İSLAM-Devlet/Dünya-DÜZENİ-2-İlhan Arsele reddiye
Süleyman Karagülle
1278 Okunma
İLMÎ ŞÛRA BAŞKANI İTTİFAKLA SEÇER

Yazara göre;

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti

ideal bir demokrasi şeklidir. Başkan böyle olmalıdır.

 

"4) Yürütmenin güçlü durumda tutulmasının sakıncalı olacağı.

Yürütme yetkilerini yasama meclisine bırakmanın bir gereği de şu idi. Biraz yukarda belirttiğimiz nedenlerle Atatürk kuvvetler ayrılığı veya hatta kuvvetler dengesi sisteminin sakıncalı olabileceğine nasıl inanıyor idiyse, yürütme yetkisini kullana-cak olan kurulun zayıf durumda bırakılması gereğine de o oranda önem veriyordu. Esasen millet egemenliği prensibini kabul edip kuvvetler ayrılığı fikrini terketmekle bu, zaten kendiliğinden oluşan bir sonuç yaratıyordu...(s. 770)

Aksine fazlasiyle güçlü bir duruma gelmiş olan yürütmeyi sınırlamak ve onu millet egemenliğini temsil eden meclise bağlı kılmak gerekirdi. Bu nedenle yasama gücüne sahip meclisi yürütme yetkileriyle de donatmaktan başka çare olamazdı. İşte bundan dolayıdır ki, daha ilk toplandığı andan itibaren Türkiye BMM. Yasama ve yürütme yetkilerine sahip kılındı."(s. 771)

 

İLMÎ ŞÛRA BAŞKANI İTTİFAKLA SEÇER.

AŞİRET, KABİLE, ŞA'B VE KAVM BAŞKANLARI.

 

İslâmiyet'in kabul ettiği bir ilke vardır;

iktidar tecezzi etmez yani parçalanamaz.

İktidarın değişik kuvvetlerce kullanılması başka, iktidarın parçalanması başkadır. Meclisler millî iktidarı oluşturur ve başkana teslim ederler, başkan da onu kullanır. Bunu kamu hizmetlileri aracılığı ile kullanır.

Başkanın tek olması; ilmî, dinî, meslekî ve siyasî şûraların başı olması; başkomutan olması; vakıf genel müdürlerini başkanın ataması; bölge yöneticilerini başkanın ataması; elçilerin başkanca atanması, hep iktidarın tecezzi etmemesi ilkesine dayanır ve İslâmîdir.

Başkanı ilmî şûra ittifakla seçer ve siyasî şûranın kabulü ile kesinleşmiş olur. Yani bugün seçimle gelen üniversite rektörleri bir araya gelecekler, ittifakla bir orgenerali cumhurbaşkanı yapacaklar, diğer ordu komutanları da onun başkanlığını kabul edecekler, böylece aday oluşmuş olur. Meclisin ekseriyetine istenirse uyulabilir, hattâ halk oylamasına da gidilebilir. Kazanmazsa seçim yenilenir. Ama ondan sonra savaşa da barışa da karar veren bir başkan ortaya çıkar.

İslâm düzeninde;

Aşiret, kabile, şa'b ve kavm başkanları, ilmî şûralar tarafından seçilir.

Seçilen başkanlar, siyasî şûralarını da oluşturabilirlerse

o zaman başkanlıkları kesinleşir.

Başkanların bucak içindeki yetkileri mutlaktır.

Mahkemesiz olarak kişilere,

Sadece bucağından sürgün etme cezasını verebilir.

Ayrılıp giden kimse üzerinde başkanın hiç bir yetkisi kalmaz.

Başkan istişâre eder ama kararları kendisi verir.

İktidar ile hürriyet arasında ideal denge vardır.

 

*   *   *

 

Yazara göre;

Her bakan ayrı sorumlu olmalıdır.

 

"C- Meclis hükümeti sistemi ve Atatürk:

Daha başka bir deyimle milletin meclise verdiği görev ve yetkiler ve sorumluluk, Meclisten başka bir organa devredilemezdi. Bunun içindir ki, meclis bütün devlet ve millet ve memleket işlerini yürütür ve yürütme işleri ile ilgili bazı hususların yerine getirilmesini kendi içinden seçeceği belli sayıdaki kimselere bırakırdı. Fakat bu kimseler ve bunların oluşturacağı kurul, yani bakanlar kurulu hiçbir zaman millet iradesinin ve egemenliğinin dayanağı olamazdı...(s. 771)

