmuyorsa, o zaman projeyi aynen uygularız. Yok, eğer eski yapı projesi hatalı ise yeni proje yaparız.

Topluluklar için de aynı şeyleri yapmak zorundayız. Topluluk mühendisliğini yapmak zorundayız. Bunun için sosyal ilimlere ihtiyacımız vardır.

İşte, Kur’an içtihat ve icmayı anlattıktan sonra insanlığa ârız olan hastalıklara temas etmiş ve bize kurtuluşun içtihatta olduğunu ifade ermektedir.

O halde Türkiye bugün nasıl kurtulur, hasta olsa bile nasıl iyileşir?

Yaşlılar ölseler bile yeni nesiller nasıl yetişir bunu öğrenmemiz gerekir. Bu içtihat ve icmalarla oluşur diyor Kur’an. Osmanlı Devleti yıkıldı ama yerine Cumhuriyet doğdu.

Önce, cumhuriyetimizi nasıl yaşatırız; sonra, eğer çökmesi mukadderse yeni cumhuriyeti nasıl kurarız, bunların planlarını yapmamız gerekir. Bu çözümü üretecek de içtihat ve icma müesseseleridir.

Önerimiz şu olmuştur. Siyasi partiler aldıkları oy nisbetinde % 5 oy için birer ilim adamı göndererek “Anayasa Yüksek Kurulu”nu kuralım. Her üyenin emrine birkaç milyonluk araştırma sermayesini verelim. Her üye anayasa yarışmasını açsın ve bir anayasa taslağını hazırlasın. Yarışma açsın ve herkese sırasına göre ödül versin. Bu “ünzile ileyke” olur. Sonra bunlardan telif edenlerden birincisi ile takdir edenlerden birincisi bir başkan seçsinler. Yarışmaları telif edip tek metin hâline getirsinler. Böylece 20 metin olur. Onlar da sıralamaya tâbi tutularak tek metin hâline gelsin. Orduya göndersin. Askerler de bir metin hazırlayıp göndersin. Ondan sonra meclis kararını versin. İşte bu ikincisi “ünzile ileyküm” olur. Bu helâk âyeti bu sebeple burada zikredildi.

فَمَا كَانَ دَعْوَاهُمْ  (Fa MAv KAvNa DaGVAHuM)  “Davaları olmadı.”

Kendilerine kötülük geldiği zaman başka bir şey iddia etmediler.

Bugün başımıza bir şey geldiği zaman oradaki durumu hep başkasına atarız.

Onların davaları ise tersine olmuştur. Yaptıkları kötülükleri anladılar. Bugün de biliyorlar. İnsanlar ne zaman ki biz zalim olduk der ve anlarsa, işte o zaman kurtuluş doğar. İşte o zaman içtihat ve icmadan önce yaptıklarını gözden geçirmek zorunda olacaklardır.

إِذْ جَاءَهُمْ بَأْسُنَا (EiZ CAEaHuM BaESuNAv)  “Onlara be’simiz geldiğinde.”

“Nice karyeleri helâk ettik” dedikten sonra “Fa” harfi ile helâki be’s ile anlatmaya başladı. Helâkin nasıl geldiğini anlatmaya başladı. Be’s ile geldiğini ifade etti. Be’s helâkten daha hafif bir olaydır.

إِلاَّ أَنْ قَالُوا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ (EilLAv EaN QALUv EinNAv KunNAv JAvLıMUvNa) 

“Sadece biz zalimlerden olduk demeleri oldu.”

Bu âyet bize helâk edilen karye halkının söylediklerini ifade eder. Onlara be’simiz geldiğinde demeleri olmadı demektir. Helâkten önce be’s gelmektedir. Be’ste zalim olduklarını itiraf ederler. Ama içtihat ve icma ile ona çare aramazlar. Sonunda helâk olurlar.

Türkiye’nin bugünlerini ele alalım. İktidarda olmayanlar Türkiye’nin bütün kötülüklerini saymaktadırlar. Kanal Türk’ü ve TV 5’i açın, aynı şeyleri söylüyorlar.

Eğer AK Parti muhalefette olsa aynı şeyleri söyleyeceklerdir. İktidar olunca da unuturlar, zalim olmaya devam ederler. Helâki beklerler.

1- Yüzde 10 barajının zulüm olduğunu herkes kabul ediyor ama kimse çaresini düşünmüyor.

2- Onlarca sene süren yargılamanın zulüm olduğunu herkes biliyor ama çaresini düşünmüyor.

3- Bürokratik engellerden herkes şikayetçi ama hiç kimse çaresini düşünmüyor.

4- Asgari ücretin yetersiz olduğunu herkes kabul ediyor ama çaresini düşünmüyor.

5- İşsizliğin olduğunu herkes biliyor ama kimse çaresini aramıyor.

6- Basının özgür olmadığını herkes biliyor ama kimse sesini çıkarmıyor.

7- Tarım çöküyor, köyler boşalıyor, yarın aç kalacağız, bu biliniyor ama çaresini düşünen var mı?

8- KİT’ler peşkeş çekiliyor, ülke satılıyor, bilmeyen var mı? Ama aynı zamanda çaresini düşünen var mı?

9- Hastahaneler sağlıklı tedavi yapmıyor, bu durum ülkeye yüktür. Düşünen var mı?

10- Terör alıp yürümüş; çaresini arayan var mı?

Evet, herkes her gün zulmü itiraf ediyor. Her adım atışından herkes şikayetçi. Hiç kimse hayatından memnun değil, geleceğe ümitle bakamıyor. İktidarda olanlar gaflet ve dalalet içinde müstevlilerle işbirliği içinde. Bunu kendileri de itiraf ediyorlar. Ama tek mazeretleri var; ne yapalım, başka çare yok, buna kimse çare bulamaz!

İşte bunun tipik örneğini tekrar burada yazmak istiyorum. Cemil Çiçek Adalet Bakanı iken ‘kimin bir çözümü varsa getirsin’ dedi ve televizyonda ilan etti. O zaman bizim çözüm götürmemiz farz oldu. Allah razı olsun, bizleri kabul etti ve kendisine dört adet yüksek kurul kurulmalıdır dedim; soruşturma, bilirkişi, savunma ve hakemlik yüksek kurulları. Bunlar demokratik usullerle oluşacak diye önerilerde bulundum. ‘Sen Adil Düzeni getirmek istiyorsun’ dedi. ‘Hani siz her çözümü beklediğinizi ilan ettiniz, işte geldik, bu düzen içinde çözün’ dedim. Şimdi herkesin takdir ettiği, benim de saygı duyduğum bakan zalimliğini itiraf etmiş olmuyor mu?

