Adem Tiflis’te insan oldu!
Sayın Karagülle ve Sayın Akdemir, Yeni Anayasaya Geçiş Önerisi – Anayasal Sistemde Ortak Görüş Arayışı kitabının birinci bölümünün girişinde İnsan meyvelikler içinde yaratılmıştır başlığı altında kabul edilemez tasavvurlarda bulunuyorlar. Şöyle ki;
“İnsan iki ayak üzerinde yürümekte; fakat, koşup avlanamamakta, düşmandan kaçamamaktadır. Vücudu çıplak, soğuktan ve fiziki etkilerden korunamamakta, düşmanlarına kendisini kamufle edememekte, vücut örtüsü ile kendisini koruyamamaktadır. Parmaklarında pençeleri bulunmamakta, avını parçalayamamaktadır. Toprağı kazamamakta, dişleriyle otları parçalayamamakta, çiğneyememektedir. Bu nedenle başlangıçta ancak meyve yiyebilmektedir. İlk insan yaz-kış meyvesi olan bahçeler içinde yaratılmış, meyve toplayarak yaşayabilmiştir.”(s.22)
Sayın yazarlar insanı; koşamayan, avlanamayan, düşmanları karşısında savunmasız, çıplak ve soğukta üşüyen, parmakları ve dişleri zayıf… bir canlı olarak tanımlarken tek becerisini “meyve yiyerek yaşaması” olarak göstermekteler. Bu görüşler bana çok ilginç geldi. İnsanın bu kadar zayıf olduğu vurgulanırken kendisini nasıl koruduğu anlatılmıyor. Veya böyle bir canlı türünün yeryüzünde giderek çoğalabilecek imkanları nasıl bulabildiğine değinilmiyor. Çok uzun süren bu dönemde, oldukça güçsüz bir canlının varlığını korumasına ve insan olabileceğine inanmak çok zor!
Çok kibar, narin ve de zayıf bir varlığın meyve yiyerek bugüne gelmesi nasıl mümkün olduğu, sorusu, dediğim gibi ortada duruyor.
Sayın yazarların tezlerini bir kenarda tutarak, kendi tezimize geçmek ve insanlığın ilk dönemine ilişkin zorlukları nasıl aştığını daha gerçekçi bir temele dayandırmak istiyorum:
İnsan, kendisine en çok benzeyen insanımsı hayvandan türemiştir. Bunun evrimden çok; hayvanımsı insanın küçük küçük mutasyonlarla insan haline geldiği kanısındayım. İnsan, yani ilk Adem ve sonraki Ademler, hiçbir zaman hayvan çevikliği ve mücadeleci gücünü yitirmeden ayrıca buna akıl ve duygu gelişmesini ekleyerek, potansiyellerini hep geliştirerek önce Adem, sonra insan, sonra da beşer oldu.
İnsan Adem iken de tüylüydü ve bitki örtüsünün zengin olduğu coğrafyada kendisini tehlikelere karşı çok rahat savunabiliyordu.
İlk ve sonraki Ademlerin insan olduktan sonra karşılaştıkları en önemli sorun, tüylerini döktükten sonra tüysüz yaşam için verdikleri mücadeleydi. Bu mücadeleden de başarılı çıktıklarından, insan soyu yeryüzünde kalıcı olabildi.
Lügatte Adem, tüyü dökülen siyah derili insan demektir. Kuran’da da Adem’in tüylerini döktüğü anlatılmaktadır. Yine Kuran, tüylerini döken Adem ve eşini anlatırken, cennetten yani bitki örtüsü zengin coğrafyadan çıkmaya mecbur bırakılırken “ihbitû” denmekte, olay cem-i müzekkeri salim kalıbı ile anlatılmaktadır. İlk yazımda “Adem beden, duygu ve akıl gelişmesini tamamlayan bir topluluğun üyesiydi” dememin nedeni de “ihbitû” ifadesiydi.
Tezimizi daha da netleştirirsek;
Yeryüzündeki ilk Adem’in, deniz seviyesinin altındaki bugünkü Tiflis ve çevresinde ortaya çıktığı düşüncesindeyim. Tüylü Adem ve topluluğu, kış sezonunda deniz seviyesinin altında, havalar ısındıkça yüksek rakımlara doğru çıkarak her mevsim tabiatta serbest halde meyve, sebze ve tohum bulabiliyordu, av yapabiliyordu. Tüylerini dökünce iklimden dolayı Tiflis bölgesini terketmek zorunda kaldı ve hızla derin vadilerden güneye yani sıcak coğrafyalara doğru indi.
Sayın iki yazarın sözünü ettiği son derece çaresiz ilk insanların nasıl varlığını sürdürdüğü sorularını yanıtsız bırakırken biz, her koşulda mücadele ederek ayakta kalan bir canlıdan, insandan sözediyoruz.
Bence iki yazarın, insanlık tarihinin ilk dönemlerine ilişkin tezleri, ciddi anlamda kritik edilmediğinden, oldukça emin cümlelerle kitabın ilk bölümünde yer almış.
İnşallah devam etmek istediğimiz kritiklerimiz sayesinde kitap ikinci baskısında daha yararlı hale gelecektir.