Bütün bunlar şunu anlatmaktadır ki, meclisin ilk kurulduğu tarihlerde Bakanlar Meclis tarafından teker teker seçilir ve meclisten alacakları emir ve direktifleri yerine getirirler yani vekâlet esasına göre davranırlarken, zamanla meclise karşı daha bağımsız, daha serbest bir duruma kavuşmuşlardır. 1924 Anayasası ile bakanlar kurulunun kurulması işi meclisten ayrı tutulmuş ve adeta parlamenter sisteme uydurulmuştur. Yani Atatürk meclis hükümeti sistemini zamanla daha ılımlı kılmağa yanaşmıştır. Bunun da nedeni başında bulunduğu ve belki de uzun zaman bulunacağını düşündüğü yürütme organına davranış serbestisi sağlamak ve böylece devrimleri yürütme olanağını kazandırmaktı."(s. 772)

 

HER İŞİN DÖRT SAFHASI VARDIR;

İNSANDA BUNLARI YAPAN DÖRT MELEKE VARDIR

 

Her işin dört safhası vardır:

Birincisinde ne yapacağını kararlaştırırsın, sonra nasıl yapacağını kararlaştırırsın, sonra onu kararlara göre yaparsın, sonra da kararlaştırdığın şekilde yapıp yapmadığına bakar ve sonuçları karara göre yerleştirirsin. En sonunda bu suretle maksadın hâsıl olup olmadığını kontrol edersin.

İnsanda bunları yapan dört meleke vardır:

Hisler önce ihtiyacı tesbit edip ne yapılacağını beyinden talep eder. Beyin bu talebi fikre havale eder ve o da nasıl yapılacağını kararlaştırır. Bu kararı beyne bildirir, beyin iradeye emreder ve kararlaştırıldığı şekilde icra eder. Sonra yapılanları yerleştirip dağıtma ve kullanılır hâle getirme emrini ünsiyete verir ve iş bitmiş olur. Sonunda yine hislere başvurulur ve 'isteğin oldu mu?' diye sorulur. Ondan yeni istek istenir.

Toplulukta da istekleri din tesbit eder, ilim bunların nasıl yapılacağına karar verir, iktisat  kararları icra eder, idare sonuçları değerlendirip bölüştürür ve sonunda dine 'istediğin oldu mu?' diye sorulur ve yeni isteği beklenir.

Böylece kişide his, toplulukta din kontrol hizmetini görür.

Başkan burada yürütücü konumundadır. Yaptığı işten memnun olunmuş veya olunmamış olur. Buradaki mes'uliyet ikinci görevlendirme ile ilgili olabilir. Yani bir bakan hizmetlerini yürütürken ona bu görevi verenler geri alabilirler. Bu denetleme yerindedir. Ancak ekseriyet sistemi yoktur. Bu nedenle bu nasıl olacaktır meselesi ortaya çıkar?

Bunun için geliştirilen sistem şöyledir:

Her sosyal grubun ilmî, siyasî, dinî ve meslekî grubunun bir gücü vardır. Bu güç bugün aldığı oyla belirlenmektedir. Bakanlıklar güçlere göre bölüştürülür. Meselâ, bugün bir ilde 'barajsız dont sistemi' ile milletvekilleri paylaşıldığı gibi bakanlıklar da böyle paylaştırılır ve böylece bir koalisyon hükümeti oluşturulur. Her sosyal grup kendi bakanını her zaman görevden alabilir. İşte böylece meclis denetimi ortaya çıkmış olur. Halk da her zaman sosyal grubunu değiştirebildiği için gereğini yapmayan sosyal grup gücünü kaybedeceği için bakan düşmüş olur.

Böylece esasta yazar da İslâmiyet'in görüşünü benimsemiş olur.

 

*   *   *

 

Yazara göre;

Millî hakimiyet sonunda

Mustafa Kemal hakimiyeti olmuştur.

 

"D- "Egemenliğin" millete ait olduğu zihniyetinin ve bilincinin devlet yaşamlarımıza fiilen kazandırılması:

Daha önce gördük ki, yüzyıllarca süren keyfi idare 1876 Anayasası ile Meşrutiyete dönüşmüş ve fakat kamu hukukumuzda herhangi bir değişiklik görülmemişti...(s. 772)

Biraz yukarda belirttiğimiz gibi egemenliğin padişaha değil, doğrudan doğruya millete ait olduğu zihniyetini devlet hayatımıza fiilen kazandıran Atatürk'tür. Yukardaki fikirlerini daha Anadolu'ya ayak basar basmaz gerçekleştirmek amacıyla işe başlamış ve milli örgütlenme fikrinin öncülüğünü yapmıştır. Milli örgütlenme işini bütün milletin dayanışmasına ve temsiline oturtmayı gerekli gördüğü içindir ki, Sivas'ta genel bir Milli kurul toplanması kararını vermiş ve bu amacın sağlanmasını Amasya tamimi ile yapmıştır."(s. 773)

 

EMREDEN BAŞKAN VE İTAAT EDEN TOPLULUK.

