Rabbi anlamak…
Pagan dinlerinin ortaya çıkış sebebinin hemen hemen aynı olduğu, beşerin kendisinden daha güçlü ve daha yetenekli varlıklar ile karşılaşmaları sonucu ortaya çıktıkları artık bilinen bir gerçektir.
Beşerin bu varlıkları “Tanrı” olarak kabul etmelerinin sebebi, onların “Rab” özellikleriyle ilgilidir. Çünkü bu güçlü varlıklar, beşerin o güne dek karşılaşmadıkları güçlere, yeteneklere sahiptiler. Kendilerine bildiklerinden farklı bir şeyler öğretmişler idi. Belki yönetmişler, yönlendirmişler, belki eziyet etmişler ve belki onlara merhamet göstererek gelişmelerine katkıda bulunmuşlardı. Yani “RAB” kavramının içine koyabileceğimiz her şeyi beşer onlarda görmüştü. Bu sebeple de onları Rab edinmişler ve kutsallaştırmışlardı.
Bu husus Kur’an da da ifade edilmektedir:
“Ev yekûne leke beytun min zuhrufin ev terkâ fîs semâ, ve len nu’mine li rukıyyike hattâ tunezzile aleynâ kitâben nakreuh, kul subhâne rabbî hel kuntu illâ beşeren resûlâ” (Isra 93)
“Ya da altın bir evin olmalı, veya göğe yükselmelisin. Yükselsen bile okuyacağımız bir kitabı üzerimize indirmedikçe ona inanmayız.' De ki: 'Rabbim yücedir. Ben elçi olan bir insandan başka bir şey miyim ki.”
Kimse inanmıyor, çünkü onların alışık oldukları Rabler, gökyüzüne yükselebiliyorlardı, güçlüydüler, Güçlü silahları vardı. Yönetebiliyorlardı. Böyle görmüşlerdi.
***
Bir çizgi film düşünün. Nasıl üretildiğini belki herkes bilmiyordur. Oldukça zahmetli bir iştir. Önce senaryo yazılır. O senaryoda geçen karakterler sanatkarlar tarafından çizilir/resmedilir ve bunlar bilgisayara aktarılır. Elbette bu yetmez. Bilgisayarda yüzbinlerce görüntü üst üste getirilerek hareketlendirilir. Bunun için milyonlarca karakterlik program yazmak gerekir. Ve nihayetinde biz o çizgilerin hareket ettiğini zannederiz. Çünkü ekranda izlerken hareket etmektedirler.
İnsan beyni herşeyi zıttı ile karşılaştırmak üzerine kurulmuş bir algoritmaya sahiptir: Siyah-Beyaz, Gece-Gündüz, Sıvı-Katı….
Evren de zıtlık prensibi üzerine kuruludur. Zıttı olmayan yegane varlık Allahtır. Karşılaştıma mümkün olmayınca, insan AKLI tarafından algılanması da mümkün değildir. Algılamanın mümkün olmadığı varlığa Sempati makbul olabilir ama Empati mümkün değildir.
Bu noktada İbrahimin kıssası çok önemlidir. O sorgulamasını yaparken, geçici de olsa şirk ihtimalini de değerlendirmişti. O, Rabbini ararken, güneşi, Ay ve Yıldızı ihtimaller arasına almıştı. Aklı, hatta şirki bir atlama tahtası olarak kullandığını da söyleyebiliriz. Ama bu bizim için de geçerlidir. Şirki meşrulaştırmak değildir mesele, sistemi anlamaktır.
Şirk, "Allah'ı inkâr değil, Allah'ın vermediği yetki ve imtiyazları, –soyut ya da somut– O'ndan başka birine veya bir şeye vermek"tir.
Empati, esas olarak bizim "ayna nöronlar" dediğimiz hücrelerin muhteşem bir eylemi...İnsanın kendini karşısında ki kişinin yerine koyabilmesi inanılmaz bir olay. İnsanı insan yapan bir vasıf/özellik...
