http://www.egedesonsoz.com/yazar/baslik/9551
Modern zamanlarda Müslüman kadının çok şey kaybettiğini düşünenler var. Bu görüşün ne kadar haklı olduğuna karar vermek için, önce klasik fıkıhta kadına tanınan haklara bakmak gerekir.
Klasik fıkıhta “vucub ehliyeti”(yapmak zorunda) ile “eda ehliyeti”(yapabilir) ayrımı yapılmıştır. Bu ayrımdan yola çıkılarak erkeklerin yapmak zorunda oldukları yükümlülüklere, “kadınlar da isterse yapabilir” denmiştir.
Modernizmin Batı Avrupa’da olgunlaştığı dönemde de “Kadınlar şunları, şunları yapmak zorundadır” denmemiş; ama hayatın şartları öyle bir hal almıştır ki; kadın da, bir erkek gibi güç yetirebildiği her işi yapmak zorunda kalmıştır. Bu açıdan bakılabilirse klasik fıkıh ile modernizmin kadına tanıdığı haklar daha iyi anlaşılabilir.
Klasik fıkha göre;
-Kadın; kendi servetinin vergi mükellefi, erkek de kendi servetinin vergi mükellefidir. Kadının kâr veya zararı, erkeği bağlamayacağı gibi; erkeğin kâr veya zararı da kadını bağlamaz. Birinin zararından dolayı diğerinin mal varlığına ipotek veya icra işlemi yapılamaz. Daha açıkçası, evlilikte “mal ayrılığı” esastır.
Kadın; evlilik sözleşmesine yazabileceği genel izinle “müteşebbis” olabilir, her türlü işi kurabilir, alabilir ve satabilir. Bir işverenin “işçisi” olacak ise “işçilik hürriyeti kısıtlayıcı” olduğundan, bunun izninin evlilik sözleşmesine yazılması gerekir. Yazılmamışsa kocası ile anlaşarak evlilik sözleşmesine sonradan bir madde ekleyebilirler. Kadının çalışma izninin olup olmadığı işveren açısından da önemlidir.
-İlimde; kadın-erkek eşit haklara sahiptir. Araştırma desteğinde cinsiyet ayrımı yapılamaz. İnsanlar kişisel gelişme kapsamında ölünceye kadar bilimsel faaliyetlerin içinde olabilirler. AR-GE destekleri ve hibe burslar alma, yüksek lisans ve doktora araştırmaları yapma, bölüm başkanı, dekan, rektör ve YÖK başkanı olma konusunda kadın-erkek eşit haklara sahiptir. Bilimsel hiyerarşide kadın, erkeğin üstü olabilir. Kitaplarda kadınların bu sorumlulukları üstlenmeye ehil oldukları yazılmıştır ama uygulaması yapılmış mıdır, o da ayrı bir konu..!
-Kur’an’a ve “bazı” klasik fıkıh kaynaklarına göre dini hakları kullanma ve yükümlülükleri üstlenmede kadınla erkek arasında bir fark yoktur. Din, mezhep veya felsefe farklılığı evlenmeye engel değildir. Bir tek şart vardır o da kadın erkeğe, erkek de kadına din konusunda hiçbir baskı yapamayacağı yönündedir.
Çocuk 7 yaşına kadar annenin isteğine göre eğitilir. 8-15 yaşına kadar din eğitimi ve okul seçimi yani velayeti babaya aittir. Baba; çocuğun ve annesinin görüşünü alabilir. Yasalara karşı sorumlu olan babadır. Ayrıca 15 yaşına kadar çocuğun verebileceği mali zararları ödemek de babaya aittir.
Farklı dinlerden olan kadın ve erkeğin hak ve ödevlerinin neler olacağını, anlaşarak evlilik sözleşmesine yazarlar. Kadın kocasından farklı bir dine inanma, ibadet etme ve tanıtma hakkına sahiptir. Kocası kadının doğuştan sahip olduğu haklarını, evlilik sözleşmesinde yazılmamış olsa bile ortadan kaldıramaz.