BAŞKAN HALKA UYMAZ, HALK BAŞKANA UYAR.

 

Topluluk demek, bir başkanın etrafında toplanarak onun yönetimini kabul etmek demektir. Yani emreden bir başkan varsa ve bu emre itaat eden bir halk da varsa, bu topluluk olur. Böyle oluşan topluluğun hakimiyetinden bahsedilebilir. Hakimiyet, topluluğun organize olması ve teşkilâtlanmasıdır.

O halde başkanın emrinde olmak onun hakim olması demek değildir. Bütün mesele şudur, halk bu başkanı kendi istekleriyle mi dinliyor, yoksa zorla mı dinletiliyor? Evet, bütün mesele budur. Eğer halk bu başkanı kendi istekleri ile dinliyorsa millî hakimiyet vardır; yok eğer korku ile dinliyorsa millî hakimiyet yoktur, demektir.

Bu da göç serbestliği ile anlaşılır. Ayrılıp gitmek serbest ise ve halk ayrılmıyorsa, o zaman halk başkanı kendi istekleri ile dinliyor demektir. Ama ayrılıp gitmek mümkün değilse, o takdirde halkın başkanı zorla mı yoksa isteyerek mi dinlediğini anlamak mümkün değildir. Bu ayrılmaları site şeklinde düşünebildiğimiz gibi çok partili sosyal gruplar şeklinde de düşünebiliriz.

O halde çok partili sistemin olmadığı bir yerde, hakimiyetin ister istemez tek kişinin elinde olması muhtemeldir. Mustafa Kemal baştan meclisle istişare ediyor ve meclise isteyerek uymakta olduğu halde, sonraları meclise dikte ettirme ve meclisi zorla kendine uydurma cihetine gitmiştir.

İslâmiyet'e göre;

Ayrılıp gitme serbestliği içinde başkan halka uymaz, halk başkana uyar.

Aynı fikirde olanların çokluğu onun doğruluğuna delâlet etmediği gibi yönetimde çelişkilerin olmaması ve mantık silsilesi içinde işlerin yürütülebilmesi için başkanın aklının her akıldan üstün olduğu kabul edilir.

Bir ihalede ihale en fazla verene kalır.

Yoksa aynı sayıyı çok kişinin vermesine göre hareket edilmez.

Topluluğu da çoğunluğun aklı değil de en akıllısı yönetir.

Tavana en yüksek merdivenle çıkılır, en çok merdivenle değil.

Bazı çokluklar vardır ki toplanamaz. Meselâ, odaların sıcaklıkları toplanamaz. Akıl da toplanamayan çokluklardandır. Çok yanlışlar doğru olmaz, ama bir doğru doğru olur.

Bu sebepledir ki başkana akıl vermek yoktur; fikir vermek vardır.

Kararına isyan etmek yoktur; gerekirse ayrılıp gitme vardır.

İslâmiyet'in her getirdiği, baştan acayip görünse de doğrudur.

 

*   *   *

 

 

Yazara göre;

Amasya Tamimi ile ülke temsilcilerini

Erzurum Kongresine çağırmış ve

Sivas Kongresinin yapılacağını duyurmuştu.

 

"1) Amasya Tamimi (21-22 Haziren 1919):

Amasya Tamimi'nde Atatürk vatanın tümlüğünün ve millet bağımsızlığının tehlikede olduğunu, milletin yine kendi azim ve kararıyla, kendi bağımsızlığına kavuşma gücünü dünyaya işittirmek için her türlü etki ve denetimden arınmış bir milli kurulun varlığına gerek bulunduğunu ve bu nedenle Sivas'ta bir milli kongrenin en kısa zamanda toplanması için karar alındığını, bunun için de bütün illerin her "Livasından" milletin güvenine sahip üçer temsilcinin seçilerek derhal yola çıkmaları gereğini belirtmiş ve aynı tamim ile 10 Temmuz 1919 tarihinde Erzurum'da bir kongre toplanacağını ilan etmiştir. (Amasya Tamimi için bk. Nutuk C. I, sh. 31)."(s. 773)

 

 

 

TOPLULUK BAŞKANINI NASIL SEÇER?

HERKESİN KENDİSİNE BAŞKAN BULMASI FARZDIR.

 

 

Topluluk, bir ihtiyaç halinde bir şey yapmak ister. Sıkıntısını hisseder ve harekete hazırdır. Ama genel olarak ne yapacağını bilmez ve nasıl yapacağını bilmez. İşte o esnada içlerinden biri çıkıp komutayı ele alır. Halk verilen komutların uygun olduğunu hisseder ve komutu veren kimsenin bu işi başaracağına inanırsa, ona itaat eder. O kimse de başkan olmuş olur.

Görülüyor ki, bu tür hallerde başkanlık tesadüf ve kabiliyetlerin birleşmesiyle olur.

