MÂİDE SÛRESİ TEFSÎRİ(5.sure)
Süleyman Karagülle
2538 Okunma
MAİDE 51-53

***

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 35

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ(51) فَتَرَى الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يُسَارِعُونَ فِيهِم يَقُولُونَ نَخْشَى أَنْ تُصِيبَنَا دَائِرَةٌ فَعَسَى اللَّهُ أَنْ يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ أَوْ أَمْرٍ مِنْ عِنْدِهِ فَيُصْبِحُوا عَلَى مَا أَسَرُّوا فِي أَنفُسِهِمْ نَادِمِينَ(52)

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا

(YAv EayYuHav elLaÜIyNa EAMaNUv)

“Ey iman etmiş olan kimseler.”

Yâ Eyyühâ” bu sûrede 18 defa vardır; 16’sı “Ey İman Edenler” olarak geçmekte, 2’si ise “Ey Resul” olarak geçmektedir. “Ey Resul” hitabı yalnız bu sûrede vardır. 16 “Ey İman Edenler”e karşı sekizde bir oranında “Ey Resul” geçmiş bulunuyor.

Bir topluluk vardır. Onlar Cuma namazını kılanlardır. Onlara topluca hitap ettiği zaman “Ey İman Edenler” diye hitap eder. Onların başkanlarına hitap ederken de “Ey Resul” diye hitap ediyor. Bundan önce “Ey Resul” diye hitap etmişti.

Kur’an’da “ey insan, ey nâs, ey nebi, ey resul ve ey mü’minler” geçmektedir. Bunların ayrı arı manâlandırılması gerekmektedir.

  1. “Ey insan” dediği zaman doğrudan insanın şahsına hitap etmektedir. Sosyal bir varlık olarak değil de insanı kişi olarak ele alır. Allah doğrudan onunla muhatap olur.  Topluluklar ve diğer her türlü mükellefiyetler bir araçtır. İnsanı imtihan etmek için onu topluluk içinde yaratmıştır, ona topluluk içinde görevler vermiştir. Nasıl okul, öğretmen, dersler, imtihanlar sırf insanı yetiştirmek için varsa, tüm diğer olaylar da hep kişi içindir. İşte “ey insan” diye hitap ettiği zaman artık aracı kalmıyor, perde kalmıyor, insan doğrudan Tanrı’sına muhatap oluyor. İnsan Allah’a karşı garurdur, yanılmıştır, O’na tam teslim olamamaktadır, O’nun verdiği hükme teslim olamamaktadır. O kadirdir. Devamlı çaba içindedir. Tırnmakları ile yola yaşamalaydır.
  2. İkinci kısım ise insanın topluluk içindeki durumudur. Allah insana topluluk içinde nasıl yaşayacağını dört yoldan öğretmiştir.
    1. “Ey nâs” diye hitap eder. Topluluk içinde herkesi ayrı ayrı muhatap alır. “Ey nâs, hepiniz silme giriniz” dendiği zaman her insan ayrı ayrı silme girecektir. Emirler topluluk içindir. Ama memur olan çok olduğu için emirler her birine ayrı ayrı racidir. Kişi burada içtihadını yapar ve ona göre amel eder.
    2. “Nebi” kişinin topluluk rehberlerinden yararlanma hakkıdır. Kişi karar veremediği zaman karar vermek için kendisinin seçtiği âlime danışır. Âlimin fetvası ile amel eder. Artık sorumlu olan müftüdür. Kendisi fetvaya göre amel ettiği için kurtulur. Ne var ki fetva alınan kimse ehil olmalıdır. Yani topluluk ona fetva verme ehliyetini tanımalıdır. Nebiden fetva almadan amel eden kendisi sorumludur. Fetva aldıktan sonra aksine amel etse de nebi tazmin etmez. Kişi hata etmişse sorumlu olmaz. Yani “nebi” doğruları haber verendir. Kişi isterse nebisinin fetvası ile hareket eder, hareketini sigortalamış olur, isterse etmez.
    3. Üçüncü karar veren kimse resuldür. “Resul” kendisine verilen yetkiler içinde tâbi olanlara emredicidir. Yapmamaları hâlinde kişi sorumlu olur. Ocakta ocak başkanına, bucakta bucak başkanına itaat edilir. İlçe ve il merkezlerine gittiğinizde oradaki il başkanına itaat edilir. Bölge merkezlerine veya devlet merkezine gidildiğinde devlet başkanına itaat edilir. Kıta merkezlerine veya denizlere transit yola gidildiğinde insanlık başkanına itaat edilir.
    4. Dördüncü karar veren topluluktur. “Ey iman edenler” diye hitap edilmektedir. İnsanın insan olarak yaptığı fiillerden dünyada sorumlu değildir. Ama insan topluluk içinde kurallara uymak zorundadır.

Bu sûre Medine’de nâzil olmuştur. Bu dört sûrenin dördüncüsüdür. Bakara Tevrat’ı anlatır, Âli İmrân İncil’i anlatır. Bunlar eski şeriatları bize öğretmektedir. Bize geçen hükümleri özel hukukta Nâs Sûresi’nde öğreniyoruz; “Ey nâs” diye başlıyor. Kamu hukuku bu sûrede öğretilmektedir; “Ey iman edenler” diye başlıyor. Kamu hukuku ve özel hukuk iç içe olduğu için de her iki şekli zikredilmiştir.

İlk ejşz sûre hükümler getiren sûrelerdir. Ondan sonrakiler ise onların müheymini ve musaddıkıdır. Dört sûre barıştaki hükümleri koyar. Sonraki dört sûre ise cihat sûreleridir. İkisi Âraf ve ewnhan devlet aşamasından önceki cihattır, kuruluş cihadıdır. Encak ve Tevbe sûreleri kuruluştan sonra savaşı da içeren cihattır.

لَا تَتَّخِذُوا

(Lav TatTaPiÜv)

“İttihaz etmeyin.”

İttihaz etmek” edinmek demektir, “EaPZ”dan gelen kelimedir. “Ehz” suların toplanıp göl hâline geldiği yerdir. “Ehaze” ahz etmek, avuçlamak demektir, iki eli birleştirip avuca almak demektir. Yaklaşık 500 gram kadar tahılı avuçlarınıza alabilirsiniz. Cuna ise yumulmuş yumruktur. “Cem etmek” demek avucun ile almak demektir. “Kabz” ise avuçlamaktır.

“Ehz” kelimesi burada edinmek demektir, onlar içinde dayanışmaya girmek demektir.

Hıristiyan veya Yahudilerle evlenme, onlarla yemek yeme dahi meşru kılınırken; burada onlardan uzak durma manâsındaki tearuzu çözebilmemiz için “ittihaz” kelimesi üzerinde durmamız gerekmektedir.

Ehaze” almak demektir. “Huz biyedike” dendiği zaman avucuna almak demektir. İftial bâbı olan “Huz” ne demektir, sülasiden farkı nedir?

Ehz etmek” bir şeyi almak demektir. “İttihaz etmek” demek aynı yere girmek demektir. İttifak gibi yani iki taraf bir anlayışta olunca ittifak etti denir. İçtima etmek de bir araya gelmek demektir. Kendi istekleri ile bir çukura dolarlarsa ittihaz olur. Ehadanın muttahıız olamyan dendiği zaman bir kadını ortak dost edinmeyin, bir kadın iki kişi ile cinsi ilişki kurmasın demek olur. Kur’an’da kadınlar için de ehdan ittihaz ete sim denmektedir, erkekler için de aynı siga kullanılmaktadır. “Hıdn” kelimesi hem erkekler için hem de kadınlar için aynen getirilmiştir. Kadınlar ve erkekler bir hıdna girmesinler demek olur. “Hıdn” dostluk diye tercüme edilmekte ise de Kureyşlilerce manâsı çok açık bilinen bir kelime değildir. “D”ye en yakın harf “T” veya “Z”dir. “Hıtan” kayınpeder veya kayın aka demektir.  Bu tür evlilikleri haram kılmaktadır.

İttihaz etmek” demek bir kaba girmek demektir. Burada yasaklanmış, haram edilmiş olan budur.  Bir insanın bir aşireti olur, çift vatandaşlığı olamaz. Bir adamın bir dayanışması olur, çift dayanışması olamaz. Burada yasaklanan budur. Yani ikili oynamayın, iki topluluğun müntesibi olmayın demektir.

Geçmişte çift vatandaşlık yoktu. Yahudiler İsrail’e göç etmediler. Zorlamalarla da olsa bulundukları memleketlerdeki çıkarları terk etmek istemediler. İşte Yahudiler çift vatandaşlığı icat ederek İsrail devletinin nüfusunu böylece çoğaltmışlardır. Kur’an bu tür çift taraflı olmayı yasaklamakta, bunu bilhassa Yahudi ve Hıristiyanlar için yapmaktadır.

الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى

(eLYaHUvDa Va elNaÖaRa)

“Yahudi ve Nasaraları.”

Yahudi ve Hıristiyanları edinmeyin demektir. “Ve” ile atfedilen iki kelime birlikte olması gerekmektedir. Eğer bir yerde Yahudi ve Nasârâ birleşmiş, bir birlik oluşturmuş ve bunu diğer insanlara karşı yapıyorlarsa, buna siz katılmayın demek olmuş oluyor.

Avrupa Birliği nedir?

İnsanların gelişmesi ile dünyada Hıristiyanlardan ve Yahudilerden başka topluluklar oluştu ve Avrupa uygarlığını tehdit etti. Birbirinin can düşmanı olan Yahudiler ve Hıristiyanlar bir olup Avrupa Birliği’ni kurdular. Buna karşı yine Hıristiyan bir topluluk olan Ruslara da Sovyetleri (SSCB) kurdurdular. Gayeleri dünya üzerinde Yahudi ve Hıristiyanların ortak uygarlığı olan Batı uygarlığının hâkimiyetini ve sömürüsünü sürdürmektir. “VeLâ en-Nasârâ” denseydi, ikisini ayrı ayrı veli ittihaz etmeyin olurdu. But aka harfi getirilmediğine göre ayrı ayrı Yahudileri veli ittihaz edebilirsiniz, Hıristiyanları da veli ittihaz edebilirisiniz ama eğer ikisi birleşmiş ve bir dayanışma ortaklığı kurmuşlarsa bunu yapmayın demek olur.

Bugün Avrupa demek Hıristiyanların ve Yahudilerin birleşip ortaklaşa dünyayı sömürmeleri demektir. Karşılarında kimler vardır? 1) Çinliler vardır. 2) Hintliler vardır. 3) Afrikalılar polenerl vardır. 4) Müslümanlar vardır. Bunların içinde Türkleri dinsizleştirip kendilerinin sömürme dayanışması içine almaktadırlar.

Kur’an işte bu dayanışma içine katılmamamız gerektiğini söylüyor.

Biz tüm insanlara marufu emreder, tüm insanlara münkeri nehyeder, tüm insanları hayra davet ederiz. Ayrımcılık yapıp yalnız Tevrat ve İncil ehlinin yanında olmayız.

İşte Kur’an’ın burada men ettiği husus budur.

Bugünkü bu Yahudi Hıristiyan birlikteliğine “Batı” diyoruz. O halde Kur’an açıkça Batı’yı evliya edinmeyin, onların dayanışmasına girmeyin diyor.

Sabahtan akşama kadar Avrupa Birliği’ne gireceğiz ve sömüreceğiz diye çırpınan, bu uğurda son olarak bakanlık bile kuran AK Parti’nin kulağına kar suyu kaçmıştır.

Sömürü sermayesinin yaptığı plan şudur. Yeryüzünü önce İslâm ve Hıristiyan diye ikiye ayırdı, belki bin sene onları savaştırarak kendisi yaşadı. Dinler arası savaşın işe yaramadığını görünce rejimler arası savaşı ortaya çıkardı. Erbakan, Humeyni ve Gorbaçov girişimleri ile rejimler arası savaş sona erince, şimdi de bölgeler arası çatışmayı planlıyor. İslâm âlemini ikiye ayıracak. Ural dağları ve Belucistan demir perde olacak. Çin ve Hindistan birleşecek, Batı da birleşerek yeni denge kurulacak. Yapmak istediği plan budur.

Bu dengede Müslümanları Türklerin önderliğinde toplayıp doğu bloğunu güçlendirmektedir. “Büyük Ortadoğu Projesi” budur.

Sizin kulağınıza bir şey fısıldayayım; D-8’ler de budur.

Biz D-8’ler ilk kurulduğu gün de karşı idik, bugün de karşıyız.

Tekel sermayenin gayesi Hıristiyanlara hâkim olamayınca Müslümanları birleştirip güçlendirmek ve sonra Avrupalılarla bir araya getirerek dünyayı sömürmek idi. Erbakan’a D-8’leri bunun için kurdurdu. Erbakan’a sen bunu kur demedi ama dolaylı yoldan bunu hatırlattı ve Erbakan da işine geldiği için buna girişti. Bunu zaten Erbakan da açıkça söylemektedir. D-8’lerle bir güç oluşturup Avrupalılarla birleşmek ve Yahudi hâkimiyetini kırmak. İşte gaye sermaye ile farklılaşınca 28 Şubat olmaktadır.

Avrupa Birliği’nde iki baş var; İngiltere ve Almanya. Fransa Almanya ile ittifak hâlinde olduğu için İngiltere zayıf düşmektedir. ABD taraflısı olan İngiltere’yi güçlendirmek için Türkiye’nin AB’ye girmesini destekliyordu. Erbakan Türk ordusu ise AB’de Alman Fransız grubunu destekliyor. İşte bunun için şimdi desteklenmiyor.

Kur’an bize Yahudi-Hıristiyan ittifakından uzak durun diyor.

