Ceza Usulu (özet)
Ceza Hukuku, Toplumun düzenini bozan, temel hak ve hürriyetleri tehdit eden ve insan haklarını çiğneyen kişilere uygulanacak cezalar bütünü olarak tanımlanabilir. Ancak bu cezaların niteliği, uygulama şekilleri ve cezaların tespitine ilişkin bir usul/yöntem olması da gerekmektedir. Kur’an ın sistematik yapısı bunu gerektirir.
Ceza : Arapça bir isim olup lügatte, iyilik veya fenalık karşılığında verilen ivaz ve mükâfat, ecir anlamına gelmektedir. Ceza kelimesi, hem mükâfatlandırmak hem de müeyyide uygulamak anlamında kullanılmaktadır. Ku’an bu kavramı, yapılan bir kötülüğün benzer karşılığı olarak kullanmaktadır.
Bir kavram olarak ceza, fertlerin ıslahı, toplumun himayesi ve düzeninin korunması için konulmuştur. Allah'ın koyduğu bütün hükümler, insanların menfaati içindir. Yoksa yeryüzündeki bütün insanlar Allah’ın emirlerini çiğneseler, yasaklarına uymasalar bununla Allah'a bir zarar veremeyecekleri gibi, O'nun emir ve yasaklarına uymakla da O'na herhangi bir fayda sağlayamazlar.
Amaç, kişiyi veya suçluyu acımasızca cezalandırmak değil, suç işleyeni etkisiz hale getirip, toplumu onun fiillerinden korumak ve kişinin ıslahını sağlamaktır. Ne var ki bunu yaparken, topluluğun sorululuğunun olduğu da unutulmamalıdır.
AMAÇ:
Cezanın amacı, insanlara ceza vermek ve öldürmek değil, suçluyu cezalandırarak, hem onu suç işlemekten alıkoymak hem de toplumu onun kötülüklerinden koruyup ve suçların yayılmasına engel olmaktır. Bireylerin olgunlaşası, kötülüklerden arınması ve hem kendileri hem de dünya için faydalı hale gelmeleri her şeyin üstündedir. Cezada amaç, insana fayda temin etmektir.
Bu özelliklerin tespiti daha çok “suç” kavramına ve oluşan suç sebebiyle uygulanacak “cezanın” niteliğinin bilinmesine bağlıdır. Suçlunun cezalandırılmasının anlamı, işlediği suça karşılık ondan intikam almak değil, onun ıslah edilmesini sağlamaktır. Bu manada topluluk adaletli davranmak suretiyle, hem topluluğu zarardan korumuş, hem de kişinin topluma kazandırılmasını sağlamak durumundadır.Kur’an hiçbir suç karşılığında “intikam” hedeflemez.
SOSYOLOJIK KOŞULLAR:
Allah İnsanları Yeryüzünde kendisine mirasçı yapmış, onlara kitap (hukuk) göndererek barış içinde yaşamaları gerektiğini söylemiştir. Yani, yeryüzünde yaşayan insanlar prensip gereği barış toplumu oluşturmuş olmalıdırlar.
Bütün insanlar temel “eşitlik” ilkesi çerçevesinde “topluluk içerisinde de eşittirler.” (Nisa 58, Sad 26)
Kur’an, inançları, sosyal statüleri veya nitelikleri ne olursa olsun “bütün insanları eşit” kabul etmektedir. Bütün ayetler bu yöndedir. Hal böyle iken, insanlar “seçme” zorunda bırakılamaz. Herkes topluluk içerisinde “insan” olarak var olma, topluluğa katılma, faydalanma ve yaşama hakkına sahiptir.
Ancak, Kur’an “Suç”un oluşmasının sebeplerine de dikkat çekmektedir. Bir fiili “suç” kabul ederken, kişilerin o fiili işlememeleri için gerekli toplumsal mekanizmaları da bildirerek, buna göre bir düzen oluşturmaktadır. Yani topluluğun görevi, uygun yaşam koşulları sağlamaktır, çünkü Allah Yeryüzünü insanların hizmetine sunmuştur. Böylece yeryüzündeki nimetlerden herkesin eşit faydalanma hakkını tanıyarak, bireylerin temel ihtiyaçlarının giderilmesi için topluluğu sorumlu tutmuştur.
