Nuh-Yunus ve İsrailiyat
Saffat:
140: İz ebeka ilel fulkil meşhûn
141: Fe sâheme fe kâne minel mudhadîn
142: Feltekamehul hûtu ve huve mulîm
143: Fe lev lâ ennehu kâne minel musebbihîn
144: Le lebise fî batnihî ila yevmi yub’asûn
145: Fe nebeznâhu bil arâi ve huve sakîm
Kalem:
48: Fasbir li hukmi rabbike ve lâ tekun ke sâhıbil hût…
49: Levlâ en tedârekehu ni’metun min rabbihî le nubize bil arâi ve huve mezmûm
(Ayrıca bakınız Yunus: 98, Enbiyâ: 87-88)
Mesel
Özetle: Yunus, bir gemiye bindi, gemiden atıldı, balık onu yuttu ve nihayetinde balık kusarak dışarı fırlattı. (pagan kültürü)
Kelimeler:
El-fulk : Astroloji, yörünge (yörüngesel araç)
Meşhûn: şahane, olağanüstü imalat (Meşhun: Dolu, hileli, el-meshun: ücretli) Demek ki Fulk, meşhun’dur, olağanüstü bir imalatın eseridir. Yüksek bir medeniyetin ürünü.
Sâheme : Katılmak, iştirak etmek, dahil olmak, pay almak
Seheme: üzüntü ve zayıflıktan yüzü değişmek.
Sehüme: yüzü sirke satmak,yaz sıcağı vurmak.
Sühime: kura çekmek.
Sehheme: elbise vs. ye ok resimleri yapmak.
Essehmü: füze roket
Saaaheme: bir hisse almak,iştirak etmek.
Mudhadîn : Çürütmek, yalanlamak, reddetmek
Iltekame : indirgemek, yutmak, yol vs. şeyin ağzını tutumak,kapamak, bir şeyi yutmak, lokmayı büyük alan adam,açık yol,yolun ortası, yutulan,yutulmuş şey,bir defada yutulmuş şey. eiyle ağzına verip yedirmek, bir şeyi süratle çiğnemeden yutmak (tekame: değil, yok, edilmedi, değildir)
Hut : Balık (elhutu) Dev balık,balık burcu, balina, kova…
Hate: kuş vs. bir şeyin etrafında dönüp dolaşmak. (Hut türevi olarak)
Mulîm : ucuz, değersiz, kuruş
Aria : Açık hava, dışarısı, çıplak arazi
Detaylar:
- Ayetlerde “Gemi” kelimesi yoktur, Saffat 140’ta “el-fulk” kelimesi kullanılır, bunun manası “Astronomi, gökbilim” dir. Aynı kelime “Nuh” kıssasında da kullanılmaktadır (Hud 37-38)
- Ayetlerde “Kuraya katılmak” ifadesi yoktur. Saffat 141’de “sâheme” kelimesi kullanılır, bunun anlamı kuraya katılmak değil “Katkıda bulunmak, katılmak” tır. Aynı ayette “mudhadîn” kelimesi kullanılır, bu kelime temelde “Yalanlamak” manasına da gelmesi sebebiyle “kaybeden” manası vermek mümkün olabilir.
- 142. Ayette kullanılan “iltekame” kelimesi de ilginçtir. Kelime itibariyle yol vs. şeyin ağzını tutumak,kapamak, bir şeyi yutmak, lokmayı büyük alan adam,açık yol,yolun ortası, yutulan,yutulmuş şey,bir defada yutulmuş şey. eiyle ağzına verip yedirmek, bir şeyi süratle çiğnemeden yutmak gibi manaları vardır.
- Genel olarak, bir balığın bir beşeri veya bir başka canlıyı yutması mümkündür. Ancak balığın mideesinde yaşama şansı yoktur. Bunu doctor olanlar zaten bileceklerdir. Midede salgılanan asitler ne olursa olsun kolaylıkla sindirilmesini sağlayacak türdendir. Tabii bir canlının ihtiyacı olan hava gibi elzem bir şeyin suyun içinde ve balığın karnında nereden temin edildiği de ayrıca düşünülmelidir. Kaldı ki, ayetlerde “Su”dan da söz edilmemektedir. Ne “su” ne “deniz” kelimeleri kullanılmadığı gibi, bunlara herhangi bir atıf da yoktur.
- Kalem 48’de, balığın bir sahibinin olduğunu da anlıyoruz. Balık tarafından yutulmuş bir kimse veya bir canlı balığın sahibi olamaz. Balığın karnındaki bir nesne ancak balık için bir besin kaynağıdır ve balık tarafından sindirilecek olan şeydir. Böyle durumdaki bir kimsenin balığa hükmetmesi akıl dışıdır.
