S A H T E L İ K (*)
Özü: Her şeyin aslı yokluktur. Somut olanların değişimi, ister gelişim, isterse bozum yönünde olsun; varlığın çekirdeği yokluktur.
*
“Sahtelik”, neden bitmiyor; “asıl” olan ne; asıl ile sahtelik neden hep iç içe; biri bitince diğeri de bitecek mi?..
Dünyamıza “korku kafesi” diyen pek çok insan var; giriş serbest, fakat çıkışı yok. Gizli örgütler bu kuşatılmışlıktan esinlenmiş olmalı.
*
Milletlerin, devletlerin birbirine ettikleri zulümleri bitmiyor. Kendi türüne zalim olandan korkmamak mümkün mü? Bu zulmün bitmemesinin sebebi pek çok görülse de gücü/yetkiyi/vaziyeti eline geçirende ortaya çıkışı kalıtsal fırsatçılıktan olmalı. “Yılan kuyruğunu yutuyor.” Deyişi insan soyuna etiket gibi.
Kuyruğunu yutan betimlemesi siyasilerde daha çok görülür.
“Mazlumun yanında”, “içimizden biri”, ..derken,
yükseldiği makamı bedenine dönüştürenler ne kadar çok.
Böyle başkalaşımlara düşen kişiler, bildiğimiz o kişileri yutuyor.
Bu “yutma”, reenkarnasyon literatüründe yaşanan çok özel deneyimlere benziyor:
Ağır hastalık, travma ya da kaza geçiren kişilerin bedenleri iyileşmeden önce o bedende doğan ruh görevi bitip bedeni terk ediyor; iyileşip yaşamı sürecek bedene yeni bir ruh giriyor. Ölmeden beden değişimler doğumsuz reenkarnasyon diye tanımlanıyor.
Bu tür travmatik olaylara tanık olanlar, hasta iyileştikten sonra, kişi hafıza kaybı yaşanmamakla beraber, belirgin karakter değişiminden söz ediyorlar. Böyle kişiler önceden yapamadığı bazı şeyleri yapması, istemediği şeylere, düşkünlük göstermesi gibi tam bir karakter değişimine tanık oluyorlar.
Tanıdığım birkaç kişiden biliyorum: Beyin ameliyatı geçirip iyileşen kişi, daha sonra ameliyattan önceki kişiden çok farklı davranış ve tercihler gösteriyor. İyileşen kişi sanki farklı bir moda girmiş; beyninin atıl duran devreleri açılmış gibi fikir ürettiklerine tercihlerinde büyük değişiklikler göstermesine tanık olduk.
Bu örnekte yaşayan bir bedeni “kullanan” ruhun, ömrünün her hangi bir döneminde girdiği travma kavşağında, bedenini terk etmesi; aynı zamanda o bedene Karma gereği yeni bir ruhun uyumlanması . Buna bir ömürde iki yaşam modeli de diyebiliriz.
Diğeri yaşamının belirli bir döneminde öncekine kıyaslanmayacak ölçüde makam, mevki veya servete ulaşanlar için bu böyle bir akıl yetebilir miyiz?
Bu değişim tabii ki ruhsal değil; fakat çağrıştırması etkili. Böyle kişilerde koşullar el vermediği için bilinç altına bastırılan “asıl” karakterin koşullar elverdiğinde, yüzeye çıkıp hakimiyeti ele geçirmesinden söz ediyorum.
“Nefsin/benliğin katmanları bitmez.” demiş, bilgeler.
“Konu somuttan, soyuta yani psikolojiye giriyor,” dense de konu, aynı temanın farklı etabında; devam ediyorum:
Hani emperyalizmin meşhur yöntemi var:
“sömüreceklerini böl ve yönet i!”
İnsanlık bu “işi” çok eskiden beri “bilim” hatta “iş bölümü” olarak kullanıyor. İşte bu yüzden “uzmanlar” konumlandıkları yerlerde dukalık kurabiliyor. Yakın zamandan iyi bilinir; vesayetçiler.
Her kamusal hizmetin bürokrasi ayağı olduğuna göre; toplumun bu işleri yapacak eğitime erişemeyişi ve kamusal işlerin dolaysız, basit, her kes tarafından görülecek düzeye indirgenmediği için vesayetçi fırsatçılar olacaktır.
Sanırım, bilimde uzmanlık ayrılığını; üretimde iş bölümü kolaylığını; bu iki “zorunlu” zıtlığı, yakın gelecekte Yapay Zeka devrimi çözecek.
Yeri gelmişken bir semptomik tutumu da anmadan geçmeyelim.
Yine tüm mesleklerin dışı ve “kapsayıcısı” olan siyasilerden örnek verelim:
Biri şöyle der: “Dün dündür.”
Diğeri ,” Ben yıllardır aynı çizgideyim;”
öteki, “ Ne dediysem o:..”
karşıdaki, “ konjonktürel…”
….
Tanıdık değil mi; ne çoklar.
Ayrıca hepimizi temsil ediyorlar.
Sonra, “yok efendim, oportünist”/gün oğlu”;
“yok efendim, akşam başka, sabah başka.”;
ya da “onların ipiyle kuyuya inilmez!.”
…
Bütün devletlerin yönetiminde varlar.
Ender olarak, böyle “rotasyonları” öngörenler, topluma “olasılık” ta olsa açıklar.