أَوْلِيَاءَ

(EaVLiYAvEa)

“Veliler edinmeyin.”

Veli” yönetici demektir. Küçüklerin ve zayıfların velileri vardır, onları velileri yönetir. Ocakların başkanı vardır, o velidir. Bucakların başkanı vardır, o da velidir. İlin başkanı vardır, o da velidir. Devletlerin başkanı vardır, o da velidir. Nitekim il yöneticilerine “vali” denmektedir. Veli ittihaz etmek demek, o valinin yönetimine girmek demektir.

Burada nehy edilen topluluk olarak velayet sistemidir. Yahudi ve Hıristiyanların birleşip başka kimseleri ezmek üzere kurdukları topluluk içinde olmayınız denmektedir.

Bir kuruluş Hıristiyan olur orada yer alabiliriz, Yahudi olur yer alabiliriz, Çin olur yer alabiliriz. Ama eğer Yahudi ve Hıristiyan birleşip ayrımcılık yapıyorsa biz onlara katılamayız. Çünkü onların birliği bir iman birliği değildir, onların birliği bir çıkar ve sömürü birliğidir.

O zaman ne yapacağız?

Oradan göç edeceğiz.

Evliyanın ikinci manâsı dayanışma ortaklıklarıdır. Bir bucakta veya il merkez bucaklarında veya ülkenin merkez bucaklarında bulunan halk dayanışma ortaklıkları kurarlar. Bu ortaklıklar siyasi partilerdir.

İşte aynı toplulukta yaşayanlar siyasi partilerini kurarken Yahudi-Hıristiyan ittifakı ile diğer halkları devre dışı yapma emelinde iseler onların partilerine katılmayın denmiş olur.

Mü’minler tüm insanları eşit mesafede görürler.

Erbakan D-8’leri değil, “Adil Düzen” devletlerini kurmalı idi. Hangi devlet hakemlik sistemini kabul ederse o devletle işbirliği yapmalı idi. Önce komşularla aramızda çıkan ihtilafları hakemlik yoluyla çözelim demeliydi. İşte onlar müslim devlet olurdu.

Biz bununla Erbakan’ı eleştirmiyoruz. O içtihadında öyle karar kıldı ve öyle hareket etti. Öyle gerekiyormuş ki Allah ona izin verdi. Biz burada bunları yazarken bundan sonrasında yapılması gerekenler için yazıyoruz. Erbakan’ın ondan daha ileriye neden gidemediğini söylüyoruz. AK Parti’nin akıbetine işaret etmek istiyoruz. Yoksa geçmişi eleştirme ve kimseyi suçlama durumunda değiliz.

بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ

(BaGWuHuM EaVLiYAxEu BaGWın)

“Onların bazısı bazısının evliyasıdır.”

“Hum evliyau beynehum” demiyor, “Onların bazısı bazısının evliyasıdır” diyor. Yani Yahudilerin hepsi böyle sömürü düzeni içinde değildirler. Hıristiyanların hepsi böyle sömürü düzeni içinde değildirler. Onlardan bir kısmı diğer kısımlarla birleşmişler, dünyayı sömürmeyi ve ezmeyi hedefliyorlar. Yoksa papalık onlardan değildir, patriklik onlardan değildir. Türkiye’deki hahamlığın da onlardan olduğunu sanmıyorum. Güney Amerika Hıristiyanları onlardan değildir.

O halde biz tüm Hıristiyanları ve tüm Yahudileri karşımıza alıp onlardan uzak duracak değiliz. Onlar arasında da bu tür çatışma mevcuttur. Biz o çatışmada zalimlerin yanında yer almamalıyız.

Evet, dünya ikiye bölünecek, III. bin yıl uygarlığı Adil Düzencilerle onlara karşı olanlar arasında çetin mücadele olarak geçecektir. Ne var ki bu ne ırklar arası ne de dinler arası savaş olacaktır. Coğrafi bölgeler arasındaki savaş olmayacaktır. Bazı Yahudilerle bazı Hıristiyanlar bir olacak ve “Adil Düzen”in gelmemesi için her türlü fitne ve fesatlıklarını yapacakladır. Biz “Adil Düzen” için çalışanlar o sömürücülerle işbirliği hâlinde olmamalıyız.

Türkiye şimdi iki güç arasında çekişme aracı; ABD Türkiye’nin kendisinin uydusu olmamızı istiyor, AB de kendisinin uydusu olmamızı istiyor. Ruslar ve Çinliler ise bizim onlardan uzak durmamızı istiyorlar. Çin zaten tarih boyunca emperyalist bir ülke olmamıştır. Rusya da artık o güney denizlerine savaşla açılma siyasetini bıraktı, bizim kendisiyle ittifak hâlinde olmamızı istemektedir.

O halde bizim yapacağımız iş “Adil Düzen”i kabul eden her devlet ve bloklarla beraber olacağız. ABD’ye “Adil Düzen”i, “faizsiz kredileşme düzeni”ni, “yerinden yönetimli hakemlik düzeni”ni götüreceğiz. Kabul edenlerle beraber olacağız. AB ile de öyle, Rusya ile de, Çin ile de Hindistan ile de, İran ile de, Yunanistan ile de, Ermenistan ile de hep aynı şeyi ortaya koyacağız. “Adil Düzen”i benimsemeyen Mısır veya Suriye, Yunanistan veya Gürcistan arasında bizim açımızdan bir fark yoktur.

AK Parti, Batı gücü ile ittifak edip dünyayı sömürerek Türk halkını rahat yaşatmak istiyor. Evet, bu anlayışlarında biz onların yanında olmamalıyız. AK Parti’ye oy vermemeliyiz. Saadet’e de oy vermemeliyiz. AK Parti alenen Batıcıdır. Saadet de farkındadır veya değildir ama o da gizli Batıcıdır. Saadet Partisi vardır, bundan sonra da var olacaktır. Batı AK Parti’yi ne öldürüp ne güldürmeyecek şekilde yaşatacaktır. Saadet Partisi de sadece Adil Düzen Partisi’nin kurulup gelişmesini önlemek için yaşatılmaktadır. Bir gün gelecek samimi Millî Görüşçüler bunhn böyle olduğunu anlayacaklardır. İşte o zaman Adil Düzen Partisi’nin kurulmasını destekleyecekler, hattâ kendileri kuracaklardır.

Yaşlanmış ve ömrünü doldurmuş nineye ve dedeye hürmet edilir, onların geçmişte yaptıkları şükranla yâd edilir ama onlardan yeniden delikanlılık göstermesi beklenmez. Yaşlılar gençlerin çalışmasına ve gelişmesine mâni olmamalıdırlar.

Hâsılı, bu âyet bizim Avrupa Birliği’ne girmemizi, ABD’nin stratejik müttefiki olmamızı yasaklıyor. Onu destekleyen AK Parti’yi de desteklememiz gerekir. Onun kapalı uydusu olan Saadet Partisi’ne de ümidimizi bağlamamalıyız.

Yalnız siyasette değil; ilimde, ekonomide ve dinde de “Adil Düzen” yani İslâm düzeni çalışmalarına hız vermeliyiz. Yalnız Ankara’da değil, Türkiye’nin 12 bölge merkezinde ADM (Adil Düzen Merkezi) veya şimdilik sadece ADAM (Adil Düzen Araştırmaları Merkezi) oluşturmalıyız.

وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ

(Va MaN YaTaValLa MiNKuM)

“Sizlerden kim onlara tevelli ederse.”

Onlar Yahudiler ve Hıristiyanlar olarak onlardan ayrılıp Hıristiyan-Yahudi ittifakı kuruyorlar. Birleştikleri nokta da şudur. Yahudiler yeni Mesih’in geleceğine inanıyorlar. Hıristiyanlar da Hazreti İsa’nın tekrar dünyaya geleceğine inanıyorlar. O halde ikisi de Mesih’in geleceğine inanıyor. Onlara göre bu durumda Mesih’in gelmesi için gerekli zulümler yapılmalıdır. Filistin halkı katledilmelidir. Müslümanlar o topraklardan uzaklaştırılmalıdır. Gelen Hazreti İsa ise Hıristiyanlar haklı çıkacaklar. Gelen Mesih’se Yahudiler haklı çıkacaklar. Böylece yanılmış olacaklar ama Mesih gelmiş olacaktır.

Hasan Mezarcı ile deneme yapıldı.

Yarın başka bir kişi bulacaklar, ‘Mesih geldi, İsa geldi!’ diyecekler ve tüm Hıristiyanları dünyaya saldırtacaklardır.

Müslümanlar arasında da böyle mehdiler üretiyorlar…

Adil Düzen Çalışanı kardeşlerimiz çok iyi bilsinler ki; ne Mesih veya Hazreti İsa gelecektir, ne de Mesih’e benzetilen Mehdi gelecektir. Humeyni mehdidir, Bedüzzaman mehdidir, Erbakan mehdidir. Bundan sonra da mehdiler gelecek ve onlar da bunlar gibi olacaklardır. Kur’an bunlara “mehdi” demiyor, “hadi” diyor; “likülli kavmin hadin”.

Kur’an bu âyetlerle onların bu uydurmalarını reddediyor, bizlere de onların bu zulüm ittifakına katılmamamızı söylüyor.

فَإِنَّهُ مِنْهُمْ

(Fa EinNaHUv MiNHuM)

“O onlardandır.”

AK Parti yöneticilerinin çoğu, Avrupa-İsrail ittifakına takiyye olsun diye katılıyorlar. Bunun için Avrupa Birliği’ne girmek istiyorlar. Türk halkı da bunları bu halleri ile destekliyor. Türk ordusu kendisini ABD’den kurtarabilmek için AB’nin dostluğunu istedi. AK Parti daha kurulmadan AB kapılarında görünmeye başladı.

Evet, onlara göre bu siyaset doğru olabilir.

Ama biz ancak “Adil Düzen”i benimseyenlerin yanında olmalıyız.

Önce “Adil Düzen”i ortaya koymalıyız...

“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı Türk halkına takdim etmeliyiz...

Bunun için bir partiye gerek vardır.

Bunu yapacak çok parti vardır:  

Türkiye'deki faal siyasi partiler listesi

  1. Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı: Recep Tayyip Erdoğan
  2. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı: Devlet Bahçeli
  3. Saadet Partisi Genel Başkanı: Mustafa Kamalak
  4. Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı: Haydar Baş
  5. Demokrat Parti Genel Başkanı: Namık Kemal Zeybek
  6. Hak ve Eşitlik Partisi Genel Başkanı: Osman Pamukoğlu
  7. Halkın Yükselişi Partisi Genel Başkanı: Yaşar Nuri Öztürk
  8. Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı: Yalçın Topçu
  9. Halkın Sesi Partisi Genel Başkanı: Numan Kurtulmuş
  10. Türkiye Partisi Genel Başkanı: Abdüllatif Şener
  11. Yurt Partisi Genel Başkanı: Sadettin Tantan
  12. Millet Partisi Genel Başkanı: Aykut Edibali

Bunların görevi “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı oluşturup Türk milletine ve insanlığa arz etmektir. Ne yazık ki bunların hepsi tekel sermayenin desteği ile kurulmuştur. Bunların hepsi kendilerini tekel sermayeye beğendirme yarışındadır. Hiçbirisi Allah’ın rızasını kazanma yarışında değildirler. Belki de bunun farkında değildirler.

Biz 12 yıldan beri her hafta 10 sahifelik Kur’an yorumu yapıyor ve Kur’an üzerinde duruyoruz. Bin sene önceki tefsirler üzerinde değil, bugün Kur’an bize ne söylüyor onun üzerinde duruyoruz. Bizden başka böyle bir çalışma yapan bir yer veya birileri varsa bize bildirsinler de biz onları internetten takip edelim, onlarla “Adil Düzen Anayasası”nın maddelerini tartışalım. Allah bu görevi bize vermiş, bu nimetten yukarıda saydığım partilerin yararlanmaları gerekmez mi? Bize katılıp veya bizi kendilerine katıp bizimle çalışmalara katılmaları gerekmez mi? Heyhat...

O halde bu partilerin görevi nedir?

Kur’an düzenini insanlığa duyuracak Adil Düzen Partisi’nin kurulmasını engellemek. Onların bu tutumları beni fazla ilgilendirmiyor ama Cengiz Demirci gibi kardeşlerimizin hâlâ bu oyunlardan haberdar olmaması Adil Düzen Çalışanı olarak beni düşündürüyor.

Evet, “Adil Düzen Araştırma Merkezi”ni kurmalıyız...

“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı hazırlayıp insanlığa sunmalıyız...

Belli olmaz, belki de Allah bu görevi de İsrail oğullarına verir, onlar benimser, onlar kurar, III. bin yıl uygarlığının kurucusu onlar olurlar. Biz onlara yardımcı olmuş oluruz. İnsanlığa yapılacak herhangi bir hizmeti kimseye çok görme hakkımız yoktur.

إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ(51)

(EinNa elLAvHa Lav YaHDIy eLQaVMa elJAvLiMIyNa)

“Allah zalim kavme hidayet etmez.”

Baştan yaptığımız varsayım teyit edilmektedir.

Biz Yahudilerle ve Hıristiyanlarla dayanışma içine girmekten men edilmiyoruz; biz zalim bir kavim ile dayanışma içinde olmak ve onlarla bir olmaktan men ediliyoruz.

Avrupa halklarıyla, Avrupa devletleriyle, Hıristiyanlarla velayet içine girmekten men edilmiyoruz; Avrupa’nın dünyayı sömürme siyasetine ortak olmaktan men ediliyoruz.

Onların zulmüne ortak olmaktan men ediliyoruz.

Nedir bu zulüm?

