NÎSÂ SÛRESİ TEFSİRİ(4.sure)
Süleyman Karagülle
1641 Okunma
NİSA 18-22

 

 

 

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

وَلَيْسَتْ التَّوْبَةُ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ حَتَّى إِذَا حَضَرَ أَحَدَهُمْ الْمَوْتُ قَالَ إِنِّي تُبْتُ الْآنَ وَلَا الَّذِينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌ أُوْلَئِكَ أَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا(18) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا يَحِلُّ لَكُمْ أَنْ تَرِثُوا النِّسَاءَ كَرْهًا وَلَا تَعْضُلُوهُنَّ لِتَذْهَبُوا بِبَعْضِ مَا آتَيْتُمُوهُنَّ إِلَّا أَنْ يَأْتِينَ بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ فَإِنْ كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسَى أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَيَجْعَلَ اللَّهُ فِيهِ خَيْرًا كَثِيرًا(19)

 

وَلَيْسَتْ التَّوْبَةُ (Va LaYSaTı elTaVBaTu)  “Tevbe yoktur.”

Bir kimse bir fiil işler ve işlemeye devam eder. İşlemeye devam ettikçe o suç ise cezası da devam eder. Herkese yaptığının cezası verilir. Yapması engellenmez. Hukuk düzeni budur. Yani, kişiyi yapmaktan alıkoymuyoruz, ceza çekmesine devam ediyor. Sarhoş olarak arabayı kullanıyorsa, ayık oluncaya kadar trafikten alıkoyuyoruz, ama ayıksa dokunmuyoruz, ceza alıyoruz. Trafiğe çıkmaya devam ediyor. Birinci olarak suç işlemeyi bırakıyor, Allah veya hakemler de ceza vermeyi bırakıyorlar.

İşte birinci tevbe suç işlemeyi bırakmaktır. Tevbenin kabulü de ceza vermekten vazgeçmedir.  

Acaba tevbenin kabul edilmemesi ne demektir?

Fiilden vazgeçtiği halde ceza çekmeye devam ederse tevbe kabul edilmemiştir.

Tevbenin ikinci kabul edilmemesi de, ceza çekmeden önce haklarının iade edilmesidir. Mesela, borçlu  iflas etmişse, ödeyinceye kadar borçlanma ehliyetini kaybetmiştir. Bir de ölüme vardığı zaman tevbe edenin tevbesi kabul olmaz.

لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ (LilLaÜIyNa YaGMaLUvNa elSayYıEAvTı)  

“Seyyiâtı amel eden kimseler.”

Burada seyyielerin işlenmesi bir kişi tarafından yapılmamaktadır, bir topluluk tarafından yapılmaktadır. Teşkilâtı olan topluluk yapmaktadır. Teşkilât nedir? Teşkilât dört unsuru içerir:

  1. Önce yazılı olmasa da bir sözleşmesi olan, belli kurallar içinde hareket etmeyi kabullenmiş kimselerdir.
  2. Sonra yöneticisi olacak ve bu sadece bir başkan olabilir.
  3. Üçüncü olarak, ortak bütçeleri bulunacak ve o bütçe ortak işlerde harcanacak.
  4. En sonunda, topluluk kurallarına uymayanlara bir müeyyide uygulanacaktır.

İşte sözkonusu olan suç bunların işlediği suçtur. Burada amel edenler bellidir. Amel de bellidir.

Seyyiât” müennes kurallı çoğul olarak belirtilmiş olmaktadır. Örgüt seyyieyi hedeflemiş, o seyyieyi işlemeyi planlamıştır. Birçok günahlarla hedefe varmak istemektedir. Bunlar ayrı suç işlerlerse bu seyyiât olmaz.

Burada bahsedilen seyyiât hedeflenmiş örgütlü suçtur. Örgüt günah veya suç işlemektedir.

Örgütün üyeliğinden ayrılan tevbe etmiş olur.

Örgüte her türlü desteği verdikten sonra öleceği sırada ‘ben vazgeçtim’ dese, bu tevbe kabul olunmaz.

حَتَّى إِذَا حَضَرَ أَحَدَهُمْ الْمَوْتُ (XatTAy EıÜAv XaWaRa EaPaDaKuMu eLMaVTa)  

“Onlardan ahadı mevte hazır olduğuna dek suç işlemeye devam ediyor.”

İdam sehpasına giderken veya eceli ile ölürken ‘ben şimdi tevbe ettim’ dese, tevbesi kabul olunmaz.

Genel olarak ölmeye giden kimseler öleceklerini hissetmektedirler. Hattâ bazen hasta olmadıkları halde ölmeden önce davranışlarında ölüme hazırlık yapmış olurlar.

Burada topluluk ölmüyor, mensupları ölmektedir. Bundan tevbe etmektedir. Kimi bütün faaliyetleri habaset içinde yapmış ama öldükten sonra vârisleri zarar görmesin, âhirette de kendisi sorumlu olmasın diye tevbe ederlerse, artık onun tevbesi kabul olunmaz. Niçin?

Çünkü katkıda bulunduğu örgüt organize suçu işlemeye devam ediyor. Onun tevbesiyle suç bitmiş olmuyor. Kişisel işlenmiş suçlar için burada tevbe kapısı kapanmış olmuyor. Kişi yaşamaya devam ederken örgütten ayrılırsa tevbesi kabul olunur. Kişi artık onlarla mücadeleye devam ederse tevbesi kabul olmuş olur.

Zalim yönetimde işler görmüş görmüş, sonunda iktidardan düştükten veya giderken tevbesi kabul olunmaz. Çünkü onun zulmü devam etmektedir.

Hakim her türlü zulmü yapmış, emekli olunca tevbe etmiş! İşte bu tevbe kabul olunmaz.

Bakınız, burada ne yaptık? Ölüme emekliliği kıyas yaptık. İllet nedir? İllet acziyettir.

قَالَ إِنِّي تُبْتُ الْآنَ (QavLa TuBTu eLEAvNa)  “Şimdi tevbe ettim dedi.”

Tevbe ancak o fiili yapma gücün varken tevbe olur. Gücün kalmayınca tevbe etsen de etmesen de önemini kaybetmiş olur.

Burada üzerinde duracağımız en önemli husus, kişinin tevbe etmesi ile de tevbenin kabul olunabileceği, ama bunun örgüt için sözkonusu olmamasıdır. Örgütten fiilen ayrılmak gerekir.

PKK lideri Öcalan’ın tevbesi kabul olmaz. Neden? Yakalandıktan sonra ‘ben barış istiyorum’ diyor, ama bu arada hâlâ örgütle ilişkisi devam ediyor! Şimdi ne yapıyor? Her türlü habaseti devam ediyor, ancak hapiste olduğu için ona bir suç isnat edemiyorsunuz.

İşte bu sebeple İslâmiyet’te hapis cezası yoktur. Suçlu suçunu işlemelidir, biz ona ölüm cezasını vermeliyiz. Suç işlemek için onu serbest bırakmalıyız. Ama bir örgüte mensup olarak ölüm suçu işlerse artık o affedilmeyecektir.

Onun için biz diyoruz ki, tetikçinin affı yoktur. Para için adam öldüren öldürülür. Para verenler ayrıca diyet de öderler. Af da tevbenin kabulüdür. Tetikçi kıyas yoluyla örgütlü suç işlemiştir. O halde onun tevbesi kabul olunmaz.

Suç topluluk içinde işleniyor, ölüme hazırlanan onlardan biridir. Tevbe ettim diyen de bir kişidir.

Örgüt kendi kendine ‘biz tevbe ettik’ derse, artık o ameli de etmezse, onun tevbesi kabul olur.

Bu âyet bize örgütlü suç ile kişi arasındaki hukuku düzenlemektedir.

وَلَا الَّذِينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌ (Va Lay elLaÜIyNa YaMUvTUvNa Va HuM KüfFAVRun)

“Kâfirler olarak ölen kimselerin de.”

Onların da tevbeleri kabul olunmaz. Burada kâfirin tevbesi kabul olunmaz denmiyor. “Kâfir olarak ölenlerin tevbesi de kabul olunmaz.” Diyor.

Burada topluluğun ölümünden bahsetmektedir; yani topluluk günah işlemeye devam ediyor. Sonunda millî güvenlik tarafından çökertildi ise artık o topluluk ölmüştür. Ondan kaçanların da tevbesi kabul olunmaz.

Küffâr”ı nasıl anlayacağız? Âhiret için “Küffâr”ın manâsı nedir?

Küffâr” gerçekleri bile bile gizleyen bâtıl topluluk oluşturanlardır.

Kişinin âhiret kâfiri olup olmadığını bizim bilmemiz mümkün değildir. Bir tarikat için Kur’an’ı yorumlasaydık, âhirette kimin tevbesi kabul olunacak, kimin olunmayacak konusunda içtihatlar yapardık.

Bizim için ise dünyada kimin müslim, kimin mü’min, kimin kâfir, kimin müşrik sayılacağı önemlidir.

Biz bunları şöyle ayırabiliriz:

  1. Mü’min, askerliği bedeniyle yapan kimsedir.
  2. Müslim, askerliği bedenen yapmıyor ama mâlen bedelini veriyor. Zimmiler haraç ehli müslimdir. Ülkelerinde barışı sağladılar, giriş-çıkış serbest, birinin malına canına zarar gelirse onları ödüyorlarsa, bunlar Kur’an’a inanmasalar da müslimdirler. Ehl-i Kitap olmaları yeterlidir. Husnayı tasdik etmeleri kâfidir. Husnayı tekzip etmemeleri gerekir.
  3. Bir de “dârı küfr” vardır. Bunlar da askerlik bedelini vermemekte, kendi ülkelerine girişe de izin vermemektedirler; ama çıkışa izin veriyorlarsa bunlar “kâfir”dirler. Kendi iç işlerine karışmayız, ama onlarla dostluklar da kurmayız. Bunun için bunların ülkesine “dârı terk” diyoruz. “Onlar sizi terk ettikleri gibi siz de onları terk edin”in manâsı budur.
  4. Bir de “dârı şirk” vardır. Bunlar da ne vergi veriyor, ne de askere geliyor. Kendi ülkelerinde olan kimselerin dışarı çıkmalarına izin vermiyorlar. Bunlar husnayı tekzib eden kimselerdir. Bunların kitapları, yani kanunları, yani kuralları yoktur. Bunlar “müşrik”tirler. Memleketleri de “darı harb”dir.

