NÎSÂ SÛRESİ TEFSİRİ(4.sure)
Süleyman Karagülle
1958 Okunma
NİSA 126-130

 

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

وَلِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُحِيطًا(126)

وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَاءِ قُلْ اللَّهُ يُفْتِيكُمْ فِيهِنَّ وَمَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ فِي يَتَامَى النِّسَاءِ اللَّاتِي

لَا تُؤْتُونَهُنَّ مَا كُتِبَ لَهُنَّ وَتَرْغَبُونَ أَنْ تَنكِحُوهُنَّ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ  مِنْ الْوِلْدَانِ وَأَنْ تَقُومُوا لِلْيَتَامَى بِالْقِسْطِ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِهِ عَلِيمًا(127)

وَلِلَّهِ (Va Li elLAHı)  “Ve Allah’ın.”

Her şey “Allah” ındır. Başlangıçta zaman ve mekân yokken, madde ve enerji yokken, hayat ve nebat yokken, insan ve topluluklar yokken O vardı ve biz şimdi O’na ‘O’ diyoruz; Arapça ‘Hüve’ diyoruz.

O zaman arş ve kürsü var mı idi? Onu bilecek insan yoktu, cin yoktu, ruh yoktu; hâsılı bilen yoktu ki bilinen olsaydı. Demek arş ve kürsü yani beş boyutlu uzay ile dört boyutlu uzay, üç boyutlu uzay için var edildi. İşte ilk yaratılış melekût yaratılışıdır. Her şey O’nundur. “Lehu” diyoruz.

Bu dünyayı var eden, bu dünyada iyilerle kötüleri var eden, sağlık ve hastalığı koyan, gece ile gündüzü var eden, yazı ve kışı yapan hep bir Tanrı’dır ve hepsi O’nundur. O’nun mülküdür, O’nun düzeni içindedir.

İnsanlar eskiden yaz için ayrı, kış için ayrı tanrı vardır zannederek şirk etmişlerdir. Peygamberler ise bu şirkle mücadele etmişlerdir. Bu şirk hâlâ bitmemiştir.

İnsanlar Kâinatta olanları kendilerinin zannediyor ve istedikleri gibi kullanıyorlar…

مَا فِي السَّمَاوَاتِ (MAv FIy elSaMAVATı) “Semâvâtta olanlar.”

Semalar yedi tabakadan oluşur; kattan değil tabakadan oluşur. Evin katları olur, atlamalı olur, aralarında boşluk vardır. Oysa kitapları üst üste dizerseniz tabakalar olur.

İnsanlar gökleri kat kat sanmışlardır. Oysa Kur’an bunların kat kat değil, tabaka tabaka olduğunu bildirir. Bu tabakaların içinde olanlar “”dır; içinde ne varsa.

” eşya için “Men” insan için kullanılır. Ama eğer bunların ikisi birden kastedilecekse o zaman “” kullanılır. Buradaki “”ya insan, cin, melek ve ruh da dahildir.

Yedi sema yağmur, hava, aydınlık, ay, güneş, yıldızlar ve yıldız yığınları semalarıdır. Yağmur 10, hava 100, ışık 1000 km civarındadır. (.941 ile çarpılır. Ay atmosferi yer yarıçapının 50’inci katı uzaklıktadır. Güneş ay uzaklığının 400 katı uzaklıktadır. Yıldızlar 4 ışık yılı, yıldız yığınları 2 milyon ışık yılı uzaklıktadır. Kâinatın bugünkü çapı 1,34 10^10 ışık yılındadır. İşte bütün Kâinatın içinde ne varsa hepsi O’nundur.   

وَمَا فِي الْأَرْضِ (Va MAv FIy eLEaRWı)  “Arzda olanlar.”

Semâvâtta olanları ayrı, yerde olanları ayrı zikretmiştir. Bu “yer” bizim yerimizdir. Yerde olanlar farklıdır. Bizim yerimiz bizim için var edilmiştir. İleride uzayda mekan tutsak bile bizim merkezimiz daima yeryüzü olacaktır. Bu sebeple “arz”ı ayrıca zikretti. “Arz” yedi tabakadan oluşur. Canlı tabaka, su tabakası, toprak tabakası, kaya tabakası, gaz tabakası, sıvı tabaka, katı tabaka; bunlar da arzda olanlardır.

Merkezdeki katı tabakada atom bombasına benzer bir parçalanma olmaktadır. Bu sayede yerin içi sıcak kalmakta, dolayısıyla yer soğumamaktadır. Bir taraftan güneş, diğer taraftan içten gelen ısı yeryüzünün sıcaklığını 0 ile 40 derece arasında tutmaktadır. Hayat da bu sıcaklıkta olmaktadır.

Yeryüzü” suyu ve toprağıyla, dağları ve ovalarıyla, yazı ve kışıyla, gece ve gündüzüyle özel şartlara sahip bir klima durumundadır. Su tabakası 10 kilometre, toprak tabakası 100 kilometre, kaya tabakası 1000 kilometredir. Üstümüz örtü, altımız döşek üçer tanedir ve kalınlıkları ayrıdır. Sıvı magmanın iki katı, katı onların iki katı. Allah gökleri de yeri de standart ölçülerde yaratmıştır.

İçinde olan canlılar ve insan bu “” içine dahildir. Melekler ve ruhlar bâtın âlemde varlar. Cinler ve insanlar zâhiri âlemde vardır. İnsan soğuk âlemde, cin ise sıcak âlemde bulunur.

وَكَانَ اللَّهُ (Va KANa elLAHu)  “Allah bulunmaktadır.”

Kâne” tam fiil olarak ‘sâre/oluştu’ anlamındadır. Buradaki “Kâne” o manâdadır.

Kâne” bir de manâyı fiflfir. Türkçedeki bulunmak anlamındadır. “Ahmet çalışkandır” dersek, bu Ahmet’in her zaman çalışkan olduğunu ifade eder. Ama “Ahmet çalışkan bulunmaktadır” dediğimiz zaman, onun çalışkanlığını teyit eder; başka türlü bir durum olmadığını, aksini iddia edenlerin hatalı olduklarını anlatılır.

Kur’an bir çok yerlerde “Kânellahu” ifadesini kullanmaktadır. Aksini düşünenlerin veya şüphe edenlerin hata ettiklerine işaret etmektedir.

بِكُلِّ شَيْءٍ مُحِيطًا(126) (BiKulLı ŞaYEın MUXIyOan) “Allah her şeyi muhıt bulunmaktadır.”

Göklerde ve yerde her ne varsa; iyi ve kötü, yılan da kurbağa da, aslan da öküz de, mikrop da insan hücreleri de, şeytanı da meleği de; Yazı ve kışı, geceyi ve gündüzü, küfrü ve imanı, hayatı da ölümü de hep Allah yaratmış ve onların hepsine âlemin nizamında yer vermiştir.

Mikroplar sağlığın bekçisidir. İnsan kendi sağlığına bakmazsa mikroplar onu yola getirirler. Yaşlanan vücudu ortadan kaldırmak da mikropların işidir. Böylece yenilere yol açılır.

Türkiye’de futbol federasyonu vardır. Kulüpler ona bağlıdır. Bu kulüpler sahada oynarlar. Oynamak için karşı kulüp olmalıdır. Karşı kulüp olmadan futbol oynanamaz. Allah aynı şekilde insan kulüplerini var etmiş, karşılıklı oynatmaktadır. Bu kulüplerin kimi iyilik sahasında oynamakta ve kötülüklere gol atmaktadır, kimi de kötülük kulübünde oynamakta ve onlar da iyilik sahasına gol atmaktadır. Bizim iyilik oyununu oynamamız için karşımızda kötülük takımı olmalıdır. O takımda ve bu takımda hep gönüllüler yer aldılar. Orasını boş bırakmadılar. İblis insana karşı üstünlük taslamasaydı bizim yanımızda yer alırdı. Ama Allah orasını yine boş bırakmazdı, yeni şeytanlar var eder ve mutlaka yeryüzünü şeytansız bırakmazdı.

İşte “Allah her şeyi muhittir” demek, kâinatın düzeninde bir zerre bile O’nun izni ve takdiri dışında kımıldayamaz demektir. O olaylara hâkimdir. İktidar O’nun elindedir. Her şey O’nun takdirinde ve bilgisinde olmaktadır. Mü’minler, Adil Düzenci mü’minler bu gerçeği bilmelidirler ve kendilerine verilen vazifeyi kendi yetkileri içinde yerine getirmelidirler. Şeytana kapılıp Adil Düzeni zorla kabul ettirme gibi bir gayrete gitmemelidirler. Herhangi bir içtihadımızı yaparken geniş düşünmemiz gerekmektedir.

Biz mikropları ortadan kaldıramayız; kaldırsak da pek yararlı bir iş yapmamış oluruz. Aynen bunun gibi; biz yeryüzünden fitneyi de yok edemeyiz. Ama o fitneyi sâlih amelimizle ve sağlıklı vücudumuzla etkisiz hâle getirmeliyiz.

وَيَسْتَفْتُونَكَ (Va YaSTaFTUvNaKa)  “Senden fetva isterler.”

Faty” kefe demedir. Daha doğrusu kefeye konan maldır. Bir tarafa belli bir taş konur, diğer tarafa mal konur, böylece tartılır. Senden terazi taşı istemektedirler. Yani; öyle bir şey, öyle bir taş ver ki, biz kefeye koyduğumuzda malımızı onunla doğru tartalım.

Allah Kur’an’da sadece misaller vermiş, kalanları fetva ile yani karşılaştırarak ölçülendirmeyi öğretmiştir. Tartma da bu alanın içine girer. Kadınların durumunu sual ediyorlar.

فِي النِّسَاءِ (Fı elNiSAEı)  “Niâsda”

Nisâ” kadın demektir. Küçük kızlar da buna dahildir. Hattâ erkek çocuklar bile nisâdan maduttur.

Ava veya savaşa gidenler ancak güçlü erkekler olurlar. Kalanlar geride çadırlarda veya evlerde bırakılır. Ava veya savaşa katılmayanların adı “Nisâ”dır. Tekili yoktur.

“Bunlar hakkında fetva istiyorlar.”

Kıyas yapalım mı? Onları da hukukta erkeklerle eşit mi tutalım? Aynı kefeye mi koyalım? diyorlar.

قُلْ اللَّهُ يُفْتِيكُمْ فِيهِنَّ (QuLı elLAHu YuFTiKuM FIyHInNa)  

“Allah size onlarla ilgili fetva veriyor diye kavlet.”