Resulle Empati kurmaya evet, Vahyin ilk muhatapları ile empatiye evet. Ancak Allah ile empati aklın sınırlarını aşan bir şeydir. Zıttı olmayan, tanımı olmayan bir şey ile nasıl empati kurulabilir? Böyle bir şey aynı zamanda egomuzu serbest bırakır. "Kendi nefsini ilah edineni gördün mü?" ifadesi ile muhatap eder. İşte bunun için Rabbi anlamak gerekir.
Çizgi filme geri dönersek, biri oturmuş bir program yazmıştır, bu program çizgilerin hareket etmesine olanak sağlıyordur. Başkaları da o programı kullanarak çizgi film üretmişlerdir. Ama çizgi filmi yapanların programı yazanla işleri yoktur.
Tıpkı bir çizgi film gibi, 3 boyutlu bir Varlığın kendisini 2 boyutlu varlıklara anlatması nasıl olabilir ki? Bir çizgi film karakteri, Onu çizen kişi ile ne kadar veya nasıl empati kurabilir?
Bir çizgi film karakterini yaratan, niçin yarattığı bir karakterle empati kursun? O zaten kendisinin yarattığı bir şeydir, zaten her şeyini bilmektedir, öngörmektedir.
Ben çalıştığım şirketin ofisine gitmek zorunda değilim. Aslına bakılırsa bugüne kadar patronu da hiç görmedim. Onu sadece “digital” bir notun altındaki imzasından veya telefondaki sesinden tanıyorum. Şirketin çalışanlarının çoğunu tanımam, aslında onlar da beni tanımazlar. Çünkü hiç tanışmadık.
Çok nadir olarak ofise giderim, o da çok gerekli olursa, bir toplantı varsa. Eğer toplantıya gidebilecek durumda isem. Değilsem dünyanın neresinde olursam olayım, digital ortamda toplantıya katılır söylemem gerekenleri söyler diğerlerini dinlerim.
Ama hepsi bu kadar değildir, benim yaptığım iş oldukça basittir. Niteliğini bir kenara bırakalım, Benim işim sisteme gerekli komutları girmek ve onun çalışmasını sağlamaktır. Bilgisayarımdan girdiğim digital komutlar pek çok şeyi harekete geçirir. Bilgisayarıma düşen üretim taleplerini “işlenebilir” hale getiririm ve yine bilgisayarım aracılığıyla ilgili birime “komutlar” halinde aktarırım. Sonra benim komutlarımın gerektirdiği hesaplamalar başkaları tarafından yapılır, sonra binlerce kilometre uzaktaki üretim kanadı hareke geçer, yüzlerce insan o komutlardan dolayı çalışır. sonra başkaları devreye girer, her çıkan ürün tanımlanır ve neticede benim bir satırlık komutum bir ürüne dönüşür ve o ürün dünyadaki binlerce insanın kullanımına sunulur.
Benim verdiğim direktifi alanlar, ona göre üretimi gerçekleştirenler, hesaplamaları yapanlar, hiç biri, ama hiç biri beni tanımaz. Görmemiştir, görmeleri de gerekmez. Benim de görmem gerekmez, ben sadece şirkette belirli insanlarla iletişim kurarım ve zaman zaman görmem gerektiği ölçüde görürüm onlar da beni görürler ve bu yeterlidir. İşte hepsi budur, yani herkes kendisi için tanımlanan alanda yetkisi çerçevesinde işini yapar. İşleyiş içerisinde anlaşılmayan bir şey varsa veya soru sorulması gerekiyorsa, bu da yine sistem aracılığıyla bana ulaşır ve gerekli cevapları veririm. Tabii yine digital olarak.
Her şey sisteme bağlıdır. Sistemi oluşturan zincirden bir veya birkaçı işini yapmadığı zaman onları da yine sistemde görürüm ve gereğini yaparım. Bütün bunlar olup biterken patron da ortalıklarda yoktur. O da olup bitenleri yine sistemden takip eder. Gerekli gördüğü yerde bana bilgi aktarır. Hepsi bu.
Sizler veya insanlar bizim ürettiğimiz ürünü aldıkları zaman sadece o ürünün kendilerine olan katkısını bilirler ve öyle tanırlar. Hiç kimse, onun nasıl üretildiğini, hangi aşamalardan geçtiğini, bilmez. Aslında kimse bunu merak da etmez. Bildikleri tek şey, ürettiğimiz ürünün kendisidir. Şekli ve onlara sağladığı faydadır.
