İSLAM-Devlet/Dünya-DÜZENİ-2-İlhan Arsele reddiye
Süleyman Karagülle
1314 Okunma
KAYNAŞMA TÜRKLERE HAS BİR ÖZELLİKTİR

Yazara göre;

Roma'da temessül sistemi uygulanmıştır.

 

"ROMA'lıların keşfettikleri ve uyguladıkları metod. Diğer unsurları devletin öz unsuru ile kaynaştırmak.

Halbuki millet unsurunu yaratmada daha başka ve çok daha olumlu başka metodların denendiği görülmüştür. Romalı'ların buldukları metod şu idi- Alp'lerden taa Britanyalara ve Karpat dağlarına varıncaya kadar fethedilen bütün yerlerdeki halklar, ve barbarlar ROMA vatandaşlığına kabul edilmişler ve Roma devletinin ve uygarlığının maddi ve manevi nimetlerinden yararlanır hale sokulmuşlardır. "Yavaş yavaş bu muazzam kitle"Hellenic" ve "Yahudi" fikriyatına ve yaşam felsefesine bürünerek müşterek hiristiyanlığın modern toplumlarının temellerini meydana getirmiştir... Bu usul, insan yaşamını çok yüksek kertelere eriştiren bir aşama niteliğinde olmuştur... Eksikliği temsil prensibine yer vermeyişi olmuştur..."

Bu konuda bk. John FİSKE, The Begin ing of New England, (Boston-Cambridge 1889, sh. 16)."(s. 663)

 

SAM IRKININ UYGULADIĞI TEMESSÜL SİSTEMİ.

KUR'ÂN,

KAVİMLERİN TEMESSÜLÜNÜ YASAKLAMIŞTIR.

 

İstilacılardan Sam ırkı ise girdiği yerlerde kendi kültürünü götürür, halkı zorla kendi diline ve kavmine çevirir. Yazar da Romalılar için bunun böyle olduğunu yazmaktadır. Halkı zorla Hıristiyan yapıp Rumca konuşturmaları gözönüne alınırsa ve Latince'nin Batı'da hâkim dil olduğu düşünülürse, bu doğrudur. Ancak buradan yola çıkarak yine de bu ırkın yani Latinlerin Sami ırkına dayandığını varsayabiliriz.

İslâmiyet'in temsilciliğinin başlangıçta Arapların elinde olması nedeniyle, işte bu anlayışa dayanarak fethedilen ülkelerin halkı Araplaştırılmıştır. Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da fethedilen yerlerin Araplaştırılması bunun böyle olduğunu göstermektedir. Bu akıma ilk direnmeyi İranlılar göstermişlerdir. Şiileşmek suretiyle millî varlıklarını korumuşlardır.

Daha sonra yönetim Türklerin eline geçince, bu temessül sistemi tamamen durdurulmuştur. Türkler dil, din ve ırk konusunda baskı yapmamışlardır. Araplar, bu yanlış anlayış ve huyları sebebiyle fazla istilâ hareketlerini sürdürüp yapamamış ve medeniyetlerin kuruluşunda pek fazla yer alamamışlardır.

İslâmiyet'te;

Kur'ân'ın Arapça olması nedeniyle

Herkese Arapça öğretilmesi teşviki vardır.

Ancak İslâmiyet'e göre, her kavmin ayrı bir dili bulunmaktadır. Alimlerin başlıca görevi, İslâmiyet'i kavim dillerine çevirip yaymak olmuştur. Yani hiç bir zaman İslâmiyet'i veya medeniyeti öğrenmek için halkın yabancı dil öğrenimine götürülmesi istenmemiş, tam tersine alimler aracılığıyla Arapça ile gelişen ortak medeniyetin kavmî dillere aktarılmasını emretmiştir.

Kur'ân dışında, Arapça da dahil diller arasında herhangi bir kutsiyet sözkonusu değildir. Kavimlerin baskı ile temessülü ise şiddetle yasaklanmıştır. Dinde zorlama olmadığı gibi kültürde hiç zorlama yoktur; evleviyetle yoktur.

 

*    *   *

 

 

Yazara göre;

İngiltere'de ise kaynaşma usûlü gerçekleşmiştir.

 

"ve İNGİLİZ (Anglo-Sakson) usulu.

