İSLAM-Devlet/Dünya-DÜZENİ-2-İlhan Arsele reddiye
Süleyman Karagülle
1326 Okunma
BATI ÇÖKMEKTEDİR BAŞARILI OLAMAYACAKTIR

 

Yazara göre;

Osmanlılardaki asker yönetimi yerini

sivil yönetime bıraktı.

 

"IV- İslam Ülkelerinde İlk Kez Sivil İktidar'ın Üstünlüğü Prensibinin Yerleşmesi.

Osmanlı tarihi, tıpkı diğer Şeriat ülkeleri tarihinde olduğu gibi sivil iktidarın askerî iktidar içinde eridiği bir düzenin tarihidir...(s. 805)

İslâm ülkeleri içerisinde bu geleneği ters yüz eden ve askerî iktidarı sivil iktidara bağlı kılan Atatürk olmuştur. Her ne kadar kendisi doğrudan doğruya askerden gelme ve en yüksek askeri mevkilerde bulunmuş idiyse de hükümet etme alanında sivil iktidarı her şeyin üstünde kılma amacında olmuştur. Ülkeyi yabancı işgallerden kurtarmak için bağımsızlık savaşını sürdürdüğü tarihlerde bile kendisini T.B.M.Meclisi'ne karşı sorumlu ve yetkilerini onun adına kullanan bir kimse olarak görmüştür...(s. 806)

Türkiye devletinin temellerini sivil iktidara oturtmak suretiyle demokratik zihniyeti kökleştirmenin gereğine inanmıştı.

Onun getirdiği bu gelenek kendisinden sonra da (özellikle İnönü ile) sürdürülmüştür. Sivil iktidar organlarından askerî kişilerin sayısı bile gittikçe azalan bir miktarda her yıl gerileme göstermiştir...

Bu bilgi için bk. Eliezer Be'eri, a.g.e., sh. 477. Bernard Lewis, The Emergence of Modern Turkey, London 1961, sh. 329."(s. 807)

 

DEVLET BAŞKANINDA ARANAN ŞARTLAR.

DEVLET BAŞKANI VE BAŞKAN YARDIMCILARI.

 

Türkler asker bir millettir.

Tarihteki tüm başarılarını çok iyi savaşçı olmaları ile kazanmışlardır. Bu özelliklerine mukabil saldırgan değildirler.

Osmanlı İmparatorluğu savaş üzerinde kurulmuş bir devlettir. Türk halkı da savaşçıyı sayar ve sever. Sivil mantığı ile Türk milletini yönetmek çok zordur. Osmanlı İmparatorluğu'ndan sonra hiç bir zaman Türkiye'ye sivil idare gelmemiştir. Celal Bayar zamanında bile yönetim yine askerîdir.

Mustafa Kemal iki kişiye dayanmıştır; İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak. Her ikisi de askerdir. İnkılâpları böyle başarmıştır. Ekonomide ise Celal Bayar'dan başkasını bulamamıştır.

Lise eğitimi bile olmayan Celal Bayar'ın kulaktan dolma bilgileriyle ekonomi bir türlü rayına oturamamıştır.

İsmet İnönü kendisine bir başvekil bulamamıştır. Mareşal Fevzi Çakmak cumhurbaşkanı ve İsmet İnönü başbakan olsaydı, Türkiye bugün çok daha iyi bir durumda olur ve daha iyi yönetilebilirdi. İnönü daima iyi bir başbakan olmuş, ama iyi bir cumhurbaşkanı olamamıştır. Aynı şey Turgut Özal için de rahatlıkla söylenebilir.

Batılılar krallığı bilerek bırakmıyorlar. Bizim de askerleri bırakmamıza gerek yoktur. Askerler devlet başkanlığını iyi başarıyorlar. Dengeyi iyi sağlıyor ve millî iradeye sahip oluyorlar.

Askerler olur olmaz yerde müdahalede bulunma hastalığından da er veya geç kurtulacaklardır. Ne kadar tecrit edilse de millî ordu daima halk ile iç içedir. Er veya geç oluşlar onlara da etki eder ve artık tarihe gömülmüş olan ateizm yani dinsizlikten ordu da bir gün mutlaka kurtulur.

O gün elbette gelecek ve ordumuz aslına dönüp İmam-Hatip mezunlarını da orduya almayı tercih edecektir. Çünkü imansız ve maneviyatsız ordu düşünülemez.

İslâm düzeninde; 'devlet başkanı'için iki şart aranır:

Biri 'alim' olmak, ikincisi ise 'asker' yani 'savaşçı' olmaktır.

Savaşta bizzat ordularını sevkedebilecek kabiliyette olmayan kimse devlet başkanı olamaz. Ülkemizin orgeneralleri hem akademiyi bitirmiş alimlerdir, hem de her biri orduları sevkedebilecek kabiliyettedir.

İlle de adalet olsun ve ne askerler ne de siviller devlet başkanı olmasın diyeceksek; o zaman sivil profesörlerden doktor olduktan sonra dört yıllık harp akademisini bitirme yetkisini verelim, onlar da devlet başkanı olsun. O zaman onlara orgenerallik rütbesini verelim. Böylece askerî yönetim ile sivil yönetim bir başkanda cem olacaktır.

Bakanlıklar ise sivillerden oluşacak ve her bakan doğrudan doğruya meclise karşı sorumlu olacaktır, yani başbakan bulunmayacaktır.

Amerika'da olduğu gibi bir tür Başkan Yardımcıları olacak; biri ilmî meclise, biri siyasî meclise, biri dinî meclise, biri meslekî meclise, biri ordu komutanlarından oluşmuş olar askerî şûraya, biri bakanlardan oluşmuş olan kabineye, biri bölge başkanlarına, biri de büyükelçilere başkanlık edecek; kendisi de bu başkan yardımcılarına başkanlık edecektir.

