İSLAM-Devlet/Dünya-DÜZENİ-2-İlhan Arsele reddiye
Süleyman Karagülle
1401 Okunma
İSLÂM DÜZENİNDE 'HAKEMLİK SİSTEMİ' VARDIR

 

Yazara göre;

Hıristiyanlıkta ilk üç asırda savaş tamamen memnu idi.

 

"HİRİSTİYAN'lığın temel doktrinine bağlı DİN ADAMLARI SAVAŞ ve "ÖLDÜRME" davranışlarına karşı olmuşlardır.

Hiristiyanlığın ilk devirlerinde, ve daha doğrusu ilk üç yüzyıl boyunca DİN adamları'nın genellikle ve mutlak şekilde SAVAŞ fikrine karşı çıktıkları ve her ne bahane ile olursa olsun insanların birbirlerini öldürmelerine engel olmak için mücadele ettikleri söylenir. İlk üç yüzyıl içerisinde hiç bir din adamının SAVAŞ'ı destekler veya Hiristiyan kişilere savaşa katılmalarını uygun görür (teşvik eder) nitelikte tutum takınmadığı belirtilir...

Bk. Kenneth Scott Latourette, A History of Christianity, (Harper & Row N. Y. 1953, sh. 243)."(s. 740)

 

HIRİSTİYANLAR MÜSLÜMANLARLA BİRLEŞECEK.

İSLÂMİYET'TE BARIŞ İÇİN SAVAŞ TEŞRİ EDİLDİ.

 

Hz. İsa, Roma Devleti'nin hükümran olduğu bir sırada geldi. İslâmiyet'in genel kuralını gözeterek mevcut düzene uydu. Kralın hakkını krala verin demekle, lâikliği tesis etti. Ne var ki, Roma Yahudilerle birleşti ve Hıristiyanlara olmadık zulümler yaptı. Halk ibadetlerini yapabilmesi için yeraltı şehirleri kurdu. Roma zulmünden kurtulmak için yeraltında yaşamak zorunda kaldı. Hıristiyanlar belki de tarihin en feci zulümlerine maruz kaldılar. Biz komünizmi yaşadığımız için onu daha feci sanıyoruz ama Hıristiyanların çektikleri o zulümden az değildi.

Yapılan zulümler Hıristiyanlığın zaferini önlemedi. Savaşmama zaferlerin sebebi ve kaynağı oldu. Roma inananlarla baş edemeyeceğini anlayınca Hıristiyanlığı din olarak kabul etti. Böylece Hıristiyanlık Roma'nın resmî dini oldu. Ondan sonra da aynı zalim idare Hıristiyanlık için zulüm yaptı ve halkın tamamını zorla Hıristiyan etti. Ama Malazgirt'te Bizanslıların zorla Hıristiyan ettiği Türkler taraf değiştirdiler ve Bizans'ın yenilmesine sebep oldular.

Hıristiyanlık hâlâ insanlığın savaşmaması gerektiğini söylemiyor. Kilise hâlâ komünistlerle ve Yahudilerle bir olup Müslümanlara saldırmayı ibadet sayıyor. Ama Kur'ân haber eriyor, Hıristiyanlar Müslümanlarla bir olacaklar ve kıyamete kadar hak medeniyetini birlikte götürecekler. İbadetlerinde daha rahat olmak isteyenler Hıristiyan olacak, daha emin olmak isteyenler de Müslüman olacak. Ateizm de bir daha dirilmemek üzere tarih sayfalarına gömülecek.

Avrupa Medeniyeti çağı, akılsızlar dönemi ve çağı olarak adlandırılacak. Bir su damlasına sebep arayıp onun kendiliğinden olamıyacağına inanan zavallılar, kâinatın sebepsiz ve hedefsiz olduğunu kabul ediyorlar. Belki bâtıl inanışların en hafifi ve zararsızıdır ama, bâtıl inanışların en saçması olan çok tanrılı bir âlem olabilir de Tanrı'sız bir âlem olamaz.

 

İslâmiyet'te;

Savaş men edilmedi, barış için savaş teşri edildi.

Dünya İslâmiyet'i öğrendi ve şimdi dünya savaşa karşı.

Artık o ilkel kabile savaşları tamamen sona ermiştir.

Dünya yeni bir savaş düzeni aramaktadır

Batı dünyası şimdi uzaylılarla savaşma hayallerini kuruyor.

Ama bir gün İslâmiyet'in önerdiği prensibi benimseyecek,

kötülüklerle savaşmayı asıl gaye edinecek ve

böylece insanları mutlu edecektir.

Melek - şeytan cidalinde,

meleklerin yanında yer almayı kutsal sayacaktır.

Bunun dışında başka bir çıkar yol olmadığını anlayacaktır.

 

*    *   *

 

Yazara göre;

Hıristiyan din adamları savaşa katılanları yermişlerdir.

 

"Din adamları, Hıristiyan doktrini olarak ASKERLERE savaş'a katılmaktan ve insan öldürmekten kaçınmalarını öğütlemişlerdir.

Hiristiyanlığın daha ilk çıkış devirlerinde din adamları SAVAŞ ve kan dökme fiillerini genel olarak mahkum etmekle, yermekle ve insanlığa aykırı saymakla kalmamışlar ve fakat ayni zamanda savaş edenleri veya etmek isteyenleri (örneğin ASKERLERİ) savaşa katılmaktan önleyici gayretler sarfetmişlerdir."(s. 741)

 

HANGİ DURUMDA

'SAVAŞAN' VEYA 'ÇALIŞAN' OLUNUR?

İYİLİKTE YARDIMLAŞMA -

KÖTÜLÜKTE YARDIMLAŞMAMA

 

Bir devletin içinde yaşayanlar vatandaşlardır. Bunların güvenliği sağlanmakta, askere alınmamakta ve siyasi haklar tanınmamaktadır. Diğer tip vatandaşlar ise askere alınmakta ve onlara siyasî haklar tanınmaktadır. Biz de o memlekette yaşıyoruz. Devlet bizi muhayyer bırakıyor ve hangisini isterseniz onu yapın diyor.