Paşalar İstanbul'da toplanmışlar, kendilerine bir lider seçiyorlarmış. Refet Bele'yi çağırmışlar ve ona Rauf Orbay için; 'Biz yüzde elli onu lider olarak buluyoruz, memleketi o kurtarır diyoruz' demişler. Refet Bele de onlara demiş ki; 'Ben memleketi kurtaracak olan ve yüzde yüz bu işin ehli bulunan lideri biliyorum; ama sonra kendimizi onun elinden kurtarıp kurtaramıyacağımızı bilemiyorum'.

Bu hikâye, Mustafa Kemal'in kendisini kabiliyeti ile nasıl kabul ettirdiğini ifade eder. Amasya Tamimi, böyle bir zamanda kabiliyetli birinin yönetimi ele alması demektir. Demek ki, isabetli hareket etmiş ki yaptıkları tutmuş ve bugün cumhuriyet var.

 

İslâmiyet'e göre;

İki kişi bir araya geldiğinde biri başkan olur.

Herkesin kendisine bir başkan bulması farzdır.

Dolayısıyla, ben başkan olayım çekişmesi yerine, sen başkan ol çekişmesi vardır. En çok bilen veya en çok tecrübeli olan başkan olur.

Namaz vakti geldi; tek kişi bile ezan okur ve gelenlere imam olur veya kendisinden ehli gelmişse onu imam nasbeder. Ancak imam olmak veya imam nasbetmek görevi, ilk aklına gelip ezan okuyanındır.

Mustafa Kemal Amasya'da ezan okumuş, sonra Erzurum ve Sivas'ta ezana katılanlara imam olmuştur. İslâmiyet'teki ibadetler insanlara işte bunları öğretir. Yani Mustafa Kemal tam şeriata göre hareket ederek Amasya Tamimi'ni yayınlamıştır.

Farzı kifayeler vardır.

Yapılmıyorsa herkes yapmalı, biri yaptı mı artık diğerleri yapamaz.

Başkanlık da böyle bir şeydir ve ilk yapanın hakkı olarak kabul edilir.

 

 

 

*   *   *

 

 

 

 

Yazara göre;

Erzurum Kongresinde

Mustafa Kemal Kongre Başkanı olmuş

Heyeti Temsiliye Başkanlığına getirilmiştir.

 

2) Erzurum Kongresi (10 Temmuz 1919)

"Vilayeti Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye" Derneğinin Erzurum kolunun gayretleriyle Erzurum'da 23 Temmuz 1919 tarihinde toplanan Kongre'ye, yerinden seçilmek suretiyle gelen delegeler Atatürk'ü Kongre başkanlığına seçmişlerdir. Atatürk milletin kaderine egemen olan güc'ün millet iradesi olması gerektiği inanciyle yetkilerini ve gücünü millî iradeden alacak bir hükümetin kurulmasını kendisine ilk hedef edinmişti. İşte Erzurum Kongresi bunu sağlamağa yarayabilecek ilk adımlardan birisi olmuştur. 14 gün süren bu Kongre toplantıları sonunda yayınlanan bildiride millî bir Meclis'in derhal toplanması ve hükümet işlerinin bu Meclis'in denetimine sokulması (Madde 8) ve millet iradesini egemen kılmak esasının amaç tutulması (Madde 3) gereği öngörülmüştü. Erzurum Kongresinde, bir "Hey'eti Temsiliye" seçilmiş ve bunun başına Atatürk getirilmiştir."(s. 773)

 

TOPLULUK OLUŞMASINDA I. VE II. ADAM.

DEVLETİN KURUCUSU OLMAYA ADAY TOPLULUK.

 

Kâinat ilk defa yaratıldığında her molekül ayrı idi ve her taraftan aynı şekilde çekildiği ve itildiği için kâinat gaz halinde idi. Sonra iki molekül her nasılsa birleşti. O zaman bunların çekme kuvveti diğerlerinden fazla oldu. Bütün gazlar bunlar tarafına toplanmaya başladı. İşte galaksiler böyle oluştu. Güneş ve yer böyle oluştu.

Topluluklar da böyledir. Herkesin bir çekme kuvveti var. Aralarında itme de var. Ancak iki kişi birleşince tüm diğer insanlar böyle onlara doğru akarlar. Hz. Muhammed (s) ile Hz. Ebu Bekir'in birleşmesiyle önce İslâm Alemi ve ardından İslâm Medeniyeti oluşmuştur. Mustafa Kemal ile Kazım Karabekir'in birleşmesiyle bugünkü cumhuriyet oluştu.

