RÛM SÛRESİ - 25. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَإِذَا أَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً فَرِحُوا بِهَا وَإِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ إِذَا هُمْ يَقْنَطُونَ (36)
İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda onunla ferahlarlar ve ellerinin önceden yapması sebebiyle onlara bir kötülük isabet ederse hemen onlar ümitlerini keserler. (36)
وَإِذَا أَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً فَرِحُوا بِهَا
İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda onunla ferahlarlar.
Cevap cümlesi Fiil cümlesi | Şart cümlesi Fiil cümlesi | Atıf harfi |
Mefûlün bih GS | Fâil | Fiil | Mefûlun bih | Mefûlun bih | Fâil | Fiil | Şart edatı |
Mecrur | Cârr |
هَا | بِ | و | فَرِحُوا | رَحْمَةً | النَّاسَ | نَا | أَذَقْنَا | إِذَا | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. 33-34. ayetlerdeki إِذَا مَسَّ النَّاسَ ضُرٌّ دَعَوْا رَبَّهُمْ مُنِيبِينَ إِلَيْهِ ثُمَّ إِذَا أَذَاقَهُمْ مِنْهُ رَحْمَةً إِذَا فَرِيقٌ مِنْهُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَ لِيَكْفُرُوا بِمَا آتَيْنَاهُمْ şart-cevap cümlesine إِذَا أَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً فَرِحُوا بِهَا şart-cevap cümlesini atfetmektedir.
إِذَا: “İse” demektir. Şart edatıdır. Gelecek zamanı gösterir. Kendisinden sonra mazi fiil de gelse geçmiş zamanı göstermez. Gelecekte gerçekleşip tamamlanma zamanını gösterir. Bir kere gerçekleştiğine işaret eder. Muzari fiil gelirse gerçekleşmenin devam ettiğini, tekrarlamaların olduğunu gösterir.
أَذَقْنَا: “Tattırdık” demektir. ذوق kökünden if’âl bâbından birinci şahıs çoğul mazi malum fiildir. ذَوْق tatmaktır. Bir şeyi veya bir işi anlamak, o işin veya durumun gerçeğini bilmek için o şeyin veya o işin izlerini duyuları kullanarak tecrübe etmek demektir. Yemeği tatmak, acıyı tatmak, sıcaklığı tatmak şeklinde kullanılır. Bu tatma dille, deriyle (dokunmak, basınç), burunla (koklamak) olabilir. Sözcüklerle, rakamlarla tarif edilemeyen bir duygudur. Görme tarif edilebilir, görülen şeyin fotoğrafı çekilebilir, renkler bile rakamlarla ifade edilebilir. Bu nedenle görme duyusu tatma fiiline dahil değildir.
Birinci babdan ذَاقَ - يَذُوقُ şeklinde bir şeyi tatmak manasındadır. Birinci bâb if’âl bâbına (أَذَاقَ – يُذِيقُ) ziyadetü-t tadiye etkisi ile gelir. Tattırmak anlamına gelir.
النَّاسَ: “İnsanlar” demektir. Tekili إِنْس dir. ءنس kökünden isimdir.
رَحْمَةً: “Rahmet” demektir. Birisine fayda etmek, ondaki zararı gidermek için yardım etmek manasındadır. رحم kökünden dördüncü bâbdan mastardır.
أَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً: “İnsanlara bir rahmet tattırdık” demektir.
إِذَا أَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً: “İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda” demektir.
فَرِحُوا: “Ferahladılar” demektir. فرح kökünden dördüncü bâbdan üçüncü şahıs eril çoğul mazi malum fiildir. Duygu ifade eden bir lazım fiildir. Keyiflenmek, ferahlamak, sevinçli olmak manasındadır.
بِ: “ile” demektir. Harf-i cerdir.
هَا: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. رَحْمَةً e racidir.
بِهَا: “Onunla” demektir. “Rahmetle” demektir.
فَرِحُوا بِهَا: “Onunla ferahladılar” demektir.
إِذَا أَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً فَرِحُوا بِهَا: “İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda onunla ferahlarlar” demektir.
وَإِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ إِذَا هُمْ يَقْنَطُونَ
Ve ellerinin önceden yapması sebebiyle onlara bir kötülük isabet ederse hemen onlar ümitlerini keserler.