Vizesiz Avrupa’da veya Asya’da veya Afrika’da dostuma gidemiyorum. Sömürü sermayesi bir tezgâh kurmuş, insanları sınırlı görüştürme sistemini uyguluyor; Türkiye de ona uyuyor, tüm halklara zulmediyor.

İşte, Allah böyle zalim kavme hidayet etmez.

Gümrükleri koymuş kendisi haracını alsın diye, ülkeler arası ticareti sınırlamış, gümrük bakanlığını kurdurmuş, böylece gümrük kaçakçılığı ve şebekeleri doğmuştur.

Bundan daha büyük zulüm olur mu?

Başka ne yapmış?

ABD’de Merkez Bankası (FED) kurmuş. Hıristiyanlarla Yahudiler bir olmuş, dolar diye karşılıksız sömürü aracını icat etmişler. Dünya ülkelerinin merkez bankalarını oraya bağlamışlar. İnsanlar açlık ve işsizlik içinde onların bu tezgâhlarında inliyor.

Bundan büyük zulüm olur mu?

Daha ne yapmışlar?

Ekseriyet sistemini getirmişler. Benim bir rey fazlam var, yönetmek benim hakkım diye saçma bir kuralla insanlığı inim inim inletmektedirler. Yüzde ondan aşağı oy alanların ise söz hakları bile yok. R. Tayyip Erdoğan parmak uzatıyor, cumhurbaşkanı olunuyor; parmak uzatıyor, meclis başkanı olunuyor; onun ağzından çıkan sözler anayasa oluyor!

Bu ne biçim hukuk?

Bu ne biçim demokrasi?

Sonunda Obama ne derse o oluyor ama aslında Obama’yı oraya getiren gücün fısıltısı dünyayı kasıp kavuruyor.

Kur’an bunlara “zalim” diyor, kelimeyi kurallı erkek çoğulla getiriyor ve harfi tarifle mahut yapıyor. Başkaları değil, bunlar yani bu beş yüz yıldır oluşmuş zulüm şebekesi kastediliyor. Kaçakçılık bunların eseri, terör bunların eseri, zina bunların eseri, işkence bunların eseri, bunlara benzer daha nice zulümler bunların eseri.

Onlara katılanlar, onların velayet çukuruna girenler de onlardandır ve zalimdir.

Evet, ne Avrupa ne de onların Türkiye’deki temsilcileri hidayete varacaklardır.

Biz Hıristiyan ve Yahudi işbirlikçi sömürünün yanında değiliz ama mazlum Hıristiyanların, mazlum Yahudilerin, mazlum Budistlerin, mazlum Hinduların yanındayız.

Ehli tarikat ve ehli diyanet beyanlarında tam aksini yapıyorlar. Avrupa uygarlığına katılıyorlar, Avrupa Birliği’ne karşı değiller, ABD strateji birliğine karşı değiller de; kilisede ibadetini yapan bir muhterem insan ile sırf Yahudi olduğu veya Hıristiyan olduğu için onlarla dost olunmaması gerektiğini söylüyorlar. Bu onların gafletleridir, dalaletleridir. Halktan iyi olan kimseler bizim can ciğerimizdir. Kötülük için bir araya gelmiş ve birleşmiş kuruluşlar ise bizim baş düşmanımızdır.

***

فَتَرَى

(FaTaRa)

“Sen görürsün.”

Allah’ın bu emirlerine riayet etmeyip zalimler ile stratejik anlaşmalar yapar yahut Gümrük Birliği’ne girer de mesela Orta Asya’daki kardeşlerine karşı Batı’nın uyguladığı gümrükleri uygularlarsa -ki böyle yapıyorlar, böyle yapacaklar,- burada işte bu zalim insanların durumu anlatılmaktadır.

Evet, bugün görüyoruz ki insanlar bu zalim, bu eşkıya şebekesini sevmiyor ama istemeye istemeye onlara doğru koşmaktadırlar. Herkes baktığı zaman açıkça bunu görür.

Bugün Çin dünyanın dörtte bir nüfusuna sahip güya sosyalist bir ülke ama ABD ile sıkı fıkı. Çin ne yapıyor? ABD firmalarına kendi ülkesinde yatırım yapma izni vermiş. Yahudi ve Hıristiyan zulüm ittifakı Çin ile anlaşmış, Çinlileri karın tokluğuna çalıştırmaktadır.

الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ

(elLaÜIyNa FIy QuLUvBiHıM MaRaWun)

“Kalblerinde maraz olan kimseleri.”

Kur’an münafıklardan bahsetmektedir. Bunlar bizden görünüp, davranışları bizim gibi olup gizlice başka türlü düşünenlerdir, gizli yabancı işbirlikçileridir. Her topluluk içinde böyle münafıklar vardır. Örnek olarak AK Parti içinde, Saadet Partisi içinde böyle kimseler vardır. Bunlar aslında İslâm düşmanıdır. Şiddetli bir şekilde Millî Görüşe ve İslâmiyet’e karşıdırlar. Ancak çıkarları bu partilerde olduğu için bu partilerdedirler. Saadet Partisi içinde böyle bir grup vardır. Saadet Partisi hepten dağılmasın, yeni bir Adil Düzen Partisi kurulmasın diye görevli olarak bu partide kalanlar vardır. Bunlar bu partiyi aşırı olarak savunurlar. Bunlar “Adil Düzen”e karşılar. İşte bunlar münafıklardır. Eğer birisi ‘ben Millî Görüşçüyüm’ diyor ama “Adil Düzen”e karşı ise kesin teşhisi koyabilirisiniz; o kişi münafıktır.

Bunların içinde Erbakan’ı tanrılaştıran ve böylece İslâmiyet’e ihanete götürmek isteyen münafıklar da vardır. Erbakan hadidir ama tanrı değildir. Herkes gibi o da ölümlü idi ve öldü. Nitekim kendisi Millî Görüş kurulurken Akevler’e dayanmıştır, “Adil Düzen” getirilirken Akevler’e dayanmıştır.

Akevler’e karşı olanlar münafıklardır. Kalplerinde marazı olanlar ise faaliyetlerini açıkça yürütürler, alenen işbirlikçi olurlar. Münafıklar derki esfel içindedirler, yani kâfirlerden de kötüdürler. Kalplerinde hastalık olanlar aslında müslimdirler, sadece Allah’a tam olarak inanamıyorlar. “Adil Düzen”in başarıya ulaşamayacağına kanidirler. Onun için “Adil Düzen”i bırakıp “zalim düzen”in yanında yer alıyorlar.

Evet, biz bu Yahudi ve Hıristiyan zulüm ittifakına katılmamalıyız, onlarla bir olup da biz de zulüm etmemeliyiz. Ama biz şimdi onlarla savaşacak durumda değiliz. Biz “Adil Düzen”i getirdiğimiz zaman mazlum halk da “Adil Düzen”i kabul ederse onların zulmü sona erer. Ama mazlum halk “Adil Düzen”i kabul etmediği takdirde biz onları kurtaramayız.

O halde bizim yapacağımız iş sadece “Adil Düzen”i arz etmekten ibarettir. Zalimlerle mücadele etmek de bizim görevimiz değildir. Bu sebepledir ki biz Saddam gibilerini desteklemeyiz ama bulundukları makamlardan inmeleri için de çalışmayız. Mübarek, Kaddafi, Esed bizim tevliye edeceğimiz kimseler değildir. Onlarla mücadele edecek durumumuz da yoktur. Biz tüm insanlığı “Adil Düzen”e çağırmalıyız. Biz örnek olarak uygulama yapınca “Adil Düzen”e çağırmalıyız. Bugün ülkeler arasındaki demir perdeler kalkmıştır. Suriye ile aramızda vize bile yoktur. Şimdi Esed’e ceza veriyorlar; sen Türkiye ile vizeyi niye kaldırdın diye. Biz de şimdi onu koruyamıyoruz. O halde vizeyi kaldırmadan evvel Suriye halkı ve yöneticilerinin “Adil Düzen”i kabul etmiş olmaları gerekir.

Ahmet Davudoğlu “Adil Düzen”den haberdardır. Kafasında “Adil Düzen” çalışmaları ve çalışanlarından uzak durarak “Adil Düzen”in parçalarını uygulamaya çalışıyor, ikrar etmeden iman etmek istiyor. Biz bu siyasette başarı şansını görmüyoruz.

“Terahum” denmiş olması gerekirken “Terâ” denmiş, mef’ul hazfedilmiştir. “Rey” fiili müteaddi olduğu için oraya bir mef’ul takdir etmemiz gerekir.

Acaba mef’ul neden hazf olmuştur?

Hazf ettiğimizde ya zamiri koyarız ya da izhar eder mef’ul koyarız; “Terâ Ellezîne Fıy Kulubihim Meradun” olur. Burada değişik mef’ulleri takdir edebiliriz. Kalplerinde hastalık olanlar Yahudi-Hıristiyan zulüm birliğine katılanlardır. Uygun zamanlarda uygun mef’ulleri takdir edebilmemiz için mef’ul hazf edilmiştir. Zamir de takdir edebiliriz, o zaman ona göre değişik manâlar verilir.

Siz de bu mef’uleri takdir ederek düşünün, yeni yeni manâları anlayacaksınız.

يُسَارِعُونَ فِيهِم

(YuSARiGUvNa FIyHıM)

“Onlar içinde musaraat ederler.”

“Sürat” Türkçede de kullanılmaktadır. Hızlı olmak demektir. Yarışta ise koşmaktır. “Musaraat” fiili yarışmayı ifade eder. Kalplerinden hasta olup da onları tevliye edenleri onların içinde yarıştıklarını görürsün. Bu cümle hâl cümlesidir. Mahzuf olan mef’ulün hâlidir. Demek ki mahzuf olanların da hâli olabilirmiş. “Ahmet geldi mi?” diye birisi sorsa; “Geldi” diye cevap verirsen faili hazf etmiş olursun, “Koşarak geldi” dersen mahzuf faile hâl getirmiş olursun. “Onların içinde yarışırken görürsün” deniyor.

Kanal7 televizyonunu seyrettim; ilâhi okuyanları yarıştırıyor! Onlar madem şarkıda, türküde ve daha başka şeylerde yarıştırıyorlar; biz de ilâhilerde yarıştıralım, biz de kıraatlerde yarıştıralım! Onlar gibi olmak ve İslâmiyet’i de onlar gibi yapmak yarışındadırlar!

20’nci yüzyılın son üçd erbinde Müslümanlar yarışa girdiler; partiler kurdular, dernekler kurdular, vakıflar kurdular, yurtlar açtılar, dershaneler açtılar, okullar kurdular, şirketler kurdular... Hâsılı muasır medeniyetin tüm icaplarını yerine getirmeğe başladılar. Ne var ki bütün bunları onların düzeninde ve onların uygarlığı içinde yaptılar.

Parti kurdular ama Batı modeli parti kurdular.

Şirket kurdular ama Batı’daki faizli sistem içinde şirket kurdular.

Vakıflar kurdular ama bunlar Batı düzeninde İslâmî olmayan vakıflar oldular.

Oysa biz “Adil Düzen”e göre parti kurmalıydık, “Adil Düzen”e göre şirket oluşturmalıydık. Kurslarımızda masa sandalye değil rahle ve kilim olmalıydı; orada İngilizce, Fransızca ve Latince değil Arapça kitapları okumalıydık.

Bu sebepledir ki burada “ileyhim” denmemiş de “fîhim” denmiştir.

Evet, biz onlar gibi olduk, onlardan göründük. Avrupa Birliği siyasetini biz seve seve yapmıyoruz ama başka çıkış yolumuz yok derler. Bunların içinde bir kısım gerçekten böyle olanlar vardır. Onlar kalplerinde marazı olanlar değildir. Bir kısmı ise aslında onlar gibi olmak istemektedir. Onlardan olmak için onların içinde olduğunu söylemektedir.

Kur’an’ın ifadelerini iyi şekilde tezekkür etmemiz gerekir.

يَقُولُونَ

(YaQUvLUNe)

“Kavlederler.”

“Haşyeten en la tusıbehum dairetün değil de derler” diyor.

Gerçekten korktukları yoktur, sadece korkularını bahane ediyorlar.

O halde gerçekten tehlike olduğu zaman gerekli tedbirleri almak meşrudur.

İstiklâl Savaşı’ndan sonra inkılâplar yaparken onlardan olmak, İsrail devleti ile stratejik anlaşmalar yapmak, yani gerçekten tehlikeli olduğu zaman gerekeni yapmak yasaklanmıyor. Moğollar dünyayı kasıp kavururken, o zamanki Bağdat yönetimi bu katliamlara karşı çıkmıştır ama hilafet yok edilmiştir. Selçuklular ise Moğollara teslim olmuşlar, onlarla işbirliği yapmışlar, böylece varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bir müddet sonra Moğol asıllı İlhanlılar Müslüman olmuşlar, daha sonra da yıkılmışlardır. Selçuklular ise hâlâ varlıklarını sürdürmektedirler. Hazreti Muhammed de daima siyasi gücü gözetmiştir. Erbakan da ABD ile uzlaşarak Çekiç Gücü ülkemizden göndermiştir.

O halde kalplerinde marazı olanlar korkaklar demek değildir, korkulacak bir şey olmadığı halde onu bahane ederek onlarla bir olanlardır.

‘Efendim, “Adil Düzen” kavramını söylemeyelim, çünkü bizim partimizi kapatırlar’ diyenler, işte onlar kalplerinde hastalık olanlardır. Aslında onlar yani bizzat kendileri “Adil Düzen”e karşıdırlar ama partilerinin kapatılacaklarını bahane etmektedirler.