Buna göre, Topluluk, yaşam koşullarını iyileştirmek ve bireylerin ihtiyaçlarının karşılanabiliyor olmasını sağlamakla yükümlüdür. Dünyaya gelen her insanın, doğumu ile birlikte doğal kaynaklarda olan hakkı sebebiyle devletten alacağı vardır. Her bireyin, eşit koşullarda Yaşama hakkı vardır. Topluluk bunu yerine getirmekle görevlidir.
Suç ve ceza tanımı, temel hakların kullandırılıyor olmasından sonra gelir. Mesela, Eğer birey, beslenme kaynaklarına ulaşamıyor veya kendisinin veya ailesi için gerekli olan maişet temininde yetersiz kalıyor ise, topluluk bunu iyileştirmek zorundadır. Eğer topluluk bu ve benzeri konularda yetersiz kalıyor ise, Kur’an a göre “Ceza” da söz konusu değildir. Çünkü Allah’ın hakkı telsim edilmemiştir. Bu sebeple, bir fiili suç kabul edebilmek için, sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel şartların uygun olması, kişinin psikolojik veya bedensel eksikliklerinin bulunmaması gibi temel koşulların normal olması gerekir. Yani suç gerekçelerinin toplulukça ortadan kaldırılmış olması gerekir. Ancak bundan sonra bir suç tanımı yapılabilir.
KAVRAMLAR:
Katl : Cinayet, kasten bir insanı öldürmek
Kısas : Suç olan bir fiilin işlenmesi halinde karşılığında verilecek olan ona denk
bir ceza/yaptırım (kısas öldürmek veya idam etmek değildir)
Ceza : Yapılan bir fiilin benzer karşılığı
Veli : Kamu otoritesi, yetkiyi kullanan
Celd : Cilde dokunmak, kırbaç veya benzer bir şey ile kırbaçlamak, teşhir,
kirpiğin cilde değmesi
Suç ve ceza kavramı, önceden belirlenmiş ve bildirilmiş yazılı kurallar çerçevesinde gelişen bir olgudur. Hedefi adaletin yerine getirilmesi ve barışın sürekliliğinin sağlanmasıdır. Kur’an da kavramlar da bu manada kullanılmış ve cezalar buna göre öngörülüştür.
SUÇ ve CEZA DENGESI:
Kur’an, prensipte kişileri cezalandırmayı hedeflemez. Yani, kişilerin eylemlerinden dolayı “mutlak” bir ceza kavramı yoktur. Aslolan kişilerin “iyi insan, Faydalı insan” olmalarını sağlamaktır. Ancak topluluğun barış içinde yaşamaları ve meydana gelebilecek olası zararların tazmini açısından, cezaların uygulanmasını da topluluğun tercihine bırakmıştır. Bunun için prensipler yine Kur’an tarafından belirlenmiştir.
Cezalandırma asıl amaç olmadığından suçlar ile cezalar arasında makul dengeler olmalıdır. Kur'an'ın “Bir kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülüktür.” İfadesi, suç ile ceza arasında denge kurmayı emretmektedir. Yani bir kötülüğe benzer karşılık vermek adaletin gereğidir.
Bir kötülüğe benzer bir karşılık vermek adaletin gereğidir. Bir eylemin “Suç” olup olmadığını tespit etmeden önce, bir suçun nasıl cezalandırılması gerektiğini bilmemiz gerekir, Kur’an Ceza kavramına ilişkin ölçüyü koymuştur:
“bir kötülüğün karşılığı onun gibi bir kötülüktür…” (Şura 40) denmektedir. Yani bir Suça karşılık uygulanacak ceza, o suçun ağırlığı nispetinde olmalıdır. Bu durum Nahl 126’da “Eğer ceza verecekseniz size yapılanın misliyle cezalandırın” diyerek kesin çizgiyi koymaktadır. (Bkz. Mu’min 40, Bakara 191-194, Kassas 86, Nisa 123)
Esasen Kur’an suçun niteliğine göre ceza öngörmektedir. Yani “Ekonomik suça ekonomik ceza” veya “şiddet içeren suça tazyikle ceza” gibi dengeyi gözeden bir yapı ortaya koymaktadır.
Kur’an ın ortaya koyduğu cezalandırma şekli ve suça karşı uygulanacak ceza miktarının usul ve yöntemleri Kur’an tarafından ortaya konulmuştur. Özetle:
- Aslolan kişinin topluma kazandırılmasıdır. Bu manada hedef ceza değil, ıslahtır.