Ve nihayet İngilizlerin getirdikleri bir "Teutonic" metod vardır ki bundan millet oluşumu SAVAŞ ve FETİH fikri üzerine değil ve fakat TEMSİL fikri ve metodu üzerine bina edilmiştir. Bir toplum komşu diğer toplumları barışçı yollarla birlik halinde ve federal bir vücut olarak kendisine bağlar. Örneğin İngiliz+İskoçya+Wales birliği Britanya adı altında XVIIIci yüzyılda tek bir milli toplum olarak doğmuştur.

Bu konuda bk. John FİSKE, The Begin ing of New England, (Boston-Cambridge 1889, sh. 21)."(s. 663)

 

KAYNAŞMA TÜRKLERE HAS BİR ÖZELLİKTİR.

İSLÂMİYET İLE TÜRKLER ARASINDAKİ UYUM.

 

Yafes ırkı yani Türk ırkı ise istilâ ettiği ülkenin halkı ile kaynaşarak kısmen Türklüğünü kaybeder. Orada yeni melez bir medeniyet oluşur. İngiltere'de yerlilerle kaynaşma olduğu söyleniyor ama bu ülkede hâlâ Lordlar Kamarası var, hâlâ sınıf var. Bu iddia ve görüşe katılmak mümkün değildir. Amerika'da ise hâlâ siyah-beyaz ayırımı var.

Bu kaynaşma sadece Türklere hastır.

Bu kaynaşmanın iyi tarafı fetihleri kolaylaştırmasıdır. Halk fethe karşı direnç göstermemekte ve çabuk teslim olmaktadır. Ancak bu durum Türklere özgü bir medeniyetin doğmasını da önlemiştir. Bundan dolayı gerek Sam ırkının gerek Ham ırkının tarihte kendilerine özgü medeniyetleri olmuştur. Mezopotamya ve Mısır 'Sam', Yunan ve Roma 'Ham' ırkının eseri olmuştur. Türklerin bu medeniyetlerin oluşmalarında rolleri bulunmuş, hattâ Sümerlerin Türk ırkından olması nedeniyle Türkleri ilk medeniyet kurucuları olarak görmek de mümkün ise de, Türklerin geliştirilmiş ve kendilerine özgü bir medeniyetleri yoktur.

İslâmiyet'in istediği;

İstilâcıların yerli halkla kaynaşarak ortak medeniyet oluşturmalarıdır.

Böylece ilerleme ve gelişme olur.

İnsanlık daha az sıkıntı ve ıstırap çeker.

İslâmiyet ile Türkler arasındaki uyum sayesindedir ki, 1400 yıllık İslâm tarihinin 1000 yılını Türkler ellerinde tuttular; Ve belki de bu sebebe dayanarak gelecek 1000 yılın İslâm Medeniyeti'ni de yine Türkler ellerinde bulunduracaklardır.

Bugün bütün dünya İslâm'ın getirdiği ve Türklerin daha önceleri de benimsedikleri 'kaynaşma sistemi'ni artık benimsiyor; ama henüz uygulayamıyor.

İslâmiyet'e ve Türklere teslim olunursa;

O zaman bu dediğimiz kolayca yapılır.

Yahut diğer ırklar hâlen onlarda varolan bu temessül ve sınıflaşma sisteminden vazgeçerlerse, kendileri gelecek medeniyetin kurucusu olurlar.

İnsanlık artık bu medeniyet yarışına girmelidir.

Bunun için öncelikle  vize sistemi kaldırılmalıdır.

Dünyada en gevşek vize uygulayan ülke Türkiye'dir.

Dünyada en kolay yabancı kabul eden ülke Türkiye'dir.

Dünyada öncelikle göç edilmek istenen ülke Türkiye'dir.

Türkiye yönetimini ve ekonomisini düzeltirse, beş milyar insan Türkiye'ye göç etmek isteyecektir. Çünkü Türkiye'de bütün insanlar eşittir. Türk ile yabancı arasında bir fark yoktur. Hattâ rahatlıkla diyebiliriz ki, yabancılar daha çok hürmet ve hüsnükabul görmektedirler.

 

 

*    *   *

 

 

Yazara göre;

Osmanlılar Romalıların aksine

din ayrılığını gütmüşlerdir.