Çare arıyor ama bir şartla, çözüm Adil Düzen olmayacak; zalim düzende çare arıyor! Oysa doğru tektir, onun dışındakilerin hepsi yanlıştır ve zulümdür.

İçtihat ve icma sistemini bize öğretirken Kur’an aynı zamanda şunu diyor, insanlar bile bile zulmün içinde kalır, içtihat ve icmalara gitmezler. Oysa içtihat ve icma ilimdir, müsbet ilimdir. Müsbet ilme dayanmayan hiçbir çözüm çözüm değildir.

فَلَنَسْأَلَنَّ الَّذِينَ أُرْسِلَ إِلَيْهِمْ  (Fa La NaSEaLanNa elLAÜIyNa EurSiLa EiLaYHiM) 

“Kendilerine irsal olunanlara soracağız!”

Kur’an’dan önce peygamberler gelir ve insanları uyarırlardı. Bunlar nebilerdi. Artık nebi resuller gelmeyecektir. Nebilerin yerini âlimler almıştır. Resullerin yerini de başkanlar almıştır. Kendilerine irsal olunan da halktır; bunlar aşiret halkıdır, belde halkıdır, il halkıdır, ülke halkıdır ve insanlıktır. Bunların hepsi ayrı ayrı sorulacaktır.

Halk bugün partilere oy kullanmaktadır. Eskiden köyüme yol getirecek diye oy kullanırdı, bana iş bulacak diye oy kullanırdı. Son seçimlerde artık millet akıllandı, memleket nasıl kurtulacak diye oy kullanıyor. Kendilerine gönderilen kimseler sual olunacaklardır. Ne oldu, sizin anlattıklarınız ne oldu diye Türk milleti daima doğru oy kullanmıştır. Adım adım “Adil Düzen”i iktidar etmeye doğru yürümüştür. Bu sebepledir ki sıkıntıda olsa da varlığını sürdürüyor, dünyada daha saygın ülke hâline geliyor. Gönderilenlerden halk sorumluluğunu müdriktir.

Başka gönderilen kimlerdir?

İslâm düzenini getirmek için çaba gösteren ulema “Adil Düzen”i tebliğ etmiştir. Halkın sesine partiler ve bürokratlar hiç aldırmamışlardır. Önce bir grup siyasiler ve bürokratlar “Adil Düzen”e düşman oldular, cephe aldılar, yasaklamalara kalkıştılar. “Adil Düzen”i anlatanları iktidardan uzaklaştırmak için işbirliği içine girdiler. Bunlara ‘anlamadan, dinlemeden neden “Adil Düzen”e düşmanlık ettiniz’ diye sorulacak. Ancak bir ikinci grup var, “Adil Düzen”e karşı çıkmadılar, “Adil Düzen”e dayanarak iktidar oldular. Sonra onu unuttular, şimdi zalim düzenin istediklerini yapıyorlar. Eskiler de öyle yaptılar. Şimdi zina ve faizli düzenden medet umuyorlar.

İşte, iktidarda olmuş ve olacak kimselere sorulacaktır. İktidara gelince “Adil Düzen”i neden unuttunuz? Siz iktidarda olmadan Allah vardı da iktidar olunca O yok mu oldu, O’na neden inanmadınız?

Bu soru yalnız partilere tevcih edilmeyecek, Allah yolunda olduğunu iddia eden basın ve yayına da sorulacak.

Evet, Samanyolu ve Zaman’a, Yeni Şafak ve Kanal 7’ye, Meltem ve Mesaj’a, Vakit ve birçok yandaşı kanallara, Millî Gazete ve TV 5’e sorulacaktır: Siz sahifelerinizde ve kanallarınızda “Adil Düzen”e ne kadar yer verdiniz? Düzenin zalim olduğunu her gün anlatıyorsunuz ama iktidara ve orduya ne zaman yol gösterdiniz; ne zaman ve ne kadar?

Attıkları her adımdan ve aldıkları her nefesten sorumlu olacaklardır.

وَلَنَسْأَلَنَّ الْمُرْسَلِينَ (6) (Va La NaSEaLanNa eL MüRSaLIyNa)  “Mürsellere soracağız.”

Allah te’kidle diyor ki; Siz ey Adil Düzen Çalışanları, size de soracağım. Ben size ikram ettim, Adil Düzen gibi çözüm anahtarını verdim. İcma ve içtihadı öğrettim, siz bunu layıkıyla yaptınız mı, gereğini yaptınız mı?

Bırakalım başkaları onlar kendi hesaplarını versinler; biz Yenibosna Cemaati olarak ne yapıyoruz, görevlerimizi yerine getirebiliyor muyuz? Evet, görevi gereğince yerine getiremediğimize biz de mu’terifiz. İşte bu sebepledir ki değişik şeyleri yapmamız gerekir.

Önce Yenibosna’nın yanında Ümraniye’de de her hafta toplanmaya başlamalıyız. Toplantı yerini Doktor Ramazan ayarlasın. Haftada bir gün orada Reşat Nuri Erol, Hasan Hacıbektaşoğlu, Gürsoy Erol, Gürsel Kartal, Mehmet Hikmetumut katılsın. Başlangıçta ben de katılacağım. Yenibosna benzeri faaliyeti başlatalım.

İzmir’de toplanıyorlar...

Ankara’da toplanıyorlar...

Yenibosna’da toplanıyoruz...

Bir de Ümraniye’de toplanmaya başlayalım.

Sonra bu yerleri yaygınlaştırmamız gerekir. Böylece sorumluluğumuz azalmış olur.

Bunun dışında “Adil Düzen”e ulaşanlardan gücü yetenlerden aylık 100 YTL’lik ortaklık iştiraki istiyorum. Bu kampanya tamamlansın. Bu sene;

1-     Dergimizi çıkaralım,

2-     İlk marketimizi çalıştıralım,

3-     Üç dört ahşap ev örneğini yapalım,

4-     Çatalca Bahşayış arazimizi ağaçlandıralım.

