RÛM SÛRESİ - 26. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ (37)
Kesinlikle Allah’ın rızkı istediği kimse için açtığını ve ölçülü verdiğini hiç görmediler mi? Kesinlikle iman eden bir kavim için ayetler onda vardır. (37)
أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ
Kesinlikle Allah’ın rızkı istediği kimse için açtığını ve ölçülü verdiğini hiç görmediler mi?
Soru cümlesi Mensuh fiil cümlesi | Vâv-u isti’nâfiye |
İki mef'ûlun bih | Fâil | Nâsih Fiil | Olum-suzluk edatı | İstifhâm edatı |
Haberi | İsmi | Enne |
Ma'tûf Fiil cümlesi | Atıf harfi | Ma'tûfun aleyh Fiil cümlesi |
يَقْدِرُ | وَ | يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ | اللَّهَ | أَنَّ | و | يَرَوْا | لَمْ | أَ | وَ |
أَ: Soru hemzesidir (همزة الاستفهام). “Mı, mi” demektir. Her zaman cümlenin başına gelir. Buna sadaratu-l kelâm hakkı denir. Hatta önceki cümleleri bu cümleye bağlayan وَ ve فَ bağlaçları bile soru hemzesinden sonra gelir. Sonrasındaki kelimeyi (وَ ya da فَ varsa bunlardan sonra gelen kelimeyi) sorunun konusu yapar. Bu nedenle soru cümlelerinde sorunun konusu olan kelime cümledeki görevi ne olursa olsun bu hemzeden hemen sonra gelerek (وَ ya da فَ varsa bunlardan sonra gelerek) cümlenin ikinci kelimesi olur. “Mı, mi” anlamına gelen ikinci bir soru harfi هَلْ dir. Soru hemzesi her zaman soruya cevap istemek için gelmez. Elifin güç etkisi nedeniyle asıl amaç soru değildir. Arkasından gelen kelimeye cümlede önem katarak soru manasını oluşturur.
وَ: “Ve” demektir. İsti’nâfiye edatıdır. Cümle soru hemzesiyle başladığı için soru hemzesinden sonra gelmiştir.
لَمْ: “-medi, -madı” anlamında olumsuzluk edatıdır. Fiil cümlesi başına gelen bazı edatlarla olumsuz hale getirilir.
Olumsuz fiil cümlesi yapma metotları:
1.Mazi fiilin başına مَا olumsuzluk edatını getirmek: Geçmişte olumsuzluğu ifade eder. Olumsuzluk mutlak değildir. Olumsuz olan hüküm daha önceden gerçekleşmiş olabilir.
2.Muzari fiilin başına لَمْ olumsuzluk edatını getirmek: Burada muzari fiil لَمْ tarafından cezm edilir. Geçmişte olumsuzluğu ifade eder. Ancak burada olumsuzluk mutlaktır. Yani olumsuz olan hüküm daha önceden hiç gerçekleşmemiştir.
3.Muzari fiilin başına مَا olumsuzluk edatını getirmek: Şimdiki zamanda olumsuzluğu ifade eder.
4.Muzari fiilin başına لَا olumsuzluk edatını getirmek: Gelecek zamanda olumsuzluğu ifade eder. Olumsuzluk mutlaktır. Gelecekte hiç gerçekleşmeyecek bir hüküm için bu olumsuzluk şekli kullanılır.
5.Muzari fiilin başına لَنْ olumsuzluk edatını getirmek: Burada muzari fiil لَنْ tarafından nasb edilir. Gelecek zamanda olumsuzluğu ifade eder. Olumsuzluk mutlaktır. Gelecekte hiç gerçekleşmeyecek bir hüküm için bu olumsuzluk şekli kullanılır. لَا ile olandan farkı bunun te’kîd (kesinlik) ifade etmesidir.
