http://www.egedesonsoz.com/yazar/parlamento-disi-islamci-anayasa-calismalari/9597
Son yüzyılda parlamentolar dışında anayasa üzerinde çalışan iki kişiden biri, 8 dilde kitap yazabilen Hindistanlı Prof. Dr. Muhammed Hamidullah(1908-2002)’tır. Hamidullah’ın anayasa bilimi ve hukukuna dayanak yaptığı model Hz.Muhammed’in hazırlanmasına öncülük ettiği “Medine Sözleşmesi”dir.
Sözleşme, önce Medineli Evs ve Hazrec kabileleri arasında 4 madde üzerinde anlaşılarak imzalanmıştır. Yaklaşık iki yıl içinde sözleşmeye katılanların sayısı 12’ye çıkmıştır. Bu sözleşmeyi 2 Mü’min, 3 Yahudi, 7 de Müşrik Arap kabilesi kendi irade ve rızalarıyla imzalamışlardır.
Tarihin ilk yazılı anayasa metni ve “toplum sözleşmesi” olan bu metinde herhangi bir ayetin yer almaması bir tartışma yaratmamıştır.
Medine Sözleşmesine göre; Hz.Muhammed, 12 kabile üzerinde yasama ve yürütme gücü olmayan, ancak “zilyedlik” ve “hakem başkanlık” yetkisi kullanabilen bir başkandır.
***
2016 yılına kadar anayasa konusunda, Namık Kemal’in, Birinci Meclis(1921 Anayasası)’in, Hamidullah’ın ve Süleyman Karagülle’nin dışında yaklaşık 50 Müslüman ülkede anayasa hazırlanmış fakat kayda değer bir yöntem ve metin ortaya koyulamamıştır.
Bazı devletlerin anayasasına “Şeriata saygılı…” ve “Devletin dini İslâm’dır” ibarelerini yazılması, Müslüman halkı tatmin etmeye yetmiştir!
***
1979’da hazırlanan İran İslam Cumhuriyeti Anayasası “Anayasa Kur’an’dır” sloganının etkisinde kaleme alınmıştır.
“Anayasa Kur’an’dır” sloganı, Müslümanların İslâmî ilimlerden ne kadar uzaklaştıklarının en belirgin kanıtlarından biri olmalıdır:
Bilinmelidir ki; anayasa gibi bütün hukukî/fıkhî metinler, “hükümler”den oluşur. Oysa Kur’an; hüküm değil, hükme birinci dereceden dayanak, kaynak olan “delil”dir.
Hanefî, Şafiî, Malikî… Caferi, Zeydi, İmamiyye, Zahiri… gibi İslâm fıkhına (hukukuna) ilişkin görüş bildiren tüm ekollere göre, Kur’an ve hadis gibi metinler “delil”dir; hüküm değildir. Söz konusu delillere dayanılarak elde edilen “içtihat” ve “icma”lar ise “hüküm”dür.
İslam âlimleri, sadece “delil”in ve “hüküm”ün ne demek olduğunu anlatmak için usule ilişkin yüzlerce çok ciddi kitaplar yazmışlardır.
Usûle göre; Kur’an “kesin”, hadisler ise “zanni delil”dir. Yine fıkıh usûlüne göre İcma-oydaşma-consensus “kesin hüküm”, içtihat ise “zanni hüküm”dür.
Bu nedenle anayasa gibi herkesi bağlayan metinler, ancak “kesin hükümler”den, yani (Medine Sözleşmesinde olduğu gibi her inancın ve felsefenin serbest iradesi ve rızasıyla katıldığı ama hiçbir inanca üstünlük tanımayan) “icma-oydaşma”lardan oluşabilir.
Üzerinde icma-oydaşma olmayan konularda kesin hüküm olamayacağına göre ihtilaflı görüşler anayasaya yazılamaz. 1921 Teşkilât-ı Esasiye Kanunu da bu usulle yazılmıştır ve tartışmalı maddelere de yer verilmemiştir.
Anayasada irade ve rıza şartı ancak uzlaşma ile olabilir.
Bu ve benzeri basit ayrımları yapamayanların, “Kur’an Anayasadır” gibi ne anlama geldiğini bilmedikleri bir sloganı rehber edinmeleri, İslâmiyet adına şaşılacak bir durumdur.
***
20. Yüzyılda parlamento dışında özgün anayasa çalışması yapan ikinci kişi de Süleyman Karagülle’dir.
Karagülle, benimsediği yöntem gereği anayasa dahil her konuda klasik İslâmî usûl ilimleriyle yüksek matematiği ve fen bilimlerini üst düzeyde birlikte kullanabilen ender kişilerden biridir.
Denebilir ki, bu konuda Türkiye’de tektir.
Hamidullah’ın Karagülle’ye yazdığı mektubu 1988’de okuduğumda şaşırmıştım. “… dünyada seni anlayacak beş kişi olduğunu sanmıyorum… ” diyordu.
Karagülle; 1973’den 1981’e kadar “Milli Görüş Anayasası” adı altında yaptığı çalışmaları, 1982 Anayasasının hazırlanmakta olduğu günlerde tamamlamıştı. Bu metinleri Kurucu Meclis’e sunmak istiyordu. Benim Karagülle ve arkadaşlarıyla tanışmam da bu günlerde oldu.
Karagülle’nin anayasa konusundaki ısrarı öncelikle “yönteme” ilişkindi:
“Türkiye’de her parti, üniversite, sendika kendi anayasa metnini hiçbir ön koşul olmadan hazırlayıp Kurucu Meclis’e sunabilmeli… Bunun dışında kalan sivil oluşumlar da, hazırladıkları anayasa metnini, doktora yapmış en az 10 bilim insanına imzalatabiliyorlarsa metinleri Kurucu Meclis tarafından dikkate alınmalıdır.
Kurucu Meclis’in görevi ise, sadece söz konusu metinler arasında uzlaşma olan konuları maddeler halinde belirleyip üzerinde herhangi bir yorum yapmaksızın kamuoyuna ilan etmek olmalıdır.”
Açıkçası Karagülle, Medine Sözleşmesi hazırlanırken nasıl bir “yöntem” izlenmiş ise bunun izdüşümü olabilecek bir yöntem ile bugün de benzer katılım ve uzlaşma sağlanabilir, görüşündeydi.
Karagülle bu öneriyi yaparken, kendi çalışmasının altına imza atabilecek doktorasını tamamlamış en az 10 arkadaşı da vardı.
Üzerinde çalıştığı İslâm Anayasası’nın giriş maddesi şöyleydi;
“Resmi dili Türkçe, merkezi Ankara, bayrağı al zemin üzerinde beyaz ay yıldız, marşı Akif'in İstiklâl şiiri olan, ülkesi ve ulusu ile bölünmez bir bütün olarak, Türk halklarının Türkiye'de kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, insanlık içinde yerinden yönetime saygılı, çoğulcu, demokratik, laik, liberal ve sosyal, çoklu hukukun uygulandığı, hakemlerden oluşmuş bağımsız, tarafsız, saygın ve etkin bir yargının denetiminde ve Milli orduların güvencesinde, bir hukuk devletidir. Bu hükümler de, ancak Meclis’in ittifakı ile değiştirilir” idi.