Farzedelim ki biz din adamıyız ve cemaatimiz bize soru soruyor; ne yapalım? Bu durumda onlara cevap vermemiz gerekir. Peki, nasıl bir cevap vermeliyiz? Biz din adamı olduğumuza göre dinimizin emirlerini cemaat mensuplarına iletmek zorundayız.

a) Eğer devletimiz bizim dinin istediği bir devletse, ona göre davranıyor ve hareket ediyorsa, cemaat mensuplarımızın 'savaşan' olmasını öneririz.

b) Ama devletin çalışma tarzı bizim dinimize ve düşüncemize uymuyorsa, o zaman da cemaat mensuplarımızın 'çalışan' vatandaş olmalarını öneririz.

Hıristiyanlar, zaman zaman kendilerine göre uygun savaş olmuş ve bu savaşlara katılmaları istenmiştir. Savaşların kendilerine uygun olmadığı başka zamanlarda da katılmamaları istenmiştir. Her din mensubu da bunu her zaman yapmıştır. Muhakkak ki Müslümanlarda da benzer olaylar geçmiştir.

İslâmiyet'e göre;

Devlet İslâm devleti ise askerliğe katılınabilir.

Devlet İslâm devleti değilse cizye verilip orada yaşanabilir.

İslâm devleti olması için devletin;

1) İlme dayalı olarak yönetilmesi,

2) İçtihat sisteminin mutlak olarak varolması,

3)İcmalar dışında ekseriyet kararlarının alınmaması,

4) Bir din ve görüşün değil, demokrasi ve lâikliğin (düşünce ve inanç özgürlüğünün) savaşının yapılması gerekir.

Devleti bu şekilde yöneten bir devletin başkanı, bizim mezhep veya dinde olmasa da ona yardım edilir ve o devlet için savaşa gidilir. Çünkü İslâmiyet'te emredilen, iyi insana uyma değil, iyilikte yardımlaşma ve kötülükte yardımlaşmamadır.

İslâmiyet dört temel esasa dayanır:

1)Yapana değil yaptığına uyulacak.

2)Söyleyene değil söylenene kulak verilecek.

3)Bizden olmasa da insan insan olduğu için sevilecek.

4) Yapan kişilerle değil yapılan kötülükle mücadele edilecek.

 

*    *   *

 

Yazara göre;

Hıristiyanlıkta silâhlanmak silâhsızlanmakla olur.

 

"HİPPOLYTUS'lar, TERTULLAIAN'lar

Hiristiyanlığın ilk devirlerinde (IIIcü yüzyıla gelinceye kadar) SAVAŞ fikrine karşı çıkan DİN adamları arasında HİPPOLYTUS ve TERTULLIAN önemli yer işgal ederler. Hippolytus, ki IIci yüzyılda yaşamış bir Aziz'dir ve şehit edilmiştir, Roma'da Hiristiyanlığın temel prensiplerini ve geleneklerini yaymaya çalışırken Hiristiyan olmak isteyen kimselerin her şeyden önce hiç kimseyi hiç bir şekilde öldürmeyeceklerine ve ASKER olsalar dahi bu konuda üstlerinden aldıkları emre dahi uymayacaklarına dair yemin etmeleri gereğini öngörür... Tertullian da ayni şekilde kan dökme'nin ve fiziki her türlü savaş şeklinin karşısında olduğunu söyler...

Bk. Kenneth Scott Latourette, A History of Christianity, (Harper & Row N. Y. 1953, sh. 243)."(s. 741)

 

İSLÂM DÜZENİNDE CEZA VE SAVAŞ VARDIR.

İSLÂM DİNİ VE DÜZENİNDE 'MÜSLİM' VE 'MÜ'MİN'

 

İnsanlık tarihinde pek çok görüşler ortaya çıkmış ve yayılmıştır. Bunların çoğu silâh zoru ile yayılmıştır. Herkes inanmış görünmüş ve sonunda inananlardan olurlar sanılmışlardır. Bunun en açık örneği Sovyetlerde olmuştur. Tam 70 yıl zorla komünizm methedilmiş ve sanılmıştır ki, artık eski kafalar yok oldu ve herkes benimsedi. Halk tecrit edilmiş, yoğun şartlanma mekanizmaları geliştirilmiş, köpekler üzerinde yapılan deneylerde şartlı düşünme sistemleri ortaya konmuştur. Ne var ki, sonuç elde edilememiş ve fırsat bulanlar firar etmişlerdir. Sonunda halk birden liberal oluvermiştir.

Oysa dinler hep halk arasından ve zayıflar arasından yayılmış, zor kullanmadan yayılmış ve bugün hâlâ güçlerini göstermektedirler. Artık eski Sovyet ülkelerinde mabetlerin yeniden yapılmasına başlanmıştır. İşte bundan dolayıdır ki dinlerinde zorlamama ilkesini getirmişlerdir. Hıristiyanlık sadece din olduğu için zorlamaya büsbütün karşı çıkmıştır. İslâmiyet de başka bir görüşte değildir. Âyetlerde sık sık zorlama yapılmaması için ihtarlar vardır. Senin görevin sadece tebliğdir, hesap bize aittir, denmiştir.

İslâm düzenindeceza ve savaş vardır.

İslâm dini başkadır, İslâm düzeni başkadır. Bunu iyi anlamak gerekir.

İslâm düzeninde ceza ve savaş vardır. Ancak bu ceza ve savaş, bütün insanların hak ve hürriyetlerini korumak içindir. Dinde hürriyet ise, fitnenin ortadan kalkması içindir. Elbette İslâm dininin de bu hürriyetten yararlanma hakkı vardır.

Kur'ân ve Hadiste 'müslim' ve 'mü'min' birbirinden ayrılmıştır.

İslâm düzeninde müslim ve mü'minin manası:

Müslim, savaşı bırakıp hakem kararlarına teslim olan kimsedir. Dinin şöyle veya böyle olmasında bir etkisi yoktur.

Mü'minise, bütün insanların barışını güven altına alan savaşçı kimsedir. Bunlar insanların mallarını ve canlarını korumak için savaşırlar. İnançlarını ve düşüncelerini korumak için savaşırlar.

İslâm dininde müslim ve mü'minin manası:

Müslim, kalbine imân girmemiş olsa da aklen doğru bulduğu hareketleri yaparak kendisine gerçekleri inandırmaya çalışan kimsedir.

