http://www.egedesonsoz.com/yazar/baslik/9409
1933 Diyarbakır-Ergani’de doğdu. Ortaokulu Maraş’ta, liseyi Gaziantep’te okudu. Kendisi Felsefe, babası İlahiyat okumasını istiyordu; ikisi de olmadı. Kararı; hayatı boyunca yakasını bırakmayacak olan yoksulluk verdi: Parasız yatılı bölümü olan Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesine kaydoldu. Belli aralıklarla Maliye Bakanlığı’nda çalıştı. Birkaç kez istifa etti, tekrar döndü. 1973’te son kez istifa etti. O günden bu yana yaşamını yazılarından elde ettiği gelirlerle sürdürüyor.
Ailesi ile birlikte yaşadığı günlere ait anıları, onun hangi yoksulluklar ve çilelerle büyüdüğünü ve olgunlaştığını gösterir niteliktedir. Orta ve Lise yıllarında ağırlıklı olarak Doğu ve Batı klasiklerini okudu. Bulabildiği Osmanlıca kitap, dergi ve gazeteleri okuduğunu da düşünebiliriz.
Yazılarından anlaşıldığı kadarıyla Meşrutiyet ve Cumhuriyet döneminde yayımlanan meal ve tefsirleri, hadis çeviri ve açıklamalarını, Hukuk-u İslâmiyye ve Istilahat-ı Fıkhiyye Kamusu gibi fıkıh kitaplarını, Risale-i Nûrları, Mesnevî, Mukaddime, Asr-ı Saadet gibi İslam Tarihi eserlerini, önemli tasavvuf ve Doğu edebiyatına ilişkin kayda değer bütün eserleri okuduğunu söyleyebiliriz.
Karakoç’un , Ankara Siyasal’da okuduğu yıllarda Necip Fazıl’ın her Ankara’ya gelişinde, O’nun hizmetine koşması, Osman Yüksel Serdengeçti’nin yayınevini ziyaretleri, İstanbul’da geçici sürelerle görev yaptığı dönemlerde Mehmet Şevket Eygi ile tanışması, görev icabı Anadolu gezileri… “Diriliş” mefkuresini belirlemesinde etkili oldu.
Diriliş Dergisi’nde 19 ve 20.yüzyılın bazı tanınmış Osman Yahya, Mahmud Ahmed, Muhammed Hamidullah, İnamullah Han, Ebu’l Hasan Ali Nedvî, Resul Hamzatov, Ahdat Suyef… gibi Doğu’lu; T.S. Eliot, A.Sorokin, S.Kirkegaard, Paul Hazard, Virginia Woolf, Gabriel Marcel, W.Faulkner, Rilke, Claudel, Dylan Thomas, Ezra Pound, Hard Crane, W.Blake, Karl Jaspers, Wolfrang Köhler, Arland Ussher, W.B.Yeats, Eugene Ionesco… gibi Batılı düşünürlerden çeviriler yapması, onun hangi kaynaklardan beslendiğini gösterir. Şunu da belirtmek gerekir ki, Karakoç, şarlatanlığını yapmasa da Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’a muhalif bir görüşü hayatının hiçbir döneminde savunmadı. Bugün de aynı görüştedir.
Sezai Karakoç;
1-1839’da başlayan Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet, Demokrasi ve 2023 sürecini değişmeyen Batıcılığın birer aşaması olarak görür. Tanzimat’ın, Meşrutiyet’in, son olarak da Cumhuriyet’in yaptığı yıkımların altından kalkamamışken, daha tehlikeli AB ile nasıl başa çıkılacaktır? Hele İslam’a sıcak baktığını söyleyen bir iktidarın AB ile paralel işler yaptığı bir dönemde… Bunlar Karakoç’u endişelendiren gelişmelerdir.
2-Mutlaka batıcılık, milliyetçilik ve demokrasi ile hesaplaşmalı ve bize ait ideolojimiz anayasada yerini almalıdır… Demokrasi başı sonu belirsiz bir ideoloji, her kapıyı açan maymuncuk gibi bize empoze ediliyor. Oysa demokrasi, faydaları da sakıncaları da olan bir yönetim şeklidir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yayılmaya başlayan yeni bir rejim denemesidir. Bunun başarılı olacağına da inanmıyorum, görüşündedir.