6.Muzari fiilin başına لَمَّا olumsuzluk edatını getirmek: Burada muzari fiil لَمَّا tarafından cezm edilir. Yakın geçmiş zamanda olumsuzluğu ifade eder. Ancak burada farklı olan durum hükmün her an gerçekleşebilecek olması ama sözün söylendiği ana kadar gerçekleşmemiş olmasıdır. Bu nedenle Türkçeye çevrilirken “henüz olmadı” şeklinde çevrilir.
Olumsuz fiil cümlesi | Anlamı |
مَا فَعَلَ | Yapmadı |
لَمْ يَفْعَلْ | Hiç yapmadı |
مَا يَفْعَلُ | Yapmıyor |
لَا يَفْعَلُ | Yapmayacak |
لَنْ يَفْعَلَ | Asla yapmayacak |
لَمَّا يَفْعَلْ | Henüz yapmadı |
يَرَوْا: “Görürler” demektir. Suretin şekil, renk ve hareketini gözle veya beyinle idrak etmek ve bilmek demektir (يدرك ويعلم شكل ولون وحركة الصورة بعينه التي في رأسه أو بعين قلبه وفؤاده التي في نفسه). رءي kökünden gelmiştir. Üçüncü bâbdan meczum muzari üçüncü çoğul şahıstır. Başına gelen لَمْ nedeniyle meczum olmuştur. Merfu hali يَرَوْنَ şeklindedir. Reyde gözle görmek şart değildir. Bu nedenle görüş anlamına da gelmektedir. Bunun göstergesi olarak göz kapalıyken uykuda görülen رُؤْيَا (rüya) kelimesi de bu kökten gelmiştir. Görme duyusunu ifade eden kelime ise بَصَر dır. Bir varlığın kendisini değil o varlığın şeklini kâğıda çizsen, özelliklerini orada ifade etsen o varlığı rey etmiş olursun. Bizzat o varlığı görmen gerekmez. Biz bugün tarih öncesi canlıları basar etmiyoruz, rey ediyoruz.
لَمْ يَرَوْا: “Hiç görmediler” demektir. Başta gelen لَمْ olumsuzluk edatı anlamı geçmiş zamanın mutlak haline getirir. “Hiç görmediler” anlamı ortaya çıkar. Geçmişten şimdiye kadar ki zaman da bir kere bile görmediler anlamı çıkar. Geçmiş zamanda başka zamanlarda gördüler ama kastedilen zaman için “görmediler” ifade edilmek istenseydi مَا رَأَوْا şeklinde gelirdi.
أَلَمْ يَرَوْا: “Hiç görmediler mi” demektir. Burada soru amacıyla gelmiş bir soru yoktur. Burada mana “görmeleri gerekirdi” şeklindedir. Görmeleri gerekenler kimlerdir yani أَلَمْ يَرَوْا deki cem vâvı kimlere racidir? Önceki ayetteki النَّاسَ ye racidir. Görmeleri gerekenler rahmet tattırılınca onunla ferahlayıp ellerinin önceden yaptıkları nedeniyle kendilerine bir seyyie isabet edip de ümitsizliğe düşen insanlardır. (وَإِذَا أَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً فَرِحُوا بِهَا وَإِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ إِذَا هُمْ يَقْنَطُونَ)
أَنَّ: “Kesinlikle -mek, -mak” demektir. Huruf-u müşebbehe bi-l fiildendir. أَنَّ harfi إِنَّ gibi te’kîd bildirir. Farkı أَنَّ nin mastar olmasıdır.
اللَّهَ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir. Ennenin ismidir.
يَبْسُطُ: “Açar” demektir. Üçüncü şahıs eril tekil merfu muzari malum fiildir. Faili müstetir هُوَ dir. Mübtedanın rabıt zamiridir. Allah’a racidir. بَسْط “açmak, sermek, yaymak” demektir. قَبْض ın zıttıdır. El ile beraber kullanıldığında eli açmak deyimi cömertlik manasındadır.
