Faizsiz
Bankacılık
Şeriat Kapitalizmi
There is no standard way of defining what an Islamic bank is, but broadly speaking an "Islamic bank is an institution that mobilises financial resources and invests them in an attempt to achieve predetermined islamically -acceptable social and financial objectives. Both mobilisation and investment of funds should be conducted in accordance with the principles of Islamic Shari'a.[1]
“Bir İslam Bankası tanımlamanın standart bir yolu yoktur. Genel olarak “islam bankası, önceden belirlenmiş kabul edilebilir sosyo-ekonomik hedeflere ulaşabilmek için mali kaynakları harekete geçiren kurumdur” denilebilir. Yatırım fonları, İslami şeriat ilkelerine uygun olarak harekete geçirilmelidir.”
Eyvah! Bu bir aldatmaca mı? Ne yazık ki evet. Faizsiz bankacılık, İslam bankacılığı gibi kavramlar gerçekte ne olduğu belli olmayan ve tanımlanamayan kavramlardır. Uygulamalarının büyük bir çoğunluğu ise tarihsel süreçte, her biri kendi döneminin ihtiyaçlarına cevap vermek adına ortaya çıkmış geleneksel uygulamalardan başka bir şey değildir. Ne yazık ki bunların “İslami” olduğunu söylemek de mümkün değildir.
Faizsiz Bankacılık veya İslami Banka:
“İslam bankacılığı” kavramı günümüz dünyasında yaygın olarak telaffuz ediliyor olsa da genel olarak “İslam bankacılığı’nın ne olduğunu söyleyecek standart bir tanım yoktur.”[2] “Faizsiz bankacılık” yapanların da kendilerini bu anlamda tanımlayamıyor olmaları dikkat çekicidir. Prensipte, önceden belirlenmiş hedeflere yönelik, mali kaynakları harekete geçiren bir kurum olarak ifade edilmekle birlikte kesin bir tanımı yoktur. İslam bankacılığının, “girişimcilere, kullanılabilir mali kaynaklarına karşılık, önceden belirlenmiş koşullarda bir destek fonu sağlamayı” önerdiği söylenebilir. “Şeriat ilkelerine” uygunluk şartının arandığı iddia edilmesine rağmen, bu uygunluğun nasıllığı ve referansın ne olduğu tartışma konusudur. Şeriatın belirleyicisinin kim olduğu açık değildir. Çünkü bu uygulamalara referans teşkil eden kuralların “örf” ve geleneklere dayandığı anlaşılmaktadır.
Tarihsel açıdan, 1975 yılında ilk kez “İslami banka” adı altında faaliyete başlayan “Dubai Islamic Bank” olmuştur. Bunu diğerleri izlemiştir. Günümüzde faaliyet gösteren bu tür bankalar üç temel prensibe dayanmaktadırlar.
Faiz Yasağı: Faiz, “haksız avantaj”a neden olduğu gerekçesi ile yasaklanmaktadır. Bu yasak, gelir getiren fonlar ile faizli yatırım finansmanı arasında hiçbir fark olmadığı gerekçesiyle her türlü “faiz” olasılığını kapsamaktadır.
Ancak, piyasaların fonlanması sebebiyle sözleşmeden doğan artı değerin kâr olarak değerlendirilmesi de mümkün değildir. Çünkü bu, tanım gereği, “emek ve risk” içeren bir kazanç değildir. Bu nedenle faiz yasağının uygulamada rasyonel dayanağı yoktur.
Kâr-Zarar Ortaklığı: Faizin reddedilmesi sonucu, yatırımların veya fonlamanın ancak “ortaklık” ile mümkün olabileceği, çünkü sermaye koyanın zarara da ortak olması gerektiği kabülünden hareket etmektedir. Bu anlayış, kazancın önceden belirlenemeyeceği varsayımına dayanır.
Ne var ki uygulamada kazanç, önceden öngörülmekte ve katılımcıya ödenmektedir. Olası fazlalar çok nadir durumlarda yansıtılmaktadır.
Belirsizlik ve Spekülasyon Yasağı: Sözleşmeye taraf olanların sözleşmenin konusu ve etkilerinden emin olmaları, bilmeleri gerekir. Ancak uygulamada sözleşmenin şeffaf oluşu, sözleşme kurallarının içeriklerinin açıklandığı anlamına gelmemektedir.