Orgeneraller ise korgeneraller arasından siyasî partilerce sıralama usûlü ile seçileceklerdir. Her ordu kurmaylarını korgeneralliğe terfi ettirerek tevcih edecektir. Kurmay okulları ordunun ortak okulu olup imtihanı kazananlar burada okutulur. Her ordu buraya öğretmen atar. Ortak dersler verirler. Diğer askerî okullar için ise benzer okullar vardır.

 

*   *   *

 

Yazara göre;

Osmanlıların yayılmacı siyasetinden vazgeçildi.

 

"V- "Cihad" (Din adına savaş) Unsurunu Devletin Amacı Olmaktan Çıkarmak Gereği.

Gördük ki Şeriat devletinde Devlet ve millet yaşamı ile ilgili ya da bunu etkileyebilecek ne varsa her şey Kur'an hükümlerine ve Şeriat esaslarına göre halledilmek gerekirdi. Milleti yüzyıllar boyunca her on ve onbeş yılda bir meşgul eden,... ve tüm olarak sosyal ve ekonomik ve demokratik gelişmeye olanak bırakmayan savaşlar hep din kurallarına ve Kur'an ayetlerine göre açılır, sürdürülür, bitirilir ve tekrar açılırdı...(s. 807)

Atatürk bu konuda da AKILCI ve millet çıkarlarına uyucu siyaseti ile SAVAŞ fikrini (savunma durumu hariç) devletin ve milletin amacı olmaktan çıkarmış ve toplumun enerjisini ve zamanını millî sınırlar içerisinde demokratik ve refahcı bir yöne sokmuştur..."(s. 808)

 

BATI DÜNYASININ TÜRKİYE SİYASETİ NEDİR?

BİZ HİÇBİR ZAMAN SAVAŞ TARAFTARI DEĞİLİZ.

 

Cumhuriyet siyasetinde büyük bir değişiklik yapıldı. Uluslararası yayılmacılığın yerini millî sınırlarını koruyup nüfusu artırma aldı. Sanayileşme aldı. Kalkınma hamlesi aldı.

Mustafa Kemal bunu çok iyi görmüş ve bir çok tavizler vererek savaşı barışa çevirmiştir. Batılıların İslâmiyet hakkındaki talepleri aynen karşılanmıştır. Harp tazminatından vazgeçmiş, Osmanlı borçlarını ödemeyi kabul etmiştir. Batı Trakya, Oniki Adalar, Musul, Batum ve Kıbrıs gibi önemli meselelerin ihtilâflı kısımlarını da onlara terketmiştir.

İkinci Dünya Savaşı'na girmemekle de yerini ve vakarını korumuştur.

Ancak Batı böyle tarafsız ülke istemez. Sonra o kutup oluşturup üçüncü güç olarak ortaya çıkar. Yalta'da Batılılar Sovyetlerle anlaşıp Türkiye'yi kendi taraflarına bıraktılar. Ancak buna zorlamak için Sovyetler'e Batum ve Ardahan'ı istediler. Böylece çar nâçar kalan Türkiye Batı dünyasının kucağına itildi. Savaşsızlık ve tarafsızlık siyaseti bozuldu.

Şimdi Sovyet tehdidi yok. O halde Nato'da işimiz nedir?

Şimdi Batılılar önce Müslüman ülkeleri bize kırdıracak, sonra da Doğudan Ermenileri ve Gürcüleri, Batıdan Yunanlıları ve Bulgarları, Güney-den İsrail'i ve Suriye'yi saldırtarak işimizi bitirecekler.

Sivil yönetimler bu önemli noktayı hiç anlıyamıyorlar.

Daldıkları derin uykudan bir türlü uyanamıyorlar.

Bakalım gelecekte neler olacak?

İslâmiyet;

Eğer bir ülkede fikir ve özgürlük varsa;

Giriş ve çıkış serbestse, o ülkeyle savaşı asla caiz görmez.

Her kavmin kendi devleti olacak ve kendi kendisini yönetecektir.

Bizim gayemiz insanları asla Müslüman etmek değildir.

Bizim biricik gayemiz İslâmiyet'i insanlara duyurmaktır.

İnsanlar İslâmiyet'i duyduktan sonra ne yaparlarsa yapsınlar.

Hesabı da biz değil duyanlar verecektir.

Biz hiç bir zaman savaş taraftarı değiliz.

Osmanlıların savaş taraftarı olması o günkü kapalı şartlarla olmuştur.

Şimdi Sovyetler, hattâ Çinliler bile kapılarını dünyaya açtılar.

O halde bugün niçin savaşılacak? Kiminle savaşılacak?

 

*   *   *

 

Yazara göre;

Gençlik 1950'leri ve 1960'ları gerçekleştirdi.

 

"VI- Ülke'nin ve Milletin Geleceği ne Askeri, ne Dinî ve ne de Sivil İktidara Terkedilmiştir: Gençliğe Bırakılmıştır.

