İSLAM-Devlet/Dünya-DÜZENİ-2-İlhan Arsele reddiye
Süleyman Karagülle
1379 Okunma
İSLÂMİYET VE KUR'ÂN KORKUTUCU DEĞİLDİR

 

ONUNCU BAŞLIK

 

 

ŞERİAT İKTİDARININ

İLÂHÎ, MUTLAK VE KORKUTUCU OLUŞU

 

 

 

 

İlhan Arsel'e göre;

Arabın çöl niteliği,

iktidarı ilâhî korkutucu ve akıl dışı yapmıştır.

 

"ŞERİAT DEVLETİ YAŞAMLARINDA İKTİDAR'IN İLÂHÎ MUTLAK VE KORKUTUCU OLUŞU VE BUNUN OLUMSUZ SONUÇLARI.

Birazdan da göreceğimiz üzere, Şeriat ülkelerinin devlet yaşamlarında İKTİDAR daima İLÂHÎ ve daima MUTLAK (ve Müstebid) nitelikler içerisinde görünmüştür. İktidarın, Batı ülkelerinde olduğu şekilde, beşerî nitelikler içerisinde ve demokratik şekilde kullanıldığına İslâm'ın hiç bir devrinde rastlamak mümkün değildir...

Neden acaba Şeriat sisteminde İKTİDAR'ın MUTLAK ve MÜSTEBİD uygulaması öngörülmüştür? Neden İKTİDAR, korku unsuru üzerine oturtulmuştur?..(s. 490)

Bunun nedenlerini iki noktada özetlemek mümkün görünmektedir ki her ikisini de tek unsurda toplamak gerekir: ARAP'ın karakter ve niteliği. Arap'ın çöl koşullarından doğma karakter ve nitelikleri nedeniyledir ki İslâm devlet doktrininde İktidar'ın TOPLUM İRADESİ olarak ele alınması ve zor ve şiddet ve korku usulleri dışında kullanılması mümkün görülmemiştir."(s. 491)

 

I. İSLÂM MEDENİYETİ'NİN;

ARAPLAR İLMİNE,

PERSLER SANATINA,

TÜRKLER İDARESİNE ETKİ ETTİLER.

 

Peygamberler, insanın bir anne ve babadan türediklerini bildirmişler ve insanlık da başlangıçtan beri buna hep inanmıştır. Yunan filozofları ise insanın kadîm olduğunu yani sonradan yaratılmadığını, kavimler halinde hep varolduklarını ileri sürmüşlerdir. İslam filozofları bu konuda ikiye ayrılmışlardır. Gazali ve Razi gibi kelâmcılar, peygamberlerin bildirdiklerine inanmışlardır. Buna mukabil Farabi, İbn Sina ve İbn Rüşd gibi filozoflar Yunan filozoflarını izlemişlerdir. Ne var ki, Lamark ve Darvin çalışmaları ile türlerin sonradan oluştuğunu biyolojik yoldan ispat ettiler ve feylesofların yanlış düşündüklerini ortaya koyup kelâmcıların zaferini ilân ettiler. Ama bu bilim adamları yine de peygamberlere inanmadılar.

Bilim adamları, bu sefer insanın bir çift anne-babadan geldiğini kabul etmeyip maymun türünün değişmesiyle insanın oluştuğunu ileri sürdüler. Ama bundan sonra Mendel genetik ilmini bulup kromozom ve gen kanunlarını keşfedince, bir türün değişerek başka bir türe dönüşmeyeceği, ancak bir türün bir çift anne-babadan üreyebileceği ortaya çıktı. Bunu tarih ve dil araştırmaları da teyit etti. Fosillerle ilgili araştırmalar da türlerin zamanla değişmesini teyit etmedi. Çünkü türlerin hep birden bire ortaya çıktığı ve geçiş türlerinin bulunmadığı sabit oldu. Her zaman olduğu gibi filozoflar bir defa daha mağlup oldular.

