Son şansa zaman yok!
Adil Düzen’in birinci maddesi “Devlet; ekonomiyi makro politikalarla yönetir. KİT gibi bir işletmesi olamaz. Para çıkarır, vergi toplar ve Yeminli Bürolar aracılığı ile bedelsiz kamu hizmeti yapar. Vergi oranları Anayasa’da belirlendiği şekilde üretimden ve bir yerde alınır. Hizmet sektörü ise vergilendirilmez.”
Bu görüşler o kadar çarpıtıldı ki, “Adil Düzen devletçi ve sosyalist bir ekonomiyi savunuyor” dendi.
İkinci önermesi ise “Hükümetler ekonomiyi kredi politikaları ile yönlendirebilir. Kredi de mükelleflere ödedikleri “vergi” miktarı ile orantılı kullandırılır. Teşvikler ise “üretimde emeğin ortaklığı”, “geleceğin sektörleri” ve “istihdam”a göre verilir.”
Ekonomiye ilişkin üçüncü kuralı ise “Herkesin çalışabileceği bir işi olacak. Kendi işini kuramayanlar ve özel sektörde iş bulamayanlar madencilik, ağaçlandırma, hazine arazilerinin tarıma hazırlanması, yol, inşaat… gibi sektörlerde çalışabilecekler. İmarda doyum olamayacağına göre işsizlik diye bir sorun olmayacaktır.
Tembellik suç değildir ama çalışan ile sosyal yardım alanlar arasındaki gelir farkı, insanları çalışmaya teşvik edecek miktarda olacaktır.”
Adil Düzen’in laiklik konusundaki görüşleri “Her din, mezhep ve tarikat aynı yasal haklara göre faaliyet gösterecektir. Her bir dini kuruluşa, üyelerinin sayısı ve suç işleme oranına göre bütçeden bir pay verilecektir. En çok payı, en az suç işleyen dini kuruluşlar alacaktır. Müslümanın özel bir hakkı olmayacaktır. Cami ve Cemevi görevlilerini yöre sakinleri seçecektir.”
Bu tanıma göre bütün gayrimüslim cemaatler, yasal dışı durumda olan Aleviler ve tarikatlar aynı yasalara göre faaliyet göstereceklerdir.
Demokrasi konusundaki görüşü şudur: Her siyasal görüş, düşüncelerini açıklama ve yaşama hakkına sahip olacaktır.
Ülkenin tamamında değil; 20-30 bin nüfuslu (yaklaşık 10 bin seçmen) yönetimler; kendi yasalarını hazırlama, uygulama, suçluları yargılama ve cezalandırma, iç güvenliği sağlama hakkına sahip olacaktır. Beldeden çıkmak isteyenler veya çıkarılanlar taşınırlarını alıp çıkabilecekler. Taşınmazları ise 6 ay 1 gün içinde, piyasa fiyatı ne ise onu alacaklardır.
Her siyasi görüşün Türkiye’de ne kadar belde, ilçe, il kurabileceğine belde halkı karar verecektir. Mahalli idareler, merkezi yönetimden izinsiz dış borç alamayacaklardır.
Ordu kurmak ise merkezi yönetimin yetkisinde olacaktır.
Her siyasi görüşe tanına haklara göre Türkiye’de komünist, sosyalist, devletçi, etnik, teokratik, demokratik, liberal, karma… veya şu an nasılsa ben öyle yaşamaya devam etmek istiyorum diyenler, beldelerinde kendi kamu düzenleri ile merkezi hükümetin güvencesinde yaşayacaklardır.
Adil Düzen’e göre konuşma ve yazma düzeyinde kalmış, eyleme dönüşmemiş hiçbir görüş suç olamaz. Bilimsel araştırmalar ve deneyler sigortalıdır. Bilim insanları arasında cinsiyet, dini ve siyasi görüş ayrımı yapılamaz. Yasalar dışarıdan beyin göçü almayı teşvik edecek şekilde düzenlenir…
Adil Düzen; etkin, hızlı karar veren ve seçimle oluşan “hakemlik sistemi”nden yanadır.
Yasaları yerel ve merkezi parlamentolar yapar. Akit serbestliği, hukuk düzeninin olmazsa olmazıdır. Her yurttaşın hukuka uygun yaşaması ve adaletten yararlanması için mutlaka seçtiği bir hukuk müşaviri olacaktır. Hukuk müşaviri olmayan yurttaş anlaşma yapamayacaktır. Hukuk müşavirliği kamu hizmeti olduğundan, müşavirler ücretlerini hizmet verdikleri yurttaş sayısına göre kamu bütçesinden alacaklardır.
Adil Düzen’e göre dini, bilimsel, ekonomik, siyasi, eğitim, sağlık… yaşamın her yerinde kadın-erkek eşit haklara sahip olacaktır. Askerlik de gönüllü olacak ve askerlik yapanlar bir ömür boyu özel haklara sahip olacaktır. Kadınlar da erkekler gibi gönüllü asker olabileceklerdir.
