1- (( Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: "Bir gün Ömer'i, binekli olarak ve telaş içinde, hızlı hızlı giderken gördüm; "Ya emire'l-müminin nereye gidiyorsun?" diye sordum. "Devlete ait develerden biri kaçmış, onu aramaya gidiyorum" diye cevap verdi. O zaman ben: "İnan ki, senden sonra bu milleti idare edecek olanlara ağır bir yük bırakıyorsun! Herkes senin yaptığını yapamaz!" dedim. Bunun üzerine şöyle konuştu: "Hz. Muhammed’i (sav) hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Fırat kenarında bir oğlak kaybolsa (yahut bir kurt bir koyunu kapsa) korkarım ki kıyamet gününde onun bile hesabı Ömer'den sorulur..!" ))
2- (( Hazreti Ömer (r.a.) bir gece makamındayken, Ashaptan biri ziyaretine gelir. Selam verir, lakin selamı alınmamıştır. Oturur. Ömer işiyle meşgul! Sahabe bekler. Ömer çalışır. Selam alınmamış, yüzüne bile bakılmamıştır. İş bitince Hz.Ömer mumu söndürür. Bir başka mum yakar ve sonra selamını alır. Konuşmaya başlayınca Sahabe sorar: - Ya Ömer, niçin hemen selamımı almadın ve niçin bir mumu söndürüp diğer mumu yaktın ve ondan sonra benle konuşmaya başladın.
Hazreti Ömer (r.a.): - Evvelki mum devletin hazinesinden alınmıştı. O yanarken özel işlerimle meşgul olsaydım Allah indinde mes’ul olurdum. Seninle devlet işi konuşmayacağımız için kendi cebimden almış olduğum mumu yaktım, ondan sonra seninle meşgul olmaya başladım.” Der demez, Sahabenin gözleri yaşarır, ellerini kaldırarak semaya şöyle yalvarır:
-Ya Rabbi, Hattab’ın oğlu Ömer’i başımızdan eksik etme..! ))
***
Önce, şu önemli tespitin altını koyu, kalın bir çizgi ile çizelim: “ Ne, Hz. Ömer’in şahsiyeti; Olunamaz, yaklaşılamaz, dokunulmaz, cam bir fanus içindeki Kaşıkçı Elması’dır. Ne de, Hz. Ömer'in yaşadığı meşakkatli hayatı biz iki binli yılların Müslümanlarına, salonlarda ve TV'ler de anlatılsın diyerek kurgulanmış bir masaldır.(haşa!) ”
Allah Resulû ve Halifeler zamanında; Yüreğinde Allah korkusu taşıyan sahabe ve tabiinler idareci olmamak için;... Bu zamanlarda ise çok küçük bir kurumun idarecisi olmak için araya en az üç tane adam sokan bizlerin arasındaki takva ve kalite farkını idrak edebilecek bir şahsiyete, kavrayışa sahip miyiz..? Genel Müdür veya Mebus olmak için araya kaç adam sokulur, gizli ve aşikar kaç kulis yapılır varın siz düşünün gayrı..! Bu yazılar ile bu dünyada yanmaz ise şayet, öte dünyada çok beter yanacak canımız.
Oy.
Ne zaman ki Mebusluk, bu ülkede yaşayan insanlar tarafından “Hesap Günü” korkusu ile sorumluluğundan kaçılan, istenmeyen, yani ateşten bir gömlek olarak görülür; İşte O vakit Türkiye lehinde olumlu şeylerden bahsetmeye başlayabiliriz derim.
Bir başka deyişle, ne zaman ki bu ülkenin yönetiminde söz sahibi olacak/seçilecek Mebus/atanacak Bürokratlar, yaşadıkları şehirlerin en şerefli/en dürüst/en ahlaklı/ve liyakat sahibi insanlarının arasından, en uygun olanının soruşturularak/aranıp bulunduğu insanlardan olur; İşte o vakit Türkiye’de işler yoluna girmiştir derim.
Peki bu Cennete eşdeğer topraklarda; Nasreddin Hoca’nın itibar gören kürküne sahip olmak istemeyecek ya da kürkünü giymişlere hayranlık duymayacak, yalakalık göstermeyecek, tek gayesi Allah’ın rızasını kazanmak olacak “Mebus” olarak tespit edilebilecek insanlar var mıdır..!?
Ne zaman ki, Aziz Milletimizin mensupları olarak fert fert şu lacivert sözün birinci cümlesinin muhatabı/eri/ereni oluruz. İşte o vakit ölsek de gözümüz arkada kalmaz derim;
“Sahip olduğun şahsiyetinin bir ederi olacak. Sahip olduğun makamın, malın, mülkün değil. Şahsiyet söz söyler. Diğeri laf eder..” Şahsiyetinin ederi Allah katından olacak; Dolar, Euro, Sterlin, Türk Lirası ve Kürk cinsinden değil. Ne mutlu, şahsiyetleri Allah katından mühürlenip/tescillenerek verilmiş insanlara/mebuslara.
Son olarak;
Dilin değil yüreğin dile geleceği ve yüreğin, bu fani dünyada kime aşina olduysa ve neyi sevdiyse onun ismini söyleyeceği o zor vakitlerde, sorgu meleklerinin: - Rabbin kimdir? Sorusuna: - Rabbim Allah’tır. Diye cevap veren kullarından eyle, bize acı Yarabbelalemin!….Yazı bitti. Bin selam
saymayansayilmaz@gmail.com