Müslümanlar dârı küfürde oturabilirler, onları hakka dâvet edebilirler, ama onların seyyiâtına katılmazlar. Zorla katıyorlarsa, o zaman orasını terk ederler.

Dârı şirkte olanlar, dışarıya serbestçe bırakılmayan kimselerdir demektir. Savaşarak dışarı çıkmak caizdir. Götürebildikleri mallar da haklarıdır. Yahudiler Hazreti Musa ile Mısır’dan kaçarken emanet aldıkları altınları da kaçırdılar.

أُوْلَئِكَ أَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا (EuLAEıKa EaGTaDNAv LaHuM GaÜAvBan EaLıYMan)

“Biz onlara elîm azâbı i’tidâ ettik.”

Aded” sayı demektir. “İgadda” onlar için saymak, onlar için ayırmak demektir. Hazırlamak anlamına gelir. “İ’tidâ etmek” demek, kendi kendine hazırlanmak demektir. “” kullanınca da onlar için hazırladık anlamı çıkar. Nasıl misafir geleceği zaman hazırlanırsın. Gelecek düşmanlar için de hazırlanırsın.

“Biz onların lehine elîm azâbı hazırladık” denmektedir. Kâfirler cehenneme girecekler ve sıkıcı azâbı yaşayacaklardır. “Azâb” hem yararlı hem acı olur. “Elîm” kelimesi ile acı azap anlatılmış olur. Ama onların terbiye olmaları için bu ceza verilecektir. Bu dünyadaki cezaları ölümleridir, yani topluluklarının dağılmasıdır. Ama âhirette de onlar cezalanacaklardır.

Gerçi âhirette kolektif suç ve kolektif ceza yoktur, herkese işlediği suç kadar ceza verilecektir. Ancak, topluca da sorumluluk taşıyacaklardır. Birlikte cehenneme gireceklerdir. Ya orada daha fazla azap çekecekler veya daha kısa zamanda çıkarılacaklardır. Cehenneme girerken kübra cehenneme alınacak, orada molekül yapıdan atom yapıya dönüştürülecekler, cinler gibi ateşe dayanıklı hâle geleceklerdir. Kübra cehenneme alınıp tekrar molekül yapıya çevrileceklerdir. Böylece cennete girecekler veya ârafta kalacaklardır. Bu sebepledir ki burada “hâliddirler” dememektedir.

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا (Yav EayYuHAv elLaÜIyNa EaMaNUv)  “Ey îmân edenler!”

Kur’an’daki âyetlerden içtihat yaparken onun deyimlerini öğrenmemiz gerekir. Bunu nasıl bileceğiz?

Varsayımlarımızla bileceğiz. Yani, biz kendimiz bu budur, bu budur diyeceğiz. Kur’an’da tam manâları böyle vereceğiz. Sonunda bir hayat düzeni ortaya çıkacaktır. O hayat düzeni eğer kabul edilebilir bir düzen ise varsayımlarımız doğru demektir. Onu da nasıl bileceğiz?

Onu iki şekilde bileceğiz. Mezhebimiz oluşacak, mezhebimizi kabul edenler başarıya ulaşacaklar. Diğer mezheplerden farklı olacaklar. O zaman bizim varsayımımız doğru demektir.

Bugün hangi mezhepler oluşmuştur? Güçlü mezhep olarak Millî Görüşçüler vardır. Türkiye’de çok güçlü teşkilâtları vardır. Diğerlerinden daha üstün ve tutarlı görüşleri vardır, Avrupa’da da Millî Görüş Teşkilâtı mevcuttur. Saygın kurucuları vardır. Ölümünden sonra bile o teşkilatta etkinliğini sürdürecektir. Yetiştirdiği kimseler teşkilâtın ve görüşlerin sahibi olacaktır. AK Parti bile onu saygı ile anacaktır.

İkinci güçlü teşkilât şüphesiz Risale-i Nûr şakirtleridir. Onların da önce güçlü cemaatleri vardır. Dünyaya yayılmışlardır. Ekonomik dayanışma içindedirler. Müsbet ilmin peşindedirler. Bediüzzaman kurucusudur. Fethullah Gülen de onun yaygınlaştırıcısıdır.

Demek ki bunların yorumları etkili olmuştur. Bunları saydık, diğerlerini saymadık. Çünkü İslâmiyet’i yeniden anlama çabası yalnız bunlarda vardır. Diğerleri klasik İslâmiyet’i yaşatma çabasındadırlar. Muvaffak olmaları mümkün değildir.

Biz ikisini de hep destekledik. Onlar da bizimle ilgilendiler. Ancak bunların ikisinde de fıkıh yoktur. Millî Görüşçüler siyasetle ve dinle meşgul oldular. Nûr şakirtleri ise iman ve ilimle meşgul oldular.

Fıkıh Adil Düzencilere kalmıştır. Bu varsayımlara dayanılarak “Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası” oluştu. Bu tefsirlerde de içtihat metodu öğretiliyor. “Müsellemü’s-Subût” adlı usul kitabı da tercüme ve açıklamaları ile usulde gelişmektedir.

Ey nâs” dendiği zaman, bütün insanlara hitap etmektedir. Bu sûre öyle başladı. Şimdiye kadar aile hukukundan bahsetti.

Burada “Ey îmân edenler” dedi. Yine aile hukukuna devam etmektedir. Ancak artık mü’minlerin kadınlara karşı davranışlarını ele almaktadır. Mü’minler için farklı hükümler getirmiştir.

Mü’minler” deyince, siyasi hakları olan Adil Düzenin yöneticilerine verilen addır. “Müslimler” ise diğer her türlü hakları olmakla beraber, siyasi hakları yani kamu otoritesini kullanamayan kimseler demektir.

Genel olarak kadınlar siyasetten uzaktırlar. Bundan yararlanan erkekler onları ezmişlerdir. Kur’an bu ezmeyi kaldırdı ve onlara en büyük hakkı tanıdı. Bu nedir? Askere alınmadıkları ve cizye ödemedikleri halde onlara siyasi haklar tanıdı. Silah kullanırlar. İstedikleri zaman polis gibi olaylara müdahale edebilirler. Seçme ve seçilme hakları vardır. Erkeklerin sahip oldukları haklara sahiptirler. Erkeklere yüklenen görev bunlarda yoktur. Erkeklere savunma ve diyet ödeme mükellefiyeti yüklenmiştir. Kadınlar bunları yüklenmemiştir.

Siyasi haklar bakımından da erkeklerden iki yerde eksiklikleri vardır. Biri neseb mirasında erkeklerin yarısını alırlar, çünkü nafaka mükellefiyeti erkeklere aittir. Bir de erkeklere komutan olamazlar, çünkü onlar zorunlu görevlidirler, sorumlulukları vardır. Oysa kadınlar gönüllü hizmet verirler.

Ama kadınlar askeri birlik kurar ve elbette onlara komuta edebilirler. O birliğe emekli askerler, sakatlar, müslimler erkek olarak dahil olsalar da, onlara komuta ederler, çünkü onlar yükümlü değildirler. Başka devletten gelenlere komuta edebilirler.

Ey îmân etmiş olan kimseler” içinde siyasi haklara sahip kadınlar vardır. Kadınlar hakemlik yapabilmekte, sivil işlerde erkeklerle bir olmaktadırlar.

Ey îmân edenler” deyince, tek kimseler değil, topluca siyasi haklara sahip cemaat kastedilmektedir. Emekliler ve sakatlar da dahildir. Çocuklar da vardır.

لَا يَحِلُّ لَكُمْ  (LAv YaXılLu LaKuM)  “Size helal olmaz.”

Burada mü’minlere verilen emir, yasaklık değil helalliktir. Yani, burada mü’minler için helal değildir. Yasaklıkta ise ona karşı ceza söz konusudur. Cezası yoktur, ama haramdır.

Haramın diğer manâsı, mahkeme haramları korumaz. Yani, bunda mağdur olan mahkemeye müracaat edemez. Ama ceza da verilmez. Bugün kumar oynayanlar için böyle bir hüküm vardır.  

Bundan sonra konan hükümler için bu kuralların geçerli olduğu iyice bilinmelidir. Devlet insanların hukukunu korumakla yükümlüdür. Hukukunu koruyalım diye insanların haklarına tecavüz edilmemelidir. Bu sebepledir. Kur’an yöneticilerin ne yapabilecekleri üzerinde emirler vermektedir, kurallar koymaktadır.

Îmân eden kimseler”i “yönetim” şeklinde anlamazsanız, Kur’an’ın sözleri havada kalır. Kur’an lâik bir kitap olur. Âhirette işe yarar olur.

Oysa Kur’an kendisi lâik değildir, ama lâik düzenin nasıl kurulacağını öğretmektedir.

أَنْ تَرِثُوا النِّسَاءَ (Ean TaRiÇUv eLnNıSAEa)  “Nisaa vâris olmanız.”

Kadınlara vâris olmak” ne demektir? Onları mal gibi görüp onları kullanmaktır. Onları zorla çalıştırmak, onları mirasçı kılmamak, onları cinsi zevk ve kazanç aracı yapmaktır. İşte bunlar helal değildir.

Önce, koca hiçbir zaman kadının mallarına karışamaz, tasarrufunu önleyemez. Oysa topluluğumuzda ‘gelin de benim altınları da benim’ diyen zihniyet hâlâ yaşamaktadır. Şimdi aksi de moda olmaya başladı. Bu sefer koca karısının izni olmadan mallarını tasarruf edemez hâle getirilmiştir. Kıyasen bu da helal değildir.

Ne kadın ne de erkek köle değildir. Herkes kendi malına kendisi sahiptir, onu dilediği gibi tasarruf eder. Karşılıklı borç ve alacaklılardır.

Yine “kadınlara vâris olmak” demek, onları köle kabul ederek çalıştırmak demektir. Emeğini istediğin gibi kullanmak demektir. Günümüzde aksi de oluyor. Kadınlar erkeklerin çalışmasına karışmaktadırlar. Bugünkü aile geçimsizliklerinin kaynağı budur.