Bugün “İslam iktisadı” dendiğinde hemen herkesin aklına “katılım bankacılığı” veya “faizsiz bankacılık” kavramları gelir. Ancak bu uygulamalar, “İslam İktisat” anlayışını “kapitalist” bir çerçeveye yerleştirmiş; yaygın faydayı gözetmek yerine, kişisel zenginleşmeye katkı sağlayacak bir yapıya bürünmüştür. Bir bakıma “sadaka kapitalizmi”nin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
“İslami iktisat” arayışlarını saygıyla karşılıyor olmakla birlikte, uygulama prensiplerinin sorgulanması ve eleştirilmesinin kimseyi rahatsız etmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Adında “İslam” kelimesinin bulunması, hiç bir şeyi dokunulmaz yapmaya yetmez. Bu nedenle uygulamaların gerçekten “İslami” olup olmadıkları tartışılması gereken önemli bir konudur. Mesela, Kur’an açısından “bireysel kredi” mümkün olmadığı hâlde, tüketimin ve pazarın fonlanmasına dayanak teşkil eden referansların sorgulanması gerekir.
Aynı şekilde, mübadele araçları üzerinde yapılan işlemler, gerçekte sadece kağıt üzerinde yürütülen bir fonlama işidir. Bu açıdan konvansiyonel bankacılık uygulamalarından farklı olmadığı gibi, geleneksel “faiz” endişesinin dışında da değildir. Kısa süreli fonlamalarla yüksek kazançlar hedeflendiği anlaşılmaktadır ki, bunun Kur’an’ın ortaya koyduğu “fon” sistemiyle örtüşen bir uygulama olduğu kuşkuludur. Bu bağlamda, “faizsiz bankacılık” veya “katılım bankacılığı” uygulamaları geleneksel “faiz” endişelerine yönelik duygusal bir rahatlama getirdiği veya umulduğu varsayılsa bile, refah toplumunun ortaya çıkmasını sağlamak için yeterli ve etkin olamamışlardır. Çünkü sistem, içerisinde kuşkulu pekçok unsur vardır. Bunlardan bazılarına kısaca şöyledir:
· Teminata Dayalı Kredi: Bu tür bankalar da diğer bankacılık uygulamalarında olduğu gibi “teminat ve kefalet” karşılığı kredi verirler. Eğer teminat yoksa, kredi kullanma şansı da yoktur. Dolayısıyla iktisadi faaliyetler sadece belirli sermaye gücüne sahip olanların tekeline bırakılmış olmaktadır. Bu durum Kur’an ile çelişmektedir. Çünkü, Kur’an’ın öngördüğü sistem, zengin olanı desteklemeyi değil; maddi gücü olmayan için fırsat eşitliği yaratıp onun sosyal statüsünü yükseltmeyi hedefler.
· Risk Almayan Kredi: Çoğunlukla mübadele araçları üzerinden ve mutlaka teminata bağlı olarak işlem yapmaları nedeniyle, kredi uygulamalarında herhangi bir riskleri yoktur. Bu durum geleneksel anlamda faiz endişelerine yol açan “rizikosuz/emeksiz kazanç” demektir ki faizin dışında sayılamaz.
· Borçlanmayı Tetikleme: Faizsiz uygulamalar daha çok bireyin sahip olduğu nakit varlığı karşılığında yine bireyin borçlandırılması esasına dayanır. Bireylerin endişelerinden yararlanarak birikimlerini sömürür.
· Tüccara Kredi: Pazardaki faaliyetlerin fonlanıyor olması nedeniyle üreticilerin zarar etmelerine neden olmaktadır. Çünkü fiyat belirlemede etkili olmaması gereken üçüncü bir tarafın fiyatları etkilemesine zemin hazırlamaktadır. Özellikle “selem”[3] gibi uygulamalar sebebiyle küçük üreticilerin bütün emekleri tüccarın/aracının cebine girmektedir. Bu da sosyal adaletsizliğin doğmasına neden olmaktadır.
· Breysel Kredi: Faizsiz bankacılık uygulamaları arasında bireysel krediler de vardır. Bankalar, bireysel krediler üzerinden faiz geliri elde ederler. Bu hem faiz olması hem de kural ihlali olması açısından zararlıdır.