Kur’an Yunus peygamberin hangi bölgeye gönderilmiş olduğunu açıkça ifade etmez. Ancak ayetlerden bazı sonuçlara ulaşmak mümkündür.
Mesela “balık” , Asurluların sembolüydü. Su tanrısı Enki’nin simgesi olarak görülüyordu. Asur kralının tacında, mühründe, asasında, bastırdığı paralarda hep balık figürleri vardı. Ülkenin her yanı Mısır’daki boğa (bakara) heykelleri gibi balık figür ve heykelleri ile doluydu. Bugün bile Süryani (Asurî) rahipler boynuna balık resim ve armaları asarlar. Asur’un başkenti Ninova’nın cezaevi kapısında da büyükçe bir balık figürü vardı.
Kalem 48’de ifade edilen “sâhıbil hût” – “balığın sahibi” ifadesinden, bu balığın suda yüzen bir balık olmadığını çıkarmak mümkün. Öyleyse işaret edilen balık bir sembol olmalı. Aslına bakılırsa, Yunus peygamber kıssası ile ilgili olarak anlatılan veya yorumlanan hikayelerin tümü “Pagan” kültürünün bir yansımasından başka bir şey değildir. Kur’an ayetleri de genellikle bu şekilde yorumlanmaktadır.
Mesela Tevrat'ın üç bölümünden biri olan "Nevim" "Nebiler" bölümü, bağımsız bir kitabı olan Yonah(Yunus) kitabında, Yunus peygamberin kıssası detaylı olarak anlatmaktadır. Kur’an “musaddık” olması sebebiyle diyebiliriz ki, “Tevratta detaylı olarak anlatılan hikaye sebebiyle, kısaca zikretmiştir”. Aslında bu büyük oranda doğrudur. Çünkü Kur’an “musaddık” olmakla birlikte geçmiş anlatımlardaki hataları da düzelten bir kitaptır aynı zamanda.
Hikaye Tevrat'ın Yonah(Yunus) kitabında şu şekilde anlatılır: "Sonra denizciler birbirlerine, “Gelin, kura çekelim” dediler, “Bakalım, bu bela kimin yüzünden başımıza geldi.” Kura çektiler, kura Yunus`a düştü." "Deniz gittikçe kuduruyordu. (Yonah)Yunus`a, “Denizin dinmesi için sana ne yapalım?” diye sordular. (Yonah) Yunus, “Beni kaldırıp denize atın” diye yanıtladı, “O zaman sular durulur. Çünkü biliyorum, bu şiddetli fırtınaya benim yüzümden yakalandınız.” Sonra Yunus`u kaldırıp denize attılar, kuduran deniz sakinleşti. Bu arada RAB Yunus`u yutacak büyük bir balık sağladı. Yunus üç gün üç gece bu balığın karnında kaldı." (Tevrat/Yunus1/9-17)
Matta İncil'i tarafından da benzer şekilde anlatılmakta ve teyid edilmektedir. "Yunus nasıl üç gün üç gece o koca balığın karnında kaldıysa, İnsanoğlu(İsa) da üç gün üç gece yerin bağrında kalacaktır." (İncil/Matta 12/40)
Kur’an açısından bakıldığı zaman, tevratın işaret ettiği mekanı Kabul ettiğimizde, ne bir deniz, ne de bir insanı yutabilecek büyüklükte bir balıktan söz edilemez. Mezopotamyada deniz yoktu. Veya en azından yeterince uzaktı. Ne yazık ki, Kur’an da anlatılan kıssalar, dar kalıplar içerisinde yorumlanmaya çalışılmakta ve çoğunlukla “pagan kültürü” etkisinde kalmaktadır. Elbette “mucize” algısının da büyük etkisi vardır. Dolayısıyla Kur’an da anlatılan kıssalar ile ilgili olarak rasyonel bir yorum şekli veya bakış açısı geliştirilememiştir.
Balık gerçekten balık mıdır?
Bir kere meseleye antropolojik olarak baktığımız zaman, olayın işaret edildiği bölgede ve zamanda bir deniz olmadığı gibi, insanı yutabilecek büyüklükte bir balığın yakınlarda olması da mümkün görünmemektedir.
