Varlık ve Rab…
“Şirk Nedir?” diye sorulduğu zaman, hemen herkes “Allah’a ortak koşmaktır” der. Eğer Allah’ın “Ahad” olduğunu kabul ediyor isek, bu durumda O’na ortaklık ihdas etmek de mümkün olmaz. Çünkü tanımı yoktur. Tanımı, tahayyülü olmayan bir şeye ortaklık nasıl olabilir?
O halde şirk nedir?
“Ahad” kelimesi mana itibari ile “sıfırın biri” değil midir? Yani yokluktaki, hiçlikteki “bir”. “0x1” gibi. Ama matematiksel olarak böyle bir işlemin sonucu da “sıfır”dır. Aslında bu kelime, Varlığın, yani maddenin de kaynağını açıklar. Maddenin kaynağının da hiçlik olduğunu kanıtlar.
Eğer böyle ise, “şirk” kavramının algılanabilir, tanımlanabilir bir karşılığı olmalıdır. Yani “Allah yoktur” demek bir şirk veya küfür sayılmaz. Çünkü Allah zaten yoklukta, hiçliktedir. “Birden çok Allah vardır” demek de şirk sayılamaz. Çünkü yoklukta çokluk da olmaz. Yani matematiksel olarak “0x2 = 0…” dır. Çarpanı değiştirmek sonucu değiştirmeye yetmez. O zaman “şirk” kavramının varlık alanında bir karşılığı olmalıdır.
Şirk, "Allah'ı inkâr değil, Allah'ın vermediği yetki ve imtiyazları, –soyut ya da somut– O'ndan başka birine veya bir şeye vermek"tir demiştik. Nedir bu?
“….ahbârehum ve ruhbânehum erbâben min dûnillâhi vel mesîhabne Meryem…” (Tevbe 31)
Allah’ın dün’ninden rabler edindiler….
Dûn : Yanı, yakını, tarafı, en üstün bir altı anlamlarına gelmektedir.
Müşrikler de edindikleri Rab’leri “Allah’a yakın olmak” için edinmişlerdi. “Vettehazû min dûnillâhi âliheten li yekûnû lehum ızzâ” (Meryem 81)’de de bu durum açıklanmaktadır. Allah’ın yakınından/yanından kendilerine ilahlar edinmişlerdi. Böylece Allah’a daha yakın olacaklarını düşünüyorlardı.
Öyleyse “şirk”, Allah’ın bizatihi kendisi ile ilgili değildir. Yani, Kullanılan yetki veya fonksiyon Allah tarafından değil de, beşerin atfettiği bir yetki ise, bu şirktir. Çünkü, Beşer tanımlayamadığı, bilmediği, tahayyül edemediği bir şeyin yerine kendisini koymakta ve O’nun yerine fonksiyon veya yetki izafe etmektedir. Bu fonksiyon veya yetkiyi kime izafe etmektedir? Tevbe 31’de de açıkça ifade edildiği gibi, somut bir varlığa soyut yetkiler veya fonksiyonlar atfederek yapmaktadır.
Rabbi Allah ile aynı düşünmek, Rabbi, yani varlık alanındaki bir tezahürü ilahlaştırmak olur. Muhtemeldir ki bu da şirktir. Kimileri bu kavramları Kur’an daki bazı ifadeler sebebiyle birbirinin aynı olarak telakki etmektedir. Böyle algılanmasının en büyük sebebi de zannediyorum Gramer’dir.
Kimileri de, Allah’ın sıfatları sebebiyle Rabbin Allah ile aynı olduğunu söyler.
Elbette her ikisi de kavramların karıştırılmasından kaynaklanmaktadır. Mesela sıfat, Faili değil, Fiili tanımlar. Bir fiilden yola çıkarak Faili tanımlamak mümkün değildir. Buna karşılık, Rububiyet kavramları ile sıfatlar da birbirine karıştırılmaktadır. Mesela Fatiha suresunde ifade edilen “Rab, Rahim, Rahman ve Malik” kavramları ile, diğer sıfatlar da aynı değildir.
Mesela:
“Allâhullezî halakas semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arş…” (secde 4)
Burada Yerin ve göklerin ve ikisi arasındakilerin Allah tarafından üretildiğini söyler. Ancak önemli bir ayrıntı da vardır, “ellezi” çoğul ifade eder. Allah çoğul olamayacağına ve Allah’ın Arş’a istiva etmiş olması da düşünülemeyeceğine göre, “onların eliyle” şeklinde anlamak yanlış olmayacaktır. Kimdir Onlar?
“İnne rabbekumullâhullezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arşi yudebbirul emr…” (Yunus 3)
Buna göre yeri vve göğü yaratan Allah’tan bir Rabdir ve işleri idare etmek için Arş’a istiva etmiştir. Ayetin devamında “zalikumullahu Rabbukum” denmektedir. İşte Allah budur, sizin rabbiniz….