الرِّزْقَ: “Rızık” demektir. Yiyecek ve içeceklerden oluşur. Canlıların biyolojik olarak ihtiyacının olduğu maddelerdir. Giyecekler buna dahil değildir.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
مَنْ: “Kimse” anlamındadır. Umumi ism-i mevsuldür. Şuurlu varlıklar için kullanılır. Arkasından sıla cümlesi gelir. Sıla cümlesinde bu ism-i mevsule dönen bir aid zamiri vardır. Eril tekil zamir döner. هُوَ veya هُ zamiri döner. Eril zamir dönmesi sadece erkekleri ilgilendirdiği anlamında değildir. Hem erkek hem de kadınları kapsar. Tekil zamir dönmesi de tek bir kişiyi ilgilendirdiği anlamında değildir. Hem tek kişiyi hem iki kişiyi hem de çok kişiyi kapsar. Bu nedenle umumi ism-i mevsuldür. Eril tekil zamir dönmesi gramatik bir kuraldır. Bazen de eril çoğul zamir döner. مَا da مَنْ gibi umumi ism-i mevsuldür, şuursuz varlıklar için kullanılır. Hem şuursuz hem şuurlu varlıklar varsa مَا kullanılır.
يَشَاءُ: “İster” demektir. Bir durumu, bir varlığı, bir işi dilemek, istemek manasındadır. Talep etmek demek değildir. Birisinden bir şeyi istemek demek değildir. Kendi içinden istemek, olmasını istemek demektir. Fâili müstetir هُوَ dir. Allah’a racidir.
مَنْ يَشَاءُ: “İstediği kimse” veya “isteyen kimse” demektir. İki anlama da gelmektedir. Bunun sebebi “aid zamiri” kavramıdır. يَشَاءُ nun fâili müstetir هُوَ dir. Mef’ûlü ise mahzuf هُ dur.
Aid zamiri fâil olan müstetir هُوَ olursa anlam “isteyen” şeklinde olur, mef’ûl olan mahzuf هُ ise anlam “istediği” şeklinde olur. Bu nedenle iki anlamın da verilmesi uygundur. Ancak öncelik aid zamirinin mef’ûl olan mahzuf هُ olduğu anlamın tercih edilmesindedir.
Sıla cümlesi Fiil cümlesi | İsm-i mevsûl |
Fâil Aid zamiri | Mefûlun bih | Fiil |
هُوَ | هُ | يَشَاءُ | مَنْ |
İsteyen kimse |
Sıla cümlesi Fiil cümlesi | İsm-i mevsûl |
Fâil | Mefûlun bih Aid zamiri | Fiil |
هُوَ | هُ | يَشَاءُ | مَنْ |
İstediği kimse |
لِمَنْ يَشَاءُ: “İstediği kimse için” demektir.
يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ: “Rızkı istediği kimse için açar” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ cümlesine يَقْدِرُ cümlesini atfetmektedir.
يَقْدِرُ: “Ölçülü verir” demektir. Üçüncü şahıs tekil merfu muzari malum fiildir. Fâili müstetir هُوَ dir. Allah’a racidir. Kökü قدر dir. Birisi için bir şeyi ince bir hesapla sınırlandırmak demektir.
يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ: “Rızkı istediği kimse için açar ve ölçülü verir” demektir.
أَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ: “Kesinlikle Allah’ın rızkı istediği kimse için açması ve ölçülü vermesi” demektir.
لَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ: “Kesinlikle Allah’ın rızkı istediği kimse için açtığını ve ölçülü verdiğini hiç görmediler” demektir.
أَلَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ: “Kesinlikle Allah’ın rızkı istediği kimse için açtığını ve ölçülü verdiğini hiç görmediler mi?” demektir.
Burada rızkı açılanla rızkı ölçülü verilen aynı kimselerdir. Farklı kimseler olsaydı يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ مَنْ يَشَاءُ şeklinde tekrar gelirdi.
يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَاءُ
İstediğini bağışlar ve istediğine azab eder. (Ali İmran 129)
يُضِلُّ اللَّهُ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ
İstediğine yolu kaybettirir ve istediğine yol gösterir. (İbrahim 4)
Bu ayetlerde مَنْ يَشَاءُ tekrar edildiğinden bağışlananla azab edilenler farklı, yolu kaybettirilenlerle rehberlik edilenler farklı kimselerdir. Rûm suresindeki bu ayette مَنْ يَشَاءُ tekrar edilmemiştir. Buna göre rızkı açılan ve ölçülü verilen aynı kimselerdir. Bazen rızık açılır, bazen ölçülendirilir.