Bunlar Adil Düzen denemesi işletmelerini oluşturacaktır.

1-     Lütfi Hocaoğlu ve arkadaşları Bilgisayarlı Kuran Arapçasını hazırlamaktadırlar.

2-     Yasin Kılar fıkıh doktorasını yapmaktadır.

3-     Ekrem Arıkan, Adil Düzen para sistemi üzerinde çalışmaktadır.

4-     Süleyman Karagülle ve Reşat Nuri Erol da Kur’an’ı yorumlama ve haftalık yorumlar yazma ile ilgili çalışmalara devam edeceklerdir.

Bunun dışında en büyük sorunumuz muhasebedir. Bu hususta herkes katkıda bulunmalıdır.

Biz bu çalışmaları yapmazsak biz de sorulacağız. Onlardan daha çok sorulacağız.

 

Âraf Sûresi’nin bu âyetlerinin tefsirini 11 Ocak 2008 Cuma günü tamamladım. Bundan on gün önce 2008 yeni yılı girdi. Muharrem 1 de dün idi. Bugün Yenibosna’daki Mevlana Camii hocası 1429’uncu hicri yılına girildiğini ilan etti. Bir sene sonra ikinci yıl aynı günlere rastlayacak. İnşaallah o zamana kadar sorulara cevap verecek faaliyeti göstermiş oluruz.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-442 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-272 İstanbul, 19 Ocak 2008

 

YENİ İZMİR VE HARUN ÖZDEMİR

İzmir Akevler Grubu siyasi partilere cephe almaz. Her partiye saygılıdır. Ancak Millî Görüş partilerini kendisine daha yakın bulur. AK Parti ile Saadet Partisi’ni ayırmaz.

Harun Özdemir arkadaşımızın bunların yanında DYP ve ANAP ile de diyalogu vardır. Alevilerle yakın ilişkiler kurmuştur. AK Parti kendisini öğretmenlikten istifa ettirmiş ama sonra aday yapmamıştır. Geriye de dönmemiştir.

Akevler Ekolu laf dinlemezlerden oluşur. Herkes kendi içtihadı ile hareket eder. AK Parti mirasyedi bir partidir. Hayal bile edemediği yerlere gelmiştir. Onun ne oya, ne bilgiye, ne paraya, ne de dosta ihtiyacı yoktur! Harun’un orada birşeyler yapacağını sanması yanlıştır.

Bu yanlışı anlamış olmalıdır ki yeni bir faaliyete geçmiş, Yeni İzmir Derneği’ni kurmuştur. Arkadaşları ile haftalık toplantılar yapmaktadır. Ayrıca “YENİ İZMİR” diye bir kitap yazdı. 120 sayfa kadar olan bu kitabı şimdi ben okuyorum. Eklentilerimi ve katkılarımı yazıyorum, www.akevler.org’da yayınlanacaktır, inşaallah...

“Geçmişi eleştirmeye gerek yok, kimseyi üzmeye ve zamanı eleştirilerle tüketmekten yana değiliz. Çünkü 100. yıla varmak için kalan 15 yılın herkes için çok önemli olduğunu biliyoruz. Kalan süre sadece iş ve başarı için kullanılacaktır; çünkü suçlama ve kavgaya ayrılacak zamanlar geçmişte fazlasıyla kullanılmıştır.” Elbirliği ile ama tartışarak 15 yıl içinde insanlığa bir bölge kent sunabiliriz.

“Övgü de yok, yergi de:

Bu çalışmada; geçmişte İzmir’e hizmet etmiş, başarılı veya başarısız olmuş, merkezi veya yerel yöneticilerin, seçilmiş lider veya partilerin hiçbiri övgü veya eleştiri konusu yapılmayacaktır.” 

Biz oların doğru yaptıklarını tamamlamalıyız, yanlış yaptıklarını düzeltmeliyiz. Biz yargıç değiliz.

“Bununla beraber ileri sürülen görüşlerin hiçbiri, bir partiyi haklı çıkaracak şekilde de düşünülmemiştir. Yer yer rastlanabilecek görüş benzerliklerinin sadece akla tarikin bir olmasının eseri olduğu düşünülmelidir.”

“Çalışmalarımızı kamuoyuyla paylaştıktan sonra, öyle sanıyoruz ki, yakın gelecekte Cumhuriyetimizin 100. yılına dönük başka çalışma grupları da aktif hale geçecektir. Bu da İzmir’in geleceği konusunda daha doğru görüşlerin ortaya çıkmasına hizmet edecektir.” Bizim önerilerimizin hiçbirisi kabul edilmese bile böyle bir çalışmayı başlatabilirsek biz kendimizi başarılı sayacağız.

“Tartışmaların kamuoyunda karşılık bulması, doğal olarak halkın da dikkatini çekecek ve asıl karar verici olan İzmirliler, tartışmaları çok daha yakından izleyecek ve katkılarda bulunabileceklerdir.”

İzmir’deki Adil Düzen Çalışanlarına öneriyorum: Herkes bir ilçeyi veya ili alsın, bir beldeyi alsın, bir köyü alsın ve bu çalışmaya uygun çalışma yapsın.  Dernek bunlara bölüştürsün. Böylece kimler var, bilelim. Sonra ortak çalışma sonucu plan ve proje ortaya çıksın.

“Adil Düzen” ekseriyet sistemine karşıdır. Ma’şeri kararlar alınmalıdır diyoruz. Bir parti ma’şeri karar alamaz. Ancak kurulacak dernek ma’şeri karar aldırabilir, partiler arası denge kurabilir. Partilerin dernekle ilgilenebilmesi için dernek kendisini göstermelidir. Bu da ilmî çalışma ve örgütlenme ile olacaktır.

İstanbul’da da buna benzer çalışma başlamalıdır.