Bir anne-babadan türeyen insanlar, önce aşiretlere bölünmeye başladılar, sonra kabileler şeklinde çoğaldılar, sonra boylar halinde yeryüzüne yayıldılar ve nihayet kavimler olarak bölündüler. Sonra göçler ve savaşlar nedeniyle karışmanın ardından tekrar aşiretler halinde yaşamaya başladılar. Tahminlere göre, insanlığın devlet aşamasına gelmesi için elli bin yıl kadar uzun bir devre geçmiştir. İnsanlar, bir site devleti şeklinde ve seviyesinde de olsa, devlet aşamasına ancak bundan on bin yıl kadar önce gelebilmişlerdir. Araplar da, Hz. Peygamber gelinceye kadar henüz devlet aşamasına gelmemişlerdi. Türklerin de devlet aşamasına ne zaman geldikleri bilinmemektedir. Devlet aşamasına gelmeyen toplulukların sosyal yaşantıları vardır ve iklimlere göre bu yaşantı şekilleri değişmektedir. Bilhassa çöllerde ve kuzey steplerinde yaşayan insanlar, kendilerine özgü ve değişik karakterlere sahip bulunmaktadır. Araplar güneydeki çöl karakteristiğini, Türkler de kuzeydeki step ve bozkır karakteristiğini taşıyorlardı.

Dinlere gelince, din olgusu ilk insanla birlikte vardır ve toplulukları her zaman dinler yönetmişlerdir. Dinlerin esası, peygamberlerin vahye dayanan tek Tanrı inancıdır ve bu dinler daima hakkı savunmuşlardır. Bunların karşısında kuvvete dayanan dinler de oluşmuştur. Şüphesiz toplulukları devlet aşamasına getirmek çok zor bir olaydır. Bağımsız ve birbirlerine düşman olan kabileleri, birbirlerini yenme dışında geçinme imkânları olmayan insanları nasıl birleştirecek ve onları bir devlet haline getirebileceksiniz? Bunu kuvvete dayanarak yapacağım derseniz, kuvveti nereden bulacaksınız? İslâmiyet işte bunun yolunu bulmuştur. İslamiyet yeryüzünde devletini kurarken işte böyle zor bir topluluğu seçmiş ve ilk defa devlet aşamasına gelmiş olan Araplar arasında bu başarıyı göstermiştir. Bunu yaparken de o kavmin karakteristik özelliklerinden yararlanmasını bilmiştir.

Düzen ve sistem olarak bu oluşumun geneline ve bütününe bundan dolayı İslâm Medeniyeti diyoruz. Çünkü süre olarak uzun bir zaman dilimine çevre ve kültür özellikleri ile yayılan bu oluşum, yaşadığı bölge ve toplulukların karakteristik özelliklerini almıştır. Son derece etkili ve yeryüzünü disipline eden bu oluşuma üç büyük topluluk damgasını vurmuştur: Araplar, Persler ve Türkler. I. İslâm Medeniyeti'ne vurulan bu karakteristik damgaları birer kelime ile şöyle ifade edebiliriz;

Araplar ilmine,

Persler sanatına,

Türkler idaresine

damgalarını vurdular.

Bundan sonra ne olacaktır?

Kur'ân, ayrı topluluklarda farklı olarak gelişerek yeni medeniyetler oluşturacaktır, fakat genetiği hep aynı kalacaktır. Peygamberlik sona erdiği ve vahiy de kesildiği için bundan sonraki hak medeniyetlere sadece Kur'ân kaynak olacaktır.

Kur'ân, kıyamete kadar bu özelliğini devam ettirecektir.

Peygamberlerin icra ettiği fonksiyonu ise müçtehit alimler icra edecektir. Alimler peygamberlerin varisleridir. Bundan sonraki İslâm medeniyetlerini kuracak olan topluluklar, bu medeniyetlere karakteristik damgalarını da vuracaklardır.

 

*    *   *

 

Yazara göre;

İslâmiyet'te Tanrı rahmet edici değil azap edicidir.

İnsan Tanrı'ya benzemiyor.

 

"TANRI'yı (ve dolayısıyle O'nun yeryüzündeki vekili -Halife- Hükümdar, v.s.) SEVİLECEK VARLIK DEĞİL KORKULACAK VARLIK OLARAK BENİMSEYEN ZİHNİYET.

Evet İslâm'da TANRI anlayışı KORKU üzerine bina edilmiştir. Tanrı KİŞİ bakımından sevilmek gereken bir varlık olmaktan ziyade KORKULMAK gereken bir varlıktır. KİŞİ'de Tanrı'ya karşı var olması beklenen duygular sevgi ve sevgiden doğma bağlılık esasına dayanmaz. Tanrı bir BABA şefkatiyle ve sevgisiyle bağlanılacak bir YARATAN değil ve fakat dehşeti, iktidarı ve azameti karşısında korkulmak ve boyun eğilmek gereken bir varlıktır. KİŞİ için Tanrı'yı sevmek fazilet değil SUÇ'tur. Hatta suçtan da daha ağırı dinsizlik'tir, zındıklıktır...

