‘Ya Rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?’-8
Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam edelim…
Önceki yazımın orta yerinde ‘Suriye’ dedim ama öncesinde ‘her türlü zulüm ve zulmün uygulayıcısı sistemler Allah’ın koyduğu sınırları yani sünnetullahı aşmak demektir’ dedim; devamında ‘nitekim son olarak Suriye’deki Baas rejiminin altmış bir yıl boyunca zulüm ile Suriye halkını baskı altında tutmasını ardından son bulması sünnetullah gereğidir’ dedim.
Sonuç: Sonunda toplum yapılan zulümlere karşı ayaklanmış ve zulüm sistemini yerle bir etmiştir; bu da Kur’an’ın zalimlerin ve zalim düzenlerin akıbeti hakkında söylediklerinin hakikat olduğuna dair yaşadığımız hayatta müşahede ettiğimiz en son kanıtlardandır.
‘Suriye’ senelerce A. Öcalan’a ev sahipliği yaptı; o Öcalan’ın öncülüğünde 1978’de PKK (Partiya Karkari Kürdistan) kuruldu, 15 Ağustos 1984’de Eruh-Şemdinli’de kanlı baskınını yaptı, o baskın Türkiye’nin 40 yıl uğraşacağı terör belasının başlangıcı oldu…
Türkiye yıllar sonrasında işte o Öcalan’ı muhatap alacak veya alıyor…
***
Makroda Bütünsellİk, Mİkroda Küreselleşme ve Surİye
‘Ya Rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?’ ana başlıklı bu yazı serimin birincisi 23.12.2024 tarihinde yayınlandı; aynı gün Özer Ataç hemşerim ve arkadaşım ‘Makroda Bütünsellik, Mikroda Küreselleşme’ başlıklı yazısını yayınladı, ben başlığa ‘Suriye’ kelimesini de ekledim çünkü ağırlıklı olarak Suriye sorununa odaklanacağız…
Her ikimizin yazıları akevler.org yayın sitemizde de yayınlanıyor…
Özer Ataç arkadaşımın uzun yazısının girizgâhında yazdıkları ile başlayalım…
“Başlıktaki “makro” kelimesini evren, “mikro” kelimesini ise dünya ile uyumlu görüyorum. Hazcı zalimler ne kadar tersine inanıp faşizan uygulamaları kalıcı hale getirmeye çalışsalar da varlığın farklılığı tamamen yol’a çıkış süresi ile ilgilidir. Yani ayrımcılık değildir. Varlığın canlı olma, canlının bütünsel akla erme süreci, onların tekâmül (yaşayarak eğitim) sürecidir. Onlar arasındaki farklılık bu “eğitime” başlama süresiyle ilgilidir. Bu kadar.
Geçen gün, Siyami Habil Polat arkadaştan Rahmetli Mehmet Zahid Kotku’nun şöyle dediğini okudum: “Bir tane gül yetiştirmek için kırk tane dikeni suluyoruz. Bir genç yetiştirmek için kırk münafık ile cebelleşmeye razıyım.” “Kırk” rakamı öykülemelerde pek meşhur; neredeyse gül çiçeği ile “yarışacak” düzeyde. İletiye “Kırk diken bir gül eder; kırk yıllık mühlet bir güle değer.” ifademi derkenar ettim. Amacım, gülün bir zamanlar diken olduğunu, her dikenin ilahi tekâmül sürecinde gül olacağını belirtmekti.
Önce güncele dair birkaç söz: Küresel Sahipler’in Suriye planı ikinci etaba girdi. Artık biliyoruz; “su uyur düşman uyumaz”. (Yazar buraya şu bilgi notunu eklemiş: (Küresel Sahipler, mistik hiyerarşinin tersi yapılanması olabilir. Enerji, kimya, silah, gıda… hepsini para değeri ile güdüyorlar. Küresel para sisteminin mutasyona uğraması ilginç buluşmaları yaşatacak: Yapay Zekâ. Çokluk, çoğaltma; bir zaman sonra çoğaltanı öznelikten nesneliye, kendisinin özneliğe dönüştürdüğünü bütün biriktiricilere uyarı için kaydediyorum.)
***
“Büyük Ortadoğu Planı” hiç bekletilmedi; aktığı belli olmayan debisi yüksek nehir gibi “sezdirmeden” akmaya devam ediyor. Akış, olası engelleri su seviyesinin yüksekliği ile aşıyor. Nehir suyunda engellere çarpma, çırpınma, dalgalanma beklemeyin. Bölgede oluşturdukları koşullar sebebiyle kimsenin yatak derinliği artan bu akışa karşı durmayacağı görülüyor. Olası itirazlar her daim “diyaloglar”, “uyarılar”, “risk temaslarıyla” uysallaştırılacak.
Bölge küresel dünya sistemine uyumlanacak şekilde Kadim Federatif Yenilenme için hazırlanıyor. Üniter yapıların ‘Küresel Dünya’ için uyumsuz olarak görüldüğü çok açık.
Buradan üniter devletlerin mutlak anlamda küreselleşme karşıtı olduğu sanılmasın.
Onlar, önce adaletli iş birliği ve kalkınma politikaları istiyor.
Sahipler ise onların istediklerinin engelini üniter yapılarda görüyor.
Sizce hangisi doğru?” (Devamı var)