Askerlik yapmak istemeyenler 18’den 65 yaşına kadar her yıl askerlik yapmama vergisi ödeyeceklerdir. Askerlik yapmayanların siyasal hakları tam olmayacaktır. Seçebilecekler ama seçilemeyeceklerdir…
…
***
Ak Parti, her zaman başvurabileceği Adil Düzen seçeneğinden hep uzak durdu!
Bunun yerine;
1-Ak Parti yola medyanın ünlü aslan terbiyecisi “liberaller” ile çıktı.
2-İlk seçime “Ecevit’ten daha iyi yöneteceğiz” sözüyle girildi. %34.5 oy ve 365 milletvekili çıkarıldı.
3-Kasım 2002’den 2007’ye kadar bütün olumsuzluklar “Normalleşme!” sloganı ile aşılmaya çalışıldı.
4-TÜSİAD; ihalelerde iş bitirme limitlerinin yüksek tutulmasını isterken, Erdoğan ise Türkiye’nin üç-beş müteahhitten kurtarılmasından yanaydı. İşler küçük ihalelere bölünerek yüzlerce müteahhit arasında pay edildi.
5-2001-2007 yılları arasında Ak Parti’nin bir ideolojiyi savunduğu söylenemezdi. Muhafazakârlık ise rahat konuşamayanların ancak ödünç kullandıkları bir kavram olabildi.
6-Parti, geniş bir koalisyonla kurulmuştu. Fakat bir durum dikkat çekiciydi: “İhaleleri” Ak Parti, “İdareyi” ise o günlerdeki adıyla “Cemaat” yapıyordu. İhale almak ve devlette iş bulmak isteyenler de gönüllü-gönülsüz Cemaate yanaşıyordu.
7-27 Nisan; bir dönüm noktası oldu. Buna “Ak Parti’nin Kapatılma Davası” da eklenince yeni hamleler kaçınılmazdı.
8-Ak Parti, Gül’ün cumhurbaşkanlığını fırsata dönüştürerek bütün gücünü “Vesayetsiz Siyaset” üzerinde yoğunlaştırdı. Bu dönemde Ak Parti-Cemaat dayanışması tavan yaptı. Emekli veya muvazzaf paşa, rütbesine bakılmaksızın tutuklanabiliyordu.
9-Mafya silinmiş, paşaların vesayetine de son verilmişti. 2010’da Anayasa referandumu o kadar abartılmıştı ki, iş mezardan ölü çıkarıp oy kullandırmaya kadar vardırılmıştı.
10-PKK’ya karşı iki farklı yol izlendi; biri “Açılım”dı ve bunun yürümeyeceği ilk günden belliydi. Diğeri de “İnlerine girmek”ti ki, bu da PKK’nın müstahak olacağı bir çözümdü!
11-Türkiye, sermayenin ve iktidarın tekelleşmesi, siyasetin de tiranlaşması gibi bir yol ayrımına gelmişti. Koalisyon önce Gezi’de, sonra da 17-25 Aralık 2013’te büyük gürültülerle yıkıldı. Çatışma, bütün kurallar göz ardı edilerek yapıldı. 15 Temmuz’a gelindiğinde ise Cemaat denen mübarek(!) yapı, FETÖ patenti ile hitama erdi.
12-FETÖ; Ak Parti’yi yeni arayışlara zorluyordu. Devlet aygıtı devreye girmiş Devlet Bahçeli’yi ikna etmişti. Bir de oyu hafif fakat stratejik değeri ağır basan Doğu Perinçek ve arkadaşları iktidarın gizli ortağı yapılmıştı.
13-Dış politikada ABD, AB, Medeniyetler İttifakı, BOP eş başkanlığı, İslâm ülkeleri ilişkilerinin geliştirilmesi, Afrika açılımı, komşularla sorunsuz gelecek… derken Arap Baharı ve önü alınamayan olumsuz gelişmelerin son durağı ise Şangay alternatifi oldu!
Özetlersek;
Ak Parti ve Erdoğan eski arkadaşlarının çoğu ile yolunu ayırmış, yeni “yoldaş” ve “ülküdaş”larla da henüz bir politika oluşturamamıştı. Her geçen gün Ak Parti’nin, Erdoğan’ın ve Türkiye’nin düşmanları da artıyordu.
Türkiye yine yol ayrımındaydı!
Ak Parti’ye yeni bir renk verecek ve Erdoğan’a yeni bir siyasi sükûnet kazandıracak bir hamle gerekiyordu.
80 milyon yurttaşın neşe ile gününe başlayacağı, enerjisini verimli işlerde harcayabileceği ve komşularının da emin olduğu bir Türkiye’ye çok ihtiyacı vardı.