Önce şunu söyleyelim ki, bu partinin kapatılacağı meselesi tamamen uydurma bir hikâyedir. Mahkemenin gerekçesinde “Adil Düzen”i kapatma sebebi saymıyor, sadece “Adil Düzen”i bahane ederek şu suçları işlediler diyor. “Adil Düzen”i suç saymıyor, onu istismar ettiklerini söylüyor. Yani “Adil Düzen”de samimi değiller demek istiyor.

Kaldı ki gerçekten suç saysa ve kapanmasına sebep saysa bile, kararda zikredilmeyen husus karar değildir. Yargının kanun vazetme ve yasaklar koyma yetkisi yoktur. Kararda geçmiş olsa da mahkeme kararları geçmişe şamildir, geleceğe ait bir hüküm taşımaz.

Hiç kimse “Adil Düzen”in savunulmasının suç olduğunu söylememiştir. Ama bir grup Saadet Partili çıkmış ve “Adil Düzen”e karşı cephe almıştır. İşte onlardan samimi olanlar kalplerinde hastalık olanlardır, onlardan görevli olanlar da münafıktırlar.

نَخْشَى أَنْ تُصِيبَنَا دَائِرَةٌ

(NaXŞAv EaN TuÖIyBaNAv DAvEiRaTun)

“Dairenin bize isabet edeceğinden haşyet ediyoruz.”

Evet, öyle derler.

Daha önce gelmiş olanlar şimdi de bizim başımıza gelir diyenler vardır.

Daha önce partiler kapandı. Biz de kapanmayalım diye işte bundan dolayı onların arabasına bindik, bir yerlere doğru gidiyoruz! Avrupa Birliği çabamız budur.

Daire” döngü demektir.

Daha önce olanlar bizim başımıza da gelmesin diye korkuyoruz derler.

Şimdi burada denmekte olanın farklı olduğunu bilmemiz gerekmektedir.

Başörtüsü meselesini ele alalım. Başörtüsü sorununu çözme anayasa sorunu değildir, kanun sorunu değildir. Başörtüsü yasağı Bülent Ulusu’nun o zamanki başbakan olarak yaptığı bir genelgeden başka bir şey değildir. Başbakanın bugünkü bir genelgesi ile ortadan kalkar. Erbakan başbakan olduğu zaman şöyle bir genelge yayınlayacaktı: “O zamanki askeri şartlarla milletin güvenoyunu almış bir başbakanın yayınladığı kararname yürürlükten kaldırılmıştır. Devlet görevlilerinin tâbi olacağı kıyafetleri her gün birlikte çalıştıkları daire yetkililerince düzenlenir. Konu idari yargının denetimindedir. Devlet kadrosundan maaş alanların dışında olanların veya muvazzaf askerlik yapanların dışındakilere daire yetkilileri de karışamaz.”

İşte böyle bir genelge başörtüsü hikâyesini veya başörtüsü sorununu bitirirdi.

Erbakan 11 ay iktidarda kaldı ve çok yoğun işlere girişti. Biz de hatırlatamadık. Mazurdur. Ama 10 senedir tek başına iktidar olup başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan neden böyle genelge yayınlamıyor?!.

Kenan Evren anayasayı önce oluşturduğu yirmi kişilik ilim adamlarına yaptırdı. Sonra halkın temsilcilerini atadı. Bunlar sivil kişilerdi. Meseleyi onlara götürdü. Yetmedi, halk oylamasına sundu. Yüzde 92 ile onay aldı. İşte Bülent Ulusu’nun o gün asker kafası ile yayınladığı bir genelgeye bile dokunamayanlar bugün anayasayı değiştireceklermiş, yeni anayasa yapacaklarmış…!!!

Bu acayip durum iki sebeple ortaya çıkar. Askerlerle aralarını açmamak ve onları da ikna ederek değişiklikleri adım adım yapmak için böyle yapmış olurlar. Buna söylenecek bir şey yoktur. Çünkü gerçekten haşyet durumu vardır.

Önce ordu şöyle düşünür: Biz böyle bir şey yaparken dünyadaki durum ne olur? Kimler bize cephe alır, saldırabilir? Biz onlara karşı koyacak güçte miyiz?

İşte bu meşru düşüncedir.

AK Parti’nin askeri ikna etmesi de meşru düşüncedir.

Böyle değil de; başörtüsü sorunu kalsın, resmen yasak olsun, biz göz yumalım, halk böylece hep bizi seçsin diyorlarsa…

İşte buradaki sözler böyle diyenlere karşı söylenmiş sözlerdir.

Yoksa Hıristiyan veya Yahudilerle dost olmak asla yasaklanmamıştır. Tehlikeyi savmak için ehveni tercih etmek de yasaklanmamıştır. Yasaklanan korkulacak bir şey olmadığı halde, korkuyoruz deyip sorunun üzerine oturmaktır.

Milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırmak gerçekten haşyet edilecek bir şeydir. Ama seçim barajını yüzde beşe indirmenin ne sakıncası vardır? Onlara göre istikrar mı bozulur, yolsa diktaları mı sona erer; işte burası tartışmalıdır.

فَعَسَى اللَّهُ

(Fa GaSAy elLAHu)

“Belki de Allah.”

“Belki” kelimesinin aslı “bolaki”dir, köyümdeki yaşlılar böyle kullanırlardı. “Bolamk” olamak anlamındadır. “B” düşmüş “olmak” olmuştur. “Bolaki” kelimesi de; tereddüt yoktur, böyle olması geelnir, böyle olacağı beklenir anlamındadır.

Arapçada “Asâ” bu demektir. Kesin olarak haber verilmemekle beraber, başka bir olay olmazsa, başka bir sebep çıkmazsa onun olacağı anlamındadır. Biz “beklenir” diye tercüme ediyoruz. Muhtemel olan budur demektir.

“Asâ” kelimesindeki olasılık bizim için söz konusudur. Yoksa Allah daha karar vermemiştir. Kullarının amellerine bakarak karar verecektir. O takdirde gelecekte olacakları bilmemektedir demektir. Eğer biliyorsa o zaman olasılık sigasını kullanması gerekir.

Genel olarak bu soru kelamda çözülmüş değildir. Allah mürittir, istediği zaman istediği kararı alır. Karar almadığı için de o takarrur etmiş değildir. Dolayısıyla bilip bilmemesi söz konusu değildir. Zaman ve mekân dışında böyle olmasa bile bizim için Allah’ın meşietine göre olayların cereyan edeceğini kabul etmemiz gerekir, bize öyle görünür.

Genel olarak kural şudur. Allah tebliğ ulaşmadan evvel bir yeri helâk etmez. Tebliğ ulaşıp artık ıslah olmaları ihtimali kalmadığı zaman orasını ve oradakileri helâk eder.

Türkiye’nin bugünkü durumu budur. “Adil Düzen” henüz Türkiye ve dünyaya ulaşmamıştır. O halde şimdilik helâk edilmeleri söz konusu değildir. Bizi görevlendirmiştir. Biz görevimizi tamamladıktan sonra beklenen olacaktır.

Biz görevimizi yapmazsak Allah başkalarını görevlendirir ve onlar görevlerini yaparlar. Kur’an böyle söylüyor. “Adil Düzen”i ya Akevler göstererek anlatacaktır, ya da başkalarını getirecek ve onlar bu işi yapacaklardır.

Tebellüğü alan Saadet Partisi ve onun devamı olan AK Parti görevi yerine getirecek veya Allah başkalarını görevlendirecektir.

İşte “asâ”nın manâsı budur.

أَنْ يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ

(EaN YaETiYa Bi eLFaTXı)

“Fethi getecedkişr.”

Mekkelilerle Medineliler arasında şiddetli soğuk savaş devam ediyordu. Bazen bu savaş sıcak savaşlara dönüşüyordu. Medine’de Yahudiler vardı. Onlar bekliyorlardı. Mekkeliler galip gelsin istiyorlardı. Çünkü Mekke ile Medine arasında rekabet vardı. Yahudiler ise ezik durumda idiler. Eğer Mekkeliler kazanacak olsalar Yahudilerle işbirliği yapacaklar ve bu sefer dış güce dayalı olarak onlar Medinelileri ezeceklerdir.

Osmanlı Devleti’nin yıkılışında da bu olmuştu. Azınlıklar Batılıların galip gelmesini istemişlerdi. Bin seneye yakın barış içinde yaşadıkları Türkiye’de şimdi onlar ezeceklerdi.

Bu savaşın sonu ne olacaktı?

Ya Mekke fethedilecek ve çatışma duracaktı, ya da...

İşte burada bahsedilen fetih yalnız Mekke’nin fethi değil, İslâm’ın Arabistan’da zafer kazanmasıdır. Mekke’den önce Arap kabileleri Mekke’nin zafer kazanmasını bekliyorlardı. Mekke fethedilince fevc fevc İslâm’a geldiler.

O halde burada bahsedilen bir kentin fethedilmesi değildir, İslâm’ın zaferidir.

İkinci fetih de İstanbul’un fethidir.

İstanbul’un fethine kadar İslâmiyet’in dünyaya hâkim bir din olacağına inananlar azdı. Ama İstanbul fethedilince, dünya artık Müslümanların süper güç olduğunu tasdik etmiştir.

İstanbul’un fethi beş yüz sene sürmüştür. Osmanlılar ancak Birinci Cihan Savaşı sonunda tahttan indirilebildi.

Şimdi yeni fetih beklenmektedir...

Bu yeni fetih ne olacaktır?

Türkiye devleti İsrail’e girdiği ve İsrail halkını orada barışa kavuşturduğu zaman “Adil Düzen”in fethi olacaktır. Yeryüzünde altın para, demir para, toprak para, buğday para yaygınlaştığı zaman Yahudilerin sermaye saltanatı sona erecektir. Yahudiler ancak İslâm’ın vikayesinde hayatlarını sürdüreceklerini anlayacaklardır.

Fetih olacaktır.

Fetih kanla değil uzlaşma ile olacaktır.

Kur’an’da bu fetih vaat edilmiştir; biz bunu daha önce defalarca yazdık.

أَوْ أَمْرٍ مِنْ عِنْدِهِ

(EaV EaMRin GıNdıHı)

“Yahut indinde bir emir.”

Eğer fetih olmazsa bir iş olur.

Ne iş olur?

Bir helâk işi olur.

Moğollar ortaya çıktı ve hilafeti kaldırdı. Hilafet zaten yok olmuştu. Hilafet Memlukların eline geçti. Moğollar Memlukları yenemediler. Hattâ Hıristiyanlarla bir oldular yine yenemediler. Sonra Osmanlı İmparatorluğu orasını fethetti ve hilafet Osmanlılara geçti.

Hilafet kaldırılınca bu görev Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne intikal etmiştir. Şimdi hukuken Cemil Çiçek Halife-i İslâm’dır, çünkü Büyük Millet Meclisi Başkanı’dır.

“Adil Düzen” geldiği zaman ne yapılacaktır?

İslâm halifesi seçilecektir. Bu halife insanlığın halifesi olacaktır. Dünyadaki başlarımı nin üniversite dini ve ırkı ne olursa olsun bir âlimini Mekke’ye gönderecektir. Bunlar yani bu âlimler Mekke’de insanlık merkez üniversitesini kuracaklar ve bir bucak oluşturacaklardır. İşte o bucağın başkanı İslâm’ın ve insanlığın halifesi olacaktır.

Tüm dünya bu adil dünya görüşü karşısında saygı duyacaktır. Irk ve din farkı gözetmeksizin Hz. İbrahim’in Mabedini tüm insanlığın emrine sunuyor.

İstanbul’daki bir adada bir Hıristiyan okulunun açılmasına izin vermeyen zihniyetlere karşılık, Mekke’de tüm dünyanın dinlerinin katıldığı bir üniversite ve onun başkanı da halife.

فَيُصْبِحُوا عَلَى مَا أَسَرُّوا

(Fa YuÖBiXUv GaLAv MAv EsArRUv)

“İsarr ettiklerine nadim olarak ısbah edeceklerdir.”

İçlerinde gizledikleri bir şey var. Mevcut duruma o kadar inanmışlardır ki başka türlü bir şey olacağını akıllarına bile getirmemektedir.

1950’de Demokrat Parti iktidara gelince insanlar gözlerine inanamadılar. CHP gibi heyula bir güç DP gibi çapulculara iktidarı teslim edecek. 1960’a kadar hep inanmadılar. Hattâ 1960’ta haklı çıktıklarını zannettiler. Bugün ise Demokrat Parti yok olmuş, yerine AK Parti gelmiştir. Yarın o da yok olacaktır. Adil Düzen Partisi gelecektir.

İşte bu tutucular o gün ‘biz ne kadar da yanlış düşünüyormuşuz’ diyeceklerdir.

İçlerinde maraz olarak sakladılar. Batının mağlubiyeti söz konusu değildir. Lâiklerin zaferi kesindir. Bugün hâlâ şaşkın şaşkın AK Parti’ye bakıyorlar. AK Parti iktidara geldiği zaman Türkiye’de herkes Millî Görüş kaynaklı partiye karşı idi. Asker karşı idi, yargı karşı idi, üniversite karşı idi, TÜSİAD yeni darbelere hazırlıklar yapıyordu...

Ne oldu?

Önce ordu Millî Görüş kaynaklı partiyi tuttu. Halk anayasa ekseriyetiyle bu partiyi iktidara getirdi. Sermaye direnmeden teslim oldu. Üniversite ve yargı direndi. Bir gün geldi, üniversiteyi yöneten eşkıyalar başka sebeple hapishaneyi boyladı. Sonra üniversite teslim oldu. Daha sonra ne oldu? Yargı da millî iradeye itaat etti. Bugün artık AK Parti’ye karşı direnecek hiçbir kurum yoktur. Ne var ki AK Partililer şaşkın...

Neden?