Yeni bir devlet anlayışına ve yepyeni bir ideolojiye dayanan siyasal ve sosyal bir düzen hazırlarken Atatürk bu yeni devleti ve ideolojiyi ne askerî, ne dinî ve ne de sivil kuruluş ve iktidara teslim etmiştir: doğrudan doğruya milletin geleceği demek olan GENÇLİĞE bırakmıştır, ona emanet etmiştir. Böylece sadece din ve devleti birbirinden ayırmakla ve hatta sadece askeri iktidar ile sivil iktidarı koparmakla kalmamış ve fakat ayni zamanda bu güçlerin karşısına ve onları denetleyecek şekilde taptaze bir güc'ü yani GENÇLİĞİ dikmiştir...(s. 808)

Bu ileri görüşlerin meyveleri 1950 de ve asıl 1960 yılında yeşermiş oldu. Gençlik ve özellikle Üniversite bir yandan siyasal gücün ve diğer yandan din sömürücülerinin ve nihayet bu iki birbirinden ayrılmaz "Müttefikin" beraberce yaşattıkları diğer güçlerin (Ağalık, din adamı ve s.) karşısında, onları denetleyen ve frenleyen bir güç olarak iş görmeğe başlamıştır. Şeriat devletinde bu veya buna benzer bir sistem, bir düzen bahis konusu olmamıştır...

Afrika ve Asya ülkelerini kendisine örnek alan bir yazar: "Türkiye'nin 1920 tarihli diktatorya sisteminden 1940'ların sonlarına doğru çok partili bir sisteme kararlı ve demokratik usullerle yapmış olduğu olağanüstü geçiş şunu tanımlamaktadır ki böyle bir gelişme (geri kalmış ülkeler bakımından) bir ütopya değildir. Tek parti sistemine bağlı kalmış olan Tunus ve çok partili sisteme girmiş olmakla beraber iktidar partisinin yenilme olanağı bulunmayan Hindistan hariç, Asya ve Afrika ülkelerinin hiç birinde ilerleme Türkiye'de olduğu şekliyle oluşamamıştır. En azından iki partinin iktidarı birbirlerinden devir aldıkları bir sistem içerisinde gelişme olanağını koruyan sadece Türkler olmuştur." derken bir yazar bu emsalsiz başarının kökenini Atatürk'te bulur.

Bu konuda bk. Manfred Halpren, The Politics of Social Change in the Middle East an North Africe, (Princeton Paperback 1963, sh. 312). Ayrıca bk H. B. Sharabi, Government and Politics of the Middle East in the XX th Century, Princeton, N. J. 1962, sh. 276). Marcel Colombe, "Reflexion sur les Origines et le fonctionement du Régime Represen Tatif et Parlemertaire en Turquie et dans les Etats du Moyen Orient", ("Die Welt des İslam", 1953 sh. 256-7)"(s. 810)

 

TÜRKİYE ÜZERİNE OYNANAN OYUNLAR.

BATI ÇÖKMEKTEDİR BAŞARILI OLAMAYACAKTIR.

 

1910'larda Abdülhamit gitmiş ve yıkılış dönemi gelmişti.

1920'lerde cumhuriyet dönemi başlamıştı.

1930'larda İsmet Paşa yerine Celal Bayar Hükümeti kurulmuş ve

tek parti dönemlerine son verilmişti.

1940'larda askerî müdahale ile İnönü cumhurbaşkanı olmuştur.

1950'lerde Demokrat Parti gelmiştir.

1960'da askerî müdahale olmuştur.

1970 ve 1980'lerde de askerî müdahaleler olmuştur.

Bu on yılda bir yapılan devrimler

Batı'nın Anadolu'yu işgal etme planı gereğidir.

1950'ye kadar Cumhuriyet Halk Partisi dış borçları ödemiş, yabancı sermaye ile oluşan tüm demiryolu ve kent altyapıları devletleştirilmiş, İkinci Dünya Savaşı'nı da atlattıktan sonra ülke kendi kendine kalkınma durumuna gelmişken, çok partili sisteme usulsüz girilmiştir.

Bize göre asıl yapılması gereken neydi?

1.  İnönü iktidarda kalmalı ve Menderes İnönü'nün başbakanı olmalıydı.

2.   Tek partili Anayasa değiştirilip çok partili Anayasa gelmeliydi.

3.   Dış borç alınmamalı, sadece yabancı sermayeye iştirak hakkı tanın-      malıydı.

4.   NATO'ya girilmemeli ve Kore Savaşı'na katılınmamalıydı.

5.   Ancak Batı politikası izlenerek baskıları önlenmeli ve oyalanma- lıydı.

6.   Lâiklik tanımlanıp dinin çok partili sistem içinde yeri belirlenme- liydi.

Batılıların etkisiyle ve biraz da bilgisizlik nedeniyle hazırlıksız olarak çok partili sisteme geçildi. Demokrat Parti Hükümeti NATO'ya girdi, Kore Savaşı'na katıldı, dış siyasette İslâm devletlerine karşı utanılacak bir politika takip etti, Musaddık'ın petrolü dış işleridir dedi, Cezayir ve Tunus da Fransa'nın iç işidir dedi, dışarıdan gelen kredileri har vurup harman savurdu, yolsuzluk ve ahlâksızlık diz boyu çıktı...

Türk İslâm Tarihinde Türk ahlâkına bu derece darbe vuran bir çağ olmamıştır. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi baskılar da gittikçe artıyordu. Dernekler kapatılıyor, iller kaza yapılıyor, partiler susturuluyordu; kimi kapatılıyor, kiminin elinden malları alınıyordu.

Biz o zaman bu oyunları anlamıyorduk.

Şimdi çok iyi biliyoruz ki, bunları yaptıranlar hep Batılılardı. Her iki partiyi de Batılılar oynatıyordu. Ben ne DP'ye ne de CHP'ye reyimi vermedim. Vatan Cephesi'ne de karşı çıktım. Ama benim adımı Vatan Cephesi'nde ilân ettiler. O zaman böyle sahtekârlıklar da yapılıyordu.