Başarıları için dua ediyor, arkadaşların destek vermesini istiyorum.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-442 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-272 İstanbul, 19 Ocak 2008

 

AKEVLER VE NAMIK EKREM SUBAŞI

Akevler, 1967 yılında İzmir’de, çalışmada ve yaşamada birbirleriyle anlaşabilecek kimseleri bir araya getirerek aralarında iktisadi ve içtimaı dayanışma ve yardımlaşmayı tesis etme amacıyla kurulmuştur. Kurucuları Ahmet Tahir Satoğlu, Ömer Faruk Yeğin, Saffet Solak, İhsan Emci, Osman Eskicioğlu, Nazif Satoğlu, Ahmet Bülbül, Avni Özyürek, Hasan Afacan ve Süleyman Karagülle’dir. Murakıp olarak Muzaffer Koru ve Yusuf Arslan yer almaktadır.

Akevlerin Kurucu Başkanı Ahmet Tahir Satoğlu’dur. On yıla yakın başkanlık yapmıştır. Hâlen İzmir Akevler Sitesi’nde oturmaktadır. Sonra Ömer Faruk Yeğin başkanlık yapmıştır. Onun başkanlığı bırakmasından sonra Emekli Ağır Ceza Hakimi Namık Ekrem Subaşı başkanlık yapmıştır; iki senelik başkanlığı vardır. Namık Ekrem bey Akevler’de aynı zamanda hakemlik yapmış ve önemli davaları çözmüştür. Ondan sonra Süleyman Karagülle başkan olmuştur. 1990’dan beri Süleyman Akdemir başkanlık yapmaktadır...

Namık Ekrem Subaşı 23 Aralık 2007 tarihinde İzmir Hatay Kilise Camii’nde kılınan cenazesinden sonra defnedilmiştir.

Bizim inanışımıza göre Akevler bundan beş yüz sene sonra da anılacaktır, çünkü “III. Bin Yıl Uygarlığı”nın temelini atmıştır. İslâm uygarlığı ile Batı uygarlığını sentez ederek peygambersiz “II. Kur’an Uygarlığı”nın tohumunu oluşturmuştur. Faaliyetlerini kooperatif olarak yapmıştır, ancak gayesi meşru zeminde kalarak ülkemize insanlığa hak düzeni getirmek olmuştur.

Akevler’in kırkıncı yılında vefat eden Namık Ekrem Subaşı’nı rahmetle yâd ediyor, ailesine sabırlar diliyoruz…

İnanmış insanın bugünkü dünyada yaşaması çok zordur. Yalan söylemezseniz, hile yapmazsanız, vergi kaçırmazsanız, rüşvet vermezseniz, kandırmak için yapamayacağınız sözleri vermezseniz, taraf tutmazsanız nasıl yaşayacaksınız? Bugün insanların çoğu bunları yapmaktadır. Biz; bunları yapan zaruret olduğu için mi yapmaktadır, yoksa artık bunların gayrimeşru olduğuna inanmadığına göre mi yapmaktadır, bunu bilmemiz mümkün olmadığı için ‘Ben Müslümanım’ diyen herkesi kooperatife aldık. Hıristiyan, Yahudi, hattâ dinsiz olsa da almakta mahzur görmedik. Yeter ki yukarıda saydığımız şeyleri meşru görmesin. Bunu da kendi beyanına göre yaptık.

Namık Ekrem Subaşı gibi samimi olan birçok kimse bize ortak oldu. Biz de onları saygıyla karşıladık. Ne var ki şeytan araya girdi. Bizim yaptıklarımızı meşru görmeyenler oldu. Örnek verelim. Biz enflasyon kadar fark almamayı faizli işlem gördük, birçokları ise enflasyon farkını almayı faiz gördü. Böyle farklı görüşlerden dolayı bize karşı olanlar ve ayrılanlar oldu. Gelmeyenler oldu. Elbette bunlara bir diyeceğimiz olamaz. Birçokları şeytana uyarak bize saldırmaya başladı ve çalışmalarımızı engellemeye girişti. Yöneticilerimizi rahatsız ettiler.

Bizim kardeş olarak gördüğümüz inanmış gruplar bize saldırmaya başladı. Biz Kur’an’a uyarak namaz kılanları bizden saydık, kardeş saydık. Onlara mukabele etmedik. İşte sıkıntımız buradan gelmiştir. O size saldırıyor ama siz ona mukabele edemiyorsunuz. Namaz kılmayanlardan bize saldırmayanlarla daha kolay anlaştık. Onlarla sorunumuz olmamıştır. Namaz kılmayanlardan bize saldıran olursa, onlara mukabelede bulunduk. Mesela aleyhlerine dava açtık. Ama namaz kılıp da bize saldıranlara dava da açmadık.

İşte Namık Ekrem Subaşı da bu saldırılara uğrayan yöneticimiz olmuştur. Ne yapacağına karar veremeyerek ve onların tazyikine dayanamayarak başkanlıktan ayrılmıştır. Bize göre iki yıllık sabrı diğer ömrü kadar başarılı olmuştur.

Bunları anlatmamızdaki sebep, bu durum Adil Düzen Çalışanlarının başından da her zaman geçmektedir. Belli zamana kadar dayanıyorlar, sonra uzak kalmayı kendileri için selamet kabul ediyorlar.

Askerlik gibi kabul ederek bu yolda birkaç yıl dayanmak bile çok büyük başarıdır. Akevler Çalışanları bunu iyi bilsinler. Aralarında ayrılan arkadaşları olursa onlara kızmasınlar. Onların yaptıkları kadarından dolayı Allah’a şükretsinler.

Akevler Çalışanları gibi baskılara Risale-i Nur Şakirtleri de uğramışlardır. Bazı tavizler verilerek bugün nefes almaktadırlar. Millî Görüşçülerden taviz vermeyenler kenara itilmişlerdir. Taviz verenler de iktidardadır.

Bu ayrılıp giden kardeşlerimiz bizim aleyhimizde de olsalar biz onlara karşı cephe almamalıyız. Bu geçiş döneminde sık sık rastlanacak bu gibi olaylara tahammül etmeliyiz. Boşalan yere biz omuz vermeliyiz. Hep birilerinin ezilmesini istememeliyiz.

O zaman Namık Ekrem Subaşı’ya baskı yapanlar ne kazandılar? Hiçbir şey kazanmadılar, sadece Namık Ekrem Subaşı’nın daha fazla sevap almasını önlediler. Ama Akevler daha başka başkanları ile devam etti ve edecektir, inşaallah...

