MÂİDE SÛRESİ TEFSÎRİ(5.sure)
Süleyman Karagülle
2771 Okunma
MAİDE 11-12

***

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 11

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ هَمَّ قَوْمٌ أَنْ يَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ فَكَفَّ أَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلْ الْمُؤْمِنُونَ (11)

 

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا

(YAv EayYuHa elLaÜIyNa EAvMaNUv)

“Ey iman etmiş olan kimseler.”

Bu sûrede bu hitap beşinci olarak geçmektedir. Bakara Sûresi’nde “Ey İsrail oğulları” diye hitap etmiş, burada ise “Ey iman etmiş olan kimseler” denmektedir. Mü’minler İsrail oğullarının yerini almışlardır.

Allah kâinatı var etmiş ve insanı kâinat içinde kendisine halife yapmıştır. İnsanın dışında yine insan gibi varlıklar vardır; bunlar melekler, cinler ve ruhlardır. Allah kâinatı bunlar için yaratmıştır. Bizim gördüğümüz ve yaşadığımız kâinatta insan başrolünü oynamaktadır. Kâinatın emaneti insana verilmiştir. Göklerde de insanlar vardır, onlar Adem oğulları değildir. Yeryüzünde Ademoğlu insan var edilmiştir.

Kâinat evrim üzerinde kurulmuştur.

Tevrat ve Kur’an’da kâinatın altı dönemde bu hâle geldiği ifade edilmiştir.

  1. Ceviz kadar büyüklükte sıvı damlası olan kâinat bundan 13.7 milyar yıl önce patlayıp büyümeye başlamış, önce duman yani gaz olmuş, sonra gaz yığınları birbirinden uzaklaşmaya ve etrafında dönmeye başlamış, yığılan gazlar birer güneş olan yıldızları oluşturmuş, onların etrafında gezegenler dönmeye başlamıştır. Bu birinci evrim merhalesidir.
  2. İkinci evrim merhalesinde ise yeryüzünün dönmesi, madde miktarları öyle ayarlanmıştır ki orada canlılar yaşasın. Milyar milyar kadar güneş olan yıldızların çevrelerinde de gezgenler vardır, yani yeryüzü vardır. Burada da bitkiler ve hayvanlar yaşamaktadır. Buralarda da hayat vardır. Burada Ademoğlu olmayan insanlar vardır.
  3. Bundan sonra yeryüzünde canlı yaratılmış ve dört dönem geçmiştir.
  4. Birinci zamanda tek hücreli canlılar vardır.
  5. İkinci zamanda denizlerde çok hücreli canlılar vardır.
  6. Üçüncü zamanda canlılar karaya çıkıyor ve omurgalı hayvanlarla çiçekli bitkiler türüyor.
  7. Dördüncü zamanda biyolojik evrim duruyor, yeni türler ortaya çıkmıyor. Canlılık âlemi 15 yaşına geliyor. Canlılığın meyvesi olan insan yaratılıyor. İnsanda sosyal evrim başlıyor.

İnsanlar başlangıçta dört evrim merhalesi geçirmiştir.

  1. Toplayıcılıkla geçiniyorlardı, bu merhale 32 000 yıl sürmüştür.
  2. Avcılık dönemine gelmişler, bu dönem de 16 000 yıl sürmüştür.
  3. Çobanlık dönemine girmişler, bu dönem de 8 000 yıl sürmüştür.
  4. Tarım dönemine girmişler ve bu dönem de 4 000 yıl sürmüştür.

Bu dört dönemde ürettiklerini kendileri tükettiler, artan malları takas ederek değiştirdiler. Bundan sonra içinde bulunduğumuz sanayi dönemi başladı. İnsanlar ürettiklerini değiştirmeye başladılar. Bugün artık kendi ürettiklerini kimse tüketmiyor. Hattâ bugün üretim bile ayrı ayrı yapılmıyor. Birlikte üretip işçilik değişimi oluyor.

Bu duruma gelinmesi için Allah önce Hazreti Nuh aleyhisselâmı görevlendirmiş, onun zamanında yazılı hukuk ortaya çıkmıştır. Birbirini tanımayan kimselerin bir arada yaşamaları ancak yazılı hukukla mümkün olmuştur. Mezopotamya’da uygulanmaya başlanan bu oluşum, bu düzen önce Mısır’a, sonra Hindistan’a, sonra Çin’e kadar gitmiştir.

Sonra Allah Hazreti İbrahim aleyhisselâmı görevlendirmiş, dağılan ve farklılaşan uygarlıkların tekrar bir araya gelerek tek uygarlığın oluşması görevini Allah onun çocuklarına vermiştir. Hazreti İbrahim’in Sara isminden bir hanımı vardı, bir de Mısırlı Hacer adında kölesi vardı. Hacer’den İsmail doğdu, Hazreti İbrahim onu götürüp Bakka Vadisi’nde bıraktı. Sonra Sara’dan da İshak adında bir çocuğu oldu, onu bugünkü Filistin’de yerleştirdi. Ayrıca Katura adında üçüncü bir hanımı daha vardı, onun çocuklarını da doğuya gönderdi; bunlar doğuda Brahmanizm’i oluşturdular, sonra Budizm’e dönüştü. İshak’ın torunları (Hz. Yusuf ve kardeşleri) ise Mısır’a gittiler, orada deneyimli ulus oldular, Filistin’e dönüp (Hz. Musa dönemi) İbrani uygarlığını (Hz. Davut ve Hz. Süleyman dönemi) kurdular.

Mezopotamya’da kent devletleri vardı, Mısır’da ulusal merkezi devlet vardı. İbraniler ise şeriatı bir olan yani Tevrat olan ama yönetimleri bağımsız sınırlardan oluşan bağımsız yerel yönetimler oluşturdular, merkezi yönetim ile yerel yönetim arasında denge kurdular.

İsrail oğulları ikinci iş olarak laik düzeni oluşturdular, yani Tevrat’la kendi yönetimlerini kurdular, ancak hükümetleri ve ülkeleri kendi dinlerinde bıraktılar, karışmadılar. İsrail oğullarına gönderilen Tevrat sayesinde dünyada laik düzen oluştu.

Bu kitaptan yani Tevrat’tan yararlanan Yunanlılar site devletlerini oluşurdular. Helenizm (Büyük İskender) döneminde bu düzen Çin’e varıncaya kadar yayıldı. Ayrıca Romalılar Tevrat hukukuna adapte oldular, Roma Hukuku doğdu.

Yeryüzündeki tüm uygarlıklar vahye dayanarak oluştu.

Şimdi İsrail oğullarına verilen görev Kur’an’la mü’minlere de verilmektedir. Bu sebepledir ki “Ey beni İsrail” benzeri, “Ey iman etmiş olanlar” hitabı vardır, sûrede sık sık tekrar edilmektedir. Tekrar hatırlayalım:

  1. Sûre “Ey iman edenler” diye hitap etmiş ve “sözleşmeleri yerine getirin” demiştir. Bu Tevrat uygarlığı ile Kur’an uygarlığı arasındaki temel farktır. Tevrat uygarlığı resmi mukavelelere dayanıyordu. Yani devlet resmi mukavele tipleri (tip sözleşmeler) hazırlar. Halk onlardan benimsedikleri için resmi görevlinin huzuruna çıkar, bir merasimle sözleşmeler yapılırdı. Oysa Kur’an hukukunda devlet sözleşmeler yapmaz, sözleşmeleri âlimler yapar, halk onlardan istediklerini seçer, kendi aralarında imzalayarak tamamlarlar. Devlet, devlet dışında yapılan akitleri güvenceye alır.
  2. Kur’an uygarlığının ikinci özelliği ise; Tevrat’ta şeriat ilâhi kitap olarak geldiği halde, Kur’an’da şeriat değil şeriatın nasıl yapılacağı gelmiştir. İnsanlara içtihat ve icmalarla hükümler koyması öğretilmiştir. Bu sayede insanlar kendileri düşünüp uygarlıklarını geliştirmektedirler. Batılılar bu hususa “demokrasi” demektedirler; İslâmiyet’te ise “içtihat ve icma” denmektedir.
  3. Üçüncü bölüm ise; birlikte yaşamak için hastalıkların birbirlerine bulaştırılmaması gerekir. Bunun ilk şartı temizliktir. El ve yüzü yıkamayı emreden âyetler gelmiştir. Böylece birlikte yaşamanın şartları konmuştur. Bugün insanlığın en büyük sorunu çevre kirliliği olmuştur. İnsanın temiz olması farz kılındığı gibi çevre temizliğine de dikkat edilmesi gerektiği hususu anlatılmıştır. Yine bir arada yaşayabilmemiz için yargıya gerek vardır.  İbrani uygarlığında da yargı vardır ama hakemlik yoktur. Çünkü insanlar henüz hakemlik sistemine ulaşmamışlardı. Artık “hâkimlik” yok, “hakemlik” var ve “hanedanlık” yok “biat” var. Tamamen yeni uygarlıklar oluşturuyoruz. Bu yeni düzen demokratik, laik, liberal ve sosyal bir düzendir. Bunun temelinde hakemlik ve hicret demokrasisi vardır.
  4. Dördüncü bölümde iç güvenlikten söz edilmiştir. Şimdi burada da dış güvenlikten söz edilecektir, yani savunmadan bahsedilecektir. Başka bir şekilde şöyle ifade edebiliriz; bundan önce barış içinde diğer insanlarla ilişki kurmamız gerekmektedir. Barışa gelmeyenlere de nasıl hareket edeceğimiz anlatılacaktır.

اذْكُرُوا

(EuÜKüRUv)

“Zikrediniz.”

Zikretmek” anmak demektir. “Birlikte anın” anlamında kullanırsak lazım fiil olur. “Başkalarına anlat” dediği zaman müteaddi fiil olur.

Burada memur olanlar iman eden kimselerdir.

Şimdi önemli bir soruyu/sorunu çözmemiz gerekmektedir.

Mü’minler bedenen askerlik yapanlardır.

Müslimler ise bedenen katılmayıp mâlen bedel verenlerdir.

Kur’an’da “Ey iman edenler” diye hitap ettiği zaman yalnız mü’minlere yani askerliğe giden kimselere mi yoksa bütün müslimlere mi hitap etmektedir?

Eğer tüm müslimlere de hitap ediyorsa, mü’minlerin de onlardan farkı yoktur. Eğer sadece askerlik bedelini yapanlara hitap ediyorsa, Müslüman olmanın mânâsı kalmamaktadır. Bunu şöyle izah edeceğiz. Mü’minlere emirde zorlama vardır. Namaz kılmayan bir mü’min siteden sürülür, ülkeden sürülür. Müslim ise mükelleftir ama biz ona müeyyide uygulamayız, sadece nimetlerden yararlanamaz.

Peki, ne zaman zikredeceğiz ve nasıl zikredeceğiz?

Önce buradaki bu “zikir” yukarıda bahsedilen namazların zikridir. Yani biz günde üç defa (sabah, öğle, akşam) bir araya geleceğiz ve namaz aralarında zikrederken bu arada anlatılanları zikredeceğiz, birbirimize anlatacağız. Farklı konuları farklı kişiler çalışacak ve sıra ile diğerlerine anlatacaklardır. Eğer başkan anlatıp da diğerleri dinleyecek olsaydı; “sen namazı kıldır”da olduğu gibi “sen onlara anlat, dinlesinler” derdi. Oysa “siz zikrediniz” denmektedir. Bu da ancak sıra ile konuşma şeklinde ortaya çıkar veya sıra ile birbirimize anlatırız anlamı ortaya çıkar.

İnsanlar araba kullanmayı öğrendikleri gibi konuşmayı da öğrenmek zorundadırlar. Nasıl Kur’an okumak bize farz ise; aynı şekilde konuşmak ve anlatmak da böylece farzdır. İşte buradaki “anlatınız, müzakere ediniz” demektir.

Biz “www.akevler.org” sitemizde de bunu yapmak istiyoruz. Aynı yerin cemaati yazsın ve birbirlerine okusunlar istiyoruz. Kendilerine kolaylık olsun, yazarlar seçilsin ve burada anlatılsın. Bazı önemli değişikliklere ihtiyacımız vardır. Şimdi isteyen istediğini yazıyor, uzatıyor kısaltıyor. Bu hatalıdır. Biz 32 sayfalık bir dergi çıkaralım dedik. Bunu 16 kişi yazsın dedik. Herkes haftada 2 sayfa yazacaktır. 35 sayfa olsa günde 5 sayfa okunarak bir haftada bitirilir. Demek ki her namazda bir sayfa okursak bir haftada dergimiz biter. Haftalık tefsir seminerleri notlarımızı okuduğumuz gibi dergiyi de böylece okumamız gerekmektedir.