-Devlet başkanı ve mülki amir olma hakkı, kadın ve erkek için “muharip asker” olma şartına bağlanmıştır. Asker olmak da gönüllüdür. Askerlik yapanların sahip olduğu haklar, birçok konuda askerlik yapmayana göre fazladır. Asker olmayı kabul eden erkeklere “Mü’min”, kadınlara da “Mü’mine” denir. Asker olmayı kabul etmeyenlere de “Müslim” ve “Müslime” denir. (Klasik fıkıhta bu ayrım Kur’an’dan farklı olarak Müslim-Gayrimüslim şeklinde yapılmıştır.)
Genel olarak kadının seçme ve seçilme hakkına sahip olmasına engel ilmi bir görüş yoktur. Fakat Müslümanların Siyasi Tarihi utanç verici olaylarla doludur ve kadının adı, siyasetin hiçbir kademesinde yoktur!
Siyasi tarihin etkisinde düşünen kimi Müslümanlar, 1400 yıllık İslâm tarihinde kadının siyasi haklarına ilişkin yaygın olarak bilinen bir örnek bulamayabilirler! Kur’an’daki Saba Melikesi kıssası, Hz.Peygamberin sünneti ve Hz.Aişe’nin Hz.Ali’ye karşı iki kez başvurduğu silahlı isyan, siyaset bilimi açısından incelendiğinde herkesin işine yarayacak ibretlik bilgilerle doludur.
Kur’an’da; Tevrat’tan daha ileri, kadını da içine alan, seçime dayalı, taşradaki küçük birimlerde “doğrudan”, merkezde ise “temsili” demokratik bir yönetim modeli anlatılmıştır…
Bu yönetim modelinin yaşama geçmesi için insanlık ne yazık ki, binlerce yıl “modern” zamanları beklemek zorunda kalmıştır.
-Klasik fıkıhta evlenmenin amacı, “cinsel ilişki kurmaktır (Vat’)”. Evlenenlerin birbirlerinin tenlerinden yararlanma hakları nikah akdinin olmazsa olmazlarındandır. Çamaşır, bulaşık, temizlik… gibi konular evliliğin olmazsa olmazı değildir; hatta olmasa da olurlarındandır! Bugün ancak Batı Avrupa’da kabul gören “birlikte yaşama” modeli, fıkıhta “sözleşme” ile meşru sayılmıştır. Fıkıhta nikah akdinde şartlardan biri “şahitler” olsa da; bu şart Kur’an’da “boşanma”da istenmektedir. Dolayısı ile birlikte yaşama, klasik evlilik kadar önem kazanmaktadır!
-Kadın ve erkeğin her ikisi de boşanma hakkına sahiptir. Boşanmak için tarafların herhangi bir gerekçe göstermesine gerek yoktur. Boşanma, mahkemede tarafların anlaşması ile olabileceği gibi, tek taraflı beyanı ile de olabilir. Ancak taraflardan biri diğerine “kusur” atfediyorsa, boşanmada iki tarafın ya aslen ya da vekillerinin bulunması gerekir.
-Kur’an’da boşanma ile ilgi özel bir sûre (Talak Sûresi) ve farklı sûrelere serpiştirilmiş birçok ayet vardır. Anlaşamayan çiftler kolaylıkla ve tek celsede boşanabilirler. Boşanma hakkı taraflara çok açık bir şekilde verildiğinden, “erkeğin eşini dövmesi” de suç sayılmıştır! Klasik tefsirlerde dövme yönünde yorumlar olsa da İslâm Ceza Hukukunda (Hadler bölümünde) kocanın karısını dövmesine ilişkin bir hüküm yoktur. İslâm Hukuku, fıkha göre düzenlenmiştir; hiçbir tefsir mahkemelere delil olmamıştır; olamaz da!
-Kadının dar veya geniş giyinmesi, makyajlı, yüzü ve başı açık evin dışına çıkması vb. konular fıkhın hadler bölümüne konu olamamıştır. Ta’zir cezaları ise dönemin yöneticileri tarafından verilen cezalardır ki, bunların İslâm Dini ile de bir ilgisi yoktur!...
Daha devam etsem mi, bilmiyorum!...