Onları erkeklerle karşılaştırarak onların görev ve yetkileri belirlenir. Evlerde yaşarken asıl olan kadınlardır. Evlerdeki esas işler kadınlara aittir, yetkiler de onlarındır. Orada erkeğin görevi ve yetkileri kadınındır. Dışarıda yani savaşta ve üretimde esas görevler erkeklere aittir.

Kadının hukuku erkeğin hukukuna kıyas edilerek verilecektir. Kişi olarak kadın ve erkek eşittir. Bedenî yaratılışlarından dolayı kadınlara verilen görev başka, erkeklere verilen görev başkadır. Göreve göre yetkiler verilir, yetkilere göre sorumluluk var ve sorumluluklara göre de haklar vardır.

وَمَا يُتْلَى عَلَيْكُمْ (Va MAv YuTLAy GaLaYKuM)  “Size tilâvet olunan.”

Bu sûrenin başında, yetimler hakkında kıst yapamayacaksanız; kadınlarla iki, üç, dört ile evlenin ve mihirlerini verin denmişti. Orada da bir yaratıcılık vardır. Toplulukta kadının kocasız kalması üremede bir eksikliktir. Bir kadın on erkekle evlense üremede bir artma olmaz, bun karşılık bir erkek on kadınla evlense bütün kadınlar çocuk doğurur. İşte kıyaslama böyle yapılacaktır. Burada evlenmeyen erkeklere zulüm yapılmaktadır. Ama erkeklik demek yarış demektir. Nitekim böyle bir yarış sonunda milyona yakın spermden de yalnız biri insan olma şansına erişir. Oysa yumurta normal olarak döllendiği zaman çocuk olma şansına sahiptir.

فِي الْكِتَابِ (FIy eLKiTAvBi)  “Kitab’da”

Yani Kur’an’da size ne okunmuşsa orada da kıyas geçerlidir.

Yani orada söylenen hükümlerde kadınların hakları ve erkeklerin görevleri anlatılmıştır; buna karşılık erkeklerin hakları ve kadınların görevleri ortaya çıkar. Denge korunmalıdır.

Bir savaş düşünelim. Erkekler savaşa gidecekler. Savaşta kimi ölecek, kimi de sağ kalacaktır. Kadınlar kocasız, erkekler ise savaşı kazanmış. Dengenin sağlanması için erkeklerin çok olarak evlenmeleri gerekir. Burada gözetilen yetimlerdir, çocukların yetişmesidir. Temel felsefe doğmuş olanların, ilkah olunanların hukuku korunacaktır. Kadınlar onları büyütecek; erkekler de onları destekleyeceklerdir. “Kitab’da” yazılan budur. “Kitab” marifedir. Her sûre bir kitabdır. “Kitab”dan maksat Nisa Sûresi’nde anlatılanlardır.

فِي يَتَامَى النِّسَاءِ (FIy YaTAMAy elNISAEı)  “Nisânın yetimlerinde.”

Sûrenin başlarında yetimlerde adaleti gözetemeyecekseniz iki, üç, dört evlenin deyince, yetimlerin kendileri ile nikâhlanın şeklinde anlayanlar olmuştur. Biz bunu orada reddetmiş ve yetimlerin anaları ile evlenin, böylece onlar üvey çocuklarınız olsun ve kendi çocuklarınız gibi onlara adalet edin şeklinde yorumlamıştık. Yani; topuluk yetimleri kendi çocukları gibi büyütemeyecekse, annelerini evlendirip onlar aracılığı ile yetimlerin hukukunu koruyunuz demek olur, demiştir. İşte bu âyet bizim o yorumumuzu teyit etmektedir.

Nisânın yetimlerinde” denmektedir. Ne demek “nisânın yetimleri”? Bir şeyde muzaf muzafın ileyhten farklıdır. Öyleyse buradaki “kadınların yetimleri” demek, kocalarını kaybetmiş kadınların yetimleri demektir. Yetim kız veya erkek olabilir. Bir de kadından yetim kalırsa yani çocuğun anası ölürse ne olacaktır? O zaman da babalar o kadının yakını olarak evlenmemişi varsa, mesela baldızı varsa, onunla evlenmeye teşvik edilmiş oluyor.

اللَّاتِي لَا تُؤْتُونَهُنَّ (elLAvTIy Lav TuETuNaHunNa)  “Onlara îtâ etmediniz.”

Kadınlara mihir vermek farzdır. Ancak mihir iki türlüdür; mihri müeccel ve mihri muaccel.

Muaccel mihiri peşin olarak ve duhulden önce ödersiniz. Onu ödemezseniz kadın kendisini teslim etmez. Müeccel mihir ise boşanma esnasında istenecektir. Boşanma olmazsa ölünce ödenir.

Burada “vermediğiniz” ile müeccel mihirden bahsetmektedir.

مَا كُتِبَ لَهُنَّ (MA KuTiBa LaHunNa)  “Onlara kitabet ettiğinizi.”

Yani mihri müecceli îtâ etmemişsiniz. Burada mihrin yazılması gerektiğine de işaret etmektedir. Yani, nikah mukaveleye dayanır ve orada müeccel ve muaccel mihirler yazılır. İleride nizalarda bu yazılı mihir hakemler için çok önemlidir. Böylece bu âyette bir taraftan peşin ödenen mihrin hükümlerini getirmektedir, diğer taraftan mihrin genel olarak yazılı olması gerektiğine işaret etmektedir. Yoksa “Elmektûbu lehunne” denirdi. “” harfi ile geldiği için mihrin değişik olduğu da belirtilmiş olmaktadır. Serbest anlaşmaya tâbidir. “Bi emvâliküm” âyetine dayanılarak asgarisi şeriatça belirtilmiştir, azamisi belli değildir.

وَتَرْغَبُونَ أَنْ تَنكِحُوهُنَّ (VaTaRĞıBUvNa Ean TaNKiXUvHunNa)  

“Onlarla evlenmeye rağbet gösterseniz.”

Buradaki zamir yukarıdaki zamirden farklıdır. Yani, eski kadınların mihirlerini peşin vermediğiniz halde, ikinci kadınlarla evlenme arzusunda olursanız, bu hususta kıyas yapınız.

Bir defa eskisinin mihri ile yensinin mihri arasında kıyas yapılabilir mi? Bir kimse ikinci kadınla evlendiği zaman bir defa birinci kadının mihri müeccel olur. Eski karısı ayrılmasa bile mihrin tamamını peşin isteyebilir. Burada bir soru daha ortaya çıkıyor. Birinci kadına çok mihir ödemişken, ikinci kadına az mihir ödeyebilir. Ama birinci kadına az mihir, ikinci kadına çok mihir ödeyebilir mi? Muacceliyet bakımından eski karısı korunmuş olduğuna göre, kıyas yoluyla yenisine verdiği mihir kadar eskisine de vermek zorunluluğu vardır demektir. Bu hususta da fetva verilecektir. Adalete uyulacaktır.

وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنْ الْوِلْدَانِ (Va eLMusTaWGaFIyNa MiN eLMüSTeDGFıNe)  

“Vildandan müstedaflar hakkında da.”

Müstedaflar hakkında da Allah kıyas yapmanızı emretmektedir. Yani, anne babası olduğu veya yetim kaldığı halde hukuku korunamayan küçükler hakkında da anne babasına karşı bazı tedbirlerin alınması gerektiğini de bu âyet bize bildirmektedir. Bunlar da yetimlerle kıyas edilerek hakları korunacaktır. Bu nasıl sağlanacaktır? Çocuklar üzerinde babanın velayet, annenin hıdane hakları vardır. Bu haklar anne ve baba olma bakımından olmuş fıtrî haklardır. Çocuk üzerinde velayet ve hıdane için bir karara gerek yoktur.

Ancak, çocuğun diğer akrabaları anne veya babasının çocuk üzerinde velayet veya hıdane haklarını kullanmadığını tesbit ederlerse, Hakemlere giderek velayet hakkını ıskat edip kendileri velayet veya hıdane hakkını alırlar. Mesela, çocuğunu okutamayan velinin elinden velayet hakkı alınarak ona en yakınına verilir.

Kimler velayete daha yakındırlar?

  1. Baba ölmüşse onun babası, böyle gider.
  2. Oğul (akıl hastası için) ve oğulların oğulları.
  3. Babadan kardeşler.
  4. Babanın veya onun babasının kardeşleri.
  5. Babadan erkek kardeşin oğlu ve onun oğlu.
  6. Bundan sonra benzer sıra ile araya kadın giren erkeklerin annenin babası yahut kızın oğlu, kızkardeşin oğlu gibi.

Hıdane hakkı da şöyledir.

  1. Annenin annesi ve onun annesi.
  2. Kız ve kızın kızı.
  3. Anadan kız kardeşler.
  4. Annenin veya onun annesinin anneden kardeşleri.
  5. Kızkardeşin kızları.
  6. Bunlar yoksa, benzer şekilde araya erkek girmişse onlara hıdane hakkı geçer. Yani, babanın annesi, oğulun kızı, erkek kardeşin kızı gibi.

Aynı yerde birden fazla kişiler varsa, seçimlerde yakın varken uzak hak sahibi oalmaz. Baba varken dede veli olamaz. Kardeş varken yeğen söz sahibi olamaz. Bu birinci kuraldır. İkinci kural, araya başka cins girmemiş varken, cins değişenler velayet veya hıdane hakkına sahip olamaz. Annenin annesi babanın annesine tercih edilir. Hattâ kızkardeş erkek kardeşe tercih olunur. Anne babadan olmak farklı bir hukuk doğurmaz. Eğer aynı yerde kardeşler veya oğullar gibi çok kimseler varsa, velayet ve hıdane hakkı en yaşlıya aittir, velayet ve hıdane hakkı tecezzi etmez. Yakınlar her zaman hakemlere gidip hakkını kötü kullananın elinden alabilirler. Okuma çocuğun hakkıdır, okutmayan baba karşısında okutan varsa velayet hakkını kaybeder.

وَأَنْ تَقُومُوا لِلْيَتَامَى بِالْقِسْطِ (Va En TaQUvMUv Li elYaTAMAy BilQiSOi)  

“Ve yetimler hakkında kıst ile ikama etmenize fetva veriyor.”