3-Karakoç’un; yazılarında “İslâmcı” olduğuna bir beyanı yoktur. 1865’den Cumhuriyet’e kadar tartışılan ve İslâmî kaynaklarla savunulan laiklik, demokrasi, liberalizm, parlamenter sistem, anayasal düzen, insan hakları, hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, kadın hakları... gibi kavramlardan hazzetmez! Ancak iki kez siyasi parti kurucusu ve başkanı olmasının zorunlu etkisinden olmalı, parti kurduktan sonra demokrasiye bakışında bir değişiklik olduğu görülmektedir.
4-Karakoç; Namık Kemal gibi ilk dönem İslâmcılarından değildir ve onlara da karşıdır. Ama bir Müslüman olarak siyasal faaliyetlere katıldığı için kabul etmese de, o da bir “İslâmcı”dır ve modern bir Müslümandır!
5-Karakoç; savcının iddialarına tarihsel savunmalar yaparak ucuz kahramanlıklar peşinde koşmaz. Yazılarında tedbirli ve özenlidir. Rahle-i tedrisinden geçen gençlerin hapse girmesine ve burnunun dahi kanamasına izin vermez. Bu yönüyle 20.yüzyılın en kayda değer Müslüman aydınlarından biridir.
6-Said-i Nursî, Tayyip Okiç, Nuri Pakdil, Mehmet Şevket Eygi… gibi Sezai Karakoç da evlenmemiştir. Bekâr yaşayarak eş ve çocuk yükü taşımadığından, hayatı 3-0 önde sürdürerek daha “ahlâklı(!)” olabilmiştir! Bu durum, Müslüman camiada evlenmeyen üstatların hepsi için geçerlidir! İnsanlar ailelerinin hatırı için hangi yalanlara ve yanlışlara düştüğü üzerinde biraz düşünebilirlerse ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.
7-Aşk, herkes gibi gün gelmiş Karakoç’un da kapısını çalmıştır. Tek taraflı aşkının en güzel meyvesi ise “Mona Rosa” olmuştur! Yaklaşık 50 yıl gizlenen Mona Rosa’nın öznesi, hiç beklenmeyen bir zamanda, hem de bir banka reklamında birden bire görünüvermiştir! Modern zamanların utangaç, iffetli, bir o kadar da gururlu Müslümanının hem de 75 yaşında, 50 yıl sakladığı en büyük sırrının bir banka reklamında açık edilmesi, belki de bir insanın başına gelebilecek “modern” felaketlerden felaketlerin en ilginci olmalıdır!
8-Onu saygı ile izleyen Müslüman gençliğin ezber ettiği Mona Rosa’nın, bir banka reklamı ile tılsımını yitirmesi, Karakoç kadar gençlik için de bir düş kırıklığı olmuştur!
9- İslâm’a ilişkin klasik sayılabilecek kitaplar okuması, okuduklarını önemsediğini yaşamında ve yazılarında göstermesi ona; Sağcı, Solcu ve İslâmî camiada özel bir statü ve saygınlık kazandırmıştır.
10-Necip Fazıl’ın “Baidullah - Allah’a uzak” dediği Muhammed Hamidullah’a ait bazı makaleleri Diriliş Dergisi’nde yayımlaması, Necip Fazıl’ın polemiklerini pek de ciddiye almadığını göstermiştir.
11-Karakoç, bir medreseli değildir. Modern eğitim almış ve iyi derecede Fransızca öğrenmiştir. Makalelerinde ve poetikasında Batılı düşünürlerden alıntılar yapması ilginç olmalıdır. Özellikle Yunus Emre biyografisinde Fransız şairleri ile Yunus’un şiirlerini çözümleme denemeleri, İslâmî camianın alışık olduğu bir açıklama yöntemi değildir. Bu tür hoşgörüleri, Karakoç’a tanınan bir ayrıcalık olarak görebiliriz.
