‘Ya Rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?’-9
Önceki yazılarla birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam edelim…
Makroda Bütünsellİk, Mİkroda Küreselleşme ve Surİye
Özerkliğin suyunu çıkarmayalım; “özerklik”, “ünitelik”; tamam da nereye kadar!?
Üniter devletlerin kapitalizmin bu aşamasından sonra, milletler için daha insaflı, makbul hale geleceğine kim inanır?!.
Ben inanamam; medyatik sağanakta bu kanıma aykırı tek kare dahi görmüyorum.
Hemen “mandacılık da böyleydi” diyesiler olacaktır.
İnsanlığın değeri birlikteliğinde; birlikteliğin şerefi, insanlığın ortaklığındadır.
Günümüzde otokratik liderlik çok etkili görülse de küreselleşme programında kalıcılığı olmadığı çok açık. İstisna olarak şuna yarayabilir: Kapitalist dayatmaların atıl bıraktığı, kendi planlarına göre kullanım sınıflaması yaptığı ülkelerde, millî değerlerin öngörülmeyen inşası vatansever otokratlarca sağlanabilir.
Sanırım yurdumuzda yaşanan “hukuksal tedirginliklerin” bir sebebi de bu. Emperyalist dayatıcıların kurallarıyla, ulusal performans kanıtlanmaz. Bu kuralların değişimini hazmetmek, müfredat dışı kalkınma programları uygulamak kolay olmadığından iç stres kesilmiyor.
Diğer taraftan, “illa üniterlik!”, diretmeleri boşuna. Ulusal büyüklüğün, bütünlüğe yarayacak; bütünlüğün ulusal büyüklüğe el verecek optimal düzeyi yakalamalıyız. Bu yüzden yöntemin seviyesini işin ustasından, biyolojik hücreden öğrenelim.
Dünyamızdaki yaşam modelleri tek hücreli yapıların kendi içinde ve dışında geliştirici “organizasyonlar” kurmasıyla oluştu.
İnsanlar olarak kullandığımız bedenler, bu biyo-organizasyonların en üstünde, Yol’a (tekamül sürecine) içte, şuursal; dışta, bedensel olarak devam ediyor.
Konuyu farklı bir alıntıyla renklendirmek isterim:
Amacım alıntıda geçen bütünselliğin küresel dünyaya haklı gerekçelerle direnen üniterliği ya da mesleki anlamda uzmanlığın, gerçek gelişimi tehir eden karakterini ortaya koymak; böylece doğru, basit, kısa olanın tehir edildiğini; doğrunun etrafında dolaşmanın toplumları vaatler ve “aksilikler” ile oyalamak olduğunu belirtmektir.
“… Modern fizikteki gelişmeler, düşünme yönteminin topluma ve doğaya uygulanmasındaki sözde ayrılıkları da ortadan kaldırıyor; bütünsellik yeniden ortaya çıkıyor. Bunu son derece sevindirici yaratıcı buluyorum. Bu kadar şaşırtıcı bulgu ve çözümlemeler içinde benim katkı ve yeteneğimin abartılmaması gerektiğini tekrarlarken, bütünsel bakışın erdemini vurgulamak gereğini duyuyorum. Çok geniş bir alana ilgi duyuyorum ve çok geniş bir alanda araştırma yapmaya çalışıyorum. Bu, insan bakışına getirilen iş bölümünü kırmak demektir; ne yazık, Batı düşüncesi iş bölümünün kıskacı içinde kıraçlanmıştır. Ben ise “ansiklopedik” olmayı istiyorum; en büyük ve “iyi” doktorun “pratisyen” olduğuna inanıyorum. Önümüzdeki zamanda Batı’dan toplumsal alanlarda önemli hiçbir katkı beklemiyorum. Kendi göbeğimizi kesmek zorundayız; eğer çalışmalarımda “yeni” bilgiler varsa bu insan akılını ve bakışını bütünleştirmeye ve ufkunu açmaya verdiğim önemden geliyor. Hep sapmalara bakıyorum, hep yakalamaya çalışıyorum. Duyguyu başka yerde arıyor ve bazen buluyorum. Sonra en soğukkanlı ve acımasız akıl yürütmesine başlıyorum. Bu pek duygusuz bir serüvendir. Öğrenmek sevincimizdir.
Başımıza getirilen iş bölümünü, bir tür zincire vurulma ve bir tür hapislik olarak görmeliyiz; aklın hapisliği, iş bölümünün zincirleriyle gerçekleştiriliyor.
Böyle bakarsak, Batı dünyasındaki ve Türkiye’deki üniversitelerin, insan aklının büyük hapishanesinin koğuşları olduklarını görürüz.”
Görüldüğü gibi uzmanlık yaşayan gelişen bütünsel organizasyonlara eşlik edemez. Tüme varımı ret etmiyorum. Kıyası (analoji), öğrenme yolunda tanıma, akıl yürütme için “işe yarar” görüyorum. Yine de son tahlilde, tüme varımın hiçbir zaman, bütünselliğin tümüne erişemeyeceğini söylüyorum.