بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
بَلْ رَفَعَهُ اللَّهُ إِلَيْهِ وَكَانَ اللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا(158)
وَإِنْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ إِلَّا لَيُؤْمِنَنَّ بِهِ قَبْلَ مَوْتِهِ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا(159)
فَبِظُلْمٍ مِنْ الَّذِينَ هَادُوا حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ طَيِّبَاتٍ أُحِلَّتْ لَهُمْ وَبِصَدِّهِمْ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ كَثِيرًا(160) وَأَخْذِهِمْ الرِّبَا وَقَدْ نُهُوا عَنْهُ وَأَكْلِهِمْ أَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ مِنْهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا(161)
لَكِنْ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَالْمُقِيمِينَ الصَّلَاةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ أُوْلَئِكَ سَنُؤْتِيهِمْ أَجْرًا عَظِيمًا(162)
*
بَلْ (BaL) “Bilakis”
“Bel” harfi atıftır. Daha önceki cümleyi ret veya tasdik etmeden doğrusunu belirtmektedir. Bundan söylenen cümle açıkça daha önceki cümlenin aksini söylüyorsa, daha öncekini reddetmiş olur.
Buradaki durum budur. Katledemediler, salbedemediler deniyor. Allah ref’ etmiştir diyor. Müslümanlar Hazreti İsa’nın öldürülmediği, diri diri göğe gittiğine inanıyorlar. Hıristiyanlar ise öldürüldü, dirildi ve göğe kaldırıldı diyor.
Kur’an ise Hazreti İsa öldürülmedi, asılmadı, ama vefat etti ve Allah onu kendisine ref’ etti diyor.
رَفَعَهُ اللَّهُ إِلَيْهِ “Allah onu kendisine ref’ etmiştir.”
Bu ref’ semaya ref’ şeklinde ifade edilmektedir. Oysa Allah zaman ve mekan dışıdır. Eğer bu ref’i yanına almayı bu şekilde alsak, zaman ve mekan dışına çıkmıştır. Oysa insan ne bu dünyada ne de âhirette mekan ve zaman dışına çıkamaz. Çünkü ruh da zaman ve mekan içindedir.
Peki, Allah kendisine nasıl ref’ etmiştir? Bu geri çağırmadır. Valiyi merkeze almadır. Eğer bir elçinin orada görevi bitmişse veya valinin orada daha fazla kalması uygun değilse geri çağrılır. Allah da Hazreti İsa’yı geri çağırmıştır. Görevi tamamlanmadan geri çağrılmıştır. Çünkü insanlık henüz Hazreti İsa’nın başlattığı inkılabı tamamlamamıştır. Hazreti İsa ne yapmıştır? Kavmî din anlayışını beşerî din hâline getirmiştir. Hıristiyanlık beşerî din oldu. Ama beşerî bir şeriatı o gün insanlar anlayamadığı için 600 sene sonra şartlar müsait olunca onun başlattığı reformu tamamlamak üzere Hazreti Muhammed aleyhisselâm gönderilmiştir. O halde ref’ etmenin anlamı geri çağırmadır. Mertebesini düşürme değil, nöbeti değiştirmedir.
وَكَانَ اللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا(158) (Va KAvNa elLAHu GaZIyZan XaKIyMan)
“Allah azîz ve hakîm bulunmaktadır.”
Allah sözünü geçirir ve hükmeder. Sözünü geçirmiştir çünkü bugün Hazreti İsa insanlar içinde, insanlık içinde en yüksek makamdadır. Ref’ edilmiştir.
Hükmedendir. Çünkü ondan sonra gelen Kur’an Hazreti İsa’nın başlattığı evrimi tamamlamıştır.
بَلْ رَفَعَهُ اللَّهُ إِلَيْهِ وَكَانَ اللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا
(BaL RaFaGa elLAHGu İLaYHi Va KAvNa elLAHU GaZIyZan XaKIyMan)
“Bilakis Allah onu kendisine ref’ etmiştir. Allah azîz ve hakîm bulunmaktadır.”
Kur’an’da Hazreti İsa’dan bahsederken bizim bildiğimiz Allah’ın sünnetine uymayan iki olaydan bahsetmektedir. Bunlardan biri Hazreti Meryem’in Hazreti İsa aleyhisselâmı babasız doğurmuş olmasıdır. Bu husus diğer âyetlerle tearuz içinde değildir. Çok açık ve kesindir.
Bunu daha önce anlatmış ve bunun mümkün olduğunu biyolojik olarak izah etmiştik. Eşleşmiş kromozomları olmayan canlıların var olduğunu, insanın böyle de gelişebileceğini söylemiştik. Şimdiye kadar böyle birine rastlamış değiliz ama ileride rastlanması mümkündür.
Başka biri izah daha yapılmaktadır. Üçüncü kromozomda Y’deki genlerin faal olmadan sakladığı, dolayısıyla onunla kadında Y kromozomunun ayrıca imal edilebileceği tesbit edilmiştir. Bu ihtimal diğer ihtimalden biraz daha uzaktır. Bunun melekler tarafından yapılması gerekir. Bununla berber Hazreti Meryem’in Cebrail göründükten sonra nişanlısı Yusuf’la eşleşerek alabilmesi de Kur’an’ın ifadeleri ile tenakuz teşkil etmez.
Neden “Meryem oğlu” dendiğini de daha önce açıklamıştır.
Başka bir durum da, Hazreti Meryem’in spermi farkında olmadan yıkanırken kendisi dışında daha önce bırakılan spermden almış olabileceğidir. Hattâ bu nişanlısının spermi de olabilir. Daha önce o yıkanmıştır.
Hazreti Meryem’in iffetine dil uzatan kafir olur. Çünkü bu hususta Müslüman ve Hıristiyan alimleri arsında, hattâ sonra çağdaş Yahudiler arasında bile ittifak vardır. Ve Kur’an bunu çok açık ifade etmektedir. Diğer tevillerden birini benimsemek küfre götürmez. “Müteşabihün vallahu e’lamu bissevab” deyip açıklamadır.
Kur’an’da Hazreti İsa için bize göre sünnete aykırı görünen ikinci olay da bu âyetlerde izah edilen “Onu öldürmediler, katletmediler. Aksine Allah onu kendisine ref’ etmiştir.” meselesidir.