Ayetlerin ortaya koyduğu Ceza Usulü ile ilgili olarak önemli bir nokta dikkatimizi çekmektedir. “Tövbe ederse” kavramı, kişinin yaptığı eylemin farkına varması ve onu bir daha tekrarlayacak şekilde pişmanlık duyması anlamına gelir. Buna göre, topluluğun görevi, kişinin bir daha kötülük yapmamasını sağlayacak tedbirleri almak ve kişiye yardımcı olmaktır.
- Bir kötülük ancak benzer bir kötülükle cezalandırılabilir.
Ayetlere dikkat edilirse, kötülüğün karşılığı “aynı” iledir demiyor. Ona denk olan bir cezadır diyor. Yani “denk ceza” kavramını koyuyor. İşlenen suç, ortaya çıkan zarar bütünüyle aynı olacak şekilde cezalandırılamaz. Bunun imkanı yoktur. Dolayısıyla cezalarda uygulanacak olan ölçü meydana gelen zararın boyutu ile sınırlı ve ona denk gelecek bir ceza olmalıdır. Ekonomik bir suça tazyik cezası verilemez . Fiili sonuçları olmayan eylemler suç sayılamaz.
- Ceza aşırı ve dengesiz olmamalıdır.
Cezalar adil olmalıdır. Aşırı ve dengesiz cezalandırma yöntemi, kişileri şiddete ve suça meylettirir. Bu da toplum düzeninin bozulmasına, huzurun yok olmasına yol açar. Aslolan barışı sağlamaktır. Adil davranmak bir tercih değil zorunluluktur.
SUÇ ve CEZADA İLKELER:
Cezalar keyfi veya zarara muhatap olan kişilerin bireysel olarak verebilecekleri bir kararla belirlenemez ve uygulanamaz. Kur’an, ceza hukukunda temel ilkeler belirlemiş ve bu ilkelerin toplulukça uygulanmasını istemiştir. Takdiri ceza yoktur. Bu çerçevede:
- KANUNILIK (Yasal Dayanak) :
Bir fiilin suç olabilmesi için belirli kriterlerin olması gerekir. Bu kriterlerin de yazılı olması ve bilinmesi zorunludur. Hakkında herhangi bir hüküm bulunmayan fiil suç sayılamaz. Bu ilke İsra 15. Ayette “…ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ” Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz. Denmektedir. Demek ki, kuralların veya yasaların bildirilmiş olma zorunluluğu vardır.
“Zikrâ, ve mâ kunnâ zâlimîn” (Şu’ara 209)
Bu, bir hatırlatmadır. Biz zalim değiliz. (Bkz. Bakara 119-213, Saffat 72, Ahzab 45 v diğer ayetler) Diyerek, kuralların açık, anlaşılır bir şekilde önceden belirlenmiş ve bildirilmiş olması gerekliliği ortaya konulmaktadır. İnsanların hangi fiillerin “suç” olduğunu ve bu suçların karşılında nasıl bir yaptırım ile karşılaşacaklarını bilmeleri gerekmektedir. Aksi halde adalet olmaz.
“Ve mâ kâne rabbuke muhlikel kurâ hattâ yeb’ase fî ummihâ resûlen yetlû aleyhim âyâtinâ, ve mâ kunnâ muhlikîl kurâ illâ ve ehluhâ zâlimûn” (Kassas 59)
Rabbin, ülkelerin merkezî yerlerine, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe oraları helâk edici değildir. Zaten biz, halkları zalim olmadıkça memleketleri helâk etmeyiz.
Demek ki, kuralları önceden belirlememiş olmak “zulüm” manasına gelmektedir. Yasalar, ister ilahi kaynaklı olsun ister beşeri kaynaklı olsun kurumsal ve yazılı olarak ilan edilmedikçe uyulması gereken kurallar olarak anlaşılamazlar. Buna göre Suç ve Ceza önceden belirlenmiş ve tanımlanmış olmalıdır. Kamu otoritesi tarafından açıklanmamış veya bildirilmemiş bir eylem suç sayılamaz. Bir fiili suç sayabilmek için iki ana unsurdan birine dayanması zorunludur:
- Kur’an da suç kabul edilen fiiller:
Kur’an ın suç saydığı veya yasakladığı fiillerden olması. Kur’an ın yasaklamış olduğu fiiller ikiye ayrılmaktadır.
