ŞURA
Lisan-ül Arab
| Oyuktan, çukurdan balı çıkardı aldı |
| Cemal ve hüsün, Bu kelime arz etmek, ortaya çıkarmak demektir. |
| Arapların bayramlarıydı, Kadınlar güzel elbiselerini giyerlerdi. |
| Bir şeyin görüntüsü |
| Bir kişinin bütün vücudunun güzel olması |
| Bir kişinin elbisesinin güzel olması |
| Konuşup aydınlanmak |
| Develerin yağ bağlayıp güzelleşmesi |
| Utandı |
| Kaş göz ile ima etti |
| Filan kişi danışmaya uygundur, bu yüzden onunla istişare ettim |
| Ondan görüş talep etti, öğüt istedi |
| Ögüt, görüş alışverişi |
| Bir şeyi yapmak, ortaya çıkarmak |
Teşâvür, müşâvere ve meşveret : Insanların birbirleriyle görüşerek ortaya görüş çıkarmaları
Şura: Belli bir konuda tartışmak, en doğrusuna ulaşmak için tartışmak
Şura : Council – Karar organı
İşara : İşaret etmek, tavsiye etmek, danışmak
Müşavere : insanarın birbirlerinin fikirlerinden istifade etmek için yaptıkları toplantı
İslam Öncesi:
Bu terimin Mekke’nin lideri Kusayy ibn. Kilâb’ın evinde “cansultation”(taşavur:danışma) anlamında kullanıldığı bilinmektedir. O dönemde “Darü’n-Nedve”, Mekke’nin ileri gelenlerinin toplandıkları yerin ismi idi. Bu kavram Mekke’nin ileri gelenlerinin Mekke konsülü, divanı ya da meclisi formunda görüş alışverişinde bulundukları ve Mekkelilerin adına toplumsal konularda karar verdikleri bir uygulamayı ifade etmektedir. Darü’n-Nedve’nin fonksiyonu, yasamadan çok yürütmeyle ilgiliydi. Onların verdikleri kararlar, bir kanun olmuyordu, sadece hüküm olarak kalıyordu. Ancak bu hüküm, modern çağların kanunları kadar etkili oluyordu.
Bu kurumun üyeleri, en azından teorik olarak eşit bir statüye sahipti. Görevlendirilenlerin veya izin verilenlerin dışında hiç kimse başkası üzerinde otoritesini gösteremezdi. Güç dağılımına rağmen, Haşim, Muttalip ve Abdulmuttalib oğullarının sosyal statüleri, kapasite ve yetenekleri, onlara bariz şekilde üstün bir pozisyon vermişti. Bunlar diğerlerini kendi görüşleri istikametinde yönlendirebiliyorlardı. Kusayy’dan sonra Mekke’de halkla ilgili konularda kendi kendine karar veren tek bir idareci (ruler), kral, ya da reis olmamıştır. Toplumsal işlere Mekke’nin ileri gelenlerinin oluşturdukları bir konsey tarafından karar veriliyordu. Mekke’nin ileri gelenleri Antik Yunan’daki kongre üyeleri gibiydi. Darü’n-Nedve de modern bir parlamento gibi değildi. Mekke’nin ileri gelenleri, hakkında karar verilmesi gerekecek kadar önemli bir konu olduğunda bir araya gelirdi. Bağlayıcı bir karara (a binding decision) ancak bütün üyelerin konsensüsü ile ulaşılabilirdi.
Bir konuda herhangi bir anlaşmazlık baş gösterir, görüş ayrılığı meydana gelirse, üyeler oybirliğine ulaşmak için kendi aralarında müzakereler yaparlardı. Bununla Mekke’nin güvenliğini tehlikeye sokacak bir davranıştan kaçınmış olurlardı. Bu kişiler kendi görüşlerini açıklama, diğerleriyle uyuşup uyuşmama özgürlüğüne sahipti. Darü’n-Nedve, ailevi meseleleri çözmekle uğraşmazdı. Daha çok barış, savaş ve bütün olarak Mekkelilerin güvenliği gibi meselelerle ilgilenirlerdi.