Bu ayetten “eğer rızkı Allah açıyorsa rızık için bizim çalışmamızın bir etkisi yok” anlamı çıkmakta mıdır?
وَمَا تَشَاءُونَ إِلَّا أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًا
Yalnızca Allah’ın istemesiyle isteyebilirsiniz. Kesinlikle Allah alîmdir, hakîmdir. (İnsan 30)
وَمَا تَشَاءُونَ إِلَّا أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Yalnızca alemlerin rabbi olan Allah’ın istemesiyle isteyebilirsiniz. (Tekvir 29)
وَلَا تَقُولَنَّ لِشَيْءٍ إِنِّي فَاعِلٌ ذَلِكَ غَدًا إِلَّا أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ
Bir şey için kesinlikle ben onu yalnızca Allah’ın istemesiyle yarın yapacağım de. (Kehf 23-24)
Bizim bütün istediklerimiz ancak ve ancak Allah’ın istediklerinin içinden gelmektedir. Allah’ın istemesi demek kuantum uzayında o seçeneği yaratması demektir. Allah’ın istediği kimseye rızkı açması demek kuantum seçeneklerinden rızkının açılmasını hak etme seçeneğini tercih ederek rızkının açılmasını hak eden kimseye rızkını açması demektir. Böylece o seçeneği seçen kimse de aslında rızkının açılmasını istemiş olmaktadır. İstediği kimseye rızkını açması da rızkını açmayı isteme kuantum seçeneğini tercih ederek rızkını açmayı hak eden kimseye rızkını açması demektir. O seçeneği seçen kimse de rızkını açmayı istemiş olmaktadır. Rızkını ölçülü vermesi de ölçülü rızık isteme kuantum seçeneğini tercih ederek rızkının ölçülü olmasını hak eden kimsenin rızkını ölçülü vermesidir. Böylece ölçülü rızkı o kimse kendisi istemiş olmaktadır.
Allah bütün seçenekleri yaratmıştır. Bunlar geçmişten zamanın duracağı ana kadar olan bütün seçeneklerdir. Bu seçeneklerden her biri bir şeydir. İyi ve kötü bütün şeyleri Allah yaratmıştır. Hepsi Allah’ın meşietidir. Bu nedenle Allah meşiet etmeden biz hiçbir şeyi meşiet edemeyiz. Bu seçenekler (şeyler) içinden belli seçeneği seçtiklerinde Allah’ın bol rızık seçeneğine girmiş olurlar, belli seçeneği seçtiklerinde de Allah’ın ölçülü rızık seçeneğine girmiş olurlar. Allah’ın istediğine bol rızık ve ölçülü rızık vermesi hep bu mekanizma içindedir. İstediği kimse bu seçenekleri seçen kimsedir. Bu şekilde aynı zamanda isteyene bol rızık vermesi ve ölçülü rızık vermesi de gerçekleşmiş olmaktadır. Siz bol rızık seçeneğini seçerseniz Allah’ın bol rızık vermeyi istediği kimse olmuş olursunuz. Başka bir zamanda da ölçülü rızık seçeneğini seçerseniz ölçülü rızık vermeyi istediği kimse haline gelmiş olursunuz.