- Allah’a karşı işlenmiş olan suçlar: Bunlar, şirk, haram olan filler, gibi sıralanmaktadır. Yani, Karşılığı Allah’a bırakılmış olan ve Ahirette cezalandırılması öngörülen fiillerdir. Dünyada ceza öngörülmemiştir. (Sadece yarar gözetilerek sınırlandırılabilir)
- Topluluk içerisinde işlenmiş olan suçlar: Bunlar, terör, cinayet, zina, hırsızlık, iftira, isyan gibi cezası belirlenmiş ve dünyada uygulanması istenmiş olan fiillerdir. Bu tür fiiller, dünyada cezalandırılmakla ahretteki sorumluluk düşmüş olacaktır.
- Toplulukça konulmuş kurallar:
Kur’an da “suç” kuramı ferdidir. Herkes yaptığından sorumludur ve fiil net olarak tanımlanmıştır. Bu sebeple “Topluluğa karşı işlenmiş suçlar” diye bir kategori oluşturmak mümkün değildir.Veya suçu bu şekilde algılayıp ayrıca ceza ihdas etmek mümkün olmaz.
Ancak kur’an ın suç saydığı fiiller dışında, topluluğun örf ve ihtiyaçları çerçevesinde koyacağı kurallar da cezaya tabi tutulabilir. Ne var ki bunlar ikinci derece kurallar olup, uygulanacak olan cezalar da bu çerçevede olmalıdır. Yani hafif suçlar olarak değerlendirilmektedir.
Topluluğun koyduğu kurallar, Kur’an a aykırı olmadığı sürece meşrudur ve yasaldır. Uygulanacak olan cezalar, Kur’an ın ceza usulü ve ceza sıralamasının en alt limitinden daha aşağı olmalıdır.
- ŞAHSILIK (Suçun bireyselliği) :
Herkes ancak kendi fiilinden sorumludur ve hiç kimseye hiçbir nedenle başkasının işlediği suçtan veya eylemden ötürü ceza verilemez. Bu husus Kur’an da şöyle ifade edilmektedir: “hiçbir günahkar, başka bir günahkarın yükünü yüklenemez” (En’am 164, Fatır 18). Yani herkes günahı kendisi kazanır. Kimse kimsenin sorumlusu değildir. Zaten mümkün de değildir.
“Kul lâ tus’elûne ammâ ecremnâ ve lâ nus’elu ammâ ta’melûn” (Sebe 25)
De ki: “Bizim işlediğimiz suçlardan siz sorumlu tutulmazsınız. Sizin işlediklerinizden de biz sorumlu tutulmayız.”
Demek ki, her ne olursa olsun, “Suç” bireyseldir. Herkes işlediğinden sorumludur ve ceza da kişilere uygulanır. Demek ki ceza kavramı genişletilemez ve suç ile ilgisi bulunmayan üçüncü şahıslar sorumlu tutulamazlar.
- GENELLIK (Adalette herkesin eşitliği ilkesi)
Cezalar herkese uygulanabilecek türde olmalıdır. Adalet karşısında herkes eşittir. Kişilerin sosyal statüleri ne olursa olsun, hakta eşittirler. Bu manada hiçbir ayırım gözetilemez.
Nisa 58’de “Insanlar arasıda hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor” denmektedir. Yani her kim olursa olsun, eşit muameleye tabidir. (Bkz.Sad 26) Bu konuda hiçbir ayırım yoktur. Hucurat 13’te “insanların tek ve eşit kaynaktan geldikleri” açıkça ifade edilir. Yani yaratılışta da eşit oldukları dolayısıyla yaşamda da eşit muameleye tabi olacakları belirlenir.
“İnnallâhe ye’muru bil adli vel ihsâni ve îtâi zîl kurbâ ve yenhâ anil fahşâi vel munkeri vel bagy, yeizukum leallekum tezekkerûn” (Nahl 90)
Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.
Kur’an, adalette hiçbir ayırımcılığa izin vermemektedir. Toplum içerisinde de insanların eşit kabul etmesi bir tercih değil, bir zorunluluktur. Bütün insanlara “eşit muameleyi” emreder. Özelikle Nahl 90’da herhangi bir muhatap gösterilmeden herkese hitap ediliyor olması, eşitlik ilkesinin Ceza Kuramının vazgeçilemez unsuru olduğu anlaşılmaktadır.
- TEKLIK (Bir suça bir ceza ilkesi)
Kur’an bir fiili suç sayıp onun karşılığında çeşitli tehditler ortaya koyar. Kimi suçlar için doğrudan bir Ceza tayin edilmişken, kimi suçlarda ise cezanın affedilmesi önerilmiş ve asıl eziyetin Ahirette olduğu bildirilmiştir. Yani bir fiil suç ise o fiil için öngörülen ceza ya dünyadadır, ya da ahrettedir. Her ikisi bir arada değildir. Allah insanları eziyet etmek için yaratmamıştır.