“Ellezî halakas semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arşir rahmânu fes’el bihî habîrâ” (Furkan 59)
Ayet, yerleri ve gökleri ve ikisi arasında olan şeyleri altı günde halk edenin “Rahman” olduğunu ve sonrasında Arş’a istiva ettiğini söylemektedir. Sonunda ise, “fes’el bihî habîrâ” demektedir. Yani, “Haberi olana sor” der. Bu ifade, bu fiillerin "bilinir" olması gerektiğini de ortaya koyar. Demek ki, kolektif bir faaliyet vardır. Yani, Rab ve Rahman, Arş’ta hükmetmektedirler.
İşte onlar, Rab ve Rahman’dır. Yani işleri idare edenler. Bu konuda pek çok ayet vardır. Dileyen Kur’an da bu ayetleri yeniden gözden geçirebilir.
Çok daha çarpıcı olması açısından, İbadet, secde ve rükü’nün Rabbe olduğu (Hac 77), ibadet edilen bu Rabbin bizleri ürettiği (Bakara 21), Kitabı gönderenin Rab olduğu (Secde 2), Rızkı genişleten ve daraltanın Rab olduğu (İsra 30) vd. de yine Kur’an ın ifadeleridir.
Bir noktaya daha temas etmek istiyorum. Gramer sebebiyle “bedel-mübdel” ilişkisi vardır, dolayısıyla Rab Allah’ın kendisidir demek hem akli olarak hem de gramersel olarak mümkün değildir. Benim gramer açısından eksiklerim vardır (bu eksiklerimi en kısa zamanda gidereceğime dair kendime söz verdim) bu sebeple “ahkam” kesmem doğru olmaz, ancak Hiçbir şey aslının aynı olmaz. Sarf-nahiv açısından bu kural, aynı zamanda şunu da ifade eder: “Bedel, mübdelün minh’den cüzdür”.. Yani mübdelin kendisi değildir.
Kimileri, bedel-ül mutabık için zatları eşittir dese bile, pek çoğu bunun sadece bir Atf-ı beyan olduğunu ve eşit olamayacağını söylemektedir. . Mesela, “hezere ehuke ahmedun” Kardeşin Ahmet geldi. Burda mübdelin ne olduğu açık değildir. Aslında burada mübdel olan ismi zikredilmeyen, Ahmet’in fiili kardeşidir. Yani, Ahmet ile Mehmet kardeştir, ve biz Mehmet’e Ahmet’in geldiğini haber veriyorsak “kardeşin Ahmet geldi” deriz. Kime deriz? Mehmet’e deriz. Dolayısıyla buradan yola çıkarak bedel-mübdel ile aynıdır demek mümkün olmaz.
“Sandalyenin ayağı kırıldı” dediğimiz zaman, kırılan şey sandalyenin ayağıdır ve sandalyenin tamamını temsil etmez.
“Üstadın bilgisi hoşuma gitti” dediğimiz zaman ise, aralarında bir ilişki belirtmiş oluruz.
“ittekullahe rabbehu” (bakara 282) dendiği zaman, onun Rabbi, yani borç veren Allah’a ittika etsin, çünkü borçlanan zayıftır, cahil olabilir, hesap kitap bilmeyebilir, bu sebeple borç veren parasının gücünü kullanarak yazanlara sahtekarlık yaptırmasın demektir. Çünkü borç verenin parası vardır, güçlüdür, Rab konumundadır. (mana itibariyle)
“Kullen numiddu hâulâi ve hâulâi min atâi rabbik, ve mâ kâne atâu rabbike mahzûrâ.” (isra 20)
Hepsine, onlara da bunlara da, Rabbinin nimetlerinden ulaştırırız. Rabbinin nimetleri sınırlanmamıştır.
“Biz rabbinin nimetlerinden ulaştırırız”
Soru: Biz kimlerdir? Niçin Rabbi ayrı tutmaktadır?
Eğer Rab, Allah’ın bizatihi kendisi ise, niçin çoğul kullanıyor. Bu durum sadece bu ayete mahsus değildir. Genel olarak Kur’an da böyle ifade edilmektedir. “Rab” kavramından sonra, “biz” ifadesi Kur’an’ın en çok kullandığı ifadelerden birisidir. “Biz verdik, biz yaptık, biz ulaştırdık, biz diledik gibi.” Yani kolektif bir faaliyetin veya organizasyonun bir tezahürü değil midir?
Rab: “Buyruk sahibi,buyurmaya muktedir olan,buyruğunun gereğini yapmaya muktedir olan,yaptırım gücü olan,gecmişte yaptıklarını yayarak etki sağlamış olan,duyulmuş ve tanınmış olan” bu değil midir?
Arapça sözlüklere baktığımızda:
Rab: Asıl anlamı terbiye etmek yetiştirmek.