Bu âyette Hazreti, İsa’nın öldürülmeden göğe kaldırıldığı ifade edilmektedir. Zahiren bu ifade tevil edilecektir. Vefat ettirilmiş ve öylece kendisine ref’ edilmiştir. Başka âyetlerde bu açıkça söylenmektedir. “Sen öleceksin de onlar mı ölmeyecekler?” ifadesiyle bu açıkça ifade edilmektedir. Kur’an’da zahiren Hazreti İsa’nın öldükten sonra ref’ edildiği ifade edilmektedir. Hattâ “onu katletmediler, salbetmediler” onların hâlini anlatmış olur, Hıristiyanların inandığı gibi öldükten sonra diriltilip kaldırıldığı olarak da yorumlanabilir. Şehitler için “Onlar için ölü demeyin, onlar hayattadır” dendiği gibi; Hazreti İsa da ölmesiyle dirilmesi aynı zamanda olabilir. Şöyle ki, zaman izafidir. İnsan öldüğü zaman bu zamanı farklı uzunlukta yaşar. Kimine göre kabirde asırlar geçer, binlerce yıl geçer, ondan sonra diriltilir; kimine göre hemen diriltilmiş olur. Bunu bugün Einstein’in izafiyet nazariyesiyle çok iyi bilmekteyiz. Deneyler bunu kanıtlamıştır.
Ben burada açıklayacağım. Matematik bilenler diğerlerine daha çok açıklasınlar.
Bugün yapılan ölçmelerle şunu öğreniyoruz. Her maddenin bir kendi hızı vardır, bir de dalga hızı vardır. Bu iki hızın çarpımı ışık hızının karesine eşittir. Bu da üç boyutlu Kâinatın dört boyutlu Kâinat içinde büyümesinden dolayı böyledir Şekilde bunu görebilirsiniz. Bir üçgende yükseklik hipotenüs üzerindeki iki parçanın çarpımının karesine eşittir. Lisede bu okunur.
c2=uv
Bunun anlamı şudur. Bir cismin kendi hızı ışık hızından fazla olamaz. Dalga hızı da ışık hızından aşağı olamaz.. Bu husus çok önceleri tesbit edilmiştir.
Şimdi şöyle durumlarda kalabiliriz. İki cisim birbirine yaklaşırken ışık hızı c+v olmalıdır; uzaklaşırken de c-v olmalıdır. Frekansları da değişmelidir. Frekansları değişiyor ama kendi hızları aynı kalıyor. Bu deneylerle sabit olmuştur.
Durağan zamanı Td ve hareketli zamanı da Th olarak gösterirsek
(c+v)Td = cTh
(c-v)Th = cTh Taraf tarafa çarpıp cebrik işlemler yapacak olursak bulunur.
Buradan şu sonuca varıyoruz. Hareketli de geçen çok kısa zaman durağanda milyarlarca sene olabilmektedir. Deneyler bunu göstermektedir.
Eğer sabit kalan hız ile zamanları çarparsak aynı formül uzaklıklar için de bulunacaktır.
Tdv= Th v/(1-v2/c2)0.5
Ld durduğumuz yerden görünen uzunluk, Lh hareketlinin oradaki uzunluğu ise;
Ld = Lh /(1-v2/c2)0.5 olacaktır.
Bunun anlamı şudur. Bizden çok kısa görünen bir şey hareketinde çok uzun olacaktır. Güneş’ten gelen demir böylece küçülmektedir. Işıkta demir değil kuantum olmaktadır. Yoksa ışık hıza çıkmazdı.
Şimdi bu açıklamalardan sonra diyelim ki uzaydan melekler geldiler ve Hazreti İsa’yı alıp ışık hızına çıkardılar. Bizim için milyar sene geçtiği halde onun için birkaç sene geçmiş olabilir. Bu füzenin hızına bağlı bir olaydır. Kâinatlı olan melekler, esir içinde uçabilen melekler bu işi rahatlıkla sağlayabilirler. Sonra da Hazreti İsa tekrar füze ile yeryüzüne gelebilir. Uzaydan gelen bir füze Kudüs’e konar ve kendisi herkesin gözü önünde oradan çıkabilir. Burada sünnetullaha aykırı bir şey olmaz.
XX. yüzyılın ilimleri bunları kolaylıkla izah edebilmektedir. Hattâ bir gün biz de böyle araç imal eder, seyahatten dönerek ilerideki torunlarımızla çağdaş olabiliriz. Pek saygı göreceğimizi zannetmiyorum.
Kur’an’ın diğer âyetlerinde böyle bir şey olacağı reddedilmektedir. Ancak bu âyet zahiri manâsı ile buna işaret etmektedir. Başka yerde onu yani Hazreti İsa’nın bâtın ilim sahibi olduğu söylenmektedir. Öyleyse bu âyetler arasında tearuz vardır. Müteşabihtir. Buna inananların veya inkar edenlerin tekfiri gerekmez.
Bu zamanın ve mekanın izafiliğini veya esnekliğini yani uzayıp kısalmasını başka bir yolla da ortaya koyabiliriz. İki cisim birbirleriyle çarpıştıklarında eğer sıcaklıkları artmıyorsa hem hızlarının toplamı sabit kalır, hem de hızlarının karelerinin toplamı sabit kalır.
m1v1 + m2v2 = m1u1 + m2u2
m1v12 + m2v22 = m1u12 + m2u22
Burada iki bilinmeyenli iki denklem vardır. Giriş hızları v ler biliniyor, çıkış hızları bilinmiyor.
Bunlar çözülerek bulunur.
Şimdi bu denklemleri bir cisme çarpan ışığa uygulayalım.
Işığın hızı c olduğuna göre v1 yerine c yazacağız. Çıkışta u1=u2 ye eşit olduğu için u yazalım. v2 d3b v olsun.
mo = ışık parçacığının kitlesidir. Sıçrayarak artar.
Ortalama en küçük artış dm= 2*mo dir. Birden artmıştır.
dm dikdörtgenin yarısıdır. mo ise dikdörtgenin kendisidir.
2dmc2+mv2= (m+dm)(v+dv)2 v1-v2 =dv (v1+v2)/2 =v alırsak.
Bunu açarsanız ve 2 (c2-v2)dm = c2dv entegral alırsak
m = mo/ (1- v2/c2)0.5 bulur.
Bir cismin hızı arttıkça kitlesi de artar. Bu da azami hızın ışık hızı olduğunun ispatıdır.
Kur’an’da “Ve la elleylu sabıku elnehar” âyeti ile; “Madde ışığı geçemez” âyeti ile sabittir.
وَإِنْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ (Va MiN EaHLi eLKiTABı)
“Ehli kitaptan kimse yok ki ölümünden önce ona iman etmesin.”
Burada “el-Kitab” istiğrak için alırsak, bütün Ehli Kitab Hazreti İsa’nın katledildiğine veya Hazreti İsa’ya iman edecek demektir ki, bu yukarıdaki “şübbihe lehüm” âyeti ile tearuz içinde olur.
“Ehli Kitab” olarak buradan kasıt kişiler değil de Hıristiyan, Müslüman, Yahudi, Budist ve İnduist olan kimselerdir. Bunlar zamanla müsbet ilme ve müsbet ilmin ispat ettiklerine inanacaklardır. Sonunda bütün büyük tek tanrılı dinler, hattâ müsbet ilme inanan diğer topluluklar da Hazreti İsa’nın peygamber olduğuna iman edeceklerdir.