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-442 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-272 İstanbul, 19 Ocak 2008

 

KİT’LER VE YAPILMASI GEREKENLER

İsrail oğulları uygarlıkların oluşmasında görevli bir kavimdir. Bugünkü Avrupa uygarlığı, İslâm uygarlığı ile Roma uygarlığının sentezinden oluşmuştur. Bu sentezde İsrail oğulları aracı olmuştur. Batı uygarlığı Amerika’nın fethi ile başlamıştır. Amerika’nın keşfi ile Batı’da yeni bir anlayış gelmiştir. Ticaretin önem kazanması ile Yahudiler de zengin olmaya başladılar. Önce toprak kapitalizmi, sonra tüccar kapitalizmi, sonra sanayi kapitalizmi, sonra devlet kapitalizmi; derken şimdi de para kapitalizmi insanlığı  toprak/tarım çağından sanayi/teknoloji çağına geçirmiştir.

İsrail oğullarının bu zaferi de tekelleşmeye gitmiş ve bugün Amerika’daki 200 Yahudi ailesine inhisar etmiştir. Artık Yahudiler de dahil olmak üzere tüm insanlık onların tekel sermayesi tarafından sömürülmektedir. Biz kolaylık olsun diye sadece “sermaye” diyeceğiz. Kastımız Amerika’daki 200 Yahudidir. Diğer İsrail oğlu sermayedarlar veya İsrail’dekiler veya masonlar veya diğer ülkelerdeki zenginler kastedilmemektedir.

Bu “sermaye” 500 yıldır bir şeyi hedeflemektedir; tüm insanlığı tek devlet hâline getirmek. Bunun için sermayesini tekelleştirmekte ve sermayenin yanında her şeyi tekeli altına almaktadır.

Amerika Merkez Bankası bu sermayenin bankasıdır. Dolar onun parasıdır. Avro dahil dünyadaki tüm paralar dolara kote edilmiştir. Dolayısıyla onun parası kullanılmaktadır. Tuvalete gidip 50 kuruş verdiğimizde bile biz ABD’deki o 200 aileye vergimizi ödüyoruz. Mâli ekonomiyi tamamen eline geçirmiştir. Şimdi reel ekonomiyi de eline geçirmek istemektedir. İşte savaş budur.

Mustafa Kemal ile sermaye anlaştı. Türkiye KİT’leri (Kamu İktisadi Teşekkülleri) kuracak ve Türk ekonomisini tekel sermayeden kurtaracaktı. Sermaye bir şartla izin verdi. Türkiye dinsizleşirse ben buna izin vereceğim diyordu. Şunu düşünüyordu. Türkiye dinsizleşirse nasılsa ileride devlet yıkılır. Varsın şimdilik oyalansın diyordu. Mustafa Kemal de bunu kabul etmiştir. Ben güçlü olursam nasılsa onu yenerim. Halk yine kendi dininde kalır.

1950’ye gelindiğinde KİT’ler vazifesini yapmış, dış borçlar temizlenmiş, yabancı sermaye tasfiye edilmiş, Türkiye ‘ben ekonomide bağımsız oldum’ diyordu. Sermaye ise; ‘Alacaklarımı tahsil ettim, imparatorluğu borçlandırıp çökerttim, alacağımı bunlardan aldım, köhnemiş tesisleri bunlara sattım, şimdi yeniden yatırım yapıp devleti yıkmam gerekir.’ diyordu. Yatırımları yapacak, KİT’leri çökertecek, Türkiye’yi yeniden borçlandıracak, 1997’de 28 Şubat’la Türkiye’yi bitirecekti. İşte 1950’nin Demokrat Parti’si bu amaçla iktidara getirildi. Ne var ki Adnan Menderes sermayeye ihanet etti, KİT’leri özelleştiremedi, bundan dolayı asıldı. KİT’leri özelleştirme görevi Süleyman Demirel’e verildi ama o da başaramadı; indirildi. Turgut Özal’a verildi, başaramadı; indirildi. Tansu Çiller’e ve Mesut Yılmaz’a verildi; olmadı. Bülent Ecevit’e ihale edildi; olmadı. Şimdi AK Parti’ye ihale edilmiştir. Bakalım AK Parti başaracak mı?

 KİT’ler büyük savaşın merkezidir. Çünkü sosyalizm ve kapitalizmde devlet veya sektör tekeli vardır. İkisi de sermayenin elindedir. Oysa KİT’ler halkın yapamayacağı işleri yapmaktadır. Halkın yapacağı işler ise halka bırakılmaktadır. Dolayısıyla sermaye tekeli reel ekonomiye hakim olamamaktadır.

Türkiye’deki KİT’ler neler yapmıştır?

1) Teknoloji transferi yapmıştır. 2) Teknoloji eğitimi yapmıştır. 3) Kentleşmeyi sağlamıştır. 4) Tekel sermayenin oluşmasını önlemiştir. 

KİT’ler neden zarar etmiştir?

1) Kayıtsız ekonomi karşısında kayıtlı ekonomi olarak vergiden dolayı ezilmiştir. 2) Kapasitesini genişleten işsizlik sorunu ona çözdürülmüştür. 3) Rüşvet veya kötü niyetle kasten zarara uğratılmıştır. 4) Yaptığı kamu hizmetine karşılık devlet ödeme yapmamıştır.

Bunlara karşı ne gibi tedbirler alınır?

1) KİT’ler kamu hizmetleri gördüğü için vergiden muaf tutulmalıdır. Aynı kamu hizmeti görecek özel sektöre de aynı hak tanınmalıdır. 2) KİT’lere yeni işçi verdiğiniz zaman belirlenecek miktarda faizsiz ek kredi verilmelidir. İşletmeler bu kredilerle yeni gelen işçiye iş açmalıdır. 3) Zarar eden işletme cezalandırılmayacak, zarar ettiren yönetim görevden alınıp yenisi atanacaktır. Bu husus kanunileştirilecektir. 4) KİT’ler kamu hizmeti gördüğü için çalıştırdığı işçi sayısına göre ona faizsiz kredi verilecektir. Bu hak özel kamu hizmetlilerine de tanınacaktır.

KİT’ler bundan sonra ne yapacaktır?

