Yeni bir hayat, ancak yeni bir kent ile gerçek olabilir. Bunun açıklaması da kent kültürü üzerinden yapılabilir.
Konumuz İslam’ı yeni kimliklere bürüyen kentler olduğuna göre, ilk akla gelenler Medine, Şam, Kufe, Basra, Bağdat, Kahire, Granada, Meşhed, Tebriz, Kum vs kentleridir. Bu kentler nasıl tarihsel ve sosyolojik bir geçek ise İstanbul ve Ankara İslam’ı da Türkiye Müslümanları açısından sosyolojik bir olgudur.
Türkiye’nin İzmir, Kürt ve Alevi gibi farklılık gösteren İslam yorumları da var ki umarım bunları bir başka yazımızda değerlendiririz.
***
İstanbul; Konstantinopolis’ten Cumhuriyet’e kadar başkentti. Her türlü etkinlik İstanbul’da yapıldı ama siyasetin istekleri, etkinliklerin icrasını sürekli etkiledi.
Azgın krallar ve sultanlarla nasıl iyi geçinilir veya şerrinden nasıl emin olunur… Kurnazlığın, desisenin, ayak oyunlarının, saray entrikalarının alası… bunların her çeşidi İstanbul’da uygulandı ve kent kültüründeki yerini aldı.
Dolayısıyla İstanbul’da Hıristiyanlık ve İslam, bu kültürel ortamda ve siyasetin bazen himayesinde bazen de denetiminde kendisini yeniden inşa etti.
Ahlak denince de İstanbul’da ilk akla gelen “kibre varan alçak gönüllülük” oldu.
***
İstanbul uleması, İlk dönem İslam alimlerinin ticaretle veya bir meslekten edindikleri kazançla yaşadıklarını iyi bilir. İstanbul’da ise kendi kazandığı ile yaşamını sürdüren ünlü bir alime rastlanmaz.
Dünyanın her yerinde yazılmış kitaplar İstanbul’da okunmuştur. Ama yaşama ancak siyasetin izin verdiği bilgiler aktarılabilmiştir.
İstanbul’da tembellik öyle boyutlara varmıştır ki, 450 yıl Osmanlı’ya başkentlik yapan bir kentte, yeni bir bilim dalı doğmamıştır. Bilimsel devrimlerin dünyayı küresel ölçekte sarstığı bir dönemde İstanbul ulemasının icat ettiği bir ilim yoktur.
Ana başlıklarıyla tanımlamak gerekirse İslam’ı temsil eden İstanbul uleması;
1-Allah’ın emirleri ile sultanın emirleri çatıştığında tercihini sultandan yana yapmıştır.
2-Tartışmayı sevmez, bunu saygısızlık sayar. Yeniliği de kıskanır.
3-Siyaset yapmaz gibi görünür ama en iyi bildiği ilm-i siyaset ile her türlü kurnazlığa, iftiraya, pragmatizme, kelle koparılmasına makam ve mevki için alet olur.
4-İçinde yer almadığı bir isyan, sokak hareketi veya saray içi darbe yok gibidir.
5-Ulufecidir. Ya devletten beslenir ya da halktan. İlmin izzetinden taviz vermezdi… sözü ise laf-ı güzaftı.
6-Molla Hüsrev ve Katip Çelebi gibi bazı tekiller özgün alimlerdi ama bir medrese kuramadılar ve bir ekole de öncülük yapamadılar.
7-İstanbul İslam’ı namazcı ve oruççudur. İslam’ı ibadetlere indirgemeyi, onları da törenleştirmeyi sever. Hz.Peygamberin kıldığı ve kıldırdığı farz namazlar, İstanbul camilerinde seramoniye dönüştürülmüş.
8-Matematik, fen ve mühendislik bilimlerinin hızla geliştiği dönemde İstanbul’da ulema tefsirde, fıkıhta, kelamda ve hadiste ancak haşiye ve havaşi (yorumun yorumunun yorumları) yazabilmiştir.
9-Bir laboratuarı olmayan başkentte sayısız tekke, dergah, medrese, türbe, şeyh, dede, baba, dede baba… olabilmiştir.
10-Konstantinopolis düşerken Ortodoks ulema “Meleklerin kanatları var mıdır, varsa nasıldır”ı tartıştığı alaya alınır da, İstanbul’un işgal günlerinde Padişah’ın cülus töreninde saray bürokrasinin, paşaların ve ulemanın şemsiyeyi kimin tutacağı krizini konuşmaz. İşgal günlerinde, geleneksel İslami kurumlarda nelerin konuşulduğunu ve nelerin yapıldığını kimse gündeme getirmez…
***
Ankara İslam’ı, İslam’ın bu kentte ortaya çıkan modern bir yorumudur.