İyiniyetli olanlar daha özgecidir; öngörülmeyen “rotasyonlar” gerçekleştiğinde, bunu verilmiş sözden dönme ya da tek taraflı güven kırılması olarak görüp, görevini bırakır.
Kur’an’da “gizlenmiş” isimi sure var; hemen onu hatırladım.
Yetmiş dördüncü sure, El-Müddesir :
1.Ey gizlenmiş /sır olan.
2. Ortaya çık ve uyar.
3.Rabbini (vicdani gelişim ve paylaşım sistemi) çokça öv.
4.Giysini (biçim takıntısı) arındır.
5.Yanlış (somut ile çelişen) olanı terk et.
6.Nasibin( emeğin ile vicdani paylaşımdan payına düşen) ile tatmin ol.
…
Güncel yorumu: Tanrının sonsuz bilgeliği, 19 temelli matematiksel mucizeyi anlatıyor.
…
11.Bir birey olarak yarattığım kişiye bırak, Ben ilgileneyim:
12.Onu bol miktarda parayla ( makam vs) donattım.
13.Ve gözünün önünde olsun diye evlatlarla.
14.Onun için her şeyi kolaylaştırdım.
15.Yine de daha fazlasına tamahkar(göz koyar).
16.İnatla bu kanıtları kabul etmeyi ret etti.
17.Onu artan bir şekilde cezalandıracağım.
18.Çünkü, düşünüp taşındı, sonra karar verdi.
19.Verdiği karar berbat.
20. Kararı gerçekten berbat!..
21. Baktı;
22.Suratını astı , mızmızlandı.
23.Ardından kibirli şekilde sırt çevirdi.
24. dediği: “Bu sadece aldatmaca !.”
25.”Bu insan yapımı.”
26.Onu azaba çarptıracağım.
27.Ne azap ama !?
28.Eksiksiz ve kapsamlı.
29.Tüm insanlar için gün gibi ortada…
*
Matematikte sıfırdan dokuza kadar on rakam var. Bu rakamlara işlev veren 63 işaret ile toplam, 73 birim işaret var. (1)
Türkçe harf sayısı 29; Arapça 29, Farsça 35, İngilizce 26, Almanca 30.
Tartışmalı olmakla beraber sözlüklerde Almanca kelime sayısı, 135 bin; İngilizce,500 bin; Fransızca 100 bin, Çince 86 bin, Rusça 150 bin, Japonca 500 bin ; Osmanlıca, 60 bin; Arapça 10 bin kök, 200 bin farklı kelime. Türkçe’de Asyagiller dahil 600 bin civarında kayda alınmış.
Konuşmaya gelince günlük koşullar ve ihtiyaçlar kapsamında farklı verilerde ortalama İngilizce 12 bin ; Almanca 9 bin, ; Arapça beş bin , Türkler üç bin kullanıldığı kayda geçmiş.
Bunları insanlığı neyin birleştireceğini açıklamak için aktarmaya çalıştım.
İnsanlık her zaman matematiğin hakemliğine muhtaç. Çünkü matematikte yorum farkı minimal düzeyde.
Dillerin, kültürlerin sözcük ve anlamların dünyası insanlığı labirent ilişkilere mecbur ediyor.
Dillerin hem ayrı, hem de ayrılığın kaynağı olması, ilginç ötesi durum değil mi?.
Oysa insanlık, medeniyeti dillere emanet etmemiş miydi !?
Tarih tanıktır; yer yüzünde çoğu olumsuzluk dillere sözcüklere dayanır.
Batıda okumuş bazı aydınlarımız, “ İngilizler şu kadar fazla kelimeyle Türkler şu kadar az kelimeyle konuşuyor,” diye rakamsal uçurumların, medeni uçuruma sebep olduğundan söz ediyor.
Bu sözler, ilk bakışta “doğru” görülse de işin aslı; günlük yaşamda, kullanılan kelimelerin çokluğu ya da azlığı vatandaşın bağlı olduğu ülke yönetiminin liyakat karnesi olmasıdır. Vatandaşa ülkesinin sağladığı yaşam koşulları ve o koşulların zihinsel soyutlama konforu günlük iletişimde sözcük sayısını belirliyor.
Fakat değinmek istediğim nokta dil, sözcük, anlam labirentlerinin uzunluğu kısalığı değildi. Sezgi gibi matematiğin de küresel vicdani barışa ulaşmamız için doğanın açık kaynak olarak kullanımımıza sunmasıydı.
Açıklamalar :
(*) Sahte: Farsça saxte,”yapılmış, mamul, düzme”. Saxtan; “yapmak , uydurmak, imal etmek, düzdürmek”.
Sihir: Arapça, shr kökünden “büyü, dolanımcı,telkinsel görüngü, metafizik dolanım.”
Asıl: Arapça,?şl kökünden aşl , “bitki kökü”; (mecazi)soy,ilke, temel/esas”.Aşila: “köklendi; soylu idi”.
Bu tarifler “asıl” ve “sahte” bağını ortaya koyuyor. Kök, “asıl”; dallar “sahte”; ya yapraklar, ya meyvelere ne diyeceğiz?! Görüldüğü üzere günlük kullanımımıza uygun düşmüyor. Demek ki “sorun, dillerin ayrılığı anlamların tutarsızlığında”, diyebiliyoruz.
- Matematiğin alfabesi: 10 adet sayı, 16 Kuramsal sayı, 20 küme, 6 Trigometrik fonksiyon, 13 matematiksel aralık, 8 Arimetik işlem : 73