Örneğin, “Kâr Ortaklığı”na dayalı uygulamalar tam anlamıyla tefeciliktir. Böyle bir ortaklık şeklinin meşruiyeti dahi yoktur. Üstelik katılımcı, ne şirketin külfetini üstlenmiş; ne herhangi bir risk almıştır. Sermayesi kadar teminatını zaten önceden almıştır. Yani sermaye üzerinde herhangi bir risk de söz konusu değildir. Burada yapılan yorumlar da “şirket zarar ederse sermayeyi geri ödemek zorunda değil” şeklindedir. Ancak bu da rasyonel değildir, çünkü eğer önceden teminat alınıyorsa, işletmenin ödememek gibi bir seçeneği de yoktur. Bu tamamen açık bir hiledir ve mantıklı bir açıklaması da yoktur.
“Faizsiz Bankacılık” uygulamalarının neden “İslami” olamayacağı hususu, bu çalışmanın ilerleyen bölümlerindeki detaylar ve orijinal metnin öngördüğü uygulama yöntemleri nedeniyle daha iyi anlaşılabilecektir. Şimdilik burada sadece genel çerçeveyi belirlemekle yetinilecektir.
Uygulamalar Açısından Faizsiz Bankacılık:
Faizsiz bankacılık sisteminin uygulama esasları içerisindeki fonlama yöntemleri, geleneksel uygulamaların bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Bu yöntemlerin örfi olduğu kabul edilmekle birlikte “şer’i” hükümlere dayandığı gerekçesi ile “İslami” olduğu iddiası vardır.
Mudaraba: Bir tarafın emek, bilgi ve tecrübe diğer tarafın ise sermaye koyarak yürüttükleri bir faaliyet türüdür. Mudaraba iş ortaklığı veya kâr-zarar ortaklığı olarak da nitelendirilebilir. Emek, bilgi ve tecrübesini koyan aynı zamanda faaliyetin yönetimini de üstlenmektedir. Tüzel kişiliğe sahip olan bu yöneticiye mudarip, sermaye koyana Rab-El-Mal denmektedir. Rab-El-Mal denetleme yetkisine sahiptir. Mudaraba sözleşmelerinde kârın paylaşaımı noktasında önceden anlaşmak gerekmektedir.
Muşaraka: Muşaraka, yani iştirak etme, bir işletmenin sermayesine katkı sunarak ona ortak olmak anlamına gelmektedir. Bu faaliyet türünde esas olarak hem sermaye hem de kâr ortaklığı öngörülür. Sermayedar, bir işletmeye sermaye koyar, ortak olur, kârı ve zararı paylaşır. Muşarakanın mudarabadan farkı mudarabada etkin olmayan bir sermayedar diğer tarafta emeğini, tecrübesini ortaya koyan bir girişimci olduğu halde; muşaraka hem sermayedar hem de girişimcinin etkin olduğu bir ortaklıktır. Ayrıca mudarabada mali zararın sermayedara ait olmasına karşılık muşarakada zarar konulan sermaye oranınca paylaşılmaktadır.
Murabaha: Murabaha kârlı satış anlamına gelen bir kavramdır. Sermaye sahibinin bir malı satın alarak ve belli bir kâr payı ekleyerek müşterisine vadeli olarak satmasıdır. Ticaretle uğraşan kişi veya kurum malı satın almak için katılım bankasından finansman isteğinde bulunduğunda katılım bankası, finansmanı nakit olarak sağlamayıp müşterinin yazılı isteği üzerine malı satın alır ve üzerinde anlaştıkları kâr payını ekleyerek bu kişiye satar.
Bu işlemde malın fiziki olarak mevcut olması katılım bankasının mevcut olan bu malı satın aldıktan sonra alıcıya satması gerekmektedir. Vadeli olarak satılan malın bedelinin tahsili bir defada veya taksitler hâlinde olabilmektedir.
Icara: Bir diğer önemli finansman metodu da icaradır (kiralama). Literatürde icara ve iktina olarak geçen bu faaliyette müşterinin talebi üzerine banka tarafından alınan varlıklar vade sonunda sahipliği müşteriye geçmek koşulu ile talepte bulunan müşterilere kiralanmaktadır. Uygulamada daha fazla görülen bu kiralama türü, finansal kiralama olarak adlandırılmaktadır.