“Adil Düzen”i öğrenemediler. Şimdi ne yapacaklarını bilemez bir şekilde şaşkınlıklar içindedirler. Zaman yaklaşmaktadır…

فِي أَنفُسِهِمْ نَادِمِينَ(52)

(Fİy EnFuSiHiM NAvDiMIyNa)

“Kendi nefislerinde pişman olacaklardır.”

“Adil Düzen”in kurucusu olmak gibi yüksek şereften mahrum olmalarına bin pişman olacaklardır. “Kendi nefislerinde” denmek suretiyle izhar da etmektedir.

Evet, bir gün gelecek “Adil Düzen” demokrasi ve lâikliğin çok üstünde moda olacaktır. Çünkü onun arkasında Allah’a inanmış Müslümanlar olacak, Hıristiyanlar olacak, Hindular olacak, Budistler olacak. Herkes kendi asıl dinlerine kavuşmuş olmanın sevinci içinde III. bin yıl uygarlığını kuracaklardır.

“Adil Düzen”e karşı direnenler ise pişman olacaklardır.

 

***

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 36

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

وَيَقُولُ الَّذِينَ آمَنُوا أَهَؤُلَاءِ الَّذِينَ أَقْسَمُوا بِاللَّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ إِنَّهُمْ لَمَعَكُمْ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَأَصْبَحُوا خَاسِرِينَ (53)

 

وَيَقُولُ الَّذِينَ آمَنُوا

(Va YaQUvLu elLaÜIyNa EaMaNUv)

“İman etmiş olanlar kavl edecekler.”

Burada iki kıraat vardır.

Biri ötre ile okunmaktadır, bizim Kur’an’larda böyle harekelenmiştir.

Diğeri ise üstünlü kıraattir.

İkisi de mütevatirdir.

Ötreli olarak kıraat edildiğinde buradaki atıf bundan önce geçen “kalblerinde hastalık olanlar derler” ifadesine atfedilmiş olur. Kalblerinde hastalık olanların kötülük yapmalarından korkuyoruz derler, iman etmiş olanlar ise bunlar da sizinle beraberiz diyenler midir derler. Yani onlar değildir.

Evet, takiyye olsun diye yasaları okumadan Meclis’ten geçirenler için mü’minler bunlar da tam samimi olarak biz sizinle beraberiz dememişlerdir derler. Yani “Adil Düzen”e gerçekten inananlar şunu bilirler ki; geçmişte biz “Adil Düzen” taraftarıyız diyenler bunu gerçekten kalbleri ile dememişlerdir. Ya susmuşlar, ya da raporlar tanzim etmişlerdir.

Buradaki hemze inkâr hemzesidir. Sen mi dedin? Hayır sen demedin. Bunlar mıdır? Hayır bunlar değildir. Bunlar öyle bir şey dememişlerdi. Dolayısıyla şimdi böyle yapmalarını irtidat kabul etmeyiz.

AK Partililer ve İlâhiyatçılar baştan bizimle olmamışlardır. Dolayısıyla onlar mü’min değildirler. İrtidat da etmemişlerdir. Ama Sadet Partililer bizden olduklarını, “Adil Düzen”i benimsediklerini, cehde eymanları ile kasem ederek söylemişlerdir. Dolayısıyla onlar mü’mindirler. Onlar eğer “Adil Düzen”den vazgeçerlerse irtidat etmiş olurlar.

“Vav”sız kıraat vardır. Bunu sahih kıraat kabul edip etmeyeceğimizi harf sayısı ile karar verebiliriz.

Vو1  Uو4   Mم9  Bب3  Fف1=18       Dudaktan çıkan harfler

Eئ9  Hه6   Xح2  Gع2   Pخ1 =20      Boğaz harfleri

Qق2   Kك1   Cج1   Yي2 = 6             Arka kameriye      Iى3

Lل10  Nن7  Rر1 = 18   Titrek harfler

Üذ2 Sس2 Oط1 Öص1 Tت1 Dد1 = 8 Orta harfler        Aا2        Aا 5

Dudak harfleri 18’dir. “Vav” harfini yok sayarsak 17 eder. Bu sayı bizim standart sayılar içinde değildir. Kaldı ki burada titrek harfler de 18’dir.

Toplam 70 harf vardır. “V” eksik olursa 69 eder. Bu da standart sayı değildir. O halde “Ve Yekulu”daki “Ve”siz kıraat mucize olmadığı için Kur’an’dan saymıyoruz. Dolayısıyla ona göre manâ vermiyoruz. Harfleri sayarak siz de kontrol ediniz.

Burada imanın mef’ulü hazfedilmiştir. Eğer “Bi” harfi ile Allah veya âhiret veya resul gelmiş olsaydı, o zaman kendilerini ve kendileriyle beraber olanları güven altına alanlar denmiş olurdu. Geçmiş müfessirlerin verdikleri manâ çıkardı.

Mutlak olarak “âmenû” ya güven altına alanlar anlamı verilir. “Allah mü’minlerden cennet karşılığı mallarını ve canlarını satın almıştır” demekle, mü’minlerden maksat insanlığın güveni için savaşanlardır, cihat edenlerdir. Zaten mütevatir emretmesindeki hadis de bunu açıkça ifade etmektedir.

Mü’minleri, tüm insanların mallarını ve canlarını kendilerine emanet ettiği kimselerdir diye tanımlamıştır. Müslimleri ise diğer müslimlerin kendisi ile barış içinde olan kimseler olarak tanımlamıştır.

Bugün “mü’minler” kimlerdir?

Bu sorunun cevabı iki şekilde verilecektir. Biri bugün asker olup yurdun güvenliği için olanlar mü’mindir. Fitne çıkaranlara karşı savaşanlar mü’mindir.

Buna cevap olarak denebilir ki; bugünkü devlet İslâm devleti değildir ki orada asker olanlar mü’min olsun ve ölenler şehid olsun.

İnsan haklarına saygılı her devlet mü’min devlettir. Yargının kararı olmaksızın saldırmayan devlet hukuk devletidir. O devletin güvenliği için savunması için savaşanlar mü’mindir.

Amerika Irak’ı işgal etmiştir, Amerikan askerleri de mü’min midir?

Eğer hakem kararlarına uyarak savaşmışlarsa mü’mindirler.

Türkiye Devleti ne yapacaktır?

Uluslararası saldırıda o ulusun seçeceği bir hakem ve bizim seçeceğimiz bir hakem ve hakemlerin seçeceği bir başhakem o ülkeye saldırmaya hakkımız olduğuna karar verirse saldırırız. Askerlerimiz mü’mindir ve şehittir. Karşı taraf hakem seçmezse o zaman karşı tarafın hakemini de bizim hakem seçer. İkisi baş hakem seçer ve onların kararı bizim saldırmamızı meşru kılar. Osmanlılar bunu şeyhülislâmın fetvası ile yapıyorlardı. Olay anlatılır, o da ‘el-cevap; savaş caizdir’ derse savaş olurdu.

Yurt içinde ise kişiler adları ile tesbit edilir. Onların karakola gelip ifade vermeleri istenir. Buna her bucak için bucak başkanı karar verir. Onun gelmesi istenir. Âkilesine duyurulur, yoksa yakınlarına duyurulur. Gerekirse ondan hakem seçmesi istenir. Artık bundan sonraki durum hakem kararına bağlıdır. Gelmezse ve geldikten sonra hakemlerin kararlarına uymazsa onun kanı heder olur. Herkes onu topraklarımızda öldürebilir.

İşte bu öldürme görevini yüklenenler mü’mindir.

Hâsılı, devletimizdeki silahlı güç mensupları yani polis ve askerler mü’mindir. Bunların hareketi yargı denetiminde olmalıdır. Yargı da hakemlerden oluşmalıdır.

Bunun dışında İslâm düzeninin olmadığı bir ülkede İslâm düzenini getirmek isteyen insanlar da mü’mindirler. Mü’min olup olmadıklarına kararı kendileri verirler. Allah mü’min olmayanlardan İslâm düzenini getirmelerini istememektedir, kim mü’min olmak istiyorsa onlardan İslâm düzenini getirmelerini istemektedir.

Biz şimdi buradaki âyetleri yorumlarken İslâm düzenini getirmek isteyen gönüllülerden bahsedecek, onların ne dediklerini inceleyeceğiz.

Önce şunu söyleyeyim ki mü’min olup olmama insanın kendisine bırakılmış bir karardır. “İnşaallah mü’min olacağım” diyen mü’min değildir. “Allah isterse ben mü’min olacağım” diyenler mü’min değildir. “Ben mü’minim” diyen mü’mindir.

Allah herkesin mü’min olmasını istemektedir, ne var ki isteyen herkesin mü’min olmasını istememektedir. Ben şimdi diyorum ki; “Ben mü’minim. Huzurunuzda ilan ediyorum. Artık bende imanımın gereği herhangi bir noksanımı görürseniz hatırlatın.”

Bunu tam olarak anlatabilmemiz için size Asr Sûresi’ni hatırlatacağız.

وَالْعَصْرِ(1) إِنَّ الْإِنسَانَ لَفِي خُسْرٍ(2) إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ(3)

Asra güvence: Bulunduğunuz, yaşadığınız asrın güvencesi size delil olsun. Eğer orada mü’minler varsa güvence vardır, terör yoktur. Orada mü’minler yoksa terör vardır. Bunu yaşayarak ve görerek bilirsiniz. Bu gerçek herkes tarafından açıkça bilinmektedir. Ordular, emniyet teşkilatı bunun için vardır. Bu konuda fazla bilgi vermeye gerek yok.

Gerçekten insan: Kişi olarak, topluluk olarak tüm insanlık, uluslar, iller, bucaklar ve ocaklar; herkes çöküş içindedir, ziyan içindedir.

Çökmektedir: Hüsran” zarar etmek anlamına geldiği gibi yıkılmak, çökmek anlamına da gelir. İflas eden hüsrandadır. Bir alışverişte zarar eden başka alışverişte kazanıyorsa hüsranda değildir. Bugünkü dünyamız böyle değil midir? Gelişigüzel savaşlar. Libya’da, Suriye’de, Rusya’da, Çin’de önce halk kışkırtılıyor, sokaklara dökülüyor. Sonra devlet güçleri onların fitnesini bastırınca da uluslararası güç hareket ediyor ve orasını talan ediyor. Bu tür müdahalelerin hangisi başarıya ulaşmıştır? Ama aynı bahaneler ve aynı yağmalamalar devam ediyor. İşte insanlık bundan dolayı, bu düzensizlikten dolayı çöküş içindedir, sosyal tufan içindedir.

Ancak: Yani yukarıdaki genel ifadeden istisna yapılmaktadır. Sadece tek reçete verilmektedir. Bunlar olursa çöküş olmaz. Hangi topluluklarda bunlar olursa çöküş olmaz? Şimdi şu soru ile karşı karşıya kalırız. Bu istisna edilen topluluklar ne kadar çoklukta olmalıdır. Bunun için en küçük topluluk yeterlidir. Ne kadar yeterlidir? On aile yani bir ocak yeterlidir. Bir bucak yani bin aile yeterlidir. Bir il yeterlidir. Bir ülke yeterlidir.

İnsanlık da ancak aşağıda anlatacağımız şu dört şeyle  çökmekten kurtulur.

a) İman etmiş kimseler: O ocakta, o bucakta, o ilde, o ülkede en az onda bir iman etmiş olan varsa, diğerleri onları destekliyorlarsa, işte o topluluk çökmekten kurtulur. Devletimiz geçici olarak bizi korumaktadır. Ama anarşi önlenemiyor, sosyal âfetler önlenemiyor. Biz kendi içimizde bir araya gelerek önce kendi ocağımızı, sonra kendi bucağımızı, sonra kendi ilimizi terörden, anarşiden, işsizlikten, borçtan kurtarmalıyız. Buna inanmış kimselere ihtiyaç vardır. Silahla koruma devletimize aittir. Ama silahlı güçlere biz destek olursak bizim ocağımıza, bizim bucağımıza, bizim ilimize anarşi giremez, işsizlik giremez. Bunun için bizde yeterli mü’minlerin olması gerekmektedir. İsmet İnönü demişti ki; bir memlekette namuslu kimseler namussuzlar kadar cesur olmadıkça o ülke yaşamaz.

İman edenlerin vasıflarını burada sayabiliriz.

1- Onlar mallarını ve canlarını cennet karşılığı Allah’a satmışlardır. Cenneti kâinatın rabbi verecek. Hizmeti ise topluluklarına yapacaklardır. Demek ki mü’min olmanın birinci şartı topluluğun güveni için malını ve canını vermeye hazır olmaktır.

2- Onlar her söze kulak verirler, en iyisine uyarlar. Yani içtihatla amel ederler. İhtilaf hâlinde hakem kararları ile hareket ederler. Güvenlik işlerinde de kendilerinin seçtikleri imamlara kayıtsız şartsız itaat ederler.

3- Onlar iyilikte tüm insanlarla işbirliği ve dayanışma içinde olurlar. Onlar kötülükte kimseye arka olmazlar.

4- Başkaları onları sevmese de onlar tüm insanları severler. Onlar savaşı mazlumları korumak için yaparlar. Onlar karşı tarafı yok etmek için değil, zulümden vazgeçirmek, ıslah etmek, müslim yapmak için çarpışırlar. Onlar geçmişin intikamı için değil, geleceğin güvencesi için cezalandırırlar.

5- Onlar hükmettikleri zaman adaletle hükmederler. Hükmederken söz konusu olan yakınları da olsa taraf tutmazlar.