İlahi adaletin tecellisinde Allah’ın cezada da adil olması kaçınılmazdır. Bu yüzden hem dünyada, hem de ahrette ayrı ayrı ceza yoktur. Kişi herhangi bir fiil sebebiyle dünyada ceza görmüş ise, o fiilinden kaynaklanan sorumluluğundan kurtulmuş olur. Eğer ceza görmemiş ise, o fiiline ait sorumluluğu devam eder ve onun karşılığı Allah’a kalmıştır. Çünkü Kur’an dünya ve ahret hayatını birbirinin devamı olarak algılar ve ikisini ayrı tutmaz. Dolayısıyla cezanın da buna uygun olması gerekir.
Bir fiilin suç sayılabilmesi için, o fiilin Kur’an da suç sayılıyor olması ve karşılığında da Ceza belirtiliyor olması gerekir. Kur’an ın “Suç” kabul ettiği ve ceza takdir ettiği bütün fiiller somut verilere dayanmaktadır. Yani somut, gerçek bir zararın oluşması söz konusu ise ceza vardır. Somut sonuçları olmayan hiçbir eylem “suç” sayılmamaktadır. Dolayısıyla, bir fiili “suç” kabul edebilmek için, rasyonel olması, somut sonuçlarının olması, fiziki bir zarar veya kötülük hasıl olması gerekir. Soyut sonuçlar gerekçesi ile “ceza” uygulanamaz.
İŞKENCENIN YASAKLANMASI:
İnsanın hayatı ve organları dokunulmazdır. Bu nedenle insanın canına ve organlarına zarar verilemez. İşkence veya beden bütünlüğüne zarar verebilecek ceza yöntemli kur’an da yoktur. Savaşta ve barışta, hangi sebeple olursa olsun, işkence veya bedensel bütünlüğe yönelik şiddet uygulanamaz, bu manada bir ceza verilemez.
“Vellezîne yu’zûnel mu’minîne vel mu’minâti bi gayri mektesebû fe kadihtemelû buhtânen ve ismen mubînâ” (Ahzab 58 Bkz. Maide 8) Mü’min erkekleri ve mü’min kadınları işlemedikleri şeyler yüzünden incitenler, bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.
Demek ki, hiç kimseye eziyet edilemez. Suç isnad etmek, suçu itiraf ettirmeye zorlaak ve bunun için de çeşitli işkence yöntemlerine başvurmak meşru değildir. Kur’an bunu reddetmektedir. Bir kişi suç işlemiş dahi olsa, “insani koşullar” içerisinde sorgulanır ve yargılanır. Ancak kanunların belirlediği kadar ceza uygulanabilir.
CEZA’DA ADALET:
Adalet Kur’an ın vazgeçilmez kavramlarından biridir. Düzenin esasını oluşturur. Suçlara uygulanacak ceza takdirinde, gerek ayetlerin yorumlanması veya gerekse toplulukça uygulanacak kuralların “adalet” kavramına ve Allah’ın koyduğu prensiplere uygun olması gerekmektedir.
“Ve izâ faalû fâhişeten kâlû vecednâ aleyhâ âbâenâ vallâhu emerenâ bihâ kul innallâhe lâ ye’muru bil fahşâ, e tekûlûne alâllâhi mâ lâ ta’lemûn” (Araf 28)
Çirkin bir iş işledikleri vakit, “Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize bunu emretti” derler. De ki: “Şüphesiz, Allah çirkin işleri emretmez. Siz bilmediğiniz şeyleri Allah’ın üzerine mi atıyorsunuz?”
“Kul innemâ harreme rabbiyel fevâhişe mâ zahere minhâ ve mâ batane vel isme vel bagye bi gayril hakkı ve en tuşrikû billâhi mâ lem yunezzil bihî sultânen ve en tekûlû alallâhi mâ lâ ta’lemûn” (Araf 33)
De ki: “Rabbim ancak, açık ve gizli çirkin işleri, günahı, haksız saldırıyı, hakkında hiçbir delil indirmediği herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmanızı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.”