Bütün bu kötülüklere rağmen halk artık coşmuştu, bürokratlar kenara itilmişti. Devleti siyasi partiler yönetmeye başlamıştı. Vergi zulmü sona ermişti. Dış krediler Batılıların tahmininden fazla ülke ekonomisine etki etmiş, Türkiye sür'atle gelişiyordu. Artık ister istemez demokrasi yerleşiyor ve serbest faaliyetler sür'atle ülkeyi zengin ve mamur ediyordu. Bir ara para krizi olmuş ama Maliye Bakanı Polatkan'ın dahiyane tedbirleri ile atlatılmış, millî ekonomi düzlüğe çıkmış ve hamlelerini yapmaya başlamıştı. Tevfik İleri'nin Millî Eğitim politikası artık Türkiye'yi ateizmden kurtarmıştı. Dışişleri Bakanı Zorlu da Kıbrıs Anlaşması ile şerefli bir anlaşma yapmış ve Türk devletini itibarlı devlet hâline getirmişti.

Batı bu gidişi durdurmak istedi ve orduyu kullanarak darbe gerçekleştirdi. İnönü burada ihtilâli önleyemedi ama tekrar istikrarlı bir düzen kurmaya sebep oldu.

Burada ordunun yapacağı iş müdahaleyi yapmak, Millî Meclis'i dağıtmadan Millî Koalisyon Hükümeti kurmak ve nisbî temsil sistemi ile seçime gidip yeni düzeni sürdürmek olmalıydı.

Bu sefer İsmet İnönü asgari 1970'e kadar başbakan kalacaktı. Adnan Menderes hizmetlerine devam edecekti. Celal Bayar kenara çekilecekti.

Ama ordu bunu yapmadı.

Demokrat Parti'yi Anayasayı ihlâlle suçlamış ve kendisi tamamen değiştirmişti. Demokrat Parti'nin başına gelen kendi iç çelişkisi idi.

Adnan Menderes Anadolu çocuğu idi. Batıcı değildi.

Celal Bayar ise soyunu inkâr eden, Mustafa Kemal'i tanrı kabul eden, fikren ateist bir kimseydi. Bu çelişki parti içinde bir bucağa kadar sürüyordu. Tevfik İleri'ye karşı takındığı tavır ibretamizdir. İhtilâlden önce Fuad Köprülü'nün istifası da dikkate değerdir. İşte bu çelişkiler orduyu müdahaleye zorlamış ve sonunda olanlar olmuştu.

Bu olay orduyu da bölmüştü. Bazı subaylar Demokrat Parti'yi tutmuşlar, bazıları ise karşı olmuşlardır. Bazıları Celal Bayar'ı tutmuşlar, bazıları Adnan Menderes'i. Türkeş Menderes'i, diğerleri Celal Bayar'ı tutuyordu. Batı Türkeş'e karşı çıkmıştı. O grup elendi. Sonunda Aydemir grubu da Menderes'in asılmasına zorlandı. Maksat, kendisi darbe yapacaktı. Aydemir iki defa darbe harekâtına girişti ve sonunda idam edildi. İnönü ve Cevdet Sunay'ın  mahirane taktikleri ile bu darbeler bastırıldı ve onlardan da üç kişi asıldı. Türkiye çok ağır günler geçirdi. İsmet Paşa'nın oynadığı denge rolü ve Türk Milletinin sabrı, Cemal Gürsel'in de vurdumduymazlığı sayesinde bu badireyi sadece çok ağır bir yara ile atlattı.

Yazar bu olaylardan övgü ile bahsediyor. Bunlar gençlik hareketi değil, Batı maşalarının isyan ve ihanet hareketleriydi. Sağduyu sahibi herkes bütün bunların böyle olduğunu bilir.

Batı artık tezgâhı kurmuştu. Türkiye'de her on yılda bir askerî darbe yapacak, böylece bir taraftan devlet geri kalacak, diğer taraftan ordu ile milletin arası açılacak ve 2000 yıllarında yapacağını yapacaktı.

1960'lı yıllarda Süleyman Demirel ortaya çıktı ve Adnan Menderes'in politikasını devam ettirdi. Turgut Özal ile birlikte başarılı bir Devlet Planlama Teşkilâtı oluşturdular.

Ne var ki, Batı ajanları 1960'daki sokak hareketlerini silâhlı çatışmaya dönüştürdüler ve anarşi ciddî boyutlara ulaştı. Orduya yine Batı'dan emir verildi; Türkiye elden gidiyor, müdahale edin! Anarşiyi Amerikan uşakları çıkarıyor, solcu adına çıkarıyor ama sağcılar hedefin başında.

1960 tecrübesini yaşayan ordu yeni bir taktik yaptı. Süleyman Demirel'i istifa ettirdi, Nihat Erim Hükümeti'ni kurdu, Anayasayı değiştirdi ve böylece 1970 darbesi en ucuz bir şekilde atlatıldı. Bunda Cevdet Sunay'ın asker olması en büyük rolü oynadı. Asker başta iken orduyu harekete geçirmek mümkün olmuyordu.

1970'lerde koalisyon hükümetleri kuruldu. Ecevit ile Erbakan'ın koalisyon yapmasıyla tüm ülkede bir huzur ortamı oluştu. Sağcılar da solcular da kendilerini güvende hissettiler. Ordu da son derece emin ve güven içinde idi. Bu olay Batılıların böl ve yönet politikasını kökünden yıkıyordu.

Artık Müslümanlarla solcular birbirlerine düşman değillerdi.

Batılılar, Ecevit'i ve Demirel'i Erbakan ile koalisyon yaptılar diye ihanetle suçlayacaklar ve sonra onlara darbeler indireceklerdi.

Ne var ki, artık millî politika takip edilmiş, İslâm ülkeleri ile yakınlık ortaya çıkmış, Kıbrıs alınmış, millî sanayi hamlesi başlamış, eğitimde İslâm düşmanlığı bitmişti. Bunun akisleri dünyaya etki edecek, İran'da da aynı birlik sağlanarak devrim olacak, sonraları Sovyetlerde de İslâm düşmanlığı bırakılacaktı.

