HDP ile eli kanlı bölücü terör örgütü PKK arasında resmi ve gayri resmi bir ilişki olduğunu bu topraklarda yaşayan herkes bilmektedir. Öyle olduğu için de birçok HDP mensubu sözde siyasetçi ceza evindedir. Özellikle siyaset arenasında, bu kirli ilişkiler bahane edilerek gözlerden/akıllardan kaçırılmaya çalışılan şöyle bir realite gözüme çarpıyor;
- Kötü, yanlışı eleştiriyor diye yanlış doğru olmaz. Kötü, doğruya doğru diyor diye de doğru yanlış olmaz. Burada mühim olan, senin kötüyü desteklememendir kötünün seni desteklemesi değil.
( PKK / HDP’nin herhangi bir siyasi partiye verdiği destekle alakalı dün gece yazdığım yazının giriş paragrafı ile Terörist başı Öcalan’ın İstanbul seçimleri için şimdi yaptığı tarafsızlık çağrısı birbirine denk geldi. Neye niyet, neye kısmet..!)
***
“Güç kimde ise inisiyatifte ondadır. Oyunun kurallarını da/gidişatını da güç sahipleri belirlerler/yönlendirirler.”
Efendim, 17 Aralık 2010 günü Tunus vatandaşı Muhammed Buazizi, bir pazar yerinde kendini yakmış, buna tepki olarak 18 Aralık günü Tunus’ta halkın sokaklara dökülmesiyle de daha sonra kod adı ile “Arap Baharı” hakiki manada “Arap zilleti” olarak adlandırılacak muhalif hareketlerin fitili, sermaye sahipleri tarafından tutuşturulmuştu.
Hepinizin bildiği gibi, sermayenin o ülke içinde bulduğu paralı figüranlar tarafından galeyana getirilen gruplar ile sonu hüsran, acı ve gözyaşı olan zilletler sahnelenmiş neticede kurulu düzenler bozulmuş, katliamlar yapılmış, insanlar sürgünlere zorlanmış yani ülkeler (Tunus/Mısır/Libya/Suriye) halledilmişti.
Düşünmeden,
Hesabını yapmadan,
Doğru yaptığına inandığın şeyle aslında kimlere ve hangi sinsi planlara taşeronluk yaptığını sezemez isen şayet... sonun, en canlı ve en kanlı örnek ile Irak/Suriye/Libya gibi olur.
“En kötü düzen bile düzensizlikten iyidir.”
Şimdi oralarda yahut buralarda sürgün hayatı yaşayan, evinden/şehrinden uzak insanlara şu soruyu sormak lazım; Şimdiki halinizden, düzenden mi memnunsunuz? Yoksa karıştırılmadan önce ki Saddamlı Irak, Kaddafili Libya ve Esedli Suriye’den mi?
***
Sonuç olarak;
“İçeriden değil dışarıdan nasıl göründüğünüz önemlidir.”
Sermayenin aşikar silahlı gücü ABD ve hin silah gücü İngiltere gibi ülkeler, bir ülkenin başına seçtikleri bir insanı lider olarak koyarken ileriki yıllarda bu lideri hallettikten sonraki o ülkenin uğraması muhtemel faciaların da hesabını mutlaka yaparlar. Arap ülkelerinin yaşadığı trajediler buna en canlı örnektir.
Ülke olarak,
Çok dikkatli olmamız gereken, tehlikeli bir sürecin tam ortasından geçmekteyiz.
“Ülkenizde despot bir diktatör var, demokrasi yok. Size demokrasi getireceğiz!...” diyerek devletleri adeta birer cehenneme çeviren sermayenin silahlı güçleri fırsat kollamaktadır. Türkiye olarak, bu fırsat ortamını oluşturmaktan itina ile kaçınmalıyız.
Meselemiz, İstanbul’u CHPli yahut Ak Partili bir belediye başkanının idare etmesi değildir. Meselemiz, YSK’nun verdiği karar da değildir.
Meselemiz, yapılan yanlış hamleler, çıkışlar, beyanlar ile Türkiye’yi çok hızlı bir şekilde “size de demokrasi lazım” konumuna doğru getiriyor olmamızdır. Bu, yabana atılmayacak kadar çok çok ciddi bir risktir. Anlatabiliyor muyum?
Türkiye’nin bekası için, derhal şahsi hırslarımızı bir kenara bırakmalı, sakinleşmeli ve normalleşmeliyiz. Ötekileştirmeyip birbirimizi kucaklamalıyız.
Bu yazıdan payımıza düşen tefekkür cümlemizde şudur dostlarım;
“İstanbul yerel seçimlerini kaybetmek, Türkiye’yi kaybetmekten çok daha evladır.”… Yazı bitti. Bin selam.