Tabloyu tamamlayabilmek için başka bir noktayı daha dikkate almak gerekir : Yapay Zeka
Muhtemelen hepiniz çeşitli şekillerde “Yapay Zeka”dan söz edildiğini duymuştur. Günümüzde henüz yaygın olmasa da, oldukça ileri düzeyde uygulanabilir hale gelmiştir. Yapay Zeka, insan beyninin modellemesini yapan, irade ve karar mekanizmalarını birleştiren ve üreten rasyonel bir bilişim terimidir.
Yakın Gelecekte.Sibernetik bir yaklaşımla modellenmiş bir Yapay Beyin, Sembolik bir yaklaşımla insan aklına benzetilmiş bilişsel süreçler ve Yapay Bilinç sistemi, insan aklı kadar esnek ve duyguları olan bir İrade ( Karar alma yetisi ), Uzman sistemler kadar yetkin bir bilgi birikimi ve rasyonel yaklaşım haline dönüşecektir. Bunların dengeli bir karışımı sayesinde Yapay Zekâ, gelecekte insan zekâsına bir alternatif oluşturacaktır. Bu teknoloji her geçen gün gelişmektedir. Pratik uygulamalarının önümüzdeki birkaç yıl içerisinde gerçekleşebileceği düşünülmektedir. Yani “digital insan” böylece tam anlamıyla yaratılmış olacaktır. Çeşitli robotlar ve otomobillerde güncel ve basit versiyonları uygulanmaktadır. (Dileyenler konuyu araştırabilirler).
Yapay zekanın gücünü kavrayamayacak olanlar için bir iki rakamsal veri aktarmak istiyorum: Yapay zeka ile basit bir bilgisayar, Bir insanın hepsi aynı anda paralel olarak çalışan 100 trilyon nötron bağlantısının toplam hesap gücünün alt sınırı olan saniyede 10 katrilyon (1.000.000.000.000.000 = 1015 ) hesap düzeyine ulaşabilecek kapasitededir ve sürekli gelişmektedir. Bugün bu oldukça pahalıdır ama yakın gelecekte herkes bu tür bilgisayarları edinebileceklerdir. Mesela Google’nin ürettiği bir sistem, otomobillerin kendi kendine hareket etmesine olanak vermektedir. Yakın gelecekte bu sistem muhtemelen yaygınlaşacak ve otomobillerin sürücüye ihtiyacı kalmayacak.
Biz en iyi ihtimalle, varlık evreninde tıpkı bir çizgi film karakterleri gibiyiz. Insan eliyle üretilmiş bir yapay zeka ile bu karakterlerin “irade” kazanmaları mümkündür. Belirli ölçülerde alternatifler zaten vardır ancak tam olarak “irade” özgürlüğü anlamında değildir. Nihai hedef budur elbette. Böyle bir filmin karakterleri de bizim gibi davranabilirler mi? Bunun cevabı şaşırtıcı olsa da “Evet davranabilirler” dir.
Çok daha ileri düzey uygulamalar vardır. Hayal etmek zor olsa bile, “Hissedebilen bilgisayar”lar halihazırda kullanılmaktadır. Herkesin duyduğunu sandığım Stephen Hawking, hiçbir kasını hareket ettirememektedir. Ama araştırmalarına devam edebilmekte ve konferanslara katılıp konuşabilmektedir. Bunun için ne dilini ne de ağzını oynatması gerekmemektedir. Sadece düşünerek konuşabilmektedir. Şimdilik bu algılama sistemi, boyun sinirlerinden yapılmaktadır ama yakın gelecekte beynin ürettiği sinyallerle de bunun mümkün olabileceği yapılan araştırmalarla anlaşılmıştır.
Şimdi soru şudur: Ben şirketin Rabbi miyim? Bunun cevabı, kelime anlamı itibariyle “Evet” tir. (Ama ben rab değilim sadece bir beşerim) Ve benim üstümde de bir patron var. Sistemi geliştirebiliyor olmakla birlikte, sistemi yapan ben değilim ve nihayetinde ben de bilgisayarıma düşen belirli komutlara göre hareket ediyorum. Yani ben patron değilim. Yaptığım şey, sadece gelen komutları işleyip daha büyük kitlelerin yaygın bir şekilde harekete geçmesini sağlamaktır.