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
Bir şeyi irade ettiği zaman O’nun emri yalnızca ona ol demesidir ki hemen olur. (Yasin 82)
Eğer Allah bu şeylerden birini irade ederse o şey yani o seçenek gerçekleşir. Başka bir seçenek gerçekleşmez. İrade ettiği şey daha önceden yarattığı şeydir. O yüzden ona ol demektedir. Var olan bir şeye ol demektedir. Bütün şeyler Allah tarafından önceden yaratılmıştır. Biz o şeyleri seçeriz ve seçtiğimiz şeyle Allah’ın hidayet etmek, dalalet etmek, azab etmek, rahmet etmek, rızkı açmak, rızkı ölçülü vermek istediği kimselerden biri olabiliriz. Eğer Allah o şeylerden birinin olmasını irade ederse o şey gerçekleşir. Kimse o şeyin yani o kuantum seçeneğinin gerçekleşmesini önleyemez. Eğer Allah irade etmezse bizim tercihlerimizin süperpozisyonu şeklinde olaylar gerçekleşir.
Bu ayette Allah rızkı açar denmektedir. Rızık gelir veya rızkı verir denmemektedir.
وَضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا قَرْيَةً كَانَتْ آمِنَةً مُطْمَئِنَّةً يَأْتِيهَا رِزْقُهَا رَغَدًا مِنْ كُلِّ مَكَانٍ
Allah huzur içinde emniyetli karyeyi örnek verir. Onun rızkı her yerden bol bol geliyordu. (Nahl 112)
Bu ayette rızkı her yerden gelen kasabadan bahsetmektedir.
Verme değil, açma kullanılmasının sebebi rızkın açılıp ölçülü verildiği kimsenin rızkı elde etmeye çalışan, çabalayan kimse olmasıdır. Eğer rızık için çalışmayan, çaba göstermeyen kimse olsaydı rızık verilmiş olurdu, açılmış olmazdı.
فَلْيَنْظُرْ أَيُّهَا أَزْكَى طَعَامًا فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ
Hangisi yiyecek olarak temizse baksın, size (bize) ondan bir rızık getirsin. (Kehf 19)
Mağara ashabı baasları sonrasında içlerinden birini rızık getirmeye gönderiyorlar. Burada kendilerine rızık getirilenler rızık elde etme çabası içinde değildirler. Rızık onlara doğrudan getirilecektir. Rızkının açılma ve ölçülü verilme durumunda olanlar ise rızkı elde etme çabasında olanlardır.
Rızkı verme veya rızkın gelmesinde rızık sana gelir. Rızkı açmada kendin elde edersin. Açılırsa rızık oradan alırsın, kapanırsa alamazsın. بَسْط “açmak, sermek, yaymak” iken zıttı قَبْض dır. Türkçedeki kabza kelimesi de buradan gelmektedir. Avcunuzu açarsanız بَسْط, kapatırsanız قَبْض olur. Ayette بَسْط in zıttı olan قَبْض değil قَدْر kullanılmıştır. Bunun sebebi rızkı Allah’ın tamamen kapatmaması, ölçülü vermesidir.
Kuran rızıklandırmayı dabbeler ve insanlar için kullanmaktadır. Rızkı açma ve ölçülü vermeyi ise insanlar için kullanmaktadır. Rızıklandırma demek önüne rızkı koymak demek değildir. O rızık vermedir. Rızıklandırma onun için uygun rızıkları oluşturma ve vücudunun bu rızıklar için uygun halde olması ve bunlardan faydalanabilecek biyokimyasal ve fizyolojik mekanizmalara sahip olması demektir. Dabbelerin ve insanların rızıklandırılması budur. Bir ineğe yem içinde et parçaları ekleyerek yemi yedirirseniz o rızıklanmış olmaz. Çünkü kendisine uygun olmayan bir yiyeceği yemiş olur. Rızıklanma çaba sarfederek veya sarfetmeden de olur. Rızkı açma veya ölçülü verme ise rızık için çaba sarfetme ile rızka ulaşma ile gerçekleşir.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Kesinlikle iman eden bir kavim için ayetler onda vardır.
Mensuh isim cümlesi |
İsmi | İbtida edatı | Haberi | İnne |
Sıfat | Mevsûf | Mecrur | Cârr |
Mecrur | Cârr |
Sıfat Fiil cümlesi | Mevsûf |
Fâil | Fiil |
و | يُؤْمِنُونَ | قَوْمٍ | لِ | آيَاتٍ | لَ | ذَلِكَ | فِي | إِنَّ |
إِنَّ: “Kesinlikle” demektir. Hurufu müşebbehe bi-l fiildendir. İsmi ve haberi vardır. Kânenin tersine ismi mensub, haberi merfudur.