Ankara; İstanbullular için bir taşra kasabası ve sürgün yeridir. Mustafa Kemal, iyi bir tarih okuyucu olduğundan İstanbul gibi entrikanın ve ilm-i siyasetin kol gezdiği bir kentte yeni bir hayatın kurulmayacağını görmüştü.
Eğer Mustafa Kemal, büyük taarruzdan sonra İstanbul’a yerleşseydi yaptığı hiçbir yenilik başarılı olamazdı ve Anadolu da gelişemezdi.
“Cumhuriyet” idaresi dışında bütün devrimler İstanbul’da birkaç kez yapılmıştı. Kent kültürü nice yeniliği çiğneyip tükürdüğü gibi bu yenilikleri de etkisizleştirmişti. Fakat Ankara’nın böyle bir kent kültürü yoktu. Özellikle entrikalara adapte olmak, henüz Ankaralıların akıl erdirebileceği konular değildi. İstanbullulara göre çok saf ve temiz insanlardı.
Dolayısı ile Ankara’da henüz yeni ortaya çıkan Ankara İslam’ı, İstanbul İslam’ından çok farklıydı:
1-Mustafa Kemal’in açtığı ilk mescit, 1.Meclis’in girişinde hemen sağdaki büyük odaydı. Küçücük meclisin genel kurul salonundan sonraki en büyük odası mescitti. Namazlar da seramonisiz kılınırdı.
2-Ankara; 1924’te Kur’an ve Buhari’nin Meclis kararı ile çeviri ve yorumunun yapılmasına karar vermişti.
3-Elmalılı’nın meal ve tefsiri ile Babanzade Ahmet Naim ve Kamil Miras’ın Buhari’nin tercüme ve yorumları Ankara İslam’ının başyapıtlarından sayılmalıdır.
4-Ankara ulemasız bir başkenttir, klasik anlamda ulemaya da karşıdır. Halk, kendi aklı ve vicdanı ve okur-yazarlığı ile aracısız bir İslam’la baş başa bırakılmıştır. Hiç alışık olunmayan bu durum, bir süre sonra devletten bir şeyler beklemeyen orijinal bir İslam anlayışına yönelmiştir.
5-Ankara İslam’ı denince anlaşılması gereken Mustafa Kemal’in din politikası ve Ankara İlahiyat Fakültesi’dir. İstanbul’da uzun süre tartışılan “Yeni İslam”, Ankara İlahiyat Fakültesi’nde olgunlaşmaya başlamıştır. İlahiyat’ın hocalarının İstanbul ulemasına benzemediği, hatta birer sapkın oldukları sıklıkla gündeme gelmiştir. Denebilir ki, İstanbul ulemasına bile uluslar arası nitelikte araştırma yapmayı Ankara İlahiyat Fakültesi öğretmiştir.
6-Hurafelere karşı en etkili mücadeleyi Ankara İslam’ı yapmıştır. Ankara İlahiyat’ta dini bir seramoninin ve debdebeli bir dini törenin yapıldığı görülmemiştir.
7-Her ilde siyasetin önemli figürleri arasında din adamları olmasına rağmen uzun süre Ankara İlahiyat kökenli bir siyasetçiye rastlanmamıştır. Zamanla İstanbul İslam’ı Ankara İslam’ını etkilemeye başlayınca, siyaset Ankara İlahiyatı da etkilemeye başlamıştır.
8-Bin yılların Konstantinopolis ve İstanbul siyaseti, önce Ankara siyasetini ve ekonomisini, sonra da Ankara İslam’ını baskı altına alabilmiştir. Bugün gelinen noktada Ankara İslam’ı sosyolojik bir olgu olmaktan uzaklaşmış, sadece tekil örneklerle temsil edilebilir olmuştur.
9-İstanbul İslam’ı o kadar etkili bir noktaya gelmiştir ki, yüz yıllarca dağ köylerinde tedris edilen Kürt İslam’ı da İstanbul İslam’ının hastalıklarına yakalanmış ve siyasetin göbeğine düşmüştür. Öyle ki, yüzyılların mütevazi Kürt İslam’ı; PKK’nın Marsist Leninist Nasyonal Sosyalist ideolojinin yanında yer alabilmiştir.
10-Kötü para iyi parayı kovduğu gibi tutucu ve hastalıklı İstanbul İslam’ı, “İzmir hariç” bütün İslami yorumları kovmuş ve kendisine benzetmiştir.