Allah’ın sistemi de böyle çalışmıyor mu?
Bilgiyi çantasında taşıdığını zanneden, ellerinde geçmişten kalma tozlu kuralların yeterli olduğunu düşünenlerin, geleceğin dünyasını tahayyül dahi edemedikleri ortadadır. Allah ve Rabbi görme sevdasında olanların, bizatihi kendilerinin sadece bir çizgi film kahramanı olduklarının farkında bile değiller. Bunlar raflarda tozlanmış fikirleri pişirip pişirip masaya sürmekten başka bir şey yapmazlar.
Çünkü onlar sadece algılanabilirliklerine inanır ve güvenirler.. Kendi algılarının sınırları dışında kalanlar, onlara göre mümkün değildir.. Öyle ki Rabbın, beşerin geleceğini bilemeyeceğini dahi kabullenmez ve bunu itham ederler. Çünkü onlara gore Rab Allah’ın kendisidir. Oysa kabul edilmesi gereken şudur, Rab dilerse yön verir ve yönlendirir ve bu kaçınılmazdır.. Fakat Rab, beşerin veya varlığın geleceğini bilemez ama buna karşılık hesap eder..
İşte tam bu noktada itirazlar yükseliyor. Hey sen be kafir, nasıl olur da Rab, geleceği bilemez ve nasıl olur da Rab bu noksanlık üzere Rab olur? Nasıl olur da Rabbi Allah’tan gayrı düşünürsün? Oysa Allah’ı varlık alanına indirgemeyi başaranların bunu nasıl becerdiklerini sorgulamak kimsenin aklına gelmez. Allah kitabında ayrı olduğunu söylemiyor mu?
Düşüncenin önüne set çekmeye çalışmak, onu yönlendirmeye kalkmak veya nasıl düşünülmesi gerektiğini tesbit etmek beyhude bir çabadır. Çünkü Düşünce sınırlanamaz ve engellenemez.
Düşünmek aklın salatıdır. İşte tam da bu noktada çok tartışmalı "salat" kavramının önemi ortaya çıkıyor.Çünkü herşey düşüncede başlar...
Salat Allahın Sistemine "destek vermek" ve Onunla sistemi içinde "bağ" kurmaktır, Doğrulayıcı ve kabullenici her düşünce "destek" anlamındadır zaten. EYLEM’ler düşünce ile ateşlenir ve harekete geçer.
Düşünmek, insanı, insanca olan algının sınırları ötesine taşır ve insan, işleyişin nasıllığını kavramaya başlar. Her anlamda bir önceki aykırılıkları normalleştirir. Ancak tozlu raflarda duran şeyler o kadar kalın duvarlar örmüştür ki, bunu aşmanın imkanı neredeyse yoktur. Tabii bir o kadar da kutsaldır. İşte bu sebeple her çığlık, sahibine, “keşke ben eski ben olsaydım da bunları söylemez ve düşünmez olsaydım, o zaman daha mutlu olurdum” dedirtir.
Oysa ne beşerin yaşamı, ne de Rab, “zan” üzerine kurulu bir algıya layık değildir ve beşerin Rabbi hakkında taşıdığı “Tanrısal” algılar da Rab için geçerli değildir.
Galileo dünyanın döndüğünü söylediği zaman “din düşmanı” ilan edilmiş ve idamla yargılanmıştı. Idamdan kurtulmak için yanıldığını söylerken bir yandan da “yine de dönüyor” demişti.
Eserler eser sahibi değildir. Eser sahibi eserin dışındadır, eserden başkadır.
Vesselam
(Bu makale kimseyi kişisel olarak hedef almaz. Sadece okuyanların üzerinde düşünmelerini amaçlar. Dileyen alınır ama dileyen samimiyetle, düşünceleriyle katkı yapar. Alınanlara da katkı yapanlara da Allah mutlaka karşılığını verir.)