Nisa 40 ayette “Allah zerre kadar zulmetez” diyerek topluluğun adil ve ölçülü olma zorunluluğu ortaya konmaktadır. Ceza uygulamaları pozitif olmak zorundadır. Hürriyetlerin korunması, barışın sürdürülebilir halde tutulması için ceza uygulamalarının pozitif olması zorunludur. Kurallar ve yasalar, Kur’an ın ortaya koyduğu ilkeler ve sınırlar içerisinde olmak zorundadır. Çünkü cezaların konuş gayesi, insanlara eziyet etmek değil, insanları suç işlemekten alıkoymak ve topluma zarar veren durumları ortadan kaldırmaktır.
CEZA HUKUKU TEMEL ESASLARI
Kur’an ın ortaya koyduğu Ceza Usulu çerçevesinde, yine Kur’an tarafıdan öngörülmüş olan “suçlar” ve bu suçlara ilişkin “Yaptırımlar” a da göz atmak gereklidir.
- Terör (Fitne) : Terör veya topluma karşı örgütlü eylemler Kur’an ın ifade ettiği en büyük suçtur. “..vel fitnetu ekberu minel katl…” Bakara 217 ve “…vel fitnetu eşeddu minel katli..” Bakara 191. Ayetlerde açıkça ifade edildiği gibi, terör adam öldürmekten yani “katl”den daha ağır bir suçtur. Silahlı çatışma olması halinde “öldürmek” meşru kabul edilmektedir. Kur’an ın “öldürmeyi” meşru kabul ettiği tek suçtur.
İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum min hılâfin ev yunfev minel ard, zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm (Maide 33)
Terör suçunu düzenleyen ayet Maide 33. Ayettir. Bu ayete göre:
- Silahlı çatışma söz konusu olmuş ise öldürülmeleri meşrudur. Yakalandıktan sonra öldürülmeleri doğru değildir.
- Bulundukları bölgeden veya yerden çıkarılmalı, etkisiz hale getirilmelidir
- Suça katılan birden çok kişi ise, aralarındaki irtibat kesilerek dağıtılmalıdır
- Yakalanmaları halinde fiilleri sebebiyle meydana gelmiş zararlar tazmin ettirilmelidir.
- Bir daha aynı eylemi yapamayacak hale getirilerek tecrid edilmelidir
- Topluluk içinde ilan edilerek hareket kabiliyetleri sınırlandırılmalıdır.
- Veya onların ıslah edilmesine vasıta olabilecek tedbirler uygulanmalıdır
Ayetin ikinci bölümünde “zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm” ifadesi sebebiyle, yakalandıktan sonra yasal yaptırımların dışında bir ceza uygulanamaz. Çünkü ayet, onlar için Azab, yani eziyetin Ahirette olduğunu söylemektedir. Çünkü dünyada verilmesi öngörülen cezalar, suçun karşılığı değildir.
- Cinayet (Katl) : Kur’an ın suç saydığı önemli eylemlerden biridir. Nisa 93. Ayette tanımlanmıştır.
“Ve men yaktul mu’minen muteammiden fe cezâuhu cehennemu hâliden fîhâ ve gadıballâhu aleyhi ve leanehu ve eadde lehu azâben azîmâ” (Nisa 93)
Kim bir mü’mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah, ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.
Kur’an “Cinayet”i suç olarak kabul etmektedir. Buna göre kasıtlı olması halinde Asli ceza Ahiret’e bırakılmıştır. Suç olarak kabul edilen bu eylem için konulan ceza ise Bakara 178 ve Isra 33 ayetlerde açıklanmaktadır.
Yâ eyyuhellezîne âmenû kutibe aleykumul kısâsu fîl katlâ el hurru bil hurri vel abdu bil abdi vel unsâ bil unsâ fe men ufiye lehu min ahîhi şey’un fettibâun bil ma’rûfi ve edâun ileyhi bi ihsân, zâlike tahfîfun min rabbikum ve rahmeh, fe meni’tedâ ba’de zâlike fe lehu azâbun elîm (Bakara 178)
Ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakk, ve men kutile mazlûmen fe kad cealnâ li veliyyihî sultânen fe lâ yusrif fîl katl, innehu kâne mensûrâ (İsra 33)
Buna göre, ölüm halinde bir ceza takdir edilmektedir. Ancak bu cezanın niteliği açıklanmamaktadır. Çünkü, dünyanın değişen koşulları içinde günümüzde olduğu gibi idam veya ölüm cezalarının kaldırılması ile bu uygulamanın devre dışı kalabileceği ve böylece ayetin hükmünü kaybedebileceği öngörülmüştür. Bu nedenle verilecek cezanın miktarı örfe bırakılmıştır. Topluluklar bu cezayı takdir eder ve kanunilik esasına göre uygularlar.