Mü'minise, insanın gerçekleri aklıyla bilmesi yanında, duygularıyla da onları sevmesi ve bağlanmasıdır.

İnsan beğenmediği ve sevmediği biriyle de evlenmiş olabilir. Ama buna rağmen ona karşı olan görevlerini eksik etmez ve yapar. Sonra bu iki insan birbirlerini sevmeye başlarlar. Birbirlerine âşık olan kimseler evlenir ancak karşılıklı haklarını ve görevlerini yerine getirmezlerse, sonra birbirlerinden nefret ederler. Hattâ bu nefret ayrılmalarına kadar varabilir.

İslâm dini diyor ki;

Eğer sana önerdiğimiz şeyler aklına yatıyorsa sen onları yapmaya başla, eğer şimdi hoşlanmıyorsan bile zamanla hoşlanacaksın. İbadet etmezsen sonra inandıklarından şüphe edeceksin. Şüphe ise dinin ve inancın en büyük düşmanıdır. Bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için ibadetlerini muntazaman yapmalısın.

Demek ki, hem müslimin hem mü'minin düzende ayrı dinde ayrı manası vardır. Oysa Türkçede dört mana da aynı şekilde anlaşılıyor. Bu nedenle söylenen sözlerde hep hakikat payı bulunuyor, İslâm anlaşılmıyor ve onun için ona saldırılıyor veya körü körüne tutuluyor. Yazdıklarımız ve anlattık-larımız dikkatle okunup anlaşılırsa, bu problemler ortadan kalkacaktır.

 

*    *   *

 

Yazara göre;

Hıristiyanlık devlet dini olduktan sonra da

savaşa karşı çıkanlar oldu.

 

"B- Hiristiyanlık devlet dini olduktan sonra bile SAVAŞ fikrini yeren din adamları olmuştur.

Hiristiyanlık devlet dini haline geldikten sonra (IIIcü yüzyıl) dahi din adamları arasında SAVAŞ fikrini yermekte devam edenler ve hıristiyan olarak silah taşımaktan ve savaşa katılmaktan kaçınanlar çok olmuştur...(s. 741)

AMBROSE ve St. AUGUSTIN gibi din adamları ise her ne kadar SAVAŞ durumlarını tüm olarak yerer görünmemişlerse de SAVAŞ'ın ancak haklı bir dava adına ve yine ancak barışın sağlanması ve adaletin yerine getirilmesi için yapılmasını öngörmüşlerdi...

Bk. Kenneth Scott Latourette, A History of Christianity, (Harper & Row N. Y. 1953, sh. 244)."(s. 742)

 

İSLÂM 'DEMOKRASİ' VE 'LÂİKLİK' OLARAK GİTMEDİ.

YENİ DÜŞÜNCE İÇTİHATLA KABUL VEYA REDDEDİLİR.

 

Hz. İsa Hıristiyanlığı telkin ettikten sonra onlara ileride bir devlet bu dini benimseyecek ve zorla yayacak demedi. Benim anlattıklarım eksiktir, dedi. Benden sonra benim gibi biri gelecek ve o eksiklikleri tamamlayacak. dedi. Ancak daha üçüncü asırda Hıristiyanlık resmî din oldu. Ondan sonra bir müddet peygamber gelmedi. Hükümler elbette değişmedi, ama ne var ki din kanlı savaşların aracı oldu.

Daha sonraki asırlarda bunun böyle devam etmesinde Avrupalılar kadar İslâm dünyasının da eksiği vardır. Çünkü İslâmiyet oralara düzen açısından 'demokrasi' ve 'lâiklik' olarak gitmedi; Emevîler, Abbasîler, Selçuklular ve Osmanlılar olarak gitti, yani hanedanlar savaşı olarak göründü ve bu durumun tabii bir sonucu olarak Avrupa da bu gelişi direnerek karşıladı. Oysa İslâmiyet Avrupa'ya medeniyet olarak gitmeliydi. Meselâ, demokratik ve lâik bir rejim olarak lânse edilecek, daha sonra da din adamları İslâmiyet'i yayacaklardı.

O zaman yeryüzünde lâik bir devlet olarak Çin vardı. Bütün dinleri hoş karşılıyordu. Daha Hz. Peygamber(s) sağ iken Müslümanlar orada hicretin beşinci yılında cami yaptılar. Beşbin kişilik cemaati ile ibadete açık bulunan bu cami Çin'de fazla etkin olmadı. Oysa Avrupa direndiği için Avrupa'ya etkin oldu ve Avrupa Medeniyeti doğdu. Osmanlılardaki ıslahatın etkin olmaması da bundan ileri gelmektedir. Direnmeden hemen kabul ettiği için bir yenilik olmadı. Bugünkü Japonya ve Sovyetler örneği de aynıdır, herhangi bir yenilik yoktur.

 

İslâmiyet'e göre;

Bir yenilik hemen kabul edilmez hemen de reddedilmez.

Her yeni düşünce ve öneri içtihatla kabul edilir veya reddedilir.

Bu sayede müçtehitler ihtilâf ederler ve cemiyette iki grup oluşur.

Bunların tartışması ile yenilik hazmedilerek veya geliştirilerek alınır.

Oysa Müslümanlar içtihat kapısını kapattılar ve

ıslahat kapılarını açtılar.

Bundan dolayı,

Son 1000 yılları baba mirasını yemekten başka bir işe yaramadı.

 

*    *   *

 

 

Yazara göre;

Erasmus Türklerle savaşmayı reddederken,

Osmanlı uleması savaşa teşvik ediyordu.

 

"Ve insanlık örneği ERASMUS'un TÜRKLERE KARŞI DAHİ SAVAŞ YOLUNA BAŞVURULMAMASI DİLEĞİ.