Herkes malına ve emeğine sahiptir. İnsanların mal edinilerek çalıştırılması yasaklanmıştır. Bunun içindir ki 15 yaşına gelen kız olsun erkek olsun tam bağımsızdır. Topluluk ona iş vermek zorundadır, geçimini sağlamak zorundadır. Bugün ise kız da erkek de ailesine muhtaç olarak yaşamak zorunda olduğu için ne kız ne erkek istediği gibi hayatını kuramıyor, evlenemiyor. İşte bunlara vâris olma demektir.

Burada “Nisâ” kelimesi kullanılmakta, “Vâris” olarak da iman edenler alınmaktadır. Söz konusu miras karı-koca arasında veya baba-kız arasında değildir; toplulukta kadına tanınan haklar konusundadır. Hele kadınların zorla genel evlerde çalıştırılmaları, hele mafyaların zorla fuhşa sürüklemeleri büsbütün kabul edilmez bir şeydir. Bu âyet her şeyden önce onları yasaklıyor.

Kadın kendisi mihir alır, helaldir. Nafaka ister ve alır, helaldir. Ama başkalarının kadından kazanç sağlamaları haramdır. İşte kızlarını satmak da bunların içindedir. Anne babanın kızları üzerinden maddi kazanç temin etmesi caiz değildir. Ayrıca genel ev veya fuhuş yerleri işletmeye müsade etme de böyledir. Kadının kadınlığından yararlanarak kimse kazanç sağlayamaz. Mirasta girer.

كَرْهًا (KaRHan)  “

Bütün bunlar zorla olma şartıyla haramdır. Yoksa kızın babasının yanında kalması, anne babanın da kızına yardım etmesi, kadının aldığı mihri başkasına intikal ettirmesi elbette helaldir.

Muta evlerinde de işletme ortaklık şeklinde olmalıdır. Katiyen bir patrona kazanç sağlanmamalıdır. Muta evi demek şu demektir. Burada İslâm nikahı ile evli olmayan kadınlar otururlar. Kendilerinin evleri vardır. Ayrıca işyerleri vardır. Bunlar orada çalışır ve geçinirler. Geçinmek için kimseye muhtaç kılınmazlar. Bu işyerlerini devletin kendilerine verdiği kredi ile kurarlar. Bunlarla erkekler geçici olarak evlenirler. İstedikleri zaman da ayrılırlar. Kadınlar bu kocalarından ücret alırlar, ama mihir isteyemezler ve bunlar birbirine vâris olamazlar. Çocuklar babalarına ait olur. O zaman çocuklara nafaka ve çocuklarına bakma ücretlerini alırlar. Tabii ki çocuklar hem annelerine hem babalarına vâris olurlar. Ayrılma olduğunda kadın iddetini beklemek durumundadır. Buna muta evi denmektedir.

İslâmiyet’te resmî nikâh yoktur, imam nikâhı yoktur. Aleni akit ile eşlik ilişkileri başlar. Bu eğer İslâm nikâhı ile olursa, o zaman kadın mihir alır ve birbirine mirasçı olurlar.

Bütün kadınların erkekler gibi çalışma kredisini alma, almadıkları zaman da emeklilik payından yararlanma hakları vardır. Bu nedendir? Bir yaşlılar payı vardır; bu pay çalışmayan herkese verilir. Çalışanlara kredi verilir, çalışmayanlara da bu yaşlılar payından pay verilir. Bu paylar kredi aldığı, yani yaşlılık payı almadığı günlere kıyasla verilir. Kadınlar isterlerse kredi almaz, bu emeklik payından yararlanırlar. Ne var ki çalışmadıkları için alacakları emeklilik payı düşük olur.

Genel olarak şöyle yaparlar, kredi alırlar. Kendileri çalışmaz ama kredilerini işverene kullandırırlar. İşveren de bunlara gelirinden bir pay verebilir. Böylece bunlar korunmuş olurlar.

Kur’an kadınlara kendilerine uygun, evlerine yakın ve hafif işlerin verilmesi için işyerlerini ayırmaktadır.

وَلَا تَعْضُلُوهُنَّ (Va LAv TaGWıLUvHunNa)  “Onlara adl etmeyiniz.”

Adale” kas demektir. Onlara kaslarınızı göstermeyiniz, yani onlara kuvvet kullanmayınız, onları dövmeyiniz demektir.

Bu âyetler ‘onları darb ediniz’ âyetleri ile çelişki içinde olmuyor mu? Tam aksine, o âyetlerle bu âyetler birbirini tamamen teyit ediyor. Burada yasaklanan erkeklerin veya yöneticilerin kendi çıkarları için dövmeleridir. Bu tamamen yasaklanmıştır. Yani, onları çalıştırmak için dövemeyeceğiniz gibi cinsi arzu tatmini için de zorlama yapamazsınız.

Burada kadına yapılacak baskılar yasaklanıyor. Ona köle gibi muamele etmek yoktur. Oradaki darbde ise bir defa hakemler kararı gelir. İkincisi, orada kocası değil de velisi tedip darbını yapacaktır. Akıllı ise siyasi velisini de kendisi seçecektir Yani, onu korumakla yükümlü olan kimse onu tedip edecektir. Bu velinin çıkarına değil, onun korunması için yapılacaktır. O velisini değiştirebilir. Sonra eğer artık kendi kendisini yönetecek duruma gelmişse, hakemlere gider ve korumasının bu yetkisini kaldırtabilir. Birbirinden tamamen farklıdır.

Adale” kelimesi ile tasvir etmesiyle; sopa ile, kamçı ile değil, elle ve kas kuvveti ile onları dövmek söz konusu olacaktır. İnsanlar onurlu varlıklardır. Kendilerine fiske değmesini istemezler. Bu onlara acı verdiği için değil, onların onurunu kırdığı için üzülür ve kaçınırlar. Dövmeye başladığınız zaman bu onuru kırılır, ondan sonra hiçbir şeyden çekinmez olurlar. Bu sebepledir ki onların baskı altına alınmasını yasaklamıştır.

Kıyasla bu çocuklar için de geçerlidir. Dayak en son çaredir.

لِتَذْهَبُوا بِبَعْضِ مَا آتَيْتُمُوهُنَّ (Lı TaÜHaBu Bı BaGWı MAv EaTaYTuMUvHUnNa)

“Kendilerine ita ettiklerinizin bazıları ile zihab edecekler diye.”

Kur’an’daki her emir farzdır. Nasıl namaz kılmak farzsa, hacca gitmek farzsa, abdest almak farzsa, evlenmek emri de farzdır. Kur’an ‘evlendiriniz’ diyor. Buna kadın erkek herkes muhataptır.

Öyleyse evli olmayan kadın veya erkek, çevresinde evli olmayan kimse yoksa, gidip başka yerden eş aramak mecburiyetinde değildir. Ama çevresinde evlenmemiş insanlar varsa, kendisi evlenecek ki karşı tarafın evlenme imkanı doğsun. Bunun için yakınları zorlamalıdırlar. Onlar hatırlatmalıdırlar. İmkanları yoksa imkanlarını hazırlamalıdırlar. Hele Allah evlenmek için imkan vermiş de bunu kullanmayan kimse küfranı nimet içindedir. Zekât vermeyen insan gibidir.

Bu emrin yerine gelmesi için evlilik çok kolaylaştırılmıştır. Erkek ve kadının aleni olarak ‘evlendik’ demeleri ile akit gerçekleşir. Biz bunun yazılı olmasını ve tarafların imzalamasını istiyoruz. Bu da farzdır, ama şart değildir. Yazılmasa da nikâh geçerlidir. Neden kolaylaştırılmıştır? Emir kolay yerine gelsin diye.

Allah yine aynı derecede boşanmayı da kolaylaştırmıştır. Çünkü taraflar evlenmekten korkmasın, gerektiğinde birbirinden kolay ayrılsın diye. Bunun için tek taraflı aleni beyan boşanmak için kâfidir. Kadın veya erkek ‘ben boşanıyorum’ dediği anda boşanma meydana gelir. Böyle kolay boşanma olduğu için herkes evlenebilir, gerektiğinde boşanırım der.

Yalnız boşanma bu kadar kolay olmakla beraber, boşanmanın olmaması için bazı tedbirler alınmıştır. Bunlardan biri iddettir. Bu zaman içinde boşayan taraf sözünü geri alabilir. Evlilik sürer. Ancak bu da ancak iki defa yapılabilir, üçüncüden sonra bu mümkün değildir. Üç ay içinde dönmezse o zaman boşanma olur. Yeni nikah ve yeni mihir gerekir. Bu birinci tedbirdir. Ayrıca îlâ vardır, zıhar vardır. Tedbirleri vardır.

İkinci tedbir ise mihirdir. Mihir kadın için konan boşanma tazminatıdır. Kadın, ‘beni boşarsan bana bu tazminatı ödeyeceksin’ der, erkek de bunu kabul eder. Bunun asgari miktarını topluluk belirler ve o bucakta o geçerli olur. Bu konuda kadının mezhebi veya bucağı geçerlidir. Boşanma esnasında şöyle hükümler konmuştur:

  1. Koca kadının kusuru olmaksızın onu boşarsa bütün mihiri vermek zorundadır.
  2. Kadın kocanın kusuru olmaksızın ondan boşanırsa bütün mihiri iade eder.
  3. Koca karısını kusuru sebebi ile boşarsa mihirin bir kısmını veya tamamını geri alabilir.
  4. Kadın kocası kusurlu olduğu için kocasını boşarsa bir kısmını veya tamamını geri vermeyebilir.

Bu hususta hakemler karar verir.

Erkekler kadınlara baskı yapar, adalelerini gösterir, onları boşanmaya zorlayabilirler. Yani, kadının boşanmasını isteyebilir. İşte bunu yapmayın diyor. Hakemler eğer böyle bir şey yaptığını tesbit ederlerse, kocayı kusurlu bulup mihrin tamamını kadına bırakacaklardır. Âyet bunu emrediyor. Çünkü yapmasın demiyor, yapmayın diyor. Bunu nazarı itibara almayan hakemler kendileri o kol gücüne katılmış olurlar.