Genellikle, “bi el-aria” ifadesinden yola çıkarak, balığın kusmuğu şekilinde anlaşılmaktadır. Ancak bu kelime çeşitli kaynaklarda sindirilmeden sonraki atıklar şeklinde açıklanır. Kelimenin kökenleri ile ilgili dayanaklar da buna işaret eder. Eğer böyle ise, o halde Yunus’un canlı olarak dışarı atılmış olması düşünülemez. Çünkü balığın midesinde salgılanan asit sebebiyle kolaylıkla sindirilmiş olacaktır. Kaldı ki yaşaması için gerekli olan havayı nereden temin ettiği de ayrıca muammadır. Havasız yaşamın mümkün olmayacağı bugün bilinen bir gerçektir. Hücrelerin belli bir sure havasız kalması ölüme neden olur. Bu kısa bir süredir belki birkaç dakika. Birkaç gün değil.
Vahiy öncesi arap toplumunun sahip olduğu mitolojik bilgi ve Tevrat etkisiyle balığın karnında kurtulduğu yorumları yapılıyor. Oysa, deniz ve gemi ifadeleri sadece Tevratta vardır. Kur’an da bu ifadeler yoktur.
Öyleyse Ayetteki Balık bize neyi anlatır?
Balık: Asurluların sembolü idi, aslında balık sembolü neredeyse teslis veya trinite gibi insanlık tarihi kadar eski bir semboldür. Dünyanın her yerinde balık sembolü vardır. Genel olarak gökyüzü ile dünya arasındaki ilişkinin sembolüdür. Dileyen meseleyi antropolojik açıdan da inceleyebilir Kısaca dünyanın her yerinde, her inanışta “balık” figürünü bulmak mümkündür.
Öte yandan, Mesela Yunus kıssasında da kullanılan “fulk” kelimesini ele alalım. Nuh kıssasında da aynı kelime kullanılmaktadır. Bu kelimeye “gemi” manası veriliyor ki bu çok yanlıştır. Eğer suda yüzen bir gemi kastedilmiş olsaydı “sefine” demesi gerekirdi. Oysa böyle yapmıyor. Yine Kur’an ın kıssaları anlatma şekline baktığımız zaman, bize önceki anlatımları işaret ettiğini anlarız. Öncekilerin anlattıklarını tasdik eden bir kitap olması sebebiyle bakmamız gereken yer başka kaynaklardır. Ancak unutmamak gerekir ki Kur’an aynı zamanda öncekilerin hatalarını da düzelten bir kitaptır. Dolayısıyla ayetleri anlarken, geçmiş bilgileri kullanmakla birlikte, ayetlerin işaret ettiği noktaları da düzelterek anlamamız gerekir.
Öyleyse Nuh kıssasında fulk kelimesi bize birşeyler anlatmalıdır. Nuh kavminin “Vedd, Süvâ', Yeğus, Yeuk ve Nesr" isimlerinde putları vardı. Brahmanizmin Vedaları bilinmektedir. Gökyüzü şehirleri. (Daha önce bu konuda detaylı bilgileri yazmıştık)
Gerek Nuh Kıssası ve gerekse burada anlatılan şeyin bir gemi olmadığı, en azından suda yüzen bir gemi olmadığı, bu aracın yüksek medeniyet veya teknoloji ürünü bir şey olduğu anlaşılabilir.
Özelde Nuh, , Suda yüzen bir gemi yapmadı. Zaten tufan denilen şeyin kendisi de tsunami türünden bir felaket değil. Genellikle ayetlerdeki “Fulk” kelimesinden yola çıkarak bunun bir gemi olduğu varsayılıyor ki bu Doğru değil. Bu kelime yörünge demektir ve neticede yörüngede seyreden bir araçtan sözediliyor. Dolayısıyla Nuh da bir gemi yapmadı. Yaptığı şey sadece yörüngedeki bu araç ile irtibat kurulacak bir yükselme platform gibi bir şeydir. Bir çeşit ışınlama platformu, geçiş kapısı.
Öte yandan, olayın sonuçlarına ilişkin herhangi bir bilgi verilmez. Çünkü, Nuh ve beraberindekiler, Tufanın etkilerinden kurtulmak için başka bir mekana transfer edildiler ise, yani yörüngede uzayda bir yere tşındılar ise, doğal olarak, tufan ve etkileri geçene kadar geri dönmediler. Geri döndüklerinde de zaten Tufan’ın etkileri ortadan kalkmış, her şey normalleşmiş olmalıdır. Dolayısıyla sonuçlarından söz etmeye de gerek yoktur
Zaten ortada bir deniz veya su da yoktur. (Hud/40) ifadesindeki "tennur", ocak ve fırın manalarına da gelir. Feveran ise, kuvvet ve şiddetle kaynamak, fışkırmaktır. Volkanik magma hareketleri de böyledir.