Selem: Selem, ödemenin nakit olarak tamamen veya kısmen sözleşme anında yapıldığı ve alışverişin tamamlandığı bir işlemdir. Ancak satın alınan varlığın teslimatı önceden belirlenmiş bir tarihe kadar ertelenmektedir. İleriye dönük satın alma olarak da adlandırılan selem, genellikle küçük çiftçi ve tacirlerin finansman ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılmaktadır.
İstisna: İstisna ise yine selem gibi belli bir malın ileri vadede teslim edilmek üzere bugünden anlaşılan fiyat üzerinden satışının tamamlanmasını öngören sözleşmedir. Bununla birlikte sözleşmenin konusunu oluşturan malın inşa ya da imal edilmeye dayalı olması, ödemenin avans gibi önceden yapılmasının şart olmaması ve kademeli ödemeyi içerebilmesi açılarından selemden ayrılmaktadır. Siparişe dayalı satın alma olarak da adlandırılan istisna sözleşmeleri imal edilmesi gereken eşyalar, inşaat projeleri ve altyapı projeleri için kullanılabilmektedir. İstisna sözleşmelerinde bankalar, imalatın tamamlanma oranına göre yükleniciye bedeller ödemektedirler.
Genel olarak faizsiz bankacılığın faaliyetleri bu şekilde özetlenebilir. Ancak, bütün bu uygulamaların “İslam iktisadı” açısından uygunluğundan söz edebilmek için bazı şartları haiz olup olmadıkları aranmalıdır. Örneğin, kredilendirmeler “teminata” dayalı mıdır? Eğer “taşınmaz” teminat talep ediliyor ise bu durum meşruiyet sorunu doğuracaktır ve “risk”ten söz etmek de imkânsız hâle gelecektir. Ne yazık ki, bankacılık enstrümanlarının isimleri, uygulama realitesini değiştirmeye yetmez. Bütün uygulamalar taşınmaz teminatına dayalıdır ve garanti içerirler. Bu bir katılım değildir.
Konvansiyonel bankacılığın uygulaması da bu şekildedir; yani teminata kredi verilmektedir. Bu nedenle faizsiz bankacılık iddiasında olanların bu meseleye açıklık getirmeleri gerekir. Çünkü bu, “güvenlik” ile açıklanabilecek bir husus değildir. Eğer kâr-zarar ortaklığı söz konusu ise, sermaye sahibinin veya bankanın zarar etme olasılığının bulunmadığı bir işlem herhalde zarara iştirak olarak anlaşılamaz.
Geleneksel tanıma göre; “Faiz, zarara katılmayan risksiz kazanç” olarak tanımlanabilecek bir kavramdır. Eğer böyle ise, “Faizsiz Bankacılık” uygulamalarının üstlendikleri “risk” yoktur, çünkü banka “taraf” değildir. Şu halde iki sorun ortaya çıkar:
· Eğer banka taraf değilse, yaptığı uygulamalardan dolayı “kâr payı” olarak elde edilen gelirin % 20 gibi önemli bir bölümüne hangi gerekçe ile el koymaktadır?
· Eğer banka bir taraf değil ve risk almıyor ve fonlama işlemleri de teminata dayalı ise bu durum, geleneksel “faiz” çerçevesinin dışında nasıl tanımlanabilir?
“Pasif yatırımcılık”, yani sermayeyi verip işletmeye ortak olunduğu varsayımı, makul bir yaklaşım değildir. Para, doğası gereği sahibine güç kazandırır. Dolayısıyla hiç kimse, parasını verip onu unutmaz. Zarara da iştirak edildiği gerekçesi ile sermaye yoluyla istihsal yapmanın faiz olmadığı söylense bile, gerçekte ancak sermayedar kazandığı sürece problem olmayacaktır. Çünkü zarar söz konusu olduğunda teminatları devreye sokacak ve alacağını her halükarda tahsil edecektir. Hâlihazırdaki uygulamalar da zaten bu şekilde gerçekleşmektedir. İşletme zarar eder; ama sermaye sahibinin zararı söz konusu olmaz.