Bu arada düşman, yapabildiğince planını aksatmadan yürütüyordu.

Değişik oyunlarla koalisyon bozuldu ve ordu nazarında sabıkalı olan Demirel'in azınlık hükümeti kuruldu. Nihat Erim bir daha böyle basit çözümlerde etkin olmasın diye öldürüldü. Tekin Arıburun cumhurbaşkanlığına vekâlet etmesin diye meclis dışı bıraktırıldı. Cumhurbaşkanı seçimini siyasiler oyuncak hâline getirdiler...

Bu arada sokakta artık halk değil de devlet görevlileri bölünlmüştü. Polis ikiye ayrılmış, öğretmen ikiye ayrılmıştı...

Kenan Evren re'sen bu duruma müdahale etmek zorunda kaldı. Ama her halde Amerikalılar fazla baskı yaptılar ki, Cevdet Sunay'dan aldığı dersi uygulayamadı. Bu suretle seçim olursa koalisyon olur, ne yapıp yapın Erbakan'ı meclise sokmayın talimatına uymak için meclisi kapattı.

Sonra Batı'dan emir almadan partileri de kapattı.

Kurucu Meclis oluşturdu.

Amerikalıların pek de istemediği bir Anayasa hazırladı.

Artık sadece üç parti olacaktı: Sunalp AP yerine geçecek, Calp CHP yerine geçecek, Özal da 50 milletvekili ile Erbakan'ın ve Türkeş'in yerine geçecekti. Türk Milleti işte burada yine oyununu oynadı ve Özal seçimi kazandı. Evren de bu durumda mecburen Özal'ı destekledi.

Böylece 10 yıl Amerikalıların fazla hoşlanmayacağı bir şekilde geçti. Eski liderlerin itibarları iade edildi. Siyasi partiler ibra edildi. Bilhassa Erbakan da beraat edince yeni bir tablo ortaya çıktı.

Özal'ın 10 yıllık dönemi de koalisyonlar döneminin devamı olmuştur. Evren ve Özal adeta Erbakan'ın önerilerini tamamladılar:

Erbakan, İslâm ülkeleri ile işbirliği yapılsın diyordu; Evren İslâm Konferansı Ekonomik Komite Başkanı oldu.

Erbakan, ağır sanayi kurulsun diyordu; Özal Erbakan'ın temelini attığı bütün fabrikaları tamamladı.

Erbakan, Kıbrıs ayrı bir devlet olsun diyordu; zamanla bu görüş haklı çıktı ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruldu.

Erbakan, İslâm Enstitüleri akademi olsun diyordu; Evren bütün İslâm Enstitülerini İlâhiyat Fakülteleri hâline getirdi.

Erbakan, din dersleri mecburi hâle getirilsin diyordu; Evren Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersi konusunu Anayasa hükmü hâline getirdi.

Turgut Özal, ayrıca kendi para politikasını uygulayarak serbestliği getirdi. Türk parasını değerli hâle getirdi. Bu uygulama ekonomide büyük bir canlılık sağladı. Özal'ın en büyük başarısı bu olmuştur. Bu tartışılmaz bir başarıydı.

Özal'ın başaramadığı bir şey oldu. Türkiye'yi kapitalist ülke hâline getirecekti. Bunu başaramadı. Onun için başkabir  yol yoktu!

Kapitalizm neydi?

Her şey birkaç zenginin olacak, halk onların kiracısı ve işçisi olacaktı. Bunun için her şeyden önce halkı yoksul hâle getirip her şeyini sattırmak gerekiyordu. Hiç bir şeyi kalmayan halk patronların işçisi olduğunda kapitalizm gelmiş olur. O zaman ülkeyi yönetmek de kolaylaşırdı. Ya birkaç zenginin dediğini yaparsın veya onları korkutur veya çıkar sağlarsın. Böylece işler tıkırında yürür gider...

Özal, enflasyonu düşüreceğiz diye halkı ezdi;

Vergide ezdi, kredide ezdi, faizde ezdi...

Peşin vergiler ve bankerlik faciası ise tek kelimeyle korkunçtu.

Hele rüşvet ve yolsuzluklar, dev adımlarıyla yükselip ilerlemişti. Adalet diye bir şey kalmamıştı. 10 ile 20 yıl kadar süren davalar ve tehditler altında olan hakimler; ancak davaları ertelemekle canlarını kurtarır hâle gelmişlerdir. Adalet olmayan yerde hiçbir şey olmaz.

Bütün bunlara rağmen istenen kapitalizm doğmamıştır.

Halk, banka dışı para üretmiş ve ekonomik varlığını böyle sürdürmüştür. Halk ticaret dışı yani vergi dışı mal üretmiş ve bu ekonomik saldırılara karşı kendisini savunmuştur. Ağır ve haksız vergilere karşı kendisini rüşvet mekanizması ile savunmuştur.

Ancak bu gidişin nereye varacağını tahmin etmek kolaydır.

1990 yılı darbesi işte bu şartlar altında hazırlanmıştır. Gayri adil bir seçim sistemi ile fikir partilerinin meclis dışında kalması sayesinde adeta meclis beyinsiz bir parlamentoya dönüştürülmüştür.

Olması gereken şudur:

Mecliste fikir partileri olur, onlar çözümler üretirler, kitle partileri de onları uygularlar. Fikir partilerinin oy oranı yüzde onu geçemez.