Hanbeli mezhebi mensuplarına göre de Tanrı sevgisine sahip olanlar, Tanrı aşkı ile yananlar zındıklardan başka bir şey değillerdi...(s. 491)

Kur'ân hükümlerinde kişi'nin her an için Tanrı'ya minnetlerini ve teşekkürlerini bildirmesi bizzat Tanrı tarafından istenmiştir... Tanrı, kişiyi ruh ve düşünce ve manevî güç olarak kendi suretinde ve kendi benzeri olarak yaratmamıştır. Bilakis, kendinden ayrı ve kendisiyle ruh ve düşünce ayniyeti olmayan, kendisinden çok aşağı, sadece bir kul, bir köle, olarak yaratmıştır...

Tanrı-Kişi ilişkileri ve Tanrı anlayışı bakımından Hıristiyanlık ile İslâm arasındaki farklılıklar için Bk. W. St. Clair Tisdall, The Religion of the Cresent, 1895, sh. 55."(s. 492)

 

'RAHMET EDİCİ MERHAMETLİ ALLAH'IN İSMİYLE'

İSLÂMİYET VE KUR'ÂN KORKUTUCU DEĞİLDİR.

 

Bir topluluğun devlet aşamasında varlığını sürdürmesi için insandaki dört melekenin (fikir, his, irade, ünsiyet) de faal olması ve topluluğa yatkın bulunması gerekir. Bunlardan biri 'fikir' melekesidir. Toplulukları bir araya getirmek için onları ortak bilgiye sahip kılmak ve onları toplu olarak yaşayacak bilgilerle donatmaktır. Bu da sebep-sonuç ilişkileri ile kurulabilir. Kurallara tâbi olmayan bir yığını öğrenmemiz mümkün değildir. Burada baskı kullanılmaz. Metodu 'tartışma'dır. Aynen iki oyuncu gibi. Nasıl satranç tek başına oynanamazsa, ilim de tek başına yapılamaz. Nasıl satrançta taraflar varsa, ilimde de taraflar vardır. Bundan dolayı 'ekoller' olmadan ilim olmaz.

İkinci meleke 'his' melekesidir. Bu meleke de iyi ve kötüyü birbirinden ayırır. Meselâ, hürriyetin nasıl sağlanacağını fikir melekesi söyler de, hürriyet mi yoksa asayiş mi iyidir, işte bunun tercihini his yapar ve bunu geliştiren müessese de 'din'dir. Burada insanın vicdanı oluşturulur ve metodu da sadece 'sevdirme'dir. Bir yere korku girince orada iman da biter. Artık orada iman kalmaz, tam tersine kişi zahiren inanmış gibi görünür ama içinden nefret eder ve düşman olur. Bundan dolayı temel prensip olarak, dinde zorlama yoktur, denmiştir.

Baskı rejimlerinin insanları asla inandıramadığını, dünyadaki sosyalizm ve ülkemizdeki tek parti uygulaması olan CHP denemeleri çok iyi göstermiştir. Yapılan baskı uygulamaları da olumlu sonuç vermemektedir. Meselâ, Türkiye'deki kanunlar Mustafa Kemal'i sevdirmek için, cumhuriyeti sevdirmek için, lâikliği sevdirmek için çıkarılmamıştır; tam tersine milleti devlete, kurucusuna ve inkılâplara düşman etmek için çıkarılmıştır ve gerçekten de yapılmış olan baskılar sebebiyle verdiği netice bu olmuştur.

Hedef Türk devletini ve milletini yok etmek olunca, bu kanunlar hazırlanmıştır. Bu aklı verenler de dış mihraklar olmuştur. Maalesef bizimkiler de buna uymuşlardır.

Nihayet ortak maddî çıkarlar da topluluğu oluşturur. Topluluk içinde bir arada iş bölümü yapılarak çalışılırsa, hayat son derece kolaylaşır. İnsandaki 'irade' melekesi bunu gerçekleştirir. Ne var ki, bunların hepsi devlet aşamasından önce de vardır. Devlet nedir? Devletin gerçekten devlet olabilmesi için insanların bütün bunları serbestçe ve kendi rızaları ile güven altında oldukları halde yapabilmeleri demektir. Bundan dolayı insanlar bir araya gelip ortak bir kuruluş oluşturuyorlar. Bu ortak kuruluşun görevi de sözleşmelerle oluşmuş olan ilmî, dinî ve iktisadî müesseseleri korumaktan ibarettir. Bunu sağlayan da 'ünsiyet' melekesidir.

İşte bu organizasyonu gerçekleştirebilen topluluklar devletlerini oluşturmuş olurlar. Ancak bu nedir? Eskiden kabileler de haklarını koruyacak kuvvetlere sahip bulunuyorlardı. Ama devlet aşamasında bu böyle değildir. Her şeyden önce haklıyı ve haksızı ayıran bir mahkeme vardır. Kuvvet bu mahkemenin emrindedir ve haksızlara karşı kullanılacaktır. İşte devlet budur. Yoksa bir insan kendi kendisine ben haklıyım diyor ve kuvvete sarılabiliyorsa, orada devlet yoktur.

O halde devlet olmak için korku aracına ihtiyaç vardır. Ama nasıl bir korku aracına? Devlet olmayan yerde herkes tehlikededir ve korku içindedir. Devlet olmayan yerde sadece kuvvetli olan insan kendisini güvende hissedebilmektedir, ama zayıf ise devamlı olarak korku içinde yaşamaktadır. Devlet olan yerde ise tam tersine insan haklı ise güvendedir. Çünkü bilmektedir ki, ben mevzuata uyduktan sonra hürüm, hiç kimse benim yaptıklarımı kısıtlayamaz ve kimse bana saldıramaz; çünkü devletim kuvvetlidir, diye düşünür. Buna mukabil, ben mevzuata uymaz da haksız duruma düşersem hiç kimse beni cezalandırılmaktan koruyup kurtaramaz; çünkü devletim kuvvetlidir diye düşünür. Bu ilke devlet olmanın ilkesidir.

İslâm devleti, sadece korkuya dayanan bir devlet değildir. Tam tersine, ilmî, dinî ve meslekî teşekküllerin yanında siyasî teşekküllerden oluşan kuvveti vardır ve bununla haklıyı kuvvetli kılmaktadır. Haklının hiç bir şekilde hakkını kaybetme korku ve endişesi yoktur. Bu durum dünyada böyle olduğu gibi âhirette de böyle olacaktır. Kâinatın genel düzeni içinde tabiî ve sosyal kanunlara uyanlar, cennettedir. Hiç bir korkuları ve endişeleri yoktur. Uymayanlar ise cehennemdedir ve cezalarını çekmektedirler.

İslâmiyet'e göre;

Müslüman her adım ve her işin başında 'Rahmet edici Merhametli Allah'ın ismiyle' diye başlar ve tekrar eder. Kur'ân okumaya bununla başlar.

Kur'ân'da her surenin başına bu getirilerek tam 114 defa tekrar edilmiştir. Sonra ilk sure olan Fatiha suresi de tekrar 'Rahmet edici Merhametli' diye başlar. 'Rahmetin her şeyi kuşatmıştır' der. 'Biz seni sadece âlemlere rahmet olasın diye gönderdik' der. 'Bir iyilik yapana en az on misli mükâfat vereceğiz, kötülük yapanı ise en çok misliyle cezalandıracağız, çoğunu affedeceğiz' der...

Burada saymakla bitmeyecek âyetlerle açıkça bilinmektedir ki, İslâmiyet ve Kur'ân korkutucu değildir. Korkutucu değildir ama suçluları da korkutmaktadır. Bugün bütün devletlerde ceza kanunları vardır.

İslâmiyet hayatla ilgili bütün hükümleri getirmiştir. İslâmiyet sadece 'din' değildir; aynı zamanda 'düzen'dir. Bir düzende bulunması gereken neler varsa bütün unsurları içermektedir.