Cevap cümlesi İsim cümlesi | Şart cümlesi Fiil cümlesi | Atıf harfi |
Haber Fiil cümlesi | Mübteda | Müfâcee edatı | Mefûlun lieclih | Fâil | Mefûlun bih | Fiil | Şart edatı |
Fâil | Fiil |
و | يَقْنَطُونَ | هُمْ | إِذَا | بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ | سَيِّئَةٌ | هُمْ | تُصِبْ | إِنْ | وَ |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. إِذَا أَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً فَرِحُوا بِهَا şart-cevap cümlesine إِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ إِذَا هُمْ يَقْنَطُونَ şart-cevap cümlesini atfetmektedir.
إِنْ: “-se” demektir. Şart edatıdır. Kendisinden sonra şart cümlesi gelir ve sonrasında cevap cümlesi gelir. Kendisinden sonra muzari fiil gelirse onu cezm eder. Mazi fiil gelirse mazi fiiller mebni olduğu için değişmez.
تُصِبْ: “İsabet eder” demektir. صوب kökünden üçüncü şahıs tekil dişil meczum muzari fiildir. Fiil burada meczum muzaridir. Merfu hali تُصِيبُ dur. Öncesindeki إِنْ şart edatı nedeniyle cezm olmuştur.
Birinci bâbdan صَابَ - يَصُوبُ şeklinde yüksek bir yerden gelmek, dökülmek, yağmak manasındadır. Birinci bâb if’âl bâbına (أَصَابَ – يُصِيبُ) tadiye etkisi ile gelir. İsabet etti anlamına gelir. Bu kökten gelen صَيِّب “yağıcı” anlamında sıfat-ı müşebbehedir. Sağanak yağmur için kullanılır. Yine bu kökten gelen صَوَابٌ ise “doğru” demektir. Istılahi olarak bir işin veya bir şeyin, birisine veya bir şeye yönelerek onda gerektiği gibi gerçekleşmek manasından “doğru” anlamında isimdir.
هُمْ: “Onlar” demektir. النَّاسَ ye racidir.
سَيِّئَةٌ: “Kötü” demektir. Sıfat-ı müşebbehedir. Çoğulu سَيِّئَاتٌ dür. Erili سَيِّئٌ dür. Kökü سوء dir. Birinci bâbdan gelmektedir. Kötü olmak manasından gelmiştir. Kötü olmak fiili lazım fiildir. Kötü olmak da sübut bildirir. Bu sıfat-ı müşebbehe sadece ameller için kullanılır. Varlıklara sıfat olmaz. Kuran’da amel etme ya سَيِّئَة ile ya da صَالِح ile beraber kullanılır. Oysa سَيِّئَة’nin zıttı حَسَنَة, صَالِح’in zıttı فَاسِد’dir. حَسَنَة amel ve فَاسِد amel Kuran’da geçmez.
Olumlu | Olumsuz |
صَالِح | فَاسِد |
حَسَنَة | سَيِّئَة |
فَاسِد bozuk, uyumsuz demektir. Ameller bozuk olmazlar. Bozuk olursa amel olmaz, gerçekleşmez. Ameller kötü olabilirler. حَسَنَة iyi demektir. Ameller uyumlu olurlar, iyi olmazlar. Fiiller iyi olurlar.
بِ: “Sebebiyle” demektir. Harf-i cerdir. Bu harf-i cer mastar-ı müevvel olan مَا dan önce geldiği zaman mef’ûlün lieclih olur ve sebep bildirir. Kendisinden sonraki mastar cümledeki fiilin gerçekleşmesinden önce gerçekleşmiştir ve o fiilin sebebidir.
مَا: “-mek, -mak” demektir. Harf-i mevsuldür. Mastar-ı müevveldir. Kendisinden sonra sıla cümlesi gelir.
قَدَّمَتْ: “Önceden yaptı” demektir. قدم kökünden tef’îl bâbından üçüncü şahıs dişil tekil mazi malum fiildir. Birinci bâbdan قَدْمٌ mastarı birisinin, birilerinin, bir şeyin mekânsal veya zamansal olarak önünde olmak, öncüsü olmak, önüne geçmek manasındadır. Tef’îl bâbında teksir ve mübalağa etkisi ile önceden yapmak anlamına gelmiştir.
أَيْدِي: “Eller” demektir. يدي kökünden çoğul isimdir. Tekili يَد dir. İkili يَدَانِ (merfu) يَدَيْنِ ve (mensub-mecrur) dir.
Arapçada يَد (el) Türkçedeki gibi bilekten aşağısı demek değildir. Omuzdan parmak uçlarına kadar olan kısımdır.
هِمْ: “Onlar” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. النَّاسَ ye racidir.
أَيْدِيهِمْ: “Onların elleri” demektir.
قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ: “Elleri önceden yaptı” demektir.
مَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ: “Ellerinin önceden yapması” demektir.
بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ: “Ellerinin önceden yapması sebebiyle” demektir.
تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ: “Ellerinin önceden yapması sebebiyle onlara bir kötülük isabet eder” demektir.
إِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ: “Ellerinin önceden yapması sebebiyle onlara bir kötülük isabet ederse” demektir.
إِذَا: “Hemen” demektir. Müfâcee edatıdır. إِذَا sadece şart edatı veya mef’ûlün fih olarak görev yapmaz. Cümle ortasında geldiği zaman ve onu isim cümlesi takip ettiği zaman müfâcee (ansızlık ve sürpriz) edatı (حَرْفُ الْمُفَاجَأَةُ) olur. Bir olayın aniden gerçekleştiğini ya da beklenmeyen bir şeyin sürpriz bir şekilde olduğunu ifade eder. “Aniden”, “ansızın”, “birdenbire”, “hemen”, “birden”, “bir de ne görelim”, “bir de ne görsün”, “beklenmeyen bir şekilde” anlamlarına gelir. Aniden ya da beklenilmeyen bir durumla karşılaşıldığını gösterir. Rûm suresindeki bu ayette إِنْ şart edatı ile başlayan cümleden sonra geldiğinden ve öncesinde فَ veya ثُمَّ atıf harflerinden sonra gelmediğinden müfâcee edatıdır.
هُمْ: “Onlar” demektir. Merfu munfasıl zamirdir. النَّاسَ ye racidir.
يَقْنَطُونَ: “Ümitlerini keserler” demektir. قنط kökünden dördüncü bâbdan üçüncü şahıs çoğul muzari merfu malum fiildir. Bir şeyin meydana gelmesinden ümidini kesmek manasındaki fiilden gelmiştir. يءس kökü ile yakın anlamlıdır. İkisi arasındaki farklar tartışılmıştır.
Bir görüşe göre ye’s (اليأس) kunuttan (القنوط) daha şiddetlidir. Bir görüşe göre ye’s ehli küfürde, kunut ehli dalalette olandır. Bir görüşe göre kunut rahmetten ümidini kesme iken ye’s ravh’dan ümidini kesmedir. Bir görüşe göre kunut ye’sin özel bir şeklidir ve ye’sden daha şiddetlidir. Bir görüşe göre ye’s hoşlanılmayan bir şeyin gitmesinden ümidi kesmek iken kunut rahmetin gelmesinden ümidi kesmektir. Bir görüşe göre ise ye’s kalbidir, kunut zahiridir.
Ancak ayetleri incelediğimizde bu altı görüşe de uymadığını görmekteyiz. Etimolojik olarak inceleme yapıyoruz.
ق harfi yüzeyi ve ط harfi çevrelemeyi, içermeyi ifade eder. İkisi bir arada قط bir yüzeyden bir parçayı ayırıp çevrelemeyi ifade eder. Kesmek demektir.
Ortaya gelen ن filizlenmiş tohum (nüve, nükleus) demektir. Yeni bir durumun (new) oluşmasını ifade eder. Ortada geldiği için sürecin tamamını ifade eder. Üçü bir arada قنط yeni bir durumun oluşmasından ümidini kesmek demektir. Eski halde kalacağını düşünmektir.
Ye’s (يَأْس) ise beklentinin olmamasıdır. Beklentinin olmadığı durum kişinin istediği bir durum da olabilir, istemediği bir durum da olabilir. Kunut (قنوط) ise istenilen bir durumdur.
لَا يَيْئَسُ مِنْ رَوْحِ اللَّهِ إِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ
Allah’ın rahatlatmasından yalnızca kâfirler kavminin beklentisi olmaz. (Yusuf 87)
وَاللَّائِي يَئِسْنَ مِنَ الْمَحِيضِ مِنْ نِسَائِكُمْ إِنِ ارْتَبْتُمْ فَعِدَّتُهُنَّ ثَلَاثَةُ أَشْهُرٍ وَاللَّائِي لَمْ يَحِضْنَ
Kadınlarınızdan hayzdan beklentisi olmayanlar, eğer şüphelenirseniz onların iddeti üç aydır ve hiç hayz olmamışların da. (Talak 4)
وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَلِقَائِهِ أُولَئِكَ يَئِسُوا مِنْ رَحْمَتِي وَأُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Allah’ın ayetlerini ve O’nunla karşılaşmayı görmezden gelenler, onlar rahmetimden beklentileri yoktur ve onlar, onlar için elim azab vardır. (Ankebut 23)
Bu ayetlerden kâfirlerin Allah’ın rahmetinden ve rahatlatmasından bir beklenti içinde olmadıkları anlaşılmaktadır.