ERASMUS örneği bunlardan en güzeli... Neredeyse bundan 400 yıla yakın bir süre önce Erasmus, o devrin en geniş düşünen feylosofu, çeşitli yapıtlarında ve özellikle "Enchiridion Militis Christiani" adlı kitabında, Türklere karşı savaşlar açılmasını Hiristiyanlığın kabul edemeyeceği bir davranış olarak kabul ediliyor ve kendi halklarına ve yöneticilerine SAVAŞ denilen şeyin insanlığa aykırı davranış olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Ona göre en etkili, ve en iyi yol savaş dışı yollardan ve daha doğrusu ikna usulleriyle Türkleri kazanma çarelerini aramak gerekirdi...(s. 742)

Erasmus'un bu satırları yazmış olduğu tarihlerde bizim din adamlarımız Hiristiyanlara (Kafirlere) din adına savaşlar sürdürülmesi için fetva vermenin keyfi içerisinde idiler..."(s. 743)

 

İSLÂMÎ İDARE FİİLEN NASIL YOK OLDU?

İSLÂMİYET'İN ORTAYA KOYDUĞU HUKUK DÜZENİ

 

Batılılarİslâmiyet'in etkisiyle uyanma çağına girmişler ve İslâmiyet'in hak olduğunu görmüşlerdir. İslâmiyet'le savaşma yerine uzlaşıp birlikte yaşanması gerektiğini gören düşünürler olmuştur.

Osmanlılar da savaşmayı her zaman önermemişler, gerektiğinde savaşmanın cevazına veya farzına fetva vermişlerdir. Yani savaşı hukukileştirmişlerdir.

Hz. Ömer zamanında 'hakemlik sistemi' yerine 'kadılık sistemi' gelince adalet tevzi edilememiş, hakemlerin kararları yerine müftülerin fetvaları yer almaya başlamıştır. Yani kadının tarafların seçtiği hakemlere başvurması gerekirken, hükümdarların atadıkları müftülere sorularak karar verilmeye başlanmış, böylece İslâmî idare fiilen yok olmuştur.

Batı yönetimle mücadele verdiği için pek çok yazar siyaset yapmış ve sosyal yazılar yazmıştır. Oysa İslâmiyet'te yazarlar yönetime karşı gelmemişler, bunun sonucu olarak sosyoloji keşfedilmiş ama gelişememiştir. İbn Haldun'un Mukaddime'si küllenmiş, sonra Batı'da neşvünema bulmuştur.

İslâmiyet;

Bir devletin diğer devletle savaşmasını hukukileştirmiştir. Bunun için savaşmadan önce hakemlere gitme zarureti getirmiş, ancak bunlar uygulanmamıştır. Bundan sonra yapacaklarımıza adımlar atılmış ama geçmiştekiler yeterli olmamıştır.

1)  Devletler tam demokratik ve lâik olacak,

2)  Özel hukuk mezheplere göre düzenlenecek,

3)  Kamu hukuku bucaklara ve kantonlara göre düzenlenecek,

4)  Devletlerarası anlaşmazlıklar hakemler tarafından halledilecek,

5)  Hakem kararlarına uymayanlarla İslâm devletleri hep birden        savaşacaklardır.

İslâmiyet'in ortaya koyduğu hukuk düzeni budur.

Beşerî düzen budur, alternatif düzen budur.

Hangisini beğenmiyorsunuz?

Bunların hangisi yanlış veya kötü?

Varsa, söyleyin de önerilerinizi dinleyelim.

Sadece küfretmek ve çözüm getirmemek bir şey ifade etmez.

Böyle bir metod ile de çağımızın sorunları çözülemez ve

çözümsüz olarak varolmaya devam eder gider...

 

*    *   *

 

 

Yazara göre;

Osmanlı hükümdarlarının savaş dışında bir işleri yoktu.

 

"Bizim Padişahlarımız SAVAŞ'larla ömür tüketirlerken Batılı Hükümdarlar kendi halklarının işleriyle meşguller.

Şüphesiz Batıda da çeşitli devletlerin hükümdarları savaşlarla uğraşmışlardır. Ancak ne var ki Batılı hükümdarlar için savaş, devlet'in tek amacı değil olsa olsa millet çıkarlarına iş gören bir araç olarak düşünülmüştür. Sırf din adına ve millet çıkarları dışında savaş açan hükümdarlara, belki Haçlı seferleri hariç, rastlamak kolay dağildir.

Her ne olursa olsun Batılı hükümdarların özelliği kendilerini savaştan ziyade (hattâ savaşlar sırasında bile) millet işlerine verebilmek olmuştur. Ömürlerini savaş alanlarında tüketmemişlerdir. Bir yazar, XVI cı yüzyıl örnekleri içerisinde bir Osmanlı hükümdarı (Kanuni Süleyman'ı) ile bir Batılı Hükümdarı (İmparator Charles V) kıyaslayarak bu konuda fikir vermeğe çalışır...

"Oysa ki, diyor yazar, Süleyman sadece kış aylarını idari işlerle geçirir, nadiren İstanbul'dan uzak bölgeleri gezerdi. Buna karşılık yaz ayları boyunca başkentten uzak, İmparatorluğunun sınırlarında ordusu ile bulunurdu..."

Bk. Paul Coles, The Ottoman İmpact On Europe, (London 1968 sh. 34)."(s. 743)

 

İSLÂM DEVLET BAŞKANI NE İŞ YAPACAKTIR?

İSLÂM DÜZENİNDE;

DEVLET BAŞKANI NE YAPACAKTIR?

 

İslâm devlet başkanı ne iş yapacaktır?

İslâm devlet başkanının görevleri nelerdir?

1) İlmî, dinî meslekî ve siyasî şûralara başkanlık edecektir.

2) İlmî, dinî ve meslekî şûra üyeleri arasında çıkacak ihtilâfları halle  decektir.

3) İlmî, dinî, meslekî ve siyasî şûralar arasında çıkacak yetki ihtilâf   larını halledecektir.

4) Savaşlarda başkomutan olarak orduya komuta edecektir.

Başkanın bunlardan başka bir yetkisi yoktur. Çünkü başkan doğrudan doğruya ne icraya, ne teşria, ne kazaya, ne de murakabeye katılır. Yukarıda zikredilen görevler dışında herhangi bir görevi ve yetkisi yoktur.

Şûralar Muaviye'den sonra dağıtılmıştır. Dolayısıyla başkanların bu alanlardaki hizmetleri gerçekleşememiştir. Geriye kala kala savaş yapma görevi kalmıştır.