Yukarıdaki âyetler velayetin kime tevcih edilmesini, burada ise velilerin “kıst ile kaim olmalarını” istiyor. “Kaim olmak” demek, kayyumluk yapmak demektir. Kayyumların hükmü vardır. Yani yetimler üzerinde kıyam sözkonusudur. Kıst ile kıyam yapılacaktır demektir.

Bir kimsenin babası ölünce yetim olur. Onun malları durdurulur. Baliğ olduğu zaman malları aynen kendilerine iade edilir. Buradaki önemli hüküm şudur. Bugünkü hukukta bu yoktur. Kayyum yetimin mallarını aynen iade etmekle yükümlüdür. Baliğ oldukları zaman mamelek aynen çocuklara verilir. Malları kayyum yönetir. Taşınmazlar bir işletme olarak kayyuma teslim edilir. Bunun için şu hükümler vardır.

  1. Taşınmazlar eğer üretim tesislerinden ise cirodan kiraya verilir ve gelir getirir. Gelen gelirle önce yapının onarımı yapılır, artan hisse sahiplerine bölüştürülür. Kayyum artan kısımdan bir pay alır. Kiraya verilen taşınmazlara kiralayanlar yeter ciroyu sağlayamazlarsa kira akdi feshedilir.
  2. Mesken gibi gelir getirmeyen evler de komisyonculara kiralanır. Elde edilenlerle bakımları yapılır, artan kısım hisse sahiplerine bölüştürür.

Taşınırlar, para ve tüketim malları bağımsız olarak kiraya verilemez. Ancak tesislerle beraber ham madde olmak üzere karzı hasen statüsü içinde verilebilir. Tesis yeter kira getirmezse onlar da işleticiye karzı hasen olarak verilir. Yetimlerin malları böylece aynen korunmuş olur. Yetimler bu gelirlerini harcayabilir; vasi onları harcar. Bunun için de iki yol tutulabilir. Kayyum kendi payını alır ve kalanını yetimlere harcar. Yahut kendi gelirleri ile yetimlerin gelirlerini birleştirir ve kendi çocukları ile birlikte aynı aile içinde yaşarlar. O zaman çocukları ile yetimler ailenin ferdi olarak aynı muameleyi görürler.

Yetimler için başka bir hak da devlet ve il bütçelerinden on ikide bir yetimlere ayrılır. Bunlar yetimlere bölüştürülür. Kayyuma verilir. Kayyum beraber oturuyorsa kendi çocukları ile paylaşır, oturmuyorsa harcama payını alarak yetimlere harcar. Burada adil davranmak zorundadır.

İslâmiyet’te yetimhaneler yoktur. Böyle yerler yetimleri cemiyetten tedric eder, yetim aile sevgisinden mahrum bir şekilde topluluğa karşı yetişmiş olur. İslâmiyet’te bunun yerine şu ilke kabul edilmiştir.

Çocuğa babası nafakasını temin eder. Eğer babası bu hususta sıkıntı içinde ise baba maddeten desteklenir; çocuk yetiştirdiği için desteklenir. Çünkü çocuk 15 yaşına kadar babasınındır, ama 15 yaşından sonra artık o topluluğun yükümlü üyesi olacaktır. O hadle topluluk onu desteklemek zorundadır.

Çocuğu yetiştirme sorumluluğu yalnız babasına bırakılamaz. Ama sorumlu babadır. Çocuğa direkt yardım yerine babasına yardım etmek gerekmektedir. Fakirlik payı bölüştürülürken, bu sermaye desteği olduğu için çalışanlara verilir. Her çalışan bir fakirdir. Çocuklar burada sayılmazlar. Çalışan başına servet hesap edilir. Bir ailede beş kredi alıp çalışan varsa, o ailenin serveti üçe bölünerek kaydedilirler. Nisap böyle hesaplanır.

Bu husus “Adil Düzen Anayasası”nda yer almıyor. Yerleştirmelisiniz.

Buna karşılık yoksulluk hesabı yapılırken bir mutfaktan ortak olarak yiyenlerin gelirleri esas alınır. Aile nüfusuna bölünür. Gelir ortalaması böyle bulunur. Yoksulluk ve fakirlik sıralamaları böyle yapılır. Yoksul ve fakir böyle tesbit edilir. Birlikte yaşayan insanların başkanı kim ise ona bu pay tesbit ettirilir.

Dolayısıyla içlerinde yetim veya yaşlı, doğuştan sakat veya sonradan çalışamaz hâle gelenler bir arada ortak olarak aile içinde yaşarlar. Çocuklardan kim en çok muhtaç ise anne babalarına o bakar, kendi ailesinin de refahını sağlamış olur. Hattâ çocukların hepsi zengin ise ve böyle muhtaç akrabaları varsa, yaşlılar onların yanında olmayı tercih edebilirler. Böylece onlara da destek olmuş olurlar. Yetimler de daha çok böyle kimselere bırakılabilir. Böylece önemli bir denge oluşmuş olur. Hem akrabalık hem de yardım sağlanır.

Genel kuralı her zaman tekrar ediyoruz. Yaşlılara bakma kadınlara aittir, nafaka temini ise erkeklere aittir. Yaşlının arzusu ve gelinin isteği ile oğlanın yanında kalabilir. Yaşlılara kızları bakarlar. Yaşlı erkekler ise evlendirilirler ve onlara da eşleri bakar. Doğal olan budur. Yoksul yaşlılar mihri alarak yararlanır, yaşlı da mahremi tarafından bakılır.

Bu âyetin bize öğrettikleri şudur. Herhangi bir müessese tesis edilirken kıyas yoluyla dengelenmelidir. Proje adalet ve kısta uygun olarak düzenlenmelidir. Hazreti Peygamber aleyhisselâm sünneti ile bunu yapmıştır. Mezhepler de böyle oluşmuştur. İlk baktığınız zaman fıkıhtaki hükümlerin çoğu Kur’an’da yoktur sanılır. Oysa istihsan ve kıyas yoluyla müesseseler Kur’an’ın hükümlerine göre oluşturulur. Nisâ Sûresi kıyasın ve istihsanın kurallarını öğretmektedir. Bu âyetteki ‘fetva verir’ cümlesi ilk bakışta eksik cümle gibi gelir. Oysa âyet bu konularda kıyas yapılmasına fetva verir demektir.

وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ (Va MAv TaFGaLUv Min PaYRın)  “Hayırdan neyi fi’lederseniz.”

Fetva kısmı soruluyor ve Allah şu konularda fetva veriyor diyor. Ama ne fetva verdiğini söylemiyor.

“Fetva veriyor” demek, size fetva öğretiyor demektir. Nerede öğretiyor? Allah’ın kitabında yetimler hakkında adaleti gözetmeyeceksiniz hükmünde fetva vermiş oluyor. Oradaki hükümle yasa yapılacağını söylüyor ve onları şöyle ayırıyor:

  1. Kadınlar hakkında fetva veriyor. Onların haklarını erkeklerin haklarına kıyas ederek tesbit edin, istihsan yapın.
  2. Mihirlerini tecil ettiğiniz kadının üzerine ikinci kadın alınırsa, onun mihri hakkındaki hükümler kıyas ve istihsan yoluyla tesbit edilecektir.
  3. Vildandan müstedaf olan hakkında hükümler kıyas ve istihsanla tesbit edilecek.
  4. Nihayet yetimler arasında kıst yapılacak, bu da kıyas ve istihsanla tesbit edilecektir.

Kıyasla hükümler tesbit edilirken müesseseler geliştirilecektir. Proje geliştirilecektir. Mesela yetimler üzerinde vasi tayini vesayet müessesesidir. Malların mevkufen yönetimi yetim malları için geliştirdiğimiz bir müessesedir. Hakemlik müessesesi bir proje ile geliştirilmiştir. Hakemlerden birini bir taraf, diğerini diğer taraf seçer diyoruz. Bu Kur’an’da vardır. Ama baş hakem yoktur. Âyette la tüldü ,la elhukakmı denmiştir. Orada çoğuldur. O halde hakemler en az üç kişidir. Bunun hakemlerden seçilmesini biz içtihad ediyoruz. Diyoruz ki; bu hakemlerin hakemidir. Hakemler anlaşamadıkları zaman bir bilene soracaklar, bu da baş hakemdir.Sonra diyoruz ki; baş hakemlikte anlaşamazlarsa onların hakemlikleri düşer. Kendilerine hakem seçemeyenler başkasına nasıl hakem olacaklar? “Emaneti ehline tevdi ediniz” âyeti bunların hakemliklerine mânidir. Görülüyor ki âyetlere dayanarak hakemlik müessesesini oluşturduk. Bunu yapmak fetva vermek demektir.

Allah böyle fetva verenleri, Allah’ın mü’minleri yetkili kıldığını burada belirtiyor. “Size fevte veriyor”, benim adıma size fevte verme yetkisini veriyor demektir. “Sizi ifta ediyor” demek, sizi müftü tayin ediyor demektir. Başka türlü neye fetva veriyor diyemeyeceğimize göre ifadeyi manalandıramayız.

İşte içtihat müessesesi ile böyle müesseseler kurup onları işler hâle getirmek bir hayırdır.

Burada çok önemli bir hususu öğreniyoruz. Bir arabanın lastiği patlar, onun nasıl giderileceği de bir içtihattır. Ama bu fetva değildir. Suale cevaptır. Ama bir arabayı düşünerek ona lastik icad etmek ve böylece tekerlekleri dengelemek itfadır ve böyle proje yapmak hayırdır. Bir su pompası yapman ne kadar hayır ise; bir terörü önleyen müessese kurmak da o kadar hayırdır. “Hayırdan ne yaparsanız” deniyor.

فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِهِ عَلِيمًا(127) (Fa EinNa EallAHe KAvNa BiHi GaIyMan)  “Allah onu bilmektedir.”

Müslümanların bir türlü anlamadıkları hususlar vardır. İyi veya kötü kim bir karar alır ve fetva verir, onu nizam hâline getirirse, hepsi Allah’ın bilgisindedir. O’nun izni olmadan kimse bir şey yapmak şöyle dursun, düşünemez bile. Şimdi Mustafa Kemal’in inkılâplarını sıralayalım.

a) Hilafeti kaldırdı, b) Saltanatı kaldırdı, c) Medreseleri kapattı, d) Tarikatları kapattı, e) Arapça harfleri yasakladı, Latin harflere geçti, f) Ahkâm-ı şer’iyyeyi lağvetti, medeni kanunu getirdi, g) Tatili Cuma’dan Pazar’a çevirdi. h) Zorla İslâmî kıyafeti değiştirdi. i) Ölçü ve tartıları Batılılarla birleştirdi. j) Saati ve takvimi miladiye çevirdi. k) Toplantılarda bağdaş ve diz çökme yerine, masa ve koltuk sistemini getirdi, l) Faizi serbest bıraktı, m) İçkiyi serbest bıraktı, n) Kumarı serbest bıraktı.İşte bütün bunlar Allah’ın izni ve takdiri ile olmuştur, O’nun bilgisi dahilindedir. Peki, Mustafa Kemal’in burada sorumluluğu var mıdır? Bunları hangi amaçla yaptı?