إِذَا هُمْ يَقْنَطُونَ: “Hemen onlar ümitlerini keserler” demektir.
إِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ إِذَا هُمْ يَقْنَطُونَ: “Ellerinin önceden yapması sebebiyle onlara bir kötülük isabet ederse hemen onlar ümitlerini keserler” demektir.
Allah insanlara onlardaki zararı gidermek için bir rahmet tattırmaktadır. Tattırıldığına göre o his tarif edilememektedir. Tarif edilemeyecek bir sevinç duygusu içine girmektedirler. Buradaki insanlar kimdir? Yeryüzündeki tüm insanlar mıdır yoksa bir grup insandan oluşan bir topluluk mudur? İnsan türünü ifade etseydi إِذَا أَذَقْنَا الْإِنْسَانَ رَحْمَةً فَرِحُوا بِهَا şeklinde “insanlar” değil “insan türü” şeklinde gelmesi beklenirdi.
وَإِنَّا إِذَا أَذَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَا وَإِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ فَإِنَّ الْإِنْسَانَ كَفُورٌ
Kesinlikle biz, insana bizden bir rahmet tattırdığımızda onunla ferahlar ve onlara ellerinin önceden yapması sebebiyle bir kötülük isabet ederse kesinlikle insan görmezden gelicidir. (Şura 48)
Bu ayet Rûm suresinin bu ayetine çok benzemektedir ve burada “insanlar” (النَّاسَ) yerine “insan türü” (الْإِنْسَانَ) gelmektedir ama ayetin devamında هُمْ (onlar) şeklinde çoğul ifade gelmektedir. Sonra çoğul ifade tekrar tekil ifade olarak “insan türü” (الْإِنْسَانَ) şeklinde gelip türün kefûr (görmezden gelici) olduğu ifade edilmektedir.
Bu iki ayeti birlikte düşündüğümüzde bu ayetteki “insanlar” ifadesinin insan türünün bu özelliğine uygun hareket eden insanlar olduğu anlaşılmaktadır. Kuran’da bu şekilde bir cümle müminler için gelmemektedir. Çünkü müminler insan türünün kefûr (görmezden gelici) özelliğini baskılamışlardır. Buradan anlaşılmaktadır ki insan tür olarak eğer kendini terbiye etmezse görmezden gelicidir (kefûrdur).
İki ayette de ellerinin önceden yapması sebebiyle (بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ) denmektedir. Onların önceden yapması sebebiyle (بِمَا قَدَّمُوا) denmemektedir. Ellerinin yapması demek kasti olarak yapmaları demektir. Önceden yapmaları sebebiyle deseydi kasti veya kasti olmadan yapmış olabilirlerdir. Bir yerde yaşıyorsunuz ve kanunlar var. O kanun size günah işletiyor olabilir. İşte o kanuna uymak için zorunlu olarak istemeden bir şeyi yapmışsanız elinizin yaptığı demek değildir. Kanun sizi zorlasa ve siz de bu kanundan hoşlanarak ve isteyerek yaparsanız o zaman bu elinizin yaptığıdır. Sizi zorlayan bir kanun yoksa ve siz Allah’ın yapmanızı istemediği bir şeyi yapıyorsanız o da elinizin yaptığıdır.
Ellerinin yaptığı sebebiyle başlarına bir seyyie gelmiştir. Seyyie düz kötülük demek değildir. Amelin sıfatıdır. Amel hukuki sonuç doğuran her türlü fiildir. İsabet eden bu seyyie bir ameldir. Yani onlara kötü olan bir amel vardır. Bu amel kendi topluluklarından kaynaklı olabileceği gibi dış kaynaklı da olabilir.
Karagülle çırpındı durdu hayatı boyunca. Meşhur, az meşhur, çok meşhur ne kadar siyasi figür varsa görüştü, görüşmek istedi. Cumhurbaşkanlarını, başbakanları, bakanları, parti başkanlarını, üst düzey bürokratları doğrudan tanıyordu. Onlar da onu tanıyorlardı. Hepsine Adil Düzeni anlatmaya çalıştı. Mevcut sistemin ne kadar yanlış olduğunu ve Kuran’dan oluşturulan Adil Düzene gelmelerini istedi. Hepsi kulaklarına parmaklarını tıkadı. Duymak bile istemediler. Sadece Erbakan daha önceden dinlemişti, Akevler ile çalışmıştı, anlamıştı. Ancak iktidar olunca uygulamak şöyle dursun Adil Düzenden uzak durdu. Karagülle yılmadı, akevler.org üzerinden sürekli yazdı ve biz de yazdık. Adil Düzeni anlattık. Tefsirler yazdı, yorumlar yazdı. Biz de yazıyoruz ama nafile. Kimse dinlemiyor. Herkes vesenlerin peşinde koşuyor. İşte bu vesenlerin peşinde koşma kendi elleriyle yaptıklarıdır. İşte bu nedenle insanların başına çok büyük sıkıntılar geliyor ve gelecek. Öyle bir hale gelecekler ki artık kanût olacaklar yani artık ümitleri kalmayacak. Yeni bir durum ortaya çıkmayacak ve bulunduğumuz ekseriyet demokrasisi içindeki kapitalist ekonomi içinde perişan durumumuz devam edecek diyecekler. Eğer kısa zaman içinde kendilerine gelmezlerse, mevcut sistem içinde çözümler aramaya devam ederlerse tüm topluluk perişan olacak.