Ancak Osmanlı saltanatının başka işi olmaması, onun kötülüğünden değil demokratikliğinden ileri gelmiş, böylece tarihin en uzun zamanda en geniş ülkesi olabilmiştir. Yaşlılık çağında bile yedi düvel ile boğuşmuş, asırlarca halkını saadet ve refah içinde yaşatmıştır.

İslâm düzeninde devlet başkanı ne yapacaktır?

1) İlmî, dinî, meslekî ve siyasî şûralara başkanlık edecek.

2) Üyeler arasında çıkacak olan ihtilâfları halledecek.

3) Şûralar arasındaki yetki ihtilâflarını halledecek.

4) Bölge valilerini ve büyükelçileri atayacak.

5) Yabancı devletlerle anlaşmalar yapacak.

6) Hakem kararları sonrasında istişâre ettikten sonra                savaşma kararı verecek.

7) Ordu komutanları ile cephe komutanlarını atayacak.

8) Devlet vakıflarının mütevelli heyeti başkanlarını atayacak.

9) Ayrıca merkez ilinin başkanı olduğu için bir il başkanının bütün görevlerini yapacak. Dış ülkelere elçi gönderme dışında, ilde de yukarıda sayılan bütün hizmetler vardır. İllerde, devletteki ordu yerine jandarma birlikleri yer alır. Bölge başkanlarının yerini ilçe başkanları alacaktır.

10) Devlet başkanı aynı zamanda kendi bucağının başkanıdır. Bucağının bütün hukuk davalarının yürütücüsüdür. Yargı kararlarının infazcısıdır. Zilyetlik davalarına bakar ve güveni sağlar. Gerektiğinde uygun gördüğü kimseyi sürgün eder.

11) Devlet başkanı aynı zamanda kendi aşiretinin de başkanıdır.

12) Bu arada merkez bölgenin bölge yöneticisi,                         merkez ilçenin ilçe yöneticisi ve kendi sitesinin de başkanıdır.

 

*    *   *

 

Yazara göre;

Yenilgiden sonra Venedikliler

mukaddes savaşlara katılmamış,

sonra Osmanlıları yenmişlerdir.

 

"C- XVIcı yüzyılda Din rehberliği AKIL rehberliğini seçerek savaştan kaçınan Devlet-Venedik (Kötü tecrübelerden ders almasını ve savaş yerine hürriyet-egemenlik öğütlerini dinlemesini bilen devlet)

Akıl rehberliğinde yürüyerek din etkisinden kendisini kurtarmasını bilen Venedik bu sayede hem içerde istibdat rejimlerine ve kötü yönetime son verebilmiş ve hem de dışarda, başka ülkelere karşı her alanda (askerî ve siyasî) başarılar kazanabilmiştir... Türklere karşı başarılarını,... hep bu akılcı tutum sayesinde elde edebilmiştir... Bk. William J. Bouwsma, Venice and the Defense of Republican Liberty, (University of California Press, 1968, sh. 424...(s. 744)

Ve işte bu akıllıca siyaset sayesindedir ki bir zamanlar kendilerini kaba güç yolu ile yenen düşmanlarını (ve Türkleri) rahatlıkla yener hale gelebilmişlerdir. Türklere karşı kazandıkları Lepanto (Çeşme) zaferi bunun bir canlı örneğidir...(s. 745)

Türklere karşı Papa'lığın girişmek istediği kutsal savaşlara karşı da ayni şekilde ve ayni nedenle "HAYIR" cevabını vermesini bilmiştir... Bu hususta bk. William J. Bouwsma, a.g.e., sh. 109-111..."(s. 746)

 

İSLÂM DEVLETİ İÇİN SALDIRI SAVAŞI FARZ DEĞİLDİR.

VATAN VE DEVLETİ SAVUNMA İÇİN

SAVAŞMAK FARZDIR.

 

Bir İslâm devleti için saldırma savaşı farz değildir.

Saldırma bazı şartlarda caizdir. Ancak saldırdıktan sonra savaşı sürdürmek farzdır. Saldırıya uğrayanlara savunma da farzdır. Ne var ki, bunun için kriterler getirilmiştir.

1) Karşı taraf sayıca on mislinden fazla olmamalıdır.

2) İki mislinden fazla ama on mislinden az ise durum muhakemesi yapılır ve eğer galip gelinecekse savaş farz olur.

3) Mağlup olacaksa terkedip gitme ve hicret etme tercih olunur.

4) Eğer iki mislinden az ise savunma savaşına girmek veya saldırı savaşına devam etmek farzdır.

Bütün bunlar aklın ve ilmin gereğidir.

İslâmiyet de böyle yapılmasını emreder.

Venedikliler de bunu yapmışlar.

Müslümanlar da hep bunu yaptılar.

Ne var ki, yenip yenemiyeceğine karar vermek bir içtihat konusudur. Her zaman hata ihtimali vardır. Bu beceriksizliği ifade eder ama bunu sistemin bir kusuru olarak görmek mümkün değildir.

Savaşın kuralı vardır; yenerseniz akıllılık, yenilirseniz akılsızlık olur.

Osmanlılar demek ki baştan akıllı idiler, sonra akıllarını yitirdiler.

Yaşlılık işte budur ve bu yaşlılık her devlet için mukadderdir.

İslâmiyet, vatanı ve devleti savunmak için savaşmayı farz kılmıştır.

Ancak her farz gücü nisbetinde farzdır.

Yenilmesi baştan belli olan bir savaşa girme yerine;

'teslim' veya 'hicret' ilkesini benimsemek gerekmektedir.

Diğer taraftan;

1) Barış için,

2) İnsan hakları için,

3) Uluslararası hakemlerin kararları için,

Savaşmak farz değildir; meşrudur ve sevaptır.

Yenilmenin muhtemel olduğu bir savaşa girmek haramdır.

Osmanlıların hatası, fethettikleri ülkelerde İslâm devletleri kurup çekileceklerdi. Gerektiğinde haklı savaşlarda onları destekleyeceklerdi. Onlar öyle yapmadılar, fethettikleri yerleri ülkelerine kattılar ve İslâmiyet oralarda beklendiği kadar yayılmadı. İslâm devletlerinde Muaviye'den sonra durum böyle oldu; hattâ Hz. Ömer'den sonra böyle oldu.

İkinci İslâm Medeniyeti bu hatayı tekrarlamayacaktır.