إِلَّا أَنْ يَأْتِينَ بِفَاحِشَةٍ (EilLAv EaN YaETIyNa BıFaPıŞaTın)

“Sadece fahışa ile gelirlerse. Alabilirsiniz.”

Burada “Bı Fuhşın” denmemiş, “Bi Fahışetin” denmiştir. Bu sadece zina değildir. Çünkü fuhuş zinaya verilen bir ad değildir. Suçun meşrulaştırılıp yaygınlaştırılması fuhuştur. Yani, bir kimse suç işler, gizli ve kaçamak olarak işler. Ama eğer suçu marifete dönüşmüş ve aleni olarak işlemeye başlamışsa bu fuhuştur. Fahişe de bu suçun örgüt tarafından işlenmesi demektir. Yani, suç örgütü kurmak demektir.

Bazen olur ki, kadın kocasından mihiri alarak ayrılmak için örgüt kurar. Hattâ bu mesleği icra eden şebeke oluşur. Kadınları evlendirir, sonra ayırtır. Böylece bir yolsuzluk şebekesi oluşturulur. İşte böyle bir durum varsa, o takdirde kadın boşanır ve mihir de verilmez.

مُبَيِّنَةٍ  MüBayYiNatin  “Mübeyyen olacak.”

Fuhuş dedikodu ile sabit olmaz, söylentilerle olmaz. Zina dışında kocanın görmesi de yeterli değildir. Kadının böyle mihir dolandırıcılığı şebekesinde yer aldığı şahitlerle hakemler nezdinde ispat edilmiş olması gerekir. Eğer bir davada böyle bir mahkumiyetle mahkum olmuşsa o zaman artık ondan sonra erkek boşar ve kadına bir şey vermez, verdiğini de geri alır.

Burada daha önce çözememiş olduğumuz bir hükmü de çözmüş oluyoruz. O da kadının zina ettiğini kişi görse ve bunu beyan etse, koca olarak yemin ettiği takdirde zina cezasından kurtulur. Doğacak çocuğu reddedebilir. Kadın da yemin ederse o da cezadan kurtulur. Ancak boşanmadan dolayı mihir yine verilecektir. Mübeyyen olmayan zina mihri düşürmez. Bu sorunu şimdi burada çözmüş oluyoruz.

وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ (Va GavŞıRVuHunNa Bi elMaGRuvFı)  

“Onlarla maruf ile muaşeret ediniz.”

Genel olarak, mü’minler sevgiye dayanarak evlenirken baştan birbirlerine çok taviz verirler. Karı koca arasında sadece hislerle bağlanırlar. Zaman zaman kadın farkına varmadan kocayı istismar eder. Sözünde gezdirebiliyor diye onun sırtına biner ve her dediğini yaptırır. Kocasını ailesinden eder. İşini bozar. Sonunda kopma noktasına gelir ve kopar.

Bazen de tersi olur. Kadın uysal olur. Erkek de üstüne gider. Onu çevresinden ve ailesinden eder. Bir zaman gelir ki, o da dayanamaz ve kopar.

Üçüncü bir olay olur, karı koca ömürleri boyunca hep birbirleri ile kavga eder dururlar. Çevrenin baskısı ve çocukların hatırı için dayanırlar ama hayatları hep cehennemde geçer. Huzurlu ve mesut bir hayat yaşayamazlar.

İşte Allah bu âyette hislerinizle değil, “marufla geçinin” diyor. Seviyorsanız sevginizi bir yerde kontrol ediniz, maruf ne ise o şekilde muamele ediniz. Bazen de nefret edebilirsiniz. Ama yine nefretle değil, şeriatla muamele ediniz.

“Maruf” nedir? Maruf şöyle sıralanır:

  1. Taraflar evlilik sözleşmesini yazarlar ve bu sözleşmeyi ittifakla değiştirebilirler. O maruftur.
  2. Evli iken istişare ederek, ailelerine de danışarak ortak kararlar alırlar. Bu şartla sözleşmelerini de değiştirebilirler. Kur’an teşavürin diyor. Dolayısıyla ailelere danışılarak karar alınmalı ve yazılmalıdır.
  3. Bir de karı koca birer dini mezhep benimsemelidir. Sözleşmede olmayan veya sonra kararlaştırılmayan vakalarda o mezhebin görüşüne göre hareket etmelidirler. Bir konuda ispat külfeti kime ait değilse onun mezhebi uygulanır.
  4. Nihayet, bütün bunlar da sonuç vermezse, hakemlere gidilmeli ve hakem kararlarına taraflar razı olmalıdır.

İşte “maruf olan” budur.

Maruf” demek, mahut demektir. Eğer karı koca bu hususlara riayet ederlerse, haklarına razı olurlarsa, hayatları kopma seviyesine gelmez. Sonra da evde daima huzurlu olurlar. Birbirlerini daha çok severler. Çünkü bir insan karşısındakinden ne beklerse, onu bulamadığında ona karşı kırgınlık duyar, hattâ kin duyar. Bu bekleme de tükenmez. Aldıkça daha çok bekler, aldıkça daha çok bekler.

Anlaşmazlıkların merkezinde daima eve gelenler olur. Hele bugün olduğu gibi herkesin değişik çevresi, değişik misafiri olunca, ailenin diğer fertlerini rahatsız ediyor. Bir de gösteriş ekonomisi hâkim olunca israfa da sebep oluyor. Görüşmedi mi kadına ayıp oluyor. Onun için istemiyor.

Bu sorunun çözülmesi anlaşmalarda baştan yer almalıdır. Derecesi ve mahiyeti tesbit edilmelidir.

Eğer biz bugün huzurlu bir hayat geçiremiyorsak, bunun kaynağı işte Kur’an’ın yukarıda yazılı emirlerine uymayışımızdır. Çocuklarımızın, torunlarımızın bu huzursuzluğu yaşamamaları için bununla ilgili sözleşme örnekleri yazmalıyız. Yeni evliler bu emre uymalıdırlar.

Mü’min olmak kolaydır. Ama îmâna göre yaşamak çok zordur. Hele ilk zamanlarda çok zordur.

Bir kızla bir erkek sırf bu aile modelini yaşatmak için evlenip örnek olsalar, saadet ortaya çıksa, örnek olur. Bunlar bu sayede peygamber sevabını alırlar.

فَإِنْ كَرِهْتُمُوهُنَّ (Fa EıN KaRıHTuMUvHunNa) “Onlardan kerh ederseniz.”  

Yani, olardan hoşlanmazsanız.

İkrah etmek” karşı tarafın hoşlanmayacağı işi yapmak demektir.

Demek oluyor ki, eşler arasında her zaman duygusal sevgi olmayabilir. Ama bu boşanma ve ayrılma sebebi olmamalıdır. Sabredildiği takdirde hayırlı şeyler ortaya çıkabilir. Hoşlanmamak ayrılmanın sebebi olmamalıdır.

Bazen hiç sebep yokken insanlardan hoşlanmazsınız. Bu duygusallıktır. Duygulara biz hakim değiliz.

Biz aklımıza hakimiz. İşte duyguları aklımızla bastırırsak, o zaman onun da nimetlerini yaşarız.  

Hiç kimse tek başına değildir. Herkesin çevresi vardır. Hoşlanmadığınız insana karşı yaptığınız davranış tüm çevresine yapılmış olur. Ona sabrederseniz çevresini darıltmamış olursunuz. Tam tersine size yapılan haksızlık sebebiyle, o sabır sebebiyle çevresi sizi sevmeye başlar.

فَعَسَى أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا (Fa GaSAy EaN TaKRaHu ŞaYEan)  “Bir şeyi ikrah etmeniz.”

Bir şeyden ikrah edersiniz, bu normaldir. Çünkü insanların duyguları vardır. Bir şeyi kerih görmeniz olağandır. İkrah ettiğiniz şey sizin için kötü olmayabilir. Size öyle gelebilir. Siz hislerinize göre değil de, aklınızla hareket etmelisiniz. Maruf ile hareket etmelisiniz.

Marufun ne olduğunu açıkladık. Maruf marifedir.

Bizim tanımımızı benimsemiyorsanız; o zaman siz marufu getirin, ama o marufla hareket edin.

Tarihte fıkıh çeşitli aşamalar geçirmiştir. İnsanlar Hazreti Peygambere ittiba ettiler. Raşit Halifeler zamanında da istişare ile hükümler çıkardılar. Müçtehitler içtihat yaptılar. Sonra içtihat sistemini fetvaya dayandırdılar. Fetvalar maruf dediler. Ama işe yaramadı ve uygarlık çöktü.

Şimdi maruf nedir?

Önce sözleşmedir. Sonra uzlaşmadır, sonra mezhep içtihatlarıdır, sonra hakem kararlarıdır.

Bunlar şeriatça belirtilmiştir. Müftülerin fetvası şeriatta belirtilmemiştir.

Kur’an ulu’l-emre sorunuz demiyor, ehl-i zikre sorunuz diyor.

Asâ” kelimesi, kendisinden sonra gelen cümleyi beklenir anlamındadır. Türkçedeki bilir karşılığıdır.

وَيَجْعَلَ اللَّهُ (Va YaCGaLa elLAHu)  “Bir şeyi görebilir. Allah da içine hayır ca’ledebilir.”

Buradaki “Va Yac’ale”yi “Tekrahû”ya bağlamaktadır. Onun için üstünlü gelmiştir.

Asâ” sonra gelen cümleyi beklenir hâle getirir. “Gelebilirim”de olduğu gibi Tükçedeki “bilirim”e karşılık Arapçada “Asâ” kullanılır. Gelen cümle “Asâ” ile bağlanır. Araya isim girse bile isim “En”li  cümlenin failidir. “Asâ Zeydün En Tedribahu” dersin; “Zeyden En Tedribahu” demezsin.

فِيهِ خَيْرًا كَثِيرًا  (FIyHı PaYRan KaÇIyRan)  

“O kerih gördüğünüz şeyde Allah kesir hayır yapar.”