Mevcut sistem paraya para kazandıran sistemdir. Emeğin ve bilginin hiçbir değeri yoktur. Çalışan ve akiller değerli değildir. Zengin değerlidir. Zenginin sözü geçer. Onun istedikleri olur. İşte topluluk mevcut sistemde ısrar ederse bu zenginlere de seyyie çarpacak, onlar da ümitsizleşecekler. Gemiyi terk edecekler veya onlar da yoksullaşacaklar. Batıl paraları çoğaltacaklar ama sonunda o batıl paralar hiçbir şey alamayacak duruma gelecek. Gelir adaletsizliği öyle boyutlara ulaşacak ki artık insanlar üretime katılmamaya başlayacak ve mal azaldığı için paranın değeri kalmayacak. Zaten günümüzde tüm dünyada bunun geldiğini görüyoruz. Karşılıksız basılan paralar artık sadece enflasyona sebep oluyor ve kısır döngü içine girilmiş durumda.
Biz Adil Düzeni anlatıyoruz, anayasayı delillendirerek yayınladık ama kimse ilgilenmiyor. Vesenler ise çözümleri dışarıdan dolar getirmekte arıyorlar. Dolar zaten batıl, niçin batılın peşinde koşuyorsunuz? Topraksa toprak bol, Allah’ın güneşi de var, suyu da var. Emeği de kattığınızda buyurun size bolluk. Ama bunu karşılıksız para ile değerlendirmeye kalktığınızda sermaye hâkim olur ve sistem çalışmaz. Adil Düzende hepsinin çözümü vardır. Sitemizde yazmaktadır ama maalesef kimse ilgilenmemekte, herkes çoğunluğun peşinde koşmakta, vesenlerden medet ummakta, Allah’ın kitabıyla ve bu kitaptan üretilen sistemle ilgilenmemektedir.
İnsanlar ümitlerini neyden kesmektedirler? Allah’ın rahmetinden kesmektedirler. Oysa onlara önceden gelmişti. Ancak öyle şeyler yapmışlardır ki öyle bir duruma girmişlerdir ki eski rahmeti unutmuşlardır. Kendi elleriyle çoğunluk sistemi içinde kapitalist ekonomi içinde öyle yoğrulmuşlardır ki akıllarına başka hiçbir şey gelmemekte, başka bir çözüm bulamamakta ve ümitsiz bir biçimde beklemektedirler. Tıpkı kronik hastalıklarda çaresiz kalan hekimlerin durumu gibidir. İlaç kartellerinin yönlendirmesi ile aldıkları eğitim onları başka şekilde düşünemez kılmakta ve kronik hastaların tedavisi olmadığını düşünerek hastaların da kendileri gibi ümitlerini kesmektedirler. Hatta kendileri kronik hasta olduklarında bile bunun bir sebebi olduğunu, sebebi düzeltince hastalığının düzeleceğini düşünememektedirler. Bugün vesenlerin peşinde koşan, çoğunluk demokrasisinde çareler üreteceğini sananların durumu da budur. Gözlerinin önünde Adil Düzen durmaktadır ama çözümü hala kapitalist ekonominin araçlarında aramaktadırlar. Öyle bir döneme gireceklerdir ki artık çoğunluk sistemi ve kapitalist ekonominin bu kronik hastalığı iyileşmeyecek diyecekler ve çaresizce bekleyeceklerdir. Oysa müminler böyle değildir. Allah’ın rahmeti olan Adil Düzeni anlatırlar, çözümün burada olduğunu söylerler. Referansları Kuran’ın ayetleridir, Allah’ın ayetleridir. Rahmetten ümit kesmezler. Karagülle gibi bıkmadan usanmadan tebliğ etme ve küçük örnekler yapıp gösterme çabası içinde yaşarlar.
Teşvikiye, Yalova
03 Haziran 2023
M. Lütfi Hocaoğlu