http://www.egedesonsoz.com/yazar/baslik/9845
Konuştuğu kişiyi bilgisi ile ikna edemediğini anlayan birinin, ilk aklına gelen düşünce; “doğrusu ne ise onu önce ben öğrenmeliyim” ise, bu kişi Müslimin de Müminin de hakikisidir. Hangi hal üzere olursa olsun, onun varacağı son nokta hakikatin ta kendisi olacaktır.
Bundan emin olabiliriz.
Karşıdakini ikna edemeyeceğini anlayan birinin ilk aklına gelen “bunu nasıl sustururum… bu zararlı fikirlerin yayılmasını nasıl önlerim…” şeklinde ise, bu kişinin dini ve mezhebi, makamı ve mevkii ne olursa olsun bulunduğu hal cehalettir, karanlıktık, zulümdür, fısktır, küfürdür.
Toplumda rahatsızlık yaratan herhangi bir konuyu, önce ilmen sonra da adaletle çözmeye çalışmak, bir Müminin öncelikli vasfıdır.
Herkes baskıya ve sansüre başvurabilir ama bir Mümin asla!
Mümin; imanından vazgeçemeyeceği gibi kendisini imana götüren akla ve ilme de ihanet edemez!
İlmin Doğu’lusu ve Batı’lısı olamayacağını da en iyi Mümin bilir!
Yine Mümin bilir ki, Allah alîmdir ve ilim sıfatından küçücük parçacıkları biz kullarına rehber olsun diye vermiştir.
Allah’ın ilmi akledebilecek Mümin kulları, her soruya her probleme ilmi ve adil bir çözümün bulunabileceğini de bilir. Kutsallar bunu açıkça yazmıştır!
Yeter ki Mümin ilimden sapmamış olsun!
Yeter ki, ilmi olmayan hiçbir şeyi “din”inde ve “iman”ında barındırmamış olsun!
Ve dağdaki ninenin veya madendeki kömürcünün imanını kutsamasın!
İnsanlar katında “saf ve samimi Mümin” gibi görünenler, Allah katında “cehalet!” olabilir! Bunu bilemeyiz.
Nineye veya kömürcüye öykünülecek bir durum olmasa gerek!
Akıldan ve ilimden asla ödün veremeyiz.
Verdiğimiz an Müminlik vasfımızın yok oluşu demektir.
***
Bütün sıkıntı imanla sınırlı olsaydı, eminim sorunların çoğu aşılır!
İşin bir de ahlâk tarafı var ki, işte bizi asıl bitiren de bu!
Sadece ve sadece Allah’ın huzurunda “eğilenler”, “Allah’tan isteyenler” ve “ahlâkı önemseyenler” insanların huzurunda “asi” gibi görünseler de, bunların Allah katındaki durumları “eğilip bükülenlerden… takladan yana olanlar”dan çok farklı olacaktır!
Ahlâktan ve onurdan nasibini almayan nice Mümin iddiasındaki kişiler, neyin doğru olduğunu herkesten iyi bildikleri halde farklı davranırlar.
Kimse; “ehliyetsiz” ve “zalim”in önünde takla atarken yüreğinin ve fıtratının kanlar içinde kaldığının farkında olmadığını söyleyemez!
Çünkü kimse fıtratına/doğasına uzun süre ihanet edemez! Gerçeği önce kendi benliğinde görür!
***
Aslında taklacıların katlandığı durum geçicidir; onlar da gerçek kişiliklerine dönecekleri günü umutla beklerler!
Ama hedefe varıncaya kadar kendilerini onursuz tutumlardan da alı koyamazlar. Bilirler ki, hedefe eğilmeden, bükülmeden ve taklasız ulaşılamıyor!
Gün gelir, bu yaralayıcı durum daha fazla sürdürülemez!
Efendilerine ihanet kaçınılmazdır!
Ne yazık ki, taklayı ahlâk edinenler ihanetten sonra gidilecek yerin hakikat durağı olamayacağını bilemezler!
Yılların insanlardan neleri alıp götürdüğünün farkında bile olamazlar…
Takla ne kadar kişilik kanatıcı ise, ihanet yoluyla gerçeğe geri dönüş de o kadar zordur!