Selem, henüz üretilmemiş bir ürünü önceden sipariş etmek olarak tanımlanmakla birlikte, genellikle küçük üreticilerin sermaye ihtiyaçlarına yönelik olarak uygulanmaktadır. Buna göre önceden üretilmemiş olan bir malın belli bir değer karşılığı satın alındığı varsayılmakta, ancak banka ve yatırımcının çıkarı gözetilerek üreticinin satması gereken fiyat üzerinden değil; bankanın belirlediği ve üreticinin de zarar ettiği bir fiyat üzerinden gerçekleşen bir alışveriş türü olarak karşımıza çıkar. Üretici olanın zarar edeceği önceden belli olan bir işlemde, sırf sermaye sağlanıyor diye bir kazanç söz konusu edilemez.
Yani, sistem, “mübadele araçları” üzerinde “sanal” uygulamalar yaparak, faiz veya riba algısını bertaraf ettiğini iddia eder. Ancak, reel olmayan hiçbir uygulamanın “Kur’an” ile örtüşmesi mümkün değildir. Bize göre sıkıntı, “borç” ile “kredi”nin net olarak tanımlanmaması ve bu kavramların karıştırılıyor olmasından kaynaklanmaktadır. “Borçlanmaya” ilişkin getirilen hükümler ile “kredi” uygulamaları için önerilen hükümler birbirine karışmıştır. Bir kimseye “destek” olmak amacıyla “borç” vermek başka; bir ticari faaliyet veya yatırım için “fon” sağlayıp o faaliyetten “kazanç” elde etmek başkadır. Bu nedenle “faizsiz bankacılık” uygulamalarının referans açısından meşruluğu kuşkuludur. Çünkü:
1. Teminata dayalı borç veya kredi uygulamalarının tamamı geleneksel “faiz” sınırları içindedir ve buradan elde edilecek kazanç veya avantajlar faize yönelik endişelerin tamamını içerir. Dolayısıyla problemin çözümü için bir alternatif değildir.
2. “Taşınmaz” teminat talepleri, meşru değildir; çünkü Kur’an, taşınmaz (toprak ve doğal kaynaklar) üzerinde mülkiyet olmadığını söyler.[4] Bir banka için en güvenilir yol, nakde dönüştürülme potansiyeli yüksek bir spekülasyon aracı olan “taşınmaz”ı teminat olarak almaktır. Ancak böyle davranarak temel prensiplerden biri çiğnenmiş olur. Bu sadece bir prensip ihlali değil; özgürlük hakkının da engellenmesi anlamına gelir.
3. Banka, olası gelir üzerinden yapacağı oransal bir paylaşım anlaşması ile hareket edemez. İşletmeye sağladığı kredi miktarına göre (diğer etmenler de gözetilerek) bir pay alır. Buradan elde edeceği gelirden kurumsal giderlerini karşılar ve kalan kısmın tamamını mudiye ödemek zorundadır. Yani banka, yatırıma iştirak ederek, kurumsal giderlerini bu kanal üzerinden karşılamış olur. Oysa mevcut uygulamalarda banka kendi payını peşinen müşteriden tahsil etmektedir.
4. Uygulanan hâliyle “kâr ortaklığı” bir çeşit tefeciliktir. Çünkü Sermaye sahibine, sermayesi karşılığında ödenen miktar, belli bir dönem içerisinde, sermayenin aslından daha fazladır. Üstelik sermaye sahibi, işletmenin külfetine katlanmadığı gibi zarara da katlanmaz. Her ne kadar “zarara da katılır” dense bile realitenin böyle olmadığı bilinmektedir. Hiç kimse zarar etmeyi göze almaz veya kabul etmez. Kimi durumlarda kazanç miktarı bunun çok üzerinde gerçekleşmektedir. Bu uygulama tam anlamıyla bir “tefecilik”tir. Böyle bir kazanç hiçbir ticari faaliyette yoktur. Böyle bir “faiz” uygulaması da yoktur.
5. Prensip olarak “faizsiz bankacılık” ile projelerin desteklendiği varsayılıyor olsa bile, uygulamanın böyle olmadığı açıktır. Gerek faiz açısından gerekse uygulamalar açısından katılım bankacılığının çağdaş bankacılık sisteminden farkı yoktur. Farklı olan sadece isimlerdir. Bu bankalarda genellikle küçük işletmeler ve piyasalar fonlanmaktadır. Üretime yönelik ciddi yatırımlar yoktur. Çünkü üretim yatırımları risk taşımaktadır ve yeterli teminata sahip değildir.