Amacı Türkiye’yi dinsizleştirmek ve ahlâksızlaştırmak ise cehenneme gider. Türkiye’nin gelişmesi için şarttır diye düşünmüşse cennete gidebilir. Çünkü sorumluluk niyet iledir. Niyetini de yalnız Allah bilir. Ama yaptıklarına baktığımızda, Allah’ın istediğini yapmıştır. Türkiye için onlar gerekli idi.

Benim yorumlar böyledir. Ben burada yorumlar yapıyorsam, yanlış yorumlar yapıyorsam, küfre giden yorumlar yapıyorsam, bu yaptıklarımla Kur’an’a saldırıyorsam; bunlar Allah’ın izniyle olmaktadır. O öyle istediği ve öyle olması gerektiği için bunu yapıyorum. Ben burada günah mı kazanıyorum, yoksa sevap mı kazanıyorum? O mesele benim kastıma ve düşüncelerime bağlıdır. Tabii bunu sadece ben ve Allah bilebilir.

Ben de düşüncelerimi sizlere açıklıyorum. İslâmiyet’i babamın baskısı ile çok küçük yaşta öğrenmeye başladım. Bir ara dinsizleşmiştim. Orta okuldan sonra Ömer Rıza Doğrul’un Tanrı Buyruğu kitabını okuduktan sonra araştırmaya karar verdim. Ondan sonra ‘bana göre günah olanı’ yapmamaya çalıştım. Kızsam da insanlara küfretmem. İçki zaten içmiyordum ama sigarayı ağzıma alıyordum; artık bana göre haramdır diye sigarayı bir daha ağzıma almadım. Kumar ve şans oyunları oynardım, liseden sonra oynamıyorum. Beş vakit namazlara liseden beri devam ediyorum. Zaman zaman kendi kedime soruyorum; acaba ben gerçekten Allah’a inanıyor muyum? Kimsenin görmediği yerde günah işlememeye çalışıyorum, tenha yerlerde de namazlarımı kılıyorum. Makamda gözüm yok, servette gözüm yok, şöhrette gözüm yok. Ben kendimi samimi olma veya olmama konusunda devamlı kontrol altında tutuyorum. O zaman benim yazdıklarım hatalı da olsa, ben sevap alacağıma inanıyorum, onun için bunları yazıyorum. Allah’tan korktuğum içindir ki asla takiyye yapmıyorum, kimsenin hatırı için tek cümle söylemiyorum. Bu sebeple çok yakın mesai arkadaşlarımı da zaman zaman kırıyorum.

O halde ne yaparsak yapalım Allah bilmektedir. Her şeyi O’nun talimatı ile yapmaktayız. Her birimizin görevi nedir? Her söze kulak verip ondan sonra kendi aklımızla onların içinde ahsenini seçmektir. Bana inanmayacaksınız, kendi aklınıza inanacaksınız. Ben yazıyorum, sizlere veriyorum, düzeltiyorsunuz, basılıyor. Sonra yokluyorum ki birçok yanlış fikirlere ve cümleler var. Rahatsız olmuyorum. Okuyucuların dikkatli okumaları gerekir. Âhirette kimse ‘ben bunu Süleyman Karagülle’nin kitabında okudum ve kabul ettim’ diyerek kendisini kurtaramaz. Senin aklın nerede idi derler. En yanlış kararı almış olsanız bile, eğer sonunda ‘ben bunu böyle içtihat ettim’ derseniz, size geç cennete derler. Ne kadar kolay bir din, değil mi? Aklını kullan yeter.

“Allah alîm bulunmaktadır.” “Alîm” burada nekiredir. İçtihat yapacaksınız ama içtihadınız açık olacak, herkes içtihadınızı bilecek. Sözleşme yapacaksınız ama  sözleşmeleriniz açık olacak, herkes bilecek. Hem başkanın istişare ve kararları, hakemlerin muhakeme kararları hep açık olacak, hem de bunların hepsi kayda geçecektir. Bunun yararı nedir? Bunun yararı çok önemlidir. Ben senin içtihadını bilirsem seninle ona göre görüşmeler, konuşmalar ve işler yaparım. Ben seni bilmezsem seni ilaç zannederim ama sen zehir olabilirsin; ilaç iken de ben seni zehir sanabilirim. Kuralsız bir dünyada yaşamış oluruz.

Aslında Kur’an şeriatı getirmemiştir. Getirdikleri de tavsiye mahiyetindedir. Tanımlayıcı hükümler içerir ama şu kuralları getirmiştir. a) İçtihat yap, kendi hayatının kurallarını kendin istediğin gibi koy ama bunu bir defa alenen yap, herkes duysun; ikincisi değişinceye kadar o kurallara uymak zorundasın. Kuralları ben koydum diye kendini serbest bırakamazsın. Kuralları koyarken Allah’ın halifesi olarak koydun. Şimdi o kurallara uymak da Allah’ın hukuku olduğundan dolayıdır. b) Sözleşmeler yapmak ve sonra değiştirmek hakkınızdır ama sözleşme yürürlükte iken taraflar ona uyacaklardır. Halk da bunlar şöyle yapıyor diye bilecek ve onlar da ona göre sizinle ilişki kuracaklar. c) Eğer bir konuda anlaşmanız gerektiğinde anlaşır ama çözümünüzde anlaşamazsanız; o zaman ortak vekil seçersiniz, o sizinle istişare eder, sonra size vekâleten karar alır. Bu karar da sizin ittifakla aldığınız karardır. Buna ‘istişare kararları’ denir. d) Nihayet, aranızda niza çıkarsa, geçmişle ilgili bir hesaplaşma sözkonusu ise hakemlere gidersiniz.

Bunlar açık olacak, bunlar yazılı olacaktır. Bunun için de bir fetva işlemi yapmanız gerekmektedir.

Hukuk düzeni bucakta kurulur. Herkes kendi bucağında içtihat yapar, sözleşme yapar ve yaşar. Dolayısıyla içtihatlarını yapar ve Ramazan Bayramı’nda bucak başkanına teslim eder. Bucak başkanı Ramazan Bayramı’nda bu içtihatları ve icmaları yayınlar, halka duyurur. Bu hutbe ile olur, televizyon ve radyo ile olabilir, kitapla olur, internetle olabilir. Kurban Bayramı’na kadar bu içtihatları iptal ettirmek için hakemlere gidebilirler. Kurban Bayramı gelince kesinleşmiş hükümler yayınlanır ve ondan sonra yürürlüğe girer.

Şeriatla ilgili içtihatlar böyledir. Ama fıkıhta içtihadını değiştirdiğin anda nefsin için uygulayabilirsin, ancak başkaları Kurban Bayramı’nda yeni şeriatla halk sizi tanımak zorundadır.

Ehli zikr olanlar bucakta içtihat yaparlar, onların icmaları orada oluşur. Fakihler il içinde yaparlar, onların icmaları il içinde geçerlidir. Râsihler kendi kavimlerinde içtihat yaparlar ve icmaları da kendi ülkelerinde geçerlidir. İnsanlık içinde mezhepler oluşur. Mezheplerin içtihatları geçerli olur. İcma da mezheplerin ittifakıdır.

Kur’an’ın müesseselerini fıkıhta ele almışlar, mütegallibe saltanat nedeniyle müesseseler hâline gelmemiştir. İşte bu âyet ile bize bunları yapmamızı da emretmektedir. Bu hükümleri nereden çıkarıyoruz? Kur’an’ın size fetva veriyor deyip neyi fetva verdiğini bulmayı bize bırakmış olmasından çıkarıyoruz.

Allah’ın izniyle Adil Düzenciler bu fetva müessesesini çalıştırırlar.

Bu âyet Müslümanların görevlerini genişletiyor ama imkânlarını da veriyor.

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم  *    وَإِنْ امْرَأَةٌ خَافَتْ مِنْ بَعْلِهَا نُشُوزًا أَوْ إِعْرَاضًا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا أَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًا وَالصُّلْحُ خَيْرٌ وَأُحْضِرَتْ الْأَنفُسُ الشُّحَّ وَإِنْ تُحْسِنُوا وَتَتَّقُوا فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا(128) وَلَنْ تَسْتَطِيعُوا أَنْ تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَاءِ وَلَوْ حَرَصْتُمْ فَلَا تَمِيلُوا كُلَّ الْمَيْلِ فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِ وَإِنْ تُصْلِحُوا وَتَتَّقُوا فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ غَفُورًا رَحِيمًا(129)

وَإِنْ يَتَفَرَّقَا يُغْنِ اللَّهُ كُلًّا مِنْ سَعَتِهِ وَكَانَ اللَّهُ وَاسِعًا حَكِيمًا(130)

وَإِنْ امْرَأَةٌ خَافَتْ (Va EıN iMRaEaTun PAvFaT)  “Bir kadın havf ederse.”

Aile “kadın” üzerinde kurulur. Kocaları ölen kadınlardan bahsederken ‘evlerinde bir sene daha otursunlar’ diyor, evleri kadına izafe ediyor. Çok evleri olan erkek her kadına ayrı ev açar ve ev kadına aittir. Burada da “kadın kocasının kocalık görevini yerine getiremeyeceğinden korkarsa” denerek, evlilik yularını Kur’an kadına vermiştir. Ailenin sahibi kadındır. Erkek ailenin kâhyası yanı ailenin kayyumudur. Dolayısıyla ailenin durumunda bir aksama olursa, bunun üzerinde durma ve düzeltme görevi ve yetkisi kadına verilmiştir.

Havf etmek” endişe duymak demektir. Allah’tan havf etmek de bu demektir. Yani; ‘ya Allah benim bu yapacağımdan hoşlanmazsa’ deyip O’nun rızasını aramaktır.