Aynı şekilde Yunus kıssasında da durum farklı değildir. Balık antropolojik açıdan bir sembolü ifade eder. Asur hapispanelerinin kapılarında dev balık sembolleri olduğunu unutmamak gerek. Ama burada anlatılan şey özetle, Yunus’un kaçtıktan sonra bir guruba katıldığı burada bir çeşit bahse tutuştuğu ve kaybettiği, değersizleştiği bunun sonucunda da ceza olarak “fulk” yoluna girdiği veya düştüğü ve çıplak bir araziye/açık havaya fırlatılıp atıldığı anlaşılıyor. Anlatıldığı gibi balığın yutması ve midesinde kalması söz konusu değil. Tam aksine, ileri teknoloji ürünü bir olay olduğunu anlamak zor olmasa gerek.
Bugün Asurilerin sahip oldukları teknoloji veya onların medeniyetleri hakkında çok şey bilmiyoruz. Antropolojik bulgulara bakılırsa oldukça ileri düzeyde bir medeniyetleri olduğunu tahmin edebiliriz. Muhtemelen bugün bile hayal etmekte zorlandığımız ileri teknolojileri vardı.
Burada önemli bir noktaya daha dikkat çekmekte yarar vardır. Saffat suresi
146: Ve enbetnâ aleyhi şecereten min yaktîn
147: Ve erselnâhu ilâ mieti elfin ev yezîdûn
Bu iki ayetten yola çıkılarak bazı yorumlar yapılmaktadır ki aslında sürecin sonrasını anlatan ifadelerdir. Balık kıssası ile ilgili değildir. “yaktin” balkabağı anlamına gelir.
Farklı toplulukların sosyolojik, beşeri anlamda kullandıkları kavramların etimolojik kökenlerinde, yaşanılmış eski sürece bağlı olarak, ‘kan’, ‘et’, ‘kemik’, ‘ateş’, ‘kırmızı toprak’ , ‘kara toprak’ ‘yeşil ağaç’ ve bir dizi değişik hayvan, meyve-tahıl bitki adları vardır. Dinsel metinlerin ‘dile gelip konuşan’, Balık’ı, Balam’ın Eşeği, birçok Kuş çeşidi, Yılan’ı, Yaban otu, dikenli Gulyabani bitkisi, Balkabağı, Mercimek ve Fasulyesi, Mezopotamyanın gerçek ve insan anlamında karşılığı olan sayısız farklı toplum birimlerinin tanımlarıydı da aynı zamanda.
Balam’ın dile gelen eşeği, “Laf söyleyen Balkabağı”, Enki rahiplerinin Balık dili, Musevi peygamberlerinin Kuş dili ile konuşmaları, hayvan veya bitkilerle temsil edilen normal insan toplulukları olmasındandı. Gılgamış’ın Akad Nuh’uyla buluşma yolculuğunda karşılaştığı “akrep adam”, şu anda aramızda olan akrep burçlu bir insan kadar gerçekti!
‘Balkabağı’ muhtemelen, bir ön Asur toplum birimi totem bitkisi olmalıdır. Tıpkı, tanrının cennet’ten kovduğunda Adem ve havva’yı yemeye mahkum ettiği “diken bitkisi” veya “yaban otu” veya Ortodoks kiliselerin özel ayinlerde mutlaka yemek zorunda oldukları ve fakat Yezidi toplulukların yemesi yasak “marul” gibi! İlginç bir ayrıntı olması açısındaan Yezidi inanışında balkabağı veya kabak yemek de yasaktır. Muhtemelen ‘Balkabağı’ bitkisi, Yezidi topluluk için, Fasulye ve Marul’un yanı sıra, kutsal ve dokunulmaz totemlerden birisi idi.
Özetle, Yunus peygamberin böyle bir topluluğa gönderildiğini anlamak hiç te zor olmasa gerek.
Asıl soru şudur: “Bize anlatılan veya yorumların dayanağı olan hikaye/hikayeler nereden çıkıyor?”
Cevabı asılnda basittir, küçük bir mitolojik yolculuk, bu cevapları bize kolaylıkla sağlar. Basitçe, Tevrat ve İncil kaynaklarının bir versiyonundan başka bir şey değildir. Biz Tevrat ve İncil’in verilerini değerlendiririz, ancak onların yanlışlarını yapamayız.
Netice itibariyle, bizim işimiz “pagan kültürü”nü doğrulamak değildir. Kur’an mucizeler anlatmaz, rasyonel bilgiler verir. Açıklanabilir, anlaşılabilir somut bilgiler. Ne yazık ki, Kur’an yorumcuları, kıssaları anlamak yerine, “mucizevi” mitleri dinselleştirmeyi tercih ediyorlar. Muhtemelen böylesi daha gizemli oluyor.
Vesselam