 

*    *   *

 

 

Yazara göre;

Savaşlar fetvalarla yapılır ama

her zaman da fetva çıkardı.

 

"VI- En büyük sorumluluk Din Adamı'nın

Denilebilir ki her alanda olduğu gibi bu alanda da en büyük kötülük din adamından gelmiş en büyük sorumluluk ona ait olmuştur. İslâm tarihinin hemen hiç bir döneminde din adına savaşlara ve öldürmelere karşı sesini yükselten, buna karşı tutum takınan bir aydına, bir din adamına rastlanmamıştır...

Din adına savaşlara karşı çıkmak şöyle dursun ve fakat bu savaşlar hep din adamının verdiği fetvalarla yapılabilmiştir. Çünkü İktidarlar din kanunlarını göz önünde tutarak savaşa girişmeden önce din adamından (Müftüden, Şeyhülislamdan, v.s.) cihad fetvası almak zorunluluğunda idiler...

Osmanlı halkı bu tür fetvalarla ve merasimlerle savaş havasına alıştırılırdı. Bugün de Şeriat ülkeleri halkları din adına kafirlere savaş açmak gerektiği fikirleriyle beslenmektedir..."(s. 747)

 

İSLÂM DÜZENİNDE 'HAKEMLİK SİSTEMİ' VARDIR.

İSLÂMİYET'TE 'MÜÇTEHİT' VAR AMA 'MÜFTÜ' YOKTUR

İSLÂMİYET'TE 'HAKEM' VAR AMA 'KADI/MÜFTÜ' YOKTUR.

 

İslâm düzeninde;

'Fetva' yerine 'hakemlik sistemi' getirilmiştir.

Soruşturmacılar vardır. Bunlara 'şehit' yani 'şahit' deniyor. Olaylar bunların tahkikatı ile belirleniyor. Sonra olaya tatbik edilecek hüküm için taraflar hakemlerini seçiyorlar.

Hakemlerin görevi:

Tarafların hukuki hükümlerini ortaya koymaktır.

Baş hakemin görevi ise, olayda hangi taraf hukukunun uygulanacağını tesbittir. Yani isbat külfetinin kime ait olduğunu belirtmesidir.

Şahitlerin iki kelimelik şehadeti, baş hakemin bir cümlelik yetki belirlemesi ve hakemin hükmünü ortaya koymasıyla da olay biter. Davanın araştırma safhası mahkemede değil dışarda yapılır. Hakemlerin şehadeti de yeterlidir.

İçtihat kapısı kapanınca artık hakemlere zamanla gerek kalmamış, onların yerine atanan müftülerden fetva istenir olmuştur. Oysa hukuk açısından bu uygulama münafıklıktır ve sahtekârlıktır. Ama bu durum için -şu anda yaptığımız gibi- olması gerekeni anlatmak dışında şimdilik yapabileceğimiz bir şey yoktur. Ama bizler kendi aramızdaki bütün davalarımızı hakemler yoluyla çözmekteyiz. Bütün mukavelelerimizde son madde daima 'hakemler' maddesidir.

Herkes iyi bilsin ve anlasın ki;

İslâmiyet'te 'müçtehit' var ama 'müftü' yoktur;

İslâmiyet'te 'hakem' vardır ama 'müftü' yoktur.

Bu uygulama kökünden gayr-i İslâmîdir ve gayr-i samimidir.

Evet, savaş hukukunda ihtiyaç varsa hukukî danışmanınız olabilir,

ama sivil hukukta kendi içtihadı ile karar vermeyenin hakemliği olamaz.

İslâmiyet'teki şu ilke asla unutulmamalıdır:

Bir kimse hakkında bir başkası karar veriyorsa,

ama o onu seçmemişse, onu doğrudan tevkil etmemişse;

o karar bâtıldır.

Öyle bir müessese de kesinlikle İslâmî değildir.

Bâtıl ilkeler ile tesbit edilen bu müesseseleri arayın,

Kur'ân'da bulamazsınız.

Bilinçsizce uyulan kurallar,

devasa yanlış müesseselerin oluşmasına neden olur.

İslâmiyet insana kurallar öğretir;

ondan sonra müesseseler kendiliğinden oluşur.

 

*    *   *

 

Yazara göre;

Osmanlılarda,

dinî savaşların gereksiz olduğu hiç düşünülmemiştir.

 

"A- Milleti yok edici niteliğine rağmen din adına savaşlara karşı çıkan, sesini yükselten yok.

Padişahlarımız ve Paşalarımız bizi milletce bir savaştan diğerine ve peşi sıra, pervasızca sürüklemişler, ve sırf Şeriat'ın "Savaş kafirlerle, İslâm'ı yay yeryüzüne" şeklindeki emirlerine uymak, ve bu arada talanlar yapmak, hazinelerini doldurmak, köleler almak ve harem'lerini sayısız kadınlarla süslemek hırsı ile insanlarımızı, hem de nice yenilgiler bahasına, kırıp geçirmişler ve bu macera yüzyıllar boyunca sürüp gitmiş, ve fakat bir tek insanımız, bir tek düşünürümüz, bir tek din adamımız çıkıpta -"Nedir bu savaşlar? Ne luzum var bu talan ve yağmalara ve öldürmelere?.." dememiştir. Diyememiştir.

Ve diyebilecek ortamı bulamamıştır. Diyecek olmuş olsa da "Şeriat ve Tanrı emri budur, mademki bu emirlere inanmıyorsun o halde kafirsin, öldürülmeye layiksin" şeklinde bir karşılık göreceğinden emin olarak ve vicdanını susturmasını bilmiştir... Din konularında tartışma olursa siyasî güç çöker, devletin temelleri sarsılır bahaneleriyle fikir tartışması, hür düşünce, akıl işlemesi, evet her şey yasaklanmış, her şey önlenmiştir..."(s. 748)

 

OSMANLI, İSLÂMLAŞMIŞ BİR TÜRK DEVLETİYDİ.

İSLÂM DÜZENİNDE KAMU HİZMETLERİ KURALI.

 

Osmanlı Devleti, İslâmlaşmış bir Türk devleti idi.

Türk devletlerinin medeniyette bir yerleri yoktur.