إِلَّا لَيُؤْمِنَنَّ بِهِ قَبْلَ مَوْتِهِ (EılLAv La YuEMıNanNa BiHİy QaBLa MaVTiHIy)
“Mevtinden kabl ona iman edeceklerdir.”
Bu ifade gösteriyor ki Hazreti İsa aleyhisselâm vefat etmiş ama mevt etmemiştir. Farklı kelime olduğuna göre manâsı da farklıdır. Demek ki Hazreti İsa ölmemiş, ileride belki milyon sen sonra uzay aracı ile inecek ve “Ben İsa’yım” diyecektir. Araca bakacağız. Yer firmalarının yaptığı araç olmayacaktır.
“Ben giderken bir taş parçasını ikiye ayırdım. Birini yanıma aldım, birini Yerusalem’de gömdüm. Gidin falan yerdeki taşı getirin.” diyecek. Taşı getirecekler. Bir de bakacağız ki birbirine uyuyor, o taş ile bu taş aynı taşın iki parçası. “Evet, bu Hazreti İsa’dır.” diyeceğiz. O zaman fen o kadar ilerlemiş olacak ve dinler fenne tamı tamına inanacakları için artık onun Hazreti İsa olmadığını söyleyemeyecekler, tasdik edecekler.
Hazreti İsa’ya soracağız; “Kaç yaşındasın?”
“Ben dünyadan giderken 33 yaşımda idim, şimdi 66 yaşındayım.” diyecek.
İki taşın yaşlarını ölçeceğiz, biri diğerinden bir milyon yaş daha yaşlı olacaktır. Böylece müsbet ilme inanan kimse artık Hazreti İsa’nın peygamberliğini ve göğe gittiğini, katledilmediğini inkar edemeyecektir.
Görülüyor ki, Hazreti İsa âyetlerinde teşabüh devam etmektedir. Kur’an üzerinde daha çok durmamız ve yorumlamamız gerekmektedir. İki tarafın birbirini tekfir etmesi caiz olmaz.
وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ (Va YaVMa eLQıYAMaTi) “Kıyamet yevminde”
Hazreti İsa aleyhisselâmın gelmesi ile kıyametin yaklaştığına burada bir delalet yoktur.
Ne var ki kıyamet yevminde bu mucize aleyhinde delil olacaktır. Çünkü insanlar gerçekleri gördükleri halde yine küfre devam etmektedir.
يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا(159) (YaKUvNu GaLaYHiM ŞaHİyDan) “Aleyhlerine şehid olacaklardır.”
Yani, araştırıp da Hazreti İsa’nın bu mucizesine şehadet edeceklerdir.
(Kalan kısım gelecek hafta devam edecek…)
فَبِظُلْمٍ مِنْ الَّذِينَ هَادُوا حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ طَيِّبَاتٍ أُحِلَّتْ لَهُمْ وَبِصَدِّهِمْ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ كَثِيرًا(160) وَأَخْذِهِمْ الرِّبَا وَقَدْ نُهُوا عَنْهُ وَأَكْلِهِمْ أَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ مِنْهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا(161)
لَكِنْ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَالْمُقِيمِينَ الصَّلَاةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ أُوْلَئِكَ سَنُؤْتِيهِمْ أَجْرًا عَظِيمًا(162)
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
فَبِظُلْمٍ مِنْ الَّذِينَ هَادُوا حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ طَيِّبَاتٍ أُحِلَّتْ لَهُمْ وَبِصَدِّهِمْ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ كَثِيرًا(160) وَأَخْذِهِمْ الرِّبَا وَقَدْ نُهُوا عَنْهُ وَأَكْلِهِمْ أَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ مِنْهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا(161) لَكِنْ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَالْمُقِيمِينَ الصَّلَاةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ أُوْلَئِكَ سَنُؤْتِيهِمْ أَجْرًا عَظِيمًا(162)
فَبِظُلْمٍ (FaBıJuLMın) “Zulmetmekten dolayı”
“Zalam” karanlık demektir. Göz gözü görmeyecek şekilde karanlıkların çökmesi demektir. Başka bir ifade ile kuralsız hareket edilmesi demektir.
İnsan kuralları içtihadı ile kendisi koyar, ama ondan sonra o kurallara uyar. Bu aydınlıktır. Neden? Çünkü diğer insanlar bilirler ki bu kişi şunları yapar. Oysa karşı tarafın ne yapacağını bilmezseniz sis içinde ne ile karşılaşacağınızı bilmeden donakalırsınız.
Birlikte yaşayanlar, sözleşme yaparak ortak davranış kurallarını koyarlar. Ondan sonra herkes ne yapacağını bilir hâle gelir, aydınlık olur. Ama toplulukların eğer kuralları yani şeriatları yoksa, yahut var ama kurallara uymuyorlarsa, işte onlar zulmetmiş ve çevrelerini karartmış olur. Eğer elektrik kesilmişse mum yapıp yakar ve geçici olarak onunla idare edersiniz. Başkanlık kararları da böyledir. Geçici olarak onun kurallarına uyarsınız. Karşı tarafı karanlıklar içinde bırakmazsınız. Haksızlığa uğrarsanız, sonra hakemlere gider mağduriyetinizi giderirsiniz. Başkanın kararlarına uymayanlar ortalığı karanlık içimde bırakırsınız. Aranızda niza çıkar belirsizlik yani karanlık hususlar olursa o zaman hakemlere başvurur ve onların kararları ile yolunuzu aydınlatmış olursunuz. Hakem kararlarına uymamak zulmün en koyusudur. Bu sebeple “adalet” ile “zulüm” zıt kavramlardır. Aynı köke ayrı iki mana yüklenmiş gibi görünür. Bulut ve zulüm yani haksızlık.
مِنْ الَّذِينَ هَادُوا (MiNa elLaÜIyNa HavDUu) “Hidayet edenlerden.”
“Hâdû” “Kâlû”da olduğu gibi “HVD”den olabilir; “Câûv”da olduğu gibi “HDY”den de olabilir.
“HVD”den olursa Yahudi olanlar demektir; “HDY”den olursa hidayet edenler demek olur.
Nasıl Kur’an ehline iman edenler denmekte ise Tevrat ehline de hidayet edenler denmektedir.
“İman edenler” geniş manâda bütün hak din mensupları için de söylenirse, “Hâdû” da bütün hak din mensupları için de söylenebilir. Bu ifade İsrail oğullar için gelmiş olabileceği gibi; bütün hak dini kabul etmiş olanlar için de manâlandırabiliriz. Asgari kıyasla bütün din mensupları için söyleyebiliriz. Yani inandıktan, ehli kitap olduktan, hidayete erdikten sonra zulmedenler, içtihatsız hareket edenler, sözleşmelere uymayanlar, başkanlarına itaat etmeyenler, hakemlerin kararlarına rıza göstermeyen kimseler için getirilen âyettir.
حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ طَيِّبَاتٍ (XarRaMNAy GaLaYHiM OayYıBATın)
“Onlara tayyibât haram edilmiştir.”
Toplulukta cezalandırma iki şekilde olmaktadır.
Biri aslında haram olan bir şeyi onlar için helal hâle getirmedir. Mesela dayak atmak haramdır. Ama suçlulara dayak atmak meşru kılınmıştır. Bu tür cezalara “ukubât” denir. Bunlar ancak kişilere doğrudan verilir. Bütün cezalara tamim edilmez. Bu toplulukta zani var diye herkese haftada bir gün sopa atamayız.
Cezanın ikinci kısmı ise helal olan bir şeyin haram yapılmasıdır. Oruç böyle bir cezadır. Aslında gündüzleri oruç yemek yemek helal olduğu halde oruç bu helalı haram kılmaktadır. Bu tür cezalar topluluklara uygulanabilir. Mesela bira aslında helaldir, ama sarhoş edecek kadar içmek haramdır. Eğer topluluk bu dengeyi sağlayamaz ve onda birden fazlası sarhoş edecek kadar içiyorsa, o zaman bira o topluluğa haram kılınmış olur.
Evlenecek kızla erkeğin evlenmeden görüşmeleri ve birlikte dolaşmaları helal kılınmıştır. Ancak bu husus yüzde onlara varan bir çoğunlukta zinaya dönüşüyorsa, o zaman bu haram kılınır.
Demek ki bazı haller istismar edildiği için zulme dönüşüyorsa o helaller o topluluğa haram kılınır.
Buradaki sınıra dikkat edilmesi gerekir.
Biri, eğer işlenen suç münferit oluyorsa, yüzde 5-10’lara varmıyorsa, o zaman böyle bir haramlık zulüm olur. Çünkü başkalarının işlediği suçlardan başkaları cezalandırılmış oluyor. Yahudilerin zulmünden dolayı denmektedir. Zulüm adeta bütün Yahudilerce işlenmiş olmalıdır. Buradaki “Min” teb’iz için değil de cins için gelmiş olur. “Harramnâ Tayyibâtin” denmiş, “Tayyibetin” denmemiştir. Bir helal haram edildiğinde onun ikameleri de haram edilmiş olmalıdır. Mesela birayı haram ederken kımızı da haram etmemiz gerekir.
Diğer taraftan eğer haram edeceğimiz helale topluluk uymayacaksa onu yasaklamamız bir mana ifade etmez. Sosyal inkılaplar denge içinde yapılabilmektedir. Önce topluluğu ona itaat edecek şekilde hazırlamamız, sonra onlara emretmemiz gerekir. Bu tür inkılaplar başarılı olabilir. Adil Düzene geçme bu sebeple sorundur. Ne Refah Partisi’nin, ne de AK Parti’nin bunu başaramamış olması, bu husustaki tekniği bilmemelerindendir. Bundan dolayı Kur’an üzerinde çok durmamız, sadece sonuçları oradan istihraç etmemiz yeterli değildir. O sonuçlara nasıl ulaşacağımızı da oradan öğrenmemiz gerekmektedir. Bunun yolu şudur.
- Önce bir hücre oluşturmamızdır. Bu hücre bir bucaktır. Bucak aşiretlerden oluşur, apartmanlardan oluşur. Burada işte böyle bazı yasaklar konabilir. Hazreti Peygamber aleyhisselâm baştan mezarları ziyaret etmeyi yasakladı. Çünkü mezarlara tapıyorlardı. Ne zaman ki putperestlik tehlikesi kalktı, o zaman serbest bıraktı. Osmanlılarda da mezarları ziyaret mezarlara tapma şekline dönüşmüştür. Bugün dahi bu böyledir. Cumhuriyet dönemindeki yasaklamaya bunun için izin verildi.
- Ondan sonra bin hanelik site oluşturulmalıdır. Bin hanelik siteye bu helaları da haram kılan kurallar getirilmelidir. Buna uyan kimseler bu sitede yer almalıdır. Bu site kooperatif olarak kurulmalıdır. Kurallara uymayanlar hakemler kararı ile çıkarılmalıdır. Mesela, zaten haram olan sigara içinler bu siteye alınmamalıdır. Siteye gelen misafirler de sigara içememelidirler.
- Ondan sonra kooperatif içinde ekip yetiştirilmeli ve yeni bucaklar oluşturulmalıdır. Bu yeni bucak iki şekilde oluşur. Mevcut olan meskun yer kooperatif kurar ve taşınmazlarını o kooperatife devrederler. Ondan sonra sözleşmeye göre Adil Düzen sitesine geçilir. Yahut bir sermaye oluşturulur ve bir yerin evlerine daha fazla bedeller verilerek satın alınır. Orası yeni site hâline getirilir.
- Parti kurulur, yahut mevcut partilerle işbirliği yapılarak siteleşme hareketine imkan verilir. Bu şöyle sağlanır. Site kurmak isteyen ortakları oluşturur. Devlet onların taşınmazlarını satın alır. Site kurulacak yerdeki taşınmazları da istimlak ederek onlara verir. Böylece halkın siteleşmesine imkan verilir.
Siteler tamamen serbest olarak kendi hukuklarını geliştirirler ve istedikleri gibi yaşarlar. Siteler arası göç serbest olur. Devlet siteden gidenlerden taşınmazları cari değerle satın alır ve o siteye gelenlere aynı değerle satar. Böylece “muhaceret demokrasisi” kurulur. Nüfusları belli miktardan aşağı düşen bucaklar tasfiye4 edilir.
Bucaklara ayrıca il ve ülkeden, hattâ insanlıktan destek gelir. Bu destek nüfus sayısı ve vasat ömür miktarı kadar olur. Halkın imtihanlarda aldığı notlara göre olur. Refah seviyesine göre olur. Böylece Adil Düzene geçme yüz yıl içinde gerçekleşebilir.
Tabii ki bütün bunlar başlanırsa gerçekleşir, başlanmazsa hiç gerçekleşmez.
أُحِلَّتْ لَهُمْ (EuXılLaT LaHuM) “Onlara helal kılınmış”
Bazı şeyleri onlara haram ettik. Haramlar topluluklardan topluluklara değiştiği gibi helaller de topluluklardan topluluklara değişmektedir. Hazreti Peygamberin “Bu kavmimin yiyeceği değildir.” sözü, yine örtünme yerleri için “zahir olan kısmın dışında” deyip zahir olanları tanımlaması ve örfe bırakması böyledir.