نِعْمَةَ اللَّهِ

(NiGMaTa elLAHi)

“Allah’ın nimetini zikrediniz.”

Evet, günde üç defa namazlar arası “Allah’ın nimetini zikrediniz” deniyor.

Allah yeryüzünü Âdemoğulları için var etti. Yeryüzü insanlara emanettir. Sonra İbrahim milletine bu arzın yönetimini verdi. Sonunda Kur’an mü’minlerine nimet verdi. İşte zikredilecek olan budur. Allah’ın en büyük nimeti elbette Kur’an’dır. O halde Kur’an zikredilecektir. Kur’an’ın bir anlatılan mânâsı vardır, buna “zikr” denir. Bir de ondan istihraç edilecek fıkhi mânâsı vardır. Sonra da hikmetlerinin öğrenilmesi var. Yani namazlar arası öğreneceklerimiz üç derecededir.

  1. Nasıl amel edeceğimizi öğreneceğiz. Bize ‘şunu yap, bunu yap’ diyecekler, biz de onu yapacağız. Bu kadarını öğrenmeye herkes mükelleftir. Yaptırılarak öğretilir.
  2. Fillerimizi hükümleri ile bilmek zikirdir; yani bu haramdır, bu mekruhtur, bu farzdır diye bilerek amel etmek gerekir.
  3. Hükümler delilleri ile bilinmelidir, yani dört delil üzerinde durulacaktır; âyet, hadis,  icma ve kıyas.
  4. Rusuh mertebesindeki araştırmalar namazlarda değil de başka zamanlarda yapılacaktır.

Dersler öyle verilir ki, katılanların da kolaylıkla anlayacağı şekilde anlatılır. Misal olarak abdest nasıl alınır; göstererek öğretilir. Sonra abdestin farzları, sünnetleri, müstehapları hangileridir, bunlar öğretilir. Sonra da buna dair âyetler ve hadisler anlatılır.

Çocuk beşikten mezara kadar bu cemaat içinde büyür, hayatının her döneminde kendisine nasip olduğu kadarını alır.

İnsanlar 33 yaşlarına kadar öğrenirler, 33 ile 66 yaşlarına kadar uygularlar, 66 yaşından sonra da anlatırlar.

عَلَيْكُمْ

(GaLaYKuM)

“Sizin üzerinize olan nimetini zikredin.”

Yeryüzü ülkelere bölünmüştür, ülkeler illere bölünmüştür, iller bucaklara bölünmüştür, bucaklar ocaklara bölünmüştür. Beş vakit namaz ocaklarda kılınır. Günde üç defa toplantı aşiretlerde yani ocaklarda yapılır. Burada Allah’ın nimetleri anlatılacaktır. Başka insanlar üzerindeki nimetleri değil, kendi ocakları üzerindeki nimetleri anlatılacaktır.

Bir topluluğun bilinci geçmişi ile belli olacaktır.

Şimdi biz çalışıyoruz. Yenibosna’da bir ocak oluşturuyoruz. Bunun bilincinde olmak ancak onun geçmişini bilmemizle mümkündür. O halde bize farz olan, bize sonradan katılanlara oluşumumuzu anlatmamız gerekir.

İstanbul Yenibosna aşiretinin/ocağının tarihi nedir?

  1. Önce Üsküdar’da daha evvel kurulmuş bulunan KOBA’nın (Kafkasya, Ortadoğu ve Balkan Ülkeleri Ticaret ve İhracat Ltd. Şti.) yerlerinde faaliyete başlanmıştır. Haftalık dersler yapılmakta idi. Üsküdar’daki İslâm Medeniyeti Vakfı’nın merkezinde (Vakıf Genel Sekreteri Reşat Nuri Erol’un yönetiminde, orada) faaliyet gösterilmekte idi.
  2. Kur’an tefsirlerine 1997 yılında önce aylık, kısa bir zaman sonra da haftalık olmak üzere burada (yani İslâm Medeniyeti Vakfı’nda) başlanmıştır. Ayrıca buradaki ilk çalışmalarımızda “Ahşap Evler Projesi” oluşmuş ve Etiler Camii altındaki atölyede, Sapanca’daki atölyede, Çatalca Kabakça Köyü atölyesi ve İzmir Akevler Özdemir Fabrika atölyelerinde çalışmalar yapılmıştır.
  3. Sonra Yenibosna’ya taşındık, iki mülk/dükkân satın aldık, orada market kurma ve işletme denemelerimiz oldu, halen ufak çapta mobilya (portmanto) üretim ve pazarlamamız devam ediyor. Orada Arapça seminerlere başladık, devam ediyoruz. Orada muhasebe ve bilgisayar çalışmalarımıza başladık, devam ediyoruz.
  4. Şimdi de çalışmalarımız Üsküdar, Esenler ve Yenibosna’da devam ediyor...

İşte, toplantılarda Allah’ın bu geçmişe ait nimetlerini anlatmamız gerekmektedir. Toplantılarda Allah’ın bir nimeti olarak Yenibosna ocağını anlatmamız gerekir.

Bu çalışmalara dışarıdan katılan kardeşlerimiz vardır. Bunlarla dergide karşılaşıyoruz. O çalışmalardaki gelişmeler tarihleştirilmelidir. Dergide yazılanlar tarihleştirilmelidir. Dergi bilinci camiamıza ve çalışanlarımıza yerleştirilmelidir.

Cemaat beş vakit namazlarda ocaklarını anlatırken ocaklarının, bucaklarının, illerinin, ülkelerinin ve insanlığın tarihini öğrenmelidirler. Böylece ocak mensupları tarih bilincini yaşayacak ve yaşayarak öğreneceklerdir.

Bugün yeryüzünde yedi milyar insan vardır. Bir ocağı ortalama 70 kişi kabul edersek, yeryüzünde 700 milyon ocak olacaktır. Her ocak zamanla ayrı dünya olacaktır. Böylece tüm insanlık işbölümü içinde geçmişini öğrenmiş olacaktır. “Sizin üzerinize olan nimetini zikrediniz” derken, herkes kendilerinin nimetini zikredeceklerdir demektir.

Yeni gelen arkadaşlar, yeni gelen nesil/ler neye vâris olduklarını bilecek ve bu şekilde mirası gelecek nesle nasıl devredeceklerini öğreneceklerdir. Bugün biz tarih aşamasından önceki dünyayı yaşıyoruz, bugünkü hâlimizle namazı da hakkını vererek kılamıyoruz.

Burada şunu ifade etmek gerekir. Nimetler geriden başlar ve bugüne ulaşırız. Bizim Yenibosna ocağında var olan nimetler elbette Hazreti Âdem’den başlar. Arada geçen birçok nesiller görevlerini yapmasaydılar bugün biz olmazdık, bu nimetlere de kavuşamazdık. Yakından başlayıp gerisin geriye gitmeliyiz. Yani hem önce mekânda yakın olanlar ele alınacak, aynı zamanda da zaman içinde yakından başlayıp gerisin geriye gidilecek.

Bundan önce “Ey iman edenler” hitabını yapmadan da aynı emri abdest âyetinden sonra vermişti, hattâ aynı âyet içinde vermişti. Burada aynı emri tekrar etmektedir. Orada, sizinle misakı da zikredin denmiştir; orada da “iz” kelimesi geçmiştir. Ancak oradaki “iz” misakla ilgili idi, burada ise tarihimizdeki savaşla ilgilidir.

إِذْ هَمَّ

(EiÜ HamMa)

“Himmet ettiğinde”

Hem” terlemek anlamındadır, damlaların oluşturduğu bulut anlamındadır. “Ğamam” kelimesinin bu yönüyle akrabalığı vardır. Kanallarından sular damlayan kuyuya da bu kökten hem adı verilir. “Himmet etmek” demek, bir konuda çaba göstermek demektir. Türkçedeki “terlemek” de bunu ifade eder. Türkçede “önemli” mânâsında “ehemmiyetli, mühim” kelimesi kullanılır. Kur’an’da dokuz yerde geçer.

Hazreti Yusuf peygamberin kıssasında “himmet” meyletti, arzuladı mânâsında geçmektedir. “Himmet” kelimesi kişi için kullanıldığı gibi topluluk için de kullanılmaktadır. Burada kavmin himmetinden bahsettiği gibi diğer yerlerde de toplulukların himmetinden bahsetmektedir.

Bir topluluğun himmeti nasıl olmaktadır? Bir kişinin terlemesi bilinen bir şeydir. Çaba göstermesi mecazi olarak terleme kabul edilmektedir. Ama bir toplum nasıl çaba gösterir?

Sosyal oluşlar şöyle başlar. Toplulukta birinin aklına bir şey gelir ve onu yapar. Daha evvel karşılaşmadıkları bir olayla karşılaşınca insanlar genellikle ilgisiz kalmazlar, yani hoş görmez, reaksiyon gösterir, o hareketi takbih eder, ya da ona o da özenir, o da yapar. Bir de bakarsınız ki toplulukta birden değişik yerlerde aynı şeyleri yapmaya başlarlar. İşte bu terleme mahiyetindedir. Himmettir. Topluluk birleşir, organize olup saldırmazlar, dağınık halde kişiler benzer şeyleri istemeye başlarlar, buna “himmet” denir.

Burada anlatılan şey işte böyle bir himmettir. Diyelim ki halk bir bakarsınız ki Avrupalı olmaya başlar, herkes ona yönelir; bir bakarsınız bir topluluğa düşman olur. Bu himmet kişide olduğu gibi bir topluluğun tamamında da görülebilir yahut bir grupta oluşur. Partiler ve sosyal gruplar böyle oluşur. Aynı partiye mensup olanlar kendi başkanlarını tanrılaştırırlar, başka partilerin başkanlarına saldırırlar. Bir bakarsınız bu olay o grupta aynen görülür. Bu himmettir. İnsanlar kişi olarak belli şeylere himmet etme arzusunu duydukları gibi sosyal gruplar da bu himmetler sayesinde bir araya gelirler. Topluluklar böyle oluşur.

قَوْمٌ

(QaVMun)

“Bir kavim.”

Kavim” kelimesi burada nekre getirilmiştir. Oysa Medinelilerin düşmanları belli idi; Mekkeliler ve onlarla işbirliği hâlinde olan Yahudiler.

O halde burada “kavim” kelimesi neden nekre olarak getirilmiştir?

İki topluluk çatışırken üçüncü topluluk ortaya çıkar ve o çatışmadan yararlanır. Mekkelilerle Medineliler arasında çatışma devam ederken beklenmedik bir yerden yararlanmak isteyen çıkmış olabilir. Bu konunun aydınlanması için tarihe doğru gitmek gerekir. Biz şimdi zamanımıza gelelim. Burada kavmin nekre olması, bize himmet eden yani ülkemizi işgale kalkışıp bizi bertaraf etmek isteyen yahut 28 Şubat’ta (1997) bizi devre dışı bırakmak isteyen yahut AK Parti’yi kapatmak isteyen zahiri güçler değildir. Meçhul birileri bu himmeti gerçekleştirmektedir. “Kavim” kelimesi bunun için nekredir. Çünkü görünürde olanlar başka, arkada bulunanlar başkadır. Onları kullananlar vardır. PKK da böyledir. Görünürde Kürt sorununu ele almakta ve güya Kürtleri memleketleri için savaştırmaktadırlar; oysa asıl hedef başkadır. Bilmediğimiz bir güçtür.

Burada bir şeye daha işaret etmemiz gerekmektedir. Dünyadaki bütün habaseti ve fitneyi Amerika’daki Yahudi 200 ailelik sermayeye bağlamaktayız. Oysa bu nevi fitneleri başkaları yapar, onlara yüklenir. Dolayısıyla zannedilmesin ki her türlü fitne onlardan çıkmaktadır. Bu sebepledir ki onları bertaraf etsek bile başka günah keçisini bulur, yine fitne şeytan taifesini organize eder. “Kavim” kelimesinin nekre getirilmesi ile öğreniyoruz ki; biz fitne ile değil, kendimizle mücadele edeceğiz. Meçhul olan kavmin şerrinden Allah bizi koruyacaktır. Biz sağlamsak, Allah’ın yolunda isek, O bize ellerini uzatmak isteyenlerin ellerini tutacaktır. Kavmin nekre olmasından şunu öğreniyoruz ki, biz gizli ellerin kim olduğunu, arkalarında kimlerin bulunduğunu araştırmayacağız. Namazlar arasında başımıza gelenleri anlattığımızda ve ondan kurtulduğumuzda Allah’ın bize nasıl yardım ettiğini anlayacağız ve O’na şükredeceğiz. Derin güçlerden, arkada olanlardan söz etmeyeceğiz.

PKK’yı ele alalım. Bunun dış güçler tarafından organize edildiğine değil; Allah’ın başımıza neden bunları musallat ettiğine, neden onların elini elimizden çekmediğine bakacak ve onu müzakere edeceğiz.