Avcılık döneminde yaşayan ülkelerde devlet demek 'savaşan grup' demektir. Halk savaşan gruplardan kim gelirse ona vergi verir ve güvenini sağlardı. Savaşan grupların ise savaşmaktan başka işleri yoktu.

Türklerin yerli halkı Orta Asya'da kaldı. Savaşan gruplar ise İslâmiyet'i kabul ederek Batıya geldiler. İslâm'ın savaşı meşru kılan dinini benimsediler ve Batıya doğru ilerlediler. Bu arada iyi ve yararlı olarak gördükleri her şeyi almaya çalıştılar.

Türkler ateist değildi. Bu nedenle İslâmiyet'le uyuşmayacak yanları yoktu. Yaptıkları savaşlar dinî savaşlar değildi; dinin müsade ettiği savaşlardı. Türkler yalnız Batı ülkeleri ile savaşmadılar ki. Savaştıkları ülkelerin büyük bir çoğunluğu İslâm ülkeleri idi. Türkler İran, Arabistan, Mısır, Tunus, Fas, v.s.de neyin savaşını verdiler? Diğer İslâm ülkeleri sadece Müslümanlarla savaştıkları halde, Osmanlılar Hıristiyanlarla da savaştılar. Güçlü olmak için Müslümanlarla da savaşmayı meşru saydılar.

Osmanlılar din savaşları yapsalardı, girdikleri her yerde zorla İslâ-miyet'i yayar ve halkı tedirgin ederlerdi. Nasıl bir fabrikada çalışan işçi kendi çıkarı için çalışırsa, ama aynı zamanda fabrikaya da faydası varsa; Osmanlılar da kendi çıkarları için çalıştılar, ama aynı zamanda İslâmiyet'e ve Müslümanlara da faydalı oldular. Unutmamak gerekir ki, İstiklâl Savaşı da aynı ruhla yapıldı, kazanıldı ve yeni Türkiye Devleti kuruldu.

İslâm düzeninde;

Kamu hizmetleri için konmuş kural vardır. Planlanır ve ücreti tesbit edilir. İlân edilir. Kimin ne zaman ve nasıl yapacağı ise planlanmaz. Yapan olursa gelir  ve ayrılmış bulunan ihale bedelini alır.

Mallar da bu usulle satılır ve bu usulle alınır.

İslâmiyet şeriat kurallarını koymuş, hangi zamanda ve ne şartlar içinde savaşın meşru olduğunu bildirmiştir, ama merkezî planlama yoktur.

Müslüman bir devlet, kendi içtihadına göre savaşı meşru gördüğü zaman karşı tarafa ültimatom gönderir ve talepte bulunur. Karşı taraf hakemlere gidebilir veya hakeme çağrılır. Hakem kararları savaşmayı meşru görürse savaş yapılır ve ganimetten yararlanılır.

Meselâ, diyelim ki, bir devlet halkının dışarıya çıkmasına izin vermiyor. Sizin de onunla savaşma gücünüz var. Nota ile uyarırsınız. Sonra hakemlere gidilir. Gerçekten de halkını serbest bırakmıyorsa artık o ülke ile savaşabilir ve halkını zulümden kurtarabilirsiniz. Bu arada elbette bu hizmetinizin karşılığını alırsınız.

Osmanlıların savaş felsefesi budur. Ne var ki, 'hakem' yerine 'fetva' alınıyordu. Ama başka ülkelerde bu amaç da yoktu ve fetvalar da alınmıyordu. Her şeyi ve herkesi çağdaşlarıyla karşılaştırmak ve mukayese etmek gerekir. Bugün bile Türkiye, Batılılardan daha adil davranan bir devlettir. Ancak bir yere kadar zulme alet olmaktadır.

 

*    *   *

 

Yazara göre;

İzzet Paşa savaşa karşı çıktı diye idam edilmiştir.

 

"B- Yersiz SAVAŞLAR'a ve CİHAD fikrine karşı çıkmak DİNSİZLİK-(XIXcu yüzyıl) Halk'ın savaş (cihad) için kışkırtılması fikrine karşı çıkan İzzet bey'in dinsizlikle suçlandırılması

Bu savaşlar çoğu zaman Padişah'lar tarafından, Şeyhülislâmdan alınan fetvalar ile, halka bir Tanrı emri olarak benimsetilirdi...(s. 748)

Cevdet Paşa bu olayla ilgili olarak şöyle der -"... hürmet edilmesi bütün müslümanlara farz olan hilafet makamına karşı (İzzet paşa'nın) saldırmağa cesaret etmesi hamiyet sahiplerini şaşırtmaktaydı. Bu nedenle İzzet Bey azlolunarak İstanbul'a dönmesi emredildi". Azlolunmakla kalmadı ve fakat o yıl idam edildi. Her ne kadar Sened-i İttifak metnini hazırlamış olması daha önce İzzet Bey'i Sultan Mahmud'un gözünden düşürmüş idiyse de (çünkü Padişah'ın yetkilerini sınırlar görünmüştür bu Sened) ölümüne sebep olan husus Cevdet paşa'nın da bildirdiği gibi, CİHAD fikrine karşı tasvipkâr olmayışı idi. Bk. Cevdet Paşa Tarihinden Seçmeler, Cilt II, sh. 182."(s. 749)

 

ASKERLİKTE DÜŞMANI ÖLDÜRMEYEN ÖLDÜRÜLÜR

ZORUNLU SAVAŞA KATILMAYANIN DURUMU NEDİR?

 

Askerliğin bile kuralı vardır: Düşmanı öldürmeyen öldürülür.

Yani geri dönen veya kaçan acımadan öldürülür. Bu kural olmasa savaşlar yapılamaz. Ama bu kuralı hiç kimse yürürlükten kaldıramaz. Çünkü bu kurala uymayan askerler savaşı kaybederler ve dolayısıyla bu kurala uyanlar yeryüzüne hâkim olurlar.

Kural ortadan kalkmaz ama sen yok olursun.

İslâmiyet, baştan savaşçı olmayanları savaşa götürmüyor, dış ülkelere gidecekler genel olarak gönüllülerden oluşuyor. Gelmeyen zorla götürülmez ama ülkeyi terketmek zorundadır. Böylece savaşa zorlama asgariye indirilmiştir. Ama savaşa katıldıktan sonra artık geri dönülmez.