Kur’an’da “Bi’l-örfi ve bi’l-ma’rufi” denmesi de böyledir. Bu sebepledir ki Kur’an’ın hükümleri her devirde ve her yerde geçerlidir.
وَبِصَدِّهِمْ عَنْ سَبِيل اللَّهِ (Va Bi ÖadDıHıM GaN SaBIyLı elLAHı)
“Allah’ın sebilinden saddetmeleri nedeniyle.”
“Sad” sapmak demektir. “Sed” baraj anlamındaki sinli sedde akrabadır. Baraj koymak, doğru yoldan alıkoymak demektir. Arapçada meçhul fillerin mastarı yoktur. Dövmek ile dövülmek fiillerde farklıdır. Mastarda ise hepsi ‘katl’ kelimesi ile ifade edilir.
Gerek “zulüm” gerekse “sed” kelimeleri müteaddidir. Hem zulmetmek hem zulmolunmak anlamındadır. Hem set çekmek, hem de set çekilmek anlamındadır. Zulmetmeleri ve başkalarının zulüm yapmasına zorlamalarıdır.
“Allah’ın yolundan seddetmek” Allah’ın şeriatından sapmak veya saptırmak anlamlarındadır. Zulmedenler zulmetmekle kalmazlar; kendileri içki içereler, başkalarına da içki içirirler. Kendileri zulmederler, başkalarının da zulmetmelerine zorlarlar. Zina ederler, açıkça başkalarını da zinaya zorlar. Rüşvet alırlar, başkalarını da rüşvet almaya zorlarlar. Yani; sadece zulmetmeleri dolayısıyla değil, zulmü teşmil etmeleri sebebiyle dolayısıyla başkalarını da zulme sürüklerler.
Dinde zorlama yoktur. Biz kimseye dinde zorlama yapmayız. Ama eğer onlar bize zorlama yapıyorlarsa biz de onları zorlarız. Onlar bize zorla baş açtırıyorlarsa, bizim de onlara baş örtmemiz gerekir. Hurumat kısas iledir. Madem ki onlar iktidarda iken güçlerini kötü kullanarak hukukumuzu kısıyorlar, bizim de onların hukukunu kısmamız gerekir. Bu sebepledir ki inkılaplarla bazı aşırı uygulamalar zorunlu olur. Zorla şapka örtmek böyledir. Çünkü şapka örtmek yasaktı. Yasağı dengelemek için halka zorla şapka örtmek gerekiyordu.
Tercüme kanunlarla ülke idare edilmez, ama madem ki Hanefi hukukunun dışına çıkılamıyordu, geçici olarak İslâm şeriatı yasaklanmalı idi. İsteyen Arapça, isteyen Latince harflerle yazabilirdi. Ama madem ki Latince günah sayılıyor, geçici olarak Arap harfleri yasak kılınır. İnkılapların mantığı budur. Halk yeni şeylere alışınca serbest bırakılır.
Burada bir hususu açıklamamız gerekir. İnkılap yapmadan önce herkes onun öyle olmasını istemelidir. Ancak sosyal baskı dolayısıyla o öyle olmalıdır. Mesela, kızların okuma yasağı böyle idi. Herkes kızını okutmak istiyordu, kızlar da okumak istiyordu. Ne var ki, sosyal baskı kızların okumasını engelliyordu. Kızlar zorla okula götürülünce artık sosyal baskı kalktığı için herkes okula gitmeye başladı. Şimdi kızları okula almayan yönetimle aynı kişiler mücadele etmektedir. Demek ki bu inkılap yerindedir. Oysa ezan gibi bazı hususlar vardır ki onlar sosyal baskıdan değil de, halkın kendi inanışından veya isteğinden doğmaktadır. Öyle yerlerde yasaklamalar bir sonuç getirmemiştir. Nitekim bugün hiç kimse Türkçe ezan okumuyor. Saltanatın kaldırılması da böyledir. Bugün kimse saltanat istemiyor, hilafet istemiyor. İnkılapçılar bunlara dikkat etmelidirler.
ِ كَثِيرًا(160) (KaÇIyRan) “Çoğunda”
Allah’ın yolundan sapmaya da çoklukla iki şekilde düşülür; ya kişilerin çoğu şeriat dışında davranmaktadır, ya da şeriat kurallarının çoğunda şeriat terk edilmiştir. Bunların çok olması gerekir. Acaba çokluk nisbeti nedir? Bunları şöyle sıralayabiliriz. Yarım, üçte bir, dörtte bir, beşte bir, onda bir, yirmide bir, yüzde bir, kırkta bir. Bu değerlerden birini istihsan ile seçiyoruz. Bir topluluğun onda biri muhalefet ediyorsa artık bu muhalefettir. Çünkü Kur’an savaşı başlatmak için bu nisbeti şart koşuyor.
Demek ki Allah’ın yolunda sapma iki şekilde düşünülür; ya bir konuda halkın yüzde onundan fazlası o kurala uymuyor, yahut kanunların yüzde onu o toplulukta uygulanmıyor. Hanefi Müslümanlar bugün Hanefi içtihatlarının yüzde onundan çok fazlasını terk etmişlerdir. O halde Hanefi hukuku artık yoktur. Mesela âkile müesseselerinden kimse bahsetmiyor. Namazlara kadınlar gelmiyor. Beş vakit namazı cemaatle kaç kişi kılıyor?
İşte böyle şeriatın bütününden yüzde on terk edilince artık yeni sitede yeni şeriat oluşturmak farz olur. O zaman mü’minlere farz olur ki, hicret etsinler, bir site kursunlar ve o sitede o pislikler karışmasın. Sonraki farz benzer siteleri çoğaltmaktır. Bu da bölünmek suretiyle başarılabilir. Site civar komşuları kooperatifine katar, sonra bölünür. İki site olur, böylece komşuluk genişlemesi ile yeni adil siteler oluşturulmalıdır.
Burada dikkat edilecek husus, tek tip statik kooperatiflerin yerine, kendi din ve kültürlerine dayanan kooperatifler oluşturulmalıdır. Bunlar serbestçe yarışarak elenmelidir. Bucakların bağımsızlık ilkesine tam olarak uyulmalıdır. Slav ve Türk halklarının uzun zaman yaşayıp uygarlıklarını korumaları böyle olmuştur. Kim iktidar olursa ona baç verirler ama iktidar onların iç işlerine karışmazdı.
*
وَأَخْذِهِمْ الرِّبَا (Va EaPÜıHıMu elRiBAy) “Riba almaları nedeniyle.”
Hayvanlar ya topluluk hâlinde yaşarlar veya ayrı ayrı yaşarlar. Topluluk hâlinde yaşarlarsa ortak üretim yaparlar ve ortak tüketim olur. Kişilerin özel malları yoktur. Ayrı yaşarlarsa o zaman da toplulukları yoktur.