1) Sömürücü büyük işletme teknolojisi yerine, küçük KOBİ’leri destekleyen halk teknolojisini üretecektir. 2) Çırak usta sisteminde ustaları destekleyip halka halk teknolojisini öğretecek. 3) Sanayiyi kentlere götürecek ve tarım sektörünü sanayileştirecek. 4) Genel hizmet kooperatifleri kurup halk sektörünü büyük işetme gibi çalıştıracaktır.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 

 

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-442 / ADİL DÜZEN DERSLERİ-272 İstanbul, 19 Ocak 2008

 

USTA-KALFA-ÇIRAK MESELESİ

Türkiye’de oynanan siyasi ve ekonomik oyunlar çok yönlü ve çeşitlidir. Bundan önceki bazı yazılarımda KİT’ler üzerinde durmuş, KİT’lerin nasıl çökertildiğini anlatmıştım. KİT’leri ve meslekleri yok etmek, çıraklık mekanizmasını çökertmek, binlerce yıldan beri oluşmuş usta-çırak ilişkisini, sistemini, örfünü ortadan kaldırmak için yapılanlar herkesin malumu bulunmaktadır. Meslek okulları üzerinde oynanan oyunlar ve bu okullara vurulan darbeler kamuoyu tarafından iyi bilinmektedir. Mesleklerini iyi bilen kalifiye usta eleman açığı arttıkça, özellikle son zamanlarda bu mesele yine gündemimizi işgal etmeye başlamıştır.

Bir mesleğin icrası o mesleği sadece öğrenmekle mümkün değildir. Ayrıca bedeni alışkanlığa ve beceriye de ihtiyaç vardır. İlim, beyinde mevcut elektrik devreleri içinde oluşur ve siz onunla çok iyi teoriler kurarsınız. Oysa beceri beden ile beyin arasındaki ilişkiye bağlıdır. İyi şoför demek arabanın iyi gitmesi demektir. İyi şoför ve iyi arabanın var olması yetmez; ayrıca o şoförün o arabaya alışmış olması gerekir.

Bu bakımdan nazari bilgilerin yanında meslekte amelî beceri de istenir.

Bu amelî beceriler okulda öğrenilemez, bunlar çalışarak öğrenilir.

İşte, bir meslekte beceriyi kazanmak için bir ustanın yanında geçen zaman “çıraklık” zamanıdır. Çırak demek, ustanın yanında becerisini artıran kimse demektir.

Ekonomik, sosyal ve kültürel tarihimizde usta-çırak ilişkisi asker disiplini içinde uzun yıllarda öğrenilirdi. Bu arada o meslekle ilgili nazarî ilmini de çırak ustasından alırdı. Nihayet usta sosyal baskı sonucu atıfet olmak üzere peştamal sarar ve çırağı kalfa yapardı.

Binlerce senedir bilinen bu usta-çırak ilişkisi çeşitli sebeplerden dolayı artık çalışamaz durumdadır, bazı tamir ve tezgah işleri dışında uygulanamamaktadır.

Bu usta-kalfa-çırak meselesini daha iyi anlayıp kavrayabilmemiz için pek de eski olmayan yakın ve uzak mazideki uygulamaları kısaca hatırlayalım.

1)      Eskiden usta bir evin inşasına temelden başlar ve bitirirdi. Şimdi ise artık işbölümü vardır. Bir usta her şeyi bilemediği gibi böyle bir bilgiye ihtiyaç da yoktur.

2)      Eskiden senelerce süren çalışmadan ve eğitimden sonra öğrenilebilen bazı meslekler, şimdi kısa zamanda öğrenilebilmektedir. Çünkü öğrenilecek şeyler azdır.

3)      Eskiden meslek değiştirmek çok zor iken, şimdi kısa zamanda yenisini öğrenme imkanı olduğu için yeni meslek değiştirme de imkan dahilindedir.

4)      Eskiden sınırlı sayıda usta ve çırak sözkonusu iken, şimdi çok usta ve çok işçi güçlü işletmeler demektir ve dolayısıyla daha çok kazanan işletme demektir.

Bununla beraber Türkiye’de usta-kalfa-çırak ilişkisi devam etmektedir. Çünkü Türkiye henüz planlı projeli döneme geçememiştir. Bugün dünyada yeniden usta-kalfa-çırak dönemine dönülmektedir. Çünkü büyük işletmeler çalışamaz olmuşlar, çalışsalar bile yeterli derecede verim elde edememektedirler. Bundan dolayı yan sanayi üretimi ile küçük işletmelere gidilmektedir. Küçük işletmeler de binlerce yıllık usta-kalfa-çırak ilişkisi sistemine dayanmaktadır.

Tarımda ise zaten usta-kalfa-çırak ilişkisi ya da dede-baba-oğul dayanışması dışında başka türlü bir şey yapmak mümkün değildir. Çünkü tarımda sanayide olduğu gibi seri üretim yapılamamaktadır.

İşte, KİT’lerin bir görevi de, bilinen usta-çırak ilişkisi içinde gelişmiş sanayinin sorunlarını çözmek olacaktır. Yani halk usta-kalfa-çırak usulü içinde eğitilmeli ama gelişmiş sanayiye cevap verecek şekilde mesele çözümlenmelidir.

Usta-kalfa-çırak meselesinin günümüzde çözüme kavuşturulması gerekmektedir.

1-      Önce kişi aldığı genel kültüre göre çırak, işçi, kalfa olacaktır. Bilahare mühendis, yüksek mühendis veya usta olacaktır. Bu ünvanlar genel kültür derslerinden alınacaktır.

2-      Ondan sonra kişi mesleği ile ilgili yazılmış kitapları okuyacak veya öğrenecek, sınava girecek ve mesleki nazari yeterlilik belgesini alacaktır. Bunlar bugünkü eğitim içinde verilmiş olacaktır.

3-      KİT’ler bundan sonra mesleki öğrenim değil de, mesleki eğitim sistemini geliştirecektir. Her iş için mutlaka bir kitapçık hazırlayacaktır. Diyelim ki kişi kâtiplik yapacaktır. Bunu başarabilmek için bilgisayarda yazı yazmayı öğrenecektir. Onun kitabı yazılacak ve o kitapta yalnız o meslekle ilgili bilgiler olacaktır. İşte bu kitapçıkları KİT’ler hazırlayacak ve isteyene satacak veya verecektir.

4-      Sonra bu kitaptan imtihan yaparak söyleneni anlayıp anlamadığını nazari olarak öğrenecektir.