6. Fiili katılımın olmadığı, sadece sözleşme düzeyinde bir fon sağlama işi yapıldığı açıktır. Dolayısıyla yapılan işlemlerin geleneksel faiz endişelerini nasıl ortadan kaldırdığı anlaşılabilmiş değildir. Banka, gerek kendi kazancı gerekse mudilerine önerdiği kazanç için rasyonel bir açıklama getirememektedir.
Faizsiz – Konvansiyonel Bankacılık Karşılaştırması:
Bankaların farklı isimler altında faaliyet yürütüyor olması, o bankayı veya yapılan işlemi farklılaştırmaz, sonuç olarak gerçekleştirilen uygulama aynıdır. Kriterlerin belirleyicisi sermayedar olduğu zaman, finansal kriterler daha rasyonel bir hâle gelir.
Çünkü örneğin herhangi bir bankadan kredi talebi olduğunda banka, bu kredi için istediği faiz miktarını önceden belirler ve söyler. Eğer makul ise kredi talep eden krediyi alır ve kullanır. Faizsiz bankacılıkta ise, işletmenin karlılığına göre belirlenen bir fazlalık söz konusudur ki, herhangi bir krediye ödenecek faizin çok daha fazlasının “kâr payı” adı altında ödenmesini gerektirmektedir. Bu önemli bir problemdir.
Öte yandan, uygulamaların “Kur’an” da karşılığı olduğu iddiaları da doğru değildir. Gerek “prensip kararları almaları” (Prensip kararları alınamaz, prensipler referanstan/Kur’an çıkarılmalıdır.) ve gerekse uygulamalara yönelik hukuki normlar ortaya koymaları, bağlı olmaları gereken referanstan uzaklaşmayı beraberinde getirmiştir. Aynı şekilde, bireysel ve küçük işletmelere yönelik bir finans sağlama çabasında olmaları nedeniyle, daha az risk taşıyan küçük kredilerle büyük kazançlar hedeflendiğini söylemek yanlış olmaz.
Genel olarak bankacılık enstrümanları arasında nitelik farkı yoktur. Uygulamaların dayanakları ve önceden belirlenmiş sonuçların varlığı faizsiz bankacılık ile konvansiyonel bankacılık uygulamaları arasındaki benzerliği ortaya koyar. Örneğin:
Faizsiz Bankacılık | | Geleneksel Bankacılık |
Yatırım odaklı işlemden hedeflenen kazanç | | Kredi odaklı krediden elde edilecek kazanç |
Projenin sağlamlığı kazancın büyüklüğü ve teminata bağlı | | Geri ödeme garantisi teminata bağlı |
Ortaklar ile koordineli kaynak seferberliği kredi olarak aldığını kredi olarak satar | | Borçlanmaya bağımlı kaynak seferberliği borç olarak aldığını kredi olarak satar |
Ahlaki kriterler sermayedara bağlı | | Finansal kriterler standart uygulamalara bağlı |
Pratik bir bakış açısıyla bakıldığında, genel prensipler arasında önemli bir fark bulunmadığı ve uygulamada realize edilebilecek bir prensibin yokluğu hemen göze çarpar.
Denemeler, “endişeleri” gidermeye yetmiyor olsa bile, konvansiyonel sistem içinde var olmaları ve farklı bir bakış açısı ortaya koyma çabaları takdir edilmelidir. Ne var ki, adında “faizsiz” veya “İslami” kelimelerinin bulunması, bu uygulamaların “doğru” olduğu anlamına gelmez. Her uygulamanın yanlış tarafları vardır ve önemli olan bu yanlışları süreç içerisinde gidererek daha iyi bir seviyeye taşımaktır. Bu nedenle, mevcut uygulamalardan “kuşku” duymak için yeterli ve geçerli nedenler göz ardı edilemez. Bu bankacılık anlayışı, büyük oranda geleneksel davranış sergilemenin ötesine geçememesi sebebiyle “İslami iktisat” anlayışının gelişmesine katkı sağlamaz.
Meşruiyet Sorunu:
İslam iktisadı söz konusu olduğunda, fıkhın getirdiği kurallar sebebiyle son derece sıkıntılı ve dar bir alanda hareket etmek zorunlu olmaktadır. Ancak, sistemi etkileyen veya tıkayan noktaların eleştirilebiliyor olması veya en azından hatalarının belli ölçüde ortaya konması gerekir. Bu bağlamda, geleneksel uygulamaların bazılarına dikkat çekmek ve düzeltilmesinin gerekliliğini vurgulamak çözüm üretmek açısından önemli olacaktır.