12-Karakoç, İslâmcı ve Milliyetçi çevrelerde Öztürkçeyi umursamadan kullanan ilk yazardır. Nuri Pakdil ve diğerleri ondan sonra gelir. Allah varken, Tanrı demesi, bunu çok da rahat kullanması bir tepkiye neden olmamıştır! Söz konusu Karakoç ise hoşgörünün sınırı yoktur!
13-Son derece muhafazakar görünse de bazı konularda cidden tabu yıkıcıdır: Yoğun şekilde Öztürkçeyi kullanması, Batılı düşünürlerden düşünce transferi yapması ve “II.Yeni” gibi geleneksel şiir kalıplarının dışına çıkarak dönemin solcu denen genç şairleri ile serbest şiirler yazması… İslâmî camia arasında yıktığı tabulardan bazılarıdır.
14-Gazete ve dergi icat edildiğinden beri polemik yazıları, yazara ün ve tiraj kazandırmıştır. Karakoç; Necip Fazıl ve Serdengeçtiden farklı olarak hiç kimseyle polemiğe girmemiştir. Karakoç’a Sağ, Sol ve İslâmcı çevrelerin özel bir saygı göstermesi, üzerinde durulması gereken bir konudur. Gördüğü özel muamelenin onu şımartmaması, sahip olduğu ahlâkla açıklanabilir.
15-Türkiye’de şu anda İslâmcı bir edebiyat varsa, bunun çağdaş öncüsü Sezai Karakoç’tur. Ancak bazı konuların fazla abartıldığını da söylemek gerekir. Örneğin; Mona Rosa’da aşkı bulan, Balkon şiirinden de modernizmi ve modern mimari eleştirisini çıkarsayan hayranları, umarım “Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı” dizesinden de bir siyaset teorisi istidlal etmemişlerdir!
16-Yazılarında sıklıkla başvurduğu yöntem soyutlamadır. Metafor ve mecaz yoğunluklu yazar. Şiirleri ise imgelerle doludur. Analitik bir üslupla yazdığı bir makalesi yok denebilir. Doğada serbest halde bulunan örneğin bir dağ, Karakoç’un yazısına ancak Musa ile birlikte konu olabilir veya Allah’ı zikreder haliyle. Uzman bir maliyeci olmasına rağmen “İslâm Toplumunun Ekonomik Strüktürü” adlı eserinin adı iddialı olsa da, hacim ve içerik olarak ancak bir edebiyat denemesi sayılabilir!
17-Yunus Emre, Mevlana ve Mehmet Akif biyografilerinin İslâmcı gençliğin başucu kitapları arasında yer almaması nedeni üzerinde durulmalıdır. “Leyla ile Mecnun”un beklenen ilgiyi görmemesi de, kitabın tarihsel bir değer taşımadığı anlamına gelmez.
18-Diriliş Partisi’ni kurana kadar röportaj, salon toplantısı, fotoğraf ve TV programlarından uzak durması, yalnızca “şöhret hastalığı”na yakalanma korkusu ile açıklanamaz! Uzak duruşunu; içe kapanık, utangaç kişiliği ve düzgün bir aksanla konuşamaması… gibi nedenlere bağlamak daha doğru olacaktır.
19-Karakoç’a gösterilen hoşgörünün bir örneğini “evrim” kavramına yüklediği anlamda da görebiliriz: Diriliş Partisi veya ideallerinin iktidara gelme koşullarını “Tabii evrim tek başına bir ülkenin ilerlemesi için yeterli değildir. Ondan sonraki merhale, gelişme, gelişmeden de bir ileri merhale, diriliş yol ve yordamıdır” şeklindeki açıklaması dikkate değer bir açıklamadır…
80 yılı aşkın ömrünü elmas işçiliği özeni ile dolu dolu düşünerek ve yazarak geçiren Sezai Karakoç’un, geç kalmış yaşında Diriliş Partisi’ni kurması… İdeallerinin iktidar olmasını da “doğal evrim”in son aşaması olarak açıklaması… üzerinde konuşulmayı gerektiren yığınla malzemeye bir yenisini eklemiş oldu.