Kur’an da
“..ve emruhum şûrâ beynehum ve mimmâ rezaknâhum yunfikûn” (Şura 38)
Onlar Aralarında tartışarak düzenlerler (iş yaparlar), bu şekilde nasıl harcayacaklarını (anlarlar)
“…fa’fu anhum vestagfir lehum ve şâvirhum fîl emr, fe izâ azamte fe tevekkel alâllâh …” (Al-i İmran 159)
Planladıklarını yapmadan önce onlarla onlar için (onları affet) mağfiret dile…
Afv: Affetmek, serbest bırakmak
Kur’an devletin yapısı veya işleyişi ile ilgili detaylı bilgi vermez. Sadece genel prensipler itibariyle ipuçları verir. Şura kavramı da bunlardan birisidir. İki ayette geçer. Her iki ayette de “danışma” manasına gelebilecek bir ifade yoktur. Tam aksine “toplanıp karar alma”, “Kararlara göre düzenleme, işleri yürütme” anlamları öne çıkmaktadır ki, bu da zaten sistemin kurallar çerçevesinde olması gerektiğinin ifadesidir. Öne çıkan bir başka nokta ise, kararların özgürce alınacağıdır. Bu ayetlerden yola çıkarak Karar mekanizmasını “başkan”a bağlamanın imkanı yoktur.
“Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh, kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh, allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb” (Şura 13)
Düzeni ayakta tutmak ve ayrılığa düşmemek……
Eğer topluluğu oluşturanlar, sisteme doğrudan katılıyorlar ise ve eğer bütün kararlar ortak ise ve topluluğu oluşturan herkes bir şekilde karar mekanizmasında yer alıyor veya temsil ediliyor ise elbette düzen ayakta kalacak ve ayrılık da olmayacaktır. Dayatmacılıktan uzak, herkesin mutmain olduğu bir sistem içerisinde barış tesis edilir. Sistem katılımcı bir sistemdir ve topluluğu oluşturanlardan hiç kimseyi dışarıda bırakmaz.
Başkan’ın karar alması, şura’ya danışması ama kendi kararını vermesi gibi yaklaşımlar bu manada yersiz, mesnetsiz ve dayanaksızdır. Çünkü kurallar herkes içindir. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, gerek geleneksel manada, gerek kök manasıyla ve gerekse Kur’an açısından, herkesin kurallar ile bağlı olduğu ve sistemin kurallara göre işletilmesi gerektiği gerçeğini değiştirmek için bir veri yoktur. Geniş manada uygulama olmamakla birlikte, var olan uygulamalarda da başkan’ı mutlak güç haline getiren bir yapı yoktur. Şura’yı başkana biat etmiş danışmanlar yapmak ise tam manasıyla Kur’an ın önerdiği sistemi reddetmek manasına gelir. Saltanat veya diktatörlük arayanların başvuracağı bir yol olabilir, ama bu Kur’an değildir.
Seçim sistei ile biat sistemi arasındaki bağı reddetmek yanlıştır. Şura’nın bilinen manada kararların alındığı (yasama) meclis olmadığını söylemek de rasyonel değildir. Yönetimin bir aracıdır ve diktatörlüğü reddetmenin önemli göstergesidir. İsimleri değişmesi veya yorumlanması gerçeği değiştirmez. Şura’nın danışma mekanizması olduğunu iddia edenlerin bilimsel dayanağı yoktur ve bu görüş sadece diktatörlük uygulamalarında vardır.
Kavramlar Hakkında
Ekseriyet : Büyük kısım, bir topluluğun yarısından fazlası
Çoğulculuk : Çeşitli eğilimlerin, düşüncelerin, yönetimde etkisini kabul eden siyasi yöntem, plüralizm.
Çoğulculuk / Pluralizm : Pluralizme göre toplum her biri kendi arasında birlik oluşturmuş değişik gruplardan oluşmaktadır. Toplumun gidişatını belirleyen asıl unsur gruplar arası rekabettir. Buna göre toplumu yöneten ve yönetilen diye ikiye ayıran elitistlerden ayrılırlar.
Çoğunluğun mutlak hakimiyetini reddeden, azınlıktakilerin siyasal ve kültürel haklarının kabul edilmesi gerektiğini ve azınlıkların da bir gün çoğunluk hakkının verilmesini öngören bir yöntemdir.
Çoğunlukçuluk : (démoc-ratie absolue) Çoğunluğun kararlarının uygulandığı ve bu kararların mutlak olduğu bir yöntemdir. Çoğunluğun aldığı kararlar sınırsız ve mutlaktır.