Şimdi varsayalım ki, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi savaş kararı aldı, ama bir ordu komutanı savaş istemiyor ve ordusu ile savaşa katılmıyor. Bugün de o komutanı kurşuna dizmezler mi? Dizmeseler devlet yaşar mı? İzzet Paşa, savaşa aykırı fikir beyan ettiği için değil, devletin savaş gücünü kırdığı için asılmıştır. Ordular bu psikoloji içinde savaşmaktadırlar.

İslâmiyet'e göre;

Savaşa gitmeden bir kimse savaşa katılmayı reddederse ve bu savaş da zorunlu bir savaşsa, bu kimse öldürülmez ama ülkeyi terketmesi istenir ve vatandaşlığı biter. Başka ülkeye katılırsa takip olunmaz ama düşman ülkenin bulunduğu tarafa giderse ve orada yakalanırsa öldürülür. Ona esaret muamelesi yapılamaz. Yani savaştan kaçan savaş ülkesine gidiyorsa o savaştan kaçmıyor cephe değiştiriyor demektir.

Ayrıca cepheden kaçanlar veya komutana itaat etmeyen askerler de öldürülür. Savaştan sonra komutan muhakeme edilip diyet istenebilir. Savaşta ise komutan 'lâ yus'el'dir. Savaşın kuralı budur.

İslâmiyet, realite dışında hiç kimseden bir şey istemez.

 

 

 

 

 

 

 

 

 


İSLAM-Devlet/Dünya-DÜZENİ-2-İlhan Arsele reddiye
1-BESMELE VE İTHAF
1667 Okunma
2-KAPAKDETAYI
1394 Okunma
3-YAYIN VE REDAKTE KURULU
1350 Okunma
4-EDİTÖRDEN NOTLAR-REŞAT NURİ EROLDAN
1418 Okunma
5-Prof. Dr.ilhan Arsel kimdir?
4256 Okunma
6-TEŞEKKÜR-reşat nuri eroldan
1339 Okunma
7-S U N U Ş-Dr.SÜLEYMAN AKDEMİR
1289 Okunma
8-Ö N S Ö Z-YERİNE DAVET REŞAT EROL
1377 Okunma
9-İÇİNDEKİLER
1237 Okunma
10-CEHALET VE AKILSIZLIK MESELESİ
1442 Okunma
11-MERKEZÎ KUVVET SİSTEMİ TALANCILIĞA DAYANIR
1454 Okunma
12-'KADER' VE 'İRADE' NE DEMEKTİR?
1515 Okunma
13-HIRİSTİYAN HAÇLILAR NE YAPTI?
1641 Okunma
14-YENİLİK DÜŞMANLIĞI VE DEMOKRATİK DÜZEY MESELESİ
1298 Okunma
15-İSLÂMİYET'E GÖRE MEDİNE'DEKİ YÖNETİM ŞEKLİ
1862 Okunma
16-İSLÂMİYET VE KUR'ÂN KORKUTUCU DEĞİLDİR
1388 Okunma
17-'İSLÂM DİNİ' İLE 'İSLÂM DÜZENİ' AYRIDIR.
1311 Okunma
18-TÜRKLÜK İRSÎ, İSLÂMLIK KESBÎDİR.
1353 Okunma
19-RUH VE BEDEN, MİLLET VE DEVLET ARASI MÜNASEBET
1351 Okunma
20-İSLÂM DÜZENİNDE TUTUKLU YOKTUR
1390 Okunma
21-İKTİDAR - KİŞİ HÜRRİYETLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLER
1329 Okunma
22-İSLÂM DÜZENİNDE RESMÎ DİNÎ KURULUŞ YOKTUR
1336 Okunma
23-İSLÂM DÜZENİNDE DEVLET YÖNETİMİ NASIL OLUR?
2721 Okunma
24-KUVVET VE HAK TEORİLERİNE GÖRE KÂİNAT
1272 Okunma
25-GELİŞMEMİŞ TOPLULUKLAR GELENEKLERİYLE YAŞARLAR
1372 Okunma
26-KUR'ÂN'IN EMİR VE NEHİYLERİ TEDBİRDEN İBARETTİR
1366 Okunma
27-İSLÂMİYET'TE YAHUDİ DÜŞMANLIĞI YOKTUR
1574 Okunma
28-KAYNAŞMA TÜRKLERE HAS BİR ÖZELLİKTİR
1322 Okunma
29-OSMANLILAR 'HÂDİM OLMA' İLKESİNİ GETİRMİŞTİR
1356 Okunma
30-İSLÂMİYET'TE GERÇEK DEMOKRASİ VARDIR
1304 Okunma
31-İSLÂMÎ SAVAŞLAR TALAN VE DİN SAVAŞI DEĞİLDİR
2277 Okunma
32-İSLÂM DÜZENİNDE SAVAŞA İSTEYENLER KATILIR.
1279 Okunma
33-İSLÂMİYET İDEAL BİR DÜZENDİR
1302 Okunma
34-İSLÂM DÜZENİNDE 'HAKEMLİK SİSTEMİ' VARDIR
1401 Okunma
35-MÜSLÜMAN ALLAH İÇİN SAVAŞIR, KÂFİR TAĞUT İÇİN.
1676 Okunma
36-'MİLLÎ HAKİMİYET' NE DEMEKTİR
1419 Okunma
37-İLMÎ ŞÛRA BAŞKANI İTTİFAKLA SEÇER
1280 Okunma
38-ANKARA MECLİSİ'NİN KURULUŞU ŞERİATA UYGUNDU
1319 Okunma
39-BATI CUMHURİYET SİSTEMİNİN EN BÜYÜK MAHZURU
1299 Okunma
40-İSLÂMİYET'E GÖRE CUMHURİYET YÖNETİMİ.
4298 Okunma
41-LOZAN'IN GİZLİ ŞARTLARI NELERDİR?
1552 Okunma
42-BATI ÇÖKMEKTEDİR BAŞARILI OLAMAYACAKTIR
1326 Okunma
43-ZAMAN YAZILARI-İSLAMI BİLMEK
1301 Okunma

© 2024 - Akevler