28 Şubat’ın mimarları elbette ordu değildi, elbette S. Demirel değildi. 28 Şubat’ın arkasındaki meçhul kavmi maruf kavim hâline getirmek de bizim işimiz değildir.

28 Şubat neden oldu?

Onu bizim düşünmemiz gerekir. Bizim iktidar olmamız, kendimizi göstermemiz gerekirdi. Erbakan’ın teşbihiyle, iktidarımızı kokusu ile gösterdik. Ondan sonra gitmemiz gerekirdi. Çünkü biz olmadan nelerin olacağının bilinmesi için bu gerekiyordu. Nitekim beş senelik uygulama bize uzanan elleri geri çekti. 28 Şubat’ın arkasındaki güç kimmiş, bizi hiç ilgilendirmez, onların hesabını O görür. Allah bugün eğer bizi anayasa ekseriyeti ile iktidar etmişse, bunu bilmemiz gerekmektedir; Allah’ın nasıl lütfettiğini bilmemiz gerekmektedir.

Yeni bir parti kuruluyor, iki senede anayasa ekseriyeti ile iktidar oluyor. Bunun kendiliğinden olduğunu düşünmek akılsız olmak demektir. Allah üzerimize uzanan kolu tuttu ve biz bu nimetlere ulaştık. Şimdi yeni saldırı vardır. Bizimle alakası olmadığı halde sanki biz yapıyoruz diye saldırı hazırlığı yapıyorlar. Ergenekon ve Balyoz operasyonları tamamen böyle meçhul bir kavim tarafından tezgâhlanmaktadır.

Ne için yapılmaktadır?

  1. Askerler hazırlık yaptılar ama müdahale yapmadılar. Şimdi onlara ceza verilmektedir. Madem yapmadınız, sizleri şimdi böyle hapishanelere gönderirim diyor o meçhul güç.
  2. AK Parti bu işleri yapıyor göstererek yarın herhangi bir hareket olduğu zaman AK Parti’yi cezalandırmış olacaktır.
  3. Türk ordusu yıpranıyor. Yarın subaylar korkularından birleşip müdahale yapabilirler. Böylece ordu bölünür. Devletimiz kolay yutulur lokma olur.
  4. Bu arada Zaman gazetesi gibi gafil veya hain organlar da, oradaki görevliler de orduya saldırıyorlar. Böyle bir müdahale veya karışıklıkta o görevliler haberdar edilir, Almanya, Amerika, Kanada veya başka yerlere gönderilir. Geçmişte bunları gördük ve yaşadık. Bu arada suçsuz mü’minler de samimi Müslümanlar da yok edilir.

İşte gizli güç bu plan dâhilinde bu savaşları sürdürmektedir.

Sonuç olarak eğer Allah’ın istediği hareketleri yaparsak O bizi koruyacaktır, O’nun istediklerini yapmazsak cezamızı çekeceğiz demektir.

أَنْ يَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ

(EaN YaBSuOUv EiLaYKuM)

“Size bast etmek.”

Bir kavim, sizin bilmediğiniz bir kavim size bast etmişti.

Bast etmek” el koymak demektir; “İlâ” ile gelirse uzatmak olur. Türkçede de “el koyma” tâbirini kullanırız. El koymak, ele geçirmek, eline almak, el altında bulundurmak gibi el atmak deyimleri vardır.

Bast” sergi demektir.

Bast etmek” yaymak demektir.

Elleri size bast etmek” demek, içinizi karıştırmak demektir. Yani ellerini içimize yayıp kötülük yapmak isterler demektir. Bize zararlı, bizim istemediğimiz işleri yapmak anlamındadır. Ellerini ve dillerini bast ederler deyimi de Kur’an’da geçmektedir. Asıl perde arkasında bilmediğimiz bir kavim sizin içinize kötülük yaymak istemişlerdir.

Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak, böylece İslâm âlemini yok etmek amacıyla yola çıkan bir kavim bunu başarmış ve Sevr’i dayatmıştı.

Allah ne yaptı?

Onların bu elini çekti. İlk baktığınızda bu el Avrupa’nın galip devletleri idi; İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya. Sonra onlar çekildiler. Yunanistan karşımızda kaldı. Arkasında İngiltere’yi gördük. Demek ki başka bir kavim vardı. Meçhul bir kavim vardı. Allah’ın onun bu uzanan ellerini çektiğini görüyoruz. Türkiye’de Müslüman bırakmayacağına himmet etmişlerdi. Ama sonunda ne oldu? Türkiye’de Hıristiyanlar kalmadı.

أَيْدِيَهُمْ

(EaYDiYaHuM)

“Yedlerini”

Buradaki zamir kavme gitmektedir. Başka bir kavmin eli bize nasıl uzanır? Türkiye’de bunu sık sık görürüz, bir bakarsınız benzer olay tüm Türkiye’de yaygın olarak ortaya çıkar. İstanbul’da, Adana’da, Diyarbakır’da aynı günlerde olaylar olur. İşte bu onların elidir, yani onların kullandığı kişilerdir.

Bu nasıl sağlanmaktadır?

Bu bazı zamanlarda ırka dayalı olarak yapılmaktadır. Rusya’daki Çeçen olayı böyledir. Bazı zamanlarda bu dine dayalı olarak ortaya çıkmaktadır. Filistin’deki direniş böyledir. Çoğu zamanlarda bu olaylar para ile yapılmaktadır. Bütün bunları bilmediğimiz bir kavim yapmaktadır. Tarihte hep böyle kavimler ortaya çıkmıştır. Cengiz Han ve kavmi bilinmeyen bir kimse idi. İslâm âlemine uzandı. Tüm dünyayı kana boyadı. Ama sonra ne oldu? O güç silinip gitti, bugün bir bakiye bile yoktur.

Türkiye’de elli senedir bir gizli güç Türk hanımlarının başına musallat olmakta, devlet başkanlarını bile, hattâ Kenan Evren’i bile âlet edebilmektedir.

Bu sorun hâlâ çözülememiştir.

Bunun arkasında kim var, hangi kavim var?

Bilemiyoruz ama var. Hem de yalnız Türkiye’de değil tüm dünyada etkili bir güç vardır. Bu güç bir gün çekilip gidecektir. Bizde bir eksiklik ve noksanlık vardır. Onun için bu belayı Allah bize musallat etmektedir. Acaba bizde olan bu eksiklik nedir? Onun üzerinde düşünüp çözmemiz gerekmektedir.

Şimdi ben bunun tahlilini yapacağım. Katılmayabilirsiniz ama sizin benden daha açık bir açıklama getirmeniz gerekir. Onlara zalim dersiniz; doğrudur. Ama onların zulmüne izin veren Allah değil midir? Peki, Allah neden izin vermektedir?

Evet, bizdeki eksiklik olarak ben şunu görüyorum. Bizde örtünme sadece cinsi tahrikin olmaması için kabul edilir. Bunun için örtünme sırf iffeti göstermek için yapılmaktadır. Oysa kıyafet birçok mânâları içerir.

Önce insanın yaşını ortaya koyar. Çocuk olanlar daha çocuk oldukları mesajını vermek için kendilerine özgü kıyafet giyerler. İnsanlar 40 yaşına kadar başka kıyafet, 63 yaşına kadar başka kıyafet ve ondan daha sonrakiler başka kıyafet giyerler. 40 yaşına kadar öğrenme, 40’tan 63 yaşa kadar uygulama ve uygarlaşma, ondan sonra öğretme yaşı olarak görmemiz gerekir. Bunu kıyafetlerimizde aksettirmeliyiz.

  1. Bunun dışında evli olup olmadığımızı, evli isek İslâm nikâhı ile mi yoksa muta nikâhı ile mi evli olduğumuzu gösteren bir kıyafetimize ihtiyaç vardır. Buna göre elbise giymeliyiz.
  2. Hangi kavme mensup olduğumuzu, ilimizi ve bucağımızı gösteren kıyafete ihtiyacımız vardır. Buna göre giyinmeliyiz.
  3. Sonra mesleğimizi ve meslekteki derecemizi göstermeliyiz. Doktoruz, mütehassıs doktoruz veya mühendissiz; bunu ifade eden elbiseleri giymek zorundayız. Başka türlü uygarlaşmış topluluklarda yaşayamayız.

Eskiden trafik işaretleri olmadan da seyahat edebiliyorduk. Şimdi artık trafik işaretleri olmayan yollarda yol almak nerede ise imkânsızdır. Bunun gibi, eskiden böyle kıyafetlere gerek yoktu. Çünkü herkes birbirini tanıyordu. Şimdi ise kimse kimseyi tanımıyor.

İşte, başörtüsü belası bundan ileri gelmektedir.

Ne zaman bu sorunu çözersek Allah o eli çekecektir.

Dikkat edilirse başörtüsü Türkiye’nin sorunu iken, şimdi dünyada yaygınlaştı.

Neden Türkiye’nin sorunu olmuştur. Çünkü “III. Bin Yıl Medeniyeti” Türkiye’de kurulacak ve Türkiye’den yayılacak; çözüm önce Türkiye’de bulunacak.

فَكَفَّ أَيْدِيهُمْ عَنْكُمْ

(Fa KafFa EaYDiYaHuM GaNHüM)

“Yedlerini sizden keffetmiştir.”

Burada “Fa” harfi getirilmiştir. Eğer biz kendimizi düzeltirsek ertesi gün onların elleri kalkacaktır, yani arada fetret dönemi olmayacaktır. Onlar başarıya ulaşamayacaklar.

İstiklâl Savaşı’nı ne zaman kazandık?

Tarihi müessese olan hilafeti ve saltanatı terk ettiğimiz gün istiklâlimizi de kazandık. Babadan oğula intikal eden bir hilafet yoktur, saltanat da yoktur. Bunlar mütegallibe sınıfının o tarihlerde icad ettiği bir olaydır. Gerçek seçim olmayınca, biat olmayınca, yerine yanlış alternatifi geçer. Erbakan öldü, herkes oğlunu düşünmeye başladı. Oysa parti biat yoluyla oluşacaktı. Ankara’daki merkez karar organlarının her biri bir cemaate dayanmalı idi. Onlar zaten Erbakan’ın müşavirleri olacaktı. Müşavirler sıralama usulü ile başkan seçecekti, hem de cenazesi kaldırılmadan seçilecekti. Sorun olmayacaktı. Şimdi sorun var.

Önce maddi güç Erbakan ailesindedir. Onlarsız bu ekolü sürdürmek mümkün değildir. Oğuzhan Asiltürk zaten partinin dadısıdır, Erbakan’ı bile hep o yönlendirmiştir; o perde arkası güç hep onun arcılığı ile etkili olmuştur. Siz ne kadar uzaklaştırsanız da o uzaklaşmaz.

Mustafa Kamalak iyidir ama halkla ilişkisi sıcak değildir.

Arif Ersoy’un halkla ilişkisi iyidir ama arkadaşları tarafından dışlanmaktadır.

İşte şimdi sorun çözülmüyor.

“Adil Düzen”in gelmesi onların eliyle olacaksa, yapacakları ilk iş parti içinde “Adil Düzen”i tesis etmek olmalıdır. Mustafa Kamalak’a anlatmıştım; o da anlamıştı. Başkanlar teşkilatı merkezi taşraya götüren tek kanal olmalıdır. Yönetim kurulu üyeliklerine ise halkın temsilcileri gelmelidir. Yani merkezden atanmamalı, halk onları seçmelidir. İşte bu teşkilatı kurmadıkça Saadet Partisi “Adil Düzen”e sahip çıkamaz ve çıkmaz.

Bugüne kadar hep başkalarına anlattık. Oysa biz kendimiz kendimize anlatmalıyız. Onları bizden saydığımız için onlara anlattık. Akevler olarak biz yeteri kadar hazırlık içinde olmadığımız için başarılarımız görülmüyor. Bizimkilerin ilgileri sadece bizi konuşturmamaya münhasır kalmaktadır! Yukarıda bizden diye saydığımız kimseler bile bizi dışlamış, bizi konuşturmuyorlar, bizim internet dergimizi oku(t)muyorlar.

Meçhul kavim bize bunu yapmakta…

Bizden olan kardeşlerimiz de onların o havalarına uymakta...

Bir gün gelecek, biz çalışmalarımızı tamamlayacağız… İşte o gün Allah onların ellerini üzerimizden çekecek ve o zaman birden bire dünya bizden bahsetmeye başlayacak, tebliğ yerine ulaşacaktır. O zaman da başka bir fitne ile karşılaşacağız.

Burada bir şeyi daha açıklamamız gerekir.

Eydiyehüm” kelimesini tekrar etmiştir; oysa “Fa KaffaHav Ganküm” denebilirdi.

Neden?