Burada “imrae”den evli kadın olarak bahsetmektedir. Sonra kocası şeklinde ifade kullandığı için buradaki “mer’e” kocası olan kadın demektir. Buna zarureten tahsis denmektedir. Kadın çocuğu doğurup büyütmekle mükelleftir. Asıl meyve veren odur. Erkekler ağacın yaprakları gibidir. Dallar kabile ve şa’b, gövde yönetimdir. Devlet ise kökler mesabesindedir. ‘Devlet hâdimdir’ ifadesi bunu açıklamaktadır.

مِنْ بَعْلِهَا (MıN BaGLıHAv)  “Ba’linden havf ederse.”

Ba’l” koca demektir. “Zevc” eş demektir. Hem kadın için hem de erkek için söylenir.

“Zevce” tabiri Türkçede kullanılsa da fasih Arapça değildir. Arapçada dişilik ve erkeklik dilde vardır. Ancak bu kadın ile erkeğin eşitsizliği anlamında değildir. Gerçekten kişi ifade eden “Nefs” müennes olduğu halde erkekler için de kullanılmaktadır. “Zevc” kelimesi erkek olduğu halde, kadınlar için de kullanılmaktadır. “Mer’” ve “Mer’e” ise kadın ve erkek olarak gelmektedir.

Ba’l” koca demektir. Kur’an’da “Ba’l” karşılığı kadın için bir kelime yoktur. “Ricâl” karşılığı “Nisâ” vardır ama “Recül” karşılığı “Nisâ”nın müfredi yoktur. Bu erkeklerin üstünlüğünden değil, erkeklerin aile içinde ikinci derecede olduğu anlamına gelir. Mesela, evde hizmetçinin adı vardır ama ev sahibinin bir adı yoktur. Ev kadının olduğu için erkeğin kayyum olarak adı vardır, ama asıl sahibi olan kadın için karşılığında bir ad yoktur.

نُشُوزًا (NuŞUvZan)  “Nüşuzdan”

Neşz” kelimesi “Neşr” kelimesi ile akrabadır. Dağılmak, yayılmak demektir. Bir halkayı genişletmek feshdir. Halkayı dağıtmak neşrdir. Kocanın ev ile olan bağını çözüp kendisinin serbest olarak hareket etmesi, davranması ve adaleti ifa etmemesidir. Bunar neler olabilir? a) Gizli evlilik ve başkaları ile cinsi ilişkilerde bulunmak. b) Çok evli ise geceleri taksimde adaletsizlik yapmak. c) Kendi yediğini eve yedirmemek, giydiğini giydirmemek, yaşadığı hayatı ailesine yaşatmamak. d) Varlığını saçıp savurarak gelecekte aileyi kötü duruma düşürmek. e) İçki, kumar, esrar, at yarışları gibi kötü alışkanlıkları olmak.

Bunlarla aile bağını koparmaktır. Kadın kocasının bu durumundan havf ederse, olmamış olsa bile olacağı endişesinde olursa, Kur’an gerekli tedbirlerin alınmasını istemektedir. Başka âyette kadının nüşuzundan bahsetmekte ve orada alınacak tedbiri topluluğa bıraktığı halde, burada görev doğrudan kadına verilmiştir.

أَوْ إِعْرَاضًا (EaV EıGRAWan)  “Ya da i’razdan.”

Burada iki şeyden bahsediliyor: “Nüşuz” ve “İ’raz”. Bu kelimeleri karşılıklı olarak getirmektedir.

Nüşuz” dışarıdaki meşguliyetten dolayı evi ihmal etmektir.

İ’raz” ise aile içi olaylardan dolayı evden uzak durmaktır. İçteki huzursuzluktan dolayı evi terk etmektir. Birincisinde erkeğin kusuru var demektir. İkincisinde ise kadının kusuru var demektir. Kocanın bu davranışlarının sebeplerini araştırmak ve eğer kendi kusurundan dolayı erkek evden kaçıyorsa bunun çözümünü bulmayı araştırmak görevi kadına aittir. Kadının kocasını eve bağlamayı bilmesi gerekmektedir.

Günümüzün en büyük sorunu erkeklerin dışarıda olmaları, kadınların ise eve bağlı bulunmalarıdır. Yani, karı koca birbirlerinden ayrı olarak günlerini geçirmektedir. Çevreleri ve sorunları farklı olmaktadır. Zorunlu olarak bu durum da erkeklerin evlerini ihmal etmeleri ile sonuçlanmaktadır. Boşanmalar ve huzursuzluklar bu sebeple çok artmaktadır.

Bu farklı hayat, dolayısıyla farklı çevre, bugünkü uygarlığın zorunlu kıldığı şeylerdir. Bu faaliyet iki alanda olmaktadır. Biri ekonomi alanındadır. Kadınların işleri ile erkeklerin işleri farklıdır. Kadınlar ev işleri olmadığı ve boş kaldıkları zaman üretim yapacaklardır. Erkekler ise zorunlu ve ağırlıklı iş yapacaklardır. Tarım ekonomisinin beraberliğini sanayi ekonomisinde bulmak mümkün değildir. Bu sebepledir ki Kur’an “kadınların kesbettikleri onların, sizin kesbettiğiniz sizin” demek suretiyle kadın ve erkek işyerlerini birbirinden ayırmıştır. Kadınlar evlere yakın, çevre kirliliği yapmayan serbest işçilikle yapılan işleri yapacaklardır. Kendi işletmeleri kendilerinin olacaktır. Erkekler ise iş sitelerinde planlanmış zorunlu mesaileri gerektiren işler yapacaklardır. Diğer işler ise sosyal faaliyetlerdir. Başta eğitim gelmektedir. Ayrıca particilik gibi sosyal faaliyetler gösterilebilir. İşte Kur’an burada ayrılığı kabul etmiyor. Kur’an birlikte ibadet yapılmasını, birlikte toplantılar yapılmasını istemektedir. Fıkıh kitaplarında kadınların ayrı toplantılar yapması mekruhtur denmiştir.

Bugünkü öğretim sisteminde karma eğitim yapılmaktadır. Ne var ki çocuklar aileden koparılmaktadır. Böylece aile paramparça kılınmaktadır. İslâmiyet’teki eğitim nasıldır? Ortak eğitim yapılmaktadır. Herkes kendi mescidinde beş vakit namaz kılarken oradaki yaşlılar gençlere öğretmenlik yapmaktadır. Ayrıca büyük camilerde hocalar bir köşede postunu serer ve gelenlere ders verir. Tüm aile halkı aynı mescittedir, herkes kendi öğretmeninin halkasında ders almaktadır. İsteyenler birbirilerinin derslerine katılıp dinleyebilmektedir. Bu uygulama ailenin içinde nüşuz ve i’razı önleyecektir.

Marx İslâmiyet’i tetkik etmiş ve işine gelenleri lâikleştirerek almıştır. Sovyetler Rusya’da tesis edilince kadın-erkek herkesi akşam toplantılarına katılmaya mecbur etmiştir. Oysa Kafkas yöresinde kadınlar mescide gitmez, toplantılara katılmazlar. Örfü din yapan topluluk buna karşı gelmiştir. Biri anlatıyor; “Biz dedik ki, ‘kadınların ev işleri var, çocukları var, gelmeleri zordur. Biz burada ne öğrenirsek onlara da anlatırız.’ ‘Olmaz’ demişler. ‘Burada onun öyle bir şey aklına gelir ki, gelmezse topluluk ondan mahrum kalır, herkes gelecek.’

Ailede i’raz ve nüşuz olmaması için kadın-erkek, çoluk-çocuk beş vakit namaza katılmamız gerekir.

فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا (FaLAv CuNAXa GaLaYHıMAv)  “Onlara bir cunah yoktur.”

Cunah”, “Cenah” kanat demektir, koltuk demektir. “Cunah”ın iki manâsı vardır. Biri saklanacak bir şeyi yapmak demektir. Türkçede buna ‘günah’ diyoruz. Diğeri ise kanat gerip mani olmak, önlemek demektir.

‘Elini tuttu’ dersek, yardım etti anlaşılır. ‘Kolunu tuttu’ dersek, mani oldu demek olur.

Cunah yoktur” demek, onu yapmalarına mani bir şey yoktur demektir. Karı-kocanın üzerinde mani bir şey yoktur, ıslah olmalıdırlar. Karı-koca geçinmek istiyorlarsa:

  1. Karı-koca birbirine asla yalan söylememeli, hiçbir şeyi gizlememelidir. Birbirinden şüphelenmezlerse sorunlarını kolayca çözerler. Konuları tartışmalı, istişare etmelidirler. Birbirlerine hakkı tavsiye etmeli, sabrı tavsiye etmelidirler. Bu sıcak ilişki eşlerin arasını açmaz, tam tersine birbirine yaklaştırır. Her insanın tartışıp kavga etmeye ihtiyacı vardır. Bunu karı-koca aralarında yaparlarsa, başkalarına karşı normal davranırlar, işleri de iyi gider. Karı-kocanın birbirine resmî olması aralarını soğutur.
  2. Karı-koca uzlaşamadıkları yerlerde hakemlere gitmelidirler. Erkek bir hakem, kadın bir hakem seçmelidir. Herkes kendi akrabalarından hakem seçecektir. Kadın veya erkek olabilir. Onlar gerekirse baş hakem seçerler. Onların verdikleri kararlara taraflar gönül rızası ile uyarlar. İşte size karı-koca arasını ıslah için en büyük formül. Ailenin dirliği için karşılıklı hakkı tavsiye edecekler ama ailenin dağılmaması için hakemlerin kararlarına boyun eğeceklerdir.
  3. Karı-koca eşlerinin ailelerine saygılı olmalıdır. Hiçbiri eşlerin yakınları aleyhinde bulunmamalıdır. Kendisi kendi ailesi hakkında konuşur, ama sen o fikre katılırsan şuur altında sana kin besler. Kimse eşini kendi ailesine şikayet etmemelidir. Sorun büyük olursa eşinin ailesi ile o da eşini kötülemeden dertleşebilir. Karı-koca hakemlik dışında aileleri kendi ailelerinin işlerine karıştırmamalıdırlar. Evlenen karı-koca artık tüm sorumlulukları yüklenmişlerdir. Kayınvalideler ve kaynatalar gelin ve damadına saygılı olacaklar, gelin ve damatlar da onlara saygılı olacaktır. Ama hiçbir zaman öğüt dışında onların işlerine karışmamalıdırlar. Gelin veya damada karşı ortak cephe kurmamalıdırlar.
  4. Görev kiminse yetki onundur. Dolayısıyla karı-koca arasında görev ve iş bölümleri kesin olmalıdır. Son söz daima görevliye ait olmalıdır.