Dolayısıyla karı-koca arasında kızgınlık, darılma, küskünlük olsa bile boşanmaya doğru gidilmemesi gerekir. Çünkü bu boşanma yalnız ikisi arasında cereyan etmez. Çocukları olursa onlar için yetimlikten beter bir durum ortaya çıkar. Hele çocukları görüştürmeme, konuşturmama gibi haller son derece yanlıştır.

7 yaşına kadar çocuk annesinde kalır. Çocuk okula gitmeye başlar. Okulunu belirleyecek olan anne babadır. Son söz çocuğa kalır. Anne babasının istediğini tercih eder.

10 yaşından sonra da yine çocuk akşamları annesinin yanında kalır. Erkek olsun, kız olsun, gündüzleri iş ve eğitim işleri babasının denetiminde yapılır.

15 yaşına geldiği zaman da bağımsız hâle gelir.

Bütün bunları karı kocanın barışık iken yapmaları başka, ayrı oldukları zaman yapmaları başkadır.

Birbirine sabredenler, iyi ve sadık anne babalar iseler, onlara saygı gösteren çocuklar yetiştirirler. Sonra onlara hayır olur. Yaşlılıkta veya sıkıntıda onlara bakarlar. Âhirette de onların ıslahından dolayı anne ve babaları da hayır görür.

Eşlerin ayrılması yalnız çocuklarına değil, iki aşiret arasında da hasımlığa neden olur. Karı-koca iki aile arasında sevgi ve saygı bağı doğururken, ayrıldıklarında ise onlar arasında hasımlık ve kin başlar. Herkes kendi tarafını tutar. Onların da huzurunu bozmuş olursunuz. Ayrıldığınız zaman çevreniz de aynı şekilde rahatsız olurlar. Aile dostlukları vardır. Karı koca başka karı koca ile tanışıp gidip gelmeler olunca, sosyal bir saadet doğar. İnsanların dostlarla ve komşularla ailece kurdukları yakınlık saadet getirmektedir. İnsanları yalnızlıktan uzaklaştırıp güvenli bir hayat oluşturmaktadır. İnsanlar böylece daha çok Allah’a yaklaşırlar, topluluğa yaklaşırlar. Böyle bir ayrılma bunların huzurunu kaçırır. Tarafsız kalmaya çalışırlar ama başaramazlar.  

Aileler topluluğun molekülleridir. Ailede meydana gelen huzursuzluk topluluk içinde meydana gelmiş huzursuzluktur. İnsan böyle eşine sabreder ayrılmazsa, hoşlanmasa bile dayanırsa, pek çok hayırlar kendilerinden doğar. Çocuklar sağlıklı olarak yetişirler. İki tarafın yakınları arasında dostluklar sürer. Bu dostluklar hayırlı sonuçlar oluşturur. Karı koca arasında oluşmuş sosyal çevre yaşar ve hayırlı sonuçlar doğar. Nihayet kamu da sağlıklı ailelere destekte bulunur.

Bütün bunlara rağmen boşanmak son derce kolaylaştırılmıştır. Hukuki zorluk asla yoktur. Bu da ailenin sağlamlığı için gereklidir. Boşanmanın zor olduğu bir toplulukta karı koca kendilerini güvende hisseder ve daima didişir dururlar. İki taraf da ayrılmak korkusu olmadığı için karşı tarafı ezmek ister. Oysa boşanmanın kolay olduğu topluluklarda, karı koca birbirini kaçırmamak için birbirlerine karşı son derece saygılı olurlar.

Bütün bunların temelinde maruf ile davranmak vardır. Karı koca arasında düzenlenen bu hukuk tüm sosyal ve ekonomik ortaklıklarda ve topluluklarda misal olacaktır. Kıyas yoluyla orada uygulanacaktır. Ortaklıklarda da ayrılma kolay olmalıdır, ama taraflar ayrılmama gayretinde bulunmalıdırlar.

 

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ

وَإِنْ أَرَدْتُمْ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَكَانَ زَوْجٍ وَآتَيْتُمْ إِحْدَاهُنَّ قِنطَارًا

فَلَا تَأْخُذُوا مِنْهُ شَيْئًا أَتَأْخُذُونَهُ بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُبِينًا(20)

وَكَيْفَ تَأْخُذُونَهُ وَقَدْ أَفْضَى بَعْضُكُمْ إِلَى بَعْضٍ وَأَخَذْنَ مِنْكُمْ مِيثَاقًا غَلِيظًا(21)

وَلَا تَنكِحُوا مَا نَكَحَ آبَاؤُكُمْ مِنْ النِّسَاءِ إِلَّا مَا قَدْ سَلَفَ إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَمَقْتًا وَسَاءَ سَبِيلًا(22)

 

وَ (Va)  “Ve”

Bundan önceki âyette kadınlara vâris olma haram edildi. Yani, kadınların kendi rızaları olmadan onları birbirine devretme, onları eşya olarak kullanma haram kılınmıştır. Hattâ bu haramlığa bakarak, kölelerin bile zorla cariye yapılması meşru yapılmayabilir. Karı koca esir olmuşlarsa, çocukları varsa veya yoksa, eş olarak kalmak istiyorlarsa tefrik edilmemeleri gerekir.

Kadınları cinsi ilişkiye zorlama fahiş bir günah kabul edilmiştir. Erkeğe ikinci evlenme yetkisi verilmiş ama kadına zorla mâlik olma haram kılınmıştır. Bu ikrahla nikahın gayri meşruluğuna delâlet etmez. Burada ona atıf yapılmıştır. Şimdi ikinci evlilik ele alınmış, ilk karının veya karıların hukuku üzerinde durulmuştur.

إِنْ أَرَدْتُمْ (EıN EaRadTuM)  “Murad ederseniz.”

İn” ile getirilmiştir. Murad edilmesi beklenen bir şey değildir.

Murad” kelimesi ile; başka bir kadınla evlenmeye kalkışan kimse, eski karılarına boşanma, haklı boşanma sebebini ortaya koyar. Yani, ikinci evlenmeye kalkışan, hitbede bulunan yani birisini belirleyip onunla evlenme müzakerelerine girişen kimsenin eski karıları, kocalarından tam mihir alarak ayrılabilirler. Nikahlanmış olmaları şart değildir.

İşte bu sebepledir ki “Eradtüm” deyip; “Nekehtüm” veya “Zevvectüm” dememektedir.

Sığanın çoğul hâlinde kullanılması evlenmenin sosyal olay olmasıdır.

Oysa “Zevc” kelimesini müfred (tekil) olarak kullanmıştır.

Bu âyette evlenmelerin açık olması, yazılı olması, tesmiye edilmemişse mihri mislin, tesmiyede asgari mihirin şart koşulması ve nikâhın ifade edilmesi gibi hükümler konmuştur. Çünkü nikahla bile sıhri akrabalıklar doğmaktadır.

اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ (EısTıBDALa)  “Zevci istibdali murad ederseniz.”

Bedel” “Beden” kelimesi ile akrabadır. Esir düşen kimselere karşılık verilen şeye bedel denmektedir. “Beden” kelimesinden “l” harfi ile manâsını değiştirmiştir.

Burada ikinci evliliği “Bedel/ İstibdal” kelimesi ile ifade etmiştir. Çünkü yeni evliliğe kalkışmak demek, eski eşlere haklı boşanma hakkını tanımaktadır. Buna kalkışan kimse eski eşlerinin tam mihir alarak ayrılmalarına sebeptir, illettir.

Erkeğin her zaman karısını mihrini vererek boşama yetkisi vardır.

Kadının da aldığı mihri iade ederek veya mihirden vazgeçerek kocasından ayrılma yetkisi vardır.

Ayrıca erkek kusurlu karısından tam veya kısmen mihri geri alarak hakemlerin kararı ile ayrılabilir. Buna “hul” diyorlar. Kadın da kusurlu kocadan mihri tam veya kısmen alarak ayrılma yetkisine sahiptir.

Burada belirtilen, yeni evlenmeye kalkışan erkeğin tam kusurlu olması ve eski karıların her zaman tam mihri alarak ayrılma hakları olduğu ortaya çıkmaktadır. Müeccel olan mihirler de muaccel hâle dönüşür. Yani, kadın mihrini alarak yine de isterse ayrılmayabilir. Yeni evlilik eski karıları tam yetkin hâle getirmiş olur. Onlar ne yaparsa yapsınlar mihirleri geri isteme yetkileri olmaz.

مَكَانَ زَوْجٍ (MaKAvNa ZaVCın)  “Zevcin mekânını istibdal etmeyi murad ederseniz.”

Zevc” kelimesi müfred ve nekire olarak kullanılmıştır.

Kendisini değiştirmek değil de, “Mekânını” değiştirmekten bahsetmektedir.

Kendisini değiştirmek, onu eşya kabul etmektir. Oysa o insandır, kimse onu alıp satamaz. Sadece yerini değiştirir, mekânını değiştirir. Yeri de birinci veya ikinci veya üçüncü karı iken, yeni eş alarak eski eşin yerini düşürmek anlamına gelir. Her gece kendisi yanında kalırken, şimdi iki gecede bir veya üç gecede bir yanında kalacaktır. Koca karısının yanında olan karıya ait mekânı başka bir kadın ile değiştirmektedir.

Bu âyet aynı zamanda kadınlar arasındaki kısmeti de teşri etmektedir.

Demek ki ikinci evlilik kadına ait mekânı değiştirmek olacaktır.

Burada hem zevc hem de mekân nekiredir. Yani, bütün mekânların değiştirilmesi gerekmez.

Burada sığanın cem olarak kullanılmasından anlaşılıyor ki, böyle yapan bir erkeğin mihrini âkilesi (dayanışma ortaklığı) ödemek zorundadır. Yani, mihir dayanışma ortaklığının teminatı altındadır. Nafaka da öyledir. Karısının nafakasını temin edemeyen kocanın âkilesi onu tediye etmek zorundadır.

وَآتَيْتُمْ إِحْدَاهُنَّ (Va EaTaYTuM EıXDAvHunNa)  “Birine ita etmiş olsanız.”

Burada mihirin esasta acilen verilmiş olması gerekir. Tecil edilmiş olsa bile, bu durumda acil hâle geldiğine işarettir. Bunun için “Faradtüm” denmemiştir.  