Osmanlı İmparatorluğu çökünce her yöre kendisini koruma ihtiyacını duydu. Türkiye'yi Ermeni ve Rumlar talan edecekti. Bu durumda her yerde mukavemet kuruluşları kuruldu. Erzurum Kongresi bu maksatla oluşmuştu. Kazım Karabekir ile Mustafa Kemal Erzurum'da anlaş-tılar. Böylece ilk birlik oluştu.

Bu anlaşmada biri başkan olur. İsim ve şöhret onun olur ama esas yükü ikinci adam çeker. Birinci adam genellikle bulunabiliyor, ama ikinci adam zor bulunuyor. Çünkü bütün kahrı o yani ikinci adam çeker, nimetlerinden ise birinci adam yararlanır. Ama oluş için başka bir yol yoktur.

Mustafa Kemal, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde Kazım Kara-bekir'e dayanmıştır. Onun desteğiyle Başkan ve Hey'eti Temsiliye Reisi olmuştur. Ankara'da ise Rauf Orbay destek olmuş, sonra Mareşal Fevzi Çakmak da bu desteğe katılmıştır. Mareşal savaştan sonra da hiç bir zaman desteğini çekmemiştir. Bu arada İsmet Paşa onun yanında yetişmiş, sonra onun inkılâplarını tamamlamıştır. Ama İsmet İnönü kendisine bir destek yani ikinci adam bulamamıştır.

Adnan Menderes ile Celal Bayar birleşmesi hâlâ etkisini sürdüren bir grup oluşturmuştur. Kenan Evren de Bülent Ulusu ile bu birliği oluşturabilir, sonra partiyi ona kurdurabilirdi. Ama bunu yapmayıp yeni kimse aradı ve başarısız oldu. Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş, kendilerine eş yani ikinci adam bulamadılar.

İslâm düzeninde;

Bir topluluk iki kişinin birleşmesiyle başlar.

Her yeni kimse katılınca başkan yeniden belirlenir.

10 kişi oluncaya kadar eğer gelen daha ehilse başkanlığı o yapar.

Herkes geçici başkandır. Adeta o oturumun başkanıdır. 10 kişi olduklarında aralarından birini ittifakla kendilerine başkan seçerler. Yani 10 kişi birleşip ittifakla bir başkan atadı mı topluluk oluşmuş olur.

Bu topluluğun gücü bunların eşit seviyede olmaları, fikirde devamlı olarak başkana muhalefet edebilmeleridir. Yani her birinin kendi fikri ve görüşü var, çekinmeden söyler ama fiiliyatta başkana uyar. İşte bu birlik üzerinde sebat edenler başarıya ulaşırlar. Bunlar sıralama usulü ile ve meclise devam usulü ile sıra oluştururlar.

10 kişilik ekip;

Fikirde ve düşüncede;

Herkes aynı söz ve güce sahip;

Fiiliyatta ise başkana uyan bir topluluktur.

Böyle bir topluluk;

Her zaman devlet kurucusu olmaya adaydır.

 

*   *   *

 

Yazara göre;

Sivas Kongresini müteakip

Hey'eti Temsiliye padişah dışında hükümet tanımıyor.

 

"3) Sivas Kongresi (4 Eylül 1919)

Erzurum Kongresini Sivas Kongresi izlemiştir. 4 Eylül 1919 tarihinde açılan bu Kongre Doğu ve Batı İl'lerinin ve Trakya'nın yani bütün ülkenin birleşmesini öngörmekteydi. 11 Eylül 1919 tarihinde sona ermiş ve bu arada önemli bazı kararların alınmasına sahne olmuştur. Bu kararlar arasında:

-Osmanlı toplumunun tümlüğünü ve millî bağımsızlığını sağlamak ve hilafeti ve saltanatı egemen kılmak esasının kesin olduğu,...

-"Hey'eti Temsiliye" adiyle kurulan kuruluşun "kutsal amacı" gerçekleştirinceye dek bütün örgütü yönetmekle görevli olduğu, hususları vardı. Sivas Kongresi Genel Kurulu adına Sadr-ı Azam Ferit Paşa'ya 11/12 Eylül 1919 tarihinde çekilen telgrafta milletin Padişah'tan başka hiç kimseye güvenlik beslemediği, hükümetin meşruluk dışında davrandığı ve millet ile Padişah arasında engel yarattığı belirtilmek-teydi..."(s. 774)

 

 

KANSIZ VE DARBESİZ BİR İHTİLÂL.

HALK İTAAT ETMEZSE İKTİDAR OLUŞMAZ.

 

Osmanlılarda bir gelenek vardır. Padişah devlet işleriyle resmen uğraşmaz, mührünü sadrıazama verir, sadrıazam da padişah adına mutlak vekil olarak devleti yönetir, yönetimi beğenmediği zaman mührü alırdı, genellikle başı da alınırdı. Böylece halkın şikâyet edeceği son merci her zaman varolurdu. Bu sistem bugünkü mes'ul başbakan sistemini Avrupa'ya öğretmiştir.