Emri, kudreti altında bulunan bir şeyin yegâne sahibi ve yöneticisi olup, her şey üzerinde kendi isteği ve ilmine uygun olarak tasarrufta bulunmak.
Her şeyi düzeltip, sivrilikleri çıkıntılıkları tesviye etmek, yaratılışı tam bir şekilde hâlden hâle geçirerek düzenle, arıtıp saflaştırıp olgunlaştırmak, ıslah etmek, terbiye etmek…
Rab kelimesi ism-i fail için istiare edilen bir mastardır. Tek başına sadece Yüce Allah için kullanılır. (Lisânu’l Arab rbb maddesi-Istılah)
Ev sahibine “rabbüddâr” ( evin rabbi), at sahibine rabbülferas (atın rabbi ) denir.
Yine rabbe kelimesinin değişik farklı anlamlar da kullanıldığı yerler de vardır.
Başkasının velayeti ile ilgili anlaşmaya ribabet, fal oklarının toplandığı şeye rabebet daha önceki eşten olan çocuğun bakımını üstlenen eşe rabbe ve rabbet bu çocuklara rabib ve rabibe, buluta rabâb, bir şeyin az olduğunu göstermek için rubbe, ıslah edilen şeyleri belirtmek için rabbeb kelimeleri kullanılır.
Netice itibariyle, Allah ile varlık arasındaki bağlantıyı sağlayacak ve sistemi idare edecek, bilgiyi yönlendirecek bir şeye ihtiyaç vardır. Bu “Rab” dir, yani bizim muhatabımız.
Allah ve Rabb ile ilgili bazı “rasyonel” veriler, genel olarak, Varlık alanında bir Tanrı’nın olma olasılığını akli olmaktan çıkardığı gibi, Rabbin de Allah’ın kendisi olması ihtimalini de imkansız hale getirmektedir.
Elbette “Akıl bunu kavramaya yetmez” diyenler olacaktır. Ancak bu durumda niçin Rabbi anlamamız gerektiğinin emredildiğini de açıklamak mümkün olmaz. Öte yandan Bir bilim adamı bildiklerini kendisine saklamış olsaydı o zaman bilim adamı da olmazdı. Çünkü “bilgi” açıklandığında bir değer ifade eder. Açıklanmayan bilgi, bilgi olmadığı gibi, bir değeri ve anlamı da yoktur.
Genellikle bir fikri beğenmediğimiz zaman “hadi ordan” diyerek arkamızı dönüyor, böyle yapmakla sanki o fikri ortadan kaldırdığımızı zannediyoruz. Oysa o fikri okuyanların zihinlerinde meydana gelen etkileşimi göz ardı ettiğimizi pek fark etmeyiz. Öte yandan, sırtımızı dönmek ve o fikirle ilgili bildiğimiz şeyler varsa onları ifşa etmemek tam anlamıyla “egoizmin” dışa vurulmuş hali olur. “sen şöyle açıklamazsan ben seni ciddiye almam, cevap vermem” der ego sahibi. Kendince açıklamalar bekler ve kendince sonuçlar ister. Oysa söylenmesi gereken “şu sebepten dolayı şöyle olmalıdır” demektir.
Burada bana göre önemli bir husus da açığa çıkmaktadır. Bu sitede de zaman zaman, hatta sıklıkla ortaya çıkan bir durumdur ve bana göre “egoizmin” somut halidir. Mesela, Rab konusu açıldığında Sayın özdemir (kendisinden özür diliyorum teşbih sebebiyle) “sen sarf nahiv olarak tahlil edemiyorsan…” diye başlayan cümlesini, ben henüz ifadeyi tahlil etmemiş iken, herhangi bir yorum yapmamış iken önceden ve hızla serdetmiştir. Bir açıdan da teşekkür ediyorum, bu vesileyle ayetleri yeniden taradım ve yeniden düşünme fırsatı buldum.
Kimse mükemmel değildir. Hiç kimse her şeyi bilemez. Dilin kuralları vardır, özellikle yazı dili bu kurallarla şekillenir. Ancak bana göre dilin kuralları, yazılı olanın nasıl anlaşılması gerektiğini değil, bir şeyi nasıl ifade etmek gerektiğini belirler. Ancak, dilin kurallarına uymadan da pek çok metin yazılmaktadır ve bu metinler yazarın anlatmak istediğini okuyanlarının anlamasını sağlamaktadır. Bu da reddedilebilir bir durum değildir. Elbette bu dilin kurallarının bilinmesinin gerekmediği gibi bir anlam taşımaz. Bağımlılık bazen yanıltıcı da olabilir.
Bütün bunlardan sonra, Pagan inanışlarından da yola çıkarak, RAB kavramı ve Allah kavramının bütün detayları nın bilinirliğinde sapmalar olmasına rağmen bir eksiklik yoktur. Şu halde, Rab bizi neden uyarmıştır?
Vesselam