Birine” denmek suretiyle anlıyoruz ki, mihir miktarının eşler arasında eşit olması gerekmez. Eşler mihirlerini istedikleri kadar pazarlıkla tesbit ederler. Eğer bir kadın kocasının kendisinden sonra başka bir kadınla evlenmesini istemiyorsa, çok ağır diyet koyar ve kocasının evlenmesini zorlaştırır.   

Yeni evliliğin başka bir şartı da, eski eşlerinin almış oldukları nafaka yani aynı geçim seviyeleri düşmelidir. Yani, kocanın durumu bozulsa da, veya yetmese de, eski hayat seviyelerini yaşamak durumundadırlar. Bu karılar arasında eşittir. Sadece ev çocuklara göre büyük veya küçük olabilir. Bunları temin edemeyen erkeğin âkilesi bunları sağlamak durumundadır.

Bunun anlamı şudur ki, yeni evlenen erkek âkilesinin muvafakatini almak durumundadır. Yoksa âkilesiz kalırsa o toplulukta yaşayamaz. Âkilesizler bucağına gitmek zorunda kalır ve orada askeri hayat yaşar. Tabii oraya belki yeni eşi de gitmez.

قِنطَارًا (QıNOARan)  “Kantarlarca vermiş iseniz yine de ondan bir şey ahzetmeyiniz.”  

Kantar” aslında kaldıraç demektir. Bir tarafa hafif ağırlık koyar, diğer tarafa ağır bir şeyi koyarsanız, o zaman oynatabilir yahut kaldırabilirsiniz. Bugün buna baskül denmektedir. Köprülerin ayakları bu suretle sabitlendiği için köprülere de kantar denmektedir. Bunu tonlarca şeklinde ifade edebiliriz.

Nikâhta mihir belirlenmemişse mihir misl olarak belirlenir. Bu da kadının mensup olduğu aile ile ilgilidir. Bu belirlemede ekal mihir vardır, ondan aşağı tesbit edilemez. Bu da bucakların şeriatına göre belirlenir. Her bucak için ayrıdır. Bir de karı koca istedikleri kadar anlaşarak tesbit ederler. Bunun üst sınırı yoktur. Onun için “Kantarlarca” denmektedir.

Koca bulabilen kadınlar, mihirlerini yükselterek kocalarının ikinci evliliklerine mâni olabilirler.

Şeriat bir denge düzenidir.

Eğer kadınların sayısı erkeklerin sayısına eşitse, o zaman mâli olarak herkes bir kadınla evlenir. Ender olarak iki kadınla evlenmeler de az sayıda erkekleri bekâr bırakır ve bütün erkeklerin daha çok çalışmalarına sebep olur.

Avrupa’da ve kapitalist ülkelerde bu politika uygulanmakta ve az miktarda işsizlik oluşturularak iş hayatı dengede tutulmaktadır. Böylece herkes iş bulma derdi ile patronların kölesi olmaktadır.

İslâmiyet bunu erkekleri kadınlara köle etmekle sağlamıştır. İslâmiyet erkekleri sermaye sahiplerinin esiri yapacağına, karılarının esiri yapmıştır.

Ama eğer kadınların sayısı erkelerden çoksa, elbette kadınlar hizmetçilerini paylaşacaklardır. Birinin hizmetçisi olacak, diğeri kimsesiz bırakılacak! İslâm düzeninde böyle bir şey olamaz.

İşte bundan dolayı bütün sosyal patlamalar, insanların şeriata razı olmamalarından ileri gelmektedir.

فَلَا تَأْخُذُوا مِنْهُ شَيْئًا (Fa Lav TaEPuÜUvHu MıNHU ŞaYEan)

“Ondan bir şey ahzetmeyiniz.”

Burada emir yine topluluğadır. Yani, eğer kadın mihri alır, sonra kusurlu olarak boşlanırsa, mihri iade etmesi gerekir. Ancak, eğer kadın bunu iadeye muktedir olmazsa, hattâ olsa bile bunu âkilesi iade edecektir. Yani, mihir sigortalanmıştır.

Erkek ödeyemezse onun âkilesi, kadın gerektiğinde iade edemezse onun âkilesi tediye edecektir.

Hattâ mezhepler isterlerse mihirlerin tediye veya iadesini âkilelere bırakabilirler. Yani, evliliklerini sigortalamış olurlar.

Kadının kendisini istemeyen eşinin yanında durma zorunluluğu ortadan kalkar. Mihrini alarak başka kocaya gider. Gerekirse ondan da mihir alır. Böylece kadın zenginleşir, çocuklarına daha çok miras bırakır.

Çok evlilik evli olmayan erkekleri çoğaltacağı için yeni koca bulmak kolay olacaktır. Bu eşleri maddî zorluklar veya başka eş bulamama zorunluluğu olarak bir arada tutma yerine, birbirini severek ve bağlanarak bir arada olmalarını sağlar.

“İslâm aileleri” demek, mesut aileler demektir. Tek evlilik aileleri demek, kavga yuvaları demektir.

Şeriatı dinlemeyenler ve uygulamayanlar sonunda acısını kendileri çekerler.

Allah; “Biz onlara zulmetmedik, onlar kendi nefislerine zulmettiler.” diyor.

أَتَأْخُذُونَهُ بُهْتَانًا (Ea TaEPuÜUvNaHuv BuHTANan)  

“Buhtan olarak onlardan ahz mı edeceksiniz?”

Buhtan” iftira demektir. “Behit” aslında konuşamayan demektir. Savunmasız yargı demektir.

Bütün hukukta itham edilenlere savunma hakkı verilir. İspat külfeti de iddia edenlere aittir.

Eski karılardan mihiri geri alma ancak ve ancak zina suçundan olabilir. Eğer kadın bu şartlar altında zina yaparsa, o zaman ondan verilen mihir her hâlü şartta geri alınır.

Buradaki bu ifade ile zina fiilini yukarıdaki hükümlerden istisna etmiştir.

وَإِثْمًا مُبِينًا (Va EıÇMan MuBIyNan)  “İsmi mübîn olarak.”

“Buhtan” yani iftira “ismi mübîn” olmaktadır. Yani, kadının zina ettiğinin tesbit edilmemesi hâlinde bu iftira olur. Eğer böyle bir iftira da mübeyyen ise yanı ispatlanmışsa, o zaman mihir geri alınır.  

Bir kimse “Ahmet Ayşe’nin zina yaptığını söyledi” derse; Ahmet’in onu söylediğini ispat edemezse, kendisi söylemiş olur ve zina cezasını o çeker.   

Bir gazete “Falan yerden aldığım habere göre bu böyledir” derse; sonra o haberi oradan aldığını ispat edemezse, kendisi söylemiş olur, kendisi sorumlu olur. İftira ile cezalanır. Mahremiyete aitse tazminat öder.

28 Şubat gizli haberlerini yayınlayan her yazar ve her gazete suçludur. Çünkü gizli haber yayınlanamaz. İşte Refahyol Hükümeti’ni yıkan asker değil, bunu önleyemeyen o hükümetin Adalet Bakanlığı olmuştur.

Burada iftira ve gizli haberle ilgili hükümler konmaktadır.

***

 

وَكَيْفَ تَأْخُذُونَهُ (Va KaYFa TaEPuÜUvNaHUv)  “Ve nasıl ahz edersiniz.”

Bundan önce “Ta’huzunehu” demiş, inkârcı soru edatını kullanmıştır. Burada yine sordu ama şimdi de “Nasıl alırsınız!” dedi. Almanız mümkün değildir. Alınması şeriata uygun olmaz demektedir.

Birincisinde kendisinin yapılması men edilmiş oluyor, burada ise alış şekli men edilmiş oluyor.

Böylece haramlar ikiye ayrılmış oluyor. Haramun liaynihi onun yapılması haramdır. Mesela, livata haramun li aynihidir. Yahut, akraba ile zina haramun li aynihidir. Başkasının eşi olan kadınla cima haramun liaynihidir. Ama kadın ve erkeğin gizli cinsi ilişkileri ligayrihi haramdır. Yani, yapılış biçimi ile haramdır.

Aleni olmak, akde dayanmak şartı ile cima haram değildir.

İstibdalde ahzı hem li aynihi, hem de li gayrihi haram etmiş olmaktadır. Başka bir ifade ile buradaki zarar sadece karı koca arasında değil, doğrudan aile müessesesinedir... Nikahadır... Evliliğedir...

Sosyal ilişkileri dengede tutarsanız, baraj oluşur, onunla elektrik üretirsiniz. Yoksa sel olur, her tarafı tahrip eder, yok eder. Şeriatın koyduğu haramlar sosyal enerjiyi biriktiren birer barajdır. Şer’î müesseseler ise o barajlar üzerinde kurulmuş birer santraldir.

Zina yasağı cinsi enerjiyi biriktirir. Cinsi enerjinin depolandığı güç oluşmaktadır, onun üzerine kurulmuş evlilik müessesesi ise çocuk üreten santral olmaktadır.

Zinanın AIDS gibi bizatihi zararı vardır. Ama aile müessesesini çökerttiği için ligayrihi de zararı vardır.

Burada ahz edilemeyeceğini bildirmektedir.

وَقَدْ أَفْضَى بَعْضُكُمْ إِلَى بَعْضٍ (Va QaD EaFWAy BaGWuKuM EıLAv BaGWın)  

“Bazınız bazınıza ifda etmişlerdir.”

Fada” ile “Fidye” kelimesi akrabadır.

Bedel verilemeyince fidye verilir. Oruç tutulamazsa fidye verilir.

Erkek kendisi çocuk doğuramadığı ve çocuğuna süt veremediği için kadınla ortaklık kurmuştur. Kadın rahmini koyacak, çocuklarını emzirecek; buna karşılık erkek nafakayı temin edecek, askerlik yaparak ailenin savunmasını sağlayacak, böylece ortak olarak çocuk yetiştireceklerdir.

Fada” kelimesi fidyeleşme manâsını taşımaktadır. Şirketi mufavada ile de akrabalığı vardır. Yani, aile bir ortaklıktır. Ancak aile ortaklığı gelişigüzel bir ortaklık değildir. Akitle oluşan bir şirketten ziyade, fiilî şirketlerdendir, tabiî ortaklıklardandır.