Oysa insanlar hem topluluk hâlinde yaşarlar, hem de herkesin ayrı ayrı mülkü vardır. Mülk arasında birlik mübadele yoluyla sağlanır. Mübadele de para ile olur. Para satın alma gücüdür. Yani, ben ürettiklerimi topluluğa veririm, karşılığında bir belge alırım. Bu belge paradır. Bu belgeyi başkasına devrederim. Sonunda topluluktan onun karşılığında başka malı, başka değeri almış olurum.
Şimdi “Riba/Faiz” nedir?
“Faiz” toplulukta karşılığı olmayan bir satın alma gücünü oluşturmadır. O halde veresiye satış da faizdir. Çünkü satın alana karşılığı olmayan bir satın alma gücünü sağlıyorsun.
Sosyal yapıyı zina, ekonomik yapıyı ise faiz çökertir.
“Riba” faydanın artmasıdır. Şöyle ki, bende iki ekmek olsa, sizde dört yumurta olsa, bunların faydalarını yirmişer kabul edelim. Ben ekmeklerimi yesem, sen de yumurtalarını yesen yararlanırız. Ama ben proteinsiz kalırım, sen de şekersiz kalırsın. Ama değiştirirsek, ben bir ekmek verip siz de bana iki yumurta verseniz, bunların yararları birer misli artar. Demek ki mübadele mallarda yararı artırmaktadır. Yararı arttıkça değeri de artabilir. Ama ben sana on yumurta versem, sen bana on yumurta iade etsen değerleri artmaz.
وَقَدْ نُهُوا عَنْهُ (Va QaD NuHUv GaNHUv) “Oysa onlardan nehy olunmuşlardı.”
Faiz her dinde, hattâ her felsefede nehy olunmuştur. Faiz ancak son birkaç asırdır meşrulaştırılmıştır. Kimileri sermaye terakümü (birikimi) yapar diyerek yararlı görmüşlerdir. Büyük fabrikaların kurulması için büyük sermayeye ihtiyaç vardır. Bu sermaye de ancak faizle toplanabilirdi.
Bu görüş o zaman için doğru idi. Çünkü o zaman kâğıt para yoktu. Şimdi ise devletin elinde kâğıt para vardır ve bu sonsuzdur. Yeter ki enflasyona sebep olmadan faizsiz olarak kredilendirsin. Önce küçük müteşebbise küçük kredi verirsin. Başardı mı yani ana parasını zamanında iade etti mi kredisini artırırsın. Böylece elenerek başarılı firmalar büyür, o da istenen büyük sermayeyi elde etmiş olur. Artık zararlı olan faize ihtiyaç kalmamıştır.
İşte nehy olunmuş olmalarına rağmen onu eklettiklerinden dolayı bazı helalleri haram yaptık. Aslında altını alıp depo etmek helaldir. Ama bunu faiz aracı yaptıklarından, altının varsa bankaya karz-ı hasen olarak ver. Evinde tutma, tutman haramdır. Çalınsa da bir hak iddia edemezsin, çünkü sen şeriata uymayan iş yaptın.
Kişilerin veya devletlerin altın para ihracı haram kılınmıştır. Altın parayı insanlık merkez bankası çıkarır. İlçelerdeki kişiler doğrudan kuyumculara verir. Kuyumcular da onu alır, halka altın mukabili verirler. Bu insanlığın teminatıdır. Ulusal bankalar ise toprak senedini çıkarırlar.
İşte, faiz haram iken meşrulaştırmış olmaları nedeniyle bugün birçok hususlarda yasaklar getirilecektir. Halkın altın senedi ihraç etmeleri caiz görülmeyecektir.
وَأَكْلِهِمْ أَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ (Va EaKLiHiM EaMVALa elLNASı Bi eLBAOıLı)
“Nâsın emvalini bâtıl ile ekletmeleri nedeniyle kendilerine helal olanı haram etmiştir.”
İsrail oğulları bugün dünyayı sömürmektedir. Faize dayalı, tekele dayalı, haram olarak insanların mallarını yemektedirler. Gümrükler ve vizeler onların pislikleridir.
Serbest rekabet içinde ticaret ne kadar meşru ise; tekel oluşturarak fiyatları merkezden düzenlemek, faizli işler yapmak, gümrükler oluşturup zorunlu alış ve satış yapmak, en önemlisi karşılıksız banknotlarla dünyayı sömürmek, nâsın malların butlan ile yemektir. Tarih boyunca bu tür haram yemeler yapmışlardır.
Ancak nâsın emvalini butlan ile yemede artık azami hadde ulaştılar. İsrâ Sûresi’nde belirtilen en yüce mertebeye ulaştılar. İşte bu nedenle onlara helal olan şey de haram edilmiştir. Şimdi onların elinde Adil Düzen gelinceye kadar önemli fırsat vardır. Faizli sistemden, gümrüklerden, karşılıksız paradan, tekel oluşturmaktan vazgeçmeli, bunlardan tevbe etmelidirler. O takdirde Adil Düzen geldiği gibi onların ticaret yapmalarına izin verilecektir. Eğer bu pisliklerine devam ederlerse, Adil Düzen geldiği zaman insanlara helal olan bir kısım şeylerin Yahudiler tarafından yapılması yasaklanacaktır. Yahudilere kredi verilmeyecek, Yahudilerin malları karşılıksız olarak taşınmayacaktır. Adil Düzen uygulamacılarının bunları yapmaya hakları olacaktır.
وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ مِنْهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا(161) (VaEaGHTaDNAv Li eLKAvFıRIyNa MiNHuM GaÜAvBan EaLIyMan)
“Onlardan kâfirlere elim bir azabı i’tida ettik.”
Bugün dünyayı sömüren sermayeye bir hatırlatma yapılmaktadır. Onlardan kâfir olanlara, nankör olanlara sıkıcı bir azap hazırlanmıştır. Bugün dünyanın mallarını bâtıl olarak yiyen bu sermaye Allah’ın onlara bahşettiği bu nimetin şükrünü eda etmelidir. Madem ki bu kadar imkanı onlara verdi, Adil Düzencilerle işbirliği yaparak, onlardan öğrendiklerinin hayata geçmesi için nankörlük etmeyerek şükretmeli, Adil Düzenin tesisinde yardımcı olmalıdırlar. Bugün Adil Düzeni anlatacağımız en bilgili kimseler İsrail oğullarıdır. Başka uluslar başlarını kuma gömmüş, söylenen sözleri anlayacak seviyeye bile gelmemişlerdir.