Çünkü uzanan eller başka, sonra kalkan eller başkadır. O münker kavmin iki eli vardır. Tebbet Sûresi bu iki elden bahsetmektedir. Biri ile yapar, diğeri ile onu korur. Yapan eli orada tutmaz. Çünkü yapma başkadır, onu koruma başkadır. Diyelim ki İstiklâl Savaşı’nı yapan el başka, inkılâpları yapan el başkadır. Demokrat Parti’yi iktidara getiren el başka, sonra ona iktidarı yürüten el başka olacaktır. Yani Celal Bayar’ı kullandılar, Demokrat Parti’yi iktidar ettiler ama DP’yi Adnan Menderes idare etti. O el başka el olmuştur. Onun için sonunda Adnan Menderes’i astılar. Türkiye’ye Millî Görüş’ü getiren el başkadır, şimdi onu kullanan el başkadır. İşte, sonra eski eli değil, sonra gelen eli kaldırmış olacaktır.

Bu tarihte de böyle olmuştur. Hıristiyanlığı Hazreti İsa getirdi ama sonra Hıristiyanlığı Pavlus yönetti. Nur Cemaati’ni Bediüzzaman oluşturdu ama şimdi Gülen Cemaati yürütüyor. Bu her zaman böyledir ve böyle olacaktır. Şimdi Adil Düzen çalışmalarını sizler yapıyorsunuz, bunları okuyor ve katkılarda bulunuyorsunuz, düzeltiyor ve yayınlıyorsunuz, bakkal açıyorsunuz, dolap üretiyorsunuz. Sonra başkaları gelecek, onlar bunların uygulamasını yapacaklardır, hem de biraz bozarak, biraz çarpıtarak.

Adil Düzen çalışmalarını Akevler Ekibi yaptı. Şimdi birileri onu bozarak ve gömleğini çıkararak bozuk ve çarpık şekilde kırıntılarını uyguluyorlar. Ne var ki o kadarı bile insanlığa rahmet olmuştur. Nitekim Hıristiyanlık da şimdi bu şekliyle bile insanlık için rahmet olarak vardır. İslâmiyet hemen çarpıtılmış, yönetime saltanat yani mütegallibe sınıfı gelmiştir ama bugün İslâm medeniyeti bütün heybetiyle durmaktadır.

Demek ki bu dünyada gelişme böyle olacaktır. Gece gündüze, gündüz geceye dönüşecek ama evrim olacaktır. Mü’minlere de bu sebeple cennet yolları açılmış olacaktır. Herkes sonunda ölecektir. Yaptıkları artık ona hiçbir yarar sağlamayacaktır. Rütbeleri ve zenginlikleri etkisiz hâle gelecektir. Şöhreti, malı, zenginliği ona bir şey sağlamayacaktır. Ancak Allah’ın rızası orada kendisini bulacaktır. Acaba bunlar var mı diyebilirsiniz. Yoksa siz hiçbir şey kaybetmezsiniz. Varsa, size karşı olanlar kaybedeceklerdir.

Burada “anküm” kelimesinin de çok büyük mânâsı vardır. El herkesten kalkmaz veya tutulmaz. Akevler olarak kırk yıllık çalışmalarımızda bunları hep gördük. Bize uzanmış eller hep tutulmuştur. Türkiye ve İran dışındaki ülkeler hep istiklâllerini kaybetmiş ve çetin günler geçirmişlerdir. Türkiye ise İstiklâl Savaşı ile bağımsızlığını kazanmış ve hâlen de bağımsız bir ülke olarak varlığını sürdürmüştür. İşte bu nimeti çocuklarınıza anlatmanız gerekir. Namazlar arasında zikretmemiz gerekir.

Burada bize tarihi yorum metodu da öğretilmiştir. Tarihimizi gelecek nesillere anlatırken hep başımıza neler gelmiş ve nasıl kurtulmuşuz; bunları anlatmamız gerekir. Düşmanların bize yaptıklarını söylemeliyiz ama düşmanlarımızın kim olduklarından bahsetmemeliyiz. Kimseyi tarihi düşman kabul etmeyeceğiz. Başımıza gelen düşmanların yaptıkları değil, bizim yaptıklarımızın sonucudur diyeceğiz.

وَاتَّقُوا اللَّهَ

(Va itTaQUv elLAHa)

“Allah’a ittika ediniz.”

Evet, zikrediniz ve ittika ediniz.

Buradaki “ve” harfi zikretmeye atfetmektedir.

Anlatırken ittika ediniz. Olayları tahlil ederken genellikle hep karşı taraf zalim ve haksız, kendi tarafını zemzemle yıkanmış kabul eder. En büyük hata buradadır. Karşı taraf bizi ilgilendirmez. Bize gelen iyilikler de kötülükler de Allah’tandır. Karşı taraf gizli bir güçtür. Neden Allah bize o cezayı verecektir? Bunu ha bu kavme yaptırsın, ha başka kavme yaptırsın. Haksızlıklar yalnız dışa karşı da yapılır, biz suçumuzu birbirimize atarız. Oysa her birimiz kendimiz suçluyuz.

1960’larda biz siyaset yaparken herkes karşı çıkmıştı; İslâmiyet’te siyaset yoktur diyorlardı, biz ise vardır diyorduk. Sonunda Erbakan’ın girişimi ile siyaset yapmaya başladılar. Baştan kabul etmeyen arkadaşlarımız sonra siyasetçi oldular, ne var ki günlük siyaset yaptılar, yanlış siyaset yaptılar.

  1. Merkezi yönetim tesis ettiler.
  2. Tebliğ yapmak yerine iktidara talip oldular.
  3. Kendi görevlerini yapacaklarına başka partilerin işleri ile uğraştılar.
  4. Çözümler üreteceklerine iktidarları suçladılar.

İşte, İslâmiyet’te böyle siyaset yoktur.

Buna rağmen Allah’ın bu kadar başarıya bizi götürmesi büyük nimettir.

Bundan sonra siz böyle yapmayacaksınız, siyaseti takva içinde yapacaksınız.

  1. Başkalarına hükmetmek için değil, size hükmedilmemesi için siyaset yapacaksınız. Yoksa sizin onlardan farkınız olmaz.
  2. İktidara talip olmayacaksınız; sadece tebliğ için milletvekili olacaksınız, bakan olacaksınız.
  3. Size gelen olayların tamamı sizin yaptıklarınızın karşılığıdır. Ona göre değerlendirmelerde bulunacaksınız. Başkalarını suçlamayacaksınız. Yapılanlardan yanlış olanları göstereceksiniz.
  4. Onu indirip sizin oraya geçmeniz için değil, onun iyi işler yapması için siyaset yapacaksınız. Yanlışa yanlış, doğruya doğru diyeceksiniz.

وَعَلَى اللَّهِ

(Va GaLay elLAHi)

“Ve Allah’a”

Buradaki harfi atıf bundan önceki fiil cümlesine atıftır. Bundan sonra “Fa” harfi ve fiil cümlesi gelmektedir. Dolayısıyla burada fiil mahzuftur. “Ve tevekkül ediniz” demektir. Yani zikrediniz, ittika ediniz ve tevekkül ediniz. Zikretmek, zikirde ittika ermek ve sonra da tevekkül etmeden bahsedilmektedir.

Yani meçhul bilinmeyen güçlerin ülkemizde veya cemaatimizde icra etmek için göstermiş oldukları himmetten endişeye düşmeyiniz, tevekkül ediniz.

Bir örnek ile açıklamaya çalışmalıyız. Sömürü sermayesi önce sosyalizmi icat etmiş, dünya devletlerinde halkın elinden servetlerini almıştır. Devletçilik uygulamasıyla serveti devlet hazinesine toplamıştır. Marx ve onların takipçileri bunu şiddetle istemişlerdir. Şimdi de Milton Friedman’ı (1912-2006) öne çıkararak devletin varlıklarını bırakması istemekte, özelleştirmede ısrar etmektedirler. AK Parti de bu baskıya dayanamayarak özelleştirme yapmaktadır. Böylece tüm üretim araçlarını eline geçirmeye çalışmaktadır.

Şimdi özelleştirme baskısı yapan meçhul kavmi biz bilmiyoruz.

Bu durumda biz ne yapacağız?

Sermaye ne yapıyor? Bu fabrikaları özelleştiriyor. Ondan sonra kapatıyor, üretimi sona erdiriyor. Bizim dışarıdan ithal etmemizi bekliyor. Ne var ki ithal etmemiz için ihracat yapmamız gerekecek yahut borçlanmamız gerekecektir.

Şimdi bizim ülkemizdeki iktidarın onların istediklerini yapmalarından dolayı biz korkmamalıyız. Bizim halk olarak tedbir almamız gerekecektir. Bunun için büyük fabrikalar kapanınca küçük işletmeleri harekete geçirmeliyiz. Kooperatifler kurup büyük işletmeleri oluşturmalıyız. Henüz halkımız bunu yapacak durumda olmadığından bunlar olmaktadır. Biz fabrikaların yağmalanmasından değil, “Adil Düzen İşletmelerini” kuramadığımız için bugünkü durumdayız.

O halde biz Allah’a tevekkül etmeliyiz.

فَلْيَتَوَكَّلْ

(Fa eLYaTaVakKaL)

“Tevekkül etsinler.”

Buradaki “Fa” harfi bundan önceki mahzuf tevekkülü genelleştirmek için gelmektedir. Yalnız bilinmeyen kavmin ellerini uzatmak istediği zaman değil, her zaman mü’minler Allah’a tevekkül etsinler deniyor. Tevekkül emri gaiptir ve ey mü’minlerin dışında söylenmiştir “Ey iman edenler tevekkül edin” diyeceği yerde, “tevekkül etsinler denmiştir. Muhataptan gaibe geçilmiştir. Bunun anlamı, iman etmiş olanlarla mü’minlerin farklı olmasıdır. İman etmiş olanlar dayanışma ortaklığını kurup organize olanlardır. Mü’minler ise Mekke mü’minleridir, yani organize olmadan önceki dönem mü’minleridir. Yahut ey iman edenler dünyada askerliği kabul edenlerin oluşturdukları topluluktur. Mü’minler ise kalpleri ile tasdik edenlerdir. Müslimler ise kalbleri ile tasdik etmese de barışı kabul edenlerdir. Demek ki iman etmiş olanla mü’min arasında biri ittika bakımından yani bizim kullandığımız dini bakımdan anlamı vardır. Diğerinin ise düzen bakımından mânâsı vardır. Bu âyette iman etmiş olanlarla aynı âyette zikredilmesi bize bu mânâlarını anlatmaktadır. Tevekkül kalbi anlamda kelimedir.

İttikada Allah âlemlerin rabbi olan Allah anlamında ise bu da topluluk anlamında anlam olarak anlayabiliriz. Bu takdirde dışarıdan gelen müdahalelerde dışarıya karşı tedbir almak için değil, kendi topluluğumuzu güçlendirmemiz gerekir. Yani mü’minler kendi topluluklarına imanlarına tevekkül ederler. Başkalarının fitnesi bize etki etmez, bizi bozamazlar derler. Kendilerinin sağlamlığına güvenirler.

الْمُؤْمِنُونَ (11)

(eLMuEMiNUNa)

“Mü’minler.”

Buradaki “lam” istiğrak içindir. Ancak buradaki istiğrak mü’min olan kimselerin istiğrakı değil, mü’min toplulukların istiğrakıdır. Bütün mü’min cemaatler anlamındadır. Mü’minler öyle topluluk oluştururlar ki onların elleri uzatma himmetleri onlara etki etmez. O topluluklarda yabancılar anarşi çıkaramazlar, onların sözlü fitneleri de o topluluğa etki etmez.

Acaba mü’minler bunu nasıl başarabilirler?

  1. Önce namazlara devam ederler. Birbirleri ile buluşan insanlar başkalarının iğfallerine katılmazlar. Sonra her saat birbirlerinin kontrolünde oldukları için herhangi bir eylemde bulunamazlar. Namaz kılınacak.
  2. Kur’an okunacak. Kur’an bu hususları insanlara öğrettiği için bu tür sözlü veya fiili himmetler etki etmez.

Âyetteki “Allah’ı zikrediniz” daha önceki abdestten sonra gelen âyette geçen zikredinizin aynısı olduğu, arada harfi atıf getirilmeden Allah’ın nimetini zikrediniz diyerek aynı zikir olduğunu ifade etmiş olmaktadır. Burada tekrar etmiş olmasının hikmeti o zikrin Allah’a tevekkül anlamında olduğunu açıklamak içindir.