Evren ve Özal öyle kanunlar hazırladılar ki, fikir partilerini meclise sokmadılar. Bu yalnız gayri adil olmakla kalmamış, aynı zamanda meclisi de adeta beyinsiz bırakmıştır. Ayrıca Özal da mahallî seçimlerde oy oranı itibariyle yüzde yirmiye (% 20) düşmüştür. Artık çok zayıf bir durumda olan parti tek başına iktidarda oturmaktadır. Asker cumhurbaşkanı yerine, taraflı olduğunu ilân etmekten çekinmeyen ANAP Genel Başkanı Turgut Özal şimdi Cumhurbaşkanı olmuştur. Bu şartlar altında Batı'nın beklediği sokak hareketleri, arkasından silâhlı hareketler, arkasından devleti bölme; şimdi sıra orduyu bölmeye gelmiştir.

Son derece tehlikeli olan bir oyun oynanmaktadır.

Balkan Savaşı'na girişmeden önce Batılılar Trablusgarb'a saldırdılar ve Osmanlıları uyutarak orduyu oraya gönderttiler. Sonra saldırıya geçtiler. Bu uyutmayı da borç vererek sağladılar. Balkan felâketi işte böyle oldu.

Şimdi de Türk ordusunu Suudi Arabistan'a veya başka bir yere gönderip başka bir yerden vurmaya hazırlanıyorlar. Saddam'ı Türkiye'ye saldırması için hazırlıyorlar. Önce Türkiye ile kötü edecekler, daha çok güçlensin diye belki Kuveyt'i ona bırakacaklar, sonra saldırı için ortam hazırlamaya çalışacaklar. Suudi Arabistan'ı işgal edip güneyden İsrail'i güven altına alacak, sonra Suriye'yi işgal ettirecekler. Onun askerlerini bundan dolayı oraya sevkettiriyorlar. Bu plan yapılmış ve kısmen uygulanmıştır.

Böylece kuşatılmış ve iç hastalıklarla malul hâle gelip birbirine düşmüş olan Türkiye'yi Endülüsvari bir şekilde yok edip 2000 yılında Hz. İsa'ya açık yüzle gidecekler. Bu veya buna benzer plan ve senaryolar hazırlanıp uygulanmaya çalışılıyor.

Tabii bunları kilise yapmıyor. Başka mihraklar yapıyor.

İslâmiyet'e göre;

Batı artık çökmeye başlamıştır.

Bu planında muvaffak olamıyacaktır.

Türkiye'yi işgal etse bile yine muvaffak olamıyacaktır. Nitekim bu plan değişik sebeplerle bozulmuştur. Türk Ordusu sivil başkana tahammül edebiliyor. Anarşi çıkarılamadı. Sovyetler tehlike olmaktan çıktı. Halk seçimlerde fikir partilerine yöneldi.

Diğer taraftan Türklere karşı katliam yapacak azınlıklar artık yoktur. Kürtleri bu amaçla kullanmaktadırlar ama başarılı olamıyacaklardır. Batı dünyasının orduları da öyle sanıldığı kadar başarılı olamamıştır. Batı'nın bütün desteğine rağmen İran yenilmemiştir.

Kur'ân'da İstanbul'un fethedileceği bildirilmiştir ama geri alınacağından bahsedilmiyor. Demek ki İslâm düşmanı bir devlet İstanbul'a hâkim olamıyacaktır. Oysa İsrail Devleti'nin kurulacağı ama sonradan orasının yine Müslümanlar tarafından fethedileceği bildirilmiştir.

Bu durumda Endülüs benzeri bir plan Türkiye'de gerçekleşmeyecektir. Çünkü Endülüs planı İslâm âleminin çökmeye başladığı, Batı dünyasının ise uyanmaya başladığı döneme rastlar. Oysa şimdi olay bunun tersinedir. Durum değişmiştir.

Artık Batı dünyası çökmekte ve İslâm âlemi uyanmaktadır.

Afganistan denemesi silâhların fazla etkili olmadığını göstermiştir. Artık ordular da kıyasıya savaşmıyor. Uzaktan atılan bombalarla ve hava taarruzları ile yetinip boğaz boğaza ve göğüs göğüse çatışmalara girişmiyorlar.

Sonuçta Müslüman ve Hıristiyanlar bir olup kapitalizm ve sosyalizme karşı bir 'Hak Medeniyeti'ni kuracaklardır.

Bizim inancımız budur.

İnsanları katletme dindarların değil dinsizlerin işidir.

Çünkü onlar insanlık düşmanıdırlar.

Bütün bu gelişmelere rağmen tevekkül edip uyumamalı, bir an önce koalisyon hükümetleri kurarak memleketi kurtarmalıyız.

Yoksa sonra hiç kimse bize ağlamaz.

Su uyur ama düşmanlarımız kesinlikle uyumaz.

Her an uyanık olmalı ve yapılması gerekenleri yapmalıyız.

 

*   *   *

 

Yazara göre;

Şeriatçılıktan insancılığa geçilmiş ve

tek devlete yönelmiştir.

 

"Sonuc- Türkiye'yi "Şeriat devleti" olmaktan çıkarıp "Layik Cumhuriyet" devleti haline getiren zihniyet'in yöneldiği hedef: Bütün yeryüzü insanlarının tek bir inanışla bağlı oldukları Dünya Devleti özlemi.