5-      Bundan sonra kişinin onu uygulayıp uygulamadığı imtihanla sabit olacaktır. Uygulayabiliyorsa ona o işi yapma sertifikası verilecektir. Bu kişi şu derecede bu programı kullanır diyecektir. Her konuda böyle yapacaktır. Bu mesleği bunlar icra edebilecektir.

6-      İmtihanda başarılı olan kimseler mesleklerinde belirlenen süre veya daha fazla devam etmişlerse, onlara çırak yetiştirme yetkisi verilecektir. Bu yetki ‘sen çırak çalıştırabilirsin’ demektir. Yani o konuda çırak çalıştırabilirsin denir.

7-      Çırak ustasını seçer ve ben bunun yanında şu mesleği öğreneceğim der. KİT bunun kaydını yapar. İmtihana ancak onun vizesi ile girer. Çırak ustayı kendisi seçer ve kendisi değiştirir ama vize verecek olan ustasıdır.

8-      Sonra imtihana girer, kazanırsa artık ona işçilik veya ustalık ehliyeti verilir. Burada bir madde eklenir. Bir usta ancak bir çırak çalıştırabilir. Ona imtihanı kazandırdıktan sonra ikinci çırağı kayda alabilir. Böyle bir ustadan izin almadan imtihana giremez, imtihana girmeyen o mesleği icra edemez.

9-      Bundan sonra Adil (Ekonomik) Düzen yeni bir şeyi getirmektedir. KİT’ler çırak yetiştiren ustaya ödül verir. Mesela, çırak başına 20 bin liradan başlar, 50 bin liraya kadar çıkabilir. Bu para KİT’ler tarafından verilir, kimseden bir daha istenmez. Böylece kabiliyetli olan herkes okul açmadan çırağı usta yapar ve para kazanır. Usta olduğu imtihanla sabit olur.

10-  Adil (Ekonomik) Düzen başka bir şey daha getirir. Bir usta ne kadar kısa zamanda çırağını yetiştirir de imtihanı kazandırırsa, ödülü de o kadar artar. Müddet kısaldıkça ödül de o nisbette artar. Müddetle ödül sabit kalabilir. Böylece çıraklık döneminin kısalması ve başarı yarışı nedeniyle kalitenin yükselmesi sağlanır.

Bu arada belki de bana ‘KİT’ler bunları yapmak için parayı nereden bulacak?’ diyeceksiniz.

Meslek okullarına harcanan para orada harcansın.

Sigorta keseneğinden bir kısmı buraya götürülsün.

Kaliteli elemanın sağladığı verim on defa o masrafları telafi eder.

Şöyle bir düşünelim bakalım. Denetim bürolarını kuruyoruz. Aslında boşu boşuna para ödeniyor, kimse kimseyi denetlemiyor. Çünkü bina yıkıldığı zaman sistem denetim bürolarına değil, patronların/müteahhitlerin yakasına yapışıyor ve onları hapishanelere gönderiyor. Bu uygulamalar da meselenin çare ve çözümü olmuyor.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org      (0532) 246 68 92

 