 

"B- Osmanlı Devleti'nin büyük hatası: İmparatorluğun çeşitli unsurlarını (Müslim ve gayri müslim olarak) bir Millet potası haline getirmeyişi

Osmanlı Devleti'nin büyük hatası, İmparatorluğa dahil bulunan birbirinden ayrı ve çeşitli unsurlar ve nitelikler bakımından farklı bulunan halkları tek bir millet potası haline getirmeyişi olmuştur. Bu tür hataları tarih boyunca işleyen devletler yanında bu örneklerden ders alıp ta ayni hatayı işlemeyenler de olmuştur. Etrüskleri birincilere ve Romalıları da ikincilere örnek vermek mümkündür...(s. 663)

Osmanlı devleti'nin de Roma sistemine ve İdaresi'ne benzer bazı şeyler yaptığı söylenebilir; ancak şu farkla ki Müslüman olmayan halkları (Hiristiyan ahaliyi) kendisine dost ve müttefik yapacak yerde onları düşman kabul ederek; onların sosyal ve psikolojik desteğini kazanacak yerde sadece haraca bağlayarak, sömürerek, elinden malını mülkünü alarak, yavrusunu zorla kopararak (Yeniçeri kuruluşuna sokmak için);...(s. 665)

Din farkı nedeniyle gayri müslim olanlara karşı öylesine bitmek bilmeyen ve sönmeyen bir yabancılık ve düşmanlık duygusu var olmuştur ki,...

Eğer 1500 yıl önceki Romalı'nın yaptıklarının pek azını yapmış olsaydı, Osmanlı devleti kimbilir ne güçlü, ne gelişmiş, ve insanlığa ne büyük hizmetleri dokunmuş bir devlet olabilirdi..."(s. 666)

 

I. İSLÂM MEDENİYETİ SİYASETEN İSLÂMLAŞAMADI.

HER KAVİM KENDİ DEVLETİNİ KENDİSİ KURACAKTIR.

 

Osmanlılarda İslâmiyet'in 'çalışanlar' ile 'savaşanlar' ayırımı, 'Hıristiyan' ve 'Müslüman' ayırımına dönüşmüştür. Ancak bu tarihî gelişmenin zaruri bir sonucu olarak olmuş ve asla zorlama şeklinde olmamıştır.

Türkler bu topraklara zaten 'savaşçı' olarak geliyorlardı, dolayısıyla onlar çalışan olamazlardı. Olamazlardı çünkü savaşanlar çalışanlar statüsüne geçemezlerdi. Yerlilerin, biz de savaşan statüsüne geçmek istiyoruz demeleri gerekirdi. Bunu diyenler olmuş ve 'Yeniçeri Ordusu' böyle kurulmuştur. Ancak bunlar da Müslüman olmuşlardır. Hıristiyanlar, hiç direnmeden çocuklarının Müslüman olmalarına izin vermişlerdir. Çünkü bu sayede hâkim ve hâdim devlet nezdinde her türlü makam ve mevkiye ulaşmaları mümkün olabilmiştir. Halk ise savaşa katılmayı talep etmemiştir. Bazı kavimler de kendiliklerinden Müslüman olmuş, ancak asla Türkleşmemişlerdir.

Osmanlıların eksiklikleri, girdikleri yerlerde yerli devlet kurup kendilerinin çekilip onlarla dost kalmaları gerekirdi. Bunu bütün İslâm fatihleri yapmalıydılar. Ancak hanedanlık ve saltanat sistemi buna izin vermemiştir.

Bu nedenledir ki;

Birinci İslâm Medeniyeti,

Siyaset bakımından İslâmlaşamamıştır.

İslâmiyet'e göre;

Yaşlanmış ve iç güvenliği sağlayamayan veya fikir hürriyetini tanımayan ülkelere girmek ve oraları istilâ etmek meşrudur. Ancak bir kavmin diğer kavmi sömürmesi meşru değildir. Bir kavmin başka bir kavmi yönetmesi meşru değildir. Herkes yani her kavim kendi devletini kendisi kuracaktır.

Nüfusu 30 ile 100 arasında olanlar aşiretlerini;

3 000 ile 10 000 arasında olanlar bucaklarını;

300 000 ile 1 000 000 arasında olanlar illerini;

30 milyon ile 100 milyon arasında olanlar devletlerini kuracaklardır.

Komşu devletler, kavimlerin böyle devlet kurmalarına yardım edecekler, ama kesinlikle oraları istilâ edip eyalet haline getirmeyeceklerdir. Gerektiğinde harp tazminatını alabilirler.

Bugün Birleşmiş Milletler buna doğru ve bu görüşe uyan kararlar almaktadır. Ancak henüz bunun hukuku oluşturulmamıştır. Yani henüz 'uluslararası hakemlik sistemi' oluşmamıştır.

 

*    *   *

 

 

Yazara göre;

Yahudiler Kıbrıs'a tehcir edilmiştir.

 

"C- Oysa ki AKILCI davranışa bağlı kılındığı ilk dönemlerde Osmanlı devleti gelişen ve güçlenen bir devlet olmuştur.

Şeriat'ın dar kalıplarından sıyrılabildiği ve AKILCI yönlerde yürüyebildiği her kez Osmanlı devleti için başarı asıl olmuştur. Pek çok örneklerden biri olmak üzere 1511 yılında Kıbrıs adasının Venediklilerden alınmasından sonra bu adayı geliştirme konusunda takip olunan siyaset ele alınabilir. Adanın fethinden sonra ve Venediklilerin adayı terketmesiyle ekonomik yaşam zayıflamış olduğundan ekonomiyi yeniden canlandırmak amaciyle 1576-7 yıllarında Kıbrıs adasına Museviler yerleştirildi...(s. 666)

Bir yabancı yazar: "XVIcı yüzyılın en güçlü (İmparatorluğunun) kurulması ve yaşaması sadece kılıç zorlamasiyle... olmuş değildir" der.

Bk. Albert Howe Lybyer, The Government of the Ottoman Empire in the Time of Suleiman the Magnificent, (New York 1965 sh. 3-4). Bu kitabın ilk baskısı 1913 tarihlidir."(s. 667)

 

BARIŞIN TEMELİ GÖÇLER ÜZERİNE KURULUR.

İSLÂM'IN İÇTİHAT VE BUCAK SİSTEMİ KAVRANMALI.

 

Osmanlılar fethettikleri ülkelere sadece yerli halkın iç ve dış güvenliğini sağlamak, orada fikir ve vicdan özgürlüğünü tesis etmek ve İslâmiyet'in tebliğ görevini yerine getirmek amacıyla gitmişlerdir. Gittikleri yerde de nüfuslarını fazla çoğaltamamışlardır. Çünkü günleri hep savaşta geçen bir topluluğun nüfusunu çoğaltması mümkün değildi. Yerli halk da Osmanlıların gelmesinden memnun olmuştur.

Oysa Kıbrıs böyle bir durum arzetmemektedir.

Kıbrıs askeri sebeplerle fethedilmişti ve yerli halk da adayı terketmişti. Osmanlılar da yerli halk yerine Türkleri değil de yine Hıristiyanları yerleştirdiler ve bu yerleştirilen insanlar Rumlardı. Kıbrıs'a göç edenler gönüllülerden oluşuyordu. Zorla tehcir söz konusu değildi. Çünkü o zaman adayı tehlike içine atmış olurlardı. Bugünkü Kıbrıs Rumları Yunanistan'dan değil Anadolu'dan gitmişlerdir ve kendi istekleri ile oraya göçüp yerleşmişlerdir. Bu bakımdan ada üzerinde Yunanlıların hiç bir hakları yoktur.

Bu arada yazarın sözünü ettiği gibi Yahudiler de Kıbrıs'a gitmiş olabilirler ama her hangi bir izleri veya etkileri bulunmamaktadır. Kıbrıs'ta Yahudi kenti bulunmamaktadır. Bundan dolayı da ağırlıklı bir Yahudi varlığından söz edilemez.

İslâm düzeninde;

Barışın temeli göçler üzerinde kurulmuştur.

Birbiriyle anlaşan insanlar kendi kentlerini kurmalıdırlar.

İnsanlar istedikleri kentlere gidip yerleşebilmelidirler.

Böylece savaşlar ve huzursuzluklar ortadan kalkar.

İslâmiyet'in 'içtihat ve bucak sistemi' kavranırsa;

O zaman insanlık asırlardır özlemini çektiği özgürlüğe kavuşur.

Henüz bu konu aydınlığa kavuşabilmiş ve

İnsanlıkça anlaşılabilmiş değildir.

Geleceğin medeniyeti 'yerinden yönetim' ve

'içtihat' üzerinde oturacak;

Temeli de her türlü vize ve

Gümrük engellerinin ortadan kalkmasına dayanacaktır.

 

*    *   *

 

Yazara göre;

Cumhuriyetin 50. yılında hâlâ

din ayrılığı yapan resmî yayınlar yapıldı.

 

"X- Müslüman olmayan tebaya karşı devletin kin ve nefret duygularını kışkırtması 1973 Türkiyesinde dahi görülmekte olan bir davranıştır.

Fakat geriye gidişin başlamasiyle ve özellikle şu son 20 yıl boyunca bu eski kin ve nefret uygulaması din adamının gayretleriyle yeniden su yüzüne çıkmıştır...(s. 667)

Diyanet İşleri Başkanlığı, hem de Devlet bütçesinden harcanan paralarla ve devlet resmî yayınlariyle Müslüman halka buna benzer gıdayı vermekten ve "İslâm'dan başka dinlere rağbet edenler tam bir sapıklık ve ziyan içindedirler" demekten ve Hiristiyan inançlarını (örneğin Teslis akidesini) küçültücü yayınlar yapmaktan geri kalmamıştır...

...hem de Cumhuriyetin 50ci yıldönümüne rastlayan bir dönemde DEVLET ELİ İLE yürütülür olmuştur..."(s. 668)

 

OSMANLILARDA RESMÎ DİNÎ VE İLMÎ KURULUŞ YOK.

İLMÎ, DİNÎ, MESLEKÎ VE SİYASÎ ÇOKLU TEŞEKKÜLLER:

 

Osmanlılarda resmî dinî teşkilât yoktur ve resmî ilmî teşkilât yoktur. Gerek müslim olsun gerekse gayrimüslim olsun, herkes kendi medrese ve okullarını, tekke ve manastırlarını kurar, istediği ilmi tedris eder ve istediği ibadeti yapardı. Devletin bunlara karışması veya müdahale etmesi aklından bile geçmezdi. Devlet kendi memurunu Enderun'da kendi okulunda yetiştiriyordu. Enderun devletin ihtiyacını karşılıyordu ve onunla pek fazla ilgilenen de bulunmuyordu.

Sonra Batı taklitçisi okullar açıldı. Bu okullar bizzat devlet tarafından açıldı. Böylece doğrudan doğruya yönetim eğitime de burnunu sokmuş oldu. Cumhuriyet döneminde ise 'Tevhid-i Tedrisat Kanunu' ile tüm serbest tedrisat ortadan kaldırıldı. 'Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kurulması ile de tüm tekkeler kapatıldı. İlmî ve dinî alanda tekel uygulamalarına geçildi. Böylece kuvvetler birliği ilkesi uygulanmaya başlandı.

 

Devlet ateist bir lâikliği benimser gibi olmuş, ama 'Din İşleri Genel Müdürlüğü' diyebileceğimiz dinî bir teşkilâtı da tesis etmişti. Bu kuruluşun görevi, dinî inanç ve amelleri kontrol altına almaktı. Ancak 1950'den sonra siyaset anlayışı değişti. Ateist lâiklik terkedildi. Tekelci yönetim ve din anlayışı ortadan kalktı. Kuvvetler birliği uygulamaları terkedilmeye başlandı. Çok partili sisteme geçildi. Ama dinî alanda hâlâ 'Diyanet İşleri Başkanlığı' vardı. Peki bu merhalede bu kuruluşun görevi neydi? İşte bu sefer de bu teşkilât kendi din anlayışını bütün vatandaşlara empoze etmeğe başladı.

Tevhid-i Tedrisat uygulaması vardı. Peki bu uygulamanın görevi neydi? Artık kendi eğitim anlayışını empoze ediyordu. Bundan dolayı da acaip ve garip uygulamalar oluyordu. İdare içinde yer almaması gereken mabet ve okullar hâlâ idare içinde yer almaktadır. Bu uygulamalar demokrasi anlayışı ile tam bir çelişki arzetmektedir. Bundan dolayı da zaman zaman aslında olmaması gereken acaiplik ve gariplikler olmaktadır.

İslâm düzeninde;

İlmî, dinî, meslekî ve siyasî çoklu teşekküller vardır.

Siyasî teşekküllerin görevi;

İç ve dış güvenliği sağlamak,

Adaleti en iyi şekilde tesis etmek,

Yargı kararlarını icra etmekten ibarettir.

İdarenin ilim, din ve iktisat ile doğrudan bir ilişkisi yoktur.

İdare sadece vergiden payını alır, o kadar.

Devlet ise idareden ibaret değildir.

İlmî, dinî ve meslekîmeclislerin yanında, kültür ve imar vakıfları gibi değişik vakıf kuruluşları ile kamu hizmetlerini yapan bir kuruluştur. Vakıflar bu dört meclislerce oluşturulmakta ve denetlenmektedir. İdarenin ise sadece güvenlikle ve yargı ile ilgili vakıfları oluşturulup denetlenmektedir. İşte gerçek lâiklik budur.