1400 yıllık İslâm tarihinin ortaya vurduğu gerçek o'dur ki, insan varlığını kutsal değer olarak yeryüzü yaşamlarının temeli yapan, ve HÜR İRADE'ye ve HÜR AKLA dayanan ve bütün nüanslariyle HÜRRİYET'i hem araç ve hem de amaç sayan rejim, yani DEMOKRASİ rejimi İslâmiyet'in uygulandığı hiç bir ülkede ve hiç bir dönemde var olmamıştır. Olamayışının nedenlerinden bazılarına bu kitapta dokunmaya çalıştık. Ve gördük ki "Layik Cumhuriyet" ve "DEMOKRASİ" rejimine tarihte ilk olarak yönelen ilk İslâm ülkesi Türkiye olmuştur ve Türkiye'yi bu başarı'ya ulaştıran ATATÜRK'tür...(s. 810)

Atatürk öylesine kendi millî toplumuna ve ayni zamanda insanlığa bağlı bir kişidir ki hiç bir milletin diğer milletten üstün olmadığını açıklarken bunu her şeyden önce "kendimiz" örneğiyle ele alıyor ve Ulusa şunu öğütlüyor: "Kendimizi dünyanın egemeni sanmak aymazlığı artık sürüp gitmemelidir. Dünyanın durumunu, dünyadaki gerçek yerimizi tanımamak aymazlığı ile bilisizlere uymakla ulusumuzu sürüklediğimiz yıkımlar yetişir..." Atatürk, Söylev (Nutuk), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara Üniversite Basım Evi 1965, Vol. II, sh. 519-520...(s. 811)

Bu sözleriyle Atatürk XXci yüzyılın Pericles'i gibi parlamaktadır. Ve bunu belirttikten sonra İngiliz tarihçilerinden Wels'in "İnsanlığın Gelecekteki Tarihi" (yahut "Dünya Tarihi'nin Gelecek Evresi") adlı kitabında yayınladığı ve bütün yeryüzü insanlarının tek bir dünya devleti halinde ve tek bir dünya dinine bağlı olarak yaşamalarını arzuladığı dünya birliğine olan özlemini açıklar ve şöyle der: "Wels: Bütün egemenlik içinde eritilmezse, ulusların üstünde bir erk yaratılmazsa dünya yok olacaktır' diyor ve şu düşünceleri ileri sürüyor: 'Gerçek devlet, çağımız ileri yaşama koşullarının zorunlu kıldığı birleşik dünya devletinden başka bir şey olamaz. Kuşku yoktur ki İnsanlar kendi yarattıkları şeylerin altında ezilmek istemezlerse ergeç birleşmek zorunda kalacaklardır...' Wells'in bu görüşlerini naklettikten sonra Atatürk kendisine özgü ve gerçekten son derece ilerici ve insanlık sevgisi ile dolu şu sözleri söylüyor:

"Baylar, bütün insanlığın görgü, bilgi ve düşünüşte yükselip olgunlaşması, Hiristiyanlıktan, Müslümanlıktan, Budizm'den vazgeçerek yalınlaştırılmış ve her kes için anlaşılacak bir duruma getirilmiş katkısız ve lekesiz bir dünya dini'nin kurulması ve insanların, şimdiye değin, kavgalar, pislikler, kaba istek ve eğilimler arasında bir bataklıkta yaşadıklarını kabul edersek, bütün gövdeleri ve usları ağılayan kötülük etkenlerini ortadan kaldırmaya karar vermesi gibi koşulların gerçekleşmesini gerektiren "Birleşik Dünya Devleti" kurma düşününün tatlı olduğunu yadsıyacak değiliz..." Atatürk, A.g.e., Sh. 520

Söylemeye gerek yoktur ki bu tutum ve davranış Şeriat devleti zihniyetine tüm olarak ters düşen ve onu red eden nitelik taşımaktadır... Atatürk, bu zihniyetin tam zıddı olan bir İNSANCIL görüşü yerleştirmeğe çalışmakla bu ülkenin halkını yeryüzü kardeşliğini kurma düşünü doğrultusunda oluşturmak istemiştir.

Denilebilir ki TEOKRATİK DEVLET anlayışından kurtulup DEMOKRATİK DEVLET anlayışına yönelmek suretiyle giriştiğimiz en kutsal aşama, işte böylesine bir İNSAN SEVGİSİ, İNSAN DEĞERİ ve DÜNYA KARDEŞLİĞİ duygularına alışır olmaklığımızdır."(s. 812)

 

BUNDAN SONRA NE OLMALIDIR?

KOALİSYON HÜKÜMETİ PROTOKOL TASLAĞI.

 

Nihayet bu çalışmanın da sonuna geldik.

Kitabın bu son bölümünde, şimdiye kadar yapmadığımız bir şeyi yapacağız. Yazarın kitabının son bölümdeki üç sayfadan yapılan alıntıların değerlendirme ve yorumunu siz değerli okuyucularımıza bırakacağız. Çünkü artık sizler de bizim kadar bu konulara vâkıf bulunuyorsunuz.

Bu sayfaların yorumu da size ait olsun!

Biz, burada sadece bir teklif yapmakla yetineceğiz.

 

Bundan sonra ne olacaktır veya ne olmalıdır?

Türkiye bir an önce inkılâpları tamamlamalı;

Demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devletini kurmalıdır.

Bunun için yapılacak iş koalisyon hükümeti kurmaktır.

 

Biz, koalisyon hükümetinin protokol taslağını veriyoruz:

 

1.

1960 ve 1980 yıllarında yapılan darbeler sonucunda milletvekillik sürelerini dolduramıyanlardan sağ olanların meclise kabulü ile milletvekili statüsüne getirilmelerine.

 

2.

Bunlardan ölmüş olanların varislerine eksik zamanlarda alacakları maaşları kadar tazminat ödenmesine.

 

3.

Son seçimlerde oy alıp meclise giremiyen partilere aldıkları oy nisbetinde milletvekili hakkı tanıyarak ilâve olarak onların da meclise alınmasına.

 

4.

Yirmide bir milletvekilinin bir araya gelerek ayrı grup kurabilmesine.

 

5.