Kısas, ölüm veya idam cezası değildir. Kısas kelimesinin manası suça denk bir karşılıktır. Kısas kelime manası itibariyle katili katletmek değildir. Bu yanlış bir anlamadır. Bunu durumu Nisa 93. Ayet engellemektir. Eğer katile ölüm cezası verilmesi halinde ebedi cehennem azabı açıklanamaz. Allah’ın zulmetmeyeceği kuralı göz ardı edilemez.
İsra 33. Ayet kısasın öldürmek olmadığını da açıklar. “velisine yetki verilmiştir, ancak o da meşru ölçüleri aşmasın” denmektedir. Bu ifadeyi anlayabilmek için “Veli” kavramına bakmak gerekir. Bu kelimeden kastedilen şey kamu otoritesidir. Çünkü Adaleti sağlama görevi onundur ve insanlar arasıdaki hukuku korumak onun görevidir.
Hunâlikel velâyetu lillâhil hakk, huve hayrun sevâben ve hayrun ukbâ (Kehf 44) (Bkz, Nisa 56, Al-i İmran 122, Araf 196, Enfal 72), Velayet ve koruyuculuk, hak sahibi olan Allah’a aittir denmektedir. Dolayısıyla onun mukafatı veya vereceği kararın daha hayırlı olduğu ifade edilir. Yeryüzünde Allah’ın doğrudan bireylere “veli” olması düşünülemeyeceğine göre, kişinin yaşam hakkını garanti atına alan kamu otoritesi bu velayeti üstlenmiş demektir. Dolayısıyla kamunun, yani devletin belirleyeceği yasalar çerçevesinde bir ceza uygulaması söz konusudur.
Ancak “Katl” eyleminde iki türlü suç söz konusudur: Birincisi Allah’ın yasakladığı cana kıymaktır, ikincisi ise cinayet sebebiyle maktule ve ailesine fiziksel olarak zarar vermiş olmaktır. Suçun Allah’a ait olan kısmının cezası ahrettedir. Ancak, “zarar” ile ilgili olarak iki türlü ceza öngörülür. Bunlardan birincisi Kamu otoritesi tarafından tayin edilen yaptırımlara maruz kalması, ikincisi ise, maktulun yakınlarına “diyet” yani bedel ödenmesidir. Bu tercih ise Bakara 178. Ayet ile maktulun yakınlarına bırakılmıştır.
Öte yandan Bakara 179 ayette “Ve lekum fîl kısâsı hayâtun yâ ulîl elbâbi leallekum tettekûn” Kısasta/cezada hayat olduğu ifade edilmektedir. Yani yaptırımlara katlanmak aynı zamanda korunmak manasına da gelmektedir. Çünkü maktulün taraftarı ile yapılacak olan barış, kan davasını da önleyecektir. Dolayısıyla barış bozulayacak ve yaşam devam edecektir. Buna göre
- Katl Kur’an tarafından ikinci derecede büyük suç sayılmaktadır.
- Suça uygulanacak ceza, örfi olarak kamu otoritesi tarafından belirlenir
- Ceza veya diyet seçeneklerinden birini tercih etmek maktulun yakınlarına bırakılmıştır.
- Cezanın affedilmesi halinde tazmin düşmez
- Kaza sonucu öldürmede ise (Nisa 92) Hürriiyeti satın alma bedeline katlanmak ve maktulun ailesine diyet ödemek zorundadır. Diyet ödeyecek kimse yoksa veya kişinin gücü yoksa iki ay oruç tutması gerekir.
Katl suçunda genel olarak mü’min ve Mü’min olmayanlar şekilnde ayırım yapılmakla birlikte, ceza da bir ayırım yoktur. Nitekim Necm 44 aette “Öldüren de dirilten de O'dur.” Denilerek, hayat kastının sadece Alah’a ait olduğu ifade edilmektedir. (Bkz.Mü’min 68, Mü’minun 80, Yunus 56, Hicr 23, Duhan 8, Casiye 26, Hadid 2. Kaf 43)
- Zina : Kur’an ın suç saydığı fiillerdendir, İsra 32. Ayette tanımlanmaktadır.