 

 

 

 


İSLAM-Devlet/Dünya-DÜZENİ-2-İlhan Arsele reddiye
1-BESMELE VE İTHAF
1657 Okunma
2-KAPAKDETAYI
1383 Okunma
3-YAYIN VE REDAKTE KURULU
1340 Okunma
4-EDİTÖRDEN NOTLAR-REŞAT NURİ EROLDAN
1409 Okunma
5-Prof. Dr.ilhan Arsel kimdir?
4245 Okunma
6-TEŞEKKÜR-reşat nuri eroldan
1329 Okunma
7-S U N U Ş-Dr.SÜLEYMAN AKDEMİR
1279 Okunma
8-Ö N S Ö Z-YERİNE DAVET REŞAT EROL
1367 Okunma
9-İÇİNDEKİLER
1228 Okunma
10-CEHALET VE AKILSIZLIK MESELESİ
1432 Okunma
11-MERKEZÎ KUVVET SİSTEMİ TALANCILIĞA DAYANIR
1442 Okunma
12-'KADER' VE 'İRADE' NE DEMEKTİR?
1503 Okunma
13-HIRİSTİYAN HAÇLILAR NE YAPTI?
1631 Okunma
14-YENİLİK DÜŞMANLIĞI VE DEMOKRATİK DÜZEY MESELESİ
1288 Okunma
15-İSLÂMİYET'E GÖRE MEDİNE'DEKİ YÖNETİM ŞEKLİ
1851 Okunma
16-İSLÂMİYET VE KUR'ÂN KORKUTUCU DEĞİLDİR
1379 Okunma
17-'İSLÂM DİNİ' İLE 'İSLÂM DÜZENİ' AYRIDIR.
1302 Okunma
18-TÜRKLÜK İRSÎ, İSLÂMLIK KESBÎDİR.
1343 Okunma
19-RUH VE BEDEN, MİLLET VE DEVLET ARASI MÜNASEBET
1342 Okunma
20-İSLÂM DÜZENİNDE TUTUKLU YOKTUR
1380 Okunma
21-İKTİDAR - KİŞİ HÜRRİYETLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLER
1318 Okunma
22-İSLÂM DÜZENİNDE RESMÎ DİNÎ KURULUŞ YOKTUR
1323 Okunma
23-İSLÂM DÜZENİNDE DEVLET YÖNETİMİ NASIL OLUR?
2710 Okunma
24-KUVVET VE HAK TEORİLERİNE GÖRE KÂİNAT
1263 Okunma
25-GELİŞMEMİŞ TOPLULUKLAR GELENEKLERİYLE YAŞARLAR
1361 Okunma
26-KUR'ÂN'IN EMİR VE NEHİYLERİ TEDBİRDEN İBARETTİR
1357 Okunma
27-İSLÂMİYET'TE YAHUDİ DÜŞMANLIĞI YOKTUR
1563 Okunma
28-KAYNAŞMA TÜRKLERE HAS BİR ÖZELLİKTİR
1314 Okunma
29-OSMANLILAR 'HÂDİM OLMA' İLKESİNİ GETİRMİŞTİR
1343 Okunma
30-İSLÂMİYET'TE GERÇEK DEMOKRASİ VARDIR
1294 Okunma
31-İSLÂMÎ SAVAŞLAR TALAN VE DİN SAVAŞI DEĞİLDİR
2266 Okunma
32-İSLÂM DÜZENİNDE SAVAŞA İSTEYENLER KATILIR.
1267 Okunma
33-İSLÂMİYET İDEAL BİR DÜZENDİR
1291 Okunma
34-İSLÂM DÜZENİNDE 'HAKEMLİK SİSTEMİ' VARDIR
1392 Okunma
35-MÜSLÜMAN ALLAH İÇİN SAVAŞIR, KÂFİR TAĞUT İÇİN.
1663 Okunma
36-'MİLLÎ HAKİMİYET' NE DEMEKTİR
1409 Okunma
37-İLMÎ ŞÛRA BAŞKANI İTTİFAKLA SEÇER
1270 Okunma
38-ANKARA MECLİSİ'NİN KURULUŞU ŞERİATA UYGUNDU
1309 Okunma
39-BATI CUMHURİYET SİSTEMİNİN EN BÜYÜK MAHZURU
1287 Okunma
40-İSLÂMİYET'E GÖRE CUMHURİYET YÖNETİMİ.
4284 Okunma
41-LOZAN'IN GİZLİ ŞARTLARI NELERDİR?
1542 Okunma
42-BATI ÇÖKMEKTEDİR BAŞARILI OLAMAYACAKTIR
1314 Okunma
43-ZAMAN YAZILARI-İSLAMI BİLMEK
1292 Okunma