İşte böyle birisi iseniz mü’minsiniz demektir, bunu da kendiniz beyan edeceksiniz.

b) Uyumlu işler yapmak: Bugün artık insanlar tek başına veya küçük topluluklar hâlinde üretim yapmamaktadır. Bugün herhangi bir iş yapmak için elektrikten yararlanmaktasınız ama elektriği siz üretmezsiniz. Anahtarı çevirdiğinizde elektrik gelir. O anahtarı siz üretmediniz, o motoru siz üretmediniz, şebekeye elektriği siz doldurmadınız. Böylece gerisin geriye gittiğiniz zaman sizin bugün yararlandığınız elektrik nimetini 60 000 seneden beri tüm insanlığın birlikte çalışması sonunda ve bugün de tüm insanlığın emeği ile elde edebiliyorsunuz. İşte böyle ortak üretimin oluşması için aramızda işbölümüne ihtiyaç vardır. Birbirimize uyumlu olarak iş yapmamız gerekir. Nasıl ben tüm insanlığın ürettiği imkanları tüketerek yaşıyorsam, benim ürettiğim imkanlardan tüm insanlık yararlanmalıdır, hem de kıyamete kadar yararlanmalıdır. Ben beş kilo patates üretirsem onunla beş kişi doyar. Onlar iş yapar. Onlar çocuklar yetiştirir. Böylece tüm insanlara katkım olur.

İşte salih amel budur. Bunu nasıl sağlarız? Bu da ücret ve fiyatla sağlanır. Dengeli ücret ve dengeli fiyatla arz ve talep kanunlarına uyarak amel etmek salihat-ı amel etmektir. Bunun için gerçek para çıkarılmalıdır. Karşılıksız faiz parası salih ameli önler. Çünkü fiyat ve ücret dengesini bozar, arz ve talep kanunlarını bozar. İnsanlığın hüsrandan ve çöküşten kurtulması için insanların faizsiz ekonomik düzeni kurmaları gerekir.

Biz kendimizi soğuktan ve sıcaktan korumak için evler yaparız, klimaları çalıştırırız. Yüz hanelik semtler kendilerine ekonomik yapılar yapmalı, faizli anarşik düzenden kendilerini korumalıdırlar. Sonra ilçeler, sonra bölgeler, sonra da kıtalar Avrupa Birliği benzeri ülkeler kooperatifler kurarak salihat-ı amel edecek düzene geçmelidirler.

İnsanlık ancak semtlerden başlayarak faizsiz düzeni yaygınlaştırarak hasardan, hüsrandan, çöküntüden kurtulur. Biz ne diyoruz? Karşılıksız faize dayalı olarak çıkarılan para “fiyat-ücret dengesi”ni kuramıyor, arz ve talep kanunlarını çalıştıramıyor. Bu da işbölümünü önlüyor. Bunun sonucu işsizlik ve açlıktır. Onun sonucu da anarşidir, terördür.

Biri çıksın da bize desin ki; hayır, yanlış söylüyorsun, öyle değildir. Buyursun bizimle tartışsın. Ama onlar yalnız kör ve sağır değildirler, aynı zamanda dilsizdirler. Bu âyetin icazını şimdi anladık, Kur’an onlara neden dilsiz diyor şimdi anladık. Evet, biz kırk senedir “Adil Düzen”i anlatıyoruz ama tek ses yok, gözleri göremiyor ve kulakları duyamıyor ama dilleri de söyleyemiyor, onlar aynı zamanda dilsizdirler.

Hüsrandan kurtulmak, çöküşten kurtulmak için daha başka şeyler yapmamız gerekir.

c) Hakkı öğütleşenler: Mü’minler birbirlerine hakkı tavsiye edeceklerdir. Siz bana ben size hakkı tavsiye edeceğim. Burada dikkat edilirse hakkı tavsiye ederler demiyor, hakkı tavsiyeleşirler diyor. Bunu birbirlerine yaparlar. Mü’min olmayanlarla ilgilenmezler. Biz Saadet Partilileri ve AK Partilileri mü’min kabul ettiğimiz için hakkı tavsiye ediyor, hep onları eleştiriyoruz. Sonra Akevler’deki kendi arkadaşlarımızı eleştiriyoruz. Onların irtidatından bahsediyoruz. Çünkü onlar cihat yapıyorlar, hapishanelere giriyorlar. Başörtülerini açmayarak makamları terk ediyorlar. Eğer yazdıklarımızdan rahatsız oluyorlarsa, bize ‘biz müslimiz, mü’min değiliz, daha kalplerimize iman girmemiştir’ desinler, o zaman onların adlarını ağzımıza almayız. Hayır, onlar gerek lisanları ile gerekse lisanı halleri ile biz mü’miniz diyorlar. Öyleyse onlar bizim tavsiyelerimize kulak vermelidirler. Biz de onların tavsiyelerine kulak vermeliyiz. Ama onlar da sağır, dilsiz ve kör olmaya devam ederlerse, biz onlarla ilgilenmekten vazgeçip özel tebliği yapmayı terk etmeliyiz. Biz eğer isim zikrediyorsak, onları mü’min kabul ettiğimiz için zikrediyoruz. Evet, böyle olduğu içindir ki dördüncü şart getirilmiştir.

d) Sabrı tavsiyeleşirler: Bir taşın duvara yerleştirilmesi için onun yontulması gerekir. Hattâ makine parçaları sürte sürte alıştırılır. İnsanların da topluluk içinde imanları ve amelleri ile yer alabilmeleri, birlik oluşturabilmeleri için hakkı tavsiyeleşmeleri gerekir. Ne var ki bu nefsin yontulmasıdır, çiledir. İşte buna dayanamayanlar er meydanını terk ederler. Yani mü’min olmaktan çıkıp irtidat ederler. İşte ben kardeşlerime bu sebepledir ki zaman zaman irtidat ettiniz diyorum. Akevler dergisinde yazı yazmaya başlayıp sonra bırakanlar irtidat ettiler. Bir kısmının adlarını geçen seminerde yazdım. Sabredenler imtihanı kazandılar. Şimdi de M. Zübeyr Erol, Mehmet Hikmetumut ve Mücahit Günindi’ye söylüyorum. Dolap imalatı yapmamakla irtidat ediyorsunuz. Bakınız, bunu Serdar Turan’a söylemiyorum. O baştan beri bizimle mü’min olarak değil müslim olarak çalışmaktadır. Onlar bu sözlerime sabretmelidirler. Ben de onların cevaplarına sabretmeliyim.

İşte yukarıda bahsettiğimiz vasıfları taşıyan mü’minler derler diyor. Fiil-i muzari getirmiştir. Dediler demiyor. Derler veya diyecekler anlamında söylenir. Arapçada hâl, istikbal ve geniş zaman sigası vardır. Müşterektir. Karine ile manâ verilir. Biz “diyecekler” diye manâ veriyoruz. Buradaki diyeceklere karine cümlesi bu âyetin sonundaki “hasirîn” ifadesidir. Yani ne zaman ki yukarıda söylenen mü’minler ortaya çıkmamış, onları desteklememiş, Müslümanlar bulunamamış, onlar hüsrana uğrayacaklardır. Adil Düzene göre aşiretlerini kuramamış aşiretler helâk olacaklardır. Adil Düzene göre bucaklarını kuramamış bucaklar helâk olacaklardır. Adil Düzene göre illerini kuramamış iller helâk olacaklardır. Adil Düzene göre devletler kuramamış olan devletler helâk olacaklardır. İşte o zaman mü’minler diyeceklerdir. Bu sebeple “diyorlar” değil de “diyecekler” diye tercüme ediyoruz. Karine yoksa “Se” veya “Sevfe”  harfini ziyade yaparız, varsa buna gerek görülmez.

أَهَؤُلَاءِ

(Ea HAEuLAEi)

“Bunlar mı?”

Buradaki “E” inkar hemzesidir, yani “bunlar değildir” anlamındadır. Bizimle beraber olduğuna yemin edenler bunlar değildir. AK Partililer değildir. Çünkü onlar bizimle beraber olmuşlardır ama “Adil Düzen”e katılmamışlardır. Onlar cari düzende bizimle beraber olmuşlardır. Onların bizimle beraber olmaları mü’min olmalarından değil müslim olmalarındandır. Kendileri İslâmî hayatı yaşayamadıkları için bizi desteklemişlerdir. Güç elde edince de cari düzen onları destekleyerek “Adil Düzen”i önlemeye çalışmaktadır. Bu sebeple biz onlara mürted dememekteyiz. Mürted olanlar bizimle beraber İslâm dininin yanında İslâm düzenini de getirmek istediklerine yemin eden kimselerdir. Çünkü irtidat eden onlardır. Mü’min olmamak suç değildir ama irtidat etmek suçtur.

Neden suçtur?

Biz savaşa gidiyoruz, siz bize katılıyorsunuz. Bir güç oluşturuyoruz, mücadele ediyoruz, ondan sonra siz yoldan dönüyorsunuz. Bizi ateşe attıktan sonra siz çekiliyorsunuz.

İşte bu yapılan iman edenlere ihanettir.

Demek ki biz AK Partilileri destekliyoruz, zaman kazanmak için destekliyoruz. Bize saldıranlar iktidarda olacaklarına bize saldırmayanlar iktidar olsunlar diyoruz.

Ama Sadetçilerle işimiz bu kadar basit değildir. Onlar bizimle beraber “Adil Düzen” savaşını vermişlerdir. Şimdi ise yan çizmektedirler. Onlar mürtettirler. Bizim “din” değil de “düzen” açısından asıl tekfir edeceğimiz kimseler AK Partililer değil Saadet Partililerdir. Bununla beraber onlar da Millî Görüşe katıldıkları zaman İslâm düzenini getirelim diye katılmadılar, sadece İslâm dinini yaşayalım diye katıldılar. Dolayısıyla onların da çoğu mü’min değildirler. Müslimdirler. Dolayısıyla biz onları mürted kabul etmiyoruz. Bizi desteklediler, “ Adil Düzen”i dünyaya duyurdular.

Dolayısıyla asıl suçlu olanlar, asıl mürted olanlar İstanbul Akevler’deki, İzmir Akevler’deki arkadaşlarımızdır. Biz esas onların davranışlarını asla tasvip etmiyoruz. Onlar da şahıs olarak bunun cihadını başlatanlardır. Bizi hep desteklediler. Dolayısıyla ben onların dönemini Hazreti İsa’nın dönemi olarak görüyorum. Pavlus’a katılanlar ne ise Akevler’e katılanlar da öyle olmuştur. Ticareti ve çalgı sesini duyunca bizi ayakta bırakmışlardır.

Daha yakına gelelim. Markete başladık, bir müddet işlettik, sonra Özket ailesi terk etti. Dolap imalatına başladık, M. Zübeyr Erol, Mehmet Hikmetumut, Mücahit Günindi terk etti.  Bunların yaptıkları irtidattır. Ne var ki bunlar inanarak bu işe başlamadılar. Müslim olarak başladılar. Serdar Turan’ın bırakması ile bunların bırakmasını aynı kabul ediyorum. Dolayısıyla onları da mürted kabul etmeyeyim.

Bu âyet biz mü’minlere şunu diyor. Bunlar sizinle beraber olduklarına dair imanın cehdi ile kasem etmediler. Bunlar sadece sizi dışarıdan desteklediler. Cihad yaparken destekleyenleri hesaba katmayacaksınız. Gerçekten iman edenlere dayanarak hesap yapacaksınız.  Müslimlere dayanarak bir işe kalkışırsanız sonu başarısız olur.

Aslında ben bunun böyle olduğunu Akevler’i İzmir’de kurarken bilmekte idim ama bunları yapmasaydım, bu denemeleri yapmasaydım bu ilmim olmazdı. Başarmayacağımızı bile bile deneylere giriştim. Ortaklara zarar vermemek için de iki şey yaptım.

Birincisi, taşınmazlar aldım, beklettim, zarar etmedi, hepsi kazandı.

İkincisi, küçük pay sahibi ortaklar aldım. Zarara katlandılar.

Şimdi Yenibosna’da 100’er TL toplanıyor. Bu yardım değil ortaklık payıdır. Kooperatif kazanırsa bunlara sahip olacaklardır, kazanamazsa zarar ederler. Onun için herkesin payı muhasebeye girmeye başlamıştır.

الَّذِينَ أَقْسَمُوا بِاللَّهِ

(elLaÜIyNa EaQSaMUv Bi elLAvHı)

“Allah’a iksam etmiş olan kimseler”

Bu sözlerin manâsını tam kavrayabilmemiz için “Kasem” kelimesinin, “yemin” kelimesinin, “cehd” kelimesinin manâlarını bilmemiz gerekir; bir de “halef” kelimesi vardır.

Yemin: Sağ el demektir. Yahut güney demektir. İnsanlar yaşamalarına devam etmek için önce söz söylerler. Bu sözlerin çoğu tahmindir. Kişi doğru sandığı şeyi söyler veya yapmak istediğini söyler. Ama insan her zaman doğrusunu bilemez ve insan her zaman verdiği sözü tutamaz. Her sözün başında hazf edilmiş ‘bildiğim kadarı ile bu böyledir’ demektir, ‘yapabilirsem böyle yapmak istiyorum’ demektir. Eğer bu şekilde bir söz söylemişse, bir vaatte bulunmuşsa, bundan dolayı kişi sorumlu değildir. Yapabilirsem yapacağım demektir. Bildiğim doğru ise böyledir demektir. Bu söze dayanarak ve bu vaatlerle kimse bir iş yapmağa kalkışmasın. Yahut o da ona göre anlaşsın.

Bu tür sözlere ve biatlere ihtiyacımız vardır. Bunları yapmazsak bir iş yapamayız. Sonra da karşı taraf sözünde durmadı, yalan söyledi diye itham edemeyiz. Biz de imkanımız olmadığı zaman onu yapmazsak sorumlu olmayız.