Şirket akdi olmayınca da hukuk komşuluk ve yakınlık ilkelerine göre şeriatça belirlenecektir. Akde belli yerlerde müsade edilecektir. Alım-satımda akit serbesttir. Ne istersen o şartı koyarsın. Faiz gibi bazı istisnai yasakları vardır. Nikâhta ise şeriat asıldır, serbestlik istisnaidir. Dolayısıyla mihir veya diğer nafakada şeriatın koyduğu hükümler dışında hükümler koyamazsınız.

وَأَخَذْنَ مِنْكُمْ مِيثَاقًا غَلِيظًا (Va EaPaÜNa MiNKuM MİÇAQan ĞaLIyJan)  

“Sizden ğaliz misak ahz ettiler.”

Ğaliz Misak” demek, feshedilemeyen misak demektir. Bunlara “lâzım akit” denir.

Nezr ettiğin bir şeyden vazgeçemezsin. Yemin ettiğin ifadelerden rücu edemezsin, nikahı fesh edemezsin, talakı geri alamazsın, azat ettiğin köleyi tekrar köle yapamazsın, çocuğa izin vermişsen geri alamazsın, atadığın hakemi değiştiremezsin… Îlâ ve zıhar da böyledir.

Bir başkana biat ettikten sonra, oradan ayrılmadıkça onu azledemezsin.

Bunlara “geri alınamayan tasarruflar” denmektedir.

Mihir de böyledir. Belirlenmiş mihri sonra taraflar artıramaz veya eksiltemezler. Artan ve eksilen kısımlarda âkile garantisi olmadığından mahkemelerde mesmu da olmaz.

Bunlara “misakı ğaliz” denmektedir.

Bu âyet mihrin ve nafakanın misakı ğaliz hükümlerine tâbi olduğuna işaret etmektedir.

 

Not: Buraya kadar olan kısmı bozulan bilgisayarda yazmıştım. O bilgisayardan alıp Reşat’a gönderemediğim için ikinci defa yazmış oldum. Onu da sonra göndereceğim. İki yorumu karşılaştırınız ve aralarındaki ayrılıklara dikkat ediniz. Kur’an’ı her okuduğunuzda manâsı yeniden nâzil olur ve farklı manâlar anlarsınız. Bundan dolayıdır ki size sadece nasıl yorum yapacağınızı anlatmaya çalışıyorum. Kur’an’ı siz kendiniz anlayıp kendi hayatınızda uygulamaya çalışmalısınız. Her gün yeniden anlamalısınız. Her iki yorumu örnek olmak üzere alt alta koyarsınız ve değerlendirirsiniz. (15.12.2004) Süleyman Karagülle

 

***

وَلَا تَنكِحُوا (Va Lav TaNKiXUv)  “Nikâhlamayınız.”

Leka” yanak demektir. “Lıka” yanak yanağa gelmek anlamındadır. Kavuşmak olarak fiil olmuştur. “Lıkah” döllemek anlamındadır. “Nikâh” da iki şeyi birbirine bağlamaktır.

Nikâh” evlilik akdi anlamına gelir. Sadece nikâh akdi demektir. “Hattâ tenkiha zevcen ğayrahu” ifadesinde; duhul nikâh kelimesinden değil, zevcen kelimesinden dolayıdır. Nişanlılar birbirinin zevci değildirler. Zevc için duhul şarttır. Tezvic duhulu gerektirdiği halde, nikâh duhulu gerektirmez.  

Nikâhlamayınız” nehyi, akdi yapmayınız anlamındadır. Burada çoğul sığası kullanılmıştır. Emri topluluğa bildirmiş olmaktadır. Çünkü nikâh topluluğun teminatı altında olan bir akittir. Böyle bir akdi tescil etmeyiniz demektir.

Bunlar nikâhlanmadıkları halde cinsi ilişkide bulunurlarsa zina cezası ile tecziye olunurlar. Hattâ sadece zina değil, fuhuş cezası ile tecziye olunurlar.

مَا نَكَحَ آبَاؤُكُمْ (MAv NaKaXa EaBAEuKuM)  

“Eblerinizin nikâh ettiklerini nikâhlamayınız.”

Burada nikâhlanan zi şuur (şuur sahibi) kadınlar olduğu halde, neden şuursuz varlıklar için olan kelime yani “” getirilmiştir. Çünkü nikâhlanan kadının kendisi değil, sadece rahmidir.

Nikâhlanan kadın çocuk yetiştirmek için rahmini ortaklığa koyuyor. Erkek ise menisini ortaya koyuyor. Kadın rahmini ve sütünü vermesi ile çocuk yetiştirmeye katılıyor, erkek ise nafaka temin etmek ve onu korumakla yükümlü oluyor.

O halde nikah bir ortaklık akdidir. Dolayısıyla ortaklık kadını değil rahmi ortak eder. Bunun dışında kadın tamamen serbesttir. Kocanın o kadının başka yanlarına karışma yetkisi yoktur. Kadın çalışır, ticaretini yapar veya okur ve başka işler yapar. Rahme zarar vermeyecek hiçbir işe kocası karışamaz.

Buradaki “”nın anlamı budur. Kadını küçük düşüren değil, kadını hür yapan bir ifadedir.

Eâbâ” kelimesi, babalar anlamına geldiği gibi babaların babası, dedeler anlamına da gelir. Dolayısıyla dedelerin nikâhlandıkları ile de nikâhlanmak men edilmiştir. Babaların babaları ile de sabit olmaktadır.

Anaların babası babadan addedilmese de, kıyasla onlar da haram olmuş olur. Yani, usulden birinin eşi olan birisini nikâhlamayınız.

Burada karşılıklı olarak şu sorulur.

Kız anasının kocası ile nikâhlanabilir mi?

Bu hususta duhul olmuşsa nikâhlayamaz. Ama duhul olmamışsa ona istisna getirilmiştir.

Burada ise mutlak ifadede nikâh olması yeterli sayılmış, duhul olsun olmasın haram kılınmıştır.

Nikâh” kelimesini müşterek ortak kabul edenler vardır. Yani, hem duhul anlamında, hem de ahit anlamında anlayanlar vardır. O zaman kıyasla bu böyle babasının nişanlısı ile evlenmesi caiz görülebilir.

Biz “Nikâh” kelimesini müşterek kabul etmiyoruz. Dolayısıyla babasının nişanlısı ile de nikâhlamayı kabul etmiyoruz. Bu takdirde kadınla erkek arasında fark ortaya çıkıyor. Anasının nişanlısı ile kız evlenebildiği halde, babasının nişanlısı ile oğul evlenemiyor.

Bu farkın neden teşri edildiğinin hikmetini arayabiliriz.

Nişanlı geline bakma yükümlülüğü kayınpedere getirilmemiştir. Oysa üvey anneye bakma yükümlülüğü oğluna getirilmiştir. Şöyle ki; baba ölse, kadın ayrılmak istemezse mufavada şirketinde kocasının evinde ölünceye kadar kalacaktır. Oysa o ev aynı zamanda vârislerindir. Dolayısıyla aynı yerde kalma durumunda olanlar için nikâh meşru değildir. Bu bakımdan burada fark edilmiştir.

Siz de düşünüp fark üzerindeki hikmetleri ortaya koyabilirsiniz.

مِنْ النِّسَاءِ (MiNa elNıSAEı)  “Nisadan, kadınlardan.”

Kadınlardan” kaydını getirmekle, duhul olmuş kadınlar şartı getirilmiştir.

Nisâ” kelimesi evli kadınlar anlamına gelir. Evli olma şartı yoktur. Evlenecek yaşta olan kadınlar anlamına gelir. Demek ki eğer kız baliğ olmadan nişanlanmışsa onunla evlenilmez. Kıyasen, duhul olmamış kadınla da evlenme sözkonusu olabilir.

Şimdi koyacağımız kural şudur.

Çocuk yaşta olanın nafakası kocasına ait olsa bile, koca onu yanında bulundurmaz, sadece nafaka verir. Çocuk hıdane sebebiyle anasının yanında olur. Duhul olmayan kaynanası ile evlenmesi de caiz olmadığı için bunda bir mahzur yoktur. Yani, kızı ile nikahlı kimse duhul olmasa da kaynanası ile oturabilir.

Min en-Nisâ” kaydı, çocukları istisna etme şeklindedir. Kıyasen duhul olmamış kızları da içermiş olur. O zaman kız ile erkek arasında nikâh bakımından fark olmayabilir.

Yukarıda verdiğimiz hüküm “Min en-Nisâ” kaydı olmadan verdiğimiz hüküm olmaktadır. Şimdi reyimiz değişmiş oluyor.

İşte Kur’an bunun için mübîndir. Her kelimesi bunun için değiştirilemez.

إِلَّا مَا قَدْ سَلَفَ (EilAv MAv QaD SaLaFa)  “Selef etmiş hariç.”

Bu âyet nâzil olmadan önce nikâh yapılmışsa o nikâhı muteber sayıyor ve boşatmıyor.

Şimdi farkına varmadan, bilmeden üvey annesi ile evlenmiş olsa, sonra üvey annesi olduğu anlaşılsa, artık ona zina cezası uygulanmaz ama nikâh da meşru sayılır. Çünkü iki nikâhtan biri sâkıt olacaktır. Diğeri zaten sâkıttır. Çünkü daha evvel boşanmış veya ölmüştür. O takdirde artık bunun tefriki gerekmez.

Bilerek böyle bir nikâh yapmışlarsa zina cezası uygulanır, ama nikâh sahih sayılır. Sadece nikâh olsa da nikâh sahih sayılır. Bunun için “Mâ tezevvece âbâukum” denmemiş de, “Mâ nakaha âbâukum” denmiştir.

Bu “Selef” hükmü faizde de geçmektedir.

Bazı konular vardır ki, olan yanlıştır, ama olmuşsa artık o meşru olur. Feshedilmez. Mesela, bir kimse iki kızla evlense, sonra bunların kardeş oldukları ortaya çıksa, artık bu nikâh iptal edilemez. Ama evlendiği kimsenin kardeşi olduğu ortaya çıksa, bu evlilik bâtıl olduğu için feshedilir.