Bunların Adil Düzeni uygulayabilmeleri için de ellerinde çok geniş maddi imkanlar vardır. Bunu Adil Düzenin tesisinde kullanırlarsa hem kendi varlıklarını 500 yıl daha sıkıntı çekmeden kabul ettirip insanlığa hizmet eder ve Allah’tan da ecirlerini almış olurlar, diğer taraftan da insanlık sıkıntı çekmeden ve savaşmadan Adil Düzene kavuşur. Ama bunlar kâfir oldukları, nankör oldukları için bunu yapmayacaklardır. Hepsi değil, bir kısmı. Onların içinde samimi olanlar var, onlar kurtulacaklar, Allah’ın İsrail oğullarına yüklediği görevi yürütmeye devam edeceklerdir. Uluslararası ticaret onlarda olacak, ilim onlarda olacaktır.
*
لَكِنْ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ (LaKiN elRAvSiPUvNa Fi eLGıLMı)
“Lakin ilimde rasih olanlar”
Kur’an âlimleri üç mertebede zikretmektedir. Bunlardan biri “ehli zikr”dir. Fiillerin hükümlerini bilen kimse demektir. “Âmil” ne yapacağını bilir, sonucun iyi veya kötü olduğunu bilir, ama derecesini, farzı, sünneti, haramı, mekruhu ayıramaz. Kaç sene hapis yatacağını bilmez. Ehli zikr bunları bilir.
“Fakih” ise bu hükümlerin dayandığı kanun maddelerini, genel hükümleri ve istidlâl yollarını bilir.
“Râsih” ise kanunları yapan kimsedir. Bizzat kendisi hukuk sistemini oluşturur.
“İlimde rusuhu olanlar” bunlardır. Bugünkü doktora yapan ve akademik kariyere sahip olanlardır. Fakihler yüksek tahsillilerdir.
“Lâkin” kelimesi ile getirmiştir. “Lâkin” “Ve e’tadnâ” kelimesine atfetmiştir. Yani, elim azabı hazırladık, lâkin onların içinden mü’minlere elim azabı hazırlamadık demektir. Yahut onlardan kâfir olanlara, ilimde rusuhu olanlara şunu hazırladık demektedirler.
مِنْهُمْ (MİNHuM) “Onlardan”
Onlardan yani Yahudilerden, Yahudi olanlardan rasih olanlar. Böylece İsrail oğullarının alimlerine, müçtehitlerine işaret etmektedir. Yeryüzünü yönetme görevi Kur’an ehline verilmiştir. Ancak tek başına değil. Siyasi sahada Hıristiyanlar askeri güce sahip olacaklardır. Çünkü Kur’an’da, sana tâbi olanları kıyamete kadar kâfirlerin üstünde tutağız denmektedir. Yahudiler de ilimde üstün olacaklardır. Kur’an ehli ise bir taraftan savaşta Hıristiyanlarla, ilimde ise Yahudilerle işbirliği içinde olacaklardır. İşte burada ilimde ruhusu olanlardan bahsederken “onlardan” diyerek Yahudilerden ilimde rusuhu olanlardan bahsetmektedir.
وَالْمُؤْمِنُونَ (Va eLMuEMıNuvNa) “Onlardan rasihler ve mü’minler.”
Yahudilerden yalnız ilimde rusuhu olanları zikretti, mü’minlerden ise hepsini zikretti. Yani mü’minlerin tamamı. Bunları “Vav” harfi ile cem etti, birlikte onlara ecri azimi tevdi ederiz, barındırırız demektir. Böylece Adil Düzen Çalışanları ile ilimde rusuhu olan Yahudilerin işbirliği yapacaklarını bize haber vermektedir.
Bu Kur’an’ın büyük müjdesidir. Bir taraftan sermaye sahibi Yahudilerden rasih olanlar Adil Düzene gelecekler ve faizsiz, zinasız Adil Düzeni birlikte hazırlayacağız demektir. Diğer taraftan Hıristiyanlarla da işbirliği yaparak siyasi güç oluşturacak, böylece ilmi yapılmış olan Adil Düzen onlarla ortak olarak siyasi güç oluşturacağız. Demek ki Adil Düzencilerin yolu çizilmiştir. Bir taraftan İsrail oğullarından âlim olanlarla işbirliği yaparak Adil Düzen siteleri oluşturacağız. Diğer taraftan bu Adil Düzenin insanlığa ulaşması için Hıristiyanlarla işbirliği yaparak siyasi bakımdan Adil Düzen tesis edeceğiz.
Yahudilerle işbirliği yapmak demek İsrail oğulları ile işbirliği yapmak mıdır, değil midir? Bunu İsrail devleti belirleyecektir. Hıristiyanlarla işbirliği yapmak demek AB ile işbirliği yapmak demek midir? Bunu da AB halkı belirleyecektir. Türkiye Adil Düzeni benimser de devreye girerse bu sentezin yapılmasına imkan verir ve üçüncü bin yıl medeniyeti kansız kurulmuş olur.
يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ (YuEMiNUvNa BıMAv EuNZıLa EıLaYKa)
“Sana inzâl olunana iman ederler.”
Burada hitap edilen kimse okuyucudur. Okuyuculardan iman etmiş olan kimsedir. İnzâl olunan Kur’an değildir. Kuran olsaydı, “Billezi ünzile ileyke” olurdu. Kur’an’dan anladığın manâdır. İlimde rusuhu olanlar da bize inzâl olunan Kur’an’ın manâsına yani Adil Düzene inanırlar. Neden inanırlar? Çünkü ilim sahibidirler.
Alimler söyleneni anlar ve onlar içinde ahseninin yani en iyisinin hangisi olduğunu kolayca bilirler. Çünkü senin onlara söylediğin makuldür. Tabiî ve sosyal ilimlere mutabıktır. Müsbet ilmin ispatladığıdır.
Biz başörtüsünü tartışırken bir tıp öğrencisi dilekçesini yazıp mahkemeye gönderiyor. Dünyanın en güçlü ordularından birine sahip Türkiye devleti karşısına dikiliyor, savunmasız zavallı bir mazlumu yeniyor. Buna dayanılarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yasama yetkileri kısıtlanıyor.
Biliyorsunuz, Nasrettin Hocanın bir borç ödeme hikayesi var. Alacaklıya diyor ki: Ben senin borcunu ödeyeceğim. Nasıl diyor. Hoca anlatıyor. Yol kenarına dikenli otlar diktim. Onlar büyüyecek ve dikenler verecek. Koyunlar oradan geçerken yünleri o dikenlere takılacak. Sonra gidip onları toplayacağım, iplik tapacağım, kumaş dokuyacağım, pazarda satıp yakında sana olan borcumu ödeyeceğim!..
Yürütülen mantık Nasrettin Hocanın esprilerine ileride konu olacaktır.
وَمَا أُنزِلَ مِنْ قَبْلِكَ (Va MAv EuNZiLa MıN QaBLiKa)
“Senden önce kendilerine inzâl olunana da iman ederler.”