Osmanlı Hükümeti de böyle Padişahın vekili idi. Mustafa Kemal, padişahtan başkasını tanımıyorum demek suretiyle İstanbul Hükümeti'ni tanımamakla kalmamış, padişahın hükümeti atama hakkını da almış oluyordu. Ancak bu gayet normaldi. Çünkü İstanbul Hükümeti ve Padişah esir idi. Artık onların hükümet etme yetkileri yoktu. Ancak Osmanlı Hanedanına karşı cephe almak, Osmanlının varisi olmadığını ilân etmek olacaktı. Dolayısıyla padişahın emirleri dinlenmiyor ama padişah tanınıyordu. Böylece halk Mustafa Kemal'in kendilerinden olduğuna inanıyordu.

Burada bunu söylemek kolaydır. Ama Anadolu'daki teşkilâtın bunu kabul edip etmemesi kendilerinin elinde idi. Oysa Anadolu yönetimi ve ordusu bunu kabul etti ve İstanbul'dan gelen emirleri dinlemedi. İslâm uleması da böyle fetva verdi. Tabii burada Kazım Karabekir'in büyük rolü oldu. Onun Mustafa Kemal'i desteklemesi diğer komutanların da desteklemesine sebep oldu ve artık sivil yönetim mecburen desteklemek zorunda kaldı. Halk da onun yönetimini ve İslâm ulemasının desteklediği bu kararı destekler oldu. O tarihten itibaren fiilen Anadolu Devleti kurulmuş oluyordu. Kansız ve darbesiz bir ihtilâl gerçekleşmişti.

İslâmiyet'e göre;

"İktidar Allah'ındır;

dilediğine verir ve dilediğinden alır"ın anlamı budur.

Bir bakıyorsunuz ki bir gecede iktidar değişmiş oluyor. Dün başbakan olan bugün sanık sandalyesinde oturabilmektedir. Seçimler de öyle yapılıyor. Burada son söz daima halkın oluyor.

Halk korku ile de olsa itaat etmezse iktidar oluşmaz.

Halkın içine bu korku veya istek nereden gelir?

Tabiî ve sosyal kanunların sonucu gelir, yani ilâhî kanunlardan gelir. Bu her zaman her yerde böyle olmuştur ve böyle olacaktır. Çeşitli yollardan iktidarlar değişmiştir ve değişecektir. Bu durumu hiç kimse değiştiremeyecektir.

İstenen, bu değişmelerin kansız ve meşru yollardan olmasıdır. Seçim değiştirmek için değil, değiştirmenin kansız olmasını sağlamak içindir. 1957 seçimlerine antidemokratik seçim sistemiyle girildi. İki parti ve ekseriyet sistemi. Sonunda 1960'da zorla değişti. Çünkü normal yoldan değişmemişti.

 

*   *   *

 

Yazara göre;

Son Meclisi Mebusan İstanbul'da

Misakı Millî'yi kararlaştırdı ve dağıldı.

 

"4) "Misak-ı Milli" (17 Şubat 1920)

Erzurum ve Sivas Kongrelerinde belirtilen esaslar son Osmanlı "Mebusan Meclisi" tarafından kabul olunarak "Misak-ı Millî" adı altında yayınlanmıştır...(s. 774)

Böylece "Türk milleti hiç bir kayda tabi olmadan yeni bir devlet kurmağa" karar vermiş olduğunu ve devletin temelinin Türk milleti olacağını açıkca ortaya vurmuştur...

Misak-ı Milli'nin kabulü tarihinden bir ay sonra 18 Mart 1920 tarihinde İstanbul'daki Meclis-i Meb'usan: "...Temsilcilik görevlerinin yerine getirilmesinde güvenlik duyulabilecek bir zamana dek..." toplantılarının geri bırakılması kararını almış ve Osmanlı Devleti de böylece tarihe gömülmüştür. Bu tarihten bir ay sonra, 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara'da T.B.M.Meclisi toplanmış ve yeni Türk Devleti doğmuştur."(s. 775)

 

BATI DÜNYASININ MÜSLÜMANLARI İMHA PLANI.

ENDÜLÜS UYGULAMASI VE ANADOLU DENEMESİ.

 

Bir konunun oluşması için zamana ihtiyaç vardır. Bunun için hazırlayıcı olaylara ihtiyaç vardır. Baştan Ankara'da meclisi toplamak son derece zordu. Çünkü halkın fikri buna oluşmamıştı. İstanbul'da meclis toplanıyor, böylece milletvekilleri seçilmiş oluyordu. Bu meclis 'Misak-ı Millî'yi kabul ediyor, böylece hedef belirleniyor, ona göre cepheler oluşuyordu. Burada 'Misak-ı Millî'den biraz söz edelim. Misak-ı Millî'yi iyi anlamak için Endülüs'e dönelim.

Endülüs'te Müslümanlar yenilmiş ve hükümranlık Hıristiyanların eline geçmişti. Ne var ki, İspanya'nın yarısından fazlası Müslümandı. Bu Müslümanlar ne olacaktı? Yarımada bunlardan nasıl temizlenecekti? Haçlı Ordusu işte bu temizlik için şahane bir plan yaptı. Önce Kurtuba Vadisi'nde bir İslâm Devleti kurulacaktı ve bu kurucular Emevî olmayacak, başka Arap kabilelerinden olacaktı. Yarımadanın diğer taraflarında baskı yapılacak ve Müslüman halk buraya tehcir edilecekti. En sonunda da burada hepsi toplu olarak imha edilecekti.

Planlandığı gibi aynen böyle yaptılar. Hıristiyanların ve Müslümanların eşit oldukları bir İslâm Devleti kurdular. Baskı ile bütün Müslümanları buraya tehcir ettiler. Bu arada burasını serbest pazar hâline getirip Hıristiyanların da buraya gelmelerini sağladılar.

Bir ara bir kabile Kuzey Afrika'ya göç etti ve geri döndü. Afrika'da ya gerçekten kendilerine kötü muamele yapmıştı veya Haçlı propagandistler öyle propaganda yaptılar. Bu uygulama da planın bir parçası gibiydi.

Sonra baskı yapıp Ahmerîleri yıktılar. Yerine Hıristiyan ve Müslümanların güya kardeşçe yaşayacakları bir Hıristiyan hanedanına ait devlet kurdular ve Müslümanlara baskı yaptılar. Müslümanlar Afrika'ya göç edemediler. Çünkü orası muhacirleri kabul etmiyor şeklinde bir inanış vardı. Tekrar gerisin geriye İspanya'ya dağıldılar. Ne var ki, yerlerinden ve yurtlarından olan bu göçebe Müslümanlar, yollarda açlık ve hastalıklarla helâk oldular.

Bütün bu olanlar da yetmedi. Sonunda bir ferman çıkarılarak nerede Müslüman görülürse öldürüldü ve böylece yeryüzünde mirasçılarını bırakmayarak yok oldular. Kim bilir? Belki de şimdi İspanya'da Hıristiyanlaşmış torunları vardır.

Haçlılar aynı programı Osmanlılar için de uyguluyorlardı.

Balkanlar'daki ve Bosna'daki katliamların sebebi budur.

Anadolu'da önce Müslüman ama Hıristiyan ve Müslümanların eşit haklara sahip olduğu bir devlet kurulacak, ondan sonra baskı yapılarak Avrupa'nın bütün Müslümanları buraya tehcir edilecek, sonra Anadolu'da bir Hıristiyan devlet oluşacak, baskı yapılacak ve tekrar çar nâçar dağıtılacak, sonra da İspanya'da olduğu gibi Müslümanlar toptan imha edilecekti.

İşte 'Misak-ı Millî' bu maksatla çizilmiş bir sınırdı. Meclis-i Mebusan bunu benimsedi. Böylece, hem kurtarılacak vatan belirleniyor ve halkın ona göre hazırlık yapması isteniyordu; hem de Batı dünyasına 'Biz imparatorluktan vazgeçtik, millî devlet kuracağız, sizin de istediğiniz bu idi' mesajı veriliyordu.

İşte siyaset ve askerlik budur.

Öyle cümle söyleyecek ve öyle karar vereceksin ki, herkes ümide kapılacak ve bekleyecek. Bu arada sen zaman kazanacak ve yapacağını yapacaksın.

Burada sonuç ne oldu?

Kurtuba'da olduğu gibi millî devlet kuruldu ve yine Kurtuba'da olduğu gibi Hıristiyanlar ve Müslümanlar eşit hâle getirildi. Siyonizmin planı aynen gerçekleşti. Ne var ki, Anadolu'da Hıristiyan kalmadı. Çünkü İngilizler bu planı benimsemediler. Türk halkını hemen imha etmek istediler. Bu da ters tepti, planladıklarının aksi gerçekleşti ve Hıristiyanlar imha oldu.

Batı dünyası bütün olanlara rağmen planından vazgeçmedi. Başka bir taktikle 2000 yılına doğru aynı hedefe ulaşmak için uğraş vermektedir. Bosna ve benzeri katliamlar, bu planın sadece başlangıç adımlarıdır.

Bu planı bu boyutları ile anlayanlar daha pek görünmüyorlar. Biz yıllardır anlatıyoruz ama pek anlayan yok! Ama her şeye rağmen günü gelince bu millet yine bir komutan çıkaracak ve düşmanlarımızın planladığı bu topyekün imha hareketi gerçekleşemiyecektir görüşündeyiz.

 

 

 

 

 

 

 


İSLAM-Devlet/Dünya-DÜZENİ-2-İlhan Arsele reddiye
1-BESMELE VE İTHAF
1665 Okunma
2-KAPAKDETAYI
1391 Okunma
3-YAYIN VE REDAKTE KURULU
1347 Okunma
4-EDİTÖRDEN NOTLAR-REŞAT NURİ EROLDAN
1415 Okunma
5-Prof. Dr.ilhan Arsel kimdir?
4252 Okunma
6-TEŞEKKÜR-reşat nuri eroldan
1337 Okunma
7-S U N U Ş-Dr.SÜLEYMAN AKDEMİR
1287 Okunma
8-Ö N S Ö Z-YERİNE DAVET REŞAT EROL
1374 Okunma
9-İÇİNDEKİLER
1236 Okunma
10-CEHALET VE AKILSIZLIK MESELESİ
1440 Okunma
11-MERKEZÎ KUVVET SİSTEMİ TALANCILIĞA DAYANIR
1453 Okunma
12-'KADER' VE 'İRADE' NE DEMEKTİR?
1512 Okunma
13-HIRİSTİYAN HAÇLILAR NE YAPTI?
1638 Okunma
14-YENİLİK DÜŞMANLIĞI VE DEMOKRATİK DÜZEY MESELESİ
1296 Okunma
15-İSLÂMİYET'E GÖRE MEDİNE'DEKİ YÖNETİM ŞEKLİ
1860 Okunma
16-İSLÂMİYET VE KUR'ÂN KORKUTUCU DEĞİLDİR
1387 Okunma
17-'İSLÂM DİNİ' İLE 'İSLÂM DÜZENİ' AYRIDIR.
1309 Okunma
18-TÜRKLÜK İRSÎ, İSLÂMLIK KESBÎDİR.
1351 Okunma
19-RUH VE BEDEN, MİLLET VE DEVLET ARASI MÜNASEBET
1349 Okunma
20-İSLÂM DÜZENİNDE TUTUKLU YOKTUR
1388 Okunma
21-İKTİDAR - KİŞİ HÜRRİYETLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLER
1327 Okunma
22-İSLÂM DÜZENİNDE RESMÎ DİNÎ KURULUŞ YOKTUR
1333 Okunma
23-İSLÂM DÜZENİNDE DEVLET YÖNETİMİ NASIL OLUR?
2719 Okunma
24-KUVVET VE HAK TEORİLERİNE GÖRE KÂİNAT
1271 Okunma
25-GELİŞMEMİŞ TOPLULUKLAR GELENEKLERİYLE YAŞARLAR
1369 Okunma
26-KUR'ÂN'IN EMİR VE NEHİYLERİ TEDBİRDEN İBARETTİR
1365 Okunma
27-İSLÂMİYET'TE YAHUDİ DÜŞMANLIĞI YOKTUR
1572 Okunma
28-KAYNAŞMA TÜRKLERE HAS BİR ÖZELLİKTİR
1321 Okunma
29-OSMANLILAR 'HÂDİM OLMA' İLKESİNİ GETİRMİŞTİR
1353 Okunma
30-İSLÂMİYET'TE GERÇEK DEMOKRASİ VARDIR
1301 Okunma
31-İSLÂMÎ SAVAŞLAR TALAN VE DİN SAVAŞI DEĞİLDİR
2275 Okunma
32-İSLÂM DÜZENİNDE SAVAŞA İSTEYENLER KATILIR.
1277 Okunma
33-İSLÂMİYET İDEAL BİR DÜZENDİR
1298 Okunma
34-İSLÂM DÜZENİNDE 'HAKEMLİK SİSTEMİ' VARDIR
1399 Okunma
35-MÜSLÜMAN ALLAH İÇİN SAVAŞIR, KÂFİR TAĞUT İÇİN.
1673 Okunma
36-'MİLLÎ HAKİMİYET' NE DEMEKTİR
1417 Okunma
37-İLMÎ ŞÛRA BAŞKANI İTTİFAKLA SEÇER
1278 Okunma
38-ANKARA MECLİSİ'NİN KURULUŞU ŞERİATA UYGUNDU
1318 Okunma
39-BATI CUMHURİYET SİSTEMİNİN EN BÜYÜK MAHZURU
1297 Okunma
40-İSLÂMİYET'E GÖRE CUMHURİYET YÖNETİMİ.
4295 Okunma
41-LOZAN'IN GİZLİ ŞARTLARI NELERDİR?
1550 Okunma
42-BATI ÇÖKMEKTEDİR BAŞARILI OLAMAYACAKTIR
1323 Okunma
43-ZAMAN YAZILARI-İSLAMI BİLMEK
1299 Okunma

© 2024 - Akevler