أَنْ يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًا (EaN YuÖLıXAv BaYNaHuMAv ÖuLXan)  

“Beynlerini bir sulhla ıslah etmelerinde bir cunah yoktur.”

Karı-koca otururlar, sorunlarını ortaya koyarlar, aileleri istişare ederler. Bu istişare sorunları çözmek için yapılmalıdır. Burada müsade edilen sulhun şeklidir. “Sulh” kelimesi masdarı mutlak olarak bunun için getirilmiştir. Evlenen eşler yavaş yavaş birbirlerini tanırlar, birbirleriyle uyuşmaya çalışırlar. Zamanla karı-koca arasında bir denge oluşur. Zamanın oluşturduğu aile içi hukuk doğar. Bu birçok zamanlar şeriat kurallarına uygun olmayabilir. Ama taraflar onu benimserler ve artık o düzene rıza gösterirler. Gelin-kaynana ilişkileri hep bu istikamette gelişmiştir. Şeriatla hiçbir ilişkisi olmadığı halde töre aile içinde herkese bir yer ayarlamıştır.

Geçmişte gelin eve gelir ve çok çile çekerdi. Mesela, evde herkesten, hattâ üç yaşındaki küçük çocuktan bile aşağıda oturur; kapının yanında dururdu! Kim gelirse gelsin mutlaka ayağa kalkardı! Sesli konuşmalar yasaklanmıştı! Sabah erken kalkar ve ocağı o yakar, geceleyin de en son o yatar! Bu çile çocuk doğunca azalmaya başlar, evine gelin getirdiği zaman da artık evin imparatoru o olurdu! Torunlar, gelinler, yeğenler, damatlar artık onları ziyaret eder ve bir general gibi onlara saygı gösterirlerdi!..

Şeriat ihsanı emretmiş ama itaati emretmemiştir. Ama geçmişte işte böylesine bir aile töresi oluşmuştu. Ancak bu ailede boşanma yüzdesi yüzde birlerden daha aşağı idi ve her ailenin dört beş çocuğu vardı.

İşte, eğer karı-koca arasında herhangi bir şekilde şeriatın koyduğu kuralların dışında bir anlaşma olmuşsa, onda bir cunah yoktur denmektedir. Yani, karı-koca arasındaki şeriat hükümleri tamamlayıcı hükümlerdir, emredici hükümler değildir. Karı-koca evlenmeden önce veya evlenmeden sonra aralarında çıkan ihtilaflarda sözleşmeler yapar uyuşurlar. Böylece aile müessesesi yaşar. Bunda bir cunah yoktur.

وَالصُّلْحُ خَيْرٌ (VaelÖuLXu PaYRun)  “Sulh hayırlıdır.”

Böyle gelini ezen bir töre varsa, bu töre şeriatın tamamlayıcı hükümlerine aykırı olsa da kadın törelere uyarak aileyi dağıtmasa daha iyidir. Böylece karı-koca karşılıklı olarak birbirlerine taviz verirler. Bu sayede çocuklar büyürler, evlenirler ve çekilen o sıkıntıların meyvesi alınmış olur.

Karı-kocanın aileleri de burada sorumludurlar. Kendi çocuklarının tarafını tutarak evliliklerini iki aşiretin davası hâline getirmemelidirler. Karı-kocalık devam ederken kendi çocuklarına katiyen arka çıkmamalıdırlar. Onun için kendi beynlerini yani aralarını kendileri ıslah edecekler, eşler karşılıklı tavizler vererek anlaşacaklar. Bir savaşta ast üstün kahrını çeker, ama sonunda zafere erişince o kahırların hepsi tatlı birer hatıra olur. Karı ile koca arasındaki tatsız olaylar torunlar hayata atıldıkları zaman unutulur.

وَأُحْضِرَتْ الْأَنفُسُ الشُّحَّ (Va EuXWıRaTı eLEnFuSu elŞuxXa)  

“Enfüs şuhha ihzar edilmiştir. Nefisler sıkıntılara dayanacak şekilde yaratılmıştır.”

Karı-koca arasında meydana gelen sıkıntılar, kayınvalide ve kaynata arasında, damat ve gelin arasındaki nizalar, hattâ dünürler arasında ortaya çıkan sorunlar ağır sıkıntılardır ama nefis onları taşıyacak şekilde yaratılmıştır. Abdülhak Hamit eşi için ‘senle de yaşanmaz, sensiz de yaşanmaz’ demiştir. İşte ‘seninle yaşanmaz’ olan sıkıntılardır; ‘sensiz de yaşanmaz’ ona dayanma demektir. Evlilik, doğuran kadının bağırışlarına benzer. Ağrıları vardır. Istıraplıdır ama sabrı da büyük bir zevktir. Tabiatta bir kanun vardır. Maddeler birbirini çekerler, ama çok yaklaşırlarsa iterler. İşte karı-koca arasındaki ilişki de böyledir. Birbirine çok yakın olduğu için ara sıra itmeleri son derece tabiidir. İşte bu sıkıntılara dayanıp aile müessesesini yaşatmak gerekecektir.

Buradaki sıkıntı sanılır ki eşlerden gelmektedir. Oysa bu geçimsizlik hayatın doğal sonucudur.

وَإِنْ تُحْسِنُوا وَتَتَّقُوا (Va EıN TuXSıNUv Va TatTaQUv)  “İhsan ve ittika ederseniz.”

Sulh ne ile olur? “İhsan” ile olur. Aileye katkıda bulunmakla olur. Bu katkı maddî olur, bedenen olur. Bunlar hep ihsandır. Karı-koca sözleşme yaparlar; hangi gün ne yapacakları ve harcamalarını nasıl yapacaklarını uzlaşarak anlaşırlar. Erkekler para kazanmaktan, kadınlar ise para harcamaktan hoşlanırlar. Allah insanları böyle yaratmıştır. Ev masraflarını kadına götürüp vermek, alışverişi ona bırakmak erkeklerin işini hayli kolaylaştırır.

İhsan” iyiliktir. “İttika” kötülük yapmamak, kararlara uymaktır. Vecibelerin tesbiti ve yasakların konması eşlerin anlaşmasına bırakılmıştır. Ama bir defa anlaştılar mı, artık onu tek taraflı olarak değiştiremezler, ona uymak zorundadırlar. Eğer kurallar kötü işlemeye başlamışsa hakemlere gidilir ve hakemlerin kararlarına uyulur. Nasıl her çocuk başka ise, ikiz kardeşler birbirine benzemiyorsa, her aile de farklıdır. Yeryüzündeki hiçbir aile başka bir aileye benzemez. Her ailenin kendine has şeriatı oluşur. Aile müessesesi sosyal ve biyolojik yapıları içinde en temel yapıdır. İçtihada dayanmayan düzenlerde aile şeriat dışı bırakılır. Oysa içtihat sistemi her aile için ayrı yapıyı oluşturur. Eşlerden biri hastalandığı zaman diğerine ihsanen hizmet etmiş olur. Şöyle düşünür; şimdi ben hasta olup o bana hizmet ediyor olabilirdi. Dolayısıyla hizmet eden Allah’a kendisini sağlıklı kıldığı için şükreder ve hizmetle bu şükrü eda eder. Hasta da Allah kendisine öyle hizmet eden kimseyi verdiği için şükredip dua eder. Hâsılı “ihsan” öyle bir şeydir ki, herkesi mesut eder; ihsan edeni de, ihsan olunanı da.

فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا(128) (FaEınNa elLAHa KAvNa BiMAv TaGMaLUvNa PaBIyRan)  

“Allah yaptıklarınızdan habîr bulunmaktadır.”

Burada “Habîr” nekire olmuştur. Demek Allah’tan başka da bilen var olacaktır. Kur’an’da Hz. Peygamber aleyhisselâmın eşleri ile olan sorunları en ince teferruatına kadar anlatılmaktadır.

İnsanlar zannederler ki sır saklarsak, aile içi olayları dışarıya sızdırmazsak daha mesut oluruz. Oysa bu yanlıştır. Aile içi olaylar başkalarına yük olmamalıdır. Ama eşler ne biliyorlarsa çevrelerinin de onu bilmeleri gerekir. Gizlenmiş her sır bir virüs gibidir. Ne zaman çoğalacağı bilinmez.

“Adil Düzen”de herkesin özel dosyası vardır. Giden yazılar ve gelen yazılar o dosyada yer alır. Dosya kapalıdır. Kişi istediği zaman dosyayı istediği kimseye gösterir. 25 genel hizmetten biri evrak hizmetleridir. Her kişi için bir dosya tutulacak, kişiye ait her türlü kayıtlar burada tutulacaktır. Gelen evraklar burada olacaktır. Giden evraklar burada yer alacaktır. Karı-koca arasında da her şey burada kaydedilecektir. Taraflar hakemlere oradan istedikleri belgeleri sunarak kendi haklarını savunmuş olurlar.

Tekrar edelim ki, aile şeffaf olmalıdır. Şikayetçi olmadan çevre sorunları bilmelidir. Bunun yararı yalnız kendilerine ait değildir. Aynı sorunlar diğer ailelerde ortaya çıktığında çözümden yararlanılır. Hz. Muhammed’in eşleri ile arasında geçen olayların Kur’an’da anlatılmasının hikmeti budur. Şeffaflığa örnek olmaktadır.

وَلَنْ تَسْتَطِيعُوا (Va LaN TaSTeOIyGUu)  “İstitaa edemezsiniz.”

Burada nefy “Len” ile gelmiştir, “hiçbir zaman gücünüz yetmeyecektir” demektir.

Böylece 20. yüzyılda keşfedilen hatasız ölçü olmaz, hatasız iş olmaz ilkesi ifade edilmiştir. Hiçbir zaman hiçbir şeyi yüzde yüz tam yapamayız. Böyle bir şeyi yapmaya kalkışırsak o zaman tümünü kaybederiz.

Bugünkü Türk yargısı böyledir. Güya asla adaletsizlik olmayacaktır. Her şey inceden inceye ele alınacaktır. Bundan dolayı mahkemeler on-yirmi yıl sürer ve asıl bu geciken adalet zulüm olur. Bir alacak davasını açarsınız, avukatlara en az o kadar para yedirirsiniz, on sene sonra hükme bağlanır, ona da karşı tarafın ya gücü yetmez, ya da karşı taraf tedbirini almıştır, alacağınızı tahsil edemezsiniz.