Buna göre “Devlet halkın çoğunluğunun iradesine göre yönetilmelidir” ve “çoğunluğun kararı her şeyin üstündedir”. Bu anlayışa göre çoğunluğun yönetme hakkı mutlaktır, bu hak düşüncelerle sınırlandırılmamalıdır. Çoğunlukçu anlayış, çoğunluğun kararınısınırlandırıcı etkiye sahip azınlık hakları, kuvvetler ayrılığı, çift meclis sistemi, kanunların yargısal denetimi, gibi kavram ve kurumlarla sınırlandırılmamalıdır.
Aslında Kur’an bu kavramların hiç birine uygun bir sistem önermez. Uygun kelime bulmak zordur. Kur’an hem ferdiyetçi, hem de toplumcu bir sistem getirmektedir. Buna göre, her birey, ister seçilerek veya isterse sosyal varlık olarak karar mekanizmaları içinde her zaman yer alabilir. Bunun mekanizmaları da yine Kur’an da vardır. Çünkü Kur’an a göre ne azınlıklar azınlıktır, ne de çoğunluklar çoğunluktur. Hepsi eşittir. Hepsi insandır. Kur’an tam manasıyla toplumun her kesiminin büyük bir katılımını öngörür ve şartları buna göre oluşturur. Teveccüh yoktur, ezilmişlik de yoktur. Modern demokrasi, kur’an anlayışı karşısında değersiz bir hale gelir. Çünkü Kur’an ın getirdiği özgürlükler sistemi, mevcut uygulamaların çok ötesindedir.
Kist : Adalet sistemi
Hakem : Uzlaşı demektir.
Peygamberin hakemliği: Çözümde eşitlik manasındadır.
Sistem içerisinde herkes eşittir. Bireyler seçilerek veya mensubu oldukları sosyal guruplar vasıtasıyla dolaylı olarak veya doğrudan karar mekanizmalarına katılabilirler. Toplumu oluşturan her birey mutlaka temsil edilir.
Temsil iki türlü meydana gelir: Seçimlerle oluşturulan meclis, halkı temsil eder; Bireylerin mensubu bulunduğu sosyal guruplar (Her türlü) yine halkı temsil eder, bu guruplar karar mekanizmasında doğrudan katılmaktadırlar. Dolayısıyla toplumda temsil edilmemiş hiç kimse yoktur.
Bu sebeple Kur’an ın öngördüğü sistem bugün tanımlanmakta olan seçim sistemleri ile çok farklıdır. Ekseriyetçi değildir. Çoğulcu da değildir çoğunlukçu da değildir. Katılımcı bir sistemdir. Dolayısıyla çoğunluğun azınlığa tahakkümü diye bir şey de yoktur. Azınlık yoktur çünkü birey inançlarına veya tercihlerine göre değil, var oluşuna göre değerlendirilir. Yani insan olduğu için birey kabul edilir. Bununla beraber inançları sebebiyle sosyal guruplara da mensup olabilir, veya tercihleri sebebiyle toplumu oluşturan farklı gurupların içerisinde yer alabilir. Böylece iki yönlü bir temsiliyet de ortaya çıkmış olur. Bu açıdan meclisin alacağı kararlar herkes için makul ve kabul edilebilir olacaktır.
Mezhep, meşrep, cemaat algıları Kur’an i değildir. Kur’an “hizipleşmeyiniz” diyor. Insan olan herkesin sistemin içinde yeri vardır, barışa dayalı sivil bir toplum öngörülür.
Adalet ve tahkim farklı şeylerdir. Adalet yoksa ne Medine olur, ne devlet olur, ne sistem olur. Adalet sistemini göz ardı edip, mutluluğu Tahkim’de aramak, feodal yapıların geçmişte yaptıklarını yapmak ile aynı manaya gelir.
Geçmişte insanlar savaşarak hakimiyet kurarlardı. Bugün hakimiyet teknoloji ile mümkün. Yarın hakimiyet bilgi sahibi olanlarda olacak. İdeoloji hastalıktır, siyasi bağımlılık hastalıktır. Aklı körelten büyük bir hastalıktır. Siyasetin varlığı başkadır, siyaset bağımlılığı başkadır.
Vesselam