Mesela, Ankara’da bir merkez (ADAM; Adil Düzen Araştırmaları Merkezi) alma girişimim böyle olmuştur. Azmetmiştim ama karar vermiş değildim.

Bununla beraber eğer bütün yaptıklarımız böyle müeyyidesiz olursa o zaman işlerimiz aksar. Sözleşme yapar, yazar, altına imza atarsak, o zaman artık o sözü yerine getirmek zorundayız. Çok büyük mazeret olmadığı takdirde sözümüzü yerine getirmezsek sorumlu oluruz. Bu da ancak imzalanmış belge için geçerlidir.

Yukarıda açıkladığımız gibi; bizim Adil Düzen çalışmalarına imzalanmış bir belge ile kimse katılmadığı için kimse sorumlu değildir. İstanbul Yenibosna’daki çalışmalarımız için de bunu söyleyebiliriz. Ama eğer imzalamış ve ona göre hareket eder de onu yapmazsak sorumlu oluruz. Sözleşmeler bir tür güvencedir. Yemindir. Mukaveleler imzalandıktan sonra herkes onu yerine getirmekle mükelleftir. Mazeretsiz yerine getirmezse verdiği zararı tazmin eder. Ne var ki mazeretle yerine getiremezse yine sorumlu olmaz.

“Yarın ben sana 1000 TL vereceğim” diye sözle taahhüt etse, yarın pişman olduğu halde vermezse sorumlu olmaz, çünkü sözlü taahhüt etti. Eğer “ben sana yarın 1000 TL vereceğim” dese ve ertesi gün geldiği zaman para bulamazsa, kendisine yapılan yazılı vaadi yerine getiren olmazsa, o zaman mazereti var, sorumlu olmaz. Ama yazılı taahhüt ediyor, parası da var ve vermiyorsa, o zaman sorumlu olacaktır. Zararı tazmin eder.

Cehdli yeminde ise durum tam kesindir. Cehdli yeminle “yarın borç vereceğim” dese ve onu ertesi gün her ne sebeple olursa olsun ödemezse, verdiği zararı tazmin eder. Tazmin etmezse iflas eder. Müellefler şifahi söz verenlerdir. Sözlerini yerine getirmedikleri zaman sorumlulukları yoktur. Müslimler yazılı söz verenlerdir. İmkanları olup yerine getirmezlerse tazmin ederler. Mü’minler ise yeminli söz verenlerdir. Söz verdiler mi mutlaka yerine getirirler. Bu sebepledir ki mü’minler dayanışma içindedirler. Mü’min bir söz verdi de yerine getirmedi mi, diğer mü’minler o sözü yerine getirme durumundadırlar.

Şimdi bizim “Adil Düzen” çalışmalarımıza katılanlar demek ki üç grup olacaklardır.

1) Müellefler bizi desteklerler ama herhangi bir taahhütleri yoktur. Sandığa gittikleri zaman oy atarlar. İstedikleri zaman toplantılara katılırlar. İstedikleri kadar destek verirler.

2) Müslimler ise söz verirler. Sözlerini de imkanları varsa yerine getirirler.

3) Mü’minler ise sözlerini mutlaka yerine getirirler. Kendilerinin gücü yetmezse o zaman da dayanışma ortaklıkları bu sözü yerine getirirler.

Mesela, Hakan (Kandal) hangi sınıftandır? Müellef sınıfındandır. İstediği zaman istediği kadar katkıda bulunur. Mehmet Hikmetumut hangi sınıftandır? Müelleftir. İstediği zaman istediği kadar gelir ve katılır.

Müslim ve mü’minler ise kendi beyanları ile müslim ve mü’min olurlar. Ben müslimim derse o “Adil Düzen” çalışmalarına katılmıştır. Ama mazereti dolayısıyla her zaman bu katkısını sınırlandırır.

Müellef hiç haber vermeden toplantılara katılmaz.

Müslim haber vererek toplantılara katılmayabilir.

Mü’min ise ancak izin alarak toplantılara katılmama imkânına sahibidir.

Mü’min kimden izin alacaktır?

Kim ile anlaşma yapmışsa ondan izin alacaktır.

Muhasebe çalışalım dendiği zaman müellef olarak katılanlar olur, müslim olarak katılanlar olur, bir de mü’min olarak katılanlar olur.

Yemin etmenin kendi kökünden fiili yoktur. Ya “halef etmek” ya da “iksâm etmek” fiilleri ile getirilmektedir. Bu ikisi arasındaki farkı tam olarak belirleyebilmemiz için daha çok çalışma yapılması gerekmektedir. Genel olarak “halef etmek” geçmişte cereyan eden bir olayın doğruluğunu ifade etmek için getirilmektedir; “iksâm etmek” ise gelecekte olacak hakkında yemin etmedir. Biz sizinleydik diye yemin etmek haleftir. Biz sizinle beraberiz ve bundan sonra da beraber olacağız diye yemin ederlerse bu iksâmdır.

Burada mü’minlerin demesi gereken şudur. Çevremizde olan ve bizi destekleyen kimseler mü’min olarak değil müslim veya müellef olarak desteklemektedirler. Dolayısıyla onların yaptıklarından dolayı onlara karşı bir şey söylememize gerek yoktur. Onların müellef olarak, müslim olarak desteği Allah’ın bize in’amıdır, O’na şükretmeliyiz, bizi destekleyenlere de dua etmeliyiz. Yani mü’minler müslim ve müelleflerin desteklerini kesmeleri hâlinde diyeceklerdir ki; bunlar mü’min değildirler, bu kadarına da hamd olsun ve Allah onlardan razı olsun. Evet, Adil Düzen mü’minleri bizi destekleyenlere, hattâ bize karşı olmayanlara karşı da merhametli olmalıdır. Kalbleri onlara karşı sevgi dolu olmalıdır.  Müslim ve müelleflerin hatalı davranışlarıyla da biz fazla ilgilenmemeliyiz.

جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ

(CaHDa EaYMAvNıHıM)

“Yeminlerinin cehdi ile yemin etmediler.”

Biz bir belge tanzim ettiğimizde muhasibe veririz. Üzerinde şunu yazmalıyız. İkrâmen bin TL borçluyum.  Burada sadece isterse yapar isterse yapmaz. Yapmadığı zaman biz ondan bir tazminat talep etmeyiz. Sadece bu kimselerin senetlerini sözlerinde durmazlarsa muteber saymayız. Bu bir deyndir, borçtur. İmkanı olursa yerine getirmek zorundadır. İmkanı olmazsa, imkanı oluncaya kadar mühlet verilir. Bu kimsenin borçlanma ehliyeti kalkar. Borcunu yerine getirdi mi borçlanma ehliyeti iade edilir. Bu teminatlı borçtur denirse ve kimse o borcu yerine getirmezse, dayanışma ortaklığı yerine getirir. İşte muhasebeye bu şekliyle işlenir.

Cehd” erik ağacının meyvesidir. Onunla karın doyurma zar zor olmaktadır. Asgari geçim miktarına “cuhd” denmektedir, vasat geçim miktarına “nisab” veya “afv” denmektedir. “Afiyetler olsun” söylemi buradan gelmektedir. “Ne infak edeceklerini soruyorlar. Afv de diyor.” Yani vasat geçim standardından fazlası varsa infak edeceksin.

Kime infak edeceksin?

Bu standarda ulaşamamış kimselere.

Yani bu yükümlülüğü asgari geçimin üstündeki şartlarla yerine getiririm. Sadece yeminimi ise afvın yani vasat gereksinimin üstündeki şartlar içinde yerine getiririm demektir. Yazılı olaylarda ise o gün de bugünkü görüşte isem yerine getiririm demektir.

إِنَّهُمْ لَمَعَكُمْ

(EinNAHuM La MAGaKuM)

“Onlar sizinle beraberdir.”

“Sizinle beraberiz” derler.

Sizinle beraber olduklarını hiçbir zaman söylememişlerdir. Sadece partiyi kendileri kurmuş kabul ederek kendileri bizden oy istemişler, destek istemişlerdir. Hiçbir zaman siz de gelin bizimle olun dememişlerdir...

Ne Saadetçiler ne AK Partililer dememişlerdir...

İzmir Akevlerdekiler kendilerine emanet edilen Akevler’i yönetmişler emanete ihanet etmemişlerdir. Ama emanetleri yerlerine teslim ederek görevlerini bitirmiş olacaklardır. Bu sebeple onlar da iman etmemişlerdir ki irtidat etsinler. Onları bizim suçlamamız mümkün değildir. Allah onlara âhirette de azap edecek değildir, yaptıkları amel-i salihleri, “Adil Düzen”e katkılarını mecur edecektir. Onların görevleri mü’minlerin görevleri değildir. Onlar mü’minlere hüsna karşılığı yardım etmektedirler.

O halde onlardan fazla bir şey beklemememiz gerekir. Onlara dua ederiz. Partimiz yoksa onlara oylarımızı veririz. Partimiz varsa onlarla seçim ittifakı yaparız. Milletvekillerimiz olursa onlarla koalisyon yaparız. Ancak onların “Adil Düzen” getireceklerini sanmak, buna inanmak safdillik olur. Onlar “Adil Düzen”i kerhen ağızlarına alıyorlar, bir kısmı ise ya inanmıyor veya yasaklıyor!

Bu âyet mü’minlerin onlar hakkında ne düşünmeleri gerektiğini açıkça ifade ediyor. Mü’minler olarak biz onları “müslim, müellef, bize karşı zararsız insan grupları” içinde toplayacağız ve onlarla iyi geçineceğiz.

Evet, bizim için en başta Saadet Partililer dostumuzdur. AK Partililer ikinci derecede dostumuzdur. Milliyetçi Hareket Partililer dostumuzdur. CHP’liler dostumuzdur. BDP’liler dostumuzdur. Bize karşı olmayan herkesle dostuz. Hepsinin “Adil Düzen”e yatkınlıkları ve yakınlıkları derecesinde bizde yerleri vardır.

Diğer yüzde 1’den aşağı oy alan partililere tavsiyemiz vardır. Bu partilerden birine katılın, birleşin, bir parti olun. Altmış parça ne işe yarar. Biz Adil Düzen Partimizi kurduğumuz zaman da bizimle beraber siyaset yapın. Sizi aydınlığa çıkarırız. Bizim seçim sisteminde bir kişi bile Meclis dışında kalmaz. Yüzde beşten fazla oy alanlar Meclise girerler. Ondan az oy olanlar oylarını istedikleri diğer partilerle birleştirirler.

Evet, mü’minler birbirlerine derler ki; onlardan biz söz aldık mı, yeminli söz aldık mı, onlar bizimle beraber olacaklarına söz verdiler mi?

Gürsoy Erol ve Hasan Hacıbektaşoğlu böyle bir katılmayı yaptılar ve hâlen de devam ediyorlar. Gürsoy Erol yeniden milletvekili oluncaya kadar Ümraniye’de (ve Üsküdar’da) haftalık seminerlere eksiksiz katılıyordu. Reşat kırk yıl önce gençken katılmıştır, hâlâ devam ediyor. İstanbul Yenibosna çalışmalarımızın müdavimleri var, aksatmadan devam ediyorlar.

Bunlar mü’mindirler.

Biz bunlarla istişare edeceğiz.

Bunların irtidat etmemeleri için hakkı tavsiye edeceğiz.

Diğerleri ise ya müslimdirler ya müelleftirler. Onlara bir şey söylemek bize düşmez.

Bu tasnifi bize göre yapıyoruz. Bize göre mü’min olmayanlar bizim cemaatin mü’mini değildirler diyorum, yoksa kendi cemaatleri için elbette bizden çok ileri derecede olabilirler.

Allah bu görevi sadece bize vermedi. Hayırda yarışıyoruz. Kimler Kur’an’a dayanarak çağımızın sorunlarını daha iyi çözerlerse, diğerleri onlara tâbi olur. Biz, bizden daha başarılı  olanlara tâbi olmaya her zaman hazırız. Bizden daha fazlasını istemiyoruz, bizim kadar Kur’an’ı çağımızın sorunlarını değerlendirecek kadar çözsünler, o zaman biz onlara tâbi oluruz. Ama Kur’an’a göre değil de, tarikat şeyhlerinin ilhamlarıyla hareket eden Saadetçilere veya Avrupa Birliği’nin peşinde koşan AK Partililere tâbi olma durumumuz elbette söz konusu değildir. Ne var ki biz bu kardeşlerimizin cari düzende yanındayız. Oylarımızı onlara veririz. Biz AK Parti’nin veya Saadet Partisi’nin şimdi iktidar olmasını istiyoruz. Ama işte zamanın cevabını biz değil, Kur’an’da bildirdiği gibi Allah verecektir.

حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ

(XaBiOaT EaGMAvLuHuM)

“Amelleri hubut etmiştir.”

Bu söz mü’minlerin sözü de olabilir. Mü’minler kendi aralarında konuşmaktadırlar.

Biz Akevler’den kesin söz almadık... Biz Saadetçilerden kesin söz almadık... Biz AK Partililerden kesin söz almadık... Biz Risale-i Nur şakirtlerinden kesin söz almadık... Biz tarikatlardan kesin söz almadık…

O halde onlar bunu niye yapıyorlar deme hakkımız yoktur.

Onların destekleri Allah’ın desteğidir. Allah onlardan razı olacak, biz de Allah’tan razı olacağız. Ne var ki onlar bu gidişle ve bu yaptıklarıyla başarıya ulaşacaklar, iyi işler yapacaklar, “Adil Düzen” getirecekler; bu tamamen yanlıştır. “Adil Düzen” çalışmalarımıza katılan kardeşlerimizin, mü’min kardeşlerimizin yanıldıkları nokta buralardır. Onlardan kurtuluş beklemek, “Adil Düzen” getirmelerini beklemek hatalıdır.