Grupların milletvekili sayısıyla orantılı olarak bakanlıkları paylaşmalarına.

 

6.

Başbakanı ittifakla dışarıdan seçmelerine.

 

7.

Bu suretle oluşan hükümetin dış politikayı  ve savunmayı belirlemesine.

 

8.

Bu hükümete fevkalâde yetki verilip kararnamelerle yeni Anayasa ku-ruluşlarını teşkil etmesine.

 

9.

Meclisin, hükümetin kurduğu Anayasal kuruluşları müzakere ettikten sonra kanunlaştırmasına.

 

10.

Anayasa uygulanır hâle gelinceye kadar seçim yapılmamasına.

 

11.

Cumhurbaşkanının otoritesine itaat edilmesine ve ordu kademelerinde değişiklik yapılmamasına.

 

12.

Yeni Anayasa tamamlandıktan sonra seçimlere gidilerek yeni cumhurbaşkanının ona göre seçilmesine,

bütün partiler toplanıp karar vermişlerdir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


İSLAM-Devlet/Dünya-DÜZENİ-2-İlhan Arsele reddiye
1-BESMELE VE İTHAF
1667 Okunma
2-KAPAKDETAYI
1393 Okunma
3-YAYIN VE REDAKTE KURULU
1347 Okunma
4-EDİTÖRDEN NOTLAR-REŞAT NURİ EROLDAN
1417 Okunma
5-Prof. Dr.ilhan Arsel kimdir?
4254 Okunma
6-TEŞEKKÜR-reşat nuri eroldan
1338 Okunma
7-S U N U Ş-Dr.SÜLEYMAN AKDEMİR
1288 Okunma
8-Ö N S Ö Z-YERİNE DAVET REŞAT EROL
1376 Okunma
9-İÇİNDEKİLER
1236 Okunma
10-CEHALET VE AKILSIZLIK MESELESİ
1441 Okunma
11-MERKEZÎ KUVVET SİSTEMİ TALANCILIĞA DAYANIR
1453 Okunma
12-'KADER' VE 'İRADE' NE DEMEKTİR?
1513 Okunma
13-HIRİSTİYAN HAÇLILAR NE YAPTI?
1639 Okunma
14-YENİLİK DÜŞMANLIĞI VE DEMOKRATİK DÜZEY MESELESİ
1297 Okunma
15-İSLÂMİYET'E GÖRE MEDİNE'DEKİ YÖNETİM ŞEKLİ
1861 Okunma
16-İSLÂMİYET VE KUR'ÂN KORKUTUCU DEĞİLDİR
1387 Okunma
17-'İSLÂM DİNİ' İLE 'İSLÂM DÜZENİ' AYRIDIR.
1310 Okunma
18-TÜRKLÜK İRSÎ, İSLÂMLIK KESBÎDİR.
1352 Okunma
19-RUH VE BEDEN, MİLLET VE DEVLET ARASI MÜNASEBET
1349 Okunma
20-İSLÂM DÜZENİNDE TUTUKLU YOKTUR
1388 Okunma
21-İKTİDAR - KİŞİ HÜRRİYETLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLER
1327 Okunma
22-İSLÂM DÜZENİNDE RESMÎ DİNÎ KURULUŞ YOKTUR
1335 Okunma
23-İSLÂM DÜZENİNDE DEVLET YÖNETİMİ NASIL OLUR?
2719 Okunma
24-KUVVET VE HAK TEORİLERİNE GÖRE KÂİNAT
1271 Okunma
25-GELİŞMEMİŞ TOPLULUKLAR GELENEKLERİYLE YAŞARLAR
1372 Okunma
26-KUR'ÂN'IN EMİR VE NEHİYLERİ TEDBİRDEN İBARETTİR
1366 Okunma
27-İSLÂMİYET'TE YAHUDİ DÜŞMANLIĞI YOKTUR
1574 Okunma
28-KAYNAŞMA TÜRKLERE HAS BİR ÖZELLİKTİR
1322 Okunma
29-OSMANLILAR 'HÂDİM OLMA' İLKESİNİ GETİRMİŞTİR
1355 Okunma
30-İSLÂMİYET'TE GERÇEK DEMOKRASİ VARDIR
1302 Okunma
31-İSLÂMÎ SAVAŞLAR TALAN VE DİN SAVAŞI DEĞİLDİR
2276 Okunma
32-İSLÂM DÜZENİNDE SAVAŞA İSTEYENLER KATILIR.
1278 Okunma
33-İSLÂMİYET İDEAL BİR DÜZENDİR
1298 Okunma
34-İSLÂM DÜZENİNDE 'HAKEMLİK SİSTEMİ' VARDIR
1400 Okunma
35-MÜSLÜMAN ALLAH İÇİN SAVAŞIR, KÂFİR TAĞUT İÇİN.
1674 Okunma
36-'MİLLÎ HAKİMİYET' NE DEMEKTİR
1418 Okunma
37-İLMÎ ŞÛRA BAŞKANI İTTİFAKLA SEÇER
1280 Okunma
38-ANKARA MECLİSİ'NİN KURULUŞU ŞERİATA UYGUNDU
1319 Okunma
39-BATI CUMHURİYET SİSTEMİNİN EN BÜYÜK MAHZURU
1298 Okunma
40-İSLÂMİYET'E GÖRE CUMHURİYET YÖNETİMİ.
4297 Okunma
41-LOZAN'IN GİZLİ ŞARTLARI NELERDİR?
1552 Okunma
42-BATI ÇÖKMEKTEDİR BAŞARILI OLAMAYACAKTIR
1326 Okunma
43-ZAMAN YAZILARI-İSLAMI BİLMEK
1300 Okunma

© 2024 - Akevler