Tüm Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1130
En'âm Suresi Tefsiri 77-79. Ayetler
21.08.2021 3464 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1129
En'âm Suresi Tefsiri 74-76. Ayetler
14.08.2021 2657 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1128
En'âm Suresi Tefsiri 72-73. Ayetler
7.08.2021 2626 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1127
En'âm Suresi Tefsiri 71. Ayet
31.07.2021 2147 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1126
En'âm Suresi Tefsiri 66-70. Ayetler
24.07.2021 2526 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1125
En'âm Suresi Tefsiri 61-65. Ayetler
17.07.2021 2545 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1124
En'âm Suresi Tefsiri 52-55. Ayetler
10.07.2021 2278 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1123
En'âm Suresi Tefsiri 45-51. Ayetler
3.07.2021 2169 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1122
En'âm Suresi Tefsiri 40-44. Ayetler
26.06.2021 2173 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1121
En'âm Suresi Tefsiri 35-39. Ayetler
19.06.2021 2586 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1120
En'âm Suresi Tefsiri 31-34. Ayetler
12.06.2021 2478 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1119
En'âm Suresi Tefsiri 26-30. Ayetler
5.06.2021 1984 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1118
En'âm Suresi Tefsiri 20-25. Ayetler
29.05.2021 2339 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1117
En'âm Suresi Tefsiri 13-19. Ayetler
22.05.2021 2285 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1116
En'âm Suresi Tefsiri 7-12. Ayetler
15.05.2021 2425 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1115
En'âm Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
8.05.2021 2424 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1114
Kasas Suresi Tefsiri 86-88. Ayetler
1.05.2021 2258 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1113
Kasas Suresi Tefsiri 83-85. Ayetler
24.04.2021 2437 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1112
Kasas Suresi Tefsiri 79-82. Ayetler
17.04.2021 2393 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1111
Kasas Suresi Tefsiri 76-78. Ayetler
10.04.2021 2615 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1110
Kasas Suresi Tefsiri 72-75. Ayetler
3.04.2021 2434 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1109
Kasas Suresi Tefsiri 68-71. Ayetler
27.03.2021 3037 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1108
Kasas Suresi Tefsiri 61-67. Ayetler
20.03.2021 2670 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1107
Kasas Suresi Tefsiri 57-60. Ayetler
13.03.2021 2980 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1106
Kasas Suresi Tefsiri 52-56. Ayetler
6.03.2021 2669 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1105
Kasas Suresi Tefsiri 47-51. Ayetler
27.02.2021 2744 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1104
Kasas Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
20.02.2021 2952 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1103
Kasas Suresi Tefsiri 38-42. Ayetler
13.02.2021 3134 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1102
Kasas Suresi Tefsiri 33-37. Ayetler
6.02.2021 3027 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1101
Kasas Suresi Tefsiri 29-32. Ayetler
30.01.2021 3422 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 5478 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1099
Kasas Suresi Tefsiri 21-25. Ayetler
16.01.2021 3541 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1098
Kasas Suresi Tefsiri 16-20. Ayetler
9.01.2021 3072 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1097
Kasas Suresi Tefsiri 12-15. Ayetler
2.01.2021 3857 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1096
Kasas Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
26.12.2020 3710 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1095
Kasas Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
19.12.2020 3420 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1094
Neml Suresi Tefsiri 89-93. Ayetler
12.12.2020 3870 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1093
Neml Suresi Tefsiri 83-88. Ayetler
5.12.2020 3832 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1092
Neml Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
28.11.2020 4108 Okunma
1 Yorum 29.11.2020 17:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1091
Neml Suresi Tefsiri 67-75. Ayetler
21.11.2020 4618 Okunma
1 Yorum 26.11.2020 17:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1090
Neml Suresi Tefsiri 63-66. Ayetler
14.11.2020 3012 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1089
Neml Suresi Tefsiri 59-62. Ayetler
7.11.2020 3112 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1088
Neml Suresi Tefsiri 54-58. Ayetler
31.10.2020 3965 Okunma
1 Yorum 03.11.2020 17:20
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1087
Neml Suresi Tefsiri 45-53. Ayetler
24.10.2020 3822 Okunma
1 Yorum 24.10.2020 22:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1086
Neml Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
17.10.2020 2850 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1085
Neml Suresi Tefsiri 36-40. Ayetler
10.10.2020 2942 Okunma
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1084
Neml Suresi Tefsiri 27-35. Ayetler
3.10.2020 3950 Okunma
2 Yorum 11.10.2020 20:33
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 7713 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 5602 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1081
Neml Suresi Tefsiri 12-14. Ayetler
12.09.2020 4173 Okunma
2 Yorum 13.09.2020 15:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1080
Neml Suresi Tefsiri 7-11. Ayetler
5.09.2020 3574 Okunma
2 Yorum 06.09.2020 15:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1079
Neml Suresi Tefsiri 1-6. Ayetler
29.08.2020 3715 Okunma
2 Yorum 30.08.2020 20:43
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4732 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 4443 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 4741 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 4663 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4815 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 4547 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1072
Şuara Suresi Tefsiri 141-159. Ayetler
11.07.2020 3395 Okunma
2 Yorum 12.07.2020 15:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 4475 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1070
Şuara Suresi Tefsiri 105-122. Ayetler
27.06.2020 3622 Okunma
2 Yorum 28.06.2020 18:12
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 5173 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1068
Şuara Suresi Tefsiri 83-91. Ayetler
13.06.2020 3853 Okunma
1 Yorum 14.06.2020 16:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 5148 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 5007 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4933 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1064
Şuara Suresi Tefsiri 34-44. Ayetler
16.05.2020 3536 Okunma
1 Yorum 17.05.2020 15:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1063
Şuara Suresi Tefsiri 23-33. Ayetler
9.05.2020 3477 Okunma
1 Yorum 10.05.2020 08:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1062
Şuara Suresi Tefsiri 10-22. Ayetler
2.05.2020 3688 Okunma
2 Yorum 13.05.2020 21:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1061
Şuara Suresi Tefsiri 1-9. Ayetler
25.04.2020 5150 Okunma
2 Yorum 14.05.2020 18:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1060
Furkan Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
18.04.2020 4205 Okunma
2 Yorum 15.05.2020 16:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 5418 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1058
Furkan Suresi Tefsiri 60-67. Ayetler
4.04.2020 4087 Okunma
2 Yorum 18.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 5268 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1056
Furkan Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
21.03.2020 4417 Okunma
2 Yorum 20.05.2020 16:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1055
Furkan Suresi Tefsiri 41-44. Ayetler
14.03.2020 4429 Okunma
2 Yorum 21.05.2020 16:36
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1054
Furkan Suresi Tefsiri 35-40. Ayetler
7.03.2020 4569 Okunma
2 Yorum 22.05.2020 16:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1053
Furkan Suresi Tefsiri 30-34. Ayetler
29.02.2020 4765 Okunma
2 Yorum 23.05.2020 15:57
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 5314 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1051
Furkan Suresi Tefsiri 17-20. Ayetler
15.02.2020 4116 Okunma
2 Yorum 30.05.2020 17:45
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 5260 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1049
Furkan Suresi Tefsiri 4-9. Ayetler
1.02.2020 4524 Okunma
1 Yorum 03.02.2020 07:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1048
Furkan Suresi Tefsiri 1-3. Ayetler
25.01.2020 3843 Okunma
1 Yorum 26.01.2020 06:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1047
Nur Suresi Tefsiri 62-64. Ayetler
18.01.2020 4380 Okunma
1 Yorum 25.01.2020 07:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1046
Nur Suresi Tefsiri 61. Ayet
11.01.2020 4590 Okunma
1 Yorum 13.01.2020 08:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1045
Nur Suresi Tefsiri 58-60. Ayetler
4.01.2020 4112 Okunma
1 Yorum 05.01.2020 08:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1044
Nur Suresi Tefsiri 53-57. Ayetler
28.12.2019 4097 Okunma
1 Yorum 30.12.2019 08:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1043
Nur Suresi Tefsiri 47-52. Ayetler
21.12.2019 4086 Okunma
1 Yorum 22.12.2019 23:13
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1042
Nur Suresi Tefsiri 43-46. Ayetler
14.12.2019 4540 Okunma
1 Yorum 17.12.2019 07:14
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 5648 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 9814 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1039
Nur Suresi Tefsiri 32-34. Ayetler
23.11.2019 4645 Okunma
1 Yorum 24.11.2019 08:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1038
Nur Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
16.11.2019 3703 Okunma
1 Yorum 19.11.2019 12:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1037
Nur Suresi Tefsiri 27-29. Ayetler
9.11.2019 3852 Okunma
1 Yorum 10.11.2019 05:24
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1036
Nur Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
2.11.2019 3355 Okunma
1 Yorum 03.11.2019 07:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1035
Nur Suresi Tefsiri 19-22. Ayetler
26.10.2019 3382 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 13:15
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1034
Nur Suresi Tefsiri 12-18. Ayetler
19.10.2019 3742 Okunma
1 Yorum 20.10.2019 10:50
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5696 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1032
Nur Suresi Tefsiri 1-5. Ayetler
5.10.2019 4244 Okunma
1 Yorum 06.10.2019 23:25
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1031
Müminun Suresi Tefsiri 111-118. Ayetler
28.09.2019 3445 Okunma
1 Yorum 30.09.2019 10:50


© 2025 - Akevler