http://www.egedesonsoz.com/yazar/baslik/9743
Beytü’l Hikme; Harun Reşid ve oğlu Me’mun tarafından kurulan ve geliştirilen ilmi bir kurumdur. Bu merkezde Yunanca, Hintçe, Farsça, ve Latinceden Pisagor, Platon, Aristo, Hipokrat, Öklid, Galen, Sokrat… Sushruta, Charaka, Ary Abhata, Barhmagupta… gibi düşünürlerin kitapları çevrilmiştir.
Beytü’l Hikme; siyasetin bilime duyduğu ilginin ürünüdür. Bu merkezde görev verilen bilim insanlarına önemli miktarda mali destek de sağlanmıştır. Başlangıçta her şey yolunda gibi gitse de çok geçmeden olumsuz etkileri görülmüştür:
a-Bilimsel çalışmalar sarayın denetimine girmiştir.
b-Saray, bilimsel görüşler arasında “taraf” olmuş, kabul etmeyenlere baskı yapmıştır.
c-Bilim pratik faydadan uzaklaşıp teorikleşmeye ve akıl oyunlarına dönüşürken halktan da uzaklaşmıştır.
d-Çok ilginç tartışmalar yapılmış, teoriler kurulmuş… Fakat bilgileri pratik faydaya dönüştürüp pazarlayacak tüccar olmadığından kitaplarda kalmıştır.
Beytü’l Hikme’de bilim, Eski Yunan’daki gibi “tümdengelim”le yapılıyordu. Oysa fıkıh, “tümevarım”la yapılmaktaydı ve başarı da olağanüstüydü!
Müslümanların geliştirdiği ve sosyal bilimlerde uyguladığı “tümevarım” yöntemi, yüzyıllar sonra Batı’da doğa bilimlerine uygulandı ve yeni bir uygarlık doğdu.
***
Nizamiye Medreseleri, Büyük Selçuklu Sultanı Alpaslan döneminde, vezir olan Nizamü’l Mülk tarafından önce Bağdat’ta, sonra İsfahan, Nişabur, Belh, Herat, Basra, Musul ve Amul'da yüksek eğitim veren medreseler olarak kuruldu.
a-Nizamiye Medreselerinde dil, din ve hukuk öğretimi yapıldı. Felsefe ve fen bilimler mecburi ders müfredatından çıkarıldı. Bunda Gazalî’nin etkisi olsa da saltanatın arzusu da bu yöndeydi.
b-İlk dönemde bilimi, tüccarlar ve vakıflar finanse ederdi. Beytü’l Hikme ve Nizamiye Medreselerinin finansmanını ise devlet üstlendi.
c-Müfredatını ve Hoca kadrosunu devlet belirliyordu. Örneğin Bağdat Nizamiye Medreselerinde hocaların tamamı Şafii’ydi.
d-Osmanlı Medreseleri de Nizamiye Medreselerini örnek alarak kuruldu. Bu gelenek bugün de devam etmektedir.
***
Bilimsel çalışmaları devletin veya bir kapitalistin himaye etmesi cazip olabilir. Oysa himaye eden her kim ise zarar göreceği fikirlerin doğuşuna izin vermez! Bu da bilimin kabul edemeyeceği bir durumdur.
Doğu’da Sultanların, Batı’da Burjuvanın “Bilim insanlarını destekleyeyim, yanlışlarımı onlar düzeltsin!” gibi bir niyetleri olmamıştır. Oysa ilk dönemde Müslüman tüccarlar, sonra da vakıflar “herkesin yararına” bilimi destekliyordu.
Müslüman tüccarın, bankere dönüşmemesinin önünde iki önemli engel vardı: Biri “riba/faiz yasağı”, diğeri de “aynî ve sermaye” vergisiydi.
Faiz yasağı; bazı noktalarda şer’i hillerle aşılabildi! Verginin aynî olması ve müsrif Sultanların ölçüsüz vergileri, ticaretin aşırı büyümesini ve mühendislik ürünlerinin icadını finanse edebilecek kadar büyümesini engelledi.
Güç zehirlenmesi yaşayan Sultanlar, meraktan ve zekâ oyunlarından ancak zevk aldıkları kadar bilim insanlarını desteklediler. Fıkıh imamlarını ise hiç sevmediler! Bir müçtehidin her an bir fetva ile muhalefete koz verebileceği korkusunu hep yaşadılar.
***
“Sarayın sesi” ulemanın, Sultanları neden “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” gördüklerini anlamak gerekir! Maaş kavgası yapanların ancak öğretmen olabileceklerini de anlamak lazım!
Her aileye bir akademisyen düşse bile, mevcut bilim anlayışı ile okur-yazarlığın ötesine geçilemeyeceği aşikârdır.