“Ve lâ takrebûz zinâ innehu kâne fâhışeh, ve sâe sebîlâ”
Ayetten anlaşıldığına göre, suçun cezası dünyadadır. Suç tek yönlüdür ve Allah’a ait bir ceza öngörülmemiştir. Bedene karşı bir ceza öngörülüş olasına rağmen, kanıtlanması neredeyse mümkün olmayan koşullara bağlanmıştır. Bu durum, soruşturma sürecinin son derece titiz yürütülmesini zorunlu kılar. Bu suça ilişkin ceza ise, Nur 2 ayette açıklanmaktadır:
“Ez zâniyetu vez zânî feclidû kulle vâhıdin min humâ miete celdetin ve lâ te’huzkum bi himâ ra’fetun fî dînillâhi in kuntum tu’minûne billâhi vel yevmil âhır, vel yeşhed azâbehumâ tâifetun minel mu’minîn”
Zina suçu, tanıklar ile kanıtlanmış olması sebebiyle “pişmanlık” hükümleri burada işletilmez. Ceza aleni ve tanıklar huzurunda uygulanır. Buna göre
- Zina suçu kanıtlanmış evli kadın (Nisa 24) ve erkekten her birine yüz celde tazyik ile cezalandırılır
- Ceza uygulaması tanıklar huzurunda olmalıdır
- Zina suçunun sabit olabilmesi için en az 4 tanık gereklidir. (Nur 4)
- Zina isnadında bulunup tanık bulamayanlar 80 celde tazyik ile cezalandırılır
- Zina eden kadın veya erkek, ancak zina eden erkek veya kadınla veya müşrik olanlarla evlenebilir (Nur 3)
Ayette ifade edilen “celde” tene dokunmak, kirpiğin tene dokunması manasındadır. Buna göre kırbaç veya benzeri bir aletle ceza tatbik edilir. Ancak kelimenin manası gereği, ceza tatbiki kişinin bedensel bütünlüğüne, yaralanmasına veya fiziksel olarak hasar görmesine neden olabilecek şekilde olmamalıdır. Çünkü cezanın hedefi fiziksel zarar vermek değil, kişileri işledikleri fiilden ötürü teşhir edip bir daha yapamayacak hale getirmektir.
Nur 4, 6 ve 23. Ayetler ile “zina isnadı” (Kazf) da suç sayılmıştır. Ancak bu suç haksızlık da içeriyor olması sebebiyle dünyada 80 celde yaptıkları isnaddan ötürü, ve haksızlıklarından ötürü de ahret azabı ile cezalandırılmaları öngörülür.
- Hırsızlık: Kur’an hırsızlığı bir suç saymaktadır. Maide 38. Ayette tanımlanmaktadır
“Ves sâriku ves sârikatu faktaû eydiyehumâ cezâen bimâ kesebâ nekâlen minallâh” Buna göre:
- Suç sebebiyle oluşan zarar tazmin ettirilir
- Kişinin ıslah edilebilmesi için hapis veya zorunlu çalışmaya tabi tutulabilir, hapis veya zorunlu çalışma süresi en fazla altı yıldır. (yusuf 74, 75)
- Eğer hırsızlık, ihtiyaç sebebiyle meydana gelmiş ise, ceza verilemez, çünkü bunun sorumlusu kamudur.
- Davacının affetesi halinde ceza düşer.
- Pişmanlık cezayı düşürür, ancak zararın tazminini engellemez.
Kur’an ın doğrudan ceza tayin etmediği veya karşılığı ahret azabı olmayan yasaklar veya nehy’ler ile ilgili olarak topluluğu serbest bırakmıştır. Topluluğun ihtiyaç duyduğu kurallar ile, Kur’an ın işaret ettiği alanlarda Ceza Usulu ilkeleri gözetilmek suretiyle sınırlamalar veya yaptırımlar öngörülebilir. Bu manada yine Kur’an ın öngördüğü prensiplere riayet zorunudur.
- Yaptırımlar yine Kur’an tarafından belirlenmiş olan “temel haklar”ı ihlal edecek nitelikte olamaz
- Bedene veya beden bütünlüğüne yönelik cezalar olamaz (Şiddet, işkence vs.)
- Hürriyeti bağlayıcı cezalar hırsızlık suçuna öngörülen cezadan daha az olacak şekilde mümkündür. Ancak bu tür cezalar da suç kastını aşmayacak miktar olmalıdır.
- Somut sonuçları olmayan eylemlere ceza verilemez,
- Siyasi amaçlı cezalar verilemez
- Kısaca “zulüm” sayılabilecek ceza ihdas edilemez.