Bilerek bir kimse iki kız kardeşi alsa, zina cezası uygulanır ama evliliklerine artık müsade edilir. Ama kardeşi ile böyle bir evliliğe müsade verilmez.

إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً (EınNaHUv KAvNa FAXıŞaTan)  “O fahişedir.”

Yani, bu zinadan daha büyük bir suçtur. Zina cezası verilir, köleleştirilir, kadınlar müebbet olarak evlerde hapsedilirler. Erkekler sürülürler ve hadım yapılırlar. Akrabaları ile zina yapanın cezası budur.

Bize göre budur.

Bu ceza uygulanmadığı takdirde aile müessesesini yaşatamayız, yargısız infazlar ortaya çıkar.

Bütün bu cezaların başka bir özelliği daha vardır. Bu tür cezalara mahkum olanlar, orayı terk eder kaçarlarsa ve kendilerini kaybederlerse; yahut Mekke’ye gider orada Harem’de sığınırlarsa, bunlar için herhangi bir takip yapılamaz. Çünkü takip eden bucak diyet isteyemez. Dışarıda infaz edemez. Yani katline fetva çıkaramaz. Böylece bucağından uzaklaşıp giden kimse artık takip edilmez olur.

Eskiden insanlar başka bucaklara gidemedikleri için bu büyük bir ceza olmakta idi. Ama şimdi gidilecek yerler çok olduğu için bu ceza büyük bir ceza sayılmaz. Ama bu sayede otopluluğun bucak içindeki yapısı bozulmamış olur.

Kur’an’da bunlara verilecek cezalar mücmel olduğu için topluluk uygun çözümler bulabilir.

Her ne olursa olsun, aile müessesesi bozulmamalıdır. Neseb sarih olarak belli olmalıdır.

وَمَقْتًا (Va MaQtan)

Maktan” kelimesi “Ba’den” kelimesine akraba bir kelimedir.

Ba’d” uzak demektir. “Makt” da nefret edilen demektir. Tiksinilen, istenmeyen demektir.

“Fahişa” müesseseleşmiş kötülük demektir. Yani, sadece kendisinde kalmaz, çevreye de etki eder. Zinanın fuhuş hâline gelmesi bundandır.

Bir kadın zina yapar ve birkaç erkeği tatmin eder... Böylece birkaç erkek evlenmekten uzak kalır... Evlenmezler... Böylece birkaç kadın koca bulamaz... Bu sefer onlar da zina yapmaya başlarlar...

Bütün bunların sonucunda zincirleme reaksiyon gibi sosyal patlama ile aile müessesesi yıkılır.

Eğer bir fiil böyle ise o fiil fahişedir. Bunun için “fuhuş” değil de “fahişe” deniyor. Yani yaygınlaşma, başkalarını da kendine benzetme istidadı var demektir.

Makt” da böyle tam aksine bir etkidir. Herkes ondan nefret eder ve uzaklaşır.

İşte bu ifade bizim sürgün etme veya tecrit etme hükmümüzü teyit eder.  

Bu tür izdivaçlar normal bucaklar içinde bulundurulmamalıdır. Bu bucaklar kendilerini asıl kabul etmelidirler. Bunlara süfli bucaklarda yaşama imkânı verilmelidir. Bu tür izdivaçlar yapmış veya fahişe olmuş kimseler, kendilerine özgü bucaklarda yaşayabilirler. Ancak asıl bucaklarda oturamazlar.

Hapishaneler yerine düşük bucaklar tesis edilmelidir. Buranın yönetimi de demokratik olmayabilir. Askeri yönetim olabilir.

Kur’an nizamında, adil düzenin temeli hicrettir. Yani, hayatları birbirine uymayan kimseleri ayırmadır.

Vücutta da mikroplar ıslah edilemeyince onlar bir yerde toplanıp kapatılır. Ur aslında budur. Mikropları öldürebilirsiniz. Ama kendinizden olan kanser hücrelerine yapılacak şey onları hapsetmektir.

Tecrit bucakları, onların topluluğa yük olmadan kendi hayatlarını yaşamalarını sağlamak için gereklidir. Burada büyüyen çocuklar istedikleri zaman asıl bucaklara geçip oralarda yaşamaya devam ederler. Onlarla evlenebilirler. Hattâ buraya sürgün olanlar da asıl bucakta olanlarla evlenirlerse onlar da asıl bucaklara geçebilirler.

وَسَاءَ سَبِيلًا (Va SAEa SaBIyLan)  “Sebili saedir.”

Zengin babaları ile evlenen genç kızlar oğullarına göz koymuş olabilirler. Daha hayatta iken de onlarla ilişki kurabilirler. Böylece kötülüğe yol açmış, kötülüğe götürmüş olabilirler.

Sıhri akrabalık bunun için tesis edilmiştir. Sıhri haramlık olmazsa, birbirlerine gidip gelen baldız veya kaynana arasında ilişkilere yol açar. Ama haramlık onlar arasında kardeşlik sevgisini ve saygısını doğurur.

Süt anne ile haramlık da böyledir. Onlarda biyolojik yakınlık da vardır.

Topluluklar neseb dışında da yakınlıklar tesis etmek isterler. Kirvelik müessesesi böyle bir müessesedir.

İslâmiyet bunları tabiî kurallarla bağlamıştır. Akrabalık dört şeyle doğmaktadır:

  1. Neseb akrabalığı. Usul ve füru’, usulün kardeşleri kardeşler ve onların füruu neseb kardeşliğidir. Kur’an bunlara “erhâm” demektedir.”
  2. Sıhri akrabalıklar. Bunlar da neseb akrabalığı gibidirler. Eşin ana usulü, eşin füruu, bunlar daima akrabadırlar, boşansalar da akrabalıkları devam eder. Usulde akrabalık nikah için yeterlidir. Füru’ için duhul şarttır. Kardeşleri, usulün kardeşleri, kardeşlerin füruu ise nikah devam ederken akrabalık devam eder. Eğer nikâh sona ererse akrabalık da biter, evlenebilirler.
  3. Süt anne ve kardeşler. Bu da sıhri akrabalık gibidir. Süt emen çocuk o ailenin süt kardeşi olur. Akrabalıklar tamamen devam eder. Onlaın süt akrabaları çocuğun akrabası ile akraba olmazlar. Bu akrabalığın sınırını kıyasla neseb akrabalığına kadar götürmekteyiz. Bununla beraber bazı istisnalar ortaya çıkabilir.
  4. Köleler de birbirine akraba olurlar. Dolayısıyla bir kadın kendi kölesiyle evlenemez. Cinsi ilişkide de bulunamaz. Sahip olduğu anda azat eder ve evlenebilir, yahut akraba yapar ve bir daha onunla evlenemez. Erkek ise kadın köleye sahip olduğu zaman cariye yapar, yahut akraba yapar ve bir daha da onunla cinsi ilişki kuramaz. Kimin zamanında azad olurlarsa onların akrabası olarak kalır. Hattâ başka mirasçıları yoksa birbirlerine vâris olurlar. Oysa sıhri ve süt akrabalıklarda mirasçılık yoktur.

İşte akrabalar arasındaki evlilikler fahişedir. “Makttır ve sae sebîlâ”dır. Cezaları da ağırdır.

Böyle yapanlara zina cezası uygulanır. Bir de kendi medinelerinden sürülürler. Haramlık daimi ise nikâh feshedilir. Nikâh daimi değilse, o zaman nikâh sahih olur, sadece ceza uygulanır.

Aynı yerde yaşayan kimseler arasında sınıf farkı yoktur. Ancak farklı bucaklarda yaşayanlar arasında eşitlik olmayabilir. İcma ile haram olan hususları kendilerine helal yapmışlarsa, biz onların iç hukuklarına müdahale etmeyiz. Ancak o bucakları aşağı bucaklar olarak ilân ederiz. Mahkeme kararı ile ilân edilir. Burada yaşayanlar da asıl bucaklarda yaşayanlara küfv olmazdan onlarla evlenen kıza velisi evlenmesine mâni olur. Evlenirse o da sürülmüş olur. Bucaktan göç edip asıl bucakta yerleşenler de asıl hâle gelebilirler.

Mahkeme kararıyla mahkum olanlar, ancak yine mahkeme kararı ile o cezadan kurtulmuş olurlar. Bunun için tevbe etmiş olmalı ve bir daha yapmayacaklarını kanıtlamak için bir hayır yapmaları gerekir. Tevbenin şekli ve hayrın kabul şekli ya şeriatça belirlenir ya da hakemler tesbit ederler.

 

 


NÎSÂ SÛRESİ TEFSİRİ(4.sure)
1-NİSA 1-5
3288 Okunma
2-NİSA 6-10
2274 Okunma
3-NİSA 11-12
5726 Okunma
4-NİSA 13-17
2006 Okunma
5-NİSA 18-22
1955 Okunma
6-NİSA 18-22
1641 Okunma
7-NİSA 23-24
4698 Okunma
8-NİSA 25-30
2063 Okunma
9-NİSA 31-35
3478 Okunma
10-NİSA 36-40
2150 Okunma
11-NİSA 41-46
2393 Okunma
12-NİSA 47-56
2251 Okunma
13-NİSA 57-62
2113 Okunma
14-NİSA 63-70
1960 Okunma
15-NİSA 71-76
2461 Okunma
16-NİSA 77-80
2051 Okunma
17-NİSA 81-87
2264 Okunma
18-NİSA 88-91
2181 Okunma
19-NİSA 92-94
2148 Okunma
20-NİSA 95-101
2029 Okunma
21-NİSA 102-106
2244 Okunma
22-NİSA 107-113
2200 Okunma
23-NİSA 114-116
2575 Okunma
24-NİSA 117-125
2172 Okunma
25-NİSA 126-130
2024 Okunma
26-NİSA 131-137
1986 Okunma
27-NİSA 138-143
2140 Okunma
28-NİSA 144-152
1998 Okunma
29-NİSA 153-158
2060 Okunma
30-NİSA 158-162
2445 Okunma
31-NİSA 163-170
2122 Okunma
32-NİSA 171-175
2259 Okunma
33-NİSA 176
3245 Okunma

© 2024 - Akevler