İtiraf etmek gerekir ki, geleneksel fıkhın iktisadi kavramlara dair görüşlerinin neredeyse tamamı “örfi” uygulamalara ve alışkanlıklara dayanır. Zekât ve sadaka gibi iki ayrı kavramın birleştirilerek “yardım/yardımlaşma” hâline dönüştürülmesi, tarihsel bir yanılgı olmuştur. Üretim ve tüketiminde kontrol gereken uygulamalar olan “haramlar”ın tümüyle yasaklanmış olması da, aynı şekilde iktisadi hayatı olumsuz etkilemiş ve çıkmaza sürüklemiştir.
Kapitalist uygulamaların doğurduğu en önemli sorunlardan biri “sürekli borçlanma” ile ilgilidir. Toplumun her kesimi sürekli olarak borçlandırılarak onların varlıkları bankaların kontrolüne geçer. Bankalar da, bu sermaye gücünü dilediği gibi kullanırlar. Halk ise borçlu olduğu için buna itiraz edemez. Faizsiz bankacılık da, uygulamaları açısından bundan farklı bir tutum içerisinde değildir. Esasen, faizsiz uygulamaların nasıl olması gerektiğine dair gerçekçi bir görüş de yoktur.[5] Sadece faizsiz bankacılık denemelerinin sonuçları itibariyle meşru olup olmadığı tartışılmaktadır. Açıkçası bu denemelerin, sadece bir alternatif oluşturdukları için, başarılı olmaları arzu edilen bir durumdur.
Konvansiyonel araçların neredeyse aynısı olan finansal araçların İslami bankacılık sistemi içerisinde üretilmesi ve kullanılması, İslam iktisadının İslami finans hâline dönüşmesine neden olmuştur. Uygulamaların İslam iktisadı ile özdeşleştirilerek ve sadece faizsiz işlem talebine indirgenerek sunulması, İslam kapitalizminin doğmasına zemin hazırlamıştır. Ne yazık ki gözlemlenen gelişmeler de bu varsayımı doğrulamakta, kapitalist araçların yaygın bilinçaltı verisi hâline dönüşmesine katkı sağlamaktadır. Kuruluş amaçları veya varsayılan hedefleri ne olursa olsun, gelinen nokta itibariyle İslami bankacılık veya faizsiz bankacılık, modern makro araçların farklı isimler ile tüketicinin repertuarında yer edinmesine neden olmuş ve istenilen sonucu doğurmamıştır.
Elbette amaçları kâr etmek olan kurumların İktisat sistemi içerisinde farklı bir amaç taşıması eşyanın tabiatına aykırıdır. Temelde kâr amacı yattığından bu İslami/faizsiz bankalar, konvansiyonel bankaların tüm özelliklerini taşımaktadırlar. Sadece bankalar değil, İslami finans kuruluşları da aynı faaliyetleri yürütmektedirler. Gerçekçi olmak gerekirse, faaliyet alanı “para üretmek” olan bu kurumlardan farklı bir sonuç beklemek de yanlış olur.
Sermayenin bir yerde bekletilmesi mümkün değildir. Eğer kenz önerilmiyor ise, sermayenin sürekli olarak dolaşımda tutulması gerekir. Dolayısıyla bankanın sermayeyi elinde bulundurması ve bu yolla kazanç elde etmesi de meşru değildir.[6] Bu nedenle “İslam bankası” kavramı ancak konvansiyonel sistem içerisindeki bir yanılsamadan ibarettir. Yani, İslam bankası diye bir banka yoktur. Zekât kurumu ve buna bağlı olarak fon yönetimini sağlayan yapılanma, bu çerçevede bir İslam bankası değil, üretim-tasarruf arasında karşılıklı akışkanlığı sağlayan uygulayıcı bir yapıdır. Dolayısıyla mevcut İslam bankalarının gerçekte “İslam iktisadı” ile hiç bir ilgisi yoktur.
Elbette bir banka adı ne olursa olsun, konvansiyonel sistem içerisinde ve yasal çerçevede dilediği gibi faaliyet gösterebilir. Bu konuda herhangi bir sınırlama yoktur. Ne var ki yasallık meşruiyet kazandırmak için yeterli değildir.