“Senden önce” deyince onların ölmüş olması gerekmez. Biz âyeti okurken bazı manâlar benim aklıma önce gelir, o bana bildirilendir. İlmen doğrulandıktan sonra karşı tarafların onu onaylamaları gerekir.
Bazı konular da benden önce başkalarının aklına gelir, biz de onlara inanırız. Çünkü bizim ilmimiz onun doğruluğunu tasdik eder. İşte Yahudilerden rasih olanlar ve mü’minler böyle davranırlar ve böyle işbirliği ve dayanışma içinde olurlar.
وَالْمُقِيمِينَ الصَّلَاةَ (Va elMuQIyMiNa eöÖaLAvTa) “Ve salâtı ikame edenler.”
Yani, toplantılar yaparlar. Bu toplantılarda bir taraftan Tevrat’ı veya Kur’an’ı okurlar, istişare yoluyla Adil Düzeni tesbit ederler, tedvin eder ve tedris ederler.
İleride Yahudi ulemasıyla böyle ortak toplantılar yapabileceğiz demektir.
Onların aynı yerlerde okuma hakları olacaktır. Bir meydanın çevresinde küçük mabetler yapılır. Ortak geniş salon olur. İbadetler dışında her türlü serbest faaliyet oralarda yapılır. Ayin zamanında ayin yapacak dinlere o yer boşaltılır. Onlar ibadetlerini yaparlar. Böylece hususi mabetleri olur, ayinleri kendi mabetlerinde yaparlar. İlmî, siyasî, ticari faaliyetler ortak salonda icra edilir. Burada dinler arası diyalog doğar.
Mekke’de zaten bütün dinlere mensup olanlar gelip ziyaret ederler.
وَالْمُؤْتُونَ الزَّكَاةَ (Va eLMuETUvNa eLZaKavTa) “Ve zekâtı îtâ edenler”
Yahudilere de zekât farz, faiz haramdır. Gerçi Yahudiler faizin sadece Yahudilerden alınmasını haram sayarlar, Tevrat’ta öyle yazılıdır. Lakin biz de Tevrat’a ve Hazreti Musa’ya inanıyoruz, Hıristiyanlar da Tevrat’a ve Hazreti Musa’ya inanıyorlar. Irk olarak İsrail oğullarından değiliz ve İsrail oğullarının seçilmişliği bizde yoktur. Bizde mü’min olmanın seçilmişliği vardır ama din olarak biz de İbrahimî dindeniz, Yahudiler de İbrahimî dindendir. Hıristiyanlara ve Müslümanlara faizli muamele yapılması haram edilmiş olur. Çünkü Yahudilik İsrail oğullarına mahsus değildir. Tevrat, Kur’an’ın açıkça bildirdiğine göre rahmeten lilâlemindir.
Zekat vererek oluşturulan fondan müellefei kulub faslından ilim adamları desteklenecektir ve bunlar Adil Düzen üzerinde araştırma yapacaklardır. Adil Düzen sitelerinin oluşmasında Yahudi alimlerinden olduğu gibi Yahudi sermayesinden de yararlanabiliriz. Adil Düzene katkıda bulunmak isterlerse kabul edebiliriz. Ancak zekât ve karzı hasen hükümleri içinde katkıda bulunmaları şarttır.
وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ (Va eLMuEMiNUvNa Bi elLAHi) “Allah’a iman edenler”
Buradaki “Allah” kelimesi ile hakiki manada Kâinatı var eden Allah kastedilmektedir. Çünkü âhiret yevmine atfedilmiştir. Dünyadaki topluluklar âhiret konularında Allah’ı temsil etmezler. Orada herhangi bir yetkileri yoktur. Âhirette Allah kendisi melekleri aracılığı ile hesaba çekecek ve azap edecektir. Oradaki Allah’ın görevlileri meleklerdir. Bu dünyada ise kamu görevlileri Allah’ın görevlileridir.
وَالْيَوْمِ الْآخِرِ (Va eL YaVMI eL EaPıRı) “Ve âhiret yevmine iman edenler.”
Burada “iman ederler” sözü tekrar edilmemiştir. Dolayısıyla Allah’a iman ile âhirete iman ayrı ayrı olmakla aynı zamanda bir bütün teşkil eder. âhireti olmayan Tanrı Allah değildir.Tanrısız âhiret de imkânsız bir şeydir. Bir tür hayal olmuş olur.
“Ahir” son yevm demektir. Bu dünya ilk yevmdir, bundan sonra gelen yem de âhir yevmdir. Onun sonu olmayacaktır, ebedidir demektir.
Entropinin büyümesi veya küçülmesi sözkonusu olmayacağına göre son âhiretten sonra bir yevm daha yoktur. Harfi tarifle geldiğinden kastedilen yevm bizin bildiğimiz din günü olan yevmdir. Dinin yevmidir.
Yukarıda mü’minlerden bahsedilmiş Yahudilere mukabil kullanılmıştır. Burada Allah ve âhirete iman edenlerden bahsederek Yahudileri de bu imanda toplamıştır. Mü’minlere mü’min denmesinin sebebi, dayanışma ortaklığını kurmuş olmalarından dolayıdır.
أُوْلَئِكَ سَنُؤْتِيهِمْ أَجْرًا عَظِيمًا(162) (Sa NuETiYNıHıM ECRaN GaJIyMan)
“Onlara yakında azim ecri îtâ edeceğiz.”
Yukarıda kâfirlere elim azabı hazırladığını beyan etmiş, burada ise “azim ücreti yakında vereceğini” vaat etmiştir. Yahudi alimler ile işbirliği yaparak Adil Düzeni üreten topluluğa Allah azim ecri verecektir.
“Adil Düzen” bu dünyada yakında iktidar olacaktır. Kâfirlere ise azim azab hazırlanmıştır. Belki tevbe ederler, belki başka hayır hasenat işlerler, o zaman Allah onları azaba koymayabilir. Onun için orada sadece “hazırladık” diyor. Belki de kullanılmayacaktır.
Burada ise mutlaka “ecri azim” gelecektir, Adil Düzen gelecektir.
Allah’ın mü’minlere bu dünyada verdiği en büyük nimet elbette Adil Düzenin tesis edilmesidir. Çünkü Adil Düzenin nimeti o kadar büyüktür ki, bu büyüklükte başka herhangi bir nimet bu dünyada yoktur. Adil Düzen şerri hayr eyleyen düzendir.
Demek ki bu âyetler Adil Düzen için çalışanlara en büyük müjdeleri vermiş bulunmaktadır. Yahudilere karşı nasıl davranmamız gerektiğini de izah etmektedir.
İsrail oğullarını ikiye ayıracağız; Yahudiler ve kâfirler. Kâfirlerden uzak duracağız.
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم