Edebiyat denince şiir, roman, öykü, tiyatro, senaryo, destan, ağıt, mesnevi, masal, anı, biyografi türleri, mizah, eleştiri gibi “hayalin” ve “sübjektifliğin” belirleyici olduğu eserler anlaşılır. Edebiyatı; bilim ve hukuk metinlerinden ayıran en önemli özellik, “gerçek” ile olan ilişkisidir.
Bilimsel ve hukuki metinler, konusu ve yüklemi bilinebilen önermelerdir. Bilim ve hukuk, ölçülebilen ve sayılabilen somut değerleri anlatır.
Oysa edebi eserlerde hayal, varsayım, arzu, sübjektif yaklaşım… esastır. Buna resim, söz, nota, beste ve dans da eklenebilir. Ölçülebilen ve sayılabilen somut değerler edebi eserlerde ancak hayale ve varsayılanlara malzeme olduğu ölçüde yer alır.
Örneğin; bir romanın malzemesini, tarihi şahsiyetler ve yaşadığı döneme ilişkin tarihi kaynaklar oluştursa da kitap “roman” diye okuyucuya takdim ediliyorsa ancak eğlendirici, düşündürücü ve hayali tetikleyici olabilir.
Romanda yazılanların gerçekliği iddiadan öteye gidemez.
Gerçeği yazmayı düşünen biri, konuyu bilimsel bir dil kullanarak en azından makale veya kitap tekniği ile okuyucuya sunmalı.
Klasik usul kitaplarında edebi eserlerin tamamı “hezl” şeklinde tanımlanır ve ciddiyeti eğlendirme ve duygulandırmanın ötesine geçemez.
Hezl; düzmece, şaka, oyun… şeklinde sunulan yazılı, sözlü, jest, mimik ve müzikle de zenginleşebilen takdimlerdir.
Bu tür edebi eserlerin içeriği ne olursa olsun ciddiye alınamaz ve “yargı” konusu da yapılamaz.
Kendisini edebiyatçı olarak takdim edenler; eğlendirici, duygulandırıcı ve hayalleri kışkırtanlar olarak muamele görürler. Bu kişiler saraylarda ağırlanabilirler, zenginlerin sofralarında başköşeye oturtulabilirler, kamuoyunda değer de görebilirler… ama konu gerçeklik olunca, bu insanlar ve eserleri “ciddi”ye alınmaz.
Hatta şahitlikleri kabul edilmez, rivayetlerine de itibar edilmez.
***
Edebiyatçılar; toplumda izzet, ikram ve itibar görseler de konu dini bir mesele olduğunda edebiyatçı ciddiye alınmaz. Yazdıkları ve söyledikleri ne kadar güzel ve etkileyici olursa olsun, konu gerçekliğe gelince “edebiyatçının bilgisi”ne fıkıh ve kelamda değer verilmez.
Çünkü yaşamını edebiyata adamış biri, ne kadar inanmış olursa olsun, düşünce refleksleri “hayal” zemininde şekillendiğinden bilimsel görüşü ve fetvasına itibar edilmez.
Kelam, usul-u fıkh ve fıkıh gibi önemli ilimlerde itibar görmeyen şiir, roman, öykü, tiyatro, senaryo, destan gibi eserler muteber değildir ve bunları telif eden kişilerin “ehliyetleri de arızalı”dır.
Ciddi konulardaki sözlerine ve eylemlerine itibar edilmez.
***
Edebi sözler ve eylemler, etkileyici ve akılda kalıcıdır. Bu yönüyle edebiyat her dönemde önemlidir. Edebiyatçı; hukukî olarak ne kastedildiği tam olarak anlaşılamayan cümle ve cümleciklerle, ilginç çağrışımlar uyandırılabilir ve insanlar kolaylıkla manipüle edebilir.
Son yüzyılda sinema ve televizyon bu alanda oldukça etkili oldu.
Hayatını ima, imaj, metafor, mecaz…lara adayan kişileri gözetim altında tutmak ve eserlerini sansürlemek doğru değildir. Övdüğünde göklere çıkarılan sanatçıları ve edebiyatçıları, eleştirdiğinde hapse atmak İslamî bir tutum değildir.
Övdüğünde de eleştirdiğinde de ciddiye alınmaması gereken insanları, bilimden ve hukuktan daha fazla önemsemek ancak cahillik olabilir.
Bir şair, romancı, öykü, senaryo yazarı… birileri hakkında istediği hükmü verebilir ama verdiği hükümler ciddiye alınamaz. Kâfirdi, fâsıktı, haindi, zalimdi… sözleri de hükümsüzdür, söylememiş gibidir.
Bu açıklamaların kabul görmeyeceğini biliyorum:
Çünkü bizler; edebiyatçıyı kurtarıcı ve hakikatin sözcüsü yapmış bir milletiz. Akıl tutulması gibi ciddi bir konuyu bile şiir okumadan açıklayamıyoruz.
Sanatçının ve edebiyatçının sözüne ve eylemine itibar edilmez, diyen İslamî ilimlerin 1400 yıllık geçmişini buruşturup çöpe atmak, her konuya bir edebiyatçıyı tanık ve delil göstermek… İslam Dini’nin yeryüzünü terk ettiği anlamına gelir ki, Allah korusun!
Neden analitik düşünmekten, konuşmaktan ve yazmaktan hoşlanmıyoruz da her fırsatta şiire ve şaire, romana ve romancıya sığınıyoruz?
Neden gerçekler dünyasından kaçıp hayale ve duyguya kapılıyoruz?
Bilim ve bilim insanları neden bu kadar değersiz?
Bu kolay düzelebilecek bir yanlış mıdır?