Bir yandan faiz ile işlem yapan bankalar, diğer yandan faizsiz olduğu iddiasında olan kurumlar arasında tercih yapmak zorunda bırakılan insanlar açısından kuşkuları giderecek ilkesel ve somut gerekçeler ortaya koymak gerekir. Her şeyden önce bu sadece bir iddia olmanın ötesine taşınmalıdır. Faiz kavramı çokça tartışılır bir kavram olmakla birlikte, bankacılık uygulamalarında faizsizliğin nasıl mümkün olabildiğinin açıklanması kolay değildir. Üretime dayanmayan, sadece ticari ve hatta parasal işlemler üzerinden elde edilen bir kazancın faiz olmadığını söylemek, her şeyden önce geleneksel faiz anlayışı ile çelişen bir durumdur. Kirayı faiz kabul eden bir anlayışın, parasal işlemlere tanıdığı kazanç hakkını hangi gerekçe ile açıkladığı veya açıklayabildiği belirgin değildir.
İslam iktisat teorisinin finansman temini ile ilgili bölümlerinde bir bankanın gerekli olduğu ve bunun hangi prensiplere göre faaliyet göstermesi gerektiği detaylı şekilde açıklanmıştır. Ne yazık ki mevcut İslami/faizsiz bankacılık uygulamalarının temel ilkeler ile örtüştüğünü söylemek imkansızdır. Aslında bir bankanın faiz uygulayıp uygulamaması bir şey ifade etmez. Önemli olan bankacılık enstrümanlarının ne olduğu ve bunların nasıl uygulandığıdır.
Örneğin, mevcut faizsiz bankalar “kamu” yani “halka” ait bankalar mıdır? Elbette değildir, birer özel teşebbüs olarak yapılanmış sermaye kurumlarıdır. Öyleyse bunlar üretici midir? Hayır, üretici de değillerdir. Sadece üretime destek verdiği iddiasındadır. O halde bunlar tüccardır. Çünkü bir işletmenin varlığını sürdürebilmesi için ya üretmesi gerekir, yahut zaten var olan bir şeyi alıp satması gerekir. Peki bu kurumlar ne alıp ne satarlar? Pratikte para, yani değer ticareti yaparlar. Yani “emek” ticareti yaparlar. Üstelik kendilerine ait olmayan emek birikimini spekülatif bir şekilde kullanırlar.
Oysa emek, bireye aittir ve emek üzerinde işlem mümkün değildir. Para ise sadece emeği ölçen bir metreden başka bir şey değildir. Böyle bir bankanın veya işletmenin “İslami” olduğunu iddia etmek, herhalde çok zor olacaktır.
[1] “What is an Islamic Bank?”, albaraka.com, (Erişim Tarihi: 15.9.2014).
[2] “What is an Islamic Bank?”, albaraka.com, (Erişim Tarihi: 15.9.2014).
[3] Kelime anlamı itibariyle "boyun eğme, şiddet içermeksizin esir alma, palamut ağacı" gibi anlamlara gelen selem, bir fıkıh kavramı olarak, peşin para ile veresiye mal almak demektir. Selem akdi, vadeli alışverişin tersidir; vadeli alışverişte bedel veresiye, selemde ise, mal veresiyedir. Bize göre küçük üreticiyi yok etmenin etkin ve vahşi bir yoludur.
[4] Maide: 17-18-120, Al-i İmran: 26, Nur: 42, Şura: 49, Casiye: 27, Fetih: 14, Hadid: 2, 5, Tevbe: 116, Zuhruf: 85, Furkan: 2, Maide: 40, Baqara: 107, Ahzab: 27.
[5] Prof.Dr. Hayreddin Karaman, “I.Faizsiz Bankalar”, “hayrettinkaraman.net/kitap/ekonomi/0010.htm”, (Erişim Tarihi: 11.9. 2014).
[6] Sermaye’den kastedilen şey, nakit satın alma gücüdür. Gerçekte para, harcanan emek miktarını ölçen bir araçtır. Dolayısıyla parasal işlemlerin meşruluğu kuşkuludur. Çünkü bir ölçme birimi, herhangi bir mal gibi alınıp satılamaz.
110139Z0!WWN�u