 

***

MÂİDE SÛRESİ TEFSİRİ - 12

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

وَلَقَدْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَبَعَثْنَا مِنْهُمْ اثْنَيْ عَشَرَ نَقِيبًا وَقَالَ اللَّهُ إِنِّي مَعَكُمْ لَئِنْ أَقَمْتُمْ الصَّلَاةَ وَآتَيْتُمْ الزَّكَاةَ وَآمَنْتُمْ بِرُسُلِي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَأَقْرَضْتُمْ اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا لَأُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَلَأُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ (12)

 

وَلَقَدْ

(Va LaQaD)

 

Bundan önceki âyette, bir kavim ellerini üzerinize uzatmışlar, biz de onları tutmuştuk denmektedir. Bu uzatma neydi? Orda geçen “kavim” kelimesi nekre idi. Gizli bir elin bulunduğunu ifade etmiştir. Bugün bizim için bu gizli el sahipleri kimlerdir?

İşte bu âyet bunların İsrail oğulları olduğuna işaret etmektedir.

Vav” harfi ile atfetmiş demek, burada anlatılanlarla yukarıda anlatılanlar arasında bir ilişki vardır demektir.

Lekad” ile ayırması ve kavme zamir göndermeyip izhar etmesi, ellerini uzatanlar ile misakı alınmayanların aynı kimseler olmayıp bunların ataları olmasındandır.

Lam” tekit için gelmiştir.

Kad” ise eskiden alınmıştır ama misak hâlen yürürlüktedir demektir.

Kurulan İbrani devleti önce ikiye ayrılmış, sonra yıkılmıştır. Babil’e esir olarak götürülen İsrail oğulları orada kendi kültürlerini korumuşlardır. Asurlular daha sonra onların memleketlerine dönmelerine izin vermiş, ancak bunlar devlet kuramamışlardır. Sonra buraları Romalılar istila etmiş ve orada esir olarak yaşamışlardır. Mescid-i Aksa’ya ise yaklaştırılmamışlardır bile. Hazreti Ömer Kudüs’ü alınca İsrail oğullarına da oralara girme imkanı sağlanmıştır.

İsrail oğullarının yeniden canlanmaları ancak İstanbul’un fethi sonrasında Amerika’nın bulunmasından sonra olmuştur. Hıristiyanlar ile Müslümanlar arası ticaret gelişince İsrail oğulları bundan yararlanmış ve zengin olmuşlardır. İşçiliği bilmeyen Avrupalılara Müslümanlardan öğrendikleri sanayii götürmüşler ve dünyaya ekonomik olarak hakim olmuşlardır. Müslümanlarla Hıristiyanları çatıştırıyor, kendi imkanlarını geliştiriyorlardı.

Yirminci yüzyıla geldiklerinde bunlar 1897 yılında İsviçre’nin Basel kentinde yaptıkları Yahudi Kongresi toplantısında şuna karar verdiler. Müslümanlar o kadar zayıfladılar ki, artık bunların Hıristiyanlara karşı durması mümkün değildir. Hıristiyanlığı ve Müslümanlığı ortadan kaldıralım, çatışmayı başka bir şey üzerine kuralım, kapitalizm ve sosyalizm rejimleri üzerinde kuralım. Marx’a hazırlattıkları tezleri Almanları da kullanarak Rusya’da sosyalizmin merkezini kurdular ve ABD’yi de kapitalizmin merkezi yaptılar.

İslâm dünyasını da işgal ederek dine karşı şiddetli bir saldırıya geçtiler. İslâm âlemi dinsizleştirilecek ve  asimile edilecektir. Arapça eğitim dili olmaktan çıkarılacaktır.

İşte, bundan önceki âyette geçen “ellerini size uzattılar, Allah da tuttu” âyeti onu bildirmekte idi. Bir asır geçmeden rejim bloklaşmaları sona erdi, İslâm devletleri bağımsızlıklar kazanmaya başladı, dinsizlik akımı da adım adım ortadan kalktı, kalkıyor.

Şimdiki soru şudur: İsrail oğulları bugünkü Avrupa medeniyetini bu hâle getirdiler. Bunu dinsizliğe ve ahlâksızlığa dayanan faizli ekonomi ile sağladılar. Büyük güç elde ettiler. Elleri üzerimizde dolaştı. Şimdi ise elleri tutulmuştur. Sovyetler yıkıldı. ABD’de Obama başkan oldu. AB Papa’nın etrafında kenetleniyor. İslâm ülkeleri çok yönlü bağımsızlıklarına kavuşuyorlar. Peki, bundan sonra İsrail oğullarının durumu ne olacaktır?

أَخَذَ اللَّهُ

(EPaÜa elLAHu)

“Allah ahz etti.”

Bundan önce geçen yedinci âyette Allah sizinle yaptığı misakı vask etmişti.

Burada ise Allah’ın ahz ettiği misaktan yani aldığı misaktan bahsetmektedir.

İki misak arasında ne fark vardır?

Mü’minlerden alınan misakta “misak” kökünden fiil getirilmiştir.

Burada ise “ahz” kökü ile “misak” yapılmıştır. Onlarda misakın Allah’ın emri ile olmasından dolayı bütün İsrail oğulları askerlik yapmakta idiler. Oysa mü’minler gönüllü askerlerden oluşmaktadırlar. Mü’minlerin misakı kendi istekleri ile olmaktadır. Onlarda ise Allah’ın o görevi vermesi, onların da görevi cemaatle kabul etmeleri ile olmaktadır. İsrail oğullarından hiçbiri askere gitmemezlik edemezdi, başkaları da askere alınmazdı.

Onbeş yaşına gelen çocuk asker olup olmayacağına karar verir. Asker olacaksa bedel vermez, askere gider. Ne kadar askerde olacağı hususu ise her yıl o yıl baliğ olanlar için tesbit edilir ve o geçerli olur. Askere gitmeyenler için de bedel tesbit edilir. O da her yıl tesbit edilir. o yıl baliğ olanlar veya o yıl ülkeye hicret edenler 63 yaşına kadar o bedeli öderler.

Bedelli olanlar her zaman nöbetli olabilirler. Nöbetli olanlar ise ülkeyi terk etmedikçe bedelli olamazlar. Bu hükümler sünnetle fıkıhlarda tesbit edilmiştir. Biz de onlara uyarak “Adil Düzen Anayasası”nda yazdık. Burada Kur’an’dan delil bulmaktayız.

Biz istihsanı Kur’an’da doğrudan delil bulamadığımız hükümler için kullanıyoruz.

مِيثَاقَ

(MiYÇaQa)

“Misakı ahz etmişti.”

“Vask” denklerin bağlandığı iptir. Yani nasıl ip denkleri birbirine bağlarsa, misak da insanları birbirine bağlar. “Misak” masdarı mimidir. “Ahz” ise fiili nakıs olmaktadır; yani Türkçede kullandığımız yardımcı fiil olmaktadır. İsrail oğullarının Allah’la yaptığı anlaşma Tevrat’tır. Bizim yaptığımız anlaşma Kur’an değildir, Kur’an’dan istinbat edeceğimiz hükümlerdir. Yani biz içtihat ve icma yapacağız, sonra da bizim içtihat ve icmalara uyacağız.

بَنِي إِسْرَائِيلَ

(BaNIy EiSRAvEIyLa)

“İsrail oğulları.”

İsmail, İsrafil, Cebrail, Mikail benzer isimlerdir, sonlarında “L” harfi gelmektedir. Arapçada “Li” ve “Le” mülkiyeti ifade eder. “İsmail” işiten kimse demek, “Cebrail” zorlayan kimse demektir. Türkçede de bu harf aidiyeti ifade eder; “dağlı, evli” gibi.

Bu kavim gece yürümüştür. Mısır’dan çıktıkları zaman geceleyin ayrılmışlardır. Onların çocukları oldukları için “İsrail” denmiştir. Bununla beraber Hazreti Yakup aleyhisselâm amcası Hazreti İsmail’i ziyaret etmiş ve gece seyahat yaparak Filistin’e dönerken Kudüs’te bir rüya görmüştür. Orası sonra insanlığın merkezlerinden biri olacaktır. Bu husus Kur’an’da da anlatılmaktadır.

İsrail oğulları Hazreti Yakup’un oğullarıdırlar. Uygarlığı bunlar kurmuşlardır. İsmail Mekke’de yerleşmiş ve Hazreti Muhammed aleyhisselâm da onun torunu olmuştur.

Allah insanlığı bir uygarlıkta toplamayı murad etmiş ve bu görevi Hazreti İbrahim’in çocuklarına vermiştir. Hazreti Yakup’un çocukları Hazreti Yusuf’un başkanlığında yeni bir ulus ortaya çıkarmışlardır. Bu ulus insanlığı bugünkü hâle getirmiştir.

Kur’an Araplara nâzil olmuş, onlar da uygarlaşmada etkili olmuşlardır. Ne var ki onlar kültür olarak Yahudilerin kültürlerine oturmuşlardır.

Hazreti Muhammed aleyhisselâm Mekke’de çok zor durumda iken, kimse onlara önem vermezken, Medineliler onu kendi şehirlerine davet etmişlerdir. Büyük bir ihtimalle Medine kentini İbraniler kurmuşlardır. Fenikeliler ve Yunanlılar yeryüzündeki sitelerini İbraniler zamanında kurmuşlardır. Mezopotamya’da ve Mısır’da kentler Hazreti İbrahim’den önce vardır. Ne var ki bunlar kendi bulundukları yerlerde kentler kurmuştur. Bir halkın dünyada yayılıp kentler kurması Hazreti Davut peygamberden sonra olmuştur. Grekler ve Fenikeliler onlar sayesinde dünyaya uygarlıkları götürmüşlerdir. Hazreti İbrahim Mekke’ye kadar gidebildiğine göre oralarda o zaman yerleşmiş halk vardı. Çobanlık döneminin en büyük özelliği, sürülerle yola çıkıp gittiğinizde her yere gidilip gelinebiliyordu. İlk kervan yolculukları çobanlık döneminde başlamıştır. İnsanların henüz kalabalıklaşmadığı dönemlerde yollarda otlak bulmak kolay olduğu için dolaşılıp durulabiliyordu. Bununla beraber Sina Dağı’nın Hicaz’daki dağlar olduğu iddiası kabul edilirse, İsrail oğulları çok evvel Medine’ye yerleşmişlerdi.

Bunun önemi nedir?

Kur’an nâzil oduğu zaman Medine Yahudileri ile karşılaşmıştı. O tarihlerde Roma İmparatorluğu Hıristiyan idi. Yahudilerin başka merkezleri yoktu. Yani Medine Yahudileri bugünkü Yahudilerin de kültür atalarıdır. Evs ve Hazrec kabileleri Yemen’den gelmişlerdi. Onlarda da Mezopotamya kültürü vardı.

Sıcak memleketlerde çobanlık gündüz yapılamaz. Gündüzleri uyunur, gece sürüler otlatılırdı. Dolayısıyla oralarda çobanlık yapan halkın gecesi gündüz, gündüzü gecedir. İşte bundan dolayı “İsrail oğulları” denmiştir. Kur’an’da Hazreti Yakup için “İsrail” kelimesi kullanılmaktadır. İsrail’in atalarından bahsederken İsrail ve Yakup’tan bahsedilmektedir.

İnsanlar önce toplayıcılık, sonra avcılık ve daha sonra da çobanlık dönemini yaşamışlardır. Develerin yaşayabildiği geniş ovalara yayılan Arapların geçimleri çobanlıktı. Mekke şehri İsmail tarafından kurulmuştu. Milattan 2000 yıl önce kurulmuştur. Medine’nin kuruluşu Miladi yıllara rastlamaktadır. Medine ziraata elverişli bir yerdi. Halkı iki uygarlığın göçmenleri olmuşlardı. Medine yavaş yavaş gelişmiş ve Mekke’ye yetişecek hâle gelmiştir.

Kur’an, Mekke ve Medine’de nâzil olurken de İsrail oğullarından bahsetmekte, “Beni İsrail’e/ İsrail oğullarına” hitap da hem Mekke hem Medine sûrelerinde geçmektedir.

“Yakup oğulları” geçmemektedir, “Yakub’un âli” geçmektedir. “İsrail”in ise “oğulları” geçmektedir. Bir yerde de “zürriyet” olarak geçmektedir. “İsrail” Hazreti Yakub’un adı mıdır, yoksa başka birisi midir? O da peygamberdir. Bu ayırım neye göre yapılmaktadır?

Bu konu üzerinde durmak gerekmektedir.

وَبَعَثْنَا

(Va BaGaÇNAv)

“Ve biz ba’settik.”

“Ba's” içtima etmiş askeri birlik demektir. Uyanmak veya göndermek anlamlarına gelmektedir.

“Bahs” eşilen yer demektir. Eşmek, araştırmak ve ortaya çıkarmak anlamlarında kullanılmıştır.