İnsandaki güçsüzlüğü bu âyet ifade etmektedir. Yüzde yüz verimli makinenin yapılamayacağı 19. asırda keşfedilmiştir. İşte “Len” harfinin gelmesi bu gerçekleri ifade etmesi içindir.

Buradaki ikinci önemli husus sığanın cem yani çoğul olarak gelmesidir. Bu karı-koca arasında bir sorun olmaktan çıkarak, sorunun yani eşler arasındaki ilişkilerde sorunun topluluğa ait olmasıdır. Bu ifadeden şunu anlıyoruz ki, karı-koca arasındaki sözleşmeler topluluk tarafından garantilenmiştir. Koca nafaka temin edemezse, âkilesi onun nafakasını temin etmekle mükelleftir. Koca karısını boşar da mihir ödeyemezse âkilesi onun mihrini ödeyecektir. Kadın kocası tarafından ihmal ediliyorsa, topluluk o konu ile ilgilenmek zorundadır. Bunlara işaret olmak üzere sığa çoğul getirilmiştir. Bu emir bize evli kadınların durumlarını gözetme durumunda olduğumuz gibi, evlenmemiş kadınların da durumlarını gözetmek durumunda olduğumuzu gösterir.

أَنْ تَعْدِلُوا بَيْنَ النِّسَاءِ (EaN TaGDiLUv BaYNa elNıSAEi)  

“Nisâ arasında adaleti yerine getirmeye muktedir olamazsınız.”

Burada çoğul getirilmiştir ve “Nisaikum” denmemiştir. Yani, buradaki adalet kişinin eşleri arasındaki adalet değildir; tüm kadınlar arasında, evli olsun olmasın tüm kadınlar arasındaki adalettir. “Rical nisaya kavvamdır” derken de orada “Alâ Nisaihim” denmemişti. “Nisaukum harsun lekum” demiş, orada “Nisânız” denmiştir. Eğer Kur’an beşer kelamı olsaydı, bu kadar inceliklere bakmadan geçerdik. Konuşurken insan bu kadar ince olarak düşünemez. Ama Kur’an Allah’ın sözleridir ve inceden inceye düşündüğümüzde hikmetler ortaya çıkar. Kadınların hukuku korunsun amacıyla tedbirler alınmıştır. Ancak bu kadınlar arasında tam adaleti sağlar durumda değildir. Mümkün olan en uygun adalettir.

Kapitalist ile sosyalistler anlatırlar ve uygun sistem olmadığını itiraf ederler, ama ‘bundan iyisi yoktur’ derler. Oysa onlar yalan söylüyorlar. Onlardan iyisi vardır, o da “Adil Düzen”dir. Kur’an da aynı usulün doğru olduğunu ifade etmektedir. En iyisini yapamıyoruz diye iyisi terk edilemez. Bizce iyi olabileceğini yapmaktır.

Kadınlar için ne tedbirler alınmıştır?

  1. Başta evlilik dışı ilişkiler yasaklanmıştır. Çünkü böyle ilişkilerde kadın mağdur olmaktadır.
  2. Kadına mihir veya ücret hakkı tanınmıştır. Çünkü çocuğu ile uğraşacağı için servet biriktirme imkanına sahip olmaz, bu da ona mihir yoluyla sağlanmıştır.
  3. Yeme, içme, barınma, dolaşma gibi her türlü doğal ihtiyaçlar kocası tarafından sağlanmıştır.
  4. Gelirini bölüşme hakkı tanınmıştır.
  5. Bir erkeğin çok kadınla evlenmesi teşri edilerek kocasız kadın bırakılmamıştır.
  6. Kamu görevlerine katılma hakkı tanınmıştır, buna karşılık kadına savaşmak veya diyet ödemek gibi yükümlülükler getirilmemiştir.
  7. İrtidatta sürülme zorunluluğu onlara getirilmemiştir.
  8. Kocasından olan alacaklarına kamu teminatı verilmiştir.

Bütün bunlara rağmen kadınlar arasında adalet yine tam tesis edilemez. Yine evlenmemiş kadınlar olacaktır. Yine de kocaları ile sorunlu kadınlar olacaktır. Kadın ezilemeye devam edecektir.

Sovyetler kadını son derece korumak istemiştir, ama en çok zulüm gören kadın olmuştur.

Kadın sabahleyin kalkar, ev işleri yapar, yemek pişirir... Sonra işe gider, orada da ikinci sınıf işçilik yapar, evine döner, bahçeye gider ve çapa yapar, hayvanını besler ve süt sağar, yine yemek yapar, temizlik yapar, çocuk büyütür… Kadın 24 saat tüm ailenin yükünü taşır.

Erkekler ise evlilik dışı ilişkilerde, içki ve kumarlarda gününü gün ederler. İşe gidenler de evlerinde çanta müdür pozisyonundadırlar. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi rakı paralarını da karılarından istemektedirler! Bu sebepledir ki, meselâ Kırgızistan’da evlenme sadece çocuk yapmak içindir. Üç-dört çocuk yaptıktan sonra kocalarını evden kovar ve kendi başlarına çocuklarını büyütürler. % 60’tan fazlası böyledir.

Demek ki, biz kanunlarla kadınları koruyalım derken onlara daha kötü durum hazırlıyoruz.

“Kadın hürdür, bedenini istediği gibi kullanır!” sözü cinayettir.

Kadın hürdür. Ama ona topluluğun rahmi emanet edilmiştir. O emaneti korumakla yükümlüdür. Bu kutsal emaneti taşıdığı içindir ki yukarıda saydığımız ayrıcalıklar verilmiştir. Zina erkeklerin hakkı olarak yasak değildir. Zina topluluğa ait olan rahmin korunmasıdır. Oraya gelip yerleşecek sperm de artık topluluğa aittir. Kocalar topluluk adına çocuğa ve kadına karşı görevler ifa ederler. O sebepledir ki anne baba istese de çocuğu aldıramazlar. Onu meşru sayacak olursak, çocuklarını öldürmelerini de meşru saymamız gerekir.

Evlilik dışı doğan çocuklarını denize atarak öldürdükleri için karı koca 30 yıla mahkum olmuştur.

وَلَوْ حَرَصْتُمْ (VaLaV XaRaÖTuM)  “Hırsınız olsa da.”

Samimi olarak kadınların hukukunu koruyup tam adaleti sağlayalım, bütün kadınlar adil bir şekilde hakkaniyete lâyık olsunlar. Bunu sağlayamazsınız.

Çünkü eş seçmeyi meşru kılacaksınız, başka çözüm yok. Evlenme kadar boşanmayı da meşru kılacaksınız, başka çare yok. Sonra karı-koca arasındaki ilişkinin büyük kısmı duygulara dayanmaktadır. Sizin onları hukukla tanzim etmeniz mümkün değildir. Maddî imkânlarla da sorunları çözmezsiniz. Dolayısıyla ancak şeriatın ortaya koyduğu hükümlere uymakla adaleti gerçekleştirirsiniz.

فَلَا تَمِيلُوا كُلَّ الْمَيْلِ (Fa Lav TaMIyLUv KulLa eLMaYLı)

“Büsbütün meyletmeyin. Eğilmeyin, sapmayın. Bir kısmına yönelmeyin.”

Toplulukta kadınların kendilerine göre statüleri olacaktır. Kadınlar da kendilerine koca bulmak için güzelliklerini kullanacaklardır, sanatlarını kullanacaklardır. Onlar arasında da yarış vardır. Gerçi seleksiyonda yarış erkeklerde sperma iledir ama kadınlar da kendilerine koca bulmak için eğitim ile yarışta bulunma imkanına sahip olacaklardır. Böylece başarılı kadınlar da daha uygum koca bulma imkanına sahip olacaklardır.

  1. İlmide, dinde, zenginlikte ve siyasette insanlar sınıflanmıştır. Her kadın kendisinden daha üst mertebede olan erkeğe kendisini beğendirmeye çalışacaktır.
  2. Her kadın bedenî güzelliğini kullanarak kendisine daha güçlü erkeği koca olarak bulacaktır.
  3. Kadınlar kendilerine büyük mihir veren erkeği bulmaya çalışacaklardır. Bu yalnız maddî çıkar sebebiyle istenmemektedir. Onu bulan erkek daha başarılı erkektir.
  4. Kadınlar mümkün olduğu kadar birinci kadın olmak isteyecekler, yani başka eşli olmayan erkeği bulmaya çalışacaklardır. Kocalarının ikinci eş getirmesini önlemek için ayrılıp ikinci eşi olmayan kocaya gitme gücüne sahip olmayı isteyebileceklerdir.

Böylece kadınlar arasında eşitlik ve adil statü oluşturma mümkün değildir. Her kadın bir koca bulabilmelidir. Evlenmese bile, kadın kötü yollara düşme zorunda bırakılmamalıdır. Kadınlar muta nikahı ile olsa da çocuk yapabilmelidirler. Çocuklu kadının kendisi ailesini geçindirmek zorunda olmamalıdır. Babası yoksa, babasının yerine geçecek olanlar; onlar da yoksa kamu bütçesinden onlara geçinme imkanları sağlanmalıdır. Yetim faslı bu fasıldır.

فَتَذَرُوهَا كَالْمُعَلَّقَةِ (Fa TaÜaRUvHAv KaLMualLeQaTı)  “Onu muallakta gibi vezretmeyin.”

Onu kimsesizmiş, boşlukta imiş gibi bırakmayın. Kadınların kendilerine siyasi vekil seçmiş olması da bu boşluktan kurtarılması içindir. Kadın babasını, kardeşini veya başka kimseleri de siyasi veli olarak seçer. Ama bu her zaman mümkün olmaz. Seçilen velinin derecesi kadının derecesinden üstün olmalıdır. Babası veya kardeşi o mertebelerde olmayabilirler. Kocası için de öyle bir şart yoktur.

Burada bir husus belirtilmelidir. Kadının veli olarak seçtiği kimsenin durumu, şöyledir. Başkası ile evli olan bir yabancı erkek ile akrabalığı sihri akrabalık benzeridir. Önce evlenip sonra koca veli yapılabilir. Nikah esnasında da veli yapılabilir. Ama başkası ile evli iken veli boşatıp kendisi evlenemez.

وَإِنْ تُصْلِحُوا وَتَتَّقُوا (Va EıN TuÖLıXUv Va TatTAQUv)  “Islah eder ve ittika ederseniz.”