Benim görevim, bir mü’min olarak “Adil Düzen”i Kur’an’dan istidlâl etmek için hâdi olmak, yani yol gösteren olmaktır. Erbakan’ın görevi de bu suretle ortaya konan “Adil Düzen”i yalnız Türkiye’ye değil dünyaya duyurmak olmuştur.

Akevler’i böyle değerlendirmeniz, Millî Görüşü de böyle değerlendirmeniz gerekir.

Gerek Millî Görüşün gerekse İzmir Akevler’in görevleri tamamlanmıştır.

Bundan sonra İstanbul Akevler Adil Düzen Çalışanlarının yeni görevi başlamıştır. Dr. Lütfi Hocaoğlu bu görevi yüklenmiştir. Biz ona ve çalışma arkadaşlarına bilgilerimizi aktarıyoruz. Başka bir görevimiz yoktur.

AK Parti’nin ve Saadet Partisi’nin, İzmir Akevler’in ve diğer holdinglerin bundan sonraki amelleri hubut edecektir. Yani çürüyecek ve bir işe yaramayacaktır.

O çürüyen, hubut eden nedir?

1900’larda İslâm düşmanlığı başlamıştır. Bu durum 1933’e kadar sürmüştür. Mustafa Kemal o yıl din düşmanlığına son vermiş, müsbet ilmi meşale yapmıştır. Bu hususu da iyi anlamamız gerekmektedir.

Dünyada hak din vardır. Bu din tek dindir. Bir de fasit dinler vardır. Baştan hak oldukları halde sonra bozulmuş dinler vardır. Bunlar bugünkü Yahudilik, Hıristiyanlık, Hinduluk, Brahmanlık dinleridir. Uygulamada İslâmiyet de böyledir, ne var ki Müslümanların elinde Kur’an vardır, bozulmamış şekli ellerindedir. Müslümanlar her zaman asıl olana dönebilirler, hattâ bu hususta diğer dinlere de yardımcı olabilirler.

Bir de bâtıl dinler vardır. Bunlar ise doğrudan putperestliktir. Marksizm böyle bir dindir, dinsizlik dinidir.

Şimdi şu soru sorulacaktır: Bir dinin hak olup olmadığını nasıl bileceğiz?

Bunun miyarı müsbet ilimdir. Müsbet ilme uyan din hak dindir. Müsbet ilimlere uymayan dinler bâtıl dinlerdir. İşte Mustafa Kemal bunun için elimizde tuttuğumuz meşale müsbet ilimdir demiştir. O halde İslâmiyet eğer müsbet ilme uyuyorsa hak dindir. Sorun yoktur. Uymuyorsa fasit veya bâtıl dindir.

Böylece 1933’de din düşmanlığı bırakılmış, dinlerin eleştirisi dönemi gelmiştir. Bu dönem de 1967’ye kadar devam etmiştir. Bunun son noktasını Makine Profesörü Necmettin Erbakan koymuştur.

Evet, İslâmiyet ile müsbet ilim arasında hiçbir çatışma ve çekişme yoktur tezini ortaya koymuştur. İşte “Adil Düzen”in 33 senelik mücadelesi bunun mücadelesi olmuştur.

Bu mücadeleyi biz din düşmanlarıyla yapmadık, Hıristiyanlarla yapmadık; Kur’an ehli ile yaptık... R. Tayyip Erdoğan’ın baş çektiği İstanbul grubu ile yaptık… Esat Coşan’ın baş çektiği tarikatçılarla yaptık... Fethullah Gülen’in baş olduğu Nur şakirtleri ile yaptık...

Nur şakirtleri esasta bizden farklı düşünmüyorlardı. Onlara göre, bize muhalefet etmeleri için iki sebep vardı. Biri; daha zamanı gelmemiştir. Mekke devrindeyiz. Medine dönemine geçme erken ötmedir. Diğeri de; bunu yapacaksa yalnız Risale-i Nur şakirtleri yapar. Siz kendiniz bu yaptıklarınızla mescid-i dırar çalışması içindesiniz.

Biz ise bir kooperatifin kurulması ve orada İslâm düzeninin uygulayarak öğrenilmesi gerektiği görüşünde idik. İzmir “Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi”ni kurduk. Dinî faaliyetin de olması gerektiği görüşünde idik, Risale-i Nur şakirtlerini hep destekledik...

Siyasetin yapılması gerektiği görüşünde idik, Millî Görüşçüleri hep destekledik... İlmin yapılması gerektiği görüşünde idik, ilâhiyatçıları hep destekledik...

Daima bunu savunduk, bunların yaptıkları hizmetler birer hazırlıktır dedik. Bunlar “Adil Düzen”i, İslâm düzenini getirmezler. Bediüzzaman yalnız cihet-i imaniye bakımından Kur’an’ı ele almıştır. Diğerleri ise Kur’an’la hiç ilgilenmemiştir. Oysa Akevler cihet-i şer’iye noktasında, fıkıh noktasında Kur’an’ı ele almaktadır. Alınması gerektiğini savunmuştur. Akevlerdekiler cari sistemdeki ekonomi konuları ile meşgul olmamışlardır. Şimdi ise İstanbul Akevler faaliyeti ile “Adil Düzen” ilmî bir şekilde yeniden oluşmaya başlamıştır.

İlmin yapılabilmesi için uygulama yapılmaktadır. Zarar edilmektedir ama her deneme zararla biter. Allah razı olsun, bizi amelen desteklemektedirler. Cengiz Demirci, Mehmet Tanış, Hasan Hacıbektaşoğlu, Gürsoy Erol ve Yaşar Gönül biz talep etmeden destekliyorlar. Birçok kardeşimiz biz talep ettiğimizde ortak oluyorlar. Kâr etmeyen ortaklıklara ortak oluyorlar. Yakında kimlerin ne destekte bulunduklarını açıklayacağız.

Evet, cari sistemde başarıya ulaşmak mümkün değildir. Bugünkü başarıların hepsi boş olacaktır. Türklerde söz vardır: Eşek at için çalışır. Şimdi R. Tayyip Erdoğan getirip ülkeyi bolluğa ve berekete ulaştıracak, sonra ne olacaktır? Erbakan da böyle yaptı. Sonra onu iktidardan indirdiler, kendileri geldiler, bankaları boşalttılar. Sonra o boşalan bankaları R. Tayyip Erdoğan borçlarını ödeyerek doldurdu. Şimdi bu dönem yine dolmaya devam edecek. Ondan sonra yine bir 28 Şubat gelecek, onlar boşaltıp yiyeceklerdir.

AK Parti’ye saldırıyorlar, askerler artık karışmıyor, yaktın, yıktın. Bunların hepsi aldatmacadır. Askerlere emir verdikleri için şimdi böyledirler. Yarın askerlere ‘indirin şu sivil cumhurbaşkanını’ diye sermayeden talimat gelince, asker onu yapmak zorundadır. Çünkü tedbir alınmamıştır. O gün orduda ‘hayır’ diyecek güç olmayacaktır.

Askerler 60’da, 71’de, 80’de, 97’de hep müdahale yaptılar. Bunları isteyerek değil başka çareleri olmadığı için yapıyorlar. Yarın da AK Parti’nin yaptığı çürüyüp gidecektir.

AK Parti ne yapıyor?

Borçlanıyor ve hastahane yapıyor, halkımız daha çok hastalansın diye… Paralı yollar ve köprüler yapıyor, yalnız onlar geçsin diye... Hapishaneler kuruyor, herkes mahkum olsun diye... Köyler boşaltılıyor, tarım ve hayvancılığımız yok olsun da yarın aç kalalım diye...

İflas etmiş bankaların borçlarını devlet ödedi, o bankalar şimdi bol bol kazanıyorlar!!!

Devlet alacağını tahsil etti mi?

Hayır!

Çünkü o bankalar kapandı.

Oysa bankaların borçlarını ödersin, faaliyete geçirirsin, on sene içinde para geri döner. Devlet, hükümet yani halk 50 milyar banka borçlarını kapattı! Yöneticilerimiz seksen yıllık birikimimiz olan KİT’leri sattı, gelen parayı onlara verdi! Bu ne biçim liberal ekonomidir ki zarar ederse devlet yani halk ödüyor, kâr ederse kendilerine kalıyor!

Evet, Kur’an çok açık şekilde bunların amellerinin hubut edeceğini bildiriyor. Ekonomi ilmi de itiraz edilemeyecek şekilde bunları ispatlıyor. Söyledikleriniz ve yazdıklarınız yanlıştır diyenlere sayfalarımız açıktır. Biri çıksın ve bizimle tartışsın.

Ama bu halleriyle nasıl tartışabilecekler ki; onlar yalnız sağır ve kör değil, onlar aynı zamanda dilsizdirler; kör, sağır ve dilsiz.

Burada fiil-i mazi kullanılmıştır. Bugün okuduğumuzda bu sigaya kesinlik manâsını vereceğiz. Nedir bu kesinlik? Sen öldün derler, yani öldüreceğim denmektedir.

Evet, onların yaptıklarının boşa gideceği o kadar kesindir ki, şimdiden borçlular hanesine yazabilirsiniz...

فَأَصْبَحُوا خَاسِرِينَ (53)

(Fa EaÖBaXUv PaÖıRIyNa)

“Hâsirîn olarak isbah ettiler.”

Evet, yaptıkları boşa gidince zararlı hâle gelmişler, kendileri de perişan olmuşlardır.

Bunların başarıları sahtedir ve sadece görünüştedir; aslında başarısızdırlar...

İzmir Akevler cari düzende çalışmadı, büyümedi ama varlığını korudu, daha da korumaktadır. Yarın “Adil Düzen” iktidar olduğu zaman ilk muhatap olan şirket, kooperatif, topluluk o olacaktır. Faizsiz kredi vereceksiniz ama faizsiz kredi alacak bir müessese bulamayacaksınız. İzmir Akevler site olarak varlığını sürdürmektedir. Akevler içinde genç kadro yetişmektedir. Bunlar bugün için mü’min değiller, bunlar “Adil Düzen” getiremezler ama “Adil Düzen” geldiği zaman “Adil Düzen”den yararlanacaklar onlar olacaklardır.

Evet…

Başta İzmir Akevler Kooperatifi’nde yetişen cemaat… Sonra Saadet Partisi’nde yetişen cemaat… sonra Risale-i Nur şakirtleri… Sonra tarikat ehli… Hepsi akın akın bize gelecek ve “Adil Düzen” içinde yerlerini alacaklardır... “Adil Düzen”in Müslimleri, ashab-ı yemini olacaklardır…

İyi bilmeliyiz ki, her ne olursa olsun her şey ve olanların hepsi Allah’ın ilmi içinde olmaktadır. O’nun izni ve bilgisi olmadan bir yaprak bile kımıldamaz. O halde biz Adil Düzen Çalışanları olarak Kur’an’ı anlamaya ve kendi aramızda uygulamaya devam edelim. Bundan ötesi bizi hiç ilgilendirmez. Allah uygun gördüğü zamanda uygun gördüğü kimseyi görevli kılar ve “Adil Düzen”in siyasetini, dinini ve ekonomisini yaptırır.

Bu âyet bize Müslim veya müellef olarak katılan kardeşlerimizle olan ilişkimizi düzenlemeyi öğretti. Onları suçlamayacağız. Onlar için dua edeceğiz. Yaptıkları bize yarayacak ama onların yaptıkları çürüyüp gidecektir. Sonbaharda ekilen buğday kışın çürür ama kökleri sağlamlaşır, bahar oldu mu daha gür olarak yeşerir.

Evet…

Onların yaptıkları çürüyecek ama “Adil Düzen”e gübre olacaktır...

 

 


MÂİDE SÛRESİ TEFSÎRİ(5.sure)
1-MAİDE 1-2
3103 Okunma
2-MAİDE 3
2886 Okunma
3-MAİDE 4-5A
2176 Okunma
4-MAİDE 5B-6A
2266 Okunma
5-MAİDE 6B-10
2137 Okunma
6-MAİDE 11-12
2870 Okunma
7-Maide13-15
2292 Okunma
8-MAİDE 16-17
2320 Okunma
9-MAİDE 18-19
2009 Okunma
10-MAİDE 20-26
2561 Okunma
11-MAİDE 27-31
4600 Okunma
12-MAİDE 32-33
2802 Okunma
13-MAİDE 34-37
2037 Okunma
14-MAİDE 38-41
2981 Okunma
15-MAİDE 42-44
2325 Okunma
16-MAİDE 45-47
3605 Okunma
17-MAİDE 48-50
2414 Okunma
18-MAİDE 51-53
2538 Okunma
19-MAİDE 54-56
2959 Okunma
20-MAİDE 57-60
2360 Okunma
21-MAİDE 61-64
2203 Okunma
22-MAİDE 65-67
2057 Okunma
23-MAİDE 68-69
2408 Okunma
24-MAİDE 70-72
2188 Okunma
25-MAİDE 73-76
2443 Okunma
26-MAİDE 77-79
1917 Okunma
27-MAİDE 80-82
2316 Okunma
28-MAİDE 83-88
1893 Okunma
29-MAİDE 89-91
3214 Okunma
30-MAİDE 92-95
2606 Okunma
31-MAİDE 96-100
2516 Okunma
32-Mide 101-103
2592 Okunma
33-MAİDE 104-105
2218 Okunma
34-MAİDE 106-108
2406 Okunma
35-MAİDE 109-110
3299 Okunma
36-MAİDE 111-115
2746 Okunma
37-MAİDE 116-118
2535 Okunma
38-MAİDE 119-120
2195 Okunma

© 2024 - Akevler