“Ba's” başlangıçta sopa ile eşilen yer iken, sonra çift sürme anlamında fiil olmuş, daha sonra görevlendirme, uyandırma anlamına gelmiştir. Öldükten sonra da ba’sdir.

Kur’an’da görevlendirme anlamında getirilmiştir. Âhirette dirilmeyi de bu kelime ile zikretmesi, orada da görevimiz olduğuna delâlet eder. Yani biz bu dünyaya bir görev görmek için geldik. Kâinatta abes olan, işe yaramayan hiçbir şey yoktur. Neyin ne için yaratıldığını bilmediğimizde birçok boş ve işe yaramayan şey var zannederiz, hattâ zararlı ve kötü zannederiz. Bizi en çok rahatsız eden örnek olarak virüsler vardır. Oysa virüs işe yaramasa bile bedenleri son olarak ortadan kaldıran canlımsı varlıktır. Ölmüş bedenleri bakteriler çürütürler. Bakterileri ise virüsler parçalarlar. Böylece canlı tekrar cansız hâle gelir ve yeni canlılara malzeme olur. Doğadaki düzen için vardır her şey.

Evet, Allah bize hastalık vermiştir ama deva da vermiştir, şifa da vermiştir.

En büyük şerefli görev insana verilmiştir.

Bu görevleri bize öğretmek için nebiler, resuller ve nakibler ba’setmiştir.

Âhirette yeniden görevlendirilmiş olarak geleceğiz. Cennete gidenlerin de cehenneme gidenlerin de görevleri olacaktır. Hiçbir varlık boşu boşuna yaratılmamıştır. Âhirette de boşu boşuna yaşayan varlık olmayacaktır.

Bu durumda dünyadaki görevimizle oradaki görevimiz ne olacaktır?

İnsan yemek yerken de iş yapmaktadır. Ne var ki iş yaparken üşene üşene yapmaktayız, oysa tatlı veya yemek yerken zevk almaktayız. Çocuk doğurma en sancılı bir durumdur, oysa çocuk yaparken en zevkli durum vardır. Allah isteseydi aksini yapabilirdi. Yani acı çektiğimiz yerde acı çekmez, acı çektiğimiz yerde zevk alabilirdik. Nitekim kaşınma zararlı olduğu halde kaşınmaktan hoşlanırız.

Demek ki âhirette görevli olacağız ve işler yapacağız ama yaptığımız iş bize zevk verecektir. Nitekim arılar bal toplarken böyle zevk almaktadırlar. Melekler iş yaparken böyle iş yapmaktadır. Cennette de biz yapacaklarımızı ve işimizi zevkle yapacağız. Cehennemlikler de belki bizim yaptığımız işleri yapacaklardır, benzer hayat yaşayacağız ama onlar acı çekerken biz yaptığımız işten zevk alacağız.

Ba’s” kelimesi bütün bunları bize anlatmaktadır.

مِنْهُمْ

(MiNHuM)

“Kendilerinden.”

Burası çok önemlidir.

Kuvvete dayanan yönetimler görevlileri yabancılardan seçerler. Oysa hakka dayanan yönetimlerde görevliler kendi içlerinden atanırlar. İşte burada “kendilerinden görevlileri ba’settik” diyerek üstlerin kendilerinden olması gerektiği ortaya konmuştur.

Bu âyetin uygulamasını nasıl yapacağız?

Topluluklar aşiret, kabile, şa’b ve kavm olarak iç içe teşkilatlanmışlardır. Aynı dili konuşan topluluklara “kavm” denmektedir. Her ulus bağımsız olup kendi başkanlarını kendileri seçer ve genel hizmetlilerini ve kamu görevlilerini kendilerinden seçerler. Yabancılar kamu görevi, hattâ genel hizmeti bile almazlar. İllerin yani “şa’blerin” durumu da böyledir. Bucaklar yani “kabileler” de böyledir. “Aşiretler” yani ocaklar da kendi kendilerini yönetirler. İnsanlık da başkanlarını kendileri seçecektir.

Bunun dışında “karye, belde, medine ve mısr”da ise yine o topluluk içinde olanlar görevli olacaklardır. Ne var ki bir bucak halkı semtlere göre ayrı halk olmadığı için kendi semti dışında olanlar görev yapacaklardır. Yalnız bunlar da sonunda kendi seçtikleri kimsenin emrinde görevli olacaklardır.

Buradaki “MiNHüM” kelimesi bize bu kuruluşu göstermektedir.

İnsanlık, ülke, il, bucak ve ocak başkanlarını halkın temsilcileri sıralama usulü ile seçerler. Ayrıca kıta görevlilerini dayanışma ortaklıkları biat yoluyla oluştururlar. Bölge görevlilerini de ülke halkı biat yoluyla hizmetlileri ve görevlileri oluştururlar. İlçe görevlilerini il halkı, semt görevlilerini bucak halkı oluşturur.

Bu âyetle bu husus tamamen uygulanmış olur.

Biz istihsanla iki şartı ekliyoruz. Bunu da dengenin korunması ilkesiyle sağlıyoruz.

  1. Halk biat ederken kendi bucağından olanlardan ama kendi semtinden olmayanlardan, kendi ilinden ama kendi ilçesinden olmayanlardan, kendi ülkesinden ama kendi bölgelerinden ve kendi kıta merkezlerinden olmayanlara biat edeceklerdir. Buna ait Kur’an’da bir delil bulunabilir.
  2. İkincisi ise biat edilen kimseler merkezin ehliyetli kimselerinden olmalıdır. Bunu da emaneti ehline veriniz âyetiyle yapıyoruz. Biz buna ilaveten başkanın atadığına biat etmezlerse başkan başkasını atar, halk birleşip başkasını seçmez diyoruz. Bu da yine zaruret dolayısıyla yapılan bir istidlaldir. Teferrukun olmaması gerekmektedir.

اثْنَيْ عَشَرَ

(EiÇNAv GaŞaRa)

“On iki”

Sayma paketlemedir. Gelişigüzel paketleme yapabilirsiniz. Önce üçlü paketler, sonra yedili paketler, sonra onları 11’li paketler yapabilirsiniz. Bizim zaman ölçülerimiz böyledir. 60 saniye, 60 dakika, 24 saat, 4 hafta, 12 ay, 7 sene gibi. Bugün ise ikili ve onlu sistemler kullanılmaktadır. Kur’an 3 ve 7 tabanlı 2’li ve 10’lu sistemleri kullanmaktadır. Kâinat da bunlara göre var edilmiştir. 12 sayısı 3’ün 2’li sistemi içinde yer almaktadır. 4*3=12 eder. Yıl içinde 12 ay vardır. Gezegenlerin dizilişi de 3’ün 2’li sistemiyle oluşturulmaktadır.

(4+3+3+2*3+4*3+8*3+16*3+32*3+3*10+64*3+128*3) şeklinde dizilmişlerdir.

Buna “Body Dizisi” denmektedir.

Eskiden beri ordu onlu sisteme göre oluşturuluyor. Yüzbaşı, binbaşı buradan gelir. Onlu kuruluş üçe ayrılmıştır. Sonra beşli sistem kullanılmaya başladı. Bu âyete göre askeri birlik üçün dörtlüsü olmalıdır.

 

3 Kişi=1Tim

3 Manga=1Takım

3 Bölük=1Tabur

3 Alay=Tugay

3 Tümen=1 Kolordu

3 Ordu=Kuvvet Komutanı

4Tim=1Manga

4 Takım=1 Bölük

4 Tabur=1Alay

4 Tugay=1 Tümen

4 Kolordu=1 Ordu

4 Kuvvet=1 Silahlı Kuvvet

12

144

1728

20736

248843

2985984

 

Demek ki bir devletin 3 milyonluk ordusu vardır. 50 milyonluk bir devletin 10 milyon savaşçısı vardır. 3 milyonun üçte biri asker olacak demektir. Barış zamanında bu sayı beşte bire indirilecektir, yani insanlar askere kısa zamanda gidecektir. Bu da 600 000 eder. Bu miktar bugünkü ordularımızın miktarı demektir.

Sivil teşkilatlanmayı da buna paralel yapabiliriz. 3*5=15 eder. Demek ki 15’de bir zaman askerlikte geçecektir. Bu da yaklaşık senede bir ay eder.

“Adil Düzene göre İnsanlık Anayasası” buna uygundur.

İnsanlık 12 kıtaya ayrılacak, her kıta 10 ülkeye ayrılacak, her ülke 12 bölgeye ayrılacak, her bölge 10 ile ayrılacak, her il 12 ilçeye ayrılacak, her ilçe 10 bucağa ayrılacak, her bucak 12 semte ayrılacak, her semt 10 ocağa ayrılacak, her ocak da 12 aileden oluşacak. Her aile 3 ile 10 kişi arasında olacaktır.

“Adil Düzen Anayasası”na onlu sistemi uyguladık. Bu âyetle o sistemde küçük değişmeler yaptık. Kıta, bölge, ilçe ve semtler için 10 yerine 12’yi getirmiş olmaktayız.

Yeryüzünü 12 kıtaya ayırmamız gerekmektedir.

1) Güney Amerika, 2) Kuzey Amerika, 3) Afrika, 4) Avustralya, 5) Antartika, 6) Büyük Okyanusya, 7) Avrupa, 8) Sibirya, 9) Çin, 10) Hint, 11) Ortadoğu, 12) Hindiçin.

Ayrıca ülkemizi de 12 bölgeye ayırmamız gerekmektedir.

1) Samsun, 2) Tekirdağ, 3) Bursa, 4) İzmir, 5) Adana, 6) Van, 7) Diyarbakır, 8) Erzurum, 9) Kayseri, 10) Konya, 11) Afyon, 12) Ankara.

نَقِيبًا

(NaQiYBan)

“Nakib”

Nakib” kelimesi geçit, yarık, delik demektir. “Rakib” kelimesiyle de akrabadır. “Rakb” delik demektir, yuvarlak deliktir, bu da uzun yarıktır. “Minhüm” kelimesinden anlıyoruz ki, çevrelere atanacak emirler halkın biat ettiği kimseler olmalıdır. “Nakib” kelimesi de merkezin murakıbı olmalıdır demektir. Böylece halk seçtiği için kendilerinden olacaktır. Merkezden atandığı için de merkezin murakıbı olacaktır.

Nakib” kelimesinin bize sağladığı bir mânâda onun tümünü değil sadece merkezini kapsaması gerekir. İl merkezinden ilçeye atanan kaymakam sadece merkez ilçesinin yöneticisidir, taşra bucaklarına karışamaz. Taşra bucaklarının kendilerinin başkanları vardır ve onlar orada mutlak hakimdirler. İlçe halkından isteyenler merkez bucağa gelirler, ilçenin nimetlerinden yararlanırlar, isterlerse kendi taşra bucağına giderler, özgürlüklerini yaşarlar.

“Biz ba’settik” diyerek bunların bucak, il, ülke ve insanlık merkezlerinden atanacağı ifade edilmektedir, orada görev görecekler de o ilin halkı olacaktır. Dolayısıyla “minküm” olmuş olur.

Demek ki bu âyet kamu örgütünün tüm ilkelerini vermiş olmaktadır.

Burada delilini bulamadığımız husus, ilçe merkezinde görev yapan kimselerin o ilçe halkından olmamasıdır. Bunun hikmeti bellidir. Ancak delil olarak neyi getireceğiz? Genel denge kurallarını uyguluyoruz. Bunu kıyas edeceğimiz bir müessese vardır, o da dıştan evlenmedir, yakın akrabaların birbirleriyle evlenmemesidir. Yakın akrabalarla evlenmemenin illetini bulursak aynı illetin de burada olacağını görmüş oluruz.

Bu dıştan evlenme ne yararlar getiriyorsa, burada da ilçe güvenlik güçlerinin ve yöneticilerin de başka ilçelerden gelmiş olmasında benzer yarar vardır.

Bu konularda biraz düşünmemiz gerekmektedir.

وَقَالَ اللَّهُ

(Va QAvLa elLAHu)

“Ve Allah kavl etti.”

Allah İsrail oğullarından misak almıştı ve 12 nakib ba’setmişti.

Allah acaba bir topluluğa nasıl hitap eder?

-Allah onlara yani halka kavl eder; kitap gönderir, kitap içinde yazar ve kavl eder.

-Peygamberlere emreder, peygamberler de tebliğ ederler ve bu yolla kavl eder.

-Halk toplantılar yapar, şura kararlarını alırlar, bu karar da Allah’ın kavlidir.

-Nihayet âlimlerin içtihatları icma hâline gelince o da Allah’ın kavlidir.

Kavl eden âlemlerin rabbi olan Allah mıdır, yoksa O’nun yeryüzündeki halifesi olan topluluk mudur? İlk iki şekli ile kavl eden âlemlerin rabbi olan Allah’tır, üçüncü ve dördüncü şekli ile kavl eden O’nun yeryüzündeki halifesi olan topluluktur.