Yani, karı-koca arasında veya kocasız kadının halini ıslah ederseniz ve ittika ederseniz Allah gafurdur, rahîmdir.

Islah etmek” demek, kötü duruma düşmüş, farkına varmadan zulme uğramışsa, yapacağınız şey hemen onun durumunu düzeltmektir. Şimdi bize emredilen nedir?

Boşlukta kalmış kadınların tesbit edilmesi ve hallerinin ıslah edilmesi gerekmektedir. Bu tesbit işi nasıl olacaktır? Bir toplulukta böyle zor duruma düşmüş kadınları nereden bileceğiz? Tarım döneminde herkes herkesi tanıyordu. Kendi bucaklarında olan insanların bütün hallerini bucak halkı biliyordu. Dolayısıyla onların bilinmesi için bir müesseseye ihtiyaç yoktu. Şimdi apartmanın üst katında oturan altında oturanı tanımıyor. Hal hatır sorma şöyle dursun, sokakta rastlaşsalar birbirlerini tanımadıklarından selamlamazlar bile. Çünkü birbirlerini bilmezler.

İşte bizim geliştirmekte olduğumuz market sisteminde bu sorunlar çözülecektir. Nasıl çözülecektir? Her hafta evler ziyaret edilerek haftalık siparişler alınacaktır. Bu siparişleri alan daha çok kadınlar olacaktır. Bunlar imam-hatip lisesi veya ilâhiyat menşeli kadınlar olacaktır. Bu kadroda bunlar istihdam edilecektir. Onlara almış oldukları sipariş nisbetinde bir yüzde verilecektir. İşte bunlar aile içi sırları öğrenecekler. Evdeki kadın kendi hâlini bunlara anlatacaktır. Bunlar vasıtasıyla mahallemizde muallaka gibi olan kadınları öğrenmiş olacağız.

Diğer taraftan marketimizdeki satıştan muallaka gibi olan kadınlara yardım olmak üzere bir yüzdelik pay vereceğiz. Bu pay bir fonda toplanacak, mahallenin muallaka gibi kadınlarına yardım yapılacaktır. Benzer şekilde evi olmayan kadınlara ahşap evler işletmesinden ev sağlanacaktır. Böylece evleri vardır diye de onlarla evlenme hususunda rağbet olacaktır. İşte zor durumda olan kadınların hallerini ıslah eder ve ondan sonra onların hukukuna riayet edersek yani ittika edersek, Allah gafûr ve rahîmdir.

فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ غَفُورًا رَحِيمًا(129) (Fa EınNa elLAHa KAvNa ĞaFUvRan RaXIyMan)

“Allah gafur ve rahim bulunmaktadır.”

İslâm düzeninde kişilerin hak ve hürriyetlerini koruma kamuya aittir. Küçük çocuklar büyütülmelidir. Kapitalistlerde bu görev ana babasına bırakılmış, sosyalistlerde ise bu görev devlete bırakılmıştır.

İslâmiyet’te ise bu görev devletindir. Ama devlet bu görevi anne babası aracılığıyla yerine getirir.

Evet, anne baba çocukları devlet adına büyütmekle yükümlüdür. Gücü yetmediği zaman devlet yanında olmak durumundadır. Bu şekliyle kadının hak ve hürriyetini koruma görevi kamuya aittir. Ancak kamu bunu kocası veya velisi aracılığıyla yerine getirir.

O halde kişi kadının hukukuna riayet etmekle görevlidir. Eğer çok eşli ise aralarında adalete riayet etmek durumundadır. Bu kocaya verilmiş yetki ve görevdir. Kamu bunu devamlı olarak denetim altında tutmakla yükümlüdür. Bu denetim market soruşturması ile gerçekleştirilmektedir. Market soruşturması ile adaletsizliğin yapıldığı ortaya çıkar da müdahale edildiğinde düzeltilirse ve bir daha böyle adaletsizlik yapılmazsa, bu adaletsizliğe sebebiyet verenler cezalandırılmazlar. Onların kusurları mağfiret edilir. Yani kamu bağışlar, affeder. Ayrıca tevbe edip yeni görevi ifa ettiklerinden dolayı da devlet destek verir. Yani birçok hallerde karı-koca arasındaki geçimsizlik imkansızlıklar nedeniyle olur, bu takdirde bu imkansızlığı imkana çevirir.

1973’lerde “Adil Düzen”i Sabahattin Zaim’e anlatmıştım. O sormuş, ben cevaplamıştım. Sonra misafir olduğu eve giderken ‘insan kendisini dünyada cennet olacakmış gibi sanıyor’ demişti.

Evet; “Adil Düzen” gerçekten uygulanırsa dünya cennet olur. 1960’larda başladığımız şeriat düzeni araştırma çalışmalarımız ile bugün çok ileri seviyelere ulaşmış bulunuyoruz. Her şeyden önce, o gün şeriat düzenini getirmek için yola çıkanlar bugün anayasa ekseriyeti ile iktidardalar. Tek eksikleri var; bilgisizlik. Eğer bizim bildiklerimizi onlar bilseler, kesin kanaatim şudur ki yapmadan duramazlar; hiç olmazsa böyle bizim gibi çalışanları destekleme ihtiyacını duyarlar. Bilmedikleri için rahatlar! Allah’ın bize olan lütfü “Adil Düzen”in içeriğini öğrenebilmiş olmak ve bununla ilgili yazılarımızı yazma imkânını bulmuş olmadır. Eğer bu yazılarım Reşat Nuri Erol tarafından düzeltilmese veya İstanbul’da siz Adil Düzen Çalışanları tarafından okunmasa, benim de yazmam mümkün olmazdı. Kuyuya attığın taş ses getirmezse, bir daha atmazsın.

İşte Kur’an insanlara cenneti dünyaya getirmektedir. Ölümsüzlük olsaydı adil bir cennet olurdu.

وَإِنْ يَتَفَرَّقَا (Va EıN YaTAFarRaQAv)  “Eğer teferruk ederlerse.”

Yukarıda eşlere sulhu tavsiye etmiş ve sulhun hayır olduğunu belirtmiştir. Bunun için sabırlı olmaları istenmiştir. Ne var ki sıkıntılar eğer sadece karı-koca arasında kalıyor, çocuklara ve dünür ailelere intikal etmiyor, komşular rahatsız olmuyorsa, o zaman sulh ve sabır hayırlıdır. Karı-koca bu sağlıklı ailenin varlığı için birbirlerine tahammül ediyorlarsa, bu onların yalnız dünyalarını değil, âhiretlerini de mamur edecektir. Ancak, baktılar ki bu birlik çocuklara etki ediyor, dünür aileleri birbirlerine düşman yapıyor, çevreyi rahatsız ediyor, hâsılı sağlıklı aile oluşmuyor. Çocuklar ve torunlar rahatsız. İşte o zaman karı-koca birbirlerini sevmiş olsa bile ayrılacaklardır. Erkek başka aile kurabilir veya başka eşleri varsa onlarla daha iyi hareket edebilir. Kadın başka koca bulabilir veya çocuklarını daha iyi yetiştirebilir. Bu sebepledir ki boşanma her zaman kötü değildir.

يُغْنِ اللَّهُ كُلًّا مِنْ سَعَتِهِ (YuĞNı elLAhu KülLan Min SaGaTiHi) “Allah her birini seatından igna eder.”

Yani, birbirlerinden ayrılanlara suçlu muamelesi yapılmaz, kamu onları destekler. Allah’ın emri ile ayrılanların kendi başlarına yaşayabilecek imkanlar sağlanması için kamu onlara yardım eder. Her ikisinin evlenmeleri için yardım edilecektir.

وَكَانَ اللَّهُ وَاسِعًا حَكِيمًا(130) (Va KaNa elLAHU VaSIGan XaKIyMan)  

“Allah vâsı’ ve hakîm bulunmaktadır.”

Topluluğun rantı vardır. Bir araya gelmekle zenginlik oluşur. Bu zenginlikten yararlanılarak kadının hukuku korunmalıdır. Yenibosna’daki marketimizi çalıştırdığımızı farz edelim. Hedefimiz Yenibosna’daki bakkalları market etrafında organize etmektir. Toptan alacağız, bakkallara alış fiyatı ile dağıtmış olacağız. Bu sayede Yenibosna halkı ihtiyaçlarını daha ucuza satın alma imkânına erecektir. Mallara %1, %2 koyduğunuz zaman bu halka bir yük teşkil etmeyecektir. O halde topluluk eğer kooperatif şeklinde organize olursa, çok kolay bir şekilde bu koruma başlatılmış olur. Bir de düşünün ki; “Adil Düzen” belediye olmuş, bir de devlet olmuş, bir de insanlık içinde organize olmuş… Ne bollukların olacağı açıktır. Gelecekte böyle bir dünya oluşacaktır.

 

 


NÎSÂ SÛRESİ TEFSİRİ(4.sure)
1-NİSA 1-5
3165 Okunma
2-NİSA 6-10
2180 Okunma
3-NİSA 11-12
5613 Okunma
4-NİSA 13-17
1938 Okunma
5-NİSA 18-22
1887 Okunma
6-NİSA 18-22
1574 Okunma
7-NİSA 23-24
4557 Okunma
8-NİSA 25-30
1965 Okunma
9-NİSA 31-35
3359 Okunma
10-NİSA 36-40
2082 Okunma
11-NİSA 41-46
2308 Okunma
12-NİSA 47-56
2185 Okunma
13-NİSA 57-62
2046 Okunma
14-NİSA 63-70
1896 Okunma
15-NİSA 71-76
2361 Okunma
16-NİSA 77-80
1985 Okunma
17-NİSA 81-87
2187 Okunma
18-NİSA 88-91
2120 Okunma
19-NİSA 92-94
2085 Okunma
20-NİSA 95-101
1958 Okunma
21-NİSA 102-106
2150 Okunma
22-NİSA 107-113
2100 Okunma
23-NİSA 114-116
2499 Okunma
24-NİSA 117-125
2104 Okunma
25-NİSA 126-130
1958 Okunma
26-NİSA 131-137
1918 Okunma
27-NİSA 138-143
2060 Okunma
28-NİSA 144-152
1935 Okunma
29-NİSA 153-158
1986 Okunma
30-NİSA 158-162
2380 Okunma
31-NİSA 163-170
2057 Okunma
32-NİSA 171-175
2158 Okunma
33-NİSA 176
3146 Okunma

© 2024 - Akevler