فِي: “İçinde” demektir. Harf-i cerdir.
ذَلِكَ: “O” demektir. Uzak ism-i işarettir. Muhatap كَ yani “sen”dir. “Sana söylüyorum, o” anlamına gelmektedir. Bu uzak ism-i işaret Allah’ın rızkı istediği kimse için açması ve ölçülü vermesine işaret etmektedir. Böyle anlamlara işaret etmede uzak ism-i işaretler kullanılır. Muhatap tekil geldiği için herkesi birey birey ilgilendirmektedir. Eğer ذَلِكُمْ şeklinde gelseydi topluluğu ilgilendirecekti.
فِي ذَلِكَ: “Onda” demektir. İnnenin haberidir. Normalde beklenen İnnenin isminin öne gelmesidir. Burada haber isminden önce gelmiştir.
لَ: Başlama lâmıdır. İsim cümlesinde mübtedanın başına gelen fethalı te’kid lâmı (başlama lâmı=lâmu-l ibtidaiyye) inne cümlesinin hem isminin hem de haberinin başına gelebilir. Burada innenin isminin başına gelmiştir. Te’kîd amacıyla gelir.
آيَاتٍ: “Ayetler” demektir. Tekili آيَة dir. Ayet gösterge demektir. ءيي kökünden gelmiştir. Dördüncü bâbdan mastar olarak bir kimse ya da bir şey hakkında onun bilinmesini sağlayacak bir işaret koymak manasındadır. Bu mastar manasından konulan işaret manasında آيَةٌ “gösterge” anlamında isimdir.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
قَوْمٍ: “Kavim” demektir. Ortak bir hedefe yönelmiş insan topluluğunu ifade eden ism-i cemdir.
يُؤْمِنُونَ: “İman ediyorlar”, “güveniyorlar, güven veriyorlar” demektir. İf’âl bâbında harf-i cersiz güven vermek anlamında iken بِ harf-i ceri ile güvenmek anlamına gelir. Burada harf-i cer yoktur ama fiilin mef’ûlü cümlede geçmediği durumlarda da harf-i cer olmaz. يُؤْمِنُونَ بِاللهِ “Allah’a güvenirler” anlamındadır. Ama güvendiğini yani Allah’ı cümlede söylemezseniz بِ harf-i cerini de söyleyemeyeceğiniz için bu harf-i cer söylenmez. Bu nedenle burada iki anlam da geçerlidir. Yani hem çevrelerine güven veriyorlar hem de birisine, birlerine, bir şeye, bir şeylere güveniyorlar anlamına gelir.
قَوْمٍ يُؤْمِنُونَ: “İman eden bir kavim” demektir.
لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ: “İman eden bir kavim için” demektir.
آيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ: “İman eden bir kavim için ayetler” demektir.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ: “Kesinlikle iman eden bir kavim için ayetler onda vardır” demektir. Ayet değil, ayetler vardır. Hem de ayetler nekredir. Kavim de nekredir. Ayetler çoğuldur ve en az üç tane olması gerekir. Ayetlerin nekre olması ve kavmin de nekre olması bu olaydaki göstergelerin her kavim için her dönem için farklı farklı olmasındandır. Her dönemde, her yüzyılda herhangi bir kavim kendisi için bu rızkın açılması ve ölçülü verilmesinde ayetler bulacaktır.