Allah İsrail oğullarına Tevrat’ı göndermişti. Sonra onlar Hazreti Musa’ya biatla anlaşma yapmışlardır. Bugün ise Kur’an her okunuşta yeniden nâzil olmaktadır. Âlimlerin icmaı da Allah’ın doğrudan hitabıdır. Ayrıca istişare kararları ile içtihatlar ise topluluk tarafından bizimle görüşmedir. İçtihatlar hakemler denetiminde oldukları için topluluk kararı kabul edilmektedir.

إِنِّي مَعَكُمْ

(EinNIy MaGaKuM)

“Ben sizinle beraberim.”

Gelişmenin, ilerlemenin olması için çatışmanın ve rekabetin olması gerekir.

Canlılar âlemi böyledir. Türler arasında çatışma olduğu için evrim olmaktadır.

Çatışma demek ayıklanma demektir.

Kurtlar kuzuları yiyerek yaşarlar. Kuzu kaçar, kurt koşar. Kuzu zayıfsa kurt onu yakalar, yer ve kurt hayatını devam ettirir. Güçlenir ve başka kuzuları yakalayıp yer. Kuzu sağlamsa, kurt zayıfsa, bu sefer kuzu kaçar, kurtulur ve kurt aç kalır. Daha zayıf hâle gelir, başka kuzuları yakalayamaz, bu sefer kurt ölür. Kuzular onları yiyen kurt kalmadığı için çoğalırlar. Canlılarda bu çatışma türler arasında vardır.

İnsanlarda ise bu çatışma topluluklar arasındadır. Topluluklar yarışırlar. Sağlıklı topluluklar ayakta kalır, diğerleri ezilip giderler. Ne var ki iki çeşit topluluk vardır; yapıcı topluluklar ve yok edici topululuklar. Yarış için onların var olması gerekir, ama sonunda hakimiyet yapıcı topluluklara ait olmaktadır. Mikroplar yenerlerse hasta ölmekle kalmaz, hastayı öldürmek isteyen mikroplar da ölürler.

İşte, Allah sağlıklı toplulukları galip getirecek silahları da onlara vermiştir. Bu silahta da taraf tutmamıştır. Tebliğ herkese yapılmaktadır. Kabul edenler galip geleceklerdir. Kabul edenler sağlıklı topluluklar gibi, kabul etmeyenler ise mikroplar gibidir.

“Ben sizinle beraberim” derken, sonunda siz galip geleceksiniz, zafer sizin olacaktır. Sizi yok edip ortadan kaldırmak isteyenler yok olacaklardır.

Yukarıda bir soru sormuştuk.

Yeryüzünün güvenliği mü’minlere verilince İsrail oğullarının işi ne olacaktır?

Allah şimdi onlara diyor ki; ben sizden bu görevi aldım, gönüllü mü’minlere verdim. Ancak siz de mü’min olabilirsiniz. Ayrıca ben yine sizinle beraberim, yine de sizi seçkin ulus olarak bırakacağım. Ne var ki artık şartım var. Şartları yerine getirirseniz ben sizinle beraber olacağım, şartları yerine getirmeyenlerle beraber olmayacağım demektir.

Bundan sonra o şartlar sayılmaktadır.

لَئِنْ أَقَمْتُمْ الصَّلَاةَ

(LaEiN EaQaMTuMu elÖaLAvTa)

“Salatı ikame ederseniz.”

Yani toplantılar yaparsanız.

Ne yapacaksınız?

Sabah kalkacaksınız, evde vitir ve sünnet namazınızı kıldıktan sonra mescide gelecek, orada da farz namazı cemaatle kılacaksınız. İşlerinizi müzakere edecek, Allah’ın kitaplarını okuyacaksınız. Buradaki “Lam” harfi şartın kesinliği için gelmiştir, yani bu şartı yerine getirmezseniz ben sizinle beraber olmayacağım demektir. Burada hasr var ama bu mefhumu muhalefetle değil, nassın ona delaleti ile böyledir. “Lam” harfi bunu ifade eder.

“Namazları kılarsanız” denmiyor da, “namazı ikame ederseniz” diyor. Yani salatı birlikte ikame edeceklerdir. Bu “salat” da maruf/bilinen salattır, Kur’an’ın emrettiği salattır. Tevrat da bundan başka bir şey emretmez.

وَآتَيْتُمْ الزَّكَاةَ

(Va EATaYTuMu elZaKAvTa)

“Ve zekatı ita ederseniz.”

Zekat” temizlik demektir. Kazancınızda haram vardır. Çünkü siz bütün insanların ortak şeylerini kullanarak üretiyorsunuz; onların kira payları vardır. Onları ayırıp kamuya vermezseniz sizinle beraber olmam. Bu emir bilhassa Yahudilere çok büyük emirdir.

Haramdan kurtulmak için:

  1. Vergileri  eksiltmeden vereceksiniz.
  2. Faiz almayacaksınız, faiz vermeyeceksiniz.
  3. Karşılıksız para, karşılığı olmayan para çıkarmayacaksınız.
  4. Tekel oluşturmayacaksınız, serbest pazar sistemine dikkat edeceksiniz.

Çok açık bir şekilde, “Adil (Ekonomik) Düzen” geldiği zaman İsrail oğullarının durumlarının ne olacağı burada ifade edilmiştir. Şeriatın aslına dönmeleri gerekmektedir.

İki temel kurum; toplantılar/namazlar ve kamu bütçesi.

وَآمَنْتُمْ بِرُسُلِي

(Va EaManTuM Bi RuSUvLİy)

“Resullerimle kendinizi güven altına alacaksınız.”

Yani nakiblerin emrine gireceksiniz, onlara itaat edeceksiniz.

Buradaki resuller on iki nakib olabilir, böylece atanmış yöneticilerin merkezden gönderilen elçiler olduğu ifade ediliyor. İsrail oğullarına gelen resuller olabilir. Hazreti Muhammed dahil bütün peygamberler olabilir. Ancak burada başka bir mânâ vardır. İleride sizin elinizden görev alınıp da mü’minlere verildiğinde siz o zamanki başkanlara uyacaksınız, onların güvenliğini kabul edeceksiniz.

Evet, İsrail oğulları İsrail’e yerleşecekler, orası onların vatanı olacaktır, ancak İsrail’in güvenliğini tüm dünyanın mü’min devletleri garantiye alacaklar. Yani oranın hukuku da Mekke’nin hukuku gibidir.

Demek ki nakibler resul olarak ifade edilmiştir. Başkanların resulleridir. Güvenlik bakımından bucaklar merkeze bağlı olacaklardır. İç güvenliği iller sağlayacak, dış savunmayı ise devletler yapacaklar. Taşra bucakları ile hukuk düzenini kuran adil yargı sistemi ile insanlar şeriat içinde hür yaşayacaklardır.

وَعَزَّرْتُمُوهُمْ

(Va GazZaRTuMUvHuM)

“Onları tazir ederseniz.”

Azr” hayvanları sürmek için kullanılan kamçı gibi yumuşak ağaç dalıdır. Tedip için kullanılır. Ceza, ibret olsun, bir daha başkaları benzerini yapmasın diye bir şey yapıldıktan sonra yapılan eziyettir.

Tazir” ise hataya veya günaha düşmemesi için olaydan önce verilen eziyettir.

Kur’an’da ise bu tazir anlamında getirilmektedir. Siz çocuğunuzu tedip edersiniz onun iyiliği için yaparsınız, ona zarar vermek için yapmazsınız.

İşte, halkın başkanlarına karşı tavrı bu olacaktır. Onu kötülük yapmaktan alıkoyacaklardır, tazir edeceklerdir. Ama onu tahttan indirip başkasını geçirmek için değil, onu daha çok aziz kılmak için yapacaklardır.

Başkanlar nasıl tazir edilecekler?

Önce, başkanların kararları her zaman hakemlerin denetimindedir. Yanlış karara karşı ilgililer hakemlere giderler ve bu sayede başkan tazir edilmiş olur. Sonra başkan ancak dayanışma sorumlularına ve başbakana, genelkurmay başkanına muhatap olur. Doğrudan hiçbir iş yapamaz. Bunlar da başkanın verdiği görevi içtihatlarına uygunsa yapabilirler. Hiçbir sorumlu kabul etmediği takdirde başkan onu başkasına yaptıramaz.

Başkanın verdiği talimat veya emirlerden başkan değil, doğrudan onu yapan sorumludur. Görevliler de yaparlarsa sorumluluklarını üzerlerine almışlardır demektir. Başkan bir diyet ödeyecekse, bir tazminata mahkum edilmişse, bunun karşılığı bütçeden ödenecektir. Başkanın malları zaten kamuya aittir.

Toplantılar yapılacak, vergiler ödenecek, bir de başkanın meşru emirleri yerine getirilecektir. Bunlardan başka İsrail oğullarından alınan dördüncü söz de çok önemlidir.

حَسَنًا وَأَقْرَضْتُمْ اللَّهَ قَرْضًا

(Va EaQRiWu elLAHa QarWan XaSaNan)

“Ve Allah’a karzı hasen ikraz ederseniz.”

Malların mübadelesi sistemi yalnız insanlarda vardır. Mübadelede aracı olma da yine sadece insanda vardır. Ticaret insanlara mahsus bir meslektir. Yeryüzünün ticaret bilgisi İsrail oğullarına verilmiştir. Ticaret yapmak için:

  1. Nerede ne var ve neler kimlere lazımdır? Bu bilinecek ve olandan alınıp  muhtaç olana götürülecek.
  2. Malları alıp satacak kadar sermayen veya kredin olacak.
  3. Değişik halkların dillerini bilip onlarla ilişkiler kurabileceksin.
  4. Ticaret çok kârlıdır ama çok rizikoludur. Bu sebeple ancak başka imkanları olmayanlar ticaret yaparlar. Tarımı, sanayii, inşaatı bilenler ticarete heves etmezler.

Bundan dolayı İsrail oğulları hep ticaretle meşgul olmuşlardır. Çünkü onlar ülkelerden ülkelere sürüldükleri için her yerde kendi halkları vardır. Ticaretten başka da işleri yoktur. İşte bugün dünyaya ekonomi bakımından hakim olmaları bu ayrıcalıklarından doğmaktadır.

Ticareti iyi biliyorlar, buna hakları da vardır. Ama bu arada faizli işler yapıyorlar, o zaman da ekonomik krizler doğuyor.

Önce şunu bilmemiz gerekir ki, insan demek borçlu ve alacaklı olan kimse demektir. Uygarlık ancak kredi üzerine oturur. Dolayısıyla kredi müessesesi olmayanların uygarlaşmaları, hattâ yaşamaları mümkün değildir. Bu kredi faizli olursa karzı kabihadır, faizsiz olursa karzı hasendir. İşte Allah’ın onlardan istediği şey; faizsiz iş yapacaklar, karzı hasen içinde hareket edeceklerdir.

Faizin zararları nelerdir?

  1. Faiz parayı piyasadan çeker, döngüyü yavaşlatır, sonunda krize dönüşür.
  2. Faiz durup dururken malları ambarda pahalılaştırır, eski mallar satılmaz, dolayısıyla yenileri de imal edilemez. Böylece kriz ortaya çıkar.
  3. Faizli çalışma ancak enflasyonla olur. Enflasyon ise işsizliği doğurur. İşsizlik açlığı, açlık  borcu, borç yoksulluğu, yoksulluk rüşveti, rüşvet baskıyı, baskı da isyanı ortaya çıkarır.
  4. Faizci insanlar çalışarak değil de çalışmadan yaşamaya başlar ve sefaletle sefahat yan yana yaşamaya başlar.

Faiz yerine kredileşme getirilmiştir.

  1. Faiz yerine “devlet vergi” alacaktır. Devlet krediyi faizsiz verecektir. Kazanan vergisini ödeyecektir.
  2. Faiz yerine “selem” getirilmiştir. Faiz veresiye satıp malı pahalılaştırır, selem siparişle alma olup malları ucuzlatır.
  3. Faiz yerine “kredileşme” ikame edilmiştir. Sen ne kadar parayı kullandırıyorsan o kadar da kullanma hakkın doğuyor.
  4. Faiz paraya para kazandırmadır, oysa “kâr” paraya mal kazandırmadır, yani malda kâr etmedir. Faizden kazanma hırsızlık demektir. Maldan kazanma ise herkesin kâr etmesidir.

İşte, İsrail oğullarından istenen faizsiz müesseseye katılmadır.

Demek ki “Adil (Ekonomik) Düzen” geldiğinde Yahudiler faizsiz çalışmak şartı ile aynen çalışmaya devam edeceklerdir.