 

 

 

 


İSLAM-Devlet/Dünya-DÜZENİ-2-İlhan Arsele reddiye
1-BESMELE VE İTHAF
1657 Okunma
2-KAPAKDETAYI
1383 Okunma
3-YAYIN VE REDAKTE KURULU
1340 Okunma
4-EDİTÖRDEN NOTLAR-REŞAT NURİ EROLDAN
1409 Okunma
5-Prof. Dr.ilhan Arsel kimdir?
4245 Okunma
6-TEŞEKKÜR-reşat nuri eroldan
1329 Okunma
7-S U N U Ş-Dr.SÜLEYMAN AKDEMİR
1279 Okunma
8-Ö N S Ö Z-YERİNE DAVET REŞAT EROL
1367 Okunma
9-İÇİNDEKİLER
1227 Okunma
10-CEHALET VE AKILSIZLIK MESELESİ
1432 Okunma
11-MERKEZÎ KUVVET SİSTEMİ TALANCILIĞA DAYANIR
1442 Okunma
12-'KADER' VE 'İRADE' NE DEMEKTİR?
1503 Okunma
13-HIRİSTİYAN HAÇLILAR NE YAPTI?
1631 Okunma
14-YENİLİK DÜŞMANLIĞI VE DEMOKRATİK DÜZEY MESELESİ
1288 Okunma
15-İSLÂMİYET'E GÖRE MEDİNE'DEKİ YÖNETİM ŞEKLİ
1851 Okunma
16-İSLÂMİYET VE KUR'ÂN KORKUTUCU DEĞİLDİR
1379 Okunma
17-'İSLÂM DİNİ' İLE 'İSLÂM DÜZENİ' AYRIDIR.
1302 Okunma
18-TÜRKLÜK İRSÎ, İSLÂMLIK KESBÎDİR.
1343 Okunma
19-RUH VE BEDEN, MİLLET VE DEVLET ARASI MÜNASEBET
1342 Okunma
20-İSLÂM DÜZENİNDE TUTUKLU YOKTUR
1380 Okunma
21-İKTİDAR - KİŞİ HÜRRİYETLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLER
1318 Okunma
22-İSLÂM DÜZENİNDE RESMÎ DİNÎ KURULUŞ YOKTUR
1323 Okunma
23-İSLÂM DÜZENİNDE DEVLET YÖNETİMİ NASIL OLUR?
2710 Okunma
24-KUVVET VE HAK TEORİLERİNE GÖRE KÂİNAT
1263 Okunma
25-GELİŞMEMİŞ TOPLULUKLAR GELENEKLERİYLE YAŞARLAR
1361 Okunma
26-KUR'ÂN'IN EMİR VE NEHİYLERİ TEDBİRDEN İBARETTİR
1357 Okunma
27-İSLÂMİYET'TE YAHUDİ DÜŞMANLIĞI YOKTUR
1563 Okunma
28-KAYNAŞMA TÜRKLERE HAS BİR ÖZELLİKTİR
1313 Okunma
29-OSMANLILAR 'HÂDİM OLMA' İLKESİNİ GETİRMİŞTİR
1343 Okunma
30-İSLÂMİYET'TE GERÇEK DEMOKRASİ VARDIR
1294 Okunma
31-İSLÂMÎ SAVAŞLAR TALAN VE DİN SAVAŞI DEĞİLDİR
2266 Okunma
32-İSLÂM DÜZENİNDE SAVAŞA İSTEYENLER KATILIR.
1267 Okunma
33-İSLÂMİYET İDEAL BİR DÜZENDİR
1291 Okunma
34-İSLÂM DÜZENİNDE 'HAKEMLİK SİSTEMİ' VARDIR
1392 Okunma
35-MÜSLÜMAN ALLAH İÇİN SAVAŞIR, KÂFİR TAĞUT İÇİN.
1663 Okunma
36-'MİLLÎ HAKİMİYET' NE DEMEKTİR
1409 Okunma
37-İLMÎ ŞÛRA BAŞKANI İTTİFAKLA SEÇER
1270 Okunma
38-ANKARA MECLİSİ'NİN KURULUŞU ŞERİATA UYGUNDU
1309 Okunma
39-BATI CUMHURİYET SİSTEMİNİN EN BÜYÜK MAHZURU
1287 Okunma
40-İSLÂMİYET'E GÖRE CUMHURİYET YÖNETİMİ.
4284 Okunma
41-LOZAN'IN GİZLİ ŞARTLARI NELERDİR?
1542 Okunma
42-BATI ÇÖKMEKTEDİR BAŞARILI OLAMAYACAKTIR
1314 Okunma
43-ZAMAN YAZILARI-İSLAMI BİLMEK
1292 Okunma