Biz de şimdi bizim sağlık açısından olan ayetini gösterelim. Rızkın açılması ve ölçülü verilmesi sağlık açısından kötü bir şey değil, tam tersine iyi bir şeydir. Oruç bunun 24 saat içindeki örneğidir. Aralıklı orucu bilmeyen yoktur. Gece saatlerinde bir şey yenmemesidir. Senede bir ay tuttuğumuz Ramazan orucu da bunun tersidir. Aslolan geceleri aç kalınan aralıklı oruçtur. Ramazan orucu da bunu tersine çevirerek gündüzleri aç bırakmakta, geceleri yedirmekte, böylece vücudu uyarmakta ve adaptasyon mekanizmalarını geliştirmesini uyararak vücudun sağlıklı olmasını sağlamaktadır. Senenin her günü oruç tutmak yanlıştır. Haftanın belli günleri oruç tutmak doğrudur. Vücut değişiklikler ister. Aniden soğuğa maruz kalmak ve kısa süre içinde bu soğuktan normal sıcaklığa dönmek iyidir. Her gün yürüyüş yapmak iyidir ama arada koşmak daha iyidir. Arada ağırlık kaldırmak iyidir. Arada bir arı sokması iyidir ama çok yoğun bir şekilde arı sokmalarına maruz kalmak iyi değildir. Allah vücudumuzu bu şekilde yaratmıştır. Adaptasyon kapasitesi inanılmayacak derecede yüksek olarak yaratılmış vücudumuzun sağlığı için rızkın zaman zaman ölçülendirmesi gereklidir. Zaman zaman da bol alınması gereklidir. Statiklik iyi değildir. Dalgalı hayat iyidir. Vücudu sıkıntıya sokan dönemler vücudu güçlendirir. Buna “Hormesis” denir. Hormesis bu ayetlerden birisidir.
İşte iman eden kavim için ayetlerden bir ayeti görüyorsunuz. “Rızkımız azaldı, Allah bize kötülük etti demez” iman eden kavim. Allah’a güvenmektedirler. Bunun da bizim için iyi bir tarafı vardır derler ve ayetleri görürler. İman etmeyenler ise “Allah bizi aç bıraktı” derler. “Oruç boşu boşuna aç kalmaktır” derler.
İman eden kavim Allah’a güvenir. Bu kavmin ferdi olan mümin Kuran’ın ayetlerine güvenir. Allah’ın ayetlerine güvenir. Allah’a güvenir. Ayetleri kabul eder, onları toplumun beğenip beğenmeyecek olmasıyla ilgilenmez. Çoğunlukların, kalabalıkların fikri onu ilgilendirmez. Allah ne diyorsa o doğrudur. “Ama, fakat, günümüzde” ile başlayan ayetlere uymayan gerekçelerle ilgilenmez. Kuran’da yazanlarda onun için ayetler vardır. İman edenler Kuran’ı tahrif etmezler. Tahrif harf ile aynı kökten mastardır. Harf uçurumun kenarıdır. Bir sözcüğün en uç manasıdır. Tahrif manalarda yapılır. Ayetteki kelimeyi bağlamından çıkarıp en uç manayı vermektir. Ana mana dışında başka mana verilmesine engel bir karine yoksa bu yapılamaz. Karine varsa diğer manalar ve mecazi manalar verilebilir. Tahrif sözcüğün başka bir sözcükle değiştirilmesi değildir. Tahrif bir karine olmadan ikincil, üçüncül ve mecaz manalar vermektir. Günümüzde Kuran o kadar fazla tahrif edilmiştir ki Kuran’daki “tahrif” sözcüğünün manası bile tahrif edilmiştir.
Mümin tahrif yapmaz. Günümüzdeki insanlar bunu böyle anlarlarsa sıkıntılar çıkar, toplum bunu kabul etmez diyerek manaları zorlamaz, tahrif yapmadan Allah’ın kelimelerini açıkça söylemekten çekinmez. Gerçek manalara başka manalar yüklemez. Öyle olması gerekir diye ayetlere “Ey Muhammed” diye parantezler açmaz, olmayan bağlantılar üretmez. “Ayet ne diyorsa o doğrudur” der. Hoşuna gitmese bile Allah’tan iyi bilmediğini bilerek en iyisinin o olduğunu kabul eder. Allah’ın rızkı kısması da iyidir der, bundan en ufak bir şüphe duymaz ve oradaki ayetleri görür.
Teşvikiye, Yalova
17 Haziran 2023
M. Lütfi Hocaoğlu