Bu âyet ekonomide yine başta onların rol oynayacaklarını ifade etmektir. Ne var ki artık sermayelerini kötülükler içinde kullanmayacaklardır.

  1. Şimdi tekel oluşturmuş, dünyayı sömürmektedirler. Tekellerini devam ettirmek için de her türlü krizleri oluşturmakta, savaşlar çıkarmaktadırlar. Bundan sonra bunları yapmayacaklardır.
  2. Paralarına dayanarak devletleri de emirlerine almakta ve onlara halklarına zulüm yaptırmaktadırlar. Artık o paralarını siyasi güç olarak kullanmayacaklardır. Çünkü siyaset para ile yapılmayacaktır.
  3. Bugün o paralarla ilim müesseselerine sahiptirler ve ilme düşünceleri körelten ateizm yaptırmaktadırlar. Artık ilim müesseselerine para ile değil beyinleri ile katılacaklardır.
  4. Dinsizliği moda hâline getirmişlerdir. Bundan tevbe edecekler, kefaretini de ödeyeceklerdir.

İşte, İsrail oğullarının yeni dünyadaki iyi yerleri bu olacaktır. Allah onlarla beraber olacak ve onların III. bin yıl uygarlığı içinde de insanlığa hizmet etmelerine imkan verilecektir.  

لَأُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ

(La EuKafFiRanNa GanKuM SayYıEAvTiKuM)

“Sizin seyyielerinizi tekfir edeceğiz.”

Beşyüz senedir günah işlemektesiniz.

  1. Önce faizi meşrulaştırdınız ve böylece gayrimeşru servetler edindiniz. Bugün de benzer şekilde sömürmektesiniz.
  2. Savaş fitneleri ile önce derebeylikleri yıktınız. Sonra krallıkları yıktınız. Sonra imparatorlukları yıktınız. Şimdi de millî devletleri yıkmaya çalışıyorsunuz. Yüz milyonlarca insanın ölümüne sebep oldunuz.
  3. Dini istismar ederek dinsizliği ve ahlaksızlığı dünyaya yaymaya çalıştınız.
  4. Ele geçirdiğiniz para ve medyayla dünyayı kana ve fitneye bulaştırdınız.

Sizin böyle kökleşmiş kötülükleriniz vardır. Eğer tevbe eder, yukarıda anlattığımız hususlara riayet edecek olursanız, onlar tekfir edilecek, kefaret sayılacak ve yaptıklarınız iyilikle takas edilecektir. Size onların günahları sorulmayacaktır. “Adil Düzen” geldiği zaman geleceğe bakılarak davranılacak, geçmiş sadece ibret alınmak için bilinecek.

Demek ki biz insanlığın güvenliğini devralırken bizden öncekilere nasıl davranacağımız da bize öğretilmektedir. Bu husus bugün değil, İsrail oğulları görevlendirildiği zaman bu onlara bildirilmiştir. Diğer kitapların hepsi Kur’an’ın anlaşılması ve kabul görmesi için önceden gönderilmiş kitaplardır. İnsanlığı hidayete götüren ise tek kitap vardır, o da Kur’an’dır.

وَلَأُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ

(Va La EuDPıLanNaKuM CanNAvTin TaCTıy MıN TaHtıHa elEanHAvRu)

“Altlarından nehirlerin cereyan edeceği cennetlere sizleri idhal edeceğim.”

Evet, İsrail oğullarına “Adil Düzen”de neler vaat ediliyor?

  1. Tevrat’ta kendilerine vaadedilen Filistin oradaki hudutları ile kendilerine verilecektir. Orada onlar bağımsız iller kurup yaşayacaklardır.
  2. Oranın savunmasını mü’minler yapacaktır. Onların askerlik yapmalarına gerek kalmayacak. Çalışacaklar, zengin olacaklar ve ilim yapacaklardır.
  3. Anadolu’da ve İran’da sular vakfı kurulacak ve bunlar sularını ortaklığa koyacaklar. İsrail oğullarının sermayesi ile bu sular toplanacak, tüm Arabistan Yarımadası sulanacak ve Filistin’e de sular verilecek. Yeraltı borularıyla tüm Filistin dünyanın en verimli ülkesi hâline gelecektir. Suyu ve güneşi ile cennet hayatını yaşayacaklardır.
  4. Tüm dünyaya serbestçe gidip gelecekler, alışveriş yapmaya devam edeceklerdir. Bugün ulaşılan teknikle artık dünyada dağınık kalmalarına gerek kalmayacak, tekrar vaat edilen vatanda toplanacaklardır.

Onlara vaadedilen Mesih, Hazreti İsa peygamberdir; başka Mesih gelmeyecektir. Hıristiyanlara vaadedilen Mesih Hazreti Muhammed’dir; başka Mesih gelmeyecektir, Mehdi gelmeyecektir. Ancak Hazreti İsa’nın ve Hazreti Muhammed’in oluşturdukları dinler onlara Mesih’in yapacağını yapacak, onları ekonomide muzaffer olarak devam ettirecektir.

İşte bu âyetler bize İsrail oğullarının gelecekte “Adil (Ekonomik) Düzen” içindeki yerlerini belirlemektedir.

فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ مِنْكُمْ

(Fa Man KaFaRa BaGDa ÜAvLiKa MiNKuM)

“Bundan sonra sizden kim küfrederse.”

Yukarıda “Le”nin şartı ile iyi şeyler vaat etmiştir. Bu arada ise “Men” şartı ile getirmiştir. Yukarıda bütün İsrail oğulları için konan şarttır. Burada “Men” getirerek sizden kimileri böyle yapacaklardır denmiştir. Yukarıda sayılan nimetler Üzeyir Garih gibi barışçı İsrail oğullarına vaat edilmiştir. Onların içinde Üzeyir Garih’i öldüren sermaye sahipleri de olacaktır. Onların durumu da buradaki “Men” ile ifade edilmiştir. Yani bütün İsrail oğulları değil, bu gidişe karşı çıkan İsrail oğulları için bundan sonraki cevaba bu şart yapılmıştır. Onun için “Men” kullanılmıştır. “İn”de olay şartı var, “Men”de kişi şartı var.

Demek ki gelecekte İsrail oğulları ikiye ayrılacak, bir kısmı “Adil (Ekonomik) Düzen” çalışanlarının yanında yer alacak ve “Adil (Ekonomik) Düzen” geldiği zaman, onlar da Filistin’de kendi vatanlarında bağımsız ama mü’minlerin savunması, hattâ güvenliği altında insanlığa hizmete devam edeceklerdir.

İkinci grup ise kendi tekel saltanatları yıkılmasın diye “Adil (Ekonomik) Düzen”e karşı çıkacaklar ve direneceklerdir. İşte burada anlatılan kimseler onlardır.

Küfretmek” demek nankörlük etmek demektir.

Allah İsrail oğullarına büyük nimetler vermiştir. Bugün dünyanın bütün sermayeleri onların elindedir. Beş yüz yıldır yüksele yüksele buraya kadar gelmişlerdir. Allah’a şükür babında şimdi mü’minlere yardım edeceklerdir. Görevlerini yapmış olmanın huzuru ile yeni görevlerine döneceklerdir. Kendilerinin nüfusu insanlığı yönetmeye yetmez. Ayrıca, artık insanlar kendi kendilerini yöneteceklerdir. Gönüllüler yani mü’minler yönetecektir. Bir baba çocuklarını büyütür, evlendirir ve artık onları kendi hallerine bırakır. İsrail oğulları da insanlığa dört bin senedir hizmet ettiler ve bu hâle getirdiler. Allah onlara bu görevi verdi, onlar da başardılar. Şimdi sıra Allah’ın emrine uyarak uygarlığın güvenliğini mü’minlere devretmektir. Bu mü’minler içine elbette kendileri de katılabilirler.

Osmanlılar 600 yıl Türkiye’ye ve bölgeye hükmettiler, Avrupa’ya uygarlığı götürdüler; şimdi diğer insanlar gibi yaşıyorlar. İsrail oğulları için de durum budur. Artık diğer insanlar gibi yaşayacaklardır. Seçkinlikleri sona ermiştir. Bununla beraber, yine de ekonomide ve ilimde insanlık içinde önde olacaklardır. İşte bunun şükrünü yapmaz, nankörlük yaparlarsa, o zaman yollarını şaşırmış olurlar.

فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ (12)

(Fa QaD DalLa SaVAyEa elSaBIyLı)

“Yolun sevaını da kaybetmiştir.”

Allah’a vermiş oldukları sözleri unutarak, ilâhi vaade karşı çıkmış olanların yolu kaybettiklerini bildirmektedir. Yolu değil de yolun ortasını kaybettiklerini bildirmektedir. Yani onlar da yine varlıklarını sürdüreceklerdir. Batı uygarlığının daha beşyüz senelik ömrü vardır. Bu beşyüz sene içinde demek ki İsrail oğullarının da yeri olacaktır.

Bugün İsrail oğullarının iki merkezi vardır.

Biri Amerika’dadır, New York Manhattan’da bir sokağa yerleşmişlerdir. Dünyanın bütün kâğıt paralarına onlar hükmetmektedir. Amerikan Merkez Bankası (FED) ABD devletinin yani halkın değil, onlarındır. Dünyadaki bütün Merkez Bankaları o bankanın şubeleri gibi çalışmaktadır.

Bu tekel sömürü sermayesi varlığını sürdürecektir. Batı’nın kuvvet medeniyeti içinde görevlerini yapacaklardır. Bunun için burada yoldan dalâlet etmişlerdir (sapmışlardır) değil de, orta yolu bırakmışlardır denmektedir.

Bugünkü İsrail oğullarının ikinci merkezi İsrail’dedir. Türkiye merkez ülke olduğu için III. bin yıl uygarlığı Ortadoğu’da gelişecek ve bütün dünyaya rahmet olacaktır. İsrail Yahudileri bunların yanında yer alacaktır. Mü’min ordular oraya yani İsrail’e girecek ve orada huzuru, saadeti, barışı tesis edeceklerdir. İsteyen Yahudiler oradan göç edip ABD’ye gidebilecekler, isteyenler de oraya geleceklerdir.

Bugün, Amerikan Yahudileri İsrail’e silah ve dolar transfer ediyor, onları savaştırıyor ve geri bırakıyor. Oysa “Adil (Ekonomik) Düzen” geldiğinde onları savaştan uzak tutarak uygarlaşmalarını sağlayacaktır. Savaşmak ve sömürmek isteyenler ABD’ye gideceklerdir.

İnsanlık iki bloğa ayrılacak; “kuvvet medeniyeti”ni sürdürmek isteyenler ve “hak medeniyeti”ni kurmak isteyenler. Yahudiler de ikiye ayrılacak; kimileri “kuvvet medeniyeti” içinde kalacaklar, Kimileri de “hak medeniyeti”nde yerlerini alacaklardır. Bundan sonraki âyet bu dalalette olanların durumlarını anlatacaktır.

 

 


MÂİDE SÛRESİ TEFSÎRİ(5.sure)
1-MAİDE 1-2
3002 Okunma
2-MAİDE 3
2799 Okunma
3-MAİDE 4-5A
2082 Okunma
4-MAİDE 5B-6A
2174 Okunma
5-MAİDE 6B-10
2066 Okunma
6-MAİDE 11-12
2771 Okunma
7-Maide13-15
2210 Okunma
8-MAİDE 16-17
2245 Okunma
9-MAİDE 18-19
1934 Okunma
10-MAİDE 20-26
2469 Okunma
11-MAİDE 27-31
4427 Okunma
12-MAİDE 32-33
2709 Okunma
13-MAİDE 34-37
1972 Okunma
14-MAİDE 38-41
2884 Okunma
15-MAİDE 42-44
2251 Okunma
16-MAİDE 45-47
3506 Okunma
17-MAİDE 48-50
2324 Okunma
18-MAİDE 51-53
2455 Okunma
19-MAİDE 54-56
2871 Okunma
20-MAİDE 57-60
2274 Okunma
21-MAİDE 61-64
2105 Okunma
22-MAİDE 65-67
1994 Okunma
23-MAİDE 68-69
2328 Okunma
24-MAİDE 70-72
2128 Okunma
25-MAİDE 73-76
2368 Okunma
26-MAİDE 77-79
1846 Okunma
27-MAİDE 80-82
2210 Okunma
28-MAİDE 83-88
1820 Okunma
29-MAİDE 89-91
3117 Okunma
30-MAİDE 92-95
2513 Okunma
31-MAİDE 96-100
2443 Okunma
32-Mide 101-103
2488 Okunma
33-MAİDE 104-105
2119 Okunma
34-MAİDE 106-108
2310 Okunma
35-MAİDE 109-110
3163 Okunma
36-MAİDE 111-115
2637 Okunma
37-MAİDE 116-118